Merhabaaa. Yeni bölüm hemen geldi. Bakalım beğenecek misiniz? Şimdiden keyifli okumalar. 😊😊
****
Bazen sadece değişmek isterdiniz. Hayatın sizden çaldıklarını söke söke geri almak ve bunu size çok görenlerin gözlerine sokmayı isterdiniz.
Bende şuan onu yaptığımı düşünüyordum. Tam gözlerine bakıyordum hayatımı çalanın. Buram buram nefret vardı o gözlerde. Bazen düşüncelerime engel olamayıp acaba neden bana bu hayatı reva gördü diye düşünüyordum. Bir insan kendi kızına neden bunları yaşatır?
Sormak istedim, onun gözlerine baka baka sormak istedim. Ama sonra vaz geçtim, bunu yine yapacaktım. Ancak şimdi değil, onun kafasına silahımın soğuk namlusunu dayadığım an soracaktım bunu. Sebebi her ne olursa olsun, ne söylerse söylesin o cevabı verdikten sonra gözümü bile kırpmadan sıkacaktım kafasına. Çünkü onu bir baba olarak görmüyordum.
Arkamızda bizim dinamit döşeyip patlattığımız babamın tek çıkış yolu, onun hemen önünde biz yani babamın yok olan itibarı vardı. Tam olarak onun kolunu kanadını kırmıştık. Karşımda gördüğüm çaresizlikten ve sinirden kıpkırmızı olan adama (adam demeye bin şahit ister.) bakarken dudaklarım zevkle kıvrılmıştı. Ancak bu fazla uzun sürmemişti. Çünkü arkadan başka bir ses yükselmişti.
“Devran, nasılsın? Gördüğüm kadarıyla oldukça kötüsün. Ne güzel, ne güzel. Eee ne demişler? Herkes yaşattığını yaşamaya mahkûmdur. Nasılmış ihanetin tadı?”
Konuşan kişi Ömer’in amcası Çetin’di. Babam onlara ne yaşatmıştı ki? Evet, bir intikam söz konusuydu ancak ben bu intikamın detaylarını bilmiyordum. Bilmek te istemiyordum açıkçası. Çünkü tek derdim kendi intikamımdı. Ömer’in bana en başında vaat ettiği intikamım. O sözünde durmuştu, intikamım için en büyük adımı atmıştık. Artık babamın yıkılması ufacık bir darbeye bakardı.
“Çetin! Yine yaptın Çetin! Ödetecem, hepinize bunları ödetecem. Zamanında ödettim yine ödetecem!” diye püskürdü kameraya doğru.
Küçümseyici bir gülüş atmıştı Çetin amca. Hemen ardından Korkut Ağa söze girmişti. “Bundan böyle Asu senin kızın değil. Soyadı Seymen olduğu, torunum Ömer’le evli olduğu müddetçe o artık benim kızımdır. Sakın ola ona ilişmeyesin yoksa bu yaşadıklarından daha beterini yaşatırım sana bilesin.”
Korkut Ağa’nın sahiplenici tavrını beklemiyordum, şaşırmıştım ama tebessüm etmekten de geri kalmamıştım. Ona bakarken bir anda arkasından sanki babama değil de bana kinliymiş gibi bakan Çetin amcayı beklemiyordum. Amca diyordum ama asla amca denilemezdi. Neredeyse Ömer’le aynı yaştaydı. En fazla 10 yaş büyüktü. Oldukça genç duruyordu. Benim ona baktığımı fark edince hemen bakışlarını yumuşatıp bir gülümseme sunmuştu bana. Bende sanki az önceki bakışını görmemişim gibi yaparak ona gülümsedim.
Babamın Korkut Ağa’ya cevap vermesine izin vermeden Özgür telefonu kendine çevirip pis pis sırıtıp yüzüne kapatmıştı.
“Teşekkür ederim, Korkut Ağam.” Diyerek onun elini öpmek için ayağa kalkmıştım.
“Asıl biz teşekkür ederiz kızım. İntikamımızı sayende aldık.” İçimden bir ses ben istemesem de beni kaçırıp zorla intikamlarını alacaklardı diyordu ama yine odaklanmamayı tercih ettim. İleri uzanıp elini öptüm.
Tam Çetin amcanın eline uzanıp öpecektim ki Korkut Ağa’nın sesiyle durdum.
“Durasın, bu konakta sadece aşiretin ağasının ve kocanın elini öpeceksin diğerlerine lüzum yoktur.” Geri çekilmiştim oldukça kafam karışmıştı. Ne saçma bir kuraldı bu canım? Neyse buna da takılmayacaktım. Galiba ben bugün hiçbir şeye takılmayacaktım. Çünkü dağılma vakti yaklaştıkça heyecan katsayım artıyordu. Gerçek anlamda evlenmiştik ve her normal çift gibi bizimde ilk gecemiz olacaktı. Resmen soğuk terler döküyordum.
Ömer’in yanına geri dönüp onun elini öptüm. Oda sanki bu hiç hoşuna gitmemiş gibi beni anında geri kaldırıp anlımdan öpmüştü. “Bunu yapmana gerek yoktu. Birilerinin önünde eğilmenden hoşlanmıyorum. Buna bende dâhilim, ailemde.” Diye kulağıma fısıldadığında kalbimin hızını yine kontrol edememiştim. Ne yapıyordu bu adam bana böyle.
Ona en sıcağından bir gülümseme göndermiştim. Ama hala aklım gece yaşayacaklarımızdaydı. Onunda aklına bu gelmiş olacak ki dudaklarını hafifçe ıslatıp kulağıma tekrar eğilmişti. “Sanki benim almam gereken bir intikam daha vardı.”
Sesli bir şekilde yutkunmuştum. Gelinlik seçtiğimiz gün onu tahrik etmemden bahsediyordu. Aslında pekte tahrik edici bir şey yapmamıştım. Sadece ona daha fazlasını görmeye dayanamayacağını söyleyerek dışarı çıkarmıştım.
Aynı fısıltıyla ona cevap verdim, “N ne intikamı? Ben öyle bir şey hatırlamıyorum.” Size bir soru sizce ben bu işten salağa yatarak kurtulabilir miyim? Yoksa kurtulamaz mıyım?
Cevap veriyorum: kurtulamadım.
“O zaman en acilinden odamıza çıkmalıyız. Sana hatırlatmam gereken bir intikam meselesi var.” Diyip göz kırpmıştı.
Eh ne yapalım madem kaçarımız yoktu bizde tadını çıkarırdık. Bu sefer fısıldadım ama benim bile inanamayacağım kadar erotik çıkmıştı sesim. “O zaman bir an önce buradakilerden kurtulman gerek kocacığım. Benim de nasıl intikam aldığını görmem gerek.” Dediğimde bunu yapmamı beklemiyor olacak ki kısık bir küfür savurup hemen arkasına dönmüştü.
“Tamam, herkes artık evine dönebilir. Özgür sen kızları evlerine bırak. Kadir, sen de şu Devran şerefsizi bir şey yapmaya çalışıyor mu diye kontrol et. Tetikte ol. Bir şey sezdiğinde ne olursa olsun bana haber ver. Leyla, senin de yarın ilk iş Ağrı’ya gitmen lazım. O herife zerre güvenmiyorum ama kadına kıza dokunacak kadar şerefsiz değildir. Bize tuzak kuranların kim olduğunu bul ve sağ salim geri dön.” Diye emirler yığdırmaya başlamıştı. Leyla’yı bırakmak istemiyordum ama o bunu istediyse bir bildiği vardır elbet diye düşündüm. Sesi hayli gergin çıkıyordu kocam beyin. Sanırım bunun sebebi birazcık ben olabilirdim. Leyla onaylarcasına kafa salladı.
Ömer tekrar bana döndüğünde ela gözleri git gide koyulaşıyordu. Bu da kalbime hayli zarardı, nabzım başka yerlerimde atıyordu, el insaftı.
“Torunum haklıdır. Tedbiri elden bırakmayın. Neme lazım her an her şey olabilir.” Dedi Korkut Ağa.
“Ömer, sizde bu akşam konakta olmayın. Bizim otele gidesiniz. Orada kalın.” Diyerek güvenliğimizi sağlama alıyor gibiydi. İşime gelirdi gece gece çıkan seslerden kimse uyanmazdı en azından.
“Tamam ağam. Biz gidelim o zaman.” Dedi Ömer.
Arabaya doğru yönelmiştik. Heyecandan ellerim terliyordu şu an. Tam arabaya geçiyorduk ki duyduğumuz sesle durup arkamıza döndük.
“Abi. Sanırım gidemeyeceksiniz. Çünkü Devran şerefsizi harbi atağa kalkmış. Bizim çocuklar aradı, adamlarını topluyormuş bizim mekânları çevirecek galiba. Gidip halletmemiz gerekecek.” Kadir’in sözlerinden sonra üzülmüştüm yalan yok ama henüz tam hazır olmadığım için işime de gelmişti açıkçası.
Bana geçen günün intikamını alacağını söyleyen Ömer’e Kadir şoku. Ömer gerçekten sinirlenmişti. Gözünün birinin hafiften seğirdiğini görmem bunun kanıtıydı. Gülmemek için kendimi zor tutuyordum.
Yanlışlıkla ağzımdan bir hıçkırık kaçtığında. Dudaklarımı birbirine bastırmıştım ama Ömer çoktan fark etmişti. “Gül sen gül. Bu gün olmasa yarın. Elbet düşeceksin elime.” Diye fısıldamıştı yine. Ağzıma hayali bir fermuar çekip bıraktım.
“İyi gidelim haydi. Asu sen evde kal. Melek sana yardımcı olur.”
“Tamam, dikkat edin. Çok sinirli şuan sağı solu belli olmaz. Eğer elinize geçerse öldürmeyin. Kendi ellerimle öldürmek istiyorum onu.” Dediğimde karmaşıktı sanki. Bir şey demeden önce dedesine döndü. Korkut Ağa onaylayan bir baş hareketi yaptı.
“Elimize geçtiği an onu sana getireceğim söz. Ama şimdi değil. Bu gün ölmeyecek.” Son sözlerini söylemekte zorlanmıştı sanki. Ama bu gün hiçbir şeye takılmadığım gibi bunu da takmadım. Kafamı sallayıp onu onayladım.
Hemen arkasını dönüp ilerlemişti. “Kadir! Adamları da al gel. Haddini bildirmemiz gereken bir hadsiz var.” Diyerek arabaya binmişti. Hemen ardından Kadir adamlarıyla birlikte arkasından gitmişti.
Şu an hayretler içerisindeydim aslında. Çünkü Kadir genelde bu işlerle uğraşmaz ve kızlarla barlarda eğlenirdi. Ancak yaklaşık bir haftadır gördüğüm Kadir bundan çok uzaktı. O da arabaya binmeden önce arkamda bir yere bakmıştı. Baktığı yöne döndüğümde Cansu oradaydı. Tekrar Kadir’e şaşkınlıkla baktığımda Cansu’ya göz kırpıp arabaya binmişti. Ağzım bir karış açık kalırken aynı şaşkınlıkla Cansu’ya döndüm ağzında yarım bir gülüş vardı. Ne oluyordu be burada! Ne kaçırdım ben?
Bunu da sonra düşünmeye karar vermiştim çünkü yeni ailemle tanışmam gereken konular vardı. Evet, aslında her birini uzaktan tanıyordum ama hiç yüz yüze tanışmamıştık.
Korkut Ağa ile buraya geldiğimde tanışmıştık. Oldukça babacan davranmıştı. Anlattığım şeylerden sonra bariz bir şekilde halime acımıştı. İstemiyordum artık kimsenin bana acımasını. Kurtulmuştum oradan artık.
Çetin amca ile henüz tanışamamıştık. Geldiğimde burada değildi. Sonradan gelmişti anlaşılan. O Korkut Ağa’nın en küçük çocuğuydu. Gerçek anlamda küçüktü, dediğim gibi Ömer’le aralarında pek bir yaş farkının olduğunu sanmıyordum. Bildiğim kadarıyla pek sesi soluğu çıkan biri değildi. Şirket işlerini idare ederdi.
Ömer’in halası Hatice ile de tanışmamıştık. Doğruyu söylemek gerekirse pekte tanışmak istemiyordum. Çünkü bir garip bakıyordu bana. Ne bakıyon hala, hiç mi sahte olacak bir evliliği gerçek olmuş kadın görmedin. Gerçi, görmemiş olabilirdi. Ama bu bana bu şekilde bakmasını gerektirmezdi. Sanırım bu evde de uğraşmam gereken insanlar olacaktı. Allahtan kendi şirret akrabalarımdan alışıktım. Onunla ilgilide kendi kocasından birkaç yıl önce boşandığını duymuştum. Kadının çenesi yüzündenmiş sanırım. İrem’imle düğünlerde yaptığımız dedikodular olmasa ne yapardım bilmiyorum.
Melek yanıma gelip gülümseyerek koluma girince ben de bu düşüncelerimden sıyrılıp ona gülümsedim. “Gel Asu yenge, içeri geçelim. Hem bizimkilerle tanışırsın.” Hevesle söylediklerine küçük bir tebessüm ve baş hareketiyle karşılık vermiştim. Onu daha önceden tanıyordum. Abim Azad’la aralarında bir şey olduğunu da biliyordum. Ama onların sevdasının bizimkinden daha zor olduğu ortadaydı. Abimle çok samimi değilizdir ama yine de severim onu. Dilan’ın canın yanmasına katlanamayacağım gibi onunda üzülmesini istemem. Umarım bir yolunu bulup mutluluğu yakalayabilirler.
Konağa girdiğimde ilk gözüme çarpan karşımdaki büyük aile tablosuydu. Gözüme çarpmasının nedeni büyüklüğü değildi. Tabloda ki eksik kişilerdi. Ömer’in anne ve babası daha o çocukken ölmüştü. Bu fotoğrafta Ömer 6 ve ya 7 yaşında olmalıydı. Yani ailesinin hayatta olduğu yıllarda çekilmiş bir fotoğraftı ancak burada onlar yoktu. Düşünmeyecektim ama o kadar çok birikmişti ki her şey artık sonraya atmak istemiyordum.
Neden orada değillerdi. Resme daha dikkatli baktığımda kimsenin gülümsemediğini gördüm. Herkes oldukça ciddi görünüyordu. Kadir ve Melek ikizler kundağındaydı ama sanki onlar bile somurtuyor gibiydi. Korkut Ağa daha genç duruyordu, az önceki babacan tavrından zerre yoktu. Tablodaki genç adamda Çetin amca olmalıydı, doğru tahmin edememişim sanırım çünkü burada bir yirmi yaşında falan vardı. Herkes gibi o da somurtuyordu. Ama gözleri ışıl ışıldı, somurtuyordu falan ama sanki bir şeyden dolayı kendiyle gurur duyuyor gibiydi. Tabloda ki genç kız ise Hatice hala olmalıydı. Onda farklı bir şeyler vardı gözleri kızarmıştı, ama asil duruşundan da hiçbir şey kaybetmemişti. Gözlerim bakmaya korktuğum kişiye döndüğünde onu gördüm. Herkes somurtarak bakıyordu ama o garip bir şekilde somurtmamıştı. Başı dikti, gözlerinde ki öfke kıvılcımlarını buradan bile görebiliyordum. Minik elleri yumruk halini almıştı. Öfkeli bakıyordu ama neden? Ne olmuştu yıllar önce? Bu içimden sorduğum sorunun cevabını bana Melek vermişti.
“Annem ve babamın öldüğü günden bir hafta sonra çekilmişti bu fotoğraf. Kadir’le ben daha bebekmişiz en fazla 1 yaşındayız, abim de 7 yaşında. Herkes çok üzgünmüş o yüzden böyle bir fotoğraf çıkmış. Abim de anne ve babamı kaybettiğimiz için böyle sinirlenmiş. Bu fotoğraf çekilmeden önce bana annemi getirin diye öfke kusmuş herkese. Ondan bu siniri.” Buruk bir tebessümle anlatmıştı bana bu fotoğrafın anısını.
