58. Bölüm

57. Bölüm

Kelebek Ruhhu
kelebekruhhu

Çığlık çığlığaydım Berke’ye bir şey olacak ihtimali bile beni mahvediyordu. Gördüğüm en masum kişi o iken, hiç tanımadığı biri tarafından öldürülmezdi...

“Yardım edin!” Diye feryat ediyordu Julia.

Herkes, Berke’nin etrafına dolandı. Araf, nabzını kontrol ettiğinde, gözlerimi kapattım ve yaşlar akmaya başladı. İyi görünüyordu, nasıl bir anda bu hale geldi, aklım almıyor.

“Nabız çok yavaş!” Dedi. İki doktor var burada ama biri yürüyemiyor diğeri ise oğlunun başında feryat figan ediyordu.

Araf, yanıma geldi. “Kurşun yarası var, gelmeden önce çatışmada olmuştur.” Dedi, nasıl bu kadar soğukkanlılıkla söyleyebiliyordu?

“İyi olacak mı?” diye sordum.

Berke’ye baktı ve kararsızlığı gözlerinden okunuyordu. Sahte gülümsemesi ile “Evet, pes etmese iyi olacak!” dedi.

Ya pes ederse? Ya artık çok yorulmuş ve dinlenmek istiyorsa...

Şu an en çok olmak istediğim yere bir kaç adım uzaktayım ama gel gör ki ben o adımı atamıyorum. Julia tek başına kalmış gibi hissediyorum. Bir başına, oğlunun gözlerini açmasını isteyip duruyor. O’na sarılmak, yanında olmak istiyorum...

Ambulans geldi ve ekibi ile ilk müdahalenin ardından ambulansla hastaneye kaldırıldı. Herkes ardından çıkarken, oda da bir başıma kaldım. Günün sonunda hep olan bu olacaktı.

Ama inat ya bu! Kendimi yere attım ve sürünmeye çalıştım. Sürekli karalar bağlayıp hiçbi’ şey yapmamaktan iyiydi... Diye kendimi kandırıyorum, elim kolum bağlıydı işte.

Ayak seslerinin duyulması üzerine kapıya doğru baktım.

“Araf!” diye seslendim.

Kapıda gördüğüm kişiler ise :

“Ne o? Araf, seni yalnız mı bıraktı?” diye alaycı sesiyle konuşan Nehir’di.

“S....sen?” şaşkınlığım konuşmama engel oldu.

“Takılıp kaldın, sus ve beni dinle şimdi,” dedi ve daha çok yanıma yaklaştı.

“Hak ettiğin yerdesin ama sanma ki bu bir bitiş asıl şimdi başlayacak her şey.” Dedi ve yüzünü yüzüme yakınlaştırdı, eliyle çenemi kavrayıp :

“Araf, benim olmadıysa senin de olmayacak!” dedi ve sertçe çenemi bıraktı.

Gülmeye başladım. Yoksa sinir krizi geçirecektim.

“Delirdin mi?” diye bağırdı.

“Senin olmadı zaten hiçbir zaman, ister kabullen istersen etme bu gerçeği hiçbir şekilde değiştirmeyecek!” dedikten sonra onun yüzündeki ifade öfkeden başka bir şey değildi.

“Nehir!” Diye bağırarak içeri girdi Araf.

“Araf’cım!”

“Seni öldürmediğime pişman etme beni!”

“Sen beni öldüremezsin,” diye çığlık attı.

Bu durumda olmayı kendine nasıl yedirebiliyordu? Gurur denilen şey kalmamıştı. Bazı yarım kalan şeylerin verdiği acıydı belki de ama ne olursa olsun kendi yolunu bulmalıydı, bağırıp çağırmak sadece kendini düşürmektir.

Ben ise korkuyu iliklerime kadar yaşadım, Araf olmadan nefes dahi almak istemezken; Araf ile tehdit edilmek çok ağırdı.

“Mustafa!”

“Efen...”

“Ulan, seni de yaşatmam bir daha içeri Nehir’i alırsan.”

“Özür dilerim Araf bey!” dedikten sonra Nehir’in kolundan tutup dışarı çıkardı.

Araf, yanıma gelip diz çöktü.

“Sana bir şey yaptı mı?”

“Hayır, iyiyim!”

Kucağına aldı. “Berke’nin yanında olmak istiyorum.”

“Özür dilerim.” Dedi, mahcup bir tınıyla.

Başımı boynuna koydum. Bazı şeyler konuşulmadan da anlatılabilirdi.

.........

Berke’yi ameliyata almışlardı. Herkes kapı önünde bekliyordu. Hep yalnız olduğunu söylerdi şimdi bu durumu görse hıçkırarak ağlardı kesin...

Deniz’e olan aşırı benzerliği dikkatimi çekti. Deniz ve Berke’nin kardeş olduğunu nasıl söyleyecektik? Berke, hiç söylemese de hep merak etmiştir, babasının kim olduğunu ve şimdi bu durumda öğrenecek olması, beni kötü hissettiriyordu.

Saatler geçmek nedir bilmiyordu, gün ışığı çoktan yerini almıştı gökyüzünde. Ellerim, Araf’ın ellerindeydi. Araf’a doğru baktım.

“Neden kimse bir şey demiyor?”

“Üzülme yavrum, iyi haberini alacağız.” Dedikten sonra ameliyat kapısı açıldı.

“Oğlumun durumu nasıl?”

“Karnındaki kurşunu çıkardık fakat çok kan kaybetti, acil kan lazım.” Dedi.

“Kan grubu nedir?” diye sordu Ufuk.

“O Rh+ pozitif kan” dedi Julia.

“Deniz!” diye sayıkladı, Ufuk.

Ama Deniz burada değildi. Ve kan vermeyi kabul eder miydi?

“Deniz’i ara!” dedim.

Araf, telefonunu çıkarıp Deniz’i aradı. Ama cevap vermedi. Kesinlikle deniz kıyısında olup biteni düşünüyordu.

“Şimdi ne yapacağız?”

“Merak etme, kan merkezlerinde bulmaya çalışacağım.” Dedi ve gitti.

Herkes, suspus olmuştu. Julia yanıma geldi.

Ellerini elimin arasına aldım.

“Araf, bulacaktır. Üzülme artık.”

“Ben sizin tanıştığınızı bilmiyordum. Kaya sadece geçmişte bir hataydı ve o hatanın en güzel sebebini verdi bana. Çocukları ve karısının arasına girmem.” Dedi, kendini ifade etmeye başladı.

“Julia, kimseye açıklama yapmak zorunda değilsin. Geçmişte ki şey yüzünden sadece kendini de suçlama, Kaya amcanın da işin içinde olduğunu unutma. Sadece sana sorumluluk yüklenmeyecektir.”

Bana sarıldı, bende sıkıca sarıldım.

Bu bir tesadüf müydü? Dünyanın bir ucunda hiç tanımadığım insanlarla denk gelip, hayatımızı değiştirecek bir gerçekliğe sahip olmaları...

Kafamın içindeki sesler giderek şiddetleniyordu. Ada ve Deniz ne durumda bilmiyordum. Kaya amca çaresizce bekliyordu. Ufuk ve Tekin hiç tanımadığı kişi için kan arayışındaydı. Araf, ben üzülüyorum diye üzülüyor. Hepimizi bir araya getiren şeyin bu olmaması gerekiyordu.

Araf, geri döndü fakat hiçbir şey yapamamış gibiydi.

“Ne oldu?”

“Kapıya bak,” dedi.

Kafamı çevirip baktığımda Deniz’i gördüm.

“Cidden mi?” dedim, mutlulukla.

“Evet, aşağıda kanı verdi.” Dedi.

O an ilk kez ayaklarımda bir kıpırtı hissettim. Ayağıma baktım ve parmak uçlarımı çok azda olsa oynatabildim.

“Araf!” diye çığlık atınca herkes bana baktı.

“Ayağım, ayağımı oynatabiliyorum.”

Ufuk ve Tekin yanıma geldi.

“Ciddi misin?” diye sordu Tekin.

“Bakın,” dedim ve ayağımı zar zor oynatabildim. Herkesin yüzünde mutluluk vardı. İyi şeyler olacaktı.

Ufuk sarıldı.

“Biliyordum üstesinden geleceğini.” Dedi.

Bu güç kaynağı nereden geldi, bilemiyorum ama artık nu durumda olmak istemediğimi biliyordum.

Bir Hafta Sonra:

Berke, kendine gelmişti ve bugün taburcu olacaktı. Berke, gerçeği kaçırıldığı kişi tarafından öğrenmişti ve bu durumu kabullenmek oldukça güçtü. İyi olmadan konusunu açmak istemiyordum. Doğru zamanı bekliyordum.

Ben ise şimdi fizyoterapist gördüğüm yerdeydim. Adım adım Araf’a yaklaşıyordum.

“Hadi güzelim az kaldı.”

“Kollarını aç!”

Kollarını açtı ve son adımda yaklaşarak sarıldım.

Fizyoterapist Seher hanım :

“Çok iyi gidiyorsunuz Nalin hanım!”

“Teşekkür ederim, sizin sayenizde.”

“Sizin azminiz imkansız gibi görünen yürümeyi başardı. Bu yüzden asla pes etme.” Dedikten sonra çıktı.

“Ne yapalım nereye gidelim?” diye sordu.

Uzun zamandır sadece çevremize odaklanmıştık, baş başa kalmayı özledim.

“Baş başa olacağımız bir yere ne dersin?” dedim.

“Tamam yavrum.” Dedi ve belimden kavrayıp kucağına aldı.

“Tekerlekli sandalyeyi kullanabiliriz.” Dedim.

“Ondan sıkıldığını sanıyordum.”

“Evet, sıkıldım ama böyleyken de herkes bize bakıyor gibi.”

“Artık çevreyi düşünmesen mi?”

“Tamam, tamam!” .......

Marinaya gelmiştik. “Burada ne yapacağız?” diye sordum.

“Son zamanlarda çok yıprandın, denizi seviyorsun huzur verecektir sana.”

İnce düşünülmüş her şeyin müptelasıyım. Araf, bazen maçoluğunu gösterse de içindeki merhamet ve şefkati bana karşı asla esirgemiyordu, aşkın en saf hali bu olmalıydı.

Araf, hafif çalan bir müzik açtı ve beni ayağa kaldırdı. Başta zorlansam da ayaklarımı ayaklarının üzerine koydu ve dans etmeye başladık.

“Benimle şimdi burada evlenir misin?” diye sordu...

 

Bölüm : 01.03.2025 01:48 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Nalin Kabul etsin evlenmeyi uzunn yıllar ayrı kaldılar zaten artık mutlu olmayı hak ediyorlar
Hikayeyi Paylaş