3. Bölüm

KARGAŞA

Kevser Uzun
kevserolojiii

Bu yoktu, anasını satıyım bu yoktu. İçimden geldi. 😂. Normalde bir iki gün sonra atacaktım bölümü ama dayanamadım. Yorumlarınızı ve düşüncelerinizi çok merak ediyorum. Umarım beğenirsiniz. 🥰🫣

***

“…bexo bexo. Sas mêbê hesar finde…” 'Uyan uyan. Düş kırıklığı yaşatmayacak bir hayatta var.’ Diyordu kasette çalan şarkıda. Doğru bir söz mü sizce de? Bence değil gerçek hayat o kadar acımasız ki, insana öyle büyük acılar yaşatıyor ki ben de artık uyanmamaya karar verdim. En azından burada güzel rüyalarda var.

   

“Bir gün İrem, eğer bir gün ben uyanırsam gerçek hayata, işte o zaman savaşmak için çok güçlü bir sebebim var demektir.” Dedim yanımda oturan İrem’e.

  

“Birliyorum bir tanem ve umarım uyanman gerekmez. Çünkü o zaman ben bile neler olacağını kestiremiyorum.” Bu ne demek ti ki şimdi?

  

“Dur tahmin edeyim. Şuan ne demek istediğimi anlamaya çalışıyorsun değil mi?” valla bildi.

 

Onaylar bir hareket yaptım. Devam etti “Demek istediğim şu, seni küçüklüğünden beri tanıyorum Asu. Sen o günden önce böyle bir kız değildin. Evet, yine cıvıl cıvıldın ama dediğim dediktin, kimseye boyun eğmezdin. Şimdi de öylesin ama o baskın karakterin artık o kadar belirgin değil. En azından babana ve ailene karşı öyle. Yani gerçek manada uyuyorsun. Ve uyandığın gün neler olacak hiç tahmin edemiyorum. Bunca birikmişlik var ve bir anda patlarsan kıyametten beter olacak bir tek bunu birliyorum.” Oldukça doğru bir tahmindi.

  

Sessiz kalmıştım bu söylediğine. Doğru söze ne denirdi ki? Evet, eskiden böyle değildim. Önüme koca aşireti verseler idare edecek hatta büyütecek bir liderlik ruhuna sahiptim ama o günden sonra ben daha 10 yaşımdayken yaşadığım o vahşet gün ve hala devam eden bu eziyetlerden sonra o baskın lider ruhum artık yeraltında saklıydı.

  

Çıkması içinse benim can damarımı kesmeleri gerekti. Ama şimdilik o kadar büyük bir can damarım yoktu kardeşim Dilan hariç. Ona dokunmazdı babam, dokunmamalıydı. Belki de bu baskın ruhumu geriye itelememin en büyük sebebiydi küçük kardeşim. Çünkü ben sesimi çıkarırsam babam beni öldürürdü, şakadan değil ha gerçekten öldürürdü.

 

Eğer ben ölürsem de babamın hıncını çıkaracağı tek kişi kardeşimdi. O yüzden yaşıyordum ya zaten Dilan’ım için. Susmalıydım en azından şimdilik.

 

“Ve geldik.” Dedi.

 

Nihayet gelebilmiştik. Evet, sonunda azap gibi geçen koca iki haftanın ardından üniversiteye gideceğim gün gelip çatmıştı. İşin kötü yanıysa oraya Ömer’le gidecek olmamdı. Yani artık eskisi kadar kötü gelmiyordu ama yine de tek gitmeyi yeğlerdim.

 

“A ah Asu ne bu yüzündeki vatan gülüşü. Hani istemiyordun Ömer’le gitmeyi.” Yani İrem bilmesem salak olduğunu düşüneceğim.

 

“Gerçekten mi yani İrem? Saçmalama lütfen kızlarla görüşeceğim uzun zaman sonra. Hem sende görüşemiyorsun onlarla bayağıdır. Sen heyecanlı değil misin yani?”

 

Hemen normale dönüş yaptı. “Şakaydı, sakinleş. Ayrıca bende özledim kızları. Son işten sonra görüşmedik onlarla da.” Dedi özlemle. Evet arada birkaç küçük işlerimiz oluyordu. Tabi ki ailemden gizli.

  

Valla özledik kardeşim yalan mı söyleyelim. İrem ailevi nedenlerden dolayı üniversite okumuyordu. Şimdi diyeceksiniz ne alaka ayrı yaşamıyor mu bu kız? Anlatmak isterdim ama oldukça uzun bir hikâye belki daha sonra. Sonuca odaklanalım üniversite okumuyordu ama benim arkadaşlarımla o da arkadaştı. Bu kez benimle gelemeyecekti ama yarın o da katılabilecekti bize.

   

Neymiş önemli bir işi varmış. Normalde işlerini bize de söylerdi ama söylememişti. O önemli işin Özgür olduğuna yemin edebilirim ama neyse. Yani şu kova burçları özgürlüğe düşkündür lafını benim İrem’im birazcık yanlış anlamış galiba.

  

“Neyse hadi bekletme adamı sende git. Kızlara da selam söyle.”

 

“Baş üstüne efenim.” Diyip arabadan indim ve Ömer’in yanına gittim.

   

“Nihayet! Bir an hiç gelmeyeceksin sandım.”

   

Ayy valla utanmasam boynuna atlayacağım adamın. Şaka maka özlemişim ilginç doğrusu. Gerçi o da pek farklı görünmüyordu.

  

“Ne o Ömer Ağa çok mu özledin beni?” harbiden özlemle bakıyordu bana.

 

“Burnumda tüttün Devran’ın kızı.” Derken hafif gülümsemişti. Bende gülümsemiştim. Çünkü sizde hatırlarsınız ki ilk tanıştığımız günde birbirimize böyle hitap ediyorduk.

 

“Sana Miraç’a gerek yok demiştim değil mi? Bak o olmadan da çıkabildim.”

 

Şu meşhur küçümseyici bakışından atıp. “Emin misin Devran’ın kızı? Sence baban bundan sonra senin peşine adam takmadan dışarı bırakır mı?” E ama yuh yani adama bak bunu bile düşünmüş.

 

“Nasıl yani? Şuan biri beni takip ediyor olsaydı daha seni göremeden yakalanırdım. Sonrada…”

 

Alnındaki damarı belirginleşti. “Sonrası yok işte Asu! O piç herif bundan sonra sana hiç bir bok yapamaz! Bunun için cesedimi çiğnemesi gerek ki onu da yapmaya yüreği yetmez!” Farkındaydım zaten.

   

Şaşırtıcıydı daha yeni tanıdığım düşmanımın oğluna kendi ailemden daha çok güveniyordum.

 

“O zaman sen engel oldun takip etmelerine ama nasıl?” aynı anda söylemiştik.

  

“Miraç.”

 

“Tahmin etmeliydim. Ne yaptınız yani komple aşiretime mi sızdınız?” oha düşündü lan.

 

“Yuh! Gerçekten mi?” ay inanmıyorum. Şu intikamı bir alalım. Elbet geçeceğim ben o aşiretin başına. O zaman ayıklarım inşallah. Yani başına geçebileceğim bir aşiret kalırsa tabi.

 

“Yani, pek sayılmaz. Neyse ne boş ver onu kaçta başlıyor dersin ve kaçta bitiyor?” bir dakika ya nasıl? Almaya da mı gelecek?

 

“Nasıl yani, sen mi alacaksın beni?”

 

Bir kaşını havaya kaldırdı “Ne, seni başkasının alacağını düşünmedin herhalde?” valla beni kimsenin almasına gerek yok. Ben gayet te kendi imkanlarımla gidebilirdim.

 

“Ben tek başımada…”

 

“Saçmalama Asu. Kaçta çıkıyorsun onu söyle?” ay paşam ya emir veriyor birde. Neyse şimdilik öyle olsun madem sonra bunu da hallederiz.

 

“11 de dersim başlıyor saat 16.45 de bitiyor. Oldu mu?” memnun bir ifade belirdi yüzünde.

 

“Oldu o zaman. Hadi bin arabaya da derse geç kalma.” İkiletmedim ve mecburen bindim. Eh bir süre idare edecektim artık. Yani yaklaşık bir yıl falan.

    

“Tamam, burası iyi. Burada iniyim ben.” Pek memnun kalmadı sanki.

 

“Biraz daha beklesen. Yani daha ders saatine var diye.” A ah ne bu haller böyle. Ya şen beni öşledin mi şen. Ay yerim ya.

 

“Yani pek te zamanım kalmadı ama bir kaç dakika kalabilirim sanırım.”

 

Ana gamzesi çıktı yine. Valla normalde olsa kalmazdım ama bende özlemişim. Daha birkaç haftadır tanıdığım adama alışmıştım. Ürkütücü ama bir o kadar da güzel bir histi bu.

 

“Eee anlat bakalım Ömer Ağa neler yaptın bensiz?”

  

Bir kas seğirdi çenesinde. “Ne yapacağım, bir sürü piçle uğraştım. Malum bitmediği için görücülerin. Dua edelim de bir an önce şu okul işi bitsin. Yoksa Van’da adam kalmayacak.” Ay yazık ya valla bıkkınlık gelmiş adama.

  

“Yani ben yokken yine benimle uğraştın şimdi öyle mi?” yüzü yumuşadı ve tatlı bir gülüş sardı çehresini

 

“Ee ne yapalım uzun bir süre tek işimiz sensin. Neyse, beni boş ver sen neler yaptın bensiz?”

 

Ne mi yaptım? Aynı rutin işler işte sabah uyan, yaşadıklarını sorgula, sonra kalk şirret akrabalarla aynı sofraya otur, laf ye, laf sok, genelde buradan sonrasında hep dayak olurdu ama garip bir şekilde tam o anlarda babamın hep işi çıkmıştı.

 

O yanımda değildi ama eli hep üzerimdeydi. Demiştim ya o varken ben güvende hissediyordum. İki hafta önce size bu hissin garip geldiğini söylemiştim ya, işte bunu düşünmemin sebebi bu hissi daha önce hiç yaşamamış olmaktı. Yani kimse beni bu kadar güvende hissettirmemişti. Bir yanım bu yaptığın çok yanlış derken öbür yanım ona güvenmeye devam et diyordu.

 

“Hiç masum masum evde oturup taliplerimi bekledim ama kimsecikler gelmedi. Oysa çok beklemiştim. Acaba sen Özgür’e söylesen de bir kaç tanesini yollasa mı? Merak ta ediyorum aslında tiplerini falan. Hayır belki yakışıklı olanı falan varsa bir düşü..”

 

“He oldu sonra da Ömer Ağa niye katil oldu olsun demi? Kızım sen yemin mi ettin beni delirtmeye?” Valla yalan yok çok eğleniyorum.

 

“Tamam, tamam, şaka yaptım. Hem söylemiştim önceliğim okumak.” Biraz bekledikten sonra, “Ömer.” Diye selendim.

 

“Hıh söyle bakalım.”

 

“Teşekkür ederim.” Bakışları değişti bir an bana karşı.

 

“Neden? Aileni, aşiretini batıracağım için mi?”

 

“Hayır, bana hiç yaşamadığım bir duyguyu yaşattığın için.”

 

Gözleri koyulaşmıştı. “Na-nasıl yani?” oha sese bak oğlum yapma şöyle şeyler bir sonunu dinle.

 

“Yani ilk defa güven duygusunu yaşıyorum.” Aha aydınlanma geldi adama.

 

“Ha, anladım. Anladım, bu duyguyu sana haram kılanları yerle bir edeceğim. Buda sana yeminim olsun Devran’ın kızı.” Kısa bir an buruk bir bakış attı ama hemen toparladı.

  

“Birliyorum ve bunu yaparken yanında olacağım için çok mutluyum.” Biraz daha durmak isterdim ama gitmem gerekti.

 

“Artık gitmeliyim derse geç kalacağım yoksa.”

 

“Tamam, o zaman, çıkışta haber ver yine buradan alırım seni.” Kafa sallayıp kemerime uzandım.

 

Tam o sırada kolumdan tuttu ve “Dikkatli ol Devran’ın kızı artık eskisi kadar güvende değilsin. Vurulduğun gün seni benimle el sıkışırken gördüler.” Ulan ben onu hiç düşünmedim. Harbi bizi gördüler.

 

“Bir dakika, bizi görenler bilmelerine rağmen neden babama bunu söylemediler?”

 

“Çünkü söylerlerse kendilerini açık etmiş olacaklardı. Ve başardılar da hala saldıranların kim olduğunu bulamadım.”

  

“Tamam, merak etme. Dikkatli olurum.” Dedim ve biraz daha bu pozisyonda kalırsak işin sonunu tahmin ettiğimden geri çekildim.

 

Arabadan indiğimde son kez dönüp baktım ve ilk defa onu bu kadar endişeli gördüm. Ona merak etmemesi için kafa sallayıp fakülteme giriş yaptım.

 

Ve nihayet uzun zaman sonra Mimarlık Fakültesi’ne giriş yapmıştım. Evet, mimarlık. Üzgünüm, size daha önce söylememiştim değil mi? Ben Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde İç Mimarlık okuyorum. Hayalimi gerçekleştiriyorum. Aslında üç yıldır dışarıdan devam ettiriyordum ama sınavlar için ve ders çalışmak için buraya olabildiğince gelmeye çalışıyordum.

 

Burada geçirdiğim zaman zarfında iyi dostlar edindim. Mesela Gülcan. Aslında iki hafta önce sevgilisi Burak’la tanışmıştınız.

 

Gülcan’la ilk sınav da tanıştık. Sınav anında nasıl tanıştık diye merak ediyorsunuz diye düşünüyorum. Şöyle oldu, yapı bilgisi dersinin sınavında Gülcan benim yanımda oturuyordu.

  

İlk başta onu görünce çok soğuk bir tip olduğunu düşünmüştüm ki yanılmamışım. Gülcan, yakın çevresine karşı bir kediyse çok tanımadığı ve sevmediği insanlara karşı aslan olur.

   

O gün de bu özelliği sayesinde tanıştık. Sınav günü oldukça kötüydüm çünkü bir önceki gün yine o mükemmel eziyetlerden birini yaşamıştım. Sınav kâğıtları dağıtıldıktan yalnızca beş dakika sonra bayılmışım. Uyandığımda o korkunç yerde olduğumu düşünüp kriz geçirecekken yanıma Gülcan geldi. Beni sakinleştirmeye çalıştı. Olduğumuz yerin boş bir sınıf olduğunu anlattı.

  

Ona olanları ve buraya nasıl geldiğimi sorduğumda bana. Bayılmadan önce sınav kâğıdıma “hastane olmaz.” Yazdığımı ve sınavımın başka bir güne ayarlanabileceğini söyledi. O an ona o kadar ısınmıştım ki o günden beri çok sıkı dostuz.

 

Bu arada bu dersin hocası asla telafi sınavı yapmaz. Yani demek istediğim Gülcan olaya baya bir el atmış. Bunu da çok daha sonradan diğer yakın arkadaşlarımdan öğrenmiştim.

 

Onlar kim mi? Cansu ve Leyla müthiş ikilim. Onlarla tanıştığımda ikisi zaten çok yakın arkadaştı. Biz Gülcan’la iç mimarlık okurken onlar da pilotaj bölümü öğrencileriydi. Evet, iki tane fıstık gibi pilot arkadaşlarımız var. Çok havalıyızdır efenim (espriyi anlayanlar sakince montlarını giysin. Çok soğuk bir espri olduğunun farkındayım.)

  

Onlarla da kampüsteki kafede sipariş verirken tanıştık. Yanlışlıkla kahveler karışmış bizde bu vesileyle tanışmıştık. Gülcan başlarda çok güvenemese de sonradan o da onları en az benim kadar sevmişti. Yani sonuç olarak onları çok özledim.

   

“Asu! Nihayet kızım ya. Özlettin kendini. Neredeyse bir buçuk ay oldu.” Ah bende bende.

 

“Bende sizi çok özledim. Ama artık bu yıl buradayım daha fazla görüşebileceğiz. Hem belki başka işlerimizde olur. E sarılmayacak mısınız?” üçü birden üzerime atladılar resmen. Bir durun ayol sarılın dedim öldürün değil.

 

“Tamam, tamam anladım özlemişsiniz. Allah rızası için bırakın nefes alıyım.” Gülerek geri çekildiler.

   

“Ders arasında bol bol hasret gideririz ama şimdi derse girmemiz lazım malum bu dersin hocası sıkıntılı. Derse almaz falan.” Gülcoşum haklıydı.

  

“Evet, haklısın bir tanem. O zaman herkes kendi dersine.”

  

“Valla bizim dersimiz yok. Saat bir de antrenman var sadece o kadar.” Bazen ayrı bölümler okuduğumuzu unutuyor olabilirim.

  

“E siz ne yapacaksınız bire kadar Cansu?”

 

“Bilmem, Leyla’yla bizim kafeye gideriz sizde ders bitince gelirsiniz biraz otururuz sonra derslere gideriz yine.”

   

“Tamam, o zaman öyle yapalım. Size keyifli sohbetler kızlar.”

  

“Size de iyi dersler hanımlar.” Dedi Leyla.

  

Şaka maka bir yıl sonra mezun oluyorduk. Bu üniversiteden iki iç mimar, iki de pilot olarak çıkacaktık. Umarım başarılı bir şekilde bu yılı da atlatırız. Kızlarla son kez sarılıp ayrıldık.

 

“Hemen dökül.” Vaov hızlı bir başlangıç yaptık. Ben de diyorum Gülcan neden yarım saat sonra başlayacak olan dersi erkenmiş gibi gösterdi diye şimdi anlaşıldı.

 

“E anlattım ya balım. Daha ne anlatıyım.” Yememiş bir bakış attı.

  

“Emin misin? Sanki biraz daha var gibi anlatacakların. Mesela, seni Ömer’in bırakması ve Özgür’le İrem’in olayı gibi.” Alacağın olsun Burak yemeyip içmeyip İrem’le Özgür’ü mü anlattın.

  

“Kabul pes ediyorum. Anlatıyorum madem…”

  

Her şeyi anlattıktan sonra. “Nasıl yani bundan sonra seni derse hep Ömer mi bırakacak?”

  

“Bu yıl böyle olacak mecbur.”

   

“Asu, güzelim seni tanıyorum. Sen herkese kolay kolay güvenmezsin. O adamla iş yapıyorsan mutlaka bir bildiğin vardır ama emin misin sen bu adamdan, ya tuzaksa? Seni de kaybedemem. Zaten o şerefsiz baban yeterince çektiriyor. Ya o adamda sana zarar verirse. Ya ben bir kardeşimi daha kaybedersem.” Ah benim güzel kalplim.

  

Gülcan lisedeyken yakın arkadaşının sevgilisi arkadaşına tecavüz edip öldürmüştü birde Gülcan tüm bunlara şahit olmuştu. Aynısı benim başıma gelirse diye de endişeleniyordu.

 

“Dediğin gibi Gülcan, ben kimseye güvenmem ama ona karşı benimde anlamadığım bir güven var içimde. Korktuğunun farkındayım ama endişelenme, bana zarar veremez çünkü onun işine yarayacağım. O da benim işime yarayacak.”

 

“Nasıl olacak o?”

  

“Üniversiteden mezun olunca onunla evleneceğim. Ben onunla evlenince ailemin saygınlığı azalacak ve otomatik olarak zayıflayacak. Onların en zayıf anında ise kalan tüm mal varlıklarını yok edeceğiz. Böylece Devran Şahin devri kapanacak. Sonrasında herkes yoluna gidecek. İkimizin de ortak bir amacı var yani. Bu yüzden bana zarar veremez.” Aklına yatmış gibiydi.

 

“Peki, bakalım şimdilik öyle olsun ama gözüm üstünüzde. Yaran nasıl oldu, iyi misin?”

 

“İyiyim merak etme. Burak’ı göndermene gerek yoktu zaten iyiydim. Burak’la da Özgür tanıdık çıktı daha doğrusu düşman desek yeridir. Benim arkadaşım diye Özgür zor dayandı hatta bir iki kez dövmeye yeltendi ama Ömer tuttu.”

 

“Heh gelelim o meseleye. İrem, Özgür’e bakacak bir kız değil bunu sende biliyorsun. Neden onunla birlikte şuan?”

 

Evet, aslında doğru söylüyordu. İrem bir ağanın sağ koluyla uğraşmaz genelde ama merak ettiği şeyleri çözmeyi çok sever.

   

“Galiba Özgür’le ilgili şüpheleri var ve öğrenmek içinde onunla yakınlaşıyor bunu bilemeyiz.”

   

“Neyse zamanla çıkar kokusu. Hadi derse geçelim artık.”

 

Dersten sonra bizim kafeye geçtik. Kızlar her zamanki oturduğumuz masada sohbet ediyorlardı.

 

“Biz geldik.”

 

“Hoş geldiniz. Hadi otursanıza biz de tam Cansu’nun yeni flörtünü konuşuyorduk.” Vay yeni flört ha Cansu’ya bak sen hiç bilgide vermiyor.

 

“A ah Cansu, kim bu şanslı kişi tanıyor muyuz?”

 

“Yani pek sanmıyorum. Adem diye birisi. Öylesine konuştuğum biriydi başta ama beni yarın buluşmaya çağırdı. Gitsem mi gitmesem mi bilemedim. Sizde benimle gelirseniz olabilir aslında. Kendimi daha güvende hissederim.”

 

Şimdi dışardan mantıklı bir gözle bakacak olursak, Ömer benim oraya gittiğimi duyarsa işler çirkinleşebilir. Her şeyi geçtim bize saldıran adamlar yine karşıma çıkabilir. Ama kamufle bir şekilde gidersem ne Ömer anlar ne de benim peşimdekiler.

 

“Yani, olabilir aslında.” Ben bunu der demez Gülcan hemen karşı çıktı.

 

“Hayır! Olmaz! Biz gideriz ama sen gelmiyorsun güzelim.”

 

Ya ama ya haksızlık bu. Ben bu anı kaçıramam. Leyla ve Cansu olanları bilmediği için anlamaz gözlerle bakıyorlardı. Onlara anlatmayı çok isterdim ama zaten sözümü çiğneyip üç kişiye anlatmıştım. Eğer onlara da anlatırsam Ömer anlaşmayı feshedip beni zora sokabilirdi. Bu yüzden onlara anlatamazdım.

 

“Asu neden gelmiyormuş?”

 

“Ay yoksa hasta falan mısın? Kusura bakma bir tanem düşünemedim.”

 

“Hayır, hayır iyiyim ben. Babamı biliyorsunuz, Gülcan’da babam duyar diye endişelendi. Değil mi Gülcan?”

 

Bana sen akıllanmazsın bakışı atıp, “Aynen, aynen onun için söyledim. Sen zarar görme diye.”

  

Ne ama onlara anlatamazdım değil mi? Yoksa olay büyüyecekti.

  

“Endişelenmene gerek yok bir tanem. Gizlice gelebilirim. Cansu’yu ve sizi yalnız bırakamam.”

  

“Emin misin Asu bak biz üçümüzde gidebiliriz. Sıkıntıya girmeni istemem.” Ah benim canım Leyloş’um. Olayın onunla ilgisi yok be güzelim.

  

“Eminim bensiz gidemezsiniz. Geliyorum nokta.”

  

 

 ***

 

 

Yani sen hangi akla hizmet geliyorum diyorsun ki. Belliydi zaten böyle olacağı. Hani akıllanmazsın kızım Asu vesselam. Zira şuan bir çatışmanın ortasında olmamızın başka bir açıklaması olamazdı.

 

Evet çatışma. Gelin size kısa bir özet geçiyim. Gerçi ne kadar kısaltsam da pek de kısa olduğunu sanmıyorum ama neyse.

 

 

Aynı Günün Sabahı…

  

 

Evet gençlik yine bir Asu Şahin klasiği olan kimseyi dinlemedim adlı eserimin en başındayız. Umarım bunun sonu kimseyi dinlemedi boku yedi değil, yine haklı idi olur.

 

Ömer’in de haberi olmadan (ki olsa hayatta izin vermezdi.) kızlarla Cansu’nun yeni flörtüyle ilk buluşmasında onu yalnız bırakmadık. Ama tabi ki kamufle olmuştuk.

 

Kızlar bu kamuflaj işinin Adem denen adama fark edilmemek için olduğunu düşünse de bunun tek sebebi peşimde olan düşmanlarımın beni tanımamasını istememdi.

 

“Kızlar görebiliyor musunuz? Geldi mi?” Bunu bize Gülcan söylüyordu çünkü masanın konumu gereği Cansuların oturduğu masaya arkası dönüktü.

 

“Ne bileyim ki görünmüyor şuan. Ya Asu gözlükler şart mıydı yani? Bunlar yüzünden hiçbir şey göremiyorum!”

 

“Evet şarttı. Size lens takalım demiştim Leyloş. Ama siz ne dediniz olmaz gözlerimde kızarıklık yapıyor diye giymediniz. Yani evet o gözlükleri takmak zorundasınız.”

 

“Hadi gözlükler tamam. Peki bu saçlarımızın hali ne tam olarak? Yahu benim saçlarım şuan neden pembe. Bu halde dikkat çekmiyor muyuz sence?”

 

“Gülcoş’um idare edin işte biraz. Biricik Cansu’muz için.”

    

“İçimden bir ses bu halimizin Cansu’yla zerre alakası yok diyor ama neyse. Nasılsa yakında çıkar kokusu.”

  

“Ne alakası var canım her şey Cansu için.” İnanmayan gözlerle bakıyordu gül kokulum.

   

Ama eğer peşimde birilerinin olduğunu söyleseydim, Gülcan beni kolumdan eve zincirlerdi. O yüzden ona söyleyemezdim.

  

Şu an benim üzerimde asla benim tarzım olmayan siyah bir kargo pantolon, üstümde salaş pembe bir t-shirt, ayaklarıma siyah bir spor ayakkabı, saçlarıma da kıvırcık kızıl bir peruk takmıştım. Beni bu halimle asla tanıyamazlardı.

  

Gülcan’da ise az öncede belirttiği gibi pembe bir peruk, mini kırmızı bir etek, üstünde beyaz bir krop, ayaklarındaysa kırmızı bir topuklu vardı. Bu kadar sızlanmasının sebebi de buydu sanırım çünkü o şuan hiç haz etmediği kokoşlardan biri haline gelmişti.

 

Leyla’da da onun sarıya çalan kumral saçları yerine simsiyah bir peruk, peruğun üstüne hasır siyah bir yazlık şapka, üzerine siyah uzun sıfır kol yazlık bir elbise, ayaklarına da siyah dolgu topuk bir hasır giymişti. Baya da asil olmuştu yani onun şikayet etmeye hakkı yoktu. Ki istesem de ona kötü giyin diyemezdim. Giyimine pek bir düşkündür.

  

“Ay geldi! Geldi!”

 

“Nerde? Hani?” Gülcan çocuğu görmek için bir anda arkasına dönünce neredeyse düşüyordu. Neyse ki son anda Leyla onu tutmayı başarmıştı.

 

“Gülcan! Yavaş, iyi misin?”

  

“İyiyim ben, tamam.” Daha fazla dikkat çekmeden önümüze dönmüştük.

  

Sanki çocuğun tipi bir yerlerden tanıdık gibiydi ama tam çıkartamıyordum. Düşüncelerime engel olan şey ise Cansu’nun, gelen Adem denen kişiyi görür görmez garip ve sinirli davranmaya başlamasıydı. Kızlar da benim gibi düşünüyor olmalı ki hepimiz şüpheli gözlerle oraya bakıyorduk.

 

“Kızlar sizce de bir gariplik yok mu? Dedi Gülcan

 

“Kesinlikle bir gariplik var balım.” Dedi Leyla’da ona katılarak.

 

“Yanlarına mı gitsek?” Diye bir öneride bulunmuştum.

 

“Emin değilim. Ya her şeyi mahvedersek. Biraz daha bekleyelim.” Dedi gül kokulum. Haklı da olabilirdi ama Cansu oldukça gergin görünüyordu.

 

“Kızlar, yok ben dayanamayacağım galiba. Baksanıza Cansu çok gergin bir şeyler ters gidiyor. Bir şeyler yapmamız lazım.”

    

“Leyloşuma katılıyorum baksana yarım saattir oturuyorlar ama hala gerginler. Gitmeliyiz artık yeterince bekledik bence.” Gidecektik ama nasıl?

   

“Nasıl dahil olacağız peki?” diye aklımdan geçenleri dışarı vurdu Gülcan.

  

“Benim aklımda bir fikir var aslında.”

  

 

Birkaç dakika sonra…

 

 

Bu kız kesinlikle bu iş için yaratılmış. Bir de hiç tarzım değil diyor.

 

Evet, tahmin ettiğiniz gibi Gülcan’ı biraz sarhoş yapmış olabiliriz. Ve evet bu saatte. Yalpalaya yalpalaya masaya doğru ilerliyordu.

 

“Ay! Ay çok pardon beyf- Oooo bu neymiş böyle be taşş mısın be, heykel mi acaba?” ardın da bir ıslık kopartmış ki sormayın gitsin.

 

“Siz kimsiniz hanımefendi? Görmüyor musunuz birisiyle oturuyorum şuan?”

 

“Oha bu gerçekmiş! Vayyy anam vayy analar neler doğurmuş büle vayy!”

 

“Valla benim için hiç sorun değil hanımefendi. Lütfen devam edin bende kalkayım artık. Tekrar görüşmemek üzere.” Cansu bunu söyler söylemez Adem denen adamın yüzü kasıldı. Ayıptır söylemesi çok züppe bir tipe benziyordu.

 

Ya bir yerden çıkaracağım ama…

 

“Asu eğil!” sesi duyar duymaz eğildim. Eğilmemle tepemden bir kurşunun geçmesi bir olmuştu.

 

“Kahretsin aptal kız! Nasıl dikkat etmezsiniz! Kuzen iyi misin?” İrem gelmişti hem de tam olması gereken zamanda. Çünkü birkaç saniye daha gecikseydi hiç hoş şeyler olmayacaktı.

 

Hemen masalardan birini siper aldım ve İrem’le şu bir türlü hatırlayamadığım adamın, karşı taraftakilerle çatışmasını izlemeye başladım.

  

“İyiyim! Ne oluyor İrem? Nasıl buldun bizi? Kızlar, Cansu, Leyla, Gülcan iyi misiniz?” Kızlar hep bir ağızdan evet deyince rahat bir nefes almıştım. Sanırım tahmin ettiğim şey oluyordu. Yerimi bulmuşlardı. Yine.

 

“Buldular. Bu salak Kadir, Cansu’ya oyun oynamak isterken yanlışlıkla abisinin müstakbel karısını tuzağa çekti.” Tabi ya bende diyorum bu adam bana tanıdık geliyor diye. Kadir’di bu Ömer’in kardeşi Kadir Seymen.

 

“Çabuk bana da bir silah ver! Çabuk İrem!”

 

Tam bana silahı uzatırken Ömer Seğmen olaya el attı.

 

“Asu! İyi misin?” yahu ben iyiyim beni bir geçin artık. Şunları halletmemiz lazım.

 

“Ben iyiyim. Asıl sen beni nasıl bul… Kadir!”

 

“Evet, Kadir aradı. Ve belki de aramasıydı şuan evlenebileceğim bir kadın olmayacaktı!” Hehh şimdi sıçtık işte. Asla bu konuyu yüzüme vurmadan durmayacaktır.

 

“Ya şuan konumuz bu mu? İrem ver artık şu silahı!” nihayet silahı verdi.

 

“Sonunda!” silahı alır almaz bize karşı kurşun sıkan herkese ben de sıkmaya başladım. Hedefleri çok iyi vurmam Ömer’i baya bir şaşırtmıştı.

 

“Sen nereden öğrendin silah kullanmayı Devran’ın kızı?”

  

“O dediğin kişi kardeşime dokunmaya kalkarsa diye küçük bir önlem diyelim Ömer Ağa!” yüzünde memnun bir gülüş oluşmuştu.

 

“Ne zaman anlatacaksın?”

 

“Neyi?” biz konuşurken çatışmaya devam ediyorduk.

 

“O namussuzun sana tam olarak ne yaşattığını. Neden kaçıyorsun hastanelerden? Ne oldu? Ne oldu da baban olacak o piç seni 13 yaşındayken Van’da ki en pislik heriflerin eline bıraktı.”

  

Bir anda silah sesleri sustu. Bir ses dolmaya başladı kulağıma.

  

 

***

  

  

“Ne kadar kalacak daha ağam? Ufacık kız dayanamaz. Delirir Allah’ıma.”

 

“Sana ne ulan! Ben ne kadar kalmasını istiyorsam o kadar kalacak!”

 

Seyfi amcanın sesiydi bu. Benim halimden anlayan nadir insanlardan biriydi ama o da babama sesini çok çıkaramazdı.

 

Yine o yerdeydim kan kokuyordu, leş kokuları hatta insan uzuvları vardı. 13 yaşındaydım, henüz çocuktum. Artık babamın yaptıklarına alışmaya başlamıştım ama buraya hiç alışamadım ne zaman burayı görsem deliye dönüyordum.

 

Midem boşalıp ta azımdan kan gelene kadar kusuyor sonrasında kendi kustuğum kanı görüp iyice titremeye ve delirmeye başlıyordum. 3 yıl önce ne oldu da babam olacak adam bu kadar değişti bir türlü anlamıyordum.

 

Eskiden yavrum, şeker kızım diye beni seven adamın şimdilerde bana yaşatmadığı şey kalmamıştı. Yani ben öyle sanıyordum. Birkaç dakika sonra içeriye giren babamın yanındaki adamları beklemiyordum mesela.

 

“Kız bu alın götürün. Soran olursa kaçırdınız biz de size yetişemedik.” İçeriye giren adamlar bana bakıp pis pis sırıtmaya başladılar.

 

“İyi malmış Devran Ağa. İyi para eder bu.” Ne parasından bahsettiklerini anlamayacak kadar kendimden geçmiştim.

 

Adamlardan birisi yanıma gelip beni sürüklercesine kaldırdı. Ancak ayakta duracak mecalim kalmamıştı. Bunu anlayınca beni kucağına aldı.

 

Adamlar beni bu korku evini aratmayacak hastane dedikleri yerden çıkarınca yavaş yavaş kendime gelmeye başlamıştım.

 

Bir arabanın arkasındaydım. Ön koltukta o iki adam vardı. Artık başıma gelecekleri umursamıyordum çünkü zaten baba dediğim adam bana o kadar çok şey yaşatmıştı ki. En fazla ne yapabilirlerdi?

 

Ben böyle düşünürken araba ani bir frenle durdu. Önümüzü birileri kesmişti sanırım ama olanları hala tam olarak kavrayamıyordum.

 

Önde oturan adamlardan birisi arabadan inip yolumuzu kesen kişiyle konuşmaya başlamıştı. Konuşulanları anlamıyordum ama önümüzü kesen kişinin genç bir kişi olduğu belli oluyordu. Tam yüzünü göremiyordum. Onlar bir süre konuştuktan sonra adam geri geldi.

 

“Çok şanslısın küçük. Bu adama dua et. Seni satın alıp geri evine yolladı. Seni ona verecektik ama adını söylemememiz için yüklü bir miktar daha ödedi.”

 

Şans mı? Emin miyiz? Çünkü bu daha çok cehenneme dönüşe benziyordu. Ama yine de beni belki de daha kötü bir kaderden koruyan adamı merak etmiştim.

 

Ömrüm boyunca onu arayacaktım ama aslında yanı başımda olduğunu uzun süre anlamayacaktım

 

 

***

 

 

Ben o adamı hala arıyordum. Ama hiç bulamıyordum. Ona olan bu borcumu nasıl ödeyeceğimi hiç bilmiyorum ama onu bir kez olsun görmeyi çok isterdim. Çünkü beni nasıl büyük bir şeyden kurtardığını öğrenince ona olan minnet borcum resmen arşa çıkmıştı.

 

Eğer o adamlarla gitseydim şuan bir genel evde çalışıyor olurdum. Ve bunun bende bırakacağı yaraları düşünmek bile istemiyordum.

 

“S-sen bunu nerden..”

 

Bir anda sözümü kesip “Öğrendim işte bir yerden. Karıştırma orasını.”

 

“Kimden öğrendiğini söylemediğin sürece azımdan tek bir kelime alamazsın Ömer Ağa!”

 

Silahı ona doğrulttuğumda bir an benden şüphe etti ve şaşkın gözlerle baktı. Arkasındaki adamı vurunca rahatlamış bir nefes verip, “Eyvallah Devran’ın kızı.”

 

Biz tartışırken İrem bize seslendi, “Arkadaşlar bölüyorum ama benim şarjörüm bitmek üzere yedeği olan verse de şunlardan kurtulsak diyorum hani!”

 

“Sen nasıl yedeksiz geldin peki çıtı pıtı mafyacık!”

 

Özgür’ün sözleri İrem’i çıldırtacak cinstendi ancak İrem Özgür’e hiç pas vermiyordu. İki hafta önceki İrem’le Özgür gitmiş yerine iki azılı düşman gelmiş gibiydi. Aralarında ne geçmişti henüz bilmiyordum ama şuan tartışmalarının hiç sırası değildi.

 

“Özgür, şimdi sırası değil!” diyerek araya girdim.

 

“İrem al bende yedek var.” Ömer’in şarjörü vermesiyle çatışmaya devam ettik.

 

“Niye bitmiyor bunlar!” gerçekten isyan etmeye değerdi. Biz tam bitti derken yenileri geliyordu.

 

Sanırım çıkmamız gerekiyor.

 

“Geri çekilmemiz lazım! Kadir, topla adamları. Kızlara göz kulak olma işi sizde İrem. Özgürle halledin. Asu sen benimle geliyorsun!” Eh ne diyorduk buna kaçınılmaz son.

 

“Ben bu kadınla hiçbir halt yapmam!”

 

“Tüh ya! Ben yalancılarla vakit geçirmeye bayılıyordum çünkü!” ne yalancısı be. Ne halt dönüyor be burada?

 

“Asu, her şeyden önce bize şu evlilik konusunu açıklamaya ne dersin?” Aaa ama çok üzerime geliniyor şuan bir yandan Ömer bir yandan kızlar. E ama yazık bana.

 

“Şimdi hiç birinin sırası değil. İrem, Özgür şu saçma tartışmanıza bir son verip kızları bizim eve götürün! Bizde Asu’yla biraz konuşup arkanızdan geleceğiz.” Ay yok taktı bana.

 

“Peki abi, bizde merak etme. Kadir’i ne yapalım?”

 

“O da sizinle gelecek. Ben gelince onunla ayrı konuşacağım zaten.” Hafif bir ima sezmiştim bu sözünde sanırım Kadir’i de zor bir sınav bekliyordu.

 

“Abi, benim işlerim…”

 

Ömer hızla ona dönüp, “Başlatma şimdi işine! Gördük işinin ne olduğunu. Ne diyorsam o.”

 

Bu sözlerden sonra Kadir sessiz kalıp abisinin dediğini yapmıştı. Biz geri çekilmiştik, Ömer’le ben aynı arabadaydık.

  

Aslında geri çekilmezdik ama Ömer hazırlıksız gelmişti. Bu yüzden geri çekilmiştik. Karşıdakilerin bu kadar güçlü gelmesini beklemiyordum. Buraların en güçlüleri zaten bizim tarafımızdakilerdi. Nasıl bu kadar güçlü olduklarını düşünmeden edemedim.

 

“Nasıl bu kadar güçlü olabilirler? Kim bunlar Ömer hala bulamadın mı?”

 

Bana ters bir bakış atıp. “Bence şuan sorgu yapma sırası bende. Ne dersin, burada ne işin olduğundan bahsetmek ister misin?”

 

Aman be yemedi bu çıkışımı iyi mi? Neyse halledeceğiz artık bir şekilde.

 

“Ya arkadaşlarımı yalnız bırakmak istemedim. Cansu, Adem diye birisiyle buluşacağını, biz de gelirsek daha rahat hissedeceğini söylemişti. Bende kamufle olursam yakalanmam sandım.”

 

“Ama yakalandın. Gerçekten tanınmayacağını mı düşündün Asu? Bir peruk takıp kamufle mi olmuş oldun yani?” bence gayet te iyi bir denemeydi.

 

“Niye ki yakışmamış mı?” diyerek saflığa vurdum.

 

“Hiç çevirme Asu. Kızlara anlattın mı anlaşmayı?” yemedi be.

 

“Yok, anlatmadım onlara. Az kalsın onlara zarar gelecekti Ömer, benim yüzümden hem de. Eğer onlara bir şey olsaydı dayanamazdım.” Anlayışla baktı yüzüme. Arkadaşlarımın bendeki yerini bilmeliydi.

 

Bunu anlamış olacak ki, “Onlara anlatabilirsin ama emin olman lazım. Yanlışlıkla bile belli ederlerse her şey mahvolur.” Onu da ben anlıyordum. Duyulursa olacakları tahmin etmesi o kadar da zor değildi.

 

“Merak etme, canlarını veririler ama sırrımızı açık etmezler. Hem bilmeleri işimize yarayabilir.”

