Merhaba Ankalarımmm. Bu bölüm biraz gecikti malum bayram falan. Bu arada hepinize hayırlı,mutlu,huzurlu bayramkar diliyorum. Bölüm geciktiği için tekrardan kusura bakmayın. Umarım beklediğinize değer.
***
Durmuş karşımda bana bakan adama bakıyordum. Cidden beni takip mi ediyordu. Ayrıca ismimi bilmesi de düşüncelerimi doğruluyordu.
“Sen.” Diyebildim şaşkınlığımı atlatınca.
“Evet, ben. Daha öncede karşılaşmıştık.” Dedi pişkin pişkin.
“Beni mi takip ediyorsunuz beyefendi? Hem ismimi nereden biliyorsunuz?” dedim sinirle karışık bir merakla.
Bir elini cebine attı ve kart gibi bir şey çıkarttı. Tam belli olmuyordu ne olduğu.
“Kimliğiniz Asu Hanım. Geçen gün çarpıştığımızda düşürmüşsünüz anca bulabildim sizi. Ayrıca siz ikinci kez karşılaştığınız herkesi sapık olarak mı değerlendirirsiniz?” Pekala haklı olabilir. Ama ne yapayım canım sanki daha önceden görmüşüm gibi geliyordu.
Gerginliğimi atacak bir soluk verdim. “Kusura bakmayın beyefendi, pek kolay şeyler yaşamadım. Kimlik için teşekkürler.” Dedim ve kimliğimi adamdan aldım. İlginç doğrusu nasıl oldu da fark etmedim.
“Ben Berat Sağlam. Kadın doğum uzmanıyım. Ayrıca oldukça şerefli bir doktorum Asu Hanım. Anladığım kadarıyla evlisiniz. Eğer hamilelik olayı falan olursa beklerim.” Diyen adama şaşırmıştım. Baya şeceresini dökmüştü. Aslında şu hamilelik olayı fena fikir değildi. Uzun zamandır Ömer’le sevişiyoruz. Ve ben korunmuyorum o da öyle. Bir kontrole gitmek fena olmazdı.
“Tekrar kusuruma bakmayın Berat Bey. Şimdilik bir hamilelik durumu yok galiba ama bir gün kontrol için gelebilirim.” Dedim sevecen çıkartmaya çalıştığım sesimle.
“Mutlaka beklerim Asu Hanım. Bir gün eşinizle de tanışmak dileğiyle. İyi günler.” Dedi son derece kibar bir sesle. Gitmek için arkasını dönecekti ki benim yanımda duran raflardan birinden gelen seslere ikimizde bakışlarımızı oraya çevirmiştik. Ancak gördüğüm şey pek hoş değildi zira demir bir kutu tam olarak kafama düşmek üzereydi.
Ben kafama düşecek diye kendimi korumaya çalışırken üzerime bir şey siper oldu. Küçük bir inilti eşliğinde üzerimden çekildiğinde bende şok içinde kalkıp bana siper olan adama baktım.
“Berat Bey iyi misiniz?” diye endişeyle sordum. Demir kutu diyorum arkadaşlar! Kafasına geldiyse, adamın pekmezi akmış olabilir.
“İyiyim iyiyim. Sırtıma geldi zaten. Siz iyi misiniz peki?” diye sorduğunda gereğinden fazla yakın olduğumuzu fark ederek geri çekildim.
“İyiyim bende. Teşekkür ederim.” Dedim.
“Rica ederim. Tekrar görüşmek üzere o zaman Asu Hanım. Mutlaka kontrole beklerim.” Diyip hızlı adımlarla çıkmıştı. Bana mı kızdı acaba? Aman bana ne canım? Ben mi dedim gel siper ol diye?
Her neyse bu gün kendime güzel şeyler almalıydım. İç çamaşırı olan reyona doğru ilerledim. Kendime oldukça iddialı bir şeyler seçmeliydim. Elbiseyi daha sonra da alabilirdim.
Kendime güzel bir şey seçip oradan ayrıldım. Ali’de hiçbir şeyden habersiz kapıda bekliyordu. O da ben çıkınca peşime takıldı. Eve vardığımda kocam bey yine döktürmüştü. Mutfak kısmından harika kokular geliyordu.
“Benim yakışıklı Ağa kocam yine karısına neler hazırlamış bakalım?” dedim neşeli ve heyecanlı bir şekilde.
“Karıma layık olmasa da yaptık bir şeyler Hanım Ağa’m.” Dedi.
Böyle demişti ama yine muhteşem gözüken bir sofra kurmuştu. Ben bu adamla bu konuda yarışamazdım.
“Ellerine sağlık Ağa’m.” Dedim onu taklit ederek. İkimiz de gülmeye başladık.
“Miraç videoyu attı mı?” dedim merakla. Babamın tepkisini çok merak ediyordum.
“Sana gönderecek.” Dedi. Nasıl yani neden?
“Ben öyle söyledim çünkü. Bundan sonra Miraç senin koruman. O evdeki işi bitince senin yakın koruman olacak.” Dedi keyifle.
“Nasıl yani? Artık bana mı çalışacak? Adamını komple bana mı veriyorsun Ömer Ağa?” buna çok mutlu olurdum. Miraç iyi bir korumaydı. Yalan yok bunca yıl beni birçok kez babamdan da kurtarmıştı.
“Aslına bakarsak bu pek benim seçimim değildi. Miraç rica etti. Bu işini bitirir bitirmez seninle çalışacak.” Dedi açıklayarak. Miraç’la iyi anlaşacağımız kesin.
“Tamam, o zaman. Bakalım babam olacak adamı ne kadar bozguna uğratabilmişiz?” dedim hevesle.
Telefonumu çıkartıp gelen mesajlara baktım. Gerçekten Miraç’tan bir video gelmişti. Yemek masasına geçtik, sanki film izler gibi telefonu sabitleyip yemek yiyerek izlemeye başladık.
Video babam otururken başlıyordu. Sonrasında telefonuna bir bildirim geliyor. Ve bum! O muhteşem şok anı.
Sinirden kızarmış suratıyla bağırıp etrafa öfke kusmaya başladı. “Nasıl?! Nasıl lan!? Bu herif heç yakalanmazdı! Azad!” diye abime bağırdı. Abim duyduğu seslerle salona geldi.
“Ne oluyor baba? Neden bağırıyorsun?” oysa suratından her şeyi anlamış gibi görünüyordu. Pek te üzgün olduğunu söyleyemezdim.
“Nasıl oldu bu? Ha! Ben sana sıkıntı çıkmayacak demedim mi?” diyip ekranı abime çevirdi. Abim sahneyi izlerken yüzünü buruşturmadan edemi. Ah bir de bunları kardeşinin yaptığını bilse neler düşünürdü acaba?
“Ömer Ağa’nın karısını kaptıracağını düşünmen hataydı baba! Nerde görülmüş bir Seymen’in karısını kızını kaybettiği.” Dedi abim. O bunu söylediğinde Ömer’in adem elması kavislendi. Gerginleşmişti. Bu kadar sert yutkunmasının başka sebebi olamazdı. Oldukça gergindi. Geçmişte ne olmuştu acaba?
Video burada bitiyordu. Videoyu kapatıp Ömer’e döndüm. “İyi misin? Neden gerildin?” dedim içimdekileri sorarak.
Kendini toparlamaya çalıştı. “Gerilmedim. Sadece… Neyse boş ver.” Diye kestirip attı.
Yerimden kalkıp yanına gittim. Kollarımı boynuna sardım, “Ömer, ben artık senin karınım ve sana söz veriyorum bu ben ölene kadar sürecek. O yüzden bana her şeyi anlatabilirsin.” Dedim yatıştırıcı bir sesle. Kafasını çevirip bana baktı.
Buruk bir gülümseme sundu bana. Bu gülümseme hoşuma gitmemişti. Hem de hiç! Nerede benim gamzeli gülücüğüm? “Belki bir gün Asu’m. Belki bir gün.” Dedi. O günü heyecanla bekliyor olacağım.
Kafamı onaylar biçimde salladım. Ve yerime geçip yemeğimi bitirdim. Sonrada birlikte odamıza geçip balayımızın tadını çıkarttık. Yani en azından bir süreliğine bunu yapabilirdik değil mi?
Bu arada ben size Gülcan ve Burak’ın evlenme kararından bahsetmiş miydim?
***
Bir Hafta Önce, Gülcan ve Burak:
Burak ve Gülcan Asulardan çıktıktan sonra yazlık eve geçmişlerdi. Gülcan odaya geçip üzerini değiştirirken odaya giren Burak karşısında gördüğü kadını artık bir an önce karısı yapmak istiyordu. Önceden üniversitesini bitirmesini bekliyordu ama artık sabrı kalmamıştı bu işi bu akşam halledecekti.
“Sevgilim, neden orada durmuş beni izliyorsun?” diyen naif sesle daldığı düşten yine düş mü yoksa gerçek mi olduğunu ayırt edemediği yere döndü. Bu sesi ömrünün sonuna kadar dinleyebilirdi.
“Hoşuma gidiyor çünkü. Sanki ömrümün sonuna kadar baksam bile yetmeyecekmiş gibi geliyor.” Dedi dolu dolu.
“Ben seni hak edecek ne yaptım acaba. Burak, seni çok seviyorum. Teşekkür ederim.” Dedi bu kadının sevmediği tek huyu buydu. Sürekli ona ait olduğu için teşekkür ediyordu. Asıl şanslı olan kişi Burak’tı.
“Şunu yapıp durma artık. Asıl ben teşekkür ederim o gün karşıma çıktığın için.” Eğer o gün yerde çökmüş bitik halde duran kız olmasaydı şuan bir Burak olmayacaktı. Çünkü o gün Burak intihar etmeyi düşünüyordu.
Ama o kızın hali daha çok ilgisini çekmişti. Merak ediyordu oldukça çökmüş gibiydi ama bir o kadar da güçlü. Kendisi annesinin ölümüne dayanamamış ve intihar etmek istemişti ama bu kız kadar kötü görünmediğine emindi. Yanına gittiğinde ona elini uzatmıştı. İkisinin de buradan gitmesi gerektiğini düşünüyordu. Kız başta tereddüt etse de sonradan elini tutmuştu. Ama gözlerinde gram korku yoktu aksine yoğun bir öfke vardı. Burak’ın annesini tanımadığı adamlar öldürmüştü.
Daha çok gençti o zamanlar üniversite 3. Sınıftaydı. 21 yaşındaydı. Ne yapacağını bilmeyen bir adamdı. Tıp okuyan geleceği parlak biriydi aslında ama annesinin korkunç ölümü onu yıkmıştı. Annesi işkenceyle gözlerinin önünde öldürülmüştü. Kızın yaşadıkları da kolay şeyler değildi. O günden sonra hiç ayrılmadılar ne yaparlarsa yapsınlar beraberdiler. Karanlık işlere başladıklarında ikisinin de hedefi farklı amacı aynıydı. Canlarını yakanların canını almak. Burak intikamını almıştı. Sıra güzeller güzeli sevgilisi Gülcan’daydı.