O an içimde bir şeyler koptu. Melek ve Kadir anne babasını hiç görememişti. Ona sıkı sıkı sarılmak istedim ama Hatice halanın sesiyle bu girişimim yarım kaldı.
“Hayde gelin hanım, içeri geçin de tanışalım artık.” Diye bizi çağırmıştı. Bu kadınla harbi işim vardı sanırım. Neyse evdeki eziyetlere yeğlerdim.
İçerideki salona adımımı atar atmaz bana bakan yeni ailemle karşılaştım. Hepsi önümde dizilmiş bana bakıyordu. Yalan yok bir ara ayaklarımı kıçıma vura vura kaçasım gelmişti.
“Gel kızım, gel. Oturalım şuraya. Tanışalım, sonrada Melek seni odana çıkarsın. Sende yoruldun dinlen biraz.” Korkut Ağa’nın sözlerinden sonra haladan küçük bir homurtu duyuldu ama kimse buna pek takılmadı.
Koltuklara oturup her biriyle tanışmıştık. Ben kendimden pek bahsetmemiştim çünkü Van’da yaşayan çoğu kişi babamın bana yaptığı eziyetleri bilirdi. Tıpkı onlarında bildiği gibi. Gerçek yüzümü onlarda bilmiyordu. Sadece plana sadık kalıp Ömer’e ayak uyduran masum bir kız olduğumu düşünüyorlardı.
Bu kısa tanışma faslının ardından Melek beni Ömer’le bizim odamıza çıkarmıştı. Bir zamanlar Ömer’in tek yaşadığı bu odaya. Oda oldukça sade görünüyordu gri ve siyah renkler hâkimdi odaya. Tam olarak onu anlatıyordu. Bu odanın aksine bu gün bembeyaz giyinmişti. Aslında ona beyaz çok yakışıyordu neden giymediğini anlamıyordum. Beyaz rengi onda daha çok görmek istiyordum. Bu günden sonra onun hayatına beyaz rengi katmak için uğraşacaktım.
Sessizce yatağın kenarına geldiğimde aklıma Ömer’in işi çıkmasa şu an neler yaşıyor olabileceğimiz gelmişti. Yanaklarımın ısındığını hissediyordum. Daha fazla bunları düşünmek istemediğim için üzerimdeki sade gelinliği çıkarıp yerine pijamalarımı giydim ve yatağa uzandım. Ömer’in iyi olmasını dileyerek burnumu buram buram o kokan yastığına gömüp gözlerimi kapadım.
***
Korkak herif yine kendi gelmemişti. Ömer yine onun tüm adamlarını temizlemişti. Yıllardır aynı şeyi yapıyordu, karşısına çıkacak cesareti hiç olmamıştı. Belki bu sefer kızını geri almak için kendi gelir diye düşünmüştü ama yine kaçak oynamıştı şerefsiz herif.
Şu an bunlarla uğraşmak yerine daha birkaç saat önce evlendiği kadının yanında olabilirdi. Yolu yarıladıklarında Miraç aramış ve Devran’ın gelmeyeceğini söylemişti. Miraç uzun bir süre daha orada kalmalıydı. Planın devamı için bu gerekliydi.
Asu’ya söz vermişti eline geçirse bile onu öldürmeyecekti. Karısı bunu bizzat kendisi yapacaktı. Aslında Asu bunu istemese de yapacaktı. İstemesi Ömer’in içini rahatlatmıştı. Dedesinin kendisinden yapmasını istediği şey aklına geldikçe çıldırmamak için kendini zor tutuyordu. Bunu ona nasıl yapacağını bilmiyordu. Eskiden olsa hiç düşünmeden tamam der yapardı. Ancak şimdi ona gerçekten aşık olmuştu, dedesinin o kadar uyarısına rağmen aşık olmuştu. Kalbine söz geçirememişti işte.
Hatta daha ilk gözlerine baktığı zaman bile kalbinde bir yerlerde ince bir sızı hissetmişti. Acıma duygusu sanmıştı başta. Sonra gerçek Asu’yu, hırçın Asu’yu gördüğünde içinde kabaran bir his vardı. Hayranlık sanmıştı onu da. Ancak eve geri geldiklerinde öyle sahiplenici konuşmuştu ki bu hissettiği ne acıma duygusuydu ne de hayranlık, aşktı bu. Kabul etmesi zor olsa da aşıktı Devran’ın kızına. Devran’ın ona yaptığı tek iyilikti ona Asu’yu getirmek.
O bunları düşünüp konağa dönedursun Devran Ağa da Şahin Ağa konağında deliye dönüyordu. Sevda Hanım ne yapacağını bilemiyordu. Asu yoktu, gitmiş düşman oğluyla evlenmişti. Bunu kimse gibi o da beklemiyordu. Çok korkuyordu, şimdi Devran Ağa sinirini Asu’dan çıkaramayacağı için ondan çıkaracaktı. Kendi yaptığı hatayı yıllarca kendi öz kızına ödetmişti. Pişman mıydı? Hayır, aksine şuan keşke ölseydi de kurtulsaydık diye geçiriyordu içinden.
Yıllar önce bir adamı sevmişti, ama o yıllarda hem evli hem de çocukluydu ama sevmişti işte. Dayanamayıp o adamla birlikte olmuştu. Eğer o doğmasaydı hiç yakalanmayacaktı, sevdiği adamda ölmeyecekti. Elinden geleni yapmıştı hamileyken onu düşürmek için. Ama o kadar inatçıydı ki karnındaki çocuk bir türlü başaramadı.
Kocası yıllar sonra sevdiği adamla karşılaşmıştı. Kahretsin ki kızı sevdiği adamın neredeyse kopyasıydı. Kendisi de onlar yan yanayken tedirgin davranınca Devran Ağa şüphelenip test yaptırmıştı. Gerçekleri öğrenince de ilk sevdiği adamı, Murat’ını öldürmüş sonrada onu dövmeye başlamıştı. İşe yaramayan kızının tek yararı ise o gün o odaya girmesiydi o günden beri Devran Ağa hep ona musallat olmuş kendine ilişmemişti. Ama şimdi Asu gitmişti yine onu dövecekti.
Devran Ağa sinirden öfke saçan gözlerini birden karısına çevirmiş onun üzerine yürüyüp boğazına yapışmıştı. “Senin yüzünden! Eğer o orospu kızını sağa sola salmasaydın şimdi namusumuz kirlenmemişti.” Diye yüzüne püskürmüştü.
Azad daha fazla dayanamamış ileri atılıp babasının elinden annesini kurtarmıştı. Normal zamanda olsa hiç karışmazdı. Karışamazdı çünkü yıllar önce babasından o da nasibini almıştı. Asu’yu da çok kurtarmak istemişti ilk iki denemesinden sonra bunu apaçık bir şekilde yapamayacağını anlamış babası ne zaman sinirlense önüne bir iş çıkarıp hedef şaşırtmıştı.
Kardeşini birçok kez kurtarmıştı bu canavarın elinden aslında ama o bunu bilmeyecekti. Hep arkasını toplamış evden sessizce kaçtığı günlerde de babasının ilgisini yine başka yere çekip onun yokluğunu anlamaması için uğraşmıştı.
Şu an kardeşi adına sevinse mi üzülse mi bilemedi. Bir eziyetten kurtulmuştu evet. Ama ya orada ona iyi davranmazlarsa diye düşünüyordu. Melek onun hep yanında olurdu biliyordu. Sevdiği kadını tanıyordu, onun kalbinden kötülük geçmezdi. Ama diğerlerine hiç güvenemiyordu. Melek ona abisinin Asu’ya gerçekten aşık olduğunu söylemişti ama içinde bir yerde bu işin sonu kötü bitecek diyordu. Umuyordu ki düşündüğü gibi olmazdı.
“Baba, durasın! Şimdi sırası değil! Asu’yu oradan almamız lazım.” Yalandı almak istemiyordu en azından şu an değil. Eğer Asu gelirse babası onu buna pişman ederdi ve bu kez onu Azad bile kurtaramazdı.
“Alacaz! Alacaz, hele bir elime geçireyim ölmekten beter edeceğim onu!” Azad bunun olmasına asla izin vermeyecekti. Kardeşi buraya gelmemeliydi.
“İnanamıyorum! Benden önce evlendiğine inanamıyorum!” diye sessiz bir şekilde sitem etmişti Eylül. Kesinlikle çirkin şansıydı. Yoksa ona göre öyle zavallı biriyle kimse evlenmek istemezdi. Onu istemeye gelenleri ise hiç anlamıyordu. Bu güne kadar kendisini istemeye gelen sadece iki kişi vardı onlarda fakir pisliklerin tekiydi. Kendisi 30 yaşına merdiven dayamasına rağmen doğru dürüst bir kişiyle bile görüşüp anlaşamamışken o Van’ın en büyük aşiretinin varisiyle evlenmişti. Ve adam taş gibiydi!
Nasıl anlamamıştı ki? Eğer bilseydi engel olabilmek için canını bile verebilirdi. Allah aşkına nasıl olmuştu bu?!
Evdeki kaosu Miraç an be an Kadir’e anlatıyordu. Yalan yok bir ara kendini dedikoducu kadınlar gibi hissetmişti. Hatta bir ara utanmasa çekirdek çitleyip çöpünü tüküre tüküre anlatacaktı. Çok sarıyordu, Kadir de ona ayak uydurunca olay farklı bir boyuta geçmiş işten çıkıp zevk meselesi haline gelmişti. Bir süre sonra Devran denilen şerefsiz ona seslenince ne yaptığını yeni fark edip hemen telefonu kapatmıştı.
Devran ondan Seymenlerin takip edilmesini istemişti. Bunu yapacaktı elbet ama Ömer Ağa’sının istediği şekilde.
Ömer ise konağa geri dönmüştü. Tehlike kalmamıştı şimdilik. Acaba Asu’yu alıp otele mi götürseydi. Odasına girdiğinde Asu’yu yatakta kendi yastığına sarılmış uyurken görünce bu düşüncesinden hemen vaz geçmişti.
Şu an o kadar savunmasız görünüyordu ki kıyamazdı. Sessiz olmaya özen göstererek yavaşça yanına uzandı. Yüzünü ona doğru döndü. Yüzüne düşen bir tutam saçı geri iteledi, görüntüsü kesilmemeliydi. Elini geri çekmeden önce hafifçe yanağını okşadı. Bu hareketiyle Asu’nun nefes alış verişi değişti. Uyumuyordu değil mi? Uyumuyordu. Küçük blöfçü diye geçirdi içinden. Oyun istiyorsa oynardı.
***
Gelmişti, yanımdaydı. Uyumuyordum aslında. Uyuyamamıştım daha doğrusu, kokusu mayıştırmıştı evet ama yine de onun iyi olduğunu görmeliydim. Beklemiştim gelmesini. Arabasının sesini duyar duymaz cama yapışıp o olduğunu teyit etmiş hemen ardından derin bir soluk verip yatağa uzanmıştım, eğer Ömer uyumadığımı bilirse bir takım ertelenmiş intikamları alabilirdi. Bunun için rol yapmak makul bir seçenekti. Odaya girince hemen gözlerimi kapatıp aynı pozisyonda yastığa sarılı bir şekilde uyku mooduna geçmiştim.
Yanıma gelip o da uzanmıştı. Yönünü bana çevirdiğini nefesini yüzümde hissetmemden anlamıştım. Burun buruna olmamız yetmiyormuş gibi birde eliyle yüzüme düşen saçımı geri itelemiş üstüne bir de yüzümü okşamıştı. Kalbimin ritmine engel olamıyordum. Nefes alış verişlerim hızlanıyordu. Umarım fark etmezdi derken birden uzanıp yanağımdan öpünce gözlerimi hızla açıp ona hayretle bakmıştım.
“Bu biraz sapıklığa kaçıyor ama. Uyuyan kızı öpmek ne be?”
Memnun bir biçimde gülerek geri çekilmişti. Bilerek yapmıştı, haindi, kandırılmıştım. Ama tam tekrar sinirlenecekken bu kez de dudaklarıma küçük bir öpücük bırakınca dona kalmıştım. Ciddi anlamda ayarlarımla oynanıyordu şuan.
Geri çekildiğinde gözlerimin en derinine bakıp, “Neden? Prenste Uyuyan güzeli öperek uyandırmıyor muydu? Bende kendi güzelimi uyandırıyorum işte.” Sözlerine derin bir tebessümle karşılık vermiştim.
“Uyku tutmadı.” Dedim dürüst bir şekilde.
“Hmm, o zaman bunu değerlendirmeliyiz.” Dediğinde gözlerim kocaman açıldı.
“Ömer, saçmalama ailen uyuyor. Ve bu duvarlar ses geçirmez değil yani uyu.” Diyip arkamı döndüm.
Ayaklandığını hissettiğimde nefesimi tuttum. Tam önümde durup beni kucağına aldığında çığlık atmamak için zor tuttum kendimi. Öyle bir anda bu yapılır mı be zalımın oğlu.
“Sen orasını düşünme. Otele gidiyoruz zaten. Ayrıca sen bana sapık mı demiştin?” diye boğuk sesiyle konuştu. Bu ses karşısında tek yaptığım şey sesli bir yutkunmaydı. Bu halim hoşuna gitmiş olmalı. Size de gün doğdu Ömer Ağa. Buldun ya fırsatını hiç kaçırma. Neyse, neydi bizim kural? Heh zevk almaya bakacaksın.
“Bence de korkmalısın. Çünkü yaklaşık yarım saat sonra sapık neymiş öğreneceksin. Gerçi insanın karısıyla yaptığı şeyler nasıl sapıklık oluyor anlamadım ama hadi neyse.”
“Öğret bakalım Ömer Ağa.” Diyerek yine meydan okudum. Bu da hoşuna gitti. Gitsindi, artık bu benimde hoşuma gidiyordu.
“Şu aniden değişen ruh haline hayranım kadın.” Lan yavaş insafsız vur dedik öldürdün o nasıl kadın diyiş. Duymanız lazım arkadaşlar. Emin olun yerimde siz olsanız çoktan erimiştiniz. Bir dakika ya siz niye yerimde oluyorsunuz bakıyım? Benim kocam. Sizin değil!
Arabaya binip hız sınırlarını hiçe sayarak otele geldik. Odaya yine beni kucağında getirmişti. Şaka gibiydi çünkü buradan gelinlikle girmek gibi hayallerim vardı pijamayla değil! İçeri girip kapıyı ayağıyla kapattı. Beni nazikçe yere indirdiğinde heyecandan yine ellerim terlemeye başlamıştı.
Ben uzaklaşıp yatağa gidecekken beni belimden tutup kendine yaslamıştı. Bende vakit kaybetmeden ellerimi onun boynuna dolamıştım. “Seni seviyorum.” Aklıma Culpa Miya’nın bir kesiti gelince somurtmama engel olamadım. İlişkiden önce söylenen iltifatların hiçbir önemi yoktur. Aksine sonrasında söylenmelidir. Bazen film izlemek hayat kurtarırdı.
Şaşkınlıkla bana bakıp, “Ne? Ne oldu?”
Bir adım geri çekilip, “Yok bir şey.” Dedim ama bunun var bir şey demek olduğunu iki kilometre ötedeki biri bile anlar.
“Hiç sanmıyorum yavrum. Niye soldu o güzel yüzün söyle bakalım?” omzumu küçük bir çocuk gibi indirip kaldırdım ve arkamı döndüm.
Hemen kollarını belime dolamıştı. Boynumun açık olan kısmına masum bir öpücük bırakmıştı. “Sen bana yalan söyledin.” Deyiverdim. Başını hızla geri attı.
“Ne yalan söylemişim?” hayretle bana bakıyordu.