 

Sıkıntılı bir nefes verdi. “Kadir için üzgünüm. Bu herifi ne kadar uyarırsam uyarayım asla akıllanmıyor. Ama endişelenme ben halledeceğim bu mevzuyu. Cansu’yu tekrar rahatsız etmeyecek.” Umarım öyle olurdu.

   

“Sana bu konuda güveniyorum. Kadir’in hayatını herkes biliyor. Kardeşimi üzerse, benim onu üzmekten beter edeceğimi bilmeni isterim Ömer Ağa.” Bu güçlü yanımı ona ilk gösterişimdi. Bu yanımı sadece evdekilerden gizliyordum. Ama arkadaşlarıma ve ya kardeşlerime dokundukları an onlara bu yüzümü göstermekten büyük bir zevk alacaktım.

 

Ciddiyetle kafa sallayıp önüne döndü.

  

Eve geldiğimizde kızların ve diğerlerinin de evde olması umuyorduk ama ev bomboştu. Ömer hemen Özgür’ü aramıştı. Özgür telefonda oldukça telaşlıydı çünkü Gülcan’ı beni almak için kaçırmışlardı.

 

Çok büyük bir hataydı…

 

 

  ***

 

 

“Yani gerçekten bu Kadir denen herifle aynı arabada olmak zorunda mıydım ben?”

 

“Sen daha benle çok vakit geçireceksin Cansu Hanım. Bana yaptığının bedelini ödeyeceksin.”

 

Cansu hiç bulaşmaması gereken kişiye bulaşmıştı. Pişman mıydı? Hayır, tekrar olsa tekrar yapardı. Kızlara karşı olan tavrını kim görse öyle yapmalıydı ona göre.

  

Ne mi yaşandı? Bir hafta önce Cansu eski bir arkadaşı ile buluşmak için bir mekana gitmişti. Gittiği mekanda karşılaştığı manzara içler acısıydı çünkü bir züppe kızlara köle gibi davranıyordu.

  

Bir süre bu kötü manzaraya odaklanmamaya çalışsa da daha fazla dayanamamış ve ayağa kalkıp o züppenin masasına gitmişti. İlk önce okkalı bir tokat atıp hiçbir zaman onunla sevgili olmamasına rağmen beni nasıl aldatırsın diye bağırıp adamın elindeki içkisini suratına fırlatmıştı.

 

O adam daha ne olduğunu anlamadan hızla oradan kaçmış ve izini kaybettirmişti. Yani o öyle sanıyordu. Çünkü yüzüne tokat atıp birde içki fırlattığı adamın istese onu birkaç dakika içerisinde bulabileceğini bilmiyordu. Bu günde bunu öğrenmişti ama henüz Kadir’in bu haddini bilmez kızla işi bitmemişti.

 

Kendisini Adem olarak tanıtmıştı ve tüm kızları düşürecek sözlerle Cansu’yu buluşmaya ikna etmişti. Sonrasında amacı Cansu’yu tehdit edip onu süründürmekti. Yanına gelen sarhoş kızı hiç beklemiyordu tam deli birisi diyecekken çıkan çatışmayla onun bu kızın arkadaşı olduğunu anlamıştı.

 

Çatışma çıkınca çok şaşırmıştı. Hemen masayı devirip Cansu denen kızı yanına almıştı. Ölmesine izin veremezdi ödemesi gereken bir bedel vardı. Sonrasında abisini aramış ve olanları anlatmıştı. Neyse ki abisi yakındaydı.

 

“Asıl ben bu Özgür denilen çakma korumayla aynı konumda olmak zorunda mıyım? Harbiden ya insene sen arabadan.”

 

“Yok ya oldu. Sen neden inmeyi denemiyorsun mafyacık?”

 

“Bana bak şimdi şu anda dağıtırdım o beynini ama Asu’ya dua et.”

 

“Asıl sen…”

 

“Yeter susun artık! Başımı ağrıttınız. Herkes bu gün bu araçta olmak ve o evde toplanmak zorunda. Cansu ve Kadir bir süre bir birinizle uğraşmasanız bir şey kaybetmezsiniz.”

 

“Ama Gülcan…”

  

“Yok Gülcan! Yeter, aynı şekilde siz ikiniz İrem ve Özgür, daha sonraya saklayın şu kavganızı.”

  

İkisi de bir birine bakıp somurtmaya başlamıştı. Birbirleri hakkındaki gerçekleri öğrendiklerinden beri gerçek anlamda düşman olmaya başlamışlardı. Çünkü Özgür İrem’in ufacık bir açığını kolluyordu. Onun bir mafyanın başı olduğunu ve yaptığı pis işleri ortaya çıkarması gerekiyordu.

 

Buraya boşuna gelmemişti belki kızlarla konuşurken ağzından bir şey kaçırır ümidiyle onu takip etmişti, sadece kızlarla buluşacağını sanıyordu. Çatışma herkes gibi ona da sürpriz olmuştu.

 

“Leyla, bulabildin mi?”

 

İrem’in sorusuyla beraber hızla cevap vermişti Leyla. “Deniyorum ama sistemleri çok güçlü sızamıyorum. Kameralardan bize saldıranlardan birinin yüzünü tespit ettim. Çalıştığı mekanın kayıtlarına ulaşmaya çalışıyorum.”

 

Leyla pilotaj okuyordu ama aynı zamanda harika bir hackerdı. Saldıranları o bulamazsa kimse bulamazdı.

  

“Buldum! Mekanın sahibi Şahin diye bir adam. Tanıyor musunuz?”

 

İrem ver Özgür aynı anda bir birine bakıp, “Kozanlar!”

 

“Ama nasıl? Buna cesaret edemezler. Onların aşireti hem Şahin Ağa Aşireti’nden hem de Seymenlerden daha küçük. Karşılarına bu iki aşireti almayı göze alamazlar.”

 

“Ya yem olarak kullanılıyorlarsa? Birisi büyük bir oyun oynuyor sanırım. Neyse, yakında çıkar kokusu.”

 

Özgür’le konuştuğu gerçeği aklına gelince hemen somurtup önüne dönmüştü. Eve az bir mesafe kalmıştı. Az daha sabredebilirdi bu Özgür işkencesine.

 

Ancak kimsenin beklemediği bir şey olmuştu. Etrafları üç araba tarafından çevrilmişti. Arabadan inen adamlar silahlarını arabaya doğrultup, “Herkes arabadan insin! Ufacık bir hatanızda kurşuna dizilirsiniz!”

 

“Orospu çocuğu gel bakalım kim kimi kurşuna diziyor.” Diye homurdanmıştı Özgür.

 

Böyle söylemişti ama herkes arabadan inmişti. Tek sıra halinde dizildiklerinde adamlardan biri herkesi dikkatle inceledi. Aradıkları kişi Asu Şahin’di ancak onu burada bulamamışlardı. Onlar bulamıyorsa, Asu’nun onları bulması gerekiyordu.

 

“Sen, kırmızılı öne çık!” diyerek Gülcan’a seslendi. Onun yerine Özgür tam bir adım atıp adamın gırtlağına yapışacaktı ki, “Tek bir adım atarsan hepiniz geberir gidersiniz! Haydi kırmızılı! Öne çık.”

 

Gülcan cesaretle öne çıktı. Adama tiksinen bir bakış atıp yüzüne tükürdü. Adam Gülcan’ın bu hamlesini beklemiyor olacaktı ki bir an duraksadı. Sonrasında da Gülcan’ın üzerine yürümeye başladı.

 

“Eğer sen, bir adım daha atarsan buradaki kimseyi umursamam ve olmayan kafanın ortasında derin bir oyuk açarım!” diyen İrem, tekrardan bir tuzağa düşmenin öfkesini yaşıyordu.

  

Nasıl anlamazdı dönen oyunları. Arkadaşlarının canı üzerine resmen bir kumar oynanıyordu ancak o bir gerzek yüzünden kafasını bir türlü toparlayamıyordu.

 

Özgür İrem’in sözlerine yandan gülüp, “Denemek istemezsin. Harbi yapıyor, iki tane adamımın anlında birer koca delik var. Ve hiç birisi kurşun yarası değil.” Gizli bir sır verir gibi ileri uzanıp bir elini ağzına siper ederek, “Matkap kullanmaya bayılıyor. Çok garip zevkleri var.”

 

Psikopatça sırıtmıştı İrem. “Bak sen öyle diyince yine canım çekti. Özgür, arabadan matkabımı çıkartır mısın?”

 

“Bende biraz oynarsam neden olmasın?” Özgür arabaya ilerleyecekken,

 

“Tutun lan şunları. Allah’ın manyakları. Ne içiyorsunuz siz insan kanı mı?”

 

Aynı anda bir birlerine baktıklarında, İrem sitemkar bir tavır almıştı. “Hani aramızda kalacaktı. Bir daha tek başıma içeceğim. Alındım açıkçası.” Üzgünüm der gibi mahcup bir edayla omuzlarını indirip kaldırmıştı Özgür.

 

Vahşet görmüş gibi bu ikiliye bakakalmıştı adam. “Harbi mi lan? Manyak karı! Sıkı tutun bunları. Ben bu kızı alıp gidene kadar orada kalacaklar.”

 

Anında surat ifadeleri ciddileşmişti İrem ve Özgür’ün. “Cibiliyetini siktiğimin piçi. Bırak lan kızı! Sıkıyorsa beni al orospu çocuğu!” diye püskürmüştü Özgür.

 

“Beni merak etmeyin, hallederim ben. Siz sadece Burak’a haber verin. O ne yapacağını bilir.” Bana güvenin temalı bir baş işareti yapıp sakince diğer adamlarla beraber gitmişti.

 

Özgür ve Kadir şaşırmıştı bu çıkışa ancak kızlar Gülcan’ın potansiyelini bildikleri için adamlara içten içe acıyorlardı. Çünkü henüz kime bulaştıklarını bilmiyorlardı.

 

“Yazık olacak.” Demişti Leyla

 

“Acaba adamları mı kurtarsak?” diye bir öneri sunmuştu Cansu.

 

“Bu saatten sonra biz bile kurtaramayız onları.” Diyerek ölü birinin arkasından bakar gibi içli bir soluk vermişti Gülcan.

 

“Ne oluyor lan burada? Biz ne kaçırdık?” diyerek şaşkınlığını dile getirmişti Özgür.

 

“Bu giden, birkaç saat önce bana sarhoş gibi davranıp seni elimden kurtarabileceğini sanan kız değil mi? Onları da bu yolla mı etkisiz hale getirecek yani?” Küçümser bir bakış atmıştı.

 

Aynı bakıştan Cansu’da ona atıp, “Birazdan onu almaya gittiğimizde görürsün nasıl etkisiz hale getireceğini.”

 

Şen bir kahkaha atmıştı İrem. Onu en iyi tanıyanlardan biriydi. “Az sonra karşılaşacağımız manzarayı düşünüyorum da. Zevkten dört köşeyim şuan. Hayır, bir de kızı küçümseyip yanına üç beş adam alıp gitti salak.”

 

Adamlar ve Gülcan gözden kaybolunca yanlarında onları tutan ve şaşkınca bakan adamları etkisiz hale getirmeleri uzun sürmemişti.

 

Hemen peşlerine takılmışlardı. “Leyla ne durumdayız? Bulabildin mi yerlerini?”

  

“Kaçar mı benden? Hallettim bile. Özgür sana atıyorum konumu. Bu arada bir şey daha buldum. Az önce çaktırmadan Gülcan’ı alan adamlardan birini telefonumdaki sistemde tarattım. Bunlar başkalarının adamı. Serdar Sarıca diye birisi. Biraz araştırdım, adam buralı bile değil.”

 

Kafası karışmıştı Özgür’le İrem’in, “Nasıl yani? Nereliymiş bu adam?” diye sordu İrem?

 

“Ağrılı, ama hakkında başka bir bilgi bulamadım. İyice araştırdım ancak yok.”

 

“Sağ ol Leyla, iyi iş çıkardın. Sen bu adamı araştırmaya devam et mutlaka bir açık verecektir.”

 

İrem Van ve çevre illerde ki mafyaları iyi tanırdı, hiç böyle bir isim duymamıştı. Bakışları Özgür’e döndüğünde onunda bu ismi duymadığını Özgür’ün sorgulayan ancak bulamayıp hırsla kasılan yüzünden anlamıştı. Kimdi bu Serdar Sarıca ve Asu ile Ömer’den ne istiyordu.

 

Kim olursa olsun kardeşine zarar vermeye çalışan herkesin kafatasında bir oyuk bırakmaya hazırdı. Ve bu kişi her kimse çoktan İrem ve Özgür’ün radarına girmişti.

 

Yolda giderken Asu ve Ömer’e de olanları anlatmışlardı. Asu’da Gülcan’ı iyi tanıdığı için onun adına değil saldıran adamlar adına üzülüyordu.

 

 

 ***

 

 

Birkaç Saat Sonra…

 

“E yuh ama! İnsan biraz bize de bırakır be Gülom.” İrem’in bu hafif sitemine gülümsemişti Gülcan. Koşarak ona sarıldığında. Ona minnettardı.

 

“Siz olmasanız bunların hiç birini yapamazdım ama.”

 

“Gülcan, güzelim. Ben daha ne kadar toplayabilirim senin yaraladıklarını. Hayır, öldürmüyor da. Ben bu pis herifleri iyileştirmek zorunda mıyım yani?”

 

Evet, Burak her ne kadar normal bir doktor gibi görünse de biricik sevgilisi ve arkadaşlarının bu kirli işlerinde daha çok iş görüyordu.

  

Gülcan nadiren öldürürdü. Pek sevmezdi öldürmeyi ama ölmekten beter ederdi. Burak’ta her defasında bu pislikleri iyileştirir birisini konuşturmak için ayırır diğerlerini de tekrar Gülcan’ın eline vermekle tehdit edip kendi suçlarını itiraf ettirerek hapse tıkardı.

  

İrem ise o kadar uğraştırmaz her birinin kafasını matkaplayıp sadece birini sağ bırakır onu da işkenceyle konuştururdu. Çok nadiren Burak’a işi düşerdi.

 

“Cansu, sende de var mı bu tarz şeyler? Hayır, varsa ona göre tedbirimi alıyım.” Diyerek hafif bir ürkme belirtisi göstermişti Kadir. Oldukça da haklıydı.

 

Cansu diğer kızlardan farklı olarak kanla uğraşmaz daha çok yakın dövüşle ilgilenirdi. Tek bir hamlesi karşısındakine felç geçirtirdi.

 

Kızlar bunları birkaç yıl önce öğrenmişti. Asu daha önceden birliyordu. Gülcan ölen arkadaşının katiline hazırlıyordu kendini. Onu bulduğu yerde paramparça edecekti.

  

Leyla’nın hackerlik yeteneğinin sebebi sanalda yaşadığı tacizdi, amacı o piçi bulup kızlara temizletmekti. Çünkü Leyla elini kana bulamayı değil tuşlarla buluşturmayı severdi. Ama o herif çok iyi saklanmış olmalıydı ki bir türlü bulamamıştı. Hala peşindeydi.

 

Cansu’nun yakın dövüş alma sebebi ise lise yıllarında gördüğü zorbalıktı. Sürekli arkadaşları tarafından itilip kakılmış oldukça acımasız bir akran zorbalığı görmüştü. Ancak şimdi ona kimse öyle davranamazdı çünkü artık karşılarında ürkek bir Cansu yoktu.

 

Kızlar öğrendiklerinin çoğunu İrem’e borçluydu çünkü Gülcan bildiği bu acımasızca hamleleri ondan öğrenmiş devamını ise kendi vahşi hayal gücüne bırakmıştı. Leyla, dijital ortamı kullanma imkanını İrem’in bağlantıları sonucu bulabilmişti. Cansu yakın dövüşü bizzat İrem’den öğrenmişti. Asu ve İrem tüm bildiklerini beraber öğrenmişti. Asu bildiği tüm teknikleri İrem’e, İrem bildiği her şeyi Asu’ya öğretmişti. Bu iki kuzenin ise tek amacı kendilerini ailelerinden ve dışarıdaki düşmanlarından korumaktı.

 

“Bilmem, deneyerek öğrenmeye ne dersin?” diyerek gözdağı vermek istemişti Cansu karşısındaki züppeye.

 

“Büyük bir memnuniyetle sarı şeytan.” Diyerek ona meydan okumasını beklemiyordu. Cesareti takdire şayandı. Küçük bir baş işaretiyle meydan okumasını kabul etti.

 

“Gülcan yavrum bizsiz mi çalışıyorsun? Aşk olsun.” Diyerek alındığını belirtmişti Asu. Gülcan ona da ışıldayan gözlerle bakıyordu. Ne zaman başı zora düşse Asu yanı başındaydı.

 

Bazen gelemiyordu ama bunun suçlusu kız kardeşi gibi gördüğü kız değil onun babası olacak şerefsizdi. Asu’yu bu konuda hiç anlamıyordu. İstese şuan bile bu herife haddini bildirebilirdi ama düşmanlarına karşı olan cesaretini babasının karşısında yitiriyordu.

  

“Sorguları sonraya saklayalım hanımlar. Şuan sevgilimle ilgilenmeliyim.”

 

“İyiyim ben hayatım sen şunları ayılt. Şu duvarın yanındakini de bize ayır. Bunların başı oydu, belki bize anlatacakları vardır.”

 

“Olmaz kaşın açılmış. Önce seni bir iyileştireyim. Bu piçler o kadar da önemli değil. Gel bakıyım yanıma.”

 

Az önce bu adamların içinden geçmemiş gibi pıtı pıtı sevdiği adamın kollarına gitmişti Gülcan. Güvendiği nadir limanlardan biriydi. Kardeşi gibi gördüğü kız öldükten sonra tanımıştı Burak’ı. İlaç olmuştu tüm yaralarına.

  

Ona bu işlere başladığını söyleyip yardımcı olmasını istediğinde hiç yadırgamadan sevdiği kadına ayak uydurmuştu. Ona göre dünyada böyle bakan başka bir ela olamazdı. Zaten ilk o elalara takılmamış mıydı gözleri. Acı ve öfkeyle bakan o elaların altında yatan pırıltıları görebilmişti.

 

“İyi ki varsın sevgilim. Sensiz hep yarım kalırdım ben.”

 

Aşık aşık bakmıştı yine elaları kendi gözlerine. Sesli ve huzurlu bir iç çekti bu noktada. “Asıl ben sen olmadan nasıl devam ederdim hayatıma. Sensiz nefes alınmaz be kızım.”

  

Onlar aşk seline kapıla dursun Ömer hâlâ daha olanların şokunu atlatamamıştı. Karşısında duran kızların bu yönlerini ilk defa görüyordu. Hepsini daha önceden tanıyordu tabi ama uzaktan Asu’yu takip ettiğinde bu kızları da biraz araştırmıştı. Ancak gördükleri duyup öğrendiklerinin tam tersiydi.

 

Mesela Miraç Asu’nun bu konularda bu kadar deneyimli olduğundan bahsetmemişti. Masum ve babasının eziyetleri yüzünden içine çökük birisi sandığı kadının arkadaşlarına zarar gelme ihtimali olduğunda nasıl acımasız birine dönüştüğünü görmüştü.

 

İrem’i zaten tanıyordu. Anne tarafından dedesi hatırı sayılır bir mafyaydı. Geçmişi oldukça karanlıktı ve bu karanlığa hiç düşünmeden tek torunu olan İrem’i de çekmişti.

 

Dedesi ölmeden önce varis olarak onu seçmişti. Bu da tüm mafyaların Özgür gibi birçok ajanın dikkatini çekmişti. Kimse bu mevkide bir kadın görmediği için bu işin içinde bir iş olduğunu sanıyordu. İrem varis değilken de güçlüydü elbet ama kimse onun başa geçmesini beklemiyordu. Ancak her şey sıradandı. Özgür’e defalarca anlatmama rağmen ısrarla anlamamış ve kimliğini riske atmak pahasına bu kızın peşine düşmüştü.

  

Yalnızca pilotaj okuyup hayatını sade geçirdiklerini sandığı kızlardan biri uzun zamandır bulamadığı saldırganların kimin adamı olduğunu sadece birkaç saat içerisinde bulmuştu.

 

Diğer pilotaj okuyanın ise içinden ne çıkacağını henüz kestiremiyordu çünkü etrafındakilerden hiç korkmuş gibi değil de daha çok ‘tüh be eğlenceyi kaçırdık.’ Der gibi bir hali vardı. Bu düşüncesini destekleyen bir diğer etmense kardeşi olacak pezevenge meydan okumasıydı.

 

Gülcan’dan bahsetmiyordu bile. Oldukça hatırı sayılır cüsseye sahip beş altı elemanı haşamat etmişti. Sevgilisinin tepkisi ise bunları görmeye alışık gibiydi.

 

Sanıyordu ki Asu çok haklıydı. Bu kızların planı bilmesi onlarında oldukça işine yarayacaktı.

 

Ve Ömer fark etmedi ama Asu’ya bakıp bunları düşünürken kalbine ufak ufak hayranlık ve sevgi tohumları ekiliyordu. Çünkü karşısındaki kadının artık küçük ve korunmasız kız çocuğu değil tam tersine ayakları üzerinde dimdik duran, olaylara müthiş bir şekilde hâkim olup yön veren bir kadın vardı. Nasıl hayran olunmasındı ki.

 

 

   ***

 

 

Nihayet eve gelebilmiştik. Kızlar ve Burak hariç kimse Gülcan’ın bu hallerini bilmeyip şok geçirdiği için uzunca bir süre o kan kokan yerde kalmıştık. Kendi pis işlerimde nasıl oluyordu bilmiyorum ama bu kokudan etkilenmiyordum.

 

Leyla bize saldıranların kim olduğunu bulmuştu ama adamın adı ve Ağrılı oluşu dışında hiçbir bilgi bulamıyordu. Cidden kimdi bu adam ve bizden ne istiyordu.

 

Ben dalmış bir şekilde bunu düşünürken Cansu yanıma geldi. “Asu, bana yarın için senin şu küçük salonu ayarlayabilir misin? Yarın orada biraz işim varda.” İşini biraz tahmin edebiliyordum.

 

Gelmeden önce Kadir’le restleşmişti. Bence Kadir büyük bir hata yapıyordu çünkü henüz Cansu’nun yakın dövüş ustalığından haberi yoktu. Yazık olacaktı müstakbel kayın biraderime.

 

Ne yapacağını sormadan, “Senindir bebeğim al istediğin gibi kullan.” Dediğimde yüzünde yakında büyük bir başarı elde edeceğini düşünen bir parıltı vardı. Parıltı diyip geçmeyelim çünkü ben ne zaman bu parıltıyı görsem ertesi gün birine felç geçirtiyordu. Gerçek anlamda yazık olacaktı.

 

Herkes kendi halinde takılıyordu. Ben anlaşmamızı anlatmıştım. Başta kızların aklına yatmasa da en sonunda benim kararıma güvenip onaylamışlardı.

 

Şuan Kadir ve Cansu birbirleriyle uğraşıyordu. Gülcan ve Burak ayrı bir köşede gülerek bir şeyler konuşuyordu. Özgür ve İrem yine bildiğimiz gibi uzaktan birbirlerine bakışlarıyla bok atıyordu. Cidden aralarında ne geçtiğini merak ediyordum.

 

Son olarak Ömer’e baktığımda onun elalarının çoktan bana dönük olduğunu görmeyi hiç beklemiyordum. Bir an ben de onun elalarına dalmıştım ki şiddetle çalan kapı yüzünden bakışmamız bölünmüştü.

 

Özgür silahını çıkarıp kapıya yönelmişti. Hep birlikte bizde kapıya gitmiştik. Çünkü kapıyı bu kadar ya alacaklı, ya çaresiz biri ya da düşman çalardı.

 

Kapıyı açtığımızda ise hiç beklemediğimiz birisiyle karşılaşmıştık.

 

“Duydum ki harıl harıl beni arıyormuşsunuz ben de sizi yormadan kendim geleyim dedim. Nasıl İyi yapmış mıyım?” dediğinde ise şaşkınlığım on katına çıkmıştı. Ne haltlar dönüyordu be burada? Kaç boyutlu bir satrancın içindeydik biz?

***

 

Evettt, Sizce üçüncü bölüm nasıldı??? Yeni gelen karakter sizce nasıl birisi??? Ve en önemlisi yeni bölümde bizi neler bekliyor???

Bu bölümü beğendiyseniz yıldızlamayı ve yorum yapmayı unutmayınnn. 😘😇

Bir sonraki bölüme kadar hoşça kalın Ankalarımmm. 😘😘🥰🪽

 

 

 

Bölüm : 14.03.2025 01:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...