Ama öncesinde karısı olması gereken konular vardı. Karşısında sessiz kalan sevgilisine baktı. “Akşama hazırlan güzellik, seni harika bir yere götürüyorum. Şık giyin bebeğim.” Dedi ve sevgilisini öpüp akşam için hazırlanmaya gitti.
Onun için harika bir gece planlamıştı. İstanbul Boğazı’nın yanında bulunan harika bir yer vardı. Pek insan uğramazdı bu daha iyiydi. Çünkü Gülcan kalabalığı pek sevmezdi. Oraya birkaç kez gitmişlerdi ve Gülcan çok beğenmişti. Aslında şık giyinmese de olurdu ama onu en güzel haliyle görmek istiyordu. Allah’a bir kez daha şükretmek için.
Orayı güzel şeylerle süslemeye başlamıştı. Hava zaten serin değildi o yüzden rüzgârla bir sorunu yoktu. Hazırlıklarını bitirdiğinde neredeyse akşam oluyordu. Eve dönüp sevdiği kadını aldı. Harika görünüyordu. Her zaman ki gibi. Üzerine mor yırtmaçlı şık bir elbise giymişti ayağına siyah topukluları ve yine siyah çantasıyla oldukça göz kamaştırıcıydı.
“İşte benim kadınım. Sen benim hayatıma giren tek güzel şeysin.” Dedi hayranlıkla.
“Bana diyene bak. Çok şıksınız beyefendi.” Dedi son derece zarif bir şekilde. “Ee, nereye götürüyorsun beni?” dedi merakla.
“Sürpriz. Hadi bakalım atla. Gidelim.” Diyerek arabaya yürüyüp, kapısını açtı. Sevgilisi binince o da şoför koltuğuna geçip hazırladığı yere götürdü.
Oraya vardıklarında Gülcan oldukça şaşkın görünüyordu. Sevdiği kadının elinden tutup ilerletmeye başladı. Tam olarak hazırladığı masanın yanına geldiğinde masada duran servis tabağının kapağını açtı. İçinde duran kutuyu alıp hep yapmak istediği şeyi yapıp önünde diz çöktü. Gerçi ruhu defalarca onun önünde diz çökmüştü değil mi?
“Burak?!” dedi müptelası olduğu ses şaşkınlık ve heyecanla.
“Gülcan’ım, gülüm, canım, ömrüm, hayatım, sevdiğim, mucizem, şansım, yaşam kaynağım, her şeyim. Bunca yıl sen benim yaralarıma ilaç oldun belki bende senin. Her düştüğümüzde birlikte kalktık. Seninle en dibi de gördük en zirveyi de. Şimdi senden bir isteğim var.” Heyecandan parmakları titrerken kutuyu açtı “Eğer izin verirsen seninle bir ömrü hatta sonsuzluğu bir arada geçirmek istiyorum. Artık sadece sevgilim değil hem sevdiğim hem karım ol istiyorum.” Karşısındaki kadın heyecandan bayılmak üzere gibiydi. Aslında kendisi de pek farklı değildi. “Benimle evlenerek bana senin kocan olma onurunu verir misin? Ömrüm benimle bir ömrü devirir misin? Benimle evlenir misin?” dedi nihayet.
Gülcan’ın nefesi kesilmişti. Heyecandan dili tutulmuş gibiydi. sevdiği adam önünde diz çökmüş onunla evlenmek istediğini söylüyordu. Kafasını zorla onaylar şekilde salladı hemen ardından dili çözülmüş olacak ki “EVET!” gibi yüksek desibelli bir ses yükselmişti. Bu adama evet demeyecekti de kime diyecekti?
İkisinin de gözleri dolmuştu. Bir uçurum kenarında en dipte tanışmışlar şimdi bir Boğaz’ın kenarında en zirvede evlilik kararı almışlardı. Aşk nerden nereye şarkısı sanırım bu anlar için yazılmıştı.
Burak yüzüğü sevdiğinin parmağına geçirip aşk zehri bulunan dudaklardan biraz daha içti. Sonrasında yemeklerini yiyip düğün planlamasını yaptılar.
Aslında küçük bir şey yapacaklardı. Yalnızca kendi arkadaşları katılacaktı. Başka kimseye de gerek yoktu zaten. Nerede evlenecekleri ise oldukça ortadaydı. Nerede birbirlerinin mucizesi oldularsa orada…
***
Beş gün, koskoca beş gün geçmişti ama halen o pisliğe ulaşamıyordum. Bize tuzak kuran kişiyi hiçbir şekilde bulamıyordum. Odadan çok az çıkıyordum. Yemeklerimi bile bazen bana verilen odada yiyordum.
Bu sürede hiç Drakula Ağa ile karşılaşmamıştım. En son o muhteşem Ağrı Dağı hikâyesini anlattığında görmüştüm. Sadece ara sıra balkona çıktığımda o da kendi odasında olmalıydı ki birkaç ses duyuyordum. Bazen merakıma yenik düşüp odaya girip neler olduğuna bakmak istedim ama sonradan oraya girmemin yasak olduğunu hatırlayıp vaz geçtim. Ayrıca onun odası beni ilgilendirmezdi.
Karnım acıkmaya başladığında saate baktım. Saat 9 olmuştu. Yemek yiyip öyle devam etsem iyi olacaktı. Aslında beni kesseler bu saatte yemek yemezdim ama yemek yemeyi unutmuştum ve oldukça acıkmıştım. Masamın başından kollarımı ve boynumu esneterek kalktım. Her yerim tutulmuştu. Şu ana kadar bulabildiğim tek şey gizli düşmanın bizden başkalarıyla da uğraşmış olduğuydu. Tek hedef biz değildik yani.
Ama asıl olay şuydu ki. Sanırım yıllar önce Seymenlerin ve Şahin Ağaların arasında başlayan husumetin sebebi de bu düşmandı. Ancak bunu kimse fark etmemişti. Ben de yıllar öncesine ait bir belge sayesinde anlamıştım. Bizi birbirimize düşürmek için Drakula Ağa’nın nişanlısını öldürdükleri kurşunu istemiştim. Ve o kurşunun üzerindeki damgayla burada gördüğüm belgenin üzerindeki damga aynıydı. Belge de Şahin Ağa Aşireti’nin Seymenlerin mallarını baş düşmanlarına vermek için alıp yüklü miktarda dolandırdığı yazıyordu. Üzerine de bir not düşülmüştü. Kana kan, cana can, kadına kadın. Her şey tamamdı da kadın kısmını anlayamamıştım. Yıllar önceden kalan bir kız kaçırma mevzusu olmalı diye geçirdim içimden.
Bu düşman her kimse yıllar önceden başlamıştı iki aşiretle uğraşmaya. Ancak sonu gelmek üzereydi. Tabi ben onu bulabilirsem. Lanet olasıca çok iyi gizlenmişti.
Kapım çalınmaya başlayınca düşüncelerden sıyrıldım. Ben aşağı inip yemek yemeyi düşünüyordum ama sanırım Bilge abla benden önce düşünmüştü.
“Gel.” Diye seslendim kapıya. İçeri giren kişiyle şaşırmıştım. Elinde bir tepsiyle içeri giren kişi Drakula Ağa’nın ta kendisiydi.
“Minik kedi, yemeğe inmemişsin. Hayırdır, açlık grevine mi başladın.” Dedi garip bir tonda. Bana yemek mi getirdi şimdi bu adam? 5 gündür bir kere bile karşıma çıkmayan adam bu gün mü çıkıyordu? Her neyse pek te umurumda değildi zaten.
“Yok, öyle bir düşüncem yoktu Drakula Ağa. İnecektim şimdi. Kendimi fazla kaptırmışım çalışmaya.” Dedim açıklayarak.
“Anladım amma sen bana sağlıklı lazımsın minik kedi. Yemeğini ye.” Dedi sanki beni çok düşünüyormuş gibi. 5 gündür yüzünü gören cennetlik be! Neyse ya bana ne ki! “bulabildin mi bir şey?” diye sordu. Bende diyorum bu adam niye geldi. Gerçi başka ne sebepten gelecekti ki? Neler oluyor benim iç sesime böyle be?! Kendine gel kızım. Bu bizi ilgilendirmez.
“Pek bir şey yok. Ama endişelenmeyin lütfen elimden geleni yapıyorum. Ayrıca burada daha fazla kalıp sizi rahatsız etmek istemem bu yüzden bana kalan son 9 günde gizli düşmanı bulacağımı düşünüyorum.” Dedim bir solukta. Bana anlamadığım bir bakış attı. Tedirgin olmuştu sanki ama neden?
“Sakin. Sakin ol kedi. Kafana silah dayayıp yaptırmıyoruz. Kendini zorlamana gerek yok. Hem rahatsız olduğumu söyleyen kim?” dediğinde bu adamla her bir araya geldiğimizde olduğu gibi yine şaşırmıştım. Madem benden rahatsız değildi ne diye 5 gündür yemeği bile aşağıdaki salonda yemiyordu. İlk 4 gün belki oradadır diye tam onun yemek saatinde inmiyorum hayır. Sadece yemek saatlerimiz çakışıyordu. Ama ona rağmen yemekte bile görmemiştim.
“Söylemenize gerek yok. Ki kendinizi açıklamanıza da gerek yok. Ne de olsa ben burada misafirim. Herkes misafirlerden bir süre sonra sıkılır ve görmek istemez. Ayrıca biz zaten farklı taraflardayız sadece şimdilik ortak bir amacımız var.” Dedim kendimi de bunlara inandırma gereksinimi duyuyor olmam normal mi?
Hafifçe öksürüp kendine gelmeye çalıştı. Neden şaşırmıştı ki? “Doğru, haklısın farklı taraflardayız ama şimdi aynı taraftayız değil mi? Ben benden taraftan olandan sıkılmam minik kedi.” Bir süre yüzüme baktı. Sonrada, “Anlaşılan sen bu odada çok sıkılmışsın. İstersen korumalarla birlikte alışverişe gidebilirsin. Siz kadınlar çok seversiniz böyle şeyleri.” Dediğinde aslında pek hevesim yoktu. Çünkü aklım şu gizli düşmandaydı.
Çok düşündüğümü görünce yine söze girdi. “Ben gelmeyeceğim merak etme.” Dedi bıkkın bir şekilde. Harika, öyle değil mi? Muhteşem! İster gel ister gelme be adam bana ne?!
“Hayır istemiyorum. Yanımda yeterince kıyafetim var. Diğer eşyalarım da. Çıkmak istemiyorum. Ayrıca şuan düşündüm de aç da değilim ben lütfen tepsiyi alır mısınız?” dedim. Açık açık git diyorum be adam. Gitsene.
“Olmaz. Aç değilsen bile ye. En son sabah kahvaltı yapmışsın Bilge söyledi. Ya yersin ya da her şeyi bırakıp geri Van’a dönersin.” Dedi merakla. Aslında açtım evet ama sırf şu adam yememi istiyor diye yemeyecektim. Ancak işimi bitirmeden geri dönemezdim. Bu yüzden bıkkın bir nefes verip tepsiyi önüme çekip yemeye başladım.
Bitirdiğimde ona döndüm, “Yedim oldu mu? Şimdi lütfen beni işimle baş başa bırakır mısınız?” dedim.
“Oldu. Ama bırakamam.” Dedi ciddi ciddi. Sebep?
“Nedenini sorabilir miyim acaba Drakula Ağa?” sal beni be adam.
“Haydi gel benimle.” Dedi ve beni kolumdan tutup ayağa kaldırdı. Ne oluyor be!?
“Nereye gidiyoruz? Bırakır mısınız lütfen?” nereye götürüyor bu despot beni.
“Drakula Ağa diyorum! Nereye?!” diye sesimi yükselttiğimde durdu ve bana döndü.
“Susup gelecek misin? Yoksa ben kolay götürmenin yollarını mı bulayım?” dedi hadi ama ne saçmalıyor bu adam.
“Neyden bahsediyorsunuz siz? Bana bu şekilde davranamaz…” sözüm yarım kalmıştı çünkü devamını çığlığımın eşlik ettiği hareketi almıştı. Beni sırtına mı attı bu herif?! Ne yapıyor bu adam ya?!
“Ne yapıyorsunuz Drakula Ağa? Bırakır mısınız beni? Nereye gideceğimizi söyleyin bari?” dedim ama durmadı ya da bırakmadı. Bir dakika şuan biz yukarı kata mı çıkıyoruz? Üçüncü kata mı?
“Sus artık minik kedi. Yukarı götürüyorum seni.” Dedi ve merdivenleri çıkmaya devam etti.
“Biz üçüncü kata mı çıkıyoruz? Hani yasaktı?” dedi sesimi alçaltarak. Belki böyle beni indirirdi.
“Artık değil.” dedi ve katın kapısını açtı. Evet, buranın diğer katlardan farklı olarak çelik bir kapısı vardı. İçeriye geçtiğimizde kapıyı arkadan kapattı.
“Beni bırakır mısınız artık? Kaçmaya çalışmayacağım.” Dedim bıkmış bir tonda. Beni sakince yere indirdi. Ve nihayet dünyaya tersten bakmayı bırakabilmiştim.
“Neden buraya geldiğimizi açıklayacak mısınız?” dediğimde bir şeyler canını sıkmış gibi ofladı.
Boğazını temizledi ve sağında duran düğmeye basıp ışıkları açtı. Her yer aydınlarken gözlerim kamaşmıştı. Tak diye açılır mı be adam gözlerim kör oldu.
Gözlerimi açabildiğimde gördüğüm şeyle donakalmıştım. Bu, bu, bu HARİKA! Hadi ama gerçek sistem burada mıydı? Kat koca bir bilgisayar odasıydı. Ben kaç gündür sadece oyuncaklarla oynuyormuşum! Burası gerçek dışı gibiydi. Odanın bir duvarı büyük bir monitörle kaplıydı. Diğer kısımlarında ise 20 den fazla bilgisayar ve henüz Türkiye’ye gelmediği bilinen teknoloji harikaları vardı. Burası bana evim gibi hissettirmişti.
“Bu, bu olağanüstü.” Dedim zorla konuşarak. Beni neden bir haftadır saçma sapan küçük oyunuyla uğraştırdı ki? Bunlarla işim çok kısa sürebilirdi.
“Artık burada çalışabilirsin. O çalıştıkların sadece buradakilerin bir kısmıydı. Onlar bile senin sisteminden oldukça iyilerdi. Ama sen o düşük seviyeli sistemle bile beni yakalamayı başarıyordun.” Dedi.
“Neden başından beri burada çalışmadım. Şimdiye çoktan işimi bitirmiş olurdum. Sizde bana bu kadar katlanmak zorunda kalmazdınız.”
“Yahu kadın! Sana kim dedi bunları? Kim diyor sana katlanmak zorunda kaldığımı?” dedi hiddetle. Niye kızdı ki bu şimdi? Yanlış bir şey mi dedim?
“Ben diyorum! 5 gündür gelip işlerin ne durumda olduğunu bile sormadığınıza göre beni görmeye tahammülünüz yoktur herhalde?” deyiverdim bir anda. Hay ben dilimin kemiğini… Ağzımın ayarını… Beynimde bulanan tüm hücreleri… Tutsana kızım şu çeneni!
Bana baktı bir süre ama beklemediğim bir şey söyledi. “Sende bana şöyle hitap etme artık! Siz ne minik kedi? Birden fazla mıyım ben?” dedi o da bir anda. Sanki o da söylememesi gereken bir şey söylemiş gibi gözlerini kapatıp dilini ısırdı.
Buna takıldığını hiç düşünmemiştim. Bir anlığına kaskatı kesildik ikimizde. Söylediklerimizi ikimizde yeni algılıyor gibiydik. Fark ettiğim şey ona yabancı gibi hitap etmemi istemiyordu. Fark ettiği şey onun benden uzak olması canımı sıkmıştı.
“Sen, neden benim yokluğuma bu kadar kuruldun?” dedi meraklı bir sesle. Bende soruya soruyla karşılık verdim.
“Siz, neden sizle mesafeli konuşmama bu kadar kuruldunuz?” dedim. Yine mesafeli konuşmuştum. Tam bir şey diyecekti ki içeri giren Bekir ve diğer birkaç kişiyle sözü dilinde takılı kaldı.
“Ağa’m istediğin adamlar geldi.” Dedi Bekir saygılı bir şekilde. O an dip dibe durduğumuzu fark etmiştim. Yutkunup bir adım geri çekildim. O da bakışlarını benden çekip Bekir’e döndü.
“Gelsinler!” dedi. Sanki daha çok Bekir’in gelmişine geçmişine sövmüş gibi söylemişti.
İçeri giren 5 kişiye baktım. Bu rakamı artık sevmiyorum! Kimdi bunlar?
“Bunlar kim?” dedim kendime gelerek.
Bana döndü yeniden, “Senin ekibin. Bu kadar bilgisayarı tek başına kullanmaya zamanın yetmez.” Dedi. Haklıydı.
“Anladım.” Dedim. İçlerinden biri bir adım öne çıktı. Bana bir değişik bakıyordu. Nasıl desem? Utanmasa gözlerinden kalpler çıkartacaktı.
“Merhaba. Leyla Hanım değil mi?” dedi ve yanıma gelip nazikçe elimi öptü. Nedense yanımda duran Drakula Ağa’ya bakma hissi uyandı içimde. Baktım da, ama gördüğüm şey pek hoş değildi. Hafiften bir gözü seğiriyordu sanırım. Elimi öpen adama öldürücü bakışlar atması da cabasıydı. Ne yani kıskanmış olamaz değil mi? Bu mümkün olamaz bence. Daha nişanlısı öleli 3 hafta bile olmamışken bunu yapmaz.
“Evet, sizlerin isimleri nedir? Ne de olsa artık birlikte çalışacağız.” Dedim kibar bir sesle. Yine dönüp ona baktım. Şimdi de aynı bakıştan bana atıyordu. Ne be?
“Ben Serdar.” Dedi karizmatik olduğunu düşündüğü sesiyle. Bir dakika Serdar mı? Ben dudaklarımı birbirine bastırıp gülmemeye çalışırken. Drakula Ağa’da bir küfür mırıldandı. Sanırım bizi kandırdığı isimle karşılaşmayı o da beklemiyordu.
“Yanlış bir şey mi söyledim?” Anlamaman çok normal Serdarcım. Ben gülmemi tutamayarak kahkaha atmaya başladım. Nihayet kendime geldiğimde Drakula somurtarak bana bakıyordur diye düşünmüştüm ancak yüzündeki tebessümle sekteye uğradım. Neden tebessüm ediyor ki?
“Yok, yok. Yanlış bir şey söylemedin. Yusuf Ağa’yla aramızda bir espri diyelim.” Dedim Serdar’a dönerek.
“Ha, anladım.” Diğerleri de sırayla kendini tanıttı. Beyza, Aras, Günay ve Elif’le de tanıştık.
“Mi… Leyla, bir gelsene sen benle.” Dedi Drakula ve beni yine kolumdan tutup bir köşeye çekti. Kolumla ne derdi var bunun? Ayrıca bana Leyla demesi de dikkatimden kaçamadı. Yalan yok hiç hoşuma gitmemişti. Sanırım kediye alışmışım.
“Ne oldu Yusuf Ağa?” dedim o bana normal seslenirse bende normal seslenebilirdim.
“Kadın sen beni delirtmek mi istiyorsun? Bana siz diyorsun, elin adamına sen!” dedi cidden buna mı takıldı. Kafamı karıştırıyorsun Bay Drakula.
“Gerçekten mi? Buna mı takıldınız?” dedim sessiz bir şekilde.
“Emrediyorum ulan! Bana bundan sonra siz diye hitap etmeyeceksin!” dedi bir anda hiddetle. E yuh ama!
“Pardon anlamadım!?” dedim bende.
“Anlamayacak bir şey yok. Burada benim evimde olduğun sürece benim istediklerimi yapacaksın. Bende bana siz diye değil sen diye hitap etmeni istiyorum.” Manyak her halde.
“T tamam. Öyle derim.” Dedim hafiften tırsarak.
“Güzel, şimdi işinin başına dönebilirsin minik kedi.” Dedi. Cidden kafada hafif çatlak olabilir.
“Tamam Drakula Ağ…” burada dilimi ısırdım. “Drakula.” Dedim sadece. Ve tatlı tatlı gülümseyip oradan uzaklaştım. Bir süre idare edebilirdim. Zaten bu ekipman ve ekiple hızlıca bulabilirdim gizli düşmanı.
“Evet ekip başlayabiliriz. Hazır mısınız?” dedim heyecanla. Serdar denen adam yanıma geldi. Ve benim için bir sandalye çekti.
“Buyurun Leyla Hanımcığım.” Dedi kibarca. Tatlıydı aslında. Sarışın uzun nereden baksan 1.90 boylarında ve tipi oldukça iyi biriydi. Tam bir baby faceydi.
“Teşekkür ederim Serdar.” Dedim ve masama geçtim. Herkes yerini aldığında. Çalışmaya başladık. Sisteme rağmen en az iki gün harcamamız gerekiyordu. Çünkü karşı taraf ta oldukça güçlüydü.
Uzun bir süre çalışmak isterdim ama gece yarısı olduğu için herkes dağıldı. Ben biraz daha kalıp devam ediyordum. Kapı açıldı ve içeri Drakula Ağa girdi.
“Minik kedi, haydi bırak artık. Odanın kilit sistemi var iki dakika içinde çıkmazsan oda kendiliğinden kilitlenecek. Saat 12 de kilitleme özelliği var.” Dedi. Nasıl yani kapıya kod mu atmışlardı. Yuh! Ayrıca ne bu böyle külkedisi mi? Neden saat 12 de.
“Neden böyle bir şey yaptınız…” dilimi ısırdım ve düzelttim. “yaptın ki? 12 den sonra girince sistem mi çöküyor?” dedim. Toparlanmaya çalışırken.
Kendimi düzeltmemden memnun olmuş olacak ki hafif tebessüm etti. “Geceleri sisteme saldırı düzenleyen bir kedi sağ olsun. Mecbur kaldık.” Diyince aydınlandım. Ben geceleri saldırı düzenlerdim genelde fark edilmez diye. Demek o yüzden sadece Serdar Sarıca ismini bulabilmiştim. Geceleri sistem kapandığı için sızamıyordum.
“Anladım, oldukça zeki bir kedi olmalı ki sana bu kilit sistemini yaptırtmış.” Dedim alay eder gibi.
“Öyledir öyle…” demişti ki kapı kapanıp klik sesi duyulunca sustu. Hadi ama şaka değil mi bu? Biz burada kilitli kalmadık değil mi? Hayır ya!
“Kalmadık de. Lütfen burada kilitli kalmadık de Drakula!” dedim şaka gibiydi çünkü ışıklarda otomatik olarak kapanıştı ve bilgisayarlarda öyle.
“E ben sana dedim iki dakikan var diye! Ne diye oyalanıyorsun?” dedi. Ve yanıma geldi.
“Telefonun yanında mı bari? Söyle adamlarına da açmanın bir yolunu bulsunlar.” Dedim. Ama o pek oralı değildi.
“Üzgünüm ama odamda kaldı. Karanlıktan korkmuyorsun değil mi?” yok daha neler. Ben oldukça teknolojik bir kızım. Yanımda ışık oluşturacak şeyler hep olur.
“Hayır tabi ki ama sen korkuyorsan ışık açabilirim.” Dedim ve kol saatimden birkaç tuşa dokunup. Işıklardan birini açtım. Tabi ki burada kalmayacağız. Kod kırmak benim işim.
“Sen bu işte baya iyisin minik kedi.” Dedi hayrete düşmüş bir şekilde.
“Daha başlamadım bile. Hazır mısın? Şimdi de kapıyı açacağım.” Dedim ve telefonumu çıkarttım. Arkasındaki minik dijital böceği çıkartıp kapıya yapıştırdım. Her zaman tedarikli gezerdim. Birkaç kod denedim ama kilidi kıramadım.
“Boşuna uğraşma açılmaz. O kodu hiç kimse kıramaz. Işıklar da az sonra kapanacak. Sistemin virüs temizleme özelliği de var. Yarın saat 7 de açılacak.” Dedi ve arka tarafta bir yere ceketini çıkarıp koydu ve üzerine oturdu. Şaka olmalı bu!
Oflayıp yanına gittim. “Neden bu kadar uğraştın ki? Zaten açığa çıkacaktın. Ben bulurdum yine seni.” Dedim gerçekçi olarak. Bir iki gün daha saklansaydı bulurdum. Yanındaki boş kısma geçip oturdum.
Yüzünü bana döndü, “Bulamazdın. Ben istersem bulabilirdin.” Dedi. Hiç sanmıyorum.
“Neyse ne. Biz şimdi saat 7 ye kadar burada mı bekleyeceğiz?” dedim yorgun ve uykulu bir sesle. Cidden çok yorulmuştum. Hafifçe esneyip kafamı arkamda duran duvara yasladım.
“Senin adına üzüldüm. Birlikte vakit geçirmekten hoşlanmadığın biriyle bu kadar zaman bir arada kalmak zorundasın.” Dedim sıkkın bir nefes verdi.
“Hay ben 5 gün senden kaçıp düzelebileceğimi düşünen aklımın seviyesini sikeyim.” Dedi mırıltıyla ama ben pek duyamadım çünkü gözlerim kapanmaya başlamıştı. Kafam sabit durmadığı için onun omzuna doğru düştü. Ve oldukça saçma bir rüyaya daldım. Rüyama da bari rahat bırak be Drakula!
Gözlerimi yavaş yavaş araladığımda. Yanımda kısık sesle bir şeyler mırıldanan adamı duydum. Bir dakika benim kafam şuan tam olarak nereye yaslı. Gördüğüm şeyler eğer ayaksa o halde ben, ben Drakula’nın bacaklarının üzerinde mi uyumuştum?
Hızla kucağından kalktım. Uykulu uykulu ona baktım. Sabah olmuş olmalıydı.
“Kusura bakma, uyuyakalmışım. Rahatsız ettim seni de. Saat 7 oldu mu?” dedim uyku mahmuru bir sesle.
Yüzüme baktı bir süre dudaklarını sıkıca bir birine bastırdı. “Şunu demeyi ne zaman bırakacaksın minik kedi?” dedi bıkkınlıkla. Bırakasım gelmiyordu. Ayrıca dün gece söylediği şeyleri düşününce… Her neyse, böyle bir şey imkânsız. Sesi uykulu gelmiyordu. Uyumuş muydu acaba? “Saat 6.32, yarım saat sonra sistem açılacak.” Dedi.
“Tamam. Siz… Sen uyumadın mı Drakula?” diye sordum. Halen daha dilim sürçüyordu. Ona siz diye hitap etmeye alışmıştım.
“Uyudum. Hem de uzun zaman sonra ilk kez bu kadar iyi uyudum.” Dedi memnun bir şekilde.
“Daha önceden uyuyamıyor muydun?” dedim. Yarım saati susarak geçirmek istemiyordum.
“Pek sayılmaz. Sesleri mi duydun?” dedi hafif dalgınlaşmıştı.
Duymuştum, evet. Ama o bunu nereden anladı ki? “Nereden anladın?” dedim.
“Birkaç kez balkon camından içeri baktın ve girmek istedin. Gördüm.” Dedi. Tabi ki gördü. Ne sanıyordum, kabak gibi camın önündeyken fark etmeyeceğini mi?
“Üzgünüm, istemeden oldu. Çok fazla ses gelince meraklandım. Özelse anlatmak zorun…”
“Beş yıl önceydi. Anam, babam, dedem, kardeşim, abim hepsi aynı gece öldü. Oradan çıkarabildiğim tek kişi Canan’dı, eski nişanlım.” Diye anlatmaya başlayınca şaşırdım. Geçmişini bana anlatacağını düşünmemiştim.
“Bir patlama oldu. Eski konağımızın aşçısı hain çıktı. Gece gazı açık bırakmış sonra da evden çıkmış. Yapması gereken son şeyi de evde kurduğu tuzakla yapmış. Basit bir ip tuzağı. Annem ipe bastı ve her şey, her şeyim bir anda yok oldu. O sırada ben evde değildim. Eve geldiğimde herkes evle birlikte yok olmuştu. Evden aksayarak çıkan Canan’ı görünce hemen yanına gittim. Onu hastaneye yetiştirdim. Bana tüm olanları o anlattı. O zamanlar daha yeni sevgili olmuştuk. Eve geldiğini bilmiyordum. O günden beri hep buna benzer krizler oluyor. Merak etme ama başkasına zarar vermem. Düşmanlarım hariç.” Dedi. Vay be herkeste olduğu gibi onunda geçmişi pek hoş değildi. Neden insanoğlu hep zor şartlardan geçerdi ki? Hayatımız boyunca hep mutlu olmanın bir yolu yok muydu? Güzel şeylerin olması için öncesinde hep acı mı çekilmeliydi?
“Ne desem yararı olmayacak biliyorum ama her acının sonu mutlaka mutluluktur. Hayatta her şey muazzam bir denge içerisindedir. Mutlu olacağın günler pek te uzak değil bence.” Dedim iyimser olmaya çalışarak.
Bana bakıp burukça gülümsedi. Sonra gözlerinin içi parlar gibi oldu. Sonra burukluk geçti tebessüme dönüştü. “Bence de pek uzakta değil.” dedi ve kapıdan gelen klik sesiyle ikimizde bakışlarımızı birbirimizden kopardık. Ayağa kalkıp kapıdan çıktım ve hiçbir şey söylemeden alt kata indim. Bu da neydi şimdi!?
Odama geçip kapıyı arkamdan kapattım. Kendimi toparlayıp işimin başına dönmeliydim. Buradan en kısa zamanda gitmem gerektiğini hissediyordum.
Makyaj masamın başına geçip kendimi iyi hissetmek için güzel bir makyaj yaptım en sonda yine pembe rujumu sürdüm ve parfümümü elime aldım. Bir süre düşündüm sıksam mı acaba diye. Sonra vazgeçip yerine geri bıraktım. Zaten dünden kokusu duruyordu. Altıma yazlık çiçekli diz altı bir etek giydim. Üzerime de beyaz bir crop geçirdim. Saçlarımı da dağınık bir topuz yapıp tekrar üçüncü kata çıktım.
Oraya çıktığımda saat 9’a geliyordu. İçeriye girdim ve kapıyı kapattım. Işıkları yakıp kendi masa oturdum. Hemen çalışmaya başlamalıydım. Parmaklarım ve tuşlar daha yeni buluşmuştu ki kapı açıldı ve içeri ekibim girdi. Ancak içlerinden birisi eksikti.
“Ekip, hoş geldiniz. Biriniz eksik gibi?” dedim sorgulamayla karışık.
“Serdar’ın çok önemli bir işi çıkmış Leyla Hanım. Size veda etmek istedi ama erkenden çıkmak zorunda kaldı. Bu süreçte yanımızda olamayacak.” Diye açıkladı Aras. İlginç, oldukça hevesli gibiydi bu işe.
“Peki madem o halde herkes iş başına. Size birkaç dosya göndereceğim onları inceleyip bana kısa rapor atmanız lazım.” Dedim işe başlayarak.
“Leyla Hanım, dün gece üst katta kilitli kalmışsınız sanırım?” dedi Beyza imayla. Neyin imasıydı bu acaba?
“Evet, maalesef öyle bir talihsizlik oldu. Ancak sorun yok.” Dedim sakince.
“Yusuf Ağa’da seninle kalmış galiba?” dedi Günay. Bunlar neyi ima ediyor şuan.
“Evet, arkadaşlar onunla kilitli kaldık. Benim işim biterken gelip uyardı sistem 12 de kapandığını bilmiyordum. Gecikince de kilitli kaldık. Var mı başka sorusu olan? Yoksa artık işimize bakalım lütfen.” Dedim açıklama yaparak. Ancak Elif’in sözleriyle şok geçirdim.
“Nasıl yani sistemin 12’de kapandığını bilmiyor muydunuz? İyi ama bu sistemi dün gece Yusuf Ağa bize kurdurtmuştu ve sizin de bilginiz dâhilinde olduğunu söylemişti.” Dedi. Ne! Bilerek mi yapmıştı bunu bu Drakula?!
“Nasıl yani bu sistemi siz mi kurdunuz hem de dün akşam?” dedim şaşkın çıkan sesimle. Drakula’ya bunun hesabını mutlaka sorardım ama asıl önemli olan kısım ekibimin bu kadar kısa sürede bu kadar güçlü bir sistem oluşturabilmesiydi. Bu ekip bir harikaydı.
“Evet, biz kurduk. Kabul edin çok güçlüydü.” Dedi gururla Aras.
“Çocuklar siz bir harikasınız. Ama şımarmak yok. Hadi bakalım aynı performansı bu iş içinde istiyorum sizden.” Dedim.
“O iş bizde başkan.” Dedi Günay. Bana samimi davranıp siz diye hitap etmeyen tek kişi oydu. Oldukça eğlenceli birine benziyordu.
Uzun süren çalışmanın ardından oldukça ilerlemiştik. Onların sistemine sızmamıza az kalmıştı. İnceleme istediğim belgelerden maalesef ki bir şey çıkmamıştı. Saate baktığımda saat 18.30 olmuştu. Akşam yemeği saati gelmek üzereydi. Aslında sabah kahvaltımı yapamam diye düşünmüştüm ama Bilge Abla bir ara üst kata çıkmış ve kahvaltımı getirip geri gitmişti.
Sistemi saldırı modunda bırakıp en alt kata inmiştik. İndiğimizde çalışanlar sofrayı kuruyordu. Her birimiz yerimize oturduk. Ben masanın başındaki sandalyenin sağ tarafındaki yere oturdum. Hemen yanımda Elif oturuyordu onun yanında da Beyza vardı. Karşımda Günay onun yanında da Aras vardı.
“Yani illa saat 7’yi mi bekleyeceğiz biz? Başkan valla ben çok açım dayanamayabilirim haberin olsun.” Dedi Günay sabırsızca yemeklere bakarken.
“Sabırlı ol. Bu benim inisiyatifimde olan bir şey değil. Bu evin kuralı bu.” Dedim uyarıcı bir tonda.
Derince ofladı ve somurtmaya başladı. Sadece 5 dakika daha beklemeliydi. “Abartma Günay. Hepimiz kahvaltıyı beraber yaptık. Ve o zamandan itibaren hiç birimiz bir şey yemedik.” Dedi Elif bıkkınca.
“Başkan yedi ama.” Dedi sitemle Günay. A ah be ne alaka be?!
“Leyla Hanım’ın düşüneni var çünkü oğlum. Bizi kim düşünsün?” dedi hüzünle Aras. Ben bunları çok pis döverim ama.
“O ne demek ya? Bilge Ablam getirmiş ben ne yapayım? Hem kahvaltımı yapmamıştım.” Dedim çocuksu bir tavırla.
“Sen cidden bunu Bilge Ablanın düşündüğünü mü sanıyorsun?” dedi Günay. Başka kim düşünecek ki?
“Başkan kusura bakma ama sen baya saftiriksin.” Dedi ciddiyetle. Ne diyor bu be? Asıl o saftirik.
“Günay, sen şunu açık açık söylesene bir. Kimmiş beni düşünen?” dedim sesimi düz tutmaya çabalayarak. Eğer o Drakula’nın ismini verirse elimden çekeceği vardı.
Tam konuşacakken içeri Drakula geldi. Tekrar Günay’a döndüğümde bir bana bir ona bakıp sırıtıyordu. Masaya baktım salatalık turşusunu görünce birini alıp Günay’ın suratının ortasına attım. Pis sırıtışı kaybolmazken suratından düşen turşuyu alıp ağzına attı ve keyifle çiğnemeye başladı. Bu adam akıllanmazdı. Hal buki dışarıdan bakan birisi akıllı uslu biri sanırdı.
Ters ters bakmaya devam ederken Drakula masaya gelip en başa oturdu. “Ne oluyor mi- Leyla? Ekiple aran iyi değil mi yoksa?” dedi merakla. Şimdi elime düştün işte Günay Efendi. Tehditkâr bir bakış attım.
Somurtmaya başlayınca gülüp, “Yok, gayet iyi anlaşıyoruz. Onlardan çok memnunum.” Dedim. Ama bakışlarımı Günay’a çevirip tehditkâr bakışlarımı sürdürdüm. Bu her an seni kovdurabilirim demek oluyordu.
“Tabi ki çok iyiyiz. Başkan dün çıkardığımız işi duyunca bizimle gurur bile duydu.” Dedi Günay övünerek ama Drakula o kadar gurur duymuşa benzemiyordu.
Ağzına attığı lokması boğazında kalırken. Sinirli sinirli Günay’a bakıyordu. “Yani dün iki saat çalışmamıza rağmen çok ilerledik Yusuf Ağa’m Günay ondan bahsediyordu. Değil mi Günay?” dedi Beyza toparlamaya çalışarak. Doğru ya Drakula benim dünkü olayı bilmediğimi sanıyordu.
Drakula öksürmeye devam ederken biraz olsun rahatladı. “Tabi. Tabi ki ondan bahsediyorum. Başka neyden bahsedeceğim ki?” dedi inandırıcı olmaya çalışarak.
“Dra- Yusuf iyi misin? Bir şeyler içine oturmuş gibi. Su ister misin?” dedim suyu ona doğru uzatarak. Çocuklar bıyık altından gülerken Drakula suyu elimden alıp içmeye başladı.
Suyu bitirdiğinde bana döndü. “Söylediler değil mi?” dedi hüzünle. Başımla onayladım. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.
“Onlara kızma. Ben sıkıştırdım.” Dedim yalan söyleyerek. Bu kadar sağlam bir ekibim varken onları hemen kaybetmek istemezdim.
Bir şey diyecek oldu ama durdurdum. “Sonra, sonra konuşuruz önce yemek yiyelim.” Dedim sakin bir sesle. Kafasıyla beni onaylayıp yemeğine döndü.
Yemek bitince hepimiz ayaklandık. Günay yine çenesini tutamayıp, “Hayırlı işler Yusuf Ağa’m” diyince ben kıpkırmızı oldum. Drakula ise hiçbir tepki vermemişti hatta hafiften tebessüm ettiğine yemin edebilirim ama kanıtlayamam. Neler dönüyor burada?!
“Günay, kardeşim istersen sen işine dön yoksa işinden olacaksın.” Dedi Aras onu tutup yukarı çıkarırken.
Onlar gidince baş başa kaldık. “Evet, seni dinliyorum Drakula.” Dedim sorgulayıcı bir sesle.
Boğazını temizledi ve devam etti. “Ne duymak istiyorsun?” dedi. Ciddi mi bu adam?
“Neden sistemi o gece kurdurtup üstüne bir de benim bilgim olduğunu söyledin? Ha bir de bana benim sana siber saldırı yaptığım zaman kurduğunu söylemiştin. Neden? Neden varlığından rahatsız olduğun bir kadınla onca saati birlikte geçirmek istedin?” dedim.
“Senin varlığından rahatsız olmadığımı anla diye! Şu saçma sapan fikri aklına soktuğum için zaten kendime durmadan küfrediyorum! Belki böylelikle anlarsın diye!” dedi sinirle. Niye böyle yapıyor bu adam. Kafamı karıştırıyor.
Yüzüne bakakaldım bir süre. Sonra biraz kendime gelince, “Kafamı karıştırıyorsun Drakula.” Dedim ve odama çıktım. Cidden yapıyordu bunu. Ya bir planı vardı ya da gerçekten düşüncesinden bile korktuğum o hislere kapılmıştı. Tercihimi soracak olursanız bende henüz bilmiyorum.
Bunları düşünmek istemiyordum. O yüzden en hızlı şekilde işimi halledip buradan def olup gitmeliydim. Odamdan çıktım ve üçüncü kata çıktım. Ekip harıl harıl çalışıyordu.
“Ne yaptınız? Sızabildik mi?” dedim tamamen işime odaklanarak.
“Az kaldı bu gün değilse yarın sızarız Leyla Hanım.” Dedi Elif. Şu Hanım işini çözmemiz lazım.
“Artık bana Leyla Hanım demenize gerek yok. Leyla yeterli, ya da herhangi dostça bir şey de olabilir.” Dedim. Biraz mırıldandılar ama kabul ettiler.
“Beyza, kod geldi. Bizim kim olduğumuzu öğrenmeden hallet şu işi.” Dedim. Daha bilmemeliydiler. Yoksa sisteme zarar verebilirlerdi.
“Bende Leydim.” Dedi. Dostça hitaptan kastım bu değildi ama hiç fena değildi.
“Günay senin bölgendeler. Kolla arkanı kardeşim hep ben mi uğraşacağım.” Diyen kişi Günay’ın ilgilendiği kısma sızmaya çalışan virüsü devre dışı bırakan Aras’tı.
Elif, Aras ve ben onların sistemine sızmaya çalışırken Günay ve Beyza’da bize yapılan saldırıları karşılıyordu. Çok az kalmıştı kilit kırılmak üzereydi. Yarına kadar bu iş hallolacaktı. Henüz Asulara haber vermemiştim. İş bittiğinde ve ben o gizli düşmanı bulduğumda müjdeyi verecektim. Bu ekibi artık bırakacağımı sanmıyordum. İş bitince onlara benim yanımda çalışmayı teklif edeceğim kesindi.
“Bu günlük yeter malum 12 de kilitleniyor burası. Haydi herkes odalarına. Yarın bu iş bitecek.” Dedim kesin bir sesle.
Vay be! Cidden kimse ismimi kullanmayı tercih etmeyecek miydi? Hadi ama bana bu evde neden kimse ismimle hitap etmiyordu? Günay Başkan, Beyza Leydim, Elif Leyloş, Aras Quen diyordu. O Drakula’dan bahsetmiyorum bile!
“Size de iyi geceler ekip.” Dedim ve onlarla beraber çıktım. Odama geçtim ve biraz kafamı toparlamak için balkona çıkıp Ağrı Dağı’nın muhteşem manzarasını seyrettim. Bu gün oldukça yorucu bir gün olmuştu, her anlamda.
Biraz daha burada kafa dinleyip odama girdim. Daha doğrusu girmek istedim. Çünkü Drakula’nın odasından yine o sesleri duymaya başlamıştım. Bu kez burada duramazdım. Gidip onu sakinleştirme dürtüme engel olamadım ve adımlarımı yasak olmasına rağmen onun odasına çevirdim.
Balkon kapısının önüne geldiğimde kapı açıktı. Yavaşça kapıyı açtığımda içeride gördüğüm manzarayla şok olmuştum. Her yer darmadağındı. Yerle bir edilmiş bir çalışma masası, kırık vazolar, ters dönmüş tekli koltuk, daha bir sürü kırık eşya. Bu adam iyi değildi. Yardıma ihtiyacı vardı.
“Yusuf! Yusuf! İyi misin?” dedim endişeyle. Hızlı hızlı nefesler alıyordu. Sırtı bana dönüktü, üstü şuan çıplaktı ama bu pek umurumda değildi. Hiç iyi görünmüyordu. Ona doğru bir adım attım.
“Git buradan!” dinlemedim ve bir adım daha attım. “Git dedim kedi!” dedi yine sinirle. Ama ben yine dinlemedim. Bu adımımda tam arkasındaydım. Hırsla arkasına döndü, kollarımı sertçe kavradı ve gözlerinden alevler çıkartarak “Sana git dedim Leyla!” diye bağırdı. Kılımı bile kıpırdatmadım. Gözlerim dolmuştu, nedenini bilmiyorum ama dolmuştu işte. Ama hiç sesimi çıkarmadım. Ne gittim ne de bir mimik oynattım.
“Gitmeyeceğim!” diye bu kez ben bağırdım. O kendine gelmeden buradan gitmeyi planlamıyordum.
“Ne olursun git Leyla.” Dedi yorgunca. Omuzları düştü, kolumdaki elleri gevşedi. Gözümden akan bir damla yaşa engel olamadım. Dik duruşumu bozmadım. Onun bu hallerini ilk kez görüyordum. Bunca yıl bunları mı yaşıyordu yani? Onu bu halde bırakamazdım.
“Gitmem.” Dedim güçlü bir sesle. Gözlerimin en derinine baktı, içimin titrediğini hissettim. Sanki bunca yıl ona bir elin uzanmasını bekliyormuş gibi baktı bana. Bunu söyleyeceğim aklıma gelmezdi ama o el ben olmuştum.
“Neden? Neden gitmiyorsun ki?” dedi yine yorgun çıkan sesiyle.
“Neden gitmemi istiyorsun?” dedim bende ona soru sorarak.
Yine baktı gözlerime bu defa korku yerleşti gözlerine, göz bebekleri titredi. Kolumu tutan elleri aşağıya doğru kayıp düşmek üzereydi ama bunun olmasını istemeyen bir yanım buna engel oldu. Elleri uzaklaşmak üzereyken onun ellerini tuttum. Ne düşünmüştü neyden korkmuştu bilmiyordum.
“Ne olur git Leyla. Git be kızım. Yoksa sende kaybolacaksın, git.” Dedi burukça. Gözleri doldu.
“Gitmeyeceğim. Ben kaybolmak istemediğim sürece de kaybolmam. İyi olduğunu görmeden hiçbir yere gitmiyorum!” dedim son cümleyi bastıra bastıra söylemiştim. Çok kötü görünüyordu. Şey gibi, yaralı.
Gözlerindeki korku yavaşça kayboldu, gözleri ellerimizin buluştuğu yere döndü. Parmakları hafifçe hareket etti ellerimin üzerinde. Sonra yine gözlerime baktı. Anlamaya çalışıyor gibiydi. “Kaybolma o zaman.” Dedi. Başımı onaylar biçimde salladım. Rahat bir nefes verdi. Elinden tutup onu balkona çıkarmak istedim biraz nefes alması için. Ama o elimi sıkıca kavradı ve beni arkasından yürüttü.
“Nereye?” diye sordum. Ama adımlarının yatağa gittiğini fark ettim.
“Uyumama yardım eder misin? Dün yaptığın gibi.” Dedi. Benden onu uyutmamı mı istiyordu.
“Ne yapmam gerek?” diye sordum. Şuan istediğim tek şey onun iyi olmasıydı. Bunca yıl bu kadar acı çekmiş yalnız kalmış bir adamı burada bu halde bırakamazdım. Onu uyuttuktan sonra kendi odama geçebilirdim.
“Yanımda kalman yeterli.” Dedi. Nasıl yani? Ben varlığımın onu rahatsız ettiğini düşünürken ona iyi mi geliyordu?
“Tamam.” Dedim. O uyuyana kadar. Sadece o uyuyana kadar Leyla. Dayanabilirsin kızım.
Yatağa geçti ama elimi hala bırakmadı. Yastığa başını koydu bana baktı bir süre sonra elimi kendine doğru çekerek beni yanına oturttu. Gözlerini kapatıp uyumaya çalıştı. Uyudu da. Uykusu derinleşmeye başlayınca usulca yanından kalkıp gitmek istedim ama elimi hala sıkıca tutuyordu.
Bende biraz daha durup iyice mayışmasını beklemek zorunda kaldığım için ayaklarımı uzattım ve beklemeye başladım. Ama ellerimdeki eli hala gevşemeyince gözlerim ağırlaşmaya başladı. Sonra yine bir rüyaya daldım. Hadi ama bu adamın yanında sürekli rüya görmek zorunda mıyım ben?
Sabah uyandığımda belimin üzerinde bir ağırlık hissettim. Gözlerimi hafifçe araladığımda karşımda gördüğüm yüz oldukça tanıdıktı. Dün geceki yorgunluğundan eser yok gibiydi. şuan oldukça huzurlu uyuyordu evet ama bu bana sarmaşık gibi dolandığını değiştirmiyordu. Bir kolu belimde, bir bacağı da bacaklarımın üzerindeydi. Az önce uyanırken de saçlarım onun yüzüne dökülmüştü. Asıl garip olan şey bende ona dolanmış vaziyetteydim. Benimde bir elim onun omuzunda diğer elimse göğsüne yaslıydı.
Uyanmaya başladığını fark edince korkudan ne yapacağımı bilemedim ve gözlerimi hemen geri kapadım. Uyandığını değişen nefes alış verişinden anlıyordum. Garip bir mırıltı çıkardı. Sonra bir hareketlilik oldu. Ben kalkıp gider diye beklerken yüzümde gezinen elini hissettim. Sonrada kısık çıkan sesini.
“Sen bana ne yapıyorsun minik kedi? Nasıl başarıyorsun bunu? Canan’ın bile başaramadığı şeyi sen nasıl yapıyorsun?” dedi ve yataktan kalktı. Kapının kapanma sesini duyunca gözlerimi geri açtım. Duyduklarım beni şaşırtmaya yetmişti. Galiba ben bu evde daha çok şaşıracaktım. Eğer yanlış anlamadıysam eski nişanlısı ona bu krizleri konusunda pek yardımcı olmuyormuş. Şuan o kadına biraz ama bakın biraz sinirlenmiş olabilirim. İnsan sevdiği adamı bu acılarla baş başa bırakır mı canım?
Hızlıca yataktan kalkıp kendi odama geçtim. Üzerimi değiştirip hazırlandıktan sonra kahvaltı için alt kata indim. Herkes masada oturmuş beni bekliyordu. Hepsi pis pis sırıtıp bana bakıyordu. Ne çeviriyordu gene bunlar?
“Size de günaydın ekip.” Dedim ve kendi yerime geçip oturdum.
“Sana da günaydın demek isterdim Başkan ama bil bakalım ne oldu?”
“Ne oldu Günay?” dedim hala uykulu çıkan sesimle.
“Öğlen. Öğlen oldu. Saat şuan 1 Leydim.” Dedi Beyza sırıtmaya devam ederek.
“Ne!?” biz bunca saattir o Drakula’yla koyun koyuna uyuyor muyduk? Peki asıl soru şu bu dört adet şahıs neden pis pis sırıtıyordu.
“Çok yorgundun sanırım Leyloş. Odadan baya geç çıktınız.” Nız mı? Nız ne ya? Bir dakika bunlar bizi görmüş olamaz değil mi?
“Nız derken? Ben tek kişiyim diye biliyorum Elif.” Dedim dilinin sürçtüğünü umarak şakaya vurdum.
“Valla dışardan bakacak olursak iki kişiydiniz ama yalan yok baya bir bütün olmuşa benziyordunuz.” Dedi Aras sırıtırken. Kahretsin gördüler mi? Hani mahremiyet? Nerde edep? Nerde ahlak?
“Siz neden bahsediyorsunuz?” dedim.
“Şöyle göstereyim Başkan.” Dedi Günay ve elinde tuttuğu telefonu bana çevirdi. Bu video benim ölüm fermanım olabilir.
Video başladığında biz yatakta tıpkı sabah anlattığım gibi sarmaş dolaş uyurken başlıyordu.
“Ya gelin çıkalım, rahatsız etmeyin insanları, Günay bıraksana oğlum şu telefonu ayıp.” Dedi Aras ama o Günay denilen hain kaydı kapatmak yerine bize doğru daha da yaklaştırdı.
“Valla abicim ben bu anı hayatta kaçırmam. O değil de Allah’tan çıplak değillermiş yoksa gözlerimiz pek hoş şeyler görmeyebilirdi.” Dedi ve kısık kısık güldü. Ben bunu döverim ama ya!
“Ya Günay rahat bıraksana insanları, hadi çıkalım baksanıza ne güzel romantik romantik uyuyorlar.” Dedi Elif hülyalı çıkan sesiyle.
“Ya kızım siz çok istiyorsanız çıkın. Ben bu tarihi anı kayda almazsam çatlarım.” Diye üsteledi gerzek Günay.
“Günay eğer şimdi o kaydı kapatmazsan oldukça büyük bir gürültü çıkartırım ve bu odada kalıp onların gazabıyla yüzleşen tek kişi sen olursun.” Diye müthiş bir tehdit savurdu Beyza. Hatırlatın bu kızın anlından öpeceğim.
Ve bu son uyarıyla kayıt Günay’ın oflaması eşliğinde kapanıyor. Bir gözüm seğirmeye başladığında sakin olmaya çalışarak Günay’a döndüm. Neden odaya girmişlerdi ki?!
“Hiç öyle bakma Başkan bize dün saat 10 da o odada olun dendi. Sözde Yusuf Ağa bir şey söyleyecekmiş ama biz göreceğimizi gördük anlayacağımızı anladık.” Dedi sulu sulu. Ay tutmayın beni yolacağım ben bunu!
“Ne anlamışsın Günaycım!” dedim dişlerimin arasından adeta tıslayarak.
“Yalnız cım’ı atalım Başkan. Yusuf eniştemiz duyar falan işimden olmak istemem. Zaten Serdar’ımın başı da yandı. Ne bilsin gariban Leyla Hanım’ın sevdiceğinin olduğunu.” Dedi dertli dertli. Daha fazla dayanamayıp ayağa kalktım.
“Günay.” Dedim seslenerek. Cevap için bir mırıltı çıkardı. “Kaç!” dedim ve onu kovalamaya başladım. Ben bu adam için iyi anlaşırız diyordum değil mi? Boş verin onu ben bunun gelmişini geçmişini yedi ceddini diyorum artık!
“Ya Başkan ne kızıyorsun?! Yanlış mı yani? Beraber uyumadınız mı? Tabi uyudunuz mu o da muamma.” Dedi sırıtıp koşmaya devam ederken.
“Sana ne ulan sana ne?! Siz mahremiyet bilmez misiniz?!” diye cırladım. “Gel buraya, kayıt tuşuna basan o parmaklarını tek tek kıracağım!” diye bağırıp kovalamaya devam ettim.
“Aa! Ama çok ayıp Başkan! Ben bu parmaklarla para kazanıyorum!” bir de isyan etmiyor mu delireceğim Allah’ım.
“Kovuyorum seni Günay! Bak bakalım iş bulabiliyor musun bundan sonra!” dedim bağırarak.
“Ya amma abarttın sende. Altı üstü bir video canım. İkinizin aşkının nişanesi olarak düşün!” dedi kaçmaya devam ederek. Salonun altı üstüne gelmişti ama ben bunu yakalamadan duracağımı sanmıyorum.
“Ben o nişaneyi bir yerlerine sokmadan sil şu kaydı Günay!” diye bağırmaya devam ettim.
“Hayatta silmem ilerde çocuklarınıza gösteririm ben bu videoyu. Bakın sizin çalışmalar ilk burada başladı diye. Tabi ilk mi orası da meçhul ama.” Dedi ve gülmeye başladı.
Bağırıp üzerine uçarak atlamak üzereydim ki ensemden tutan bir elle durmak zorunda kaldım. Kim bu be.
“Bırakın beni! Bırakın da şunun kafasını ve parmaklarını kırayım!” diye bağırmaya başladım.
“Tırnakların kırılmasın minik kedi. Ne oldu söyle ben halledeyim.” Dedi ensemden tutmaya devam ederken Drakula. İşte şimdi rezaletin daniskası çıkacaktı.
“Hay Allah razı olsun enişte. Az daha gelecekteki çocuklarınızın izleyeceği görüntüleri alacaktı.” Dedi Günay denilen Vatan haini!
“Bana bak Günay senin ağzını dikmemem için hiçbir sebep yok o yüzden çok zorlama!” dedim bağırmaya devam ederek.
“Şşt! Sakin ol. Ben halledeceğim.” Dedi yatıştırıcı bir tonda Drakula.
“Sen bu işi biliyorsun enişte.” Dedi sırıtırken salak herif.
“Günay harbi çok zorlamasan mı kardeşim?” dedi Aras.
“Sen sakince bu tarafa gel bence Günaycım.” Dedi Elif.
“Bence parmak kırma sahnesini izleyebilseydik çok güzel olurdu.” Dedi Bahar bir şeyler atıştırarak. Harbi bu kızın anlından öpeceğim.
"Bir bıraksa izleteceğim ama! Bırak be adam!” dedim çırpınarak.
“Uslu dur! Günay ne videosuymuş bu göster şunu.” Dedi. Ah be Drakula bir bilsen ne olduğunu. Ben pis pis Günay’a bakmaya devam ederken o sırıtarak videoyu yeniden oynattı.
Drakula kızar diye düşünürken hiçbir şey yapmadı. Hatta güldü. Evet, güldü! “Bu muydu?” şaka mı bu adam?! “Ne olmuş beraber uyuduysak? Yasak mı? Hem size ne lan?!” dedi. Ne diyor be bu?
“Yusuf? Şu an onu kovman falan gerekmiyor mu? Videoyu da sildirmen?” dedim şaşkınca.
“Yo, güzel video olmuş niye silsin ki? Bana da at bunu Günay.” Dedi ve gülerek masanın başına geçti. Bu arada masa da tahmin ettiğiniz üzere kahvaltı değil öğle yemeği masasıymış.
Diğer herkes kıs kıs gülerken ben şok içinde masanın başındaki adama bakıyordum. Ne yapmaya çalışıyor bu adam?!
“Şaka yapıyorsun değil mi? Şaka de!” dedim bir ümit.
“Yok, oldukça ciddiyim. Sen oturmuyor musun?” dedi ağzına bir şeyler atarken. İnanılmaz cidden inanılmaz.
“Ay, yok ben bu evden deli çıkacağım!” dedim isyan ederek.
“Deli demeyelim biz ona Başkan ‘aşık’ diyelim.” Dedi ve kahkaha attı. Diğerleri de eşlik etti. Drakula hiçbir tepki vermeden yemeğe devam etti.
“Sen hala konuşuyor musun?!” dedim ve üzerine yürüdüğümde, Aras’ın arkasına saklandı.
“Diyelim ki ben sustum. Sizin kalpler susacak mı Başkan?” ay delireceğim!
“Bana bak Günay yemin ederim seni doğduğuna pişman ederim! Drakula bir şey desene sende!” hi! Drakula dedim. Der demez dilimi ısırdım ama artık çok geçti.
“Adamı vampir mi yaptın bir de Başkan?” dedi Günay dehşet içinde.
Drakula’da bana bir garip bakıyor gibiydi sanki. Aman canım ne olmuş o da bana iki saattir minik kedi diyordu.
“Size ne be?! İstediğimi derim dil benim çene benim!” dedim diklenerek. Drakula hala yemek yerken keyiflenerek bizi izliyordu. Bu adam neden bu kadar rahat yahu?!
“Öyle tabi canım dil senin, çene senin, Bay Drakula senin.” Dedi son kısmı vurgulayarak. Ve son sürat kendi odasına kaçtı. Ben bunun intikamını almasını bilirim.
“Ne gülüyorsunuz be sizde?! Çıkın odalarınıza!” dediğimde hepsi ağzına hayali bir fermuar çekip odalarına doğru yol aldılar. “Bir dakika. Bir saatiniz var, bir saat sonra tüm bu cıvıklıkları bırakıp işinizin başına dönüyorsunuz. Sizi üçüncü katta bekliyor olacağım.” Dedim tehditkâr bir sesle. Ben onlara yapacağımı bilirim.
Onlar gidince yorgunca bir soluk verip yerime oturdum ve yemeğimi yemeye başladım. Zaten kahvaltımı kaçırmıştım!
Hiç sesimi çıkarmadan yemeğimi yerken onun bakışlarını üzerimde hissettim. “Bakma şöyle!” dedim sertçe.
“Nasıl bakıyormuşum?” dedi hala öyle bakmaya devam ederken.
“Senin geçmişini bilmiyorlar, dün neden odanda olduğumu da. O yüzden yanlış anlamışlar. Ve ben yanlış anlaşılmaktan nefret ederim. Sende sanki bu konu hoşuna gidiyormuş gibi bakıyorsun. Yapma şunu!” dedim açık sözlü olarak. Ama tam olarak öyle bakmaya devam etti.
“Muş fazla minik kedi.” Dedi ve kalkıp gitti. Boğazımda kalan yemek bana şuan hiç yardımcı olmuyordu. Ne yapmaya çalışıyor bu herif?!
Yemek bitince üst kata çıktım. Üzerime rahat bir şeyler giyip üçüncü kata çıktım. Hemen bitirip gitmeliydim buradan.
Kata çıktığımda herkes işinin başındaydı. Güzel! En azından cıvıklık dışında bir şeye yarıyorlarmış.
“Ekip ne durumdayız?” dedim sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi. Onlarda bana uydu.
“Sızmak üzereyiz Leyloş.” Dedi Elif kuşum.
“Ama onlarda saldırılarına devam ediyor Başkan.” Dedi Günay. Ona hala sinirliydim ama bunun hesabını sonra görecektim. İlk işim şu gizemli düşmanı bulup bizimkilere iletmekti.
İki gün önce bilgi vermiştim daha olanlar hakkında. Gerçi pek bir şey olmamıştı. Sözde o Drakula’nın ofisine girip bilgi götürecektim ama bir türlü fırsatım olmamıştı. Her neyse pek te önemli değildi. Burada daha fazla kalırsam aklımı kaçırabilirdim.
“Engelleyin o zaman Günay.” Dedim. Şuan bir sızıntıyla uğraşamazdık. Çok az kalmıştı.
“Sızdık!” dedi bir anda Aras. Hemen kendi masamın başına geçtim.
“Güzel hemen bilgileri toplayın ve bana atın kaybolmamalılar.” Bu taktiği hep kullanırdım. Bazı sistemlerin koruma amaçlı uygulamaları olurdu. İlk elden bilgisayara gelen bilgiler başka bir bilgisayara aktarılmazsa silinebilirdi. İşimi sağlama almalıydım.
Aynen dediklerimi yaptılar. Tüm bilgiler benim bilgisayarımdaydı. Tüm işlem bittiğinde tam da tahmin ettiğim gibi oldu bilgiler Aras’ın bilgisayarından silindi ama benim bilgisayarımda oluğu gibi temiz duruyordu.
“Başardık!” dedim heyecanla. Başarmıştık, nihayet buradan kurtulabilecektim. Drakula’yı görmek zorunda kalmayacaktım. Hadi ama bu içimdeki buruklukta neyin nesi?
“Harikasın Başkan!” dedi Günay sevinçle. Şimdi asıl meseleye gelmiştik. Bilgileri kontrol ettiğimizde gizli düşman artık gizlenemeyecekti.
“Tamamdır ekip, artık siz dinlenebilirsiniz. Gerisi bende.” Dedim ve bilgileri taramaya başladım. Ekip gittiğinde bende tarama sonuçlarını bekliyordum. Belgede geçen her ismi benim önüme sunacaktı bu tarama.
Tarama nihayet bittiğinde ilk kez duyduğum bir isimle karşılaştım. Diğer isimler kurbanların ismiydi en başta kırmızı puntoyla Ömer Seymen ikinci sırada Devran Şahin üçte Asu Şahin Seymen dörtte Kadir Seymen beşte Yusuf Kızılca ve devamında diğer aşiret ağaları. Burada kadın olarak yalnızca üç isim vardı birisi Asu’ydu diğerlerinin üzeri çizilmişti Canan Ülkü Aydın, Drakula’nın eski nişanlısı yani.
Sonuncusu da Berçin Seymen. Ömer Seymen’in annesi. Hadi canım nasıl olur bu? Ömer’in annesinin ölüm sebebi de bu adam mı? Hastalıktan olduğu biliniyordu. Şimdi soracaksınız kim bu adam diye. Hemen söyleyeyim dediğim gibi ismini ilk kez duyduğum birisi. Yağız Gürsoy. Bu kim be?!
Ben işimi bitirdiğimde tüm bu bilgileri Ömer’e attım ama ben atmadan önce nasıl olduğunu çözemediğim bir şekilde Berçin Seymen ismi silindi! Bu konuyu şimdilik saklı tutmak en doğrusu gibiydi. İyice araştırdıktan sonra herkese anlatırdım.
Tam kalkacakken içeri Drakula girdi. Dibime kadar girip konuşmaya başladı. bu kadar yakın olmak zorunda değil!
“Buldun mu minik kedi?” dedi merakla. Başım dikti. Başarmıştım.
“Buldum, Yağız Gürsoy. Gizli düşmanımızın gerçek kimliği bu. Gerisi sana kalmış.” Dedim “Diğer bilgiler bilgisayarda mevcut.” Dedim ve gururla ona baktım.
“Bravo minik kedi. Demek nihayet bitirdin. Hem de iki haftadan daha kısa bir sürede.” Dedi o da benimle gurur duyuyor gibiydi.
“Ben demiştim.” Dedim burnumu yukarı dikerek. “O halde artık gitme vaktim geldi ha Drakula?” dedim buruk çıkan sesime engel olamamıştım.
“Dur hele. Nereye minik kedi?” dedi. Bu ne demek şimdi?
“Ne? Gitmiyor muyum? Ama söz vermiştin?” dedim.
“Yahu bir dur. Önce seninle bir oyun oynayacağız. Şimdi ben bu odadaki bilgisayarlardan birine bir şifre koydum. O şifre seni bir yere götürecek.” Dedi. Oldukça hevesli görünüyordu.
“Neresiymiş bu? Ne göreceğim orada?” dedim.
“Orası sürpriz kendi çabanla bulman lazım.” Dedi. Ne karıştırıyordu acaba? “Ha bu arada Yağız Gürsoy ismini ben hallederim Ömer’le.” Dedi son olarak ve çıkıp gitti.
Hadi şu şifreyi bulalım. Masamın başına geri geçtim ve tüm bilgisayarlardaki şifreleri tek hücrede topladım. Tüm şifreleri bizzat ben kullanmıştım biri hariç. Şifreyi ilk önce kırmam gerekiyordu. Şaka gibi şifre içinde şife yapmıştı. Biraz uğraştıktan sonra nihayet şifreyi çözebildim. Cidden mi? Şifreyi Minik Kedi yapmış.
Şifreyi bir dosyaya uyguladığımda karşıma bir koordinat çıktı. Hemen koordinatı tarayıp çıkan adresi not ettim. Pek de uzak değildi. Hemen üzerimi değiştirip dışarı çıktım. Artık buradan çıkmam yasak değildi sonuçta.
Arabalardan birini alıp yola çıktım. Buraya kendi arabamla gelmemek büyük aptallıktı. Beş dakika bile sürmemişti yol, büyük bir at çiftliğinin önüne gelmiştim. Sürpriz atlar mıydı? Hoşuma gitmişti ama bu o kadar da şaşırılacak bir sürpriz değildi. Ya da öyleydi ama ben burada o kadar şaşırmıştım ki bu bana küçük geliyordu.
Arabadan inip çiftliğe girdiğimde Drakula atların yanında çitlere yaslanmış bana bakıyordu. Neyse ki rahat bir şey giymiştim. Burada şık giyinmek biraz rahatsız edici oluyordu. Belki dediğime inanmayacaksınız çünkü bende inanamıyorum ama yanına gittiğimde bana çok güzel bakıyordu. Sanki dünyanın en güzel şeyiymişim gibiydi bakışları.
“Sürpriz atlar mıydı Drakula?” dedim onun gibi çite yaslanarak.
“Sayılır. O da var elbette ama sadece o değil.” dedi açıklayarak. Başka ne vardı ki? Zaten akşam olmak üzereydi. Güneş neredeyse batacaktı.
“Başka bir şeyde mi var?” dedim ama o buna cevaben bir anda beni belimden tutup kaldırdı ve çitin üzerine oturttu. Şok içinde ona bakakaldım. Normalde ona aşağıdan bakmak zorunda kalırdım ama çitin üzerinde oturduğum için yüzlerimiz karşı karşıyaydı.
Dudaklarını hafifçe ıslatıp bana yaklaştığında nefesimi tutmuştum. Ama o tahmin ettiğim şeyi yapmayarak kulağımın yanına getirdi dudaklarını. “Evet ama ilk önce at binmen gerek minik kedi.” Dedi fısıldayarak. Ve geri çekilip seyisi çağırdı yanına. Seyis bembeyaz bir atla beraber yanımıza geldi. E ben at binmeyi bilmiyorum ki?
“Ama ben at binmeyi bilmi…” diyemeden o beni yine belimden tutup atın üzerine oturttu. Ve kendisi de hemen arkama geçti. Kabul bunu da beklemiyordum. İşte şimdi şaşırmaya başlamıştım. Bende diyorum neden normal geliyor bu gün bana.
“Birlikte süreceğiz zaten.” Dedi ve atı sürmeye başladı. Çok garip bir histi. Kendimi gökyüzünde gibi hissetmiştim. Uçağımı özlediğimi fark ettim. Ama şuan bunu düşünmek istemiyordum.
Bir süre o sürdükten sonra dizginleri benim elime verdi. Ondan biraz öğrenmiştim. Bende atı sürdüğümde akşam olmuştu. Hava kararmıştı.
Geri çiftliğe döndüğümüzde oldukça mutluydum. Ona döndüm ve nasıl olsa bir daha bir araya gelmeyiz diye boynuna sarıldım. Önce dona kalır gibi oldu bende rahatsız olduğunu düşündüğüm için geri çekilecekken kollarını belime doladı. O da bana sarılınca içimde bir şeylerin hareketlendiğini fark ettim.
Hayır, bu yanlıştı. Hemen geri çekildim. Bakışlarımı kaçırmaya başladım. Hafif güler gibi oldu sonra elimden tuttu ve beni çiftliğin içine doğru götürdü.
“Nereye gidiyoruz?” dedim merakla.
“En çok hak ettiğin sürprize minik kedi.” Dedi. Sonlara doğru sesi kararmıştı.
Bende onu takip ettiğimde nihayet kapalı bir depoya gelmiştik. İçeriden köpek sesleri geliyordu. Neler dönüyor burada!?
“Neden geldik buraya?” hayır, korkmuyordum. Sadece merak etmiştim.
“Sen demedin mi onun köpeklere yem olduğunu görmek istiyorum diye? Bak istediğin oldu onun yerini kendi çabanla buldun ve şimdi seçim sırası senin.” Dediğinde buz kestim. Bulmuş muydu? Halil denilen sanal pisliği yakalamış mıydı? Benim için mi?
“Buldun mu?” dediğimde sesimin titremesine engel olamadım. Elleriyle yanağıma dökülen yaşları silene kadar ağladığımın farkında değildim. Çenemden tutup gözlerime baktı.
“Seçim sende minik kedi. Ya şimdi bu piçin ölüm emrini verip intikamını alırsın ya da şimdi gidip bu puştun serbest kalmasına yol açarsın?” dedi bunu bir soru olarak bile görmedim o piçin ölmesini her şeyden çok istiyordum.
“Kararın nedir?” diye tekrar sordu.
“Öldür şu şerefsizi Drakula.” Dedim hırsla. Onun yüzünden bir zamanlar kâbus bile görüyordum. Tüm ailemin hapse girmesine yol açan o pisliği gebertmek en güzel şey olacaktı. Evet, sadece beni taciz etmekle kalmamış ona istediğini vermediğim için ailemi hapse mahkûm etmişti. Nasıl yaptığını bulamamıştım. Ama annem ve babam zaten kalp hastası olduğu için yaşadıklarına dayanamamış ve hapse girdiklerinden 1 hafta sonra hayatını kaybetmişlerdi.
“Büyük bir zevkle.” Dedi ve adamlarına seslendi. Bekir ve Ferhat onu iki kolundan tutmuş sürüyerek getiriyordu. Baya hırpalanmıştı. O kadar güzel bir görseldi ki anlatamazdım.
Hala vurmayın diye sayıklıyordu. Köpeklere parçalanmasını izlemek çok güzel olacaktı.
“Hatırladın mı beni?” diye sordum. Başını yukarı kaldırdı beni görünce başı yorgunca geri düştü. Onaylar gibi salladı başını. Tabi ki hatırlardı. Hayatını mahvettiği kızı unutmamalıydı da zaten.
“Sana ne söylemiştim hatırlıyor musun?” dedim intikamdan kavrulan sesimle.
Başını yine onaylar gibi salladı. “E evet.” Dedi kekeleyerek. Bende salladım başımı ağır ağır.
“Ölürken acı çekeceksin ve gördüğün son yüz benimki olacak.” Dedim o gün acıyla ve öfkeyle söylediğim sözleri tekrarlayarak.
“Ö özür dilerim. Bı bırak.” Dedi zorla. Asla!
“Artık çok geç” dedim ve geri çekildim. Drakula’ya ne yapması gerekiyorsa yapması için bir işaret yaptım. O da beni yanına çekip aradaki kapıyı kapattı. Bekir ve Ferhat onu bırakıp arkadan iki Pitbul çıkardılar. Köpekler oldukça aç görünüyordu.
İkili ipleri bırakır bırakmaz hemen yanımıza geldiler. Ve köpeklerde Halil denen şerefsizin etlerini parçalamaya başladı. acıyla bağırıyordu. Nefesi kesilmeden önce gözlerime baktı. Hiç acımadım ona bakarken. Aksine keyif aldım. Başım dikti, kalbim rahatlamıştı. İntikamım alınmıştı.
Pitbullar onun leşini yerken Drakula’ya döndüm. “Teşekkür ederim.” Dedim minnettar bir sesle.
“Ben teşekkür ederim minik kedi.” Dediğinde şaşırmıştım. Neden ki?
Anlamaz bakışlarımı görünce elini kaldırdı ve üç işareti yaptı. Ne demek şimdi bu?
“3 etti minik kedi. Tam üç kez yol verdim. Üçünde de kalmayı tercih ettin.” Dediğinde dona kaldım. Ağrı Dağı Efsanesi…
****
Evvettt, sizce bölüm nasıldı? Yeni bölümde neler olacak dersiniz?
Düşünceleriniz benim için çok önemli o yüzden beğendiyseniz yıldızlamayı ve yorum yapmayı unutmayınnn.
Bir sonraki bölüme kadar hoşçakalın Ankalarımm 😘😘😘
Okur Yorumları | Yorum Ekle |