“Sevmiyorsun sen beni. İlişkiden önce söylenen iltifatların hiçbir önemi yok. İstediğini alıp beni kandıracaksın değil mi?”
Şaşkınlığı iki katına çıkmıştı, “Güzelim nereden çıkardın sen şimdi bunu? Hem nereden biliyorsun sen bunu?” diye sormuştu kararan sesiyle.
Korkma canım korkma başkalarıyla deneyimlemedik herhalde. “Filmde gördüm. Orda da öyle diyordu.”
Gülmeye başladı. Evet, ciddi ciddi gülmeye başladı. “Ne gülüyorsun be adam? Komik mi?”
Nihayet sustuğunda, “Umarım bunların kurgu olduğunu biliyorsundur Asu. Hem ben seni sevdiğimi her an söylemek istiyorum olamaz mı?” yanıma doğru geldiğinde bende haklı olduğuna karar vererek yumuşamaya başladım. “Öncesinde, sonrasında, her anında.” Diye gelip yeniden elini belime koydu.
“Göster o zaman. Her anında söyleyerek göster bana.” Madem ortaya bir şey atıyor o halde bana göstermeli.
"DİKKAT! DİKKAT! +18 bölüm rahatsız olanlar ve okumak istemeyenler bittiğini bildiren yazıya geçebilirler. 😊"
“Zevkle.” Diyerek dudaklarını benimkilerin üzerine kapatmıştı. Bende anında karşılık vermiştim. Sanırım bazı şeylerin patlama noktasındaydık.
Öpüşmemiz devam ederken onun elleri pijamamın ucuna gitti. Tek hamlede üzerimdekini çıkarırken bende boş durmadım ve onun gömleğinin düğmelerini açmaya başladım. Her bir düğmede elim tenine değiyordu ve bu da beni ekstra ateşlendirmişti. Gömleğini büyük bir hırsla çıkardım ve elimi onun geniş kaslı omuzlarına koydum. Neredeyse nefessiz kalmıştık, kısa bir an nefeslenmek için dudaklarımız ayrıldığında buna hiç gerek olmadığını düşünüp tekrar birleştirdik.
Bir eli saçlarımdayken diğer eliyle sütyenimin kopçasını açmaya çalışıyordu. Ancak bir türlü çıkaramadığı için boğazından sinirli bir hırıltı çıkarmıştı. Daha fazla dayanamayarak öbür elini de saçımdan çekti ve iki eliyle sütyenimi çıkarmayı başarmıştı.
Öpüşü yavaşlamıştı ve aşağılara doğru kayıyordu. “Seni seviyorum.” Tam boynuma derin bir öpücük. “Seni seviyorum.” Az öncekinin biraz daha altına bir öpücük daha. “Seni seviyorum.” Göğsümün biraz üzerine bir öpücük. “Seni seviyorum.” Tam zevkten sertleşmiş göğüs ucuma derin bir öpücük daha bırakıp hafifçe ısırınca ağzımdan çaresiz bir inleme kaçtı. Sözünü tutuyordu şu an her anında beni sevdiğini söylüyordu ama benim şu an odak noktam bu değildi. Sol göğsünün üzerindeki dövme ilgimi çekmişti elim istemsizce oraya gitti. Ama şu an buna da odaklanamıyordum çünkü halen tomurcuğumu çekiştirmekle meşguldü. Bir eliyle de diğer göğsümü sıkıp bırakıyordu.
Heyecandan hızla inip kalkan göğsüm onun ağzını daha çok yaklaştırıyordu. Nihayet göğsümü rahat bırakmıştı ama tenimi rahat bırakmaya niyeti yok gibiydi. Dudakları daha da aşağılara iniyordu. Merakla ne yapacağını izliyordum. Her bir öpücükte yine aynı sözleri fısıldıyordu. “Seni seviyorum, seni seviyorum, seni seviyorum…”
Öpücükleri kasıklarıma ulaştığında nefesimi tuttum. Beni yatağa ilerletip oturttu. Sırtımı yatağa uzatırken ayaklarım yataktan aşağı sarkıyordu. O da tam önümde diz çökmüştü. Alt pijamamı iç çamaşırımla beraber çıkarınca karşısında tamamen çıplak kalmıştım.
Dudakları tekrar tenimi bulduğunda iyice uyarılmıştım. Islandığımı hissedebiliyordum. Öpücükleri kadınlığımın en can alıcı noktalarına geldiğinde inlemem tüm odayı doldurmuştu. Ellerim çaresizce tutunacak bir şeyler aramıştı. Bir elimle yatağın çarşafını kavrarken diğer elim saçlarına gitmişti.
Bu hareketim onu daha da tahrik etmiş olacak ki boğazından hırıltılı sesler çıkarıp diliyle klitorisimin çevresinde daha sert halkalar çizmeye başlamıştı. Çığlıklarım her yeri sararken dili hafif hafif içime giriyordu. Gözlerim zevkten kapanıyordu. Karnımdaki patlamaya hazır olan şey adeta ben geliyorum dercesine sinyal veriyordu. Dili içimde gelgitleri başladığında yorganı daha sıkı kavradım aynı şekilde onun kafasını da kendime daha çok bastırdım. Dil hareketleri gittikçe sertleşiyordu, “Ömer!” diye bir çığlık atmıştım. Hissediyordum az kalmıştı yalnızca birkaç dil hareketi ile rahatlayacaktım.
Yani ben öyle sanıyordum. Bir anda dili durdu, kafasını kaldırıp alev alev yanan elalarıyla bana baktı. Nasıl kıvrandığımı, ondan daha fazlasını istediğimi seyretti. Geri çekildiğinde şaşırmıştım ama hala fenaydım. Onun gözlerine oldukça tahrik olmuş bir şekilde baktım. Tekrar kafasını eğip beklentiyle şişen klitorisime bir öpücük bırakıp son kez dilini gezdirmişti. Hemen ardından ayağa kalkıp üzerinde kalan son şeyi yani pantolonunu ve baksırını da çıkartmıştı. Anlaşılan zor durumda olan tek kişi ben değildim çünkü onun erkekliği de neredeyse karnına değecek kadar büyümüş ve sertleşmişti.
Bu görüntü karşısında dilimi dudaklarımda gezdirmeden edemedim. Sanırım sıra bendeydi. O üzerime doğru gelirken ben bir anda doğruldum. Hareketimi beklemiyor olacak ki şaşkınca bana bakıp ne yaptığımı izliyordu. Bence ikimizin de hoşuna gidecek bir şeydi. Ellerimi öne doğru uzattım ve erkekliğini kavradım. Hamlemle kaskatı kesilmişti ve ağzında bir küfür firar etmişti. Elimi hareket ettirip onu okşamaya başladığımda dudaklarından erkeksi bir inilti duymuştum. Elimdeki erkekliğini ağzıma doğru götürdüğümde tekrar bir küfür savurmuştu. O da oldukça uyarılmıştı. Bende onu mutlu etmeliydim.
Dilimi çıkarıp onun tuzlu tadını aldım. Ardından dilimi onun erkekliğinde resmen dans ettirdim. Dilimi içeri çekip onu ağzımın içine aldım. Ağzımı ileri geri hareket ettirdikçe hırıltılı inlemeleri duyuluyordu. Elleriyle saçımı kavrayıp kendine daha fazla bastırdı. Erkekliği boğazımın arkasına çarpıyordu, gözlerim hem tatlı bir acı hem de zevkten yaşarıyordu. Bakışlarımı ona çevirdiğimde kafasını geri atmış yine aynı sözcükleri iniltili bir sesle söylüyordu. “Seni seviyorum, seni seviyorum, seni seviyorum…” bu beni daha fazla heyecanlandırıyordu. Boşalmasına az kalmıştı bunu kısılan sesinden ve saçlarımdaki sıkılaşan ellerinden anlıyordum.
“Asuuu! Sen harikasınn!” derken kasılıp titremeye başladı. Bana verdiği her şeyi yuttum. Onu tatmin etmiştim ama ben de şuan çok fenaydım ve deli gibi onu içimde istiyordum. Gözlerimi ondan hiç ayırmadan dudaklarımı büyük bir iştahla yaladım ve ısırdım.
Bu hareketimle beraber bir küfür mırıldanıp üzerime eğildi. Elini belime dolayıp yatakta geriletti. Kendisi de üzerimde ki konumuna yerleşti. Zevkten alev alan elalarıyla bana, beni kasıp kavurmaya yetecek kadar baktı ve hiç tereddüt etmeden dudaklarını benimkilerle birleştirdi. Kendini bana bastırdığında iniltim ağzının içine doldu. Hala sertti, hatta az öncekinden daha sert. Bu zaten istekle zonklayan kadınlığımı daha da müşkül bir duruma sokuyordu.
Daha fazla dayanamayacağını anladığında dudaklarını benden ayırdı. Bu pek hoşuma gitmese de ona uydum. Hızlı aldığım nefesler yüzünden inip kalkan göğsüm onun esmer tenine değdiğinde ihtiyaçla gözlerinin içine bakıp tekrar inledim.
“Ellerini kafanın üzerinde birleştir.” Diye bir emir verdi. Şuan ne istese yaparım. Ki bunu da yaptım ellerimi yukarıda birleştirdiğimde bileğimdeki tokayı evirip iki elimi birbirine bağladı. Aynı zamanda eli ellerimi tutmaya devam etti. Erkekliğini girişe hizaladığında kesik kesik soludum. Sadece ufak bir sürtünme bile bu hale getiriyorken onu içimde hissetmek için çıldırıyordum.
O da bu isteğimi duymuş gibi yavaşça içime girmeye başlamıştı. Bu hamlesiyle sesli bir çığlık attım. Oldukça heybetliydi, bana da insaftı. Zorlandığımı fark edince kendini tutarak alışmam için bekledi. Biraz bekledikten bir kısmını daha içime itti. Her seferinde alışmam için bekliyordu ve her seferinde yine aynı kelimeler dökülüyordu dudaklarından. “Seni seviyorum. Seni seviyorum. Sevi seviyorum…” En son tamamını içime aldığımda inlemem tüm odayı dolduracak kadar güçlüydü. İçimde daha fazla sertleştiğini hissettim. Yavaş hareketlerle git gellere başladığında zevkten bayılmak üzereydim. İçimdeki her hareketinde aynı kelimeleri duymak beni daha da tatmin ediyordu. “Seni seviyorum. Seni seviyorum. Seni seviyorum…” bende demek isterdim ama bunu demeye gerek kalmadan şiddetli bir kasılmayla rahatladım. Bacaklarımın hatta tüm vücudumun onun altında kuş gibi titrediğini hissediyordum. Ve o da kasılıp içimi sıcak sıvısıyla doldurduğunda tatmin olmuş gözlerle ona baktım o da aynı şekilde bana baktı. Ve dudaklarından o sözcük tekrar döküldü.
“Seni Seviyorum.” Sanki dünya üzerindeki en güzel şeymişim gibi bakıyordu bana.
Bu kez onu cevapsız bırakmadım. “Bende, bende seni çok seviyorum.” Diyerek uzanıp dudaklarına minik bir öpücük bıraktım.
Hala içimdeyken beni kaldırıp kucağına aldığında ona sıkıca sarıldım. Birlikte banyoya doğru ilerledik. Duş almıştık almasına ama orada da uslu duramayıp duş süresini biraz uzattık. Ancak duş işini ne kadar gereksiz olduğuna karar verip gece boyu ruhlarımız birbirine karışıp bir olana kadar devam ettik bu büyülü ana.
Ve sahte bir oyunla başlayan evliliğimiz gerçek olmuştu. Artık gerçekten ben ona, o bana aitti.
"+18 Bölüm sona ermiştir. Gönül rahatlığıyla devam edebilirsiniz. 😊😊"
***
Sabah uyandığımda yanımda onun olduğunu düşünerek kolumu yanıma attığımda onu bulamayınca kaşlarım çatıldı. Gözlerimi açıp etrafa baktığımda ortalarda görünmüyordu. İşinin çıktığını düşünerek kendime bir şeyler hazırlamak için otel odasındaki mini mutfağa yöneldim. Hala somurttuğumu inkâr edemem ama. Sabah sabah niye gitti ki. Bu adam daha yeni evlendi canım. Hemen işe mi koşturdu? Aşk olsundu. Adımlarım mutfağa yaklaştıkça burnuma güzel kokular dolmaya başladı.
Hadi canım! Bu şuan yaşanıyor olamaz değil mi? Acaba gözlerim mi bozuk diyerek gözlerimi tekrar ovuşturup baktığımda görsel değişmeyince ufak çaplı bir şok geçirmeden edemedim.
Ya Rab eğer şu gördüklerim halüsinasyonsa tam şuan dursun yoksa inanırım. Tam karşımda bir omuzunda havlu, önünde önlük, ellerinde tava ile omlet yapan bu şahsı felaket benim kocam mı yani? Koskoca aşiret ağası mutfakta kahvaltı mı hazırlıyor?
Sanki sabah işinin çıkması daha olası gibi geliyordu. Çünkü ben vurulduğumda yaptığını söylediği çorbaya inanmamıştım. Ne biliyim dışardan söylediğini falan sanmıştım. Evet, İrem’in çorba yapması ihtimali olmadığı için onu es geçiyorum.
Hala gördüklerime inanamayarak ona yaklaştım. Acaba gerçek mi? Diye içimden geçirerek onu dürttüğümdeyse, “Asu uyandığını bir öpücükle ve ya en azından günaydın demenle belli edebilirdin yavrum. Dürtmeni beklemiyordum.” Diyerek arkasını dönüp bana sarılmasını da beklemiyordum. Şoklar içerisindeydim.
“Sen yemek yapabiliyorum derken ciddi miydin?” dedim içimdeki şaşkınlığı dışıma vurarak.
“Evet, gayet ciddiydim gördüğün üzere? Karıma kahvaltı bile hazırlayamayacaksam ne diye kocayım ben? Sen ne sandın? Aşireti ben yönetiyor olabilirim ama beni de bundan sonra sen yöneteceksin.” Bu adam gerçek miydi? Yoğun bir aşkla ona baktım. İçimden geçen duyguları ondan sakınmadan kendi gözlerimden onun gözlerine aktardım.
“Seni seviyorum.” Diyerek uzanıp yanağına bir öpücük kondurdum.
Muzipçe bana bakıp, “O söz bana aitti sanki. Şimdi tekrar başlayacaksak söyle de omletin altını kapatayım.” Dediğinde utançtan yanaklarımın kızardığına yemin edebilirim.
“Ya Ömer! Yapma şunu!” diye ona çıkışıp yüzümü onun göğsüyle gizledim. Yani ondan saklanmak için yine ona sığındım. Bir şeyi daha fark ettim o an. Bu adam benim evim olmuştu. Eskiden odamdan çıkmak istemezdim şimdide ondan gitmek istemiyordum.
Bu düşüncenin ağırlığı çökmüştü bir anda omuzlarıma. Ya ayrılırsak. Ya ayrılmak zorunda kalırsak. Ya ben ondan gidersem ya o benden giderse. Bu düşünceler kara bir bulut gibi zihnime çökmüştü. Daha fazla dayanamayıp Ömer’e döndüm, hala beni sarıp sarmalıyordu. Gözleri ışıldıyordu resmen.
“Beni hiç bırakma olur mu? Benimde senden gitmeme izin verme.” Dediğim an yüzü düşmüştü. Sertçe yutkundu, sanki o da korkmuştu. Bu düşünceden olsa gerek daha sıkı sarmıştı bedenimi. Sanki bıraksa kollarının arasından uçup gidecekmişim gibi Ama bilmediği bir şey vardı, Anka kuşları uçarak değil yanarak giderdi. Benim ondan gitmem için yanmam lazımdı. Ama beni yakabilecek kimse yoktu. Ben kendimi koruyamasam o korurdu beni biliyordum.
“Ruhum ruhundan ayrılmayacak Asu. Bedenlerimiz ayrı düşse bile ruhum her zaman ruhunun yanında olacak.” bu yeterli bir cevap değildi benim için ama yine de sesimi çıkarmadım. Ona olan güvenim ilkti. Başkasına sunmadığım bir şeydi. Sadece İrem vardı ondan ayrı ama o benim kardeşimdi. Ömer farklı, ona olan bu hissim farklı.2
“Eee benim marifetli kocam bana neler hazırlamış bakalım?” diyerek bu hüzünlü ortamı dağıtmak istedim.
O da hevesle bana ayak uydurdu. “Hmm bakalım neler varmış.” Dedi ve ilk önce küçük tavayı açtı, “Karım nasıl sever bilemediğim için hem soğanlı” eli diğer küçük tavaya gitti “hem soğansız menemen var.” Onları alıp tezgâhın üzerine koyduktan sonra dumanı üstünde tüten omletleri göstererek, “Yine karım nasıl sever bilemediğim için hem peynirli hem de otlu omletlerimiz var.” Son olarak eli diğerlerine nazaran daha çukur olan tavaya gitti. “Ve son olarak ta, yine karım nasıl sever bilemediğim için acılı ve acısız domates sos.” Son demişti ama tezgâhın üzerinde reçelli ekmeklerden tutunda her çeşit zeytine, hepsi farklı derecelerde pişmiş yumurtalara kadar her şey vardı. Benim kocam harbi bu konuda bir numara olabilirdi.
“Ömer, bu kadar kahvaltıyı sadece ikimiz mi yiyeceğiz? Hem ben alışık değilim ki. Sabahları sadece bir reçelli ekmek ve çayla bile doyan bir insanım ben. Ayrıca bu kadar çeşit yapmana gerek yoktu. Niye yordun kendini?” dediğimde bana olan bakışlarında bariz bir kınama vardı.
“O halde bunlara alışsan iyi edersin güzelim çünkü bundan sonra hep böyle.” Diyerek bana annemin bile göstermediği bir ilgiyi sunduğunun farkında bile değildi. Annem ben az yediğimde bana kızıp hiç neden az yediğimi sormazdı. Aksine bir gram fazla yediğimi görse bana atabileceği en ters bakışını atardı sebebi de babam anlarsa kızar diyeymiş. O evde evlatlık gibiydim.
“Ayrıca yorulmadım. Gayet dinç uyandım.” Dediğindeyse ona hiç inanmadım. Çünkü gözlerindeki hafif kızarıklıklar onun uyuyamadığının kanıtıydı. Ve uykusuz olan hiç kimse dinç olamazdı.
“Uyumadın Ömer. Gözlerinden belli, ne olduğunu anlatmak ister misin?”
Bıkkın bir nefes verip, “Kadir aradı, baban biraz uğraştıracak bizi. Gece onunla ilgilendim. Oldu mu geçti mi merakın?” dedi benimde dâhil olduğum bir konuyu benimle paylaşmasında ne vardı ki?
“Ömer farkında mısın bilmiyorum ama biz hala aynı amaç için uğraşıyoruz. Babama bir şey yapamıyor olabilirim hala ama bu onun ayağını kaydıramayacağım anlamına gelmiyor. Bu konuyla alakalı her detayı benimle de paylaşmak zorundasın. Anlaşma anlaşmadır.” Diyip yanağından bir makas alarak mutfağın ortasında kurulan enfes sofraya geçtim.
“Bilmez miyim? Sen bu oyundaki ana karaktersin. Her şeyi bilmek hakkın ama senin üzülmeni istemiyorum.” Diyerek oda karşımdaki yerini almıştı. Bir an ama çok kısa bir an onun bu hareketini yanlış anlayıp yanımda ve ya arkamda değil karşımda olduğunu düşündüm. Ama hemen saçmaladığımı anlayıp bu düşünceden sıyrıldım.
“O halde yapman gereken tek şey ana karakterin sahip olduğu güce inanmak. Unutma başroller ölmez eğer ölürse film sona erer.” Dediğim an kaskatı kesilmiş gibiydi. Ağzına atmak üzere olduğu menemen öylece havada kalmıştı. Neye takıldı ki bu şimdi.
“Ne oldu? Menemenle aran mı bozuk?”
Dediğimde aydınlandı ve menemeni hızla ağzına attı. “Yo, bir problemim yok. Dediğim gibi senin zarar görme ihtimalin beni korkutuyor. Ama haklısın sanırım sen çok güçlüsün. Senden beklenmeyecek kadar güçlüsün. O yüzden bundan sonraki gelişmeleri Kadir sana da iletecek.” Dediğinde bende rahatlamıştım. Yalan yok bir an beni kendi savaşımın dışında tutmaya çalışacak sanmıştım.
“Evde durumlar nasılmış? Çok kaosa sebep olmuş muyum bari?” diyip reçelli ekmeğimden bir ısırık aldım.
İleri uzanıp dudağımın kenarına bulaşan reçeli aldı. Reçelli parmağını ağzına götürdükten sonra, “Baya bir olay çıkmış. Baban çıldırıp annenin boğazına yapışmış. Abin ayırmasa öldürecekmiş.” Dediğinde buz kesmiştim. Hayır, anneme üzülmemiştim. Abim bunca zaman bana yapılanlara sadece başlarda karşı çıkmış babamda ona bunun bedelini ödetince hiç karışmamıştı. Ama şimdi annem için babama olan korkusunu yenmişti öyle mi? Kalbimde bir yerlerin kırıldığını hissetmiştim.
Ömer bunu fark etmiş olacak ki açıklama gereği duydu. “Abine kızma, bunca yıl gizlice sana yapılanı önlemeye çalışmış. Baban sinirlendiği an başına bir iş açıp onu senin yanından uzaklaştırmış ancak bazı anlarda yetişememiş.” Dediğinde kırılan kalbim anında onarılmıştı ama yerini büyük bir mahcubiyet almıştı. Abim beni mi korumuştu? Benden sevgisini bile esirgediğini düşündüğüm abim benim için babamın yoluna taş mı koymuştu yani? Neden gizlemişti ki bunu? Onunla en kısa zamanda konuşmam gerekecek sanırım.
“Sen bunları nereden biliyorsun peki? Melek mi söyledi?” dediğimde başını iki yana sallayıp çayından bir yudum aldı.
“Hayır, Miraç anlattı. Daha doğrusu bende Melek’ten duymayı bekliyordum ama onun yerine abinle kardeşimin konuşmalarını duyan Miraç’tan öğrendim.” Dediğinde canı sıkılmıştı.
“Sen de Melek’e kızma. Abim benim bilmemi istemiyordu sanırım. Ondan Melek’te şuan yaptığın gibi bana söyleyeceğinden korkmuş olmalı ki anlatmamış.” Dediğimde yüzü biraz olsun yumuşamıştı.
“Acaba diyorum kahvaltıdan sonra beraber yakın dövüş mü çalışsak?” diye sordum. Bayağıdır çalışamıyordum, paslanmak en son istediğim şey bile değildir. Her şeye hazırlıklı olmalıyım.
Siniri bozulmuş gibi gülüp, “Şu hale bak. Normal insanlar evlendikleri ilk gün balayına gitmek ister benim karım spor salonunda beni tokatlamak istiyor.” Diye minik bir sitem etmişti. Ayrıca tokatlamak mı? O ne be öyle? Çirkef kadınlar gibi.
“Tokatlamak mı?” yumruğumu yukarı kaldırıp üstüne öpücük kondurdum, “Bunların işlevinin tokat atmak olduğunu sanmıyorum.”
Bu kez imalı bir şekilde gülümsemiş ve “Tamam, o zaman gidelim bakalım. O minik şeyler tokatlıyor mu yoksa dokunuyor mu?” A ah açık açık meydan okudu bana. Kendi kaşındı ey ahali şahitsiniz.
“Göreceğiz bakalım.” Diye bende onun meydan okumasını kabul etmiştim. “Ama benim salonuma gideceğiz.” Diye şart sunmuştum. Orada onu minik sürprizler bekliyor olacaktı.
“Tamam, kabul. Bir dakika ya, senin salonun mu var?” gülüşüme engel olamamıştım. Daha nelerim var bir bilsen.
“Var bizimde bir birikimimiz.” Diyerek gülüp göz kırptım. Etkilendi sanki. Hoşuma giderdi, benden başkasından etkilenmediği sürece sorun yoktu. Ayrıca kimin haddine be benim kocamı etkilemek!
Aslında kıskanç biri değilim. Sadece bir keresinde lisede sevgilim Oktay’ı bir kız uzun süre süzünce dayanamayıp kafasının üstündeki böceği birazcık ama birazcık saçlarını yolarak almış olabilirim. Hem kızın saçı da boşa gitmemişti, resim dersinde çizdiğim kızın kafasına yapıştırmıştım, sonra sarı saç rengini hiç beğenmeyip kırmızıya boyamıştım. Bence bu beni kıskanç biri yapmaz yalnızca o böceği almak istemiştim. Hem o Oktay olacak şerefsiz de sonrasında beni aldatmıştı. Kızı yolduğu… yani kafasındaki böceği aldığımla kalmıştım.
Kahvaltımızı yapıp benim salonuma gitmiştik. Küçük salonun anahtarı Cansu’da olduğu için biz büyük olana gelmiştik. Salonun önünde durduğumuzda Ömer şok olmuş bir şekilde bana bakıyordu. Neredeyse akşam oluyordu ama. Çünkü kahvaltıdan sonra uslu duramamıştık.
“Birikim mi!? Servet desene sen şuna.” Demişti. Yani biraz fazla büyük olabilirdi. Ama dışı büyük gözüküyordu canım abartmasındı.
“Abartma kocacığım istersen.” Dediğimde başı salona dönüktü ama ben cümlemi bitirir bitirmez bana ışıldayan gözlerle döndü.
“Bir daha desene şunu.” Neyini anlamadın be adam.
“Abartma.” Demiştim sıradan bir şekilde.
“Onu değil sonrakini” dediğinde neyden bahsettiğini anlamıştım.
“Kocacığım.” Dedim her harfini uzatarak. Hayran hayran baktı yüzüme.
“Karım, hadi aç bakalım salonunun kapısını da görelim şu minik tokatlarını.” Harbi kaşınıyordu.
“Açalım bakalım.” Diyip ileri uzandım anahtarı kilide soktuğumda açılmamıştı. Daha dikkatli baktığımda bu anahtarın küçük salonun anahtarı olduğunu anladım. Küçük bir küfür mırıldanıp ona döndüm.
“Açamıyorum, Cansu’ya yanlış anahtarı vermişim.” Demiştim sıkıntıyla. Nasıl karıştırdım ki?
“Cansu’ya mı?” diyerek gülmeye başlamıştı. Ne? Komik olan neydi şimdi?
“Niye gülüyorsun anahtar yok diyorum.” Dediğimde gülmesini durdurup bana kapıyı gösterdi.
“Yahu adam anahtar yok diyorum nasıl açayım!?” diye sitem etmiştim.
İleri uzanıp kapının kolunu aşağı bastırdığında kapı açılmıştı. Nasıl ya kilitlediğime eminim.
“Cansu’ya buranın anahtarını verdiğine göre onlar şuan buradadır değil mi? Kadir bana bilgi verdikten sonra sarı renkli küçük bir işinin olduğunu söylemişti.” Dediğinde bende aydınlanmıştım.
“O zaman hadi benim kardeşimin senin kardeşini nasıl kevgire çevirdiğini izleyelim.” Dediğimde gülüp beni onaylamıştı.
“Yalnız benim kardeşimde boş değil haberin olsun.” Dedi. Küçümser bir bakış atıp içeri girdim.
Evet, o ikisi buradaydı ama bizim beklediğimiz bir pozisyonda değillerdi. Şuan Cansu boylu boyunca yerde uzanıyordu ve Kadir’de onun ellerini üstte birleştirmiş bir şekilde onun üzerindeydi. Kahretsin bu bana bir yerden tanıdık geliyordu.
“Ne diyordun? Kevgirdi değil mi?” diye benim kardeşimi küçümsemişti Ömer. Yani şu durumda bile benimle bir şeyler yarıştırdığına inanamıyorum ama bende geri duracak değildim çünkü Cansu, Ömer bunları söylediği sırada Kadir’in bacak arasına diziyle sağlam bir tekme geçirmişti. Kadir acıyla yana devrildiği sırada benim kızım ayağa kalkmıştı bile.
“Evet, kevgir.” Sırıtarak onunla dalga geçmiştim. Cansu’m benim be. Şuan gururlu bir ebeveyn gibi hissediyorum.
“Lan! Kalksana yerden, kız kazanacak!” diye Kadir’e bizimde burada olduğumuzu göstermişti. Onun sesiyle Cansu ve Kadir bize dönmüştü. Kısa bir şok geçiriyor olmalılardı.
Ben Cansu’ya gurur duyduğumu belli eden bir öpücük göndermiştim. Gülümseyip her zaman yaptığı gibi havada kapmıştı öpücüğümü. Aynından o da bana yollamıştı. Tabi ki bende havada kaptım.
“Abi, siz balayında değil miydiniz ya?” hala acılar içinde kıvranan Kadir şoku henüz atlatamamıştı.
“Lan bırak bizi kalk ayağa iddiayı kaybedemem.” Dediğinde gülmemek için kendimi zor tutuyordum.
“Yanlış taraftasın o zaman enişte. Kardeşin diye inisiyatif kullanacağımı sanıyorsan çok beklersin.” Dedi benim ki.
“Boşluğuma geldi sarı şeytan. Hem daha bitmedi.” Diyerek ayağa kalkmıştı Kadir. Cansu sen bilirsin der gibi bir kafa hareketi yapıp ona başlaması için fırsat vermişti. Düşünceli kızım ya.
Kadir ona doğru bir adım atıp sağ yumruğunu suratına geçirecekken Cansu onun yumruğunu tutup büktü. Elini hala tutarken boşta kalan eliyle onun karın boşluğuna sert bir yumruk geçirdi. Bunu birkaç kez devam ettirdi. Kadir bir küfür savurup Cansu’nun tuttuğu elini çevik bir hareketle ondan kurtarıp karnına yumuşak bir yumruk atmıştı. Cansu dayanamayıp gülmeye başladığında Ömer de bir küfür savurmuştu.
“Hadi ama! Kes şunu! Sabahtan beri seni ne hale getirdim ama sen bir tane bile sağlam yumruk atmadın. Ne o küçük ağa aşık mı oldun?” işte benim kızım. Öldürücü darbe vurdu farkında değil. Çünkü bu tespit doğru gibi görünüyordu. Kadir kıpkırmızı olmuştu. Durum 1-0.
“Ne aşkı kızım haşa bir şeytana aşık olup Allah’a şirk koşmam ben. Ne o yoksa sana aşık olmamı mı isterdin?” diyip okun yönünü Cansu’ya çevirmişti. Tamam, biraz akıllı olabilirdi. Ve galiba o da haklıydı çünkü Cansu hazırlıksız yakalanmış gibiydi. Yorgunluktan kızaran beyaz cildi bir ton daha atmıştı sanki. Şimdi skor 1-1.
“Hiç sanmıyorum senin etrafında köpek yavrusu gibi gezen kızların aksine benim kendime olan saygım buna izin vermiyor.” Vurdu ve gol! Gol! Gol! Cansu Güneş’ten harika bir gol geldi sayın seyirciler durum 2-1 .
“Ha izin verse isteyeceksin yani.” Offside. Gol iptal sayın seyirciler. Durum hala 1-1 hatta Kadir Seymen’in yaptığı kontratakla top kaleciyi geçip ağlarla buluştu skor 1-2.
“Dur sana şöyle cevap vereyim ben.” Diyerek ani bir atakla Kadir’in burnuna sağlam bir yumruk geçirmişti. Kadir aldığı darbeyle yere savrulmuştu.
“İzin vermeyeceği için bunu kendine sorun etmene gerek yok küçük ağa.” Daha önce bir dakika içerisinde iki golü sadece Galatasaray-Real Madrid maçında görmüştük sayın seyirciler. Drogba ve Sneijder üzgün rekorları elden gitti. Skor Cansu Güneş’in üst üste attığı iki golle 3-2 olmuştu. Ve son düdük geldi arkadaşlar. Kazanan benim güzelim Cansu Güneş.
Yan taraftan alkış tutuyordum. Ama bir gözümde yerdeki Kadir’deydi. Hiç yenilmişe benzemiyordu. Aksine daha önemli bir şey kazanmış gibi mutluydu. Yani benim yanımdaki sinir küpünün tam aksiydi.
“Ne diyordun Ömer Ağa? Boş değildi değil mi?” diyip kıkırdamıştım. İlk önce bana küçük bir çocuk gibi somurtmuştu ama ardından benim mutluluğumu görüp o da gülmeye başlamıştı.
“Bir tek sana kaybederim Devran’ın kızı. Bir tek sana.” Diyip kollarını omzuma atıp beni kendine çekmiş ve sarılmıştı. Bende halimden memnun bir şekilde ona sarılıp daha da sokuldum.
“Ama sen hiç kusuruma bakma Ömer Ağa çünkü kocamda olsan eğer karşımdaysan sana bile acımam.” Şakayla bunları söylemiştim ama aslında gerçek buydu. Eğer karşıma geçerse onu da ezer geçerdim ama geçmeyeceğine olan inancım büyüktü. Beni bırakmayacağına tüm kalbimle inanıyordum.
Cansu bana öpücük atıp gergin bir şekilde salondan çıkarken Kadir’in keyfi yerindeydi.
Ömer onun bu haline dayanamayıp, “Lan utanmasan kaybettiğin için göbek atacaksın! Kalksana oğlum yerden!” Kadir hiç oralı gibi değildi.
“İstemiyorum demedi.” Diyerek sırıtıp ayağa kalktı. Islık çala çala o da Cansu’nun peşinden dışarıya çıktı. Ömer’in dediği gibi göbek atmamıştı ama sekmeye başlayınca ben katıla katıla gülmeye başladım Ömer’se sağlam bir küfür savurmuştu. Kadir, Cansu’ya gerçekten aşık olmuştu.
“Arkadaşın kardeşime daha fazla zarar vermez umarım. Müdahale etmek istemiyorum.” Dediğinde sorgularcasına ona döndüm.
“Asıl kardeşin arkadaşımı üzerse kendine bir mezar taşı beğensin.” Dediğimde ikimizde gülmeye başlamıştık. Sanırım onlar kendi aralarında da halledebilirdi.
“E şu tokatları görebilir miyim artık karıcığım?” dediği an telefonumuz aynı anda çalmıştı. Telefonu açtığımda duyduklarımla dumura uğramıştım.
“Sanırım ertelememiz gerekecek.” Demiştim. Oda kafasını sallayarak beni onaylamıştı. Karakola gidip almamız gereken şahıslar vardı. İstanbul karakoluna!
***
Şuan karakoldaydık. Daha da sinir bozucu kısmı İstanbul karakolundaydık! İki adet manyağımız demir parmaklıkların ardından bize bakıyordu. Bizde onlara bakıyorduk tabi. Bu ikisi yüzünden özel uçakla İstanbul’a geldiğimize inanamıyordum. Yeni evliydik biz be! Sessiz bir biçimde bir birimize bakmaya devam ediyorduk. Bu sessizliği bölen kişi manyaklarımızdan cinsi erkek olanıydı.
“Abi çıkartmayacak mısınız bizi buradan? Ha şu mafyacık kalabilir ama benim çıkıp halletmem gereken işler var.”
İnanılır gibi değillerdi. İrem’e aldığım derbi biletinin böyle bir şeye sebep olacağını düşünmemiştim. Maça Özgür’de gitmişti, kasıtlı olduğuna emindim. Şaşırtıcı olansa ikisinin de maç esnasında değil çıkışında olay çıkarmasıydı. O vakte kadar nasıl dayandılar inanılmazdı doğrusu. Ve daha da enteresanı birbirlerine zarar vermemişlerdi.
Yaklaşık 15 kişiyi pert etmişlerdi! Bunlardan 6’sı kız 9’u erkekti. Şu lanet olası maçta neler olmuş olabilirdi ki? Adamlar birlik olup bizimkilerden şikâyetçi olmuştu. İfadelerinde de durduk yere bizimkilerin onlara saldırdığını söylemişlerdi.
“Lan benim yok mu!? Senden daha önemli bir insanım ben Demir! Ayrıca sen o adama uçan tekme atmasaydın şu an burada olmayacaktık!” diyen İrem’le artık şaşırmaya alışkın bir şekilde Özgür’e döndük.
“Diyene bak! Sen, kız sırf bana selam verdi diye kolunu kırdın! Kız sadece el sallamıştı!” dediğinde daha fazla şaşıramam diyordum ama yine bizi daha fazla şaşırtmayı başarmışlardı. Az önce Özgür’e baktığımız gibi İrem’e döndük.
“Kolunda sinek vardı biraz hızlı vurmuş olabilirim. Ayrıca sen bir adam bana tamamen centilmen bir şekilde yardım etmek istedi diye iki elinin parmaklarını kırdın! Adam sadece yardım etmek istemişti!” diyince önce kuzenimin bana ne kadar benzediğini hemen ardından da bu ikilinin bizi daha ne kadar şaşırtabileceğini düşünüyordum.
“Lan adam bildiğin sana dokunmak için fırsat arıyordu! Nerde görsem tanırım ben bu piçleri! Hem sen de…”
Bu kısımda Özgür’ün sözünü kocam bey kesmişti. “Yeter! Kesin şunu artık! Koca koca insanlarsınız, iki kişi 15 kişiyi nasıl pert ettiniz lan! Adamlara şikayetini geri çekmeye zor ikna ettim!”
“Ama birisi Galatasaray’ıma laf attı! Ne olmuş ağzına fişek soktuysam? Hem patlatmadığıma dua etsin!” evet, bunu gerçekten yapmıştı.
“Bak bu konuda haklıydın mafyacık. Cimbom’a laf atmak kimin haddine lan!” İrem eyvallah der gibi kafa sallayınca iyiden iyiye bizimle kafa mı buluyorlar diye düşündüm.
“Siz bizimle dalga mı geçiyorsunuz!? Ya biz daha dün evlendik be dün! Peki şuan ne yapıyoruz? İki adet psikopatı İstanbul’da nezaretten kurtarmaya çalışıyoruz.” Bu noktada Ömer’e döndüm. “Acaba bunları biraz daha burada mı tutsak? En azından biraz akıllanırlar.” Dediğimde ikisi de somurtmuştu.
Ömer dediğimi ciddi ciddi düşündüğünde Özgür bir küfür mırıldandı. “Bunu gerçekten yapacaksanız beni şu mafyacıktan ayrı bir yere koysunlar. Susmuyor abi bu!” şuan gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Normal şartlarda bir kadın ve erkek ayrı yerlere konulurdu ama bu ikisi nasıl başarmışsa polisleri de delirterek aynı yere düşmüşlerdi.
İrem’den bir hayret nidası döküldü. “Ben mi çok konuşmuşum!? Kaç saattir, o herif sana ne söyledi de bu kadar güldün diyen sen değil miydin!?” diyince bunların şu belirsiz ilişkileri beni çıldırtmak üzereydi. birbilerini deli gibi kıskanıyorlardı ama iş itirafa gelince ikisinin de dilleri kilit oluyordu.
“Sende cevap ver o zaman! Ne dedi lan o adam sana!?” diyince Ömer sinirden olsa gerek gülmeye başlamıştı.
“Bak yine! Sana ne be adam! Sana ne!?” diye gürlemişti İrem. Bunların kavgası harbi sarıyordu aslında. Bir nevi stendup gösterisi gibiydi.
“Hem ben senin yanındaki götü başı ayrı oynayan sarı çi… sarışın kızı soruyor muyum!?” dediğinde gülmeye başlamıştım. Bayağı bayağı kıskanıyorlardı birbirlerini. İrem’i biraz tanıyorsam bu işi bu kadar uzatmazdı. Karşısındaki itiraf etmese kendisi söylerdi sevdiğini ama Özgür her ne yaptıysa ya da ne yalanı söylediyse İrem gardını almıştı. Özgür korkmalıydı.
“Ben söylersem sende söyleyecek misin?” diye beklentiyle sormuştu Özgür.
“Yo niye söyleyecekmişim? Ben sormuyorum ki, bana ne senin yanındaki sarı çi… sarışın kızdan?” diyen İrem aslında çok merak ettiğini fazla belli ediyordu. Ama kocam bu olaylara daha fazla katlanamamış olacak ki müdahale etti.
“Tamam, susun yeter. Vallahi yeter, kulağımı bellediniz lan!” bakın bu konuda kesinlikle haklı. Bu ikisi daha az bir araya gelmeli. Herkesin kulak ve beyin sisteminin güvenliği için bu şart.
Onlar tekrar somurturken memurlar gelip ikisini oradan çıkartmıştı. Birkaç işlemden sonra nihayet karakoldan çıkmıştık. Çıkarken manyak ikilimiz dövdükleri… pardon pert ettikleri elemanlara öldürücü bakışlar atıyordu.
“Kuzen zaten pestilini çıkarmışsınız insanların. En azından bakışlarınızla dövmeyin. El insaf!” diyerek haklı isyanımı sunmuştum.
Bakışlarını o taraftan çekip bana döndü. “Ben hırsımı alamadım ama şu sarı olanın tek bir tane saç teli kalmayacak şekilde kafa derisini yüzmek gibi delice arzular var içimde.” Demişti heyecanla. Bakın heyecanla diyorum, harbiden istiyor manyak!
“Mafyacığa katılmak istemezdim yenge ama benim de içimden şu uzun boylu sarı elemanın önce dilini koparıp sonrada gözlerini oyduktan sonra o boşluğa onun dilini sokmak gibi şeyler geçiyor.” Diye resmen hırlayarak söylenmişti. Elleri alçıya alınmış olandan bahsediyordu sanırım.
“Of, siz akıllanmazsınız. Her neyse, İrem seninle bir ara konuşmamız lazım.” Bu noktada sesimi olabildiğince kıstım. “Önemli.” Dediğimde bana onaylar bir kafa hareketi yapmıştı.
“Asu, hadi gidelim artık şuradan. Sizde ayrı ayrı arabalarla gidin, insanlığın yaşam hakkı için yapın bunu.” demişti Ömer. Haklıydı.
“Tamam, geliyorum.” İrem’e tekrar dönüp, “Yarın öğlen müsait olmaya çalış.” Diyip arabaya ilerledim.
İkisi arabaya binip buradan ayrılmadan bizde gitmedik. Onlar gidince bizde yola çıkabilmiştik. Hala araba üzerindeyken gözlerim ona kaydı. Tamamen yola odaklı görünüyordu. Uzun uzun baktım yakışıklı çehresine. Her milimini hafızama kazıdım. Olurda o benden önce ölürse hiçbir şekilde onun yüzünü unutmamalıydım. Umarım onun yüzünü hatırlamaya çalışmazdım.
Bu düşüncelerle buruk bir tebessüm belirdi dudaklarımda. Ben bu adamı ne ara bu kadar sevmiştim, hangi ara bu adamı kendime eş görmüştüm. Aslında dün geceye kadar eş kısmı şüpheliydi. Ama göğsündeki anka kuşunu gördüğüm an bu şüphe tamamen yok olmuştu. O benim gerçekten ruh eşimdi. O ankasını göğsünde taşıyordu bense ruhumda.
“Ne oldu? Niye öyle bakıyorsun?” demesiyle şaşırdım açıkçası. Yola odaklı sanmıştım.
“Hiç,” dedim harfleri uzatarak. “öylesine izliyorum işte. Nereye gidiyoruz? Bu yol havaalanına gitmiyor.” Demiştim. Onu izliyor olabilirdim ama bu yolun havaalanına gitmediğini anlamayacak kadarda aptal değildim.
İstanbul’a birkaç kez kaçak bir şekilde gelmiştik. İrem ve Galatasaray aşkı sağ olsun, çoğu maça kendiyle beraber beni de getiriyordu. Biz İstanbul’da maç izleyip gezerken babamlar beni İrem’in yanındayım sanıyordu. İrem’in yanında olduğumda beni fazla sorgulamazlardı İrem’den ve dedesinden korkarlardı. Bir keresinde İrem beni alıkoymuştu geri vermemek üzere. Ancak babam beni Dilan’ımla tehdit edince geri gitmek zorunda kalmıştım tabi üstüne de bir sürü işkence görmüştüm.
“Kendi evimize. Halam pek insan sevmez. Sana zorluk çıkartmasını istemiyorum, hemen konağa dönmeyelim. Hem babanla ilgili planlar yapabilmek için daha sessiz bir yere ihtiyacımız vardı. Ayrıca bir balayını hak ettik diye düşünüyorum.” Haklı olabilirdi. Çünkü halasının bakışları bunu doğruluyordu. Ayrıca babam konusunda da haklıydı. Ve tabi balayı konusunda da. Madem İstanbul’daydık o zaman değerlendirmeliyiz.
“Gizli ev diye nitelendirdiğin ama asla uzun süre gizli kalmayan evlerden birinden mi bahsediyorsun?” dediğimde sinirleri bozulmuş olacak ki gülmeye başladı. Ne? Yalan mı canım? Bir babam girmedi gizli ve güvenli dediği o eve.
“Hayır, bu amcamın farklı illerde yaptırdığı evlerden birisi. Çoğu ilde bu tarz evlerden var. Bu daha güvenli.” Öyle olmasını umuyordum. Ayrıca onun mal varlığına artık şaşırmıyordum alıştım galiba. Güya bana servetin var diyordu ama kendisi benim 100 katım servete sahip olabilirdi. (tamam, kabul biraz abarttım.)
“Amcan mı?” dedim hayretle. Amcası şirketle uğraşmıyor muydu bunun?
Onaylayan bir mırıltı çıkarıp, “Amcam bize ait olan tüm evlerin ve otellerin yapımında yer alır, bizzat kendisi yönetir. Bakma şirkette olduğuna sever böyle şeyleri. Ondan hep bu işleri ona bırakırız.” Vay be Çetin amcanın bu tarz şeylerle ilgilendiğini düşünmemiştim.
“Anladım, o zaman sizin gizli evden daha güvenilir olduğuna ikna olabilirim.” Dedim kıkırdayarak. O da gülmeye başladı. O ev gerçekten yolgeçen hanı olmuştu. İlk ben girdim sonra İrem, Burak, Gülcan, Kadir, Cansu, Leyla hatta Yusuf Ağa bile girmişti o eve sözde sadece Özgür ve Ömer biliyordu.
“Ömer, ben sana bir şey sormak istiyorum ama sorsam çok mu özel olur bilemedim?” dedim.
“Neymiş o sor bakalım?” dedi. Gayet rahat görünüyordu. Oysa ben bu sorumla gerileceğini tahmin ediyordum.
“Dün konağa girdiğimde girişte bir tablo vardı. Aile tablosu. Herkes vardı o tabloda ama annen ve baban eksikti. Neden diye sorsam?” dediğim an direksiyondaki eli sıkılaşmıştı o kadarki parmak boğumları beyazlaşmıştı. Ama yüzünde mimik oynamamıştı.
“O fotoğraftan bir hafta önce öldü.” Dedi. Melek’te aynını söylemişti fakat ben aslında orada neden sinirli olduğunu daha fazla merak etmiştim. Sormak isterdim ancak oldukça gergin görünüyordu. Bende daha fazla gerilmesini istemediğim için konuyu kapattım ama bir şey kafama takılmıştı. Öldü dedi, bir kişi için konuşmuştu ama hem annesi hem de babası ölmüştü. Neden sadece tek kişiden bahsetmişti? Onun çocukluğunu gerçekten merak etmeye başlıyorum.
Sonunda eve geldiğimizde buranın gizli evden daha geniş olduğunu gördüm. Oldukça büyüktü. Hadi ama kimi kandırıyorum ben burası bildiğiniz küçük saray! Madem bu kadar büyük evler yaptırabiliyorlardı ne diye küçük bir konakta yaşıyorlardı ki? Daha kapının dışındaydık ama duvarların üstünden evin üst kısmı görünüyordu. Kale gibi duvarları var diyorum ey ahali!
“Sen bana sırf spor salonum var diye servetin var demiştin değil mi? Nesin sen İngiltere krallığının veliahdı falan mı?” dediğimde güldü. Bu adama gülmek yakışıyordu. Gülünce sakallarının altında beliren gamzesi onu olduğundan daha da yakışıklı yapıyordu. Umarım bu gamzeleri benden başkasına göstermez aksi takdirde ya gösterdiği kişilerin gözlerini oyacağım ya da onun ağzına şifresini sadece benim bildiğim bir şifreli maske takacağım. Şu an fark ettim de benimde İrem’den pek farkım yokmuş. Manyaklık anlamında.
“Benim ki en azından saklı değil. Allah bilir senin benden sakladığın daha kaç mülkün vardır.” Dediğinde durup düşündüm. Harbiden bayağı vardı şimdi. Eyvallah onun servetini geçemezdim ama bende az değildim. Düşünmem onu doğruladığı için hayli şaşkın duruyordu.
“Ne? Niye şaşkınsın? Düşünüyorum sadece.” Diyerek dürüst oldum.
“Yani gerçekten daha fazlası var öyle mi?” dedi şaşkınlığı devam ederken.
“Kim bilir?” hadi ama her kadın kocasından para saklardı.
“En yakın zamanda seni daha detaylı araştıracağım. Daha kendi karımızı tanımıyoruz anasını satayım.” Dediğinde kıkırdamıştım. Bunun sebebi sitemi değildi, gerçekten kendi araştırmalarıyla bunu öğrenebileceğini sanmasıydı. Benim mal varlığıma sadece kardeşim dediğim insanlar ulaşabilirdi. Leyla benim için tüm bu bilgileri gizlemeyi başarmıştı. Kırk yıl araştırsa bile ben söylemeden bu bilgilere ulaşamazdı. Ne olursa olsun kendimi sağlama almalıydım.
Bu yaşıma kadar ailemin bana temin ettiği paraları boş yere harcamayıp yatırım yapmıştım. Bunu yapmaya 15 yaşımda başladım. Çünkü bizim ailede yaşı 15 i bulan herkese bu kim olursa olsun o soyadı taşıyorsa büyük bir miktarda para verilirdi. Ailedeki herkes o paraları çatır çatır yerken ben zor zamanlar için saklıyordum. İstesem oradan kendi imkanlarımla da kurtulabilirdim aslında ama babamın canını bu şekilde daha çok yakardım. Yakmıştım da ve bu o son nefesini verene kadar devam edecekti.
Evden, daha doğrusu küçük saraydan içeri girmemiz için otomatik kapılar açıldı. Bahçesi oldukça genişti, tam ortasında bir süs havuzunun olması da cabasıydı. Yapının dış çevresi beyaz ve gri tonlarla boyanmıştı. Oldukça lüks duruyordu bunun yanı sıra yapılan ağaçlandırma sayesinde oldukça da doğaldı. Tam olarak doğa ile şehrin çatışmasını andıran bir yapısı vardı. Üç katlıydı ve en üst katı çatı katı olmalıydı. O kısım balkonlu ve diğer katlara göre daha geniş duruyordu. Şu an akşam olmasına rağmen tüm bu detayları görebiliyordum çünkü buranın aydınlatması da oldukça iyiydi. Gündüzden pekte bir farkı yoktu.
Araba durduğunda kapıyı açıp arabadan indim. Buraya geleceğimizi bilsem bavul falan hazırlardım ama hemen geri döneceğimizi düşündüğüm için yanıma hiçbir şey almamıştım.
“Başka hangi şehirlerde evleriniz var?” diye sordum. Cidden merak ediyorum ama. Anladık büyük aşirette bu kadar büyük olduğunu bilmiyordum. Bizimkinden biraz büyük zannederdim hep.
“İstanbul’da bununla beraber 3 tane, Bursa’da, Ankara’da, İzmir’de, Antalya’da ve Kars’ta birer otel ve ev var. Van’dakileri saymıyorum. Zaten biliyorsundur. Ayrıca bunlar benim olduğu kadar senin de mülkün. O yüzden evleriniz değil, evlerimiz.” Diyerek son noktayı beni düzelterek koymuştu. Ultra zengin kocam.
Aslında daha fazladır diye düşünmüştüm. Ama yine de bayağı vardı. Hepsinin böyle olduğunu düşünecek olursak baya baya vardı.
Konuşurken içeri girdik. “O zaman senden bir söz istiyorum Ömer Ağa.” Dediğimde bana baktı. Tek kaşı havalandı.
“Neymiş bakalım o söz?” dedi meraklı çıkan sesiyle. Aslına bakarsanız bu söz şuana kadar aklımda değildi.
“Eğer bir çocuğumuz olursa, onu doğduktan hemen sonra buraya getirelim en az bir yıl burada kalalım. Kabul mü?” söylediklerimden sonra gözleri ışıldadı.
Bana sanki bu dünyada sadece ben varmışım gibi hissettiren bakışıyla vermesi gereken sözü verdi. “Kabul. Sözüm söz Asu Seymen, ilk çocuğumuzla bir yılı burada geçireceğiz.”
Şaka gibiydi şuan yaşadıklarım. Her şey çok güzel evet ama sanki çok hızlı. Her an bu mutluluk ellerimden kayıp gidecekmiş gibi hissediyorum. Bunun olmasını hiç istemiyorum, onu kaybetmek istemiyorum.
Ondan aldığım sözle içeri girdik. İçerisi de en az dışarısı kadar güzel ve genişti. Aslına bakarsanız görmeyi beklediğim şey altın varaklı eşyalardı ama oldukça sade ve şık döşenmişti ev. Mutfak ve salon bitişikti. İkisini birbirinden ayıran şey bar masasıydı. Gözlerim etrafta gezindi uzun bir süre, yukarıya çıkan merdiven gözüme ilişti. Adımlarım oraya doğru ilerledi. Üst katta birçok oda vardı.
Birini açıp girdim, burası duşa kabinli bir banyoydu. Oradan çıkıp hemen yanında ki odaya yöneldim, girdiğim an geniş ve uzun dolaplar karşıladı beni. Dolapları açıp içine baktığımda birçok kıyafet vardı. Hepsi de benim tarzım olan elbiseler ve takımlardı. Ekstradan tişört, bluz ve pantolonlar da vardı. Bir kaçının bedenine baktığımda benim bedenimle aynıydı.
Daha fazla dayanamayıp başından beri benim peşimden gelip beni izleyen kocam beye döndüm. “Bunlar kimin? Bizden önce başkaları da mı kaldı burada?” dediğimde gülmeye başladı.
“Bunların hepsi senin yavrum. Özgür ve İrem yüzünden buraya gelince bizim çocuklara haber verdim, sizin kızlara bedenini ve sevdiğin şeyleri sorup bunları aldırdım. Ayrıca bu ev yalnızca bizim, ikimizin. Bu eve sadece benim karım hanım olabilir. E ben de senden başkası ile evlenmeyeceğime göre bu evin tek ve yegâne hanımı sensin.” Diyerek bana yaklaşıp kollarını belime doladı. Burnumun üzerine tüy gibi hafif bir öpücük kondurduğunda birden hapşırdım. Burnum birazcık hassas olabilir canım ne var bunda?
Hapşırmamla şaşırıp bana sorgularcasına baktı. Ne olduğunu anlayınca dudağının kenarı gülmemeye çabalarcasına seğirmeye başladı. Bir süre buna devam etmeye çalışsa da en sonunda dayanamayarak kahkaha attı. Hayır bunda bu kadar gülecek ne olabilir ki yahu?!
“Gülmesene ya! Hassas işte burnum, ufacık bir şeye bile dayanamıyor ne yapayım?” diye sızlandım.
“Aklımda bulunsun o zaman. Sen sinirlenince işime yarar belki.” Gülerek söylediği şeylere hayretle baktım.
“Ha beni sinirlendirecek şeyler yapacaksın yani.” Dedim sorarcasına. Gülmesi kesilip dehşete düşerek bana baktığında bu kez ben kahkaha attım.
Elini kalbinin üzerine koyup derin bir soluk verdi. “Güzelim, ödüm koptu bir an gerçekten kızdın sandım.” Dedi rahatlayarak. Hemen ardından benimle gülmeye devam etti.
Evi dolaştıktan sonra beraber yemek hazırlayıp yedik. Tabi bu süreçlerde bile uslu duramayıp biraz yaramazlık yaptık. Sofrayı beraber topladık. Bu duruma halen şaşırıyordum. Bu adam koskoca bir aşiretin gelecekteki ağasıydı ama şuan benimle sofra topluyordu. Nasıl iş bu yahu?!
İşlerimizi bitirip odamıza çıktık. Bu kez bir şeyler yapmak yerine uyumayı tercih ettik çünkü gün boyu oldukça yorulmuştuk. Onun kollarında gözlerimi huzurlu bir uykuya bıraktım. Nefes alışları benim için ninni gibiydi.
Bu kez ilk uyanan ben olmuştum çünkü İrem’le buluşmalıydım. Komodinin üstünde duran telefonumu alıp İrem’i aradım.
Birkaç çalışın ardından telefon açıldı. “Alo, efendim Asu.” Diyen sesi oldukça yorgun geliyordu.
“Yeni mi uyandın sen? Her neyse, İstanbul’dasın değil mi?”
“Evet, daha gitmedim. İstanbul’dayım.”
“Tamam, şu bizim her zaman buluştuğumuz yere gel. Sana anlatmam gereken şeyler var.”
“Olur gelirimde, Ömer’in senin anlatacaklarından haberi var mı?” dedi.
“Hayır, haberi yok. Şuan uyuyor. Ama seninle buluşacağımı söyleyeceğim. Sorun çıkaracağını sanmıyorum.” Dedim. Haberi olmamalıydı kimsenin. Bu meseleyi bilen herkesin yaşama süresi oldukça az olurdu. Tıpkı benim ve İrem’in olduğu gibi. Benim bildiğim bilinmediği sürece güvendeydim ama başkası öğrenirse hepimiz yok olurduk.
“Asu, bu anlatacağın şey tahmin ettiğim şey mi?” dediğinde sustum çünkü benim sessizliğimin onu onayladığını biliyordum.
“Tamam, bir saate orda olurum. Sende acele et ve dikkat et.” Diyerek beni yanıltmadı. Ayrıca dikkat etmem kısmında oldukça haklıydı çünkü eğer tahmin ettiği şey doğruysa İstanbul’dan cenazem çıkabilirdi. Belki o bile çıkamazdı.
“Tamam, merak etme dikkatli olurum.” Diyip telefonu kapattım. Arkamı dönüp Ömer’i kontrol ettiğimde hala uyuyordu. O uyurken hızlıca üzerimi değiştirip hazırlandım.
Geri döndüğümde uyanmıştı ve şaşkın bir biçimde bana bakıyordu. Hemen açıklamamı sundum.
“İrem’le buluşacağız. Şu dünkü olayın detaylarını merak ettim. Daha gitmemiş buradaymış. Senin için sorun olmaz değil mi?”
Şaşkınlığı geçmişti ve gülümseyip kafa sallamıştı. “İstediğin yere gidebilirsin. Günün sonunda yanımda ol yeter.” Dediğinde yanına yürüyüp ona sıkıca sarıldım. Parmak uçlarımda biraz yükselip yanağına derin bir öpücük bırakıp geri çekildim.
Kocaman gülümseyerek, “Benim yerim her zaman senin yanındır kocacığım.” Dedim son kelimenin harflerini uzatarak.
O da bana o muhteşem gülümsemesini sununca çıkışa doğru yürüdüm. Dolaptan ayakkabılarımı alıp giydim. Gideceğim yer pek lüks olmadığı için olabildiğince spor giyinmiştim. Altıma mavi esnek bir pantolon üzerine açık mavi bir bluz giyip saçıma da beyaz bir bandana geçirmiştim.
Çıkmadan önce son kez Ömer’e seslendim. “Çok gecikmem, beni merak etme.” Diyip çıktım.
Nihayet buluşma yerine gelebilmiştim. Aslında burayı da oldukça özlemiştim. İsmet Usta’nın yerine gelmeyeli uzun zaman olmuştu. Oldukça iyi bir mekânı vardı. Günün her saatine uygun bir menüsü bulunurdu. Bende bunu bilerek sabah kahvaltı yapmadan çıkmıştım.
İrem çoktan gelmiş, beni her zamanki masamızda bekliyordu. Ona doğru yürüdüğümde masanın boş olmadığını gördüm. Buraya her geldiğimizde yediklerimizden sipariş vermişti. Bir elini çenesine yaslamış bir şekilde denizi izliyordu. Ne düşündüğünü tahmin etmek oldukça zor olsa da ben ne düşündüğünü biliyor sayılırdım.
“Deniz’i mi düşünüyorsun?” dediğimde derin düşüncelerinde sıyrılıp bana döndü. Buruk bir gülümseme yolladı bana.
“Hayır, bende oldukça şaşkınım ama hayır onu düşünmüyorum.” Dedi gerçekten şaşkın çıkan bir sesle.
Deniz’i düşünmüyorsa kimi düşünüyordu ki? Yıllardır hep aynı kişiyi düşünür ve kendince ona isyan ederdi. Ama şimdi ne değişmişti de İrem onu düşünmeyi bırakmıştı?
“Kimi düşünüyorsun o zaman Özgür’ü mü?” dedim dalga geçercesine. Ama sanırım o bunu ciddiye aldı ve gergince aniden savunmaya geçti.
“Ne düşüneceğim be onu! Yalancı pisliğin teki!” dedi sinirli bir ifadeyle. Neye kızdı canım bu kadar şaka yaptık altı üstü.
Karşısındaki yerimi alırken, “Bence de onu düşünmesen iyi edersin çünkü anlatacağım şeyin ana karakteri o olabilir. Ama öncesinde sen bana ikinizin arasında neler döndüğünü anlatacaksın.” Dediğimde donmuş gibi bana baktı. Anlatacağım şeyin anahtarla ilgili olduğunu daha önceden tahmin etmişti ama bu konuyla Özgür’ün bağlantılı olabileceğini tahmin etmiyordu sanırım.
“Ne demek ana karakteri o?” dedi şoke olmuş bir şekilde.
“Ben anlatacağım ama önce sen anlat şu Özgür Demir Arslan mevzusunu.” Diyerek isteğimde ısrarcı oldum.
Şokunu biraz atlatabildiğinde konuşmaya başladı. “Tamam, o zaman ilk ben başlayayım. Şimdi şöyle ki..” diyerek yaşadıkları çoğu şeyi anlatmaya başladı.
Nihayet bitirdiğinde yüzümün hali büyük ihtimalle şu ünlü çığlık tablosundan hallice olmalıydı. Duyduklarıma cidden inanamamıştım. Özgür Demir Arslan özel bir devlet ajanı mıymış?! Kusura bakmayın ama yuh yani!
Bunca zamandır İrem’in peşinde olmasına artık şaşıramıyorum bile çünkü şaşırmaktan mimiklerim felç geçirmiş durumda. Özgür uzun zamandır İrem’in sırlarını ortaya çıkartıp onu hapse tıkmak isteyen kişilerden yalnızca birisiydi ama beni şaşırtan kısmı bu kadar iyi rol yapabiliyor oluşuydu. Kesinlikle İrem’e aşık gibi bakıyordu. Nasıl bu kadar iyi oynayabilmişti?
Ve tüm bu öğrendiklerim anahtar mevzusunu açıklar biçimdeydi. O da anahtarın peşindeydi diğer herkes gibi. Ve büyük ihtimalle gerçekleri öğrenmişti. Bu bizim sonumuz demekti. Benim için şüpheli İrem için kesin bir son. Ölüm.
Şaşkınlığımı atlattığımda konuşabilmiştim. “İrem, şuan ne diyeceğimi inan bilmiyorum ama sırrımız hiç olmadığı kadar tehlikede ve biz de öyle.” Dedim bir solukta.
Sesli bir şekilde yutkunduğunda göz bebekleri titredi ve bana beklentiyle baktı. “Öğrenmiş mi?” diye sordu. Bunun cevabını bende oldukça merak ediyorum.
“Bilmiyorum ama olasılığı yüksek. Operasyon gecesi, siz otele gidip odanızın anahtarını alacağınız anda bir şeyler mırıldandı. Mikrofonu unutmuştu sanırım Leyla ve Ömer’de yanımdaydı ama onlar başka bir şeyle ilgilendiği için duymadılar.”
“Ne? Ne söyledi?” dedi merakla.
“Oradaki görevli size kimliksiz anahtar veremeyeceğini söylediğinde, ‘Asıl anahtarın bende olduğunu bilmiyorlar.’ Gibi bir şey söyledi. Tam emin değilim ama buradaki anahtar…” devamını getirememiştim. Çünkü ikimizde cümlemin devamını biliyorduk.
“Tamam, merak etme bu konuyu halledeceğim. Sen yine de dikkatli ol. Gidip şu Demir efendiyi bir yoklayalım bakalım.” Dedi. Hallederdi biliyorum daha öncede bu sırrı öğrenmeye yaklaşan kişiler olmuştu hepsinin sonu ya benim ya da İrem’in ellerinden olmuştu.
Özgür’e artık nasıl eski gözle bakacağımı bilmiyordum. Yalan yok onu da kardeşim, abim gibi sevmiştim ama bu öğrendiklerimden sonra nasıl davranacağımı bende kestiremiyordum. Eğer kardeşimi ele verirse ona çektireceğim işkencelere bu sevgim engel olur muydu? Düşünüyorum ve cevap veriyorum: ASLA!!!
“Emin misin? Bu işi bende halledebilirim. Anladığım kadarıyla senin çoğu zaafını öğrenmiş. Ama beni tanımıyor.” Dediğim an hızlıca başını bana çevirdi.
“Sakın! Bu olaya karışmayacaksın. Nasıl yapacağımı biliyorum merak etme. Birkaç zaafımı biliyor olması onu benden daha güçlü kılmaz.” Diyerek bu sorumluluğu tamamen üstüne almıştı.
“Peki, sen bilirsin. Zorlandığın an seslen her zaman gelirim. Neyse bu konuyu kapatalım. Ben sana başka bir şey daha soracağım. Ömer Özgür’ü yanında tutuyorsa onun ajan olduğunu biliyor olmalı. Bunu benden neden gizledi bilmiyorum ama tedbirimi almam lazım. Kocamda olsa güvenemem.” Yalan söylemişti. Benden bunu saklamıştı, oysa ben en çok ona güvenmiştim. Yine de bunun arkasında başka sebepler aramayacaktım ama ne olursa olsun kardeşimi Dilan’ımı korumalıydım.
“Şu senin eski arkadaş Giresunlu, güvenilir birimidir? Yani bir emanet versem koruyabilir mi?” dedim. Evet, farkındayım kardeşimi hiç tanımadığım birine emanet etmek delilikti ama İrem nadir güvenir güvendiği insanlarda hiç kötü çıkmazdı. O yüzden onun güvendiği birine emanet edecektim.
“Delidir, gevezedir ama asla yamuk yapmaz. Sırrını kendi sırrı gibi korur. Emanetini de öyle. Tahmin ettiğim şeyi mi yapacaksın?” dedi.
“Evet, Dilan’ın yerini bir tek ben biliyorum ama benim telefon konuşmalarımı öğrenmeleri çokta uzun sürmez. Yeni bir telefon ve hat al. Oradan sadece Giresunluyla konuş benden ve Dilan’dan bahset, eğer yapmayı kabul ederse ne isterse yapmaya hazırım. Kardeşimi korusun yeter.” Diyerek aklımdan geçenleri dışarı yansıttım.
“Olur konuşurum. Eminim kabul edecektir ama bir şey isteyeceğini sanmıyorum. Dostları için yaptıklarına para ya da herhangi bir karşılık beklemez.” Vay be bu devirde böylesi kalmış mıydı?
“Tamam. Bana fark etmez. Nasıl işine geliyorsa öyle yapsın. Bide hazır buraya gelmişken Dilan’ımı görmek istiyorum. Bana bir telefon lazım.” Dediğimde kendi telefonunu çıkaracaktı ki durdu. Dinlenebileceği gerçeği aklına gelince telefonu cebinde bıraktı. Ayağa kalkıp İsmet Usta’nın yanına gitti. Bir şeyler söyledikten sonra bir telefonla geri döndü.
Yanıma geçip telefonu bana uzattı. “Al bakalım eminim İsmet Usta’yı dinlemek istemezlerdi.” Diyip kıkırdayınca bende gülüp telefonu aldım. Ezberimdeki numarayı görüntülü arayıp masadaki baharatlığa telefonu dik bir şekilde yasladım.
Telefon bir süre çaldıktan sonra açıldı. İlk önce yanındaki görevli olan kadın telefonu açtı. Bu kadını da ben seçmiştim. Zaten bir yetimhanede görevliydi orada kazandığı paradan oldukça yüksek bir miktar verip kimseye hiç bir şey söylememesini ve yapması gereken tek şeyin kardeşime bakması olduğunu söyledim. O da tabi ki bu teklifimi kabul etti. Zaten iyi yürekli bir kadın kendi çocukları olmadığı için başkalarının çocuklarıyla ilgilenmeyi çok seviyordu. Hem Dilan’ıma bakması için gerekli olan her şeye sahipti. Buna işaret dili de dahil.
“Sertap Hanım benim Asu. Kardeşimle konuşmam lazım lütfen telefonun başına çağırır mısınız?” diyerek isteğimi belirttim.
“Tabi Asu Hanım, hemen çağırıyorum.” Diyip arkasına dönmüştü. İşaret diliyle Dilan’a benim onunla görüşmek istediğimi ve gelmesini söylemişti. Aslında Dilan sadece konuşma engelliydi, işitme değil ancak Sertap Hanım onun kendini bu şekilde daha iyi hissettiğini ve kendisini yalnız hissetmediğini söyleyip onunla bu şekilde iletişime geçmişti. Yalan yok Dilan’ım da Sertap Hanım’ı çok sevmişti.
Arkada bir hareketlilik olduğunda kapkara saçları ve açık kahve gözleriyle ekranın başına geldi.
İşaret diliyle konuşmaya başladı, "Abla, seni çok özledim." Dediğinde gülümsedim bende özlemiştim neredeyse bir aydır intikam peşinde koşacağım derken Dilan’ımdan uzak kalmıştım.
Bende Sertap Hanım’ın yaptığını yaparak onunla işaret dilinde konuşmaya devam ettim.
" Bende seni çok özledim güzelim. Ama bir süre daha dayanmamız lazım. Bir araya geldiğimizde her şey yoluna girmiş olacak." Dilan işaret diliyle konuşmamdan memnun olmuş gibi oldukça mutluydu. Ama sonra yüzü düştü.
"Nasıl yani? Yanıma gelmeyecek misin? Ne zaman bir araya geleceğiz?" diyerek üzüntüsünün sebebini belirtti. Bunu şu anlık bende bilemiyordum. Ama çokta uzak olduğunu sanmıyordum.
“Bilmiyorum ama söz veriyorum çok uzun sürmeyecek.” diyerek ona gerçekleri söyledim. Bir süre düşündü sonrada bana güvenmeyi seçip gülümseyerek beni onayladı.
Yarım saat boyunca bazen İrem’inde dahil olduğu konuşmamız devam etti. Telefonu kapattığımda biraz olsun mutluydum. Dilan’ımı görmek bana iyi gelmişti. O iyiyse bende iyiydim.
İrem’le de biraz daha sohbet edip yemek yedikten sonra oradan ayrıldık. Aslında İrem’le kalıp daha fazla konuşmak isterdim ama evimde beni bekleyen bir kocam var ve İrem’lede baya bir vakit geçirmiştik zaten. Kabul biraz ters bir söz oldu. Normal şartlarda benim onu beklemem gerekirdi ama o beni bekliyordu.
Arabama bineceğim esnada yoldan geçen bir adamın bana çarpmasıyla bu girişimim yarım kaldı. Çünkü tam şuan adamın kollarının arasındaydım. Düşmeyeyim diye beni tutmuştu. Uzaktan bakan biri bizim sarıldığımızı bile düşünebilirdi.
“İyi misiniz?” diyen adamı ilk kez görüyordum ama sanki bu adamı daha öncede görmüştüm. Halen bana koala gibi yapışan herife bakmayı bırakıp ondan uzaklaştım.
“İyiyim, lütfen daha dikkatli olun.” Diyip ne dediğini dinlemeden arabama binip eve sürdüm. Neden o adam bana tanıdık geldi?
Özgür mevzusunu benden gizlemesine kırılmıştım ama bunu belli etmeyecektim. Umarım bana ilerleyen zamanlarda anlatır.
Eve geldiğimde kimseyi bulamadım. İşi çıkmıştır diye düşünüp üzerimi değiştirdim. Akşama az bir süre kaldığı için mutfağa geçtim ve yemek hazırlamaya başladım. Bu arada yemek konusunda harikayım. Kocam kadar olmasa da.
***
Ömer gözlerini yavaş yavaş aralarken yanında Asu’nun olmadığını fark etti. Etrafa baktığında pencerenin önünde telefonla konuşan güzel karısını gördü. Kalkıp yanına gidecekti ama duyduklarıyla kalkamadı öylece kalakaldı.
“Yeni mi uyandın sen? Her neyse, İstanbul’dasın değil mi?”
“Tamam, şu bizim her zaman buluştuğumuz yere gel. Sana anlatmam gereken şeyler var.”
“Hayır, haberi yok. Şuan uyuyor. Ama seninle buluşacağımı söyleyeceğim. Sorun çıkaracağını sanmıyorum”
“Tamam, merak etme dikkatli olurum.”
Diyerek konuşmayı sonlandırmıştı. Kiminle buluşacaktı ki İrem’ler çoktan Van’a dönmüş olmalıydı o halde kimdi bu?
Ömer bunları düşünürken Asu arkasını dönmeye başlayınca hızla gözlerini kapadı. Neyse ki onu dinlediğini fark etmemişti.
Kapıya doğru giden ayak seslerini duyduğunda gözlerini hafifçe araladı. Kapıdan çıkan kadına baktı. Düşünmek istemiyordu, Asu’nun da o kadın gibi ona ihanet ettiğini düşünmek istemiyordu. Hayatına giren tek beyaz olarak kalmasını istiyordu, ona güvenmek istiyordu.
Bunları düşünerek yataktan kalktı. Bir süre daha duyduklarını kafasında tarttı. Sonradan burada başka bir arkadaşının olabileceğini düşündü. Kendini buna inandırmak istedi.
Asu geri geldiğinde üzerini değişmişti. Hala duyduklarının şokunu atlatamamıştı. Bundandır ki ona şaşkın bir biçimde bakıyordu.
“İrem’le buluşacağız. Şu dünkü olayın detaylarını merak ettim. Daha gitmemiş buradaymış. Senin için sorun olmaz değil mi?” duyduklarıyla bir nebzede olsun rahatlamıştı Ömer. İrem’in daha gitmediğini bilmiyordu ama en azından karısı ona yalan söylemiyordu.
“İstediğin yere gidebilirsin. Günün sonunda yanımda ol yeter.” Ona ihanet etmediği sürece hiçbir sorun yoktu. Duyduklarına memnun olan kadın yanına gelerek ona sarıldı.
Kocaman gülümseyerek, “Benim yerim her zaman senin yanındır kocacığım.” Diyerek yanına sırnaşıp yanağına bir öpücük kondurduğunda içinde oluşan kıpırtıya memnundu. Eskiden anlam veremezdi ama bunu evlenmeden çok kısa zaman önce öğrenmişti. Kesinlikle ona aşık olmamalıydı bu planın bir parçası değildi ama olmuştu artık.
Ve o sevdiği kadına böylesine bir acı yaşatmayı göze alamazdı. Bir ay boyunca burada kalıp balayı yapacaklar bittiğindeyse hemen dedesiyle konuşup intikamdan vazgeçtiğini karısını sevdiğini, bu işi başka şekilde halletmesi gerektiğini söyleyecekti.
Asu kapıya doğru ilerledi, ayakkabısını giyerken, “Çok gecikmem, beni merak etme.” Diyerek çıkmıştı. Kahvaltı etmeden çıkmıştı, durdurmak istedi ama belki İrem’le yapacaktır diye vaz geçti. Giysi odasına geçip üzerini değiştirdi. Her zamanki gibi siyah pantolon ve siyah gömleğini giydi.
Annesini kaybettiğinden beri hep böyle giyinirdi. Sanki hayatındaki tüm renkler annesiyle beraber gitmiş gibiydi. Babası olacak o adamı asla affetmeyecekti. Mezarının dahi olmaması gerekliydi. Zamanında hayatındaki en renkli kadının renklerini çalmıştı onu karanlığa mahkûm etmişti. Bazen keşke o herif ölmeseydi de ona işkence çektirebilseydim diye düşünmeden yapamıyordu.
Telefonu çaldığında bu düşüncelerden sıyrıldı. Telefonu çıkardığında ekranda yazan isimle bir süre bakıştı sonra sessiz bir küfür mırıldanıp açtı.
“Söyle Özgür.” Kesin yine İrem’le ilgili bilgi alacaktı.
Uzun zaman önce henüz 16 yaşlarındayken Özgür’le karşılaşmıştı. Özgür ona devlet ajanı olmak istediğini söylemiş ve yardım istemişti. Başta onu başından savmak istemişti ama çocuğun gözündeki tehlikeli pırıltılar ona tanıdık gelmişti. İstediğini yapacağını ancak öncesinde ne yaşadığını öğrenmek istediğini söylemişti.
Özgür’ün anlattıkları hoşuna gitmemişti. Daha 16 yaşlarındaki bir çocuğun gözleri önünde babasını öldürmüşlerdi. Önceden her babanın kendi babası gibi olduğunu düşünerek buna üzülmezdi ancak zamanla her babanın kötü olmadığını anlamıştı. Bu yüzden o çocuğa yardım edecekti. Onun işlerini açık etmemesi karşılığında onu özel bir devlet ajanı olması için eğitime verebileceğini söyledi. Çocuk hiç düşünmeden bunu kabul etti.
Sonrasında onu yanına aldı, herkes onu koruması olarak tanıyordu ama o Ömer’in kendi elleri ile yetiştirdiği bir ajandı. Bunu ne dedesi nede başka biri biliyordu. O çocuğun intikamını almasını istiyordu.
Her ne olduysa 2 yıldır Van’ın en tehlikeli mafyası Cahit Karaağaç’ın torunu İrem Şahin’i hedef almıştı. O kadının gözüne çok battığını ve onun arkasından bambaşka şeyler çıkacağına inanıyordu. Ancak İrem beklediğinden güçlü çıkmıştı hiçbir açığı yoktu.
Sürekli Ömer’den İrem hakkında bilgi almaya çalışıyordu. Sorun şu ki Ömer’de artık pek bir şey öğrenemiyordu. Hadi İrem neyse daha kendi karısının servetini bile öğrenemiyordu. Oldukça güçlü bir güvenlik sistemine sahip olmalıydılar. Bu işin başında Leyla’nın olduğuna kalıbını basabilirdi.
“Abi, müsaitsen bir yere gidip bir şeyler mi içsek? Kafa dağıtmam gerek sanırım.” Ha bir de bu vardı tabi. Kesin İrem’e karşı bir şeyler hissetmeye başlamıştı bu piç herif.
“Olay ne? Yine İrem mi?” diye sordu. Oysa cevabını artık adından bile iyi biliyordu.
“Anlatırım, içiyor muyuz içmiyor muyuz sen onu söyle?” diyerek sorusunu tekrarladı Özgür.
“Bizim mekâna gel. Boşaltırız orayı.” Dedi Ömer. Bu adamı kardeşi gibi görüyordu. Her şeyi yapabilirdi onun için. Canını yakanın canını almakta dahil. Bunca yıl boyunca canını o kadar kurtarmıştı ki bu piçe oldukça borçlanmıştı.
“Benim aklımda daha güzel bir yer var abi sen attığım konuma gel yeter.” Bu herifin aklında yine hangi tilkiler dolaşıyordu.
“Gelince görürsün. Emin ol çok eğleneceğiz.” Neyden bahsediyordu bu manyak? Evli olduğunu unutuyordu sanırım.
“Lan ben evliyim ne eğlencesi. Daha demin kafa dağıtalım demiyor muydun sen?”
“Yok abi öyle değil ya. Başka yolla eğleneceğiz. Sen gel, gelince anlayacaksın.” Diyip kapatmıştı telefonu. Ne karıştırıyordu bu puşt acaba?
Arabasına atlayıp Özgür’ün attığı konuma geldiğinde zaman oldukça geçmişti. İstanbul trafiğini oldu olası sevmezdi. Neredeyse saat 3 olmuştu. Tabelaya bir bakış attı. Bu herif cidden kaşınıyor olmalıydı. Hayır kendisi yetmiyormuş gibi birde onu bu işe bulaştırmıştı umarım Asu kızmazdı. O kadının sağı solu belli olmuyordu sonuçta.
Şuan İrem’in mekanlarından birinin önündeydi. Özgür’ün eğlence anlayışı İrem’in damarına basmak olmalıydı.
Kapıdaki korumaların bakışları oldukça tedirgin görünüyordu. Kim bilir içerde ne işler dönmüştü de Özgür onu çağırmıştı. İçeriye adımını attığında arkadaşının bir adamla konuştuğunu gördü.
Oraya yaklaştığında konuştuğu kişinin dün pert ettikleri adamlardan biri olduğunu anladı. Ama bu kez adam yalnız değildi. Anladığı kadarıyla 15 ten fazla oldukları kesindi. En az 50 vardı.
“Sorun nedir arkadaşlar?” diyerek ortama giriş yapmıştı Ömer.
“Sorun yok bak işine!” diyen adam Ömer’i tanımamıştı büyük ihtimalle. Aynı adam arkasındaki birine bakıp, “Ben size içeri kimseyi almayın demedim mi lan!” demişti. Yazık olacak diye geçirdi Ömer içinden.
Koruma adamın kulağına yaklaşıp bir şeyler söyledikten sonra geri çekilmişti. Adam aydınlanmış bir şekilde geri Ömer’e döndü.
“E oğlum desenize biz istedik bir göz Allah verdi iki göz. Gel gözüm gel geç sende diğerinin yanına. Ne Ağasıydın sen heh Aşiret ağası. Neydi ismin dur dur hatırlayacağım. Ömer Sevmez miydi?” Ömer bu adamın ciddi olup olmadığını bir süre düşündü. Sonra gerçekten kim olduğunu merak etti, böyle konuşabildiğine göre oldukça nüfuzlu biri olmalıydı.
“Yalnız biraz daha zorlarsan sevip sevmediğini öğrenebilirsin haberin olsun Kerem’cim emin ol senin holdingler de kurtarmaz seni.” Diyip pis pis sırıttı Özgür. Bu bir nevi vur emri sayılırdı çünkü bu sen ondan bin kat daha güçlüsün demekti.
“Yapma be. Bak çok korktum şuan. Sen ne diyorsun Asım korkalım mı?” şakacı bir sesle sormuştu ama koruması olan Asım oldukça tedirgindi bu yüzden de pek bir şey diyemiyordu.
“Bakın ses yok! Ben bunu hayır Kerem Bey olarak kabul ediyorum. Yani oturtun şu adamı şuraya!” diyerek korumalarına ateş püskürmüştü Kerem denen dalyarak. Ama korumalar Ömer Seymen’in kim olduğunu daha iyi biliyor olacaklar ki hiçbir şey yapmadılar.
“Özgür senin eğlence anlayışını sevmeye başladım koçum. Dediğin gibi çok eğleneceğiz galiba.” Diyip gözlerini tehlikeli bir şekilde Kerem’e çevirdi.
“Aslında bunu bende beklemiyordum abi bu tamamen piyangodan çıktı. Ben İrem’i bekliyordum, adamları da aradı ama telefonu kapalıymış. Buda ben İrem’i beklerken geldi. Sanırım sol kolunu da kırmamı istiyor.” Normal şartlarda hep mafyacık diye hitap ettiği kadına burada Kerem denen adamın önünde küçük düşmesin diye adıyla hitap ediyordu. Özgür, İrem’e oldukça değer vermeye başlamıştı.
“E sende isteğini yerine getirseydin ya oğlum. Niye yapmıyorsun Kerem Bey’in istediğini?” diye dalga geçmeye devam etmişlerdi.
“Tam yapacaktım, bunun şu yanındaki gevşekler olmaz dedi. Niye dedim, bana bu adam çok tehlikeli dediler. O nasıl oluyor dedim adı Kerem Gümüşay dediler. O kim dedim bir sürü holding sahibinin oğluşu dediler. Bende merak ettim tam devamını dinliyordum sen geldin.” Diyerek durumu kendince açıklamıştı Özgür. Kerem Gümüşay diye geçirdi Ömer içinden. Şöyle bir hafızasını yokladı, çok diplerde rastladı bir şeylere.
“Demek Kerem Gümüşay. Şu babasının uçkurundan düşen kadınlarla yetinen, birde üstüne üç beş tane holdingi olup utanmadan İstanbul’daki birkaç mahalleden haraç kesmeye çalışan ama onu da beceremeyip rezil olan Kerem Gümüşay mı?” dediğinde Kerem’in yanındaki korumalar bile bıyık altından gülüyorlardı. Özgür’se katıla katıla kahkaha atıyordu.
“Lan siz bana şöyle anlatsaydınız ya oğlum. Bak adam ne güzel anlattı hemen hatırladım. E o zaman ben kırıyorum kolu.” Diyip tam ayaklanacaktı ki Kerem’in Asım dediği adam ona doğru bir hamle yaptı. Ama tam olarak istediği olamadı çünkü arkadan bir kurşun gelip adamın elinin ortasından diğer tarafa geçti. Kimin sıktığına bakmaya gerek yoktu mekanın sahibesi gelmişti. O halde Asu’da eve dönmüştür. Diye geçirdi içinden Ömer.
“Eline sahip çık yanlış şeylerle ilgileniyor. Özgür, kim bunlar?” dedi sakin sakin. Bu kadının psikopat hallerini bazen Özgür’e benzetiyordu. Ayrıca normalde Özgür’e Demir diyen kadının tanımadığı insanların yanında Özgür demesi onunda Özgür’e değer verdiği anlamına geliyordu.
“Geç kaldın ama güzelim, sirkimiz başlayalı çok oluyor.” Diyen adamla İrem kırık ve alçıda olan kolunun çıplak olan kısmına ateş etti. Kerem denen herif acıyla böğürmeye başladı.
“Sen kes lan! O ağzın bir daha bana karşı o bok gibi sözcüklerinden söylerse konuşabilecek bir ağzın kalmaz. Emin ol insanların ağzını sonuna kadar yırtıp geri dikebiliyorum.” Diyen kadın oldukça ciddi görünüyordu.
“Bu hallerin bir başka oluyor ha. Başkalarına ihtiyaç duymamana bayılıyorum.” Diye oldukça laubaliydi Özgür.
“Öyleyim Özgür’cüm. E hadi anlat bakalım kimmiş bizim davetsiz misafirimiz?” diye sorusunu tekrarladı İrem.
“Valla daha az önce Ömer’e anlattım. Oldukça çenem yoruldu o yüzden o anlatsın.” Diyip topu Ömer’e attı.
“Baldız şimdi şöyle ki, bu adamın adı...” bir süre bekledi düşünür gibi yaptı. “Neydi ya? Dur dur hatırlayacağım, heh hatırladım. Kerem Yumuşay’mıydı?” yine kendi adamları da dahil herkes bıyık altında gülerken Özgür büyük bir kahkaha atmıştı.
“Gümüşay! Soyadım, Gümüşay!” diye hiddetle konuştu Kerem.
“Tamam, işte oğlum ben ne dedim? Yumuşay.” Diyip ciddi bir şekilde dalga geçmeye devam etmişti Ömer.
“Hım anladım. Şu maçtaki Cimbom’a küfür eden miydi bu? Sonrada bana sırnaşmaya çalışmıştı. Sende kolunu kırmıştın.” Dedi İrem Özgür’e.
“Herhalde o. Kolu benim eserim gibi duruyor. Bende tam Ömer’e onu diyordum, sanırım diğerini de kırayım diye gelmiş. İsteğini gerçekleştirmek üzereydim arkadaşın.” Diyip pis pis sırıtmaya başladı.
“Aşk olsun ama! Bensiz mi yapacaktın?” diye sitem etmişti İrem.
“Yok canım olur mu hiç? Senin gelmeni bekliyordum bende zaten.” Diyerek kıvırmaya çalıştı Özgür.
“E o zaman eğlence başlasın mı? Yoksa bir şans daha verelim mi?” diyerek Kerem denen herife son bir şans daha tanıdı İrem
“Hadi insanlık bizde kalsın soralım. Ama içlerinden birini alalım olur mu? Sen kafasını matkaplarsın, bende kanını ayırırım sonra içeriz.” Diyerek göz kırptı. Ne kanından bahsediyordu bu ruh hastası arkadaşı.
“Dur bir düşüneyim. Düşündüm ve kabul edildi.”
“Manyak mısınız lan siz? Ne kanı Allah’ın yamyamları!? Asım topla adamları gidiyoruz.” Diye emir verdikten sonra üçlüye dönüp, “Bu iş burada bitmedi. Geri geleceğim!” diyip dışarıya doğru yöneldi.
Tam çıkacakken Özgür silahını çıkarıp birinin bacağından vurdu. Herkes ona doğru döndü. Çünkü bunu İrem ve Ömer’de beklemiyordu.
“Ne? Ne bakıyorsunuz? Birini ayırmıyor muyduk?” diye ciddi ciddi sormuştu Özgür.
İrem gülmeye başladı, Ömer’se sağlam bir küfür savurdu. Bacağından vurulan adam korku ve dehşet içinde bu ikiliye bakıp hızla toparlanıp koşmaya başladı. Bunu gören İrem daha sesli bir kahkaha attı.
“Ama ya! Kabul etmiyorum ben, avım kaçtı!” diyerek isyan etti Özgür.
“Harbi manyaksınız lan siz! Uzak durun bizden iğrenç yamyamlar!” diyen Kerem oldukça korkmuşa benziyordu. O da adamlarını alıp hızla dışarı çıktı.
“Aa ama nereye daha kan içip beyin delecektik.” Diyen Özgür’e oldukça şaşkın bakıyordu Ömer. İrem halen daha karnını tuta tuta gülüyordu.
Adamlar nihayet gittiğinde Ömer arkadaşına dönüp, “Ciddi değildim de! Korkutmak için yaptım de ama bana gerçekti deme Özgür!?” diyen Ömer arkadaşının yamyam olma ihtimali ile yüzleşiyordu.
“Yok be abi saçmalama ne kanı? Mafyacıkla aramızda bir espri diyelim.” Dedi gülerken. Ömer rahatlayan bir nefes verdi.
“Evet İrem geldiğine göre ikiniz için içkilerinizi benim hanımım bekler. Hadi kolay gelsin.” Diyerek dışarıya çıktı Ömer. Burada yeterince kalmıştı. Umuyordu ki geri dönüşte çok trafik olmazdı.
***
Saat neredeyse 5 olmuştu. Ömer hala daha gelmemişti. Yemekler çoktan hazırdı oysa. Daha fazla dayanamayıp arayacaktım ki. Kapı açıldı. Ondan önce içeriye onun o kahvemsi kokusu dolmuştu.
“Karım! Neredesin?” diyerek bana seslendi.
“Salondayım kocam.” Diyerek ona ayak uydurdum. İstemsiz bir tebessüm oluştu yüzümde. İçeri girip bana baktı oldukça yorgun görünüyordu.
“Kim yormuş bakalım benim Ağa kocamı.” Dediğimde güldü.
“Koskoca İstanbul’a kimin yüzünden geldiysek onlar yordu. Özgür’ün işleri işte. Hallettim ama merak etme.” Diyip bana açıklama yaptı. Özgür ismini duyunca tepkimi kontrol etmeye çalıştım. Anlamasın diye de yönümü çevirdim.
“Sen hep halledersin. O yüzden merak etmiyorum. Sadece yemeğe yetişemeyeceğini düşündüm bir an.” Dedim kendimden emin bir sesle. Eh o kadar yemek yaptık canım Aşiret Ağası sandığım ama aslında şef çıkan kocamın tadına bakması lazımdı sonuçta.
“Vay, benim hatunum bana yemek mi hazırlamış? Zehir olsa yenir.” Dedi hiç düşünmeden hayran hayran.
“E bak bakalım senin ki kadar güzel olmuş mu?” dedim hevesle önüne yemeklerden koyarak.
Aslında pek te bir şey yapmamıştım. Karnıyarık, pilav, cacık ve mercimek çorbası vardı. Hepsini de çok iyi yapardım. Özellikle karnıyarıkta çok iddialıyım.
Yaptığım yemeklere oldukça aç bir bakış attı. “Harika görünüyorlar.” Dedi.
“Hadi bak artık.” Dedim heyecanla.
Karnıyarıktan biraz alıp ağzına attı, biraz çiğnedikten sonra bana dönüp isteksiz bir şekilde sordu. “Lütfen bana ben tokum Ömer de.” Dedi neden böyle dedi ki? Beğenmedi mi acaba?
“Çünkü devamını da ben yiyeceğim. Bırakabileceğimi düşünmüyorum Asu.” Dediğinde güldüm. Allah var bir an çok korkmuştum.
“Üzgünüm kocam ama bende yiyeceğim.” Onun tabağından bir parçada ben aldım. Ben bu işi gerçekten yapıyordum. Bence biz karı koca oldukça iyi aşçılardık.
Yemeği yiyip bugün neler yaptığını anlatı. Duyduklarımla gülsem mi korksam mı bilemedim. İrem benimle ayrıldıktan sonra direkt mekana gitmiş olmalıydı. Kocamı bana geç getirdiği için İstanbul trafiğine sonradan sitem edecektim.
Oldukça eğlenmiş gibiydiler ama. Keşke bende İrem’le gitseydim. Ama sonra bu yemekleri kim hazırlayacaktı diye düşünüp bu isteğimi geri çevirdim.
Sohbetimiz bitince biraz yaramazlık yapıp uyuduk. Sabah kalktığımızda bizi neyin karşılayacağını bilmiyorduk tabi ki…
****
Eveetttt nasıl buldunuz yeni bölümü? Beğenirseniz yıldızlamayı ve yorum yapmayı unutmayınnn. 😘🥰🥰
Bu arada bu aralar pek müsait olamayacağım için bölümler biraz gecikebilir. Kesin bir şey değil eğer sorun çıkarsa şimdiden kusura bakmayın.
Diğer bölüme kadar hoşça kalın Ankalarımmm😘😘.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |