“Nereye gidiyorsun ya!?” diye mızmızlandım yine.
“Sessiz olsana kızım, duyacaklar!” Diye tersledi yine.
“Bende gelmek istiyorum!” Diye söylendim.
“Hayır, seni başıma bela edemem!” Dedi, yeşil hareleri öfkeyle bakınca renk değiştiriyordu şimdi de yine öyle oluyordu.
“Gelece’m! Yoksa Melek anneyi çağırırım,” dedim.
Derin bir of çekti. Kabul edecekti yoksa Melek anneyi atlatıp gidemezdi.
Nereye gidiyordu, ne yapıyordu? Çok merak ediyordum. Haftanın belirli günlerinde hep bunu yapar ve sonrasında ise azar işittirdi. Azarlanmasından nefret ederdim...
“Başımın belası!” diye söylendi.
Arka bahçenin duvarının üstünde atladık.
Şimdi ise ilk kez dışarıyı görüyor gibiydim. O kadar yabancıydı ki buralar. Bizim yetimhaneden başka hayatımız olmamıştı. Etrafımı inceleye inceleye yürüyordum. Ayağımda kırmızı bir ayakkabı kim bilir hangi zenginin yaptığı bağıştan payıma düşmüştü, bilemiyorum...
“Anne!” diyen bir ses duydum. Arkama baktım ve kız annesine doğru koşup sarıldılar. Annesi kızın saçlarını okşuyordu, seviyordu. Sevgiye o kadar açtık ki orada... Melek anneden başka annemiz başka babamız yoktu. Hepimize tek başına yetmeye çalışıyordu. Bu uğruna eşinden boşanmıştı ve bir oğlu vardı.
Ben öylece daldım, gözümden yaşlar geldi. Sevmenin tanımını bile bilmiyorduk. Annemiz kim? Babamız kim? Biz kimiz? Hiçbir şey bilmeden yaşıyoruz. Hayat en büyük soygununu bize yapmıştı!..
Bartu, beni kollarının arasına aldı. “Ben annen de olurum, baban da!” Dedi. Küçük adamım işte!
“Benim ailem mi olacaksın?” diye sordum.
“İstemiyor musun?” diye sordu.
Gözleri çok güzeldi, gözlerine baktım ve “Sen benim küçük adamımsın! Sen ol yanımda sende bırakma beni!”
Biliyordum Bartu söz verdi mi tutardı.
O gün ilk kez elimden tutmuştu, mutlulukla Bartu’ya bakmıştım...
Her şeyi anlatıp, mutlu olacaktık. Hayat bize o kadar acımasız davranıyor ki sürekli bir yerden yaralıyordu. Uzun zamandır Alaca’nın benim Alaca’m olduğunu öğrenmiştim. Yaşadığını ve bilmediğim bir komplonun içinde bulmuştum kendimi şimdi ise o ateşe Alaca’yı da atmıştım. Alaca, kollarımın arasında öylece yatıyordu. Benim sol kolumu sıyırıp geçmişti kurşun. Peki bu bana hem hediye hem de acıyı aynı anda yaşatan bu adam kimdi? Neden benimle uğraşıyordu, bilmiyordum. Öğrenmeye çalışıyordum ama en ufak bir ipucu bile bulamamıştım. Şimdi ise can alacağım dedi, benim diğer yarımdı.
Ben kucağıma aldım ve arabanın arka koltuğuna geçtim. “Doğu! Kendine gel vaktimiz yok!” diye bağırdım.
Bağırınca kendine geldi ve hemen arabaya bindi. Hızla sürüyordu. “Ne durumda?” diye sordu.
Nabzını kontrol ettim ve çok zordu attığını hissedebilmek. “Nabzı çok düşük!” dedim.
“Bu a... k.... Kişiler kim lan!” diye bağırdı. “Aylardır hiçbir iz bulamadık, onlar yüzünden girmediğimiz delik kalmadı.” Dedi.
“Bulaca’m, bulaca’z başka yolu yok bunların acısını her saniye onlardan çıkartacağım.” Dedim ve Alaca’ya baktım. “Sana söz meleğim bir daha ne olursa olsun ayrılmayacağız yeter ki gözlerini aç!” dedim.
Alaca ise cansız gibi yatıyordu, yeterince kan kaybetmişti. Elimden hiçbir şey gelmiyordu...
Hastaneye vardığımızda, Doğu hızla koşup yardım çağırmıştı. Alaca’yı benden alıp sedyeye koydular. Ve hızla götürdüler. Ardından bir süre öylece bakakaldım. Bu yaşadığımız hiç adil değildi. Hesabını kimden sorabilirdik?
Doğu yanıma geldi. Kapının önünde öylece bekliyorduk.
“Gel sende koluna baktır,” dedi.
Kolum mu? Gözüm koluma kaydı ve kanlar içindeydi. Ama umurumda değildi. İyi bir haber almak için bekleyecektim.
“Her şeyi ayarladım. İnat etme de odaya gidelim,” dedi.
“Ne inadı lan, az önce neler yaşadık farkında mısın? Alaca’nın iyi olduğunu görmeden hiçbir yere gitmiyorum!” dedim.
Ne doğru düzgün hayatıma alabildim ne de doğru bir yaşantı verebildim. Ben hiçbir şey yapamadım! Gözlerim dolu dolu ameliyathane kapısının açılmasını bekliyordum fakat ondan önce “Alaca!” diye feryat eden annesi ve babası geldi.
“Kızım, nerede?” diye bağırdı babası.
Her iki yakamı da eline aldı “Eğer kızıma bir şey olursa seni yaşatmam” dedi.
“Eğer bir şey olursa zaten yaşayamam,” dedim
Elini gevşetti. Ama öfke ile bakmaya devam ediyordu. Annesi hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Ben ve Doğu birbirimize baktık. Tesellisi olmayan şeylerden biriydi...
Annesi yanıma geldi. “Sana inanmıştık, güvendik biz sana! Kızımızı emanet ettik ama sen ne yaptın? Kızımızı ölüm ile iç içe koydun. Sana anlatma dedik yapma dedik yalvardık... Ama sen yine de inadından vazgeçmedin şimdi mutlu musun?” dedi...
Başımı öne eğmiştim, şimdi ne cevap verecektim, söz vermiştim ama onu bile beceremiyorum. Gözlerimden yaşlar akıyordu, Alaca’nın ölüm haberini yurtta aldığımda ağlamıştım en son şimdi ise aynı haberin ortasındayım...
Babası “Git buradan!” diye üstüme yürüdü. Keşke dövse, sövse ama böyle nefretle bakmasınlar.
Hayal kırıklığına uğrattım insanları, bu dünyada bana güvenen herkesin güvenini kaybediyordum. Doğu, tek yanımdaydı. Şimdi o bile o kadar çaresiz ki... Duvara yaslanmış ağlıyordu. Bize bir hayat borçlusun be! Hayatımızı yaşatmadın bize hayat...
Duvarın dibine çöktüm. Onlar haklıydı beni uyarmalarına rağmen kendi bencilliğim yüzünden Alaca’nın hayatını mahvettim.
Ameliyathane kapısı birden açıldı. Doktor çıktı. Hemen ayağa kalktım. Hepimiz doktorun etrafını sardık. Tek bi’ kelimeye ihtiyacımız var. Ne olur bizi yanıltma...
Babası “Kızımın durumu nasıl?” dedi.
Doktor “Kalbi durdu...” dedi...
Okur Yorumları | Yorum Ekle |