9. Bölüm

KAYBOLAN CANIN BEDELİ

Kevser Uzun
kevserolojiii

 

Merhabaaa Ankalarım. Yeni bölüm geldi🥳. Umarım bu bölüm yatalarınızı sarar. Sizi çookkk seviyorum ve keyifli okumalar diliyorummm. 😘😘😘

 

 

 

*****

 

 

 

 

 

 

Yar ben sana ne ettum?

 

 

 

Bir ömür seni seçtum.

 

 

 

Gözlerun aydin olsun,

 

 

 

Şimdi senden vazgeçtum…”

 

 

 

 

 

 

 

Doğum günüm bana azap olmuştu. Yine. Ama artık sadece bana azap olmayacaktı. Yavrumu benden koparan herkese bunun bedelini en ağır şekilde ödetecektim. İlk işim artık baba demeye bile dilimin varmadığı o şerefsizdi.

 

 

 

Çok bitkin ve de yorgun hissediyordum. Ayağa kalkıp o heriften hesap sormalıydım. Duvara yaslanarak ayağa kalktım. Elim karnıma gitti yine. İçim yanıyordu hala. Artık Ömer’in bana neden bunu yaptığını düşünmüyordum. Güvenmemişti bana, benim tek güvendiğim kişi oydu oysa. O bizim aramızdaki tek bağın yanmasına da bu gün vesile olmuştu.

 

 

 

Ben ona bebeğimiz olacak diyecekken o bana hayatta kimseye güvenmemenin en doğrusu olduğunu yine en acı şekilde tekrar hatırlatmıştı. En başında anlamalıydım, kaptırmamalıydım ona kendimi. Ama şimdi bunları düşünmeyecektim. Onunda vakti gelecekti elbet ancak önceliğim yukarıdaki şeytandı.

 

 

 

Biraz nefes alıp doğruldum. Şimdi intikam zamanıydı. Eskiden de çok döverdi bu yüzden acı eşiğim yüksekti. Yürüyebilirdim. Derin bir nefes daha çektim içime. “Miraç!” diye avazım çıktığı kadar bağırdım. Kapıda duran koruma bana döndü hızlıca. “Git Miraç’ı çağır bana!” diye emrettim hızlıca. Başta tereddüt etti ama sanırım o da Ömer’in adamlarındandı. Gidip Miraç’ı çağırdı.

 

 

 

Miraç soluk soluğa buraya geldiğinde halimi görmeye tahammülü yokmuş gibi başını yere eğdi. “Kaldır başını!” dedim sert bir tonda.

 

 

 

“Hanım Ağa’m ben bilmiyordum. Yeminim olsun bilmiyordum.” Dedi hemen kendini açıklayarak. Tahmin etmiştim zaten, Ömer bile bana olan bağlılığına oldukça şaşırmıştı.

 

 

 

“Biliyorum Miraç! Kaldır şu kafanı diyorum!” dedim yine. Kaldırıp bana baktı.

 

 

 

“Aç şu kapıyı! Ve bana bir silah ver!” dedim sertçe. Hemen dediklerimi yapmaya başladı.

 

 

 

“Ha bir de, söyle tüm korumalar dışarı çıksın sen hariç. Evde kimler var?” dedim.

 

 

 

“Emrin olur Hanım Ağa’m. Evde sadece Sevda Hanım, Devran Ağa ve Azad Ağa var. Amma Devran Ağa, Azad Ağa’yı da kapatmış.” Dedi açıklayarak. Biliyordum sesini duymuştum.

 

 

 

“Güzel onu oradan çıkar üst kata gelsin! Cana karşılık alınması gereken bir can var!” dediğimde. Bir an durup bana batı.

 

 

 

“İşini yap Miraç! Anlatacağım ve ödeteceğim!” dedim hırsla.

 

 

 

“Baş üstüne Hanım Ağa’m.” Dedi ve kapımı açıp silahı da bana verip gitti. Silaha baktım ilk önce sonra da karnıma. Çok acı çektirecektim onlara hem de çok.

 

 

 

Ağır adımlarla üst kata çıktım. Miraç dediğimi yapıp adamların hepsini göndermişti. Bu evde sadece 5 kişiydik. Abim, o şerefsiz, annem, Miraç ve ben. Ama günün sonunda buradan bir sürgün bir ceset iki sinirli adam ve bir ruhsuz kadın olarak çıkacaktık.

 

 

 

Üst kata geldiğimde Devran Ağa koltuğunda keyifle oturuyordu. Az sonra o keyfi birazcık kaçacaktı. Üzerim de mavi elbisem vardı. Her yeri kanla kaplanan bir elbise. Artık ne kandan korkuyordum ne de o hastaneden. Zayıflık göstermeyecektim artık. Çünkü her zayıflığımda büyük bir darbe yiyordum.

 

 

 

Duruşumu düzelttim ve emin adımlarla ona doğru yürüdüğümde ayak seslerimi duymuş olacak ki hızla yerinden kalktı. “Sen nasıl?!” demişti ayağa kalkınca.

 

 

 

Ama ben onun yerde, benim önümde diz çökmesini istiyordum. Elimdeki silahla sağ diz kapağına sıktım. Acıyla bağırıp yere tek dizinin üzerine çöktü ama bu beni tatmin etmemişti silahla diğer dizine de bir tane sıktım.

 

 

 

“Lan!” diye bağırdı.

 

 

 

O yerde acıyla böğürürken abimde geldi. “Asu iyi misin?! Özür dilerim yetişemedim! Kahretsin yetişemedim!” dedi. Hayır, o yetişmişti, yetişemeyen kişi bendim. Ben kendi yavruma yetişememiştim. Onu koruyamamıştım.

 

 

 

“Hayır, iyi değilim abi. Ama olacağım.” Dedim ve bakışlarımı odaya bağıra çağıra giren anneme çevirdim.

 

 

 

“Ne oluyor?!” diye bağırarak girmişti. Şeytanı yerde kanlar içinde görünce korkudan göz bebekleri titredi. “Sen, sen ne yaptın?!” dedi bir de utanmadan. Tüh kıymetlisini vurdum. Şimdi ne olacak?! Aptal kadın!

 

 

 

“En başından yapmam gerekeni Sevda Hanım! Kusura bakma senin de kocanı öldüreceğim biraz.” Dedim soğukkanlı bir şekilde. Miraç’ın da gelmesiyle her şey tamamlanmıştı.

 

 

 

Azad Miraç’a öfkeyle bakıyordu. Nedenini tahmin etmek zor değildi. “Onun haberi yoktu abi! O benim adamım.” Dedim açıklayarak. Abimde önüne dönünce en önimle konuya dönmüştüm.

 

 

 

“Neden?!” diye haykırdım silahı kafasına dayarken. Bana korkak gözlerle bakıyordu. Bu hali o kadar tatmin ediciydi ki anlatamazdım. Yıllardır bu anı bekliyordum artık vakti gelmişti.

 

 

 

“Neden?! Neden kendi kızına bunları yaşattın lan?!” diye bağırdım yeniden.

 

 

 

“Çünkü,” soluk soluğaydı. Sonra sinir krizi geçiriyormuş gibi gülmeye başladı. “Çünkü sen benim kızım değilsen! Senin baban ben değilim!” diyince dona kaldım. Ben onun kızı değil miydim? Anneme döndüm. Bakışlarını kaçırdı hemen.

 

 

 

“Bu anan seni başka bir puşttan peydahlamış. Ne sanıyordun?! Karşımda duran zehirli tohumu rahat bırakacağımı mı?! Her acında zevk aldım!” diye bağırdığında ruhsuzca anneme bakmaya devam ettim.

 

 

 

“Kim?” dedim sadece.

 

 

 

“Öldü. O öldürdü!” dediğinde hiç düşünmeden silahımı ateşledim ve onun yüzüne bile bakmadan kafasına sıktım. Pis kanı halıyı kirletirken ona baktım. Bitmişti Devran Şahin artık yoktu. Annem acı bir haykırış sundu bizlere. Tıpkı benim yapmak istediğim gibiydi. bende haykırmak istiyordum ama başaramıyordum.

 

 

 

“Adı neydi?” dedim sakince. Bana baktı korkuyla. Abim ve Miraç hiç sesini çıkarmıyordu. Bu anın geleceğini sanki önceden tahmin etmiş gibiydiler.

 

 

 

“Murat, Murat’tı adı.” Dedi tir tir titreyerek. Murat, gerçek babam. Şuan içim bir an sadece küçük bir an rahatlamıştı. Bir şerefsizin kızı değildim. Gerçek babam nasıl biriydi bilmiyorum ama öğrenecektim.

 

 

 

Abime döndüm, “Biliyor muydun?” dedim duygusuzca. Başını iki yana salladı ağır ağır.

 

 

 

Yanıma geldi abim. Tam yanımda durdu. Kulağıma eğildi ve kısık sele tek bir şey söyledi. “Senin özün işte bu. Benim kardeşim işte bu.” Dedi ve kafasını geri çekti.

 

 

 

Ona döndüm tekrar yüzümü. “Yanımda mısın? Kardeşinin canını aldılar canından. Ben bunu onlara ödetirken yanımda olacak mısın?” dediğimde gözlerim dolmuştu ama yaş akmamıştı hiç. Ağlamayacaktım, intikamımı alana kadar hiç ağlamayacaktım.

 

 

 

“Ne diyorsun sen Asu? Yoksa.” Dedi anlamaya çalışarak.

 

 

 

Kafamı onaylar anlamda salladım. “Evet, ben hamileydim abi. Dinlemedi beni, inanmadı, güvenmedi, aldattım sandı.” Dedim halen inanamayarak.

 

 

 

Sinirden çenesindeki kaslar seğirmeye başladı abimin, Miraç’a döndüğümde o da aynı haldeydi. “Sonrada beni bayıltıp buraya getirmiş. Sen benim yanımda mısın?” dedim yine sorumu tekrarlayarak.

 

 

 

“Hiç şüphen olmasın Asu’m. Kimin gebermesi gerek sen onu de!” dedi sinirle.

 

 

 

“Eyvallah.” Dedim ve Miraç’a döndüm. “Şimdi, tam şimdi bir karar vereceksin Miraç!” dedim otoriter bir tonda.

 

 

 

Başıyla onayladı beni. “Benim yanımda mısın? Ömer Seymen’in mi? Tek bir cevap hakkın var. Onun yanındaysan şimdi terk et bu evi. Ama bir daha karşıma çıkarsan acımam. Benim yanımdaysan geç diğer yanıma.” Dedim.

 

 

 

Hiç düşünmeden diğer yanıma geçti. “Yerim Hanım Ağa’mın yanıdır. Bundan böyle Ömer Seymen en büyük düşmanımdır.” Dedi hırsla.

 

 

 

“Eyvallah.” Dedim ona da. Anneme değdi gözüm. Ürkekçe ölen şeytana bakıyordu. Abime döndüm, “Abi şimdi senden birkaç şey isteyeceğim.” Dedim aslında zor duruyordum ayakta ama bir şekilde dayanıyordum.

 

 

 

“Ne istersen bacım.” Dedi hemen.

 

 

 

“Annemi, Eylül’ü ve yengemi yurt dışına göndereceksin. Amcamı da kaldır ortadan bir şekilde. Babamın yerini almamalı.” Dedim tek nefeste. “Korkma Sevda Hanım almayacağım canını. Senin Allah verecek belanı.” Dedim.

 

 

 

“Tamamdır hallederim.” Dedi ve birkaç telefon edip bu işi halletti. Birkaç dakika sonra içeri birkaç tanımadığım adam girdi. Bunlar kimdi şimdi?

 

 

 

Abim bana döndü. “Benim adamlarım. Bunca yıl boş durduğumu düşünmedin herhalde. Şu an babamın eski halinden bile daha güçlüyüm ben.” Dedi ve dudağının bir kenarı hafifçe yukarı kalktı.

 

 

 

“Harikasın. Bu çok iyi oldu.” Biz bunları konuşurken. Adamlar ilk önce annemi aldılar sonrada yengemler her neredeyse onları da alıp yurt dışına göndermek için yola çıktı.

 

 

 

“Miraç, içimizde Ömer’in kaç tane adamı varsa hepsini göndermenin bir yolunu bul. Burada olanları kimse bilmeyecek!” dedim. Bunu kimse öğrenmeyecekti.

 

 

 

“Emrin olur Hanım Ağa’m” dedi ve istediklerimi yapmak için dışarı çıktı. Abimle baş başa kaldık.

 

 

 

“Sendin değil mi? 13 yaşımda beni kurtaran da sendin.” Dedim aklımdakileri dışa vurarak. Yorgunca yürüyüp koltuğa oturdum. Çok yorulmuştum. Beni çok yormuşlardı.

 

 

 

Gelip yanıma oturdu. “Nerden anladın?” diye sordu. Cidden oydu. Beni fuhuşçuların elinden kurtaran kişi abimdi. Nasıl anlamamıştım ki bunca zamandır. Asıl soru bu olmalıydı.

 

 

 

“Az önce anladım. Ha bir de benim için neler yaptığını da öğrendim. O da Miraç’ın işi.” Dedim kısık sesle. Kolunu omzuma atıp kendine çekti. Sıkıca sarıldı. Hüngür hüngür ağlamak istiyordum ama taş kesilmiştim sanki.

 

 

 

“Sen benim kıymetlimsin Asu’m. Bunca yıl gösteremediysem bu benim en büyük ayıbımdır.” Dedi.

 

 

 

“Neden abi? Neden bana bunları reva gördüler? Babam olacak şeytanın babam olmadığını öğrendim, kocam dediğim adam yüzünden bebeğimi kaybettim. Hem de biliyor musun, benim bir daha hamile kalma şansım yokmuş. Onu aldattığımı sandığı doktor söyledi bunu bana.” dedim acıyla. Ben bir daha asla anne olamayacaktım. Ben ufacık bir cana sahip çıkamamıştım. Omuzlarım düştü, yorgunca sarılmaya devam ettim ona.

 

 

 

Sarılmamız bittiğinde kederli gözlerle bakıyordu abim bana.

 

 

 

“Bilmeyecek!” dedim bir anda. Bilmeyecekti, bir bebeğimizin olacağını ve o bebeğin

 

onun yüzünden öldüğünü henüz bilmeyecekti. “Bebeği bilmeyecek!” dedim. İfadesi sertleşti abimin. O da ciddileşti. Üzülmüştük ve şimdilik buna bir ara vermiştik. Şimdi intikam vaktiydi. Şimdi söz veriyorum, intikamımı aldığımda, her şey bittiğinde hüngür hüngür ağlayacağım.

 

 

 

“Planın ne Asu?” dedi abim.

 

 

 

“Doktor Berat Sağlam. Bul bu adamı, ne biliyorsa konuştur. Planlı bir şeydi bu. Ne olursa olsun Ömer’den önce bul.” Anlamaz gözlerle bana baktı.

 

 

 

“Ömer zaten konuşturmuştur onu, neden tekrar bulmak istesin?” dedi.

 

 

 

“Evet, ama tekrar bulmak isteyecek. Çünkü anlayacak, o da sezecek bir şeylerin yanlış olduğunu. Adamı bu kez tekrar rehin alıp kimseden habersiz konuşturacaktır. Sen dediğimi yap bul o adamı.” Dedim. Kesinlikle tekrar peşine düşecekti.

 

 

 

“Birkaç telefona bakar meraklanma.” Dedi.

 

 

 

“Güzel, bir şey daha var.” Dedim. Bu ona vuracağım büyük darbelerden sadece birisi olacaktı. Madem bana güvenmeyi reddetmiş ve beni gözden çıkartmıştı o halde yokluğum ona koymazdı.

 

 

 

“Neymiş o?” dedi.

 

 

 

“Ben burada olmayacağım. Bu şehirde olmayacağım. Bunu sadece sen ve İrem bilecek. Ama sakın İrem’e bebekten bahsetme. Ne sen ne de Miraç.” Dedim uyararak.

 

 

 

“Bilmesi daha iyi değil mi?” haklıydı ama İrem duyarsa kimseyi sağ bırakmazdı. En başta Ömer’i öldürürdü. İntikam istiyor olabilirim ama henüz onun ölümüne hazır değilim. Lanet olası kalbim hala onun için atıyordu. Bunun yerine durmasını tercih ederdim ama elden bir şey gelmiyordu.

 

 

 

“Olmaz, eğer bilirse gidip direkt Ömer’e sıkar. Acı çekmesini istiyorum. Ayrıca bu işin arkasında her kim varsa öğrenmeliyiz.” Dedim. Kim bizden ne istiyor olabilirdi ki?

 

 

 

“Anlaşıldı ama sen nereye gideceksin? İstanbul’sa Ömer bulur seni.” Dedi hemen.

 

 

 

“Hayır, İstanbul’a gitmiyorum. Kardeşimize gidiyorum abi. Dilan’ımıza. Ama herkes beni annemlerle yurt dışında sanacak.” Dedim. Yerimi bilmesi iyi olmazdı.

 

 

 

“Sebebi ne olacak peki?” en kolay kısmı da oydu.

 

 

 

“Eve bir suikast oldu. Ömer sorarsa benim geldiğim günün sabahı oldu. Ömer’in adamları beni görmüştür o yüzden onlar dışarı çıkınca olan bir şey olduğunu söyle. Tek kişi gelmiş sadece babamı öldürmüş bize saldıracakken de sen onu vurmuşsun.” Dedim. Kafasına yatmışa benziyordu. "Ha bir de şu mahzenin kapısında bekleyen korumayı da kaldırın ortadan. Elimdeki silahı gördü." dedim sonradan ekleyerek.

 

 

 

“Anlaşıldı gerisi bende. Bir ceset bulup onun bize husumeti varmış gibi göstermek en kolayı.” Dedi.

 

 

 

“Bende öyle düşündüm zaten. Saldırı olunca sen evin kadınlarına zarar gelmesinden korkup bizi yurt dışına gönderdin. Sadece yurt dışı olduğunu söyle herhangi bir ülke ismi verme araştırır.” Dedim. Bunları ne ara kafamda kurmuştum bilmiyorum. Sanki önceden kafama yerleştirilmiş gibiydi her şey. Bunca zaman bunun planını kurmuşum gibi hissediyordum.

 

 

 

“Her şeye tamam da ben o puştun yüzüne yumruk çakmadan nasıl duracağım?” dediğinde buruk bir tebessüm belirdi dudaklarımda.

 

 

 

“Onunda zamanı gelecek. Ben bu gün gidiyorum. Giresun’a. Ama bir elim hep burada olacak. Aşiretin başına sen geçeceksin ama benim dediklerimi yapacaksın. Kabul mü?”

 

 

 

“Ben Ağa değilim Asu sen Hanım Ağa’sın. Ne dersen o.” Dedi hiç düşünmeden.

 

 

 

“Güzel, bir şey soracağım?” dedim gergince.

 

 

 

“Sor Asu’m.” Dedi.

 

 

 

“O, boşanma belgesi gönderdi mi?” dedim. Ama hüznümü ve gerginliğimi geri plana atmıştım. Duyacağım şeye hazırdım.

 

 

 

“Göndermiş, getirsin mi çocuklar? Atacak mısın imzayı?” diye sordu. Şimdi değil. Ben ne zaman istersem o zaman olacaktı bu boşanma.

 

 

 

“Hayır, atmayacağım. Onunda vakti gelecek bir gün ama o gün bu gün değil.” dedim. O benim doğum günümü bana zehir ettiyse bende boş duracak değildim.

 

 

 

“Nasıl istersen. Tek mi gideceksin? İstersen Miraç seninle?” demişti ki sözünü kestim.

 

 

 

“Tek gideceğim. Miraç senin işine daha çok yarayacak. Orada yalnız olmayacağım zaten. Giresunlu var merak etme.” Dediğimde yüzünde bir tebessüm oluştu.

 

 

 

“İrem’in bahsettiği manyak mı?” dediğinde bende onca acımın içinde bir nebzede olsa gülümsedim.

 

 

 

Kafamla onayladım onu. “Evet, o.” Dedim. O manyak herife bu arada çok iş düşecekti. Evine bir misafir daha kabul edebilirdi sanırım.

 

 

 

“Senin kararın. Ben sen ne dersen onu yapacağım.” Dedi. İyi ki dedim o an içimden, iyi ki Azad benim abimdi. Kan bağımız yoktu ama yine de çok bağlıydı bana. Bunca yıl beni koruyup kollamıştı.

 

 

 

“Abi,” dedim onaylayan bir mırıltı çıkardı. “İyi ki varsın.” Dedim. Tekrar aldı kollarının arasına beni.

 

 

 

“Sen de abim sen de iyi ki varsın.” Dedi ve bir an buz tuttu. Sertçe yutkundu. Kısık ve titrek bir sesle, “Melek, biliyor muydu?” dedi. Olanları yeni kavrıyor gibiydi. Melek’in abisinin Ömer olduğunu yeni hatırlamış olmalıydı.

 

 

 

“Hayır, hiç sanmıyorum. O kız sana aşık abi. Senden böyle bir şeyi asla saklamaz. Hem bana o evde en çok o yardım etti. Yani sakın aklına böyle şeyler getirme. Kızlar da öğrenecektir mutlaka olanları. Onlara Kadir ve Melek’in hiç suçu olmadığını söyler misin lütfen?” dedim. Onların bir suçu yoktu biliyorum. Diğer herkes biliyordu ama. Korkut Ağa, Hatice hala, Çetin amca.

 

 

 

Söylediklerimden sonra rahatça nefesini bıraktı. Sanki en çok bundan korkuyordu da bu düşüncenin ağırlığından nefesini tutuyor gibiydi. “Tamam, söylerim. Sen kendine dikkat et yeter. Gerisi bende.” Dedi ve sarılmayı bıraktı.

 

 

 

“Artık hazırlanıp gitmem gerek.” Dedim ve üst kattaki uzun zamandır girmediğim odama girdim. Uzun uzun bakmak istemiyordum. Pekte hoş anılarım yoktu burada.

 

 

 

Sadece birkaç şey alıp gidecektim buradan. Bavulumu dolabın üzerinden indirip birkaç kıyafet ve Dilan’ımdan kalan bazı eşyaları koymaya başladım. Bu sırada da Giresunluyu aradım. Önceden haber vermem gerekliydi.

 

 

 

Telefon ilk çalışta açıldı. Kendi telefonumu çoktan atıp kırmıştım. Artık bu telefonu kullanacaktım. Buraya abimin ve İrem’in telefon numaralarını da ekledim.

 

 

 

“Buyur Gaptan. Bir maruzat mi varidur?” dedi.

 

 

 

“Evinde bir kişilik daha yer var mıdır Giresunlu?” dedim.

 

 

 

“Başum gözum üstüna Gaptan.” Dedi hemen.

 

 

 

“Bana da bir yer ayır o halde. Uzun bir süre oradayım.” Dedim.

 

 

 

“Benum evim senun evindur Gaptan. Buyur gel seni bekliyrız. Küçük Şahinle.” Dedi. Dilan’ımı çok özlemiştim.

 

 

 

“Bu akşama kalmadan orada olurum.” Dedim. Saat daha 11 di. Telefonu kapatıp hızlıca toparlandım. Hala kemiklerim sızlıyor kaybettiğim canın boşluğu uğulduyordu. Acıya alışıktım ama kayıplara değildim. Bunlara tahammülüm yoktu. Bende yarattıkları boşluğu onların yaşadığı acılarla dolduracaktım.

 

 

 

Bavulumu topladıktan sonra duşa girdim. Kurumuş kanlar vücudumdan döküldükçe çok garip hissediyordum. Hem yorgun hem dinlenmiş gibi, ama çoğunlukla yorgun. Uzun süre kalıp dinlenmek isterdim ama buna vaktim yoktu. Hızlıca duşumu alıp üzerimdeki o lanetli elbiseden kurtuldum ve yeni rahat şeyler geçirdim üzerime. Ayakkabımı da giyip aşağı indim. Abim hala salondaydı. Yanında da Miraç vardı. O da bilmeyecekti Giresun da olacağımı. Herkesle beraber yurt dışında kafa dinlediğimi sanacaktı. Gerçi yine kafa dinlemeye gidiyordum ama farklı bir yere.

 

 

 

Bavulun çıkardığı sesleri duymuş olacaklar ki ikisi de bana döndü. Başım dikti, yorgundum çok yorgundum ama başım dikti bakışlarımsa sert ve ruhsuz. Bu güne kadar yaşattıklarına dayanmıştım ama bu son darbe çok büyüktü. Eskiden sadece kendi intikamım için çabalıyordum şimdiyse tek isteğim doğmamış yavrumun intikamını almaktı. Beni uyandırmak onların en büyük hatası olacaktı.

 

 

 

“Hanım Ağa’m, gidiyor musun?” dedi merakla Miraç. Bunu beklemiyordu galiba.

 

 

 

“Gidiyorum. Yurt dışında olacağım bir süre. Burada olmayacağım ama her şeyden haberdar olacağım. Ben gittiğimde ortalığı yakmazsanız bu da sizin ayıbınız olsun. Ömer Seymen’e ne kadar acı, ne kadar kayıp yaşatırsanız ben o kadar tatmin olacağım.” Dedim açıklayarak.

 

 

 

“Şüphen olmasın kardeşim. Miraç sağ olsun birçok bilgi verdi bana ne yapacağımı iyi biliyorum.” Biraz durdu sonra devam etti. “İrem’in bilmemesi konusunda emin misin? Bebek konusunu bilirse o herife en çok acıyı o verir.” Dedi. Abimlerin yaşatacağı yıkım onu öldürmezdi ama İrem onun eceli olurdu. Sadece beni bırakması bile onun mezarı için yeterliyken bu kadarını bilirse düşünmeden hareket ederdi. Uzun bir süre bilmemeliydi.

 

 

 

“Bilmeyecek dedim abi! Bilirse kontrolünü kaybeder.” Dedim hemen. Ve onlara son kez bakıp dışarıya çıktım.

 

 

 

Kendi arabamla gidecektim. Evin arkasındaki küçük kulübede saklıyordum onu. Siyah bir Maseratim olduğundan bahsetmiş miydim? Her neyse pek de önemli değil aslında. Oraya kimse girmezdi kapısı da hep kilitli olurdu tabi anahtarı da bendeydi. Ne olur ne olmaz diye onu buraya bırakmıştım. Diğerleri garajımda uslu uslu oturuyordu.

 

 

 

Abimlerde arkamdan çıkmış ve beni takip etmişlerdi. O küçük kulübeden böyle bir arabayla çıkmamı beklemedikleri kesindi. Arabayı çalıştırıp kulübeden çıkardığımda ikisi bana şok içinde bakıyorlardı. Doğru ya benim servetimden haberleri yoktu.

 

 

 

Yanlarına sürüp camı açtım. “Yakıp yıkın bu şehri.” Dedim ve arabamı Giresun yoluna sürdüm.

 

 

 

Saat 12 olmuştu. Ne garip değil mi? Daha dün bu saatlerde heyecanla akşam olmasını ve Ömer’e bebek haberini vermeyi bekliyordum. Ama o akşam bana yangın olmuştu. Eminim Ömer bunu tek başına yapmamıştı. Onlar benim ruhuma bir ateş yakıp beni yakmayı planlamışlardı. Başardılar da ama bilmedikleri şey benim o yangından bir cehennem yaratıp onları o cehenneme mahkûm edeceğimdi.

 

 

 

Giresunluya akşam olmadan orada olurum demiştim ama sanırım orada olmam saat 9’u bulacaktı. Hiçbir şey yememiştim. Hoş yemek de istemiyordum zaten. Her yerim sızlıyordu ağrıdan ama umursamıyordum artık. Onlardan alacağım bir can borcu vardı. Onlar en temiz olanı almışlardı benden bense en kirli olanı alacağım onlardan.

 

 

 

Yaklaşık 9 saat süren bir araba yolculuğum ardından nihayet Giresun il sınırlarına giriş yapmıştım. Giresunlunun attığı konuma baktım hemen girişe pek de uzak değildi 10 dakika içinde orada olurdum.

 

 

 

Kardeşimi görmek bana bir nebze de olsun iyi gelecekti. Artık onun korkması gereken bir durum yoktu. Çünkü o durumu ortadan kaldırmıştım. Burada olduğum zaman da ise geri kalan durumları halledecektim. Madem bir çocuğum olamayacaktı o halde ben de ona anne olurdum. Her ne kadar kendi çocuğumun yerini tutmasa da.

 

 

 

Konumun gösterdiği noktaya geldiğimde oldukça geniş bir evin önündeydim. Arabadan indiğimde evin kapısı hızlıca açıldı ve Dilan’ım koşarak boynuma atladı. Hemen kucakladım ağrılarım yüzünden biraz zorlansam da belli etmemeye çalıştım.

 

 

 

“Dilan’ım” dedim hasretle. Geri indi kucağımdan. Ve ellerini hareket ettirerek benimle konuşmaya başladı.

 

 

 

Seni çok özledim abla.” Bende çok özlemiştim. Zorlanarak eğilip onun gece saçlarından öptüm.

 

 

 

Onun gibi işaret diliyle konuşarak, “Bende Dilan’ım.” Dedim iç çekerek.

 

Biz sarılırken arkadan Sertap Hanım ve Giresunlu da geldi.

 

 

 

“Hoş gelmişsun Gaptan. Buyur geçesun içeru.” Dedi içtenlikle. Başımla onayladım onu. Hoş buldum demeyi ne çok isterdim ama hoş olan bir hayatım kalmamıştı.

 

 

 

“Hoş geldin Hanımım.” Dedi Sertap Hanım saygıyla. Ona da küçük bir baş hareketiyle karşılık verdim.

 

 

 

Dilan’ımın beni çekiştirmesiyle ona döndüm tekrar, “Bak, Giresunlu bana ne öğretti.” Dedi hevesle ve elleriyle bir geyik yaptı sonra bir kurt hemen ardından kelebek. O bunları yapınca ufak bir tebessüm belirdi dudaklarımda.

 

 

 

Giresunlu hafifçe gülerek, “Ula ufak Şahin ben saa demedum mi? Ha bu hareketi karanlıkta işiğun önünde edecesun deyi?” dedi.

 

 

 

Dilan eliyle kafasına minik bir tokat atıp “Of hep unutuyorum Giresunlucuğum.” dedi cilveli cilveli elleriyle.

 

 

 

Ben Giresunlu dediklerini anlamaz diye düşünüp çevirecekken Giresunlu benden önce cevap verdi, “Ee unutmayacasun. Nasil öğrettiysem oyle.” Dedi gülümseyerek. İşaret dilini bildiğini bilmiyordum.

 

 

 

Abla, hadi içeriye geçelim.” Diyip beni kolumdan çekiştirmeye başladı. Ona ayak uydurup içeriye geçtim. Oldukça konforlu bir yere benziyordu. Giresunlu kardeşime oldukça iyi bakmış olmalıydı.

 

 

 

Salona geçince Dilan heyecanla bana burada öğrendiklerini anlatmaya başladı. Elimden geldiğince, kalbimin acısından fırsat buldukça onu dinlemeye çalıştım. Giresunlu ve Sertap Hanım bir şeyler olduğunu tahmin ediyordu ama Dilan’ımın hiçbir şeyden haberi yoktu.

 

 

 

Dilan anlatacakları bitince odasına çıkıp oyuncaklarını getirdi ve oynamaya başladı. Arada bir bana bakıp gerçekliğimi kendince kanıtlıyordu sonra geri oyununa dönüyordu. O da az şey yaşamamıştı. Hatta bazen babasın bana yaptığı eziyetlere de şahit olmuştu. Daha 7 yaşındaydı. Babamın tehditlerine maruz kalmıştı. Kafasına silah dayanmıştı. O kâbus gibi evden kurtulup buraya gelebileceğini hiç düşünmemiş olmalıydı.

 

 

 

O oyun oynarken Sertap Hanım benim için yemek hazırlamıştı. Ama yaptığı şeylerden doğru dürüst yememiştim. Yiyememiştim. Aklıma dün gece geliyordu çünkü. Hoş, aklımdan çıktığı da söylenemezdi. Ben, o Anka’sını yanmaktan korur diye düşünürken ilk ateşi bizzat kendisi yakmıştı. Aklım almıyordu, nasıl inanırdı benden başkasına? Nasıl güvenmezdi bana? Nasıl kıyardı ikimizden bir cana.

 

 

 

Sofradan uzaklaşıp koltuklardan birine geçtim. Dilan bizden biraz uzakta oynuyordu. Giresunluda bunu fırsat bilmiş olacak ki kısık sesle, “Gaptan, sormaya gorkayrum ama ne oldi?” dedi. Bende ne olur ne olmaz Dilan’ım duymasın diye kafamla kapıyı işaret ettim. Sorgulamadan peşimden geldi.

 

 

 

Dilan’ın yanından geçerken, “Dilan’ım ben Giresunlu abinle bir şeyler konuşacağım. Hemen geleceğiz endişelenme tamam mı?” dedim. Varlığımı dahi sürekli kontrol etme ihtiyacı duyuyorken bunu söylemek hem onu rahatlatırdı hem beni.

 

 

 

Tamam, ablam.” Dedi hemen.

 

 

 

Kapıyı kapatıp evin bahçesine çıkınca derin bir nefes aldım. Belki Karadeniz havası toparlanmama yardımcı olurdu. Yorgunum. Bitiğim. Ama toparlanmam gerek.

 

 

 

“Ömer, onu aldattığımı düşünüyor.” Dedim burukça. Keşke sadece tek sorun bu olsaydı. Belki bu kadar derin bir yara açmazdı.

 

 

 

“Ne diysın sen Gaptan?! Ula ben daha seni taniyrum ha şu bir aydur da etmeyacağuni biliyrım. Ömer Ağa’ya ne olimiş?” dedi hemen karşı çıkarak.

 

 

 

“Keşke tek bu olsaydı be Giresunlu. Hamileydim.” Dedim burukça. Başta bir sevinir gibi oldu sonra duyduğunu yeni idrak etmiş olacakken yüzü düştü. Olanların hepsini anlattım ona da. Her söylediğimle Ömer’e ağız dolusu küfürler edip sinirden deliriyordu. Ama ben yanındayım diye pek fazla tepki de veremiyordu. Hatta hastane olayını anlattığımda neredeyse kalkıp Ömer’in gırtlağına yapışacak sanmıştım ama kendini durdurmayı başarmıştı.

 

 

 

“Ula ben ha bu uşağun, yapacaği işun, işe gatmaya olmayan ha o got aklinun kuracaği seneryosinun, ha birde o olmayan aklinun içine bu puştluğu sokan puştun…” bıraksam daha devam edecek gibi durduğu için durdurdum.

 

 

 

“Sövmek işe yarıyorsa haber ver Giresunlu bende denerim. Ama benim aklımda daha güzelleri var. Devran Şahin’den intikamımı aldım. Sıra Ömer ve bunu onun aklına sokanlarda. Abim yarına kadar öğrenmiş olur.” Dedim. Bu konuyla abimin alakadar olması beni rahatlatıyordu.

 

 

 

“Nasil yani? Ömer’i de mi öldürecesun?” dedi merakla. Çok isterdim ama bunca yaptığı şeye rağmen ne kalbim kaldırırdı bunu nede ruhum.

 

 

 

“Hayır ama keşke ölseydim diyecek. İlk önce kendi masumiyetimi kanıtlayacağım. Bunun için yarın abim o doktoru bulacak. İşte o zaman hem Ömer’in aklına bunu sokanları bulacağım hem de ne yapacağıma karar vereceğim.” Dedim.

 

 

 

Kafasını salladı, “En doğrusinu sen bilirsun Gaptan. İsteduğun gada kal burda. Kimsecikler bulamaz seni.” Dedi dostça. İrem’e bu adam için teşekkür edecektim. “De haydi, biraz toparla kenduni da geçelum içeri. Küçük Şahin bekleyi.” Dedi. Yüzümü avuçladım ve kendime gelmeye çalıştım.

 

 

 

“Gidelim hadi.” Diyip ayağa kalktım. O da benimle beraber kalktı. “Giresunlu,” dedim bana baktı hemen. “İrem’e bunları anlatma sadece Ömer’in beni Devran’ın konağına geri bıraktığını biliyor. Bu bile onu öfkeden deliye döndürmüştür. Bebeği öğrenirse durmaz. Ömer’i öldürür.” Dedim.

 

 

 

“Demam Gaptan, telaşe etma.” Dedi ve içeri girdik.

 

 

 

Dilan’ıma bakındım ama girince onu bulamadım. Sertap Hanım salona gelince ona sordum. “Sertap Hanım Dilan nerede?” dedim hemen.

 

 

 

“Oynarken uyuya kalmış Hanımım. Bende odasına götürdüm. Gün boyu sizi bekledi hiç uyumadı heyecandan. Yoruldu herhalde.” Dedi açıklayarak.

 

 

 

“İyi yapmışsın Sertap Hanım.” Dedim. Gülümsemeye çalıştım ama yapamadım. Mimiklerim dahi donmuştu sanki. Oysa yanıyordum ben cayır cayır yanıyorken neden donmuş gibiydim ki?

 

 

 

“Sizde dinlenin isterseniz Hanımım. Pek yorgun duruyorsunuz?” dedi. Evet yorgundum. Gün boyu söylediğim his ettiğim birkaç histen biri buydu sanırım. Ben bugün çok yorgunum, ben bugün yanıyorum, ben bugün öldüm ve ben bugün yeniden doğdum.

 

 

 

“Odam hangisi? Ben artık odama geçiyim.” Dedim.

 

 

 

“Ben göstereyim size.” Dedi ve önden Sertap Hanım ardından ben odama doğru yürüdük. Tek katlıydı burası ama oldukça büyük ve geniş olduğu için tek kat olmasına rağmen en az 12 oda saymıştım. Odama gelince Sertap Hanım iyi geceler dileyip çıktı. Sanki bundan sonra iyi bir gecem olabilirmiş gibi.

 

 

 

Yatağıma geçip oturdum. Bavuldakileri Sertap Hanım yerleştirdiği için bununla uğraşmayacaktım. Aslında yapmasaydı da uğraşmazdım. Ayağımdaki oda terliklerini çıkarıp kenara bıraktım. Üzerime rahat bir şeyler geçirip yatağa geri uzandım.

 

 

 

Gözlerim kapanmıyordu, kapadıkça sızlıyordu. Sanki kapattığım an birisi tekrar beni yaralayacak ve yakacakmış gibi hissediyordum. Benden başka bir can daha alacaklar diye ödüm kopuyordu.

 

Kocam dediğim adam, bana güven aşıladığı için teşekkür ettiğim adam bile beni sırtımdan vurmuştu. Kaçak oynamıştı benimle. Sadece dün gece olanlar değil en başından beri benden saklıyormuş. Aslında en başında kendi planını kurmuştu değil mi? Beni kendine bağlayacaktı ve ben ona kendimi tamamen teslim ettiğim an beni aynen dün yaptığı gibi öylece bırakacaktı. Ama vaz geçmiştim demişti! Yalancı herif kendini kandırıyordu! Yine bırakacaktı değil mi? Eğer seviyor olsaydı beni kâbuslarımı süsleyen o yere götürmezdi! Doğum günümü tekrar kana bulamazdı! Doğduğum günü doğmamış yavrumun ölüm günü yapmazdı!

 

 

 

Ona orada da söyledim, pişman olacak çok pişman olacak ama ben orada olmayacağım. Beni bulduğundaysa bende ona dair hiçbir şey bulamayacak.

 

Bu gün Leyla da Van’a gelecekti. O da öğrenmiş olmalıydı olanları. Diğer herkesin duyduğu gibi benim kardeşlerim saydığım kızlarda duymuş olmalıydı. Eski numaram telefonumla beraber çöp olduğu için bana ulaşamıyor olmalıydılar. Yerimi sadece Abim, İrem ve buradakiler biliyordu.

 

 

 

Yanımda duran telefonumu elime alınca İrem’den 40 civarında cevapsız çağrı almıştım. Şuan onu aramalı mıyım bilmiyorum. Sanırım biraz uyumaya çalışsam iyi olurdu.

 

 

 

Ne de olsa uyursam geçerdi. Değil mi?

 

 

 

Gözlerimi acıtan sızıya rağmen kapatıp uyumaya çalıştım. Bir süre sonra uyuyabilmiştim. Ama bu çok uzun sürmemişti çünkü yaklaşık 1 saat sonra gördüğüm kâbus yüzünden terler içinde uyanmıştım. Belki tek seferlik bir şeydir diye su içip geri uyumaya çalıştım ama hep aynı kâbusla uyanıyordum.

 

 

 

Küçük bir bebek emekleyerek bana doğru geliyordu. Ben kollarımı açıp gelmesini söylüyordum ama sonradan arkadan karanlık bir suret gelip onun kafasını gövdesinden ayırıp ateşe veriyordu. Ben olanların acısıyla bağırırken her yer gözümden akan kanlardan oluşan göle dönüyordu. O gölde boğulurken uyanıyordum.

 

 

 

Her uyumaya çalıştığımda aynı şeyleri görüyordum. Artık hastanelerden korkmuyordum evet çünkü yeni bir acım vardı artık. Bir acıyı en çok daha büyük bir acı unuttururdu. Bende bu acımı onlara daha acısını yaşatarak törpüleyecektim.

 

 

 

Sabaha kadar gördüğüm kâbuslar yüzünden doğru dürüst uyuyamamıştım. Yüzümü yıkayıp üzerimi değiştirdim. Odandan çıkıp salona girdiğimde kahvaltı çoktan hazırdı.

 

 

 

“Hanımım, günaydın. Dünde pek bir şey yemediniz. Lütfen oturun da iki lokma bir şeyler atıştırın.” Dedi.

 

 

 

“Sağ ol Sertap Hanım.” Dedim ve masaya oturdum. İçim pek almasa da gücümü toparlamalıydım. Bunun için kendimi zorlayarak bir şeyler yemeye başlamıştım.

 

 

 

Dilan’ı ve Giresunluyu etrafta göremediğim için Sertap Hanım’a döndüm. “Neredeler?” dedim merakla.

 

 

 

“Küçük hanım daha uyanmadı. Giresunlu da erkenden kalkıp gitti, balık tutacakmış.” Dedi.

 

 

 

“Anladım.” Dedim ve biraz daha yiyip kalktım.

 

 

 

Telefonumu alıp İrem’i geri aradım. Daha telefon çalmaya başlamadan açıldı. “Alo! Asu iyi misin? Neredesin? Öldüm meraktan! O Ömer’i geberteceğim! Yemin ederim ellerimle öldüreceğim o şerefsizi!” diye kükredi telefonda.

 

 

 

“Hayır, öldürmeyeceksin. Çünkü ben onu öldürmekten beter edeceğim. Sende bana yardım edeceksin. Hatta siz.” Dedim.

 

 

 

“Ne istersen, ne istersen yaparım Asu’m. Neredesin sen?” abimle daha konuşmadı mı?

 

 

 

“Abim söylemedi mi?” dedim.

 

 

 

“Tam söyleyecekti içeri adamlarından bir kaçı gelince yarım kaldı.” Dedi. O yüzden bu kadar meraklanmış olmalıydı.

 

 

 

“Giresun’dayım. Dilan’ımın yanına geldim. Uzun bir süre burada olacağım. Kızlar bilmemeli burada olduğumu. Beni yurt dışında sanıyorlar.” Dedim.

 

 

 

Rahatlayan bir nefes verdi. “Şükürler olsun, merak etme kızlara söylemem. Orada kal Asu çünkü bu şehrin içinden geçeceğim.” Dedi. Biliyorum yapardı. Bana zarar gelmesine tahammülü yoktu. Tıpkı benimde ona olduğu gibi.

 

 

 

“Geçmezsen ayıp edersin ama.” Dedim.

 

 

 

“En büyüğünü ederim hem de. Devran itini öldürmüşsün.” Dedi.

 

 

 

“Babam değilmiş. Öz babam o değilmiş. Öz babamı öldürmüş, bende hiç bir şey demeden sıktım kafasına. Annemleri de yurt dışına gönderttim. Ben buradayım ama her şeyden haberim olacak.” Dedim açıklayarak.

 

 

 

“Uyanmışsın.” Dedi İrem. Ama can damarımı kestiklerini bilmedi.

 

 

 

“Uyandım. Yaktılar beni İrem bende onlara Cehennemi sunacağım.” Dedim karanlık sesimle.

 

 

 

“Hep yanında olacağım.” Dedi. Onunla konuşurken arkadan abim arıyordu.

 

 

 

“İrem, abim arıyor sonra konuşuruz.” Dedim ve telefonu kapattım.

 

 

 

Abimden gelen aramayı cevapladım. “Asu bulduk kardeşim!” dedi sabırsızca.

 

 

 

“Kimi? Doktoru mu?” dedim hemen.

 

 

 

“Hem onu hem de başındakini.” Dedi. Bulacağından emindim ama bu kadar hızlı olmasını bende beklemiyordum.

 

 

 

“Kim?!” dedim.

 

 

 

“Korkut Seymen.” Dedi öfkeyle. Tabi ki oydu. Ömer’i dolduranda o olmalıydı. Oysa ne de güzel kızım falan diyordu bana. Cehennemimin ilk kurbanı belli oldu. Ben yanıyorsam onlarda yansın benimle.

 

 

 

“Bitir işini! Nasıl yapacaksın bilmiyorum ama en acı şekilde ölümü tattır ona!” dedim hiddetle. “Bunu senin yaptığını bilmesinler ama. Sakın anlamasınlar.” Dedim. Planın içine etmek istemezdim.

 

 

 

“Hiç şüphen olmasın. Öldüğünü anladıklarında asla bizden şüphe edemeyecekler.” Dedi.

 

 

 

“Güzel, o doktoru iyi sakla. Mümkünse ben gelene kadar sakla. Eğer Ömer senin sakladığını anlarsa onu da yok et.” Dedim. O doktorla dönünce işim vardı.

 

 

 

“Ne yapacaksın pezevengi? Sıkayım kafasına gebersin it!” dedi nefretle. Ölecek, o da ölecek ama çok farklı yollarla ölecek.

 

 

 

“Dediğimi yap lütfen abi. Van’a ayak bastığım gün ne yapacağımı anlarsın.” Dedim.

 

 

 

“Kızlar öğrendi mi olanları?” diye sordum.

 

 

 

“Öğrendiler. Cansu’ya Kadir’in suçu yok dedim ama dinlemeyip bir hışım çıkıp gitti. Leyla’da yeni gelmişti yıkıldı o da. Bir süre daha yanımızda kalacakmış. Gülcan ve Burak’da şuan Ömer’i gebertmek için plan kuruyor olmalı.” Dedi açıklayarak.

 

 

 

Sıkkın bir soluk verdim. “Sakinleştir onları, Ömer bana canlı lazım. Bir şekilde onu öldürmelerini önle.” Dedim.

 

 

 

“Hepsi intikam istiyor Asu’m. Sakinleştirmem zor olacak. “ dedi. Haklıydı kızlar ve Burak bu işin peşini kolay kolay bırakmazdı.

 

 

 

“Biliyorum ama durdurman lazım. Onlara sadece Devran’ı benim öldürdüğümden bahset. Öz babam olmadığını anlat onlara. Bebek ve Giresun hariç her şeyi anlat. Planımdan da bahset onlarda işimize yarayacak.” Dedim hemen.

 

 

 

“Peki, sen nasıl istersen.” Dedi.

 

 

 

Aklıma gelen şeyle tekrar konuştum. “Leyla bir ekipten bahsetmişti. Söyle ona ekibini getirsin. Bana Seymen Aşireti’nin ne kadar şirketi, oteli, onlara ait ne varsa bulsunlar.” Dedim. Eh bir yerden başlamak gerekti.

 

 

 

“Hepsini patlatacaksın değil mi?” dedi. Abim beni tam olarak tanımıyordu. Keşke sadece patlatsaydın diyecekler!

 

 

 

“Sayılır.” Dediğimde memnun bir mırıltı geldi diğer taraftan.

 

 

 

“Şimdi kapatmam gerek güzelim. Burada işini bitirmem gereken bir aşiret puştu var.” Dedi ve telefonu kapattı. Nasıl yani bu kadar hızlı Korkut Seymen’i yakalamış mıydı? Sanırım bende abimi tam olarak tanımıyordum.

 

 

 

 

 

  ***

 

 

 

 

 

Yazar’ın Ağzından:

 

 

 

Ömer öğrendiklerinin yıkılmışlığıyla çıktı dedesinin odasından. Böyle bir şeye ihtimal vermek istemiyordu ama fotoğraflar çok açıktı. Aldatılmıştı, kandırılmıştı. O karısına kıyamayıp dedesinden planı iptal etmesini isteyecekti ama dedesinin önüne attığı fotoğraflarla neye uğradığını şaşırmıştı.

 

 

 

Canından bile çok sevdiği karısı ihanet etmişti ona. Oysa o gün gerçekten İrem’in yanına gittiğini sanmıştı. Her şey bir oyun muydu? Ömer kendini ona kurdukları tuzak için suçlarken o daha büyük bir oyun mu kurmuştu? Nasıl, nasıl yapabilmişti bunu? Hem aşık aşık bakıp hem de nasıl yalan söyleyebilmişti?

 

 

 

O kadın bir şeytandı, büyücü falan olmalıydı. Kandırmıştı, inandırmıştı kendine. Her an onu sevdiğini söylemişti Ömer. Çok dalga geçmiş miydi? Çok eğlenmiş miydi onunla oyun oynarken? O şerefsiz adamla çok mu gülmüştü arkasından. O herifi bulacaktı. Bulup konuşturacaktı, nasıl olurdu da onun karısına dokunma cüreti gösterirdi.

 

 

 

Odasına çıkmak istemedi bir süre. Ama bildiklerini o kadına belli etmemeliydi. İfadesini toplamaya çalışarak odaya çıktı. Hep aşkla baktığı gözlere baktı ama bu kez yorgunca. Hala onunla bu kadar güzel konuşabiliyordu. Hala sarılıp tatlı tatlı kocacığım diyordu. Aldatan bir kadın bunları nasıl bu kadar içten yapabilirdi? Oysa her kocam diyişinde her temasında içi eriyordu Ömer’in.

 

 

 

İçindeki fırtınayı belli etmemeye çalışarak onunla konuştu biraz ama ne konuştuğunu dahi bilmedi. Aklındakiler buna izin vermiyordu. en son odadan çıkıp yemeğe inen kadına baktı. Tutunacak bir yer aradı bulamadı.

 

 

 

Yere çöktü, yine yalnız kalmıştı. Yine hayatındaki bir kadın ona ihanet etmişti. Ama bu kez o kadar kolay bırakmayacaktı peşini. Gidip o herife soracaktı. Belki de bir tuzaktı. Yemekten sonra ilk iş İstanbul’a gidip o adamı bulacaktı. Ayağa kalktı. Üzerini hızlıca değiştirip aşağı yemeğe indi. Neredeyse herkes oradaydı.

 

 

 

Yemek yedikten sonra odasına geri çıktı. Dedesine bundan bahsetmesi lazımdı. Asu’ya dedesinin yanına gitmesi gerektiğini söyleyip hemen odadan çıktı. Biraz daha fazla bu odada kalırsa Asu her şeyi anlayabilirdi.

 

 

 

Dedesinin yanına gidip ona da yapmak istediği şeyi anlattı. Dedesi başta isteksiz gibi davransa da kabul etti. Tam 4 günü vardı her şeyi çözmek için.

 

 

 

Eğer tuzaksa 4 gün sonra gelip karısının doğum gününü mutlu bir şekilde kutlayacaktı. Ama değilse ve her şey doğruysa o zaman karım dediği kadının doğum gününü onun ölüm günü yapacaktı. Dileği ilk ihtimalin gerçekleşmesiydi.

 

 

 

Hiç beklemeden çıkmıştı evden. 2 saat içinde İstanbul’a varmıştı. O gelene kadar adamları zaten o puştu bulmuştu. Hemen onu tuttukları mekana gitti. Kaybedecek zamanı yoktu.

 

 

 

Mekâna girer girmez yerde diz çöken adamın yanına gidip suratına sağlam bir yumruk geçirdi. “Kimsin lan sen!” diye ateş püskürdü.

 

 

 

Yediği yumrukla ağzında biriken kanı tüküren adam pis pis sırıtmaya başladı. “Karının sana tercih ettiği adam.” Dedi pişkin pişkin.

 

 

 

“Senin ecdadını sikerim lan! Kim tutuyor ipini?!” dedi hiddetle ve diğer yanağına da bir yumruk attı.

 

 

 

Ne kadar vurursa vursun adam sırıtmaktan vazgeçmiyordu. “Bizzat karın tutmuştu. Ah gerçi artık benim karım değil mi?” diyip kahkaha atıyordu ki Ömer bu kez seri bir şekilde ona vurmaya başladı. Kahretsin duydukları doğruydu! Bu puşt bunları korkmadan böyle anlatabiliyorsa doğru olmalıydı.

 

 

 

“Bana istediğin kadar vur Ömer! O beni seçti! Beni ilk gördüğü gün her şeyi anlattı bana, seni nasıl kandırdığını, seninle evlenip tüm mal varlığını aldıktan sonra birlikte kaçacağımızı. Ses kaydı da var telefonumda. dinle isytersen. Çıldırmış gibiydi, ne yaptın ona söylesene, ne yaptın da benim önümde…” dediği an sözü yine kesildi. Ömer silahını kaldırıp onun göğsüne ateş etti.

 

 

 

Ali vurulan adamı alıp gömmek için götürdü. Ama Ömer o adamın aslında yaşadığını ve her şeyin bir oyundan ibaret olduğunu bilmedi.

 

 

 

Kalbini söküp almışlardı Ömer’in. Kalbim dediği kadın yapmıştı bunu. Orada olan tek kişi o olmasına rağmen buzlarla kaplamıştı orayı. O halde ısıtmak için Ömer’inde onu yakmasında sakınca yoktu.

 

 

 

“Devran Ağa’nın işkence hastanesini bulun bana!” diye kükredi. O kadına çok mükemmel bir son yazacaktı. Affedemeyeceği tek şeyi yapan bu kadına asla acımayacaktı. Onu en büyük yarasından vurmak Ömer’in alacağı en büyük intikamdı.

 

 

 

Hem intikamını alacak hem de dedesinin isteğini yerine getirmiş olacaktı. Dedesi en başında ondan Asu’yla evlenip daha sonrada bir gece onu evine geri bırakmasını istemişti. Böylece Asu yaşadıklarında son noktaya gelip babasını öldürmenin bir yolunu bulacaktı. O ölünce de Korkut Ağa intikamını almış olacaktı.

 

 

 

Devran’ın kızı bu yolda belki de ölecekti ama bu işin başka yolu yoktu. Gerekirse kalbini yerinden söküp atabilirdi çünkü ihanet eden birini içinde tutması kalbine de haramdı.

 

 

 

 

 

Şahin Ağa Konağı, Azad’ın Ağzından:

 

 

 

 

 

Koruyamamıştım, yetişememiştim. Söz vermiştim ama tutamamıştım. Ben kardeşimi ateşe atanlara engel olamamıştım. Ama onlara bunun bedelini ödetmezsem asıl o zaman kardeşime yetişememiş olurdum. Yalan yok bir an sevdiğim kadın, Melek’in de bu işin içinde olduğunu düşünmüştüm ama onun da dün sabaha kadar hiçbir şeyden haberi olamamıştı.

 

 

 

Bu kez ona hiçbir şeyden bahsedemezdim. Eskiden Ömer Ağa’ya güvendiğim için çoğu şeyi ağzımdan kaçırmış gibi yapıp anlatırdım. Melek’in her şeyi abisine anlatacağını bildiğim için yapıyordum bunu. Ancak o şerefsiz benim kardeşimin canını yaktı hem de içinde kendine ait bir can taşıyorken yaptı! Bu yaptığının cezasını ona ödetmeden bırakmayacağım. Ant olsun ki o herifi neye uğradığını şaşırtacağım.

 

 

 

Karşımda duran koskoca Seymenlerin Ağası Korkut Ağa’ya bakıyordum. Ömer belki bilmiyordu hiçbir şeyi ama bu adam biliyordu. Bile bile kardeşimi ölüme sürüklemişti.

 

 

 

“Yanlış yapıyorsun Azad! Beni alı koymak en büyük hatan olacak!” diyordu güçlü sesiyle. Onu evinden dışarıya tek çıktığı an bayıltıp yanıma getirmişlerdi. Aslında hiç tek çıkmazdı ama işin içine biraz hile katmış olabilirdim. Melek’in bende ne olur ne olmaz diye duran bir ses kaydı vardı. Biraz oynanmış bir kayıt. Aslına bakarsanız sırf sesini dinlemek için aldığım bir kayıttı.

 

 

 

Kayıtta Melek dedesine zor durumda olduğunu ve hemen yanına gelmesini onu evden biraz uzakta beklediğini söylemişti. Konuşmak için tek gelmesini de ilave etmişti. Aslında bu sözleri hiç sarf etmedi ama benimle konuştuğu zamanlar kullandığı kelimeleri birleştirip Leyla’nın da üzerinde biraz oynamasıyla oldukça kolay olmuştu. Asu'yu aramadan önce halletmiştim bu işi.

 

 

 

“Asıl senin yaptığın şey bu hayattaki son hatandı Korku Ağa! Kardeşime dokunmayacaktınız! Nasıl olsa gebereceksin o halde sana söylememin sakıncası yok. Belki vicdanın kaldıysa onun azabıyla ölürsün.” Dedim. Az sonra ona bir zehir enjekte edecektim bu zehir kaç test yapılırsa yapılsın kanda görünmezdi. Direkt kalbe etki edip kalp kriziyle ölüme yol açardı. Herkes Korkut Ağa’nın kalp kriziyle öldüğünü sanacaktı.

 

 

 

“Neymiş o diyeceğin de hele?! Senin orospu kardeşinle ilgili hiçbir şey bana azap çektirmez!” dedi tükürürcesine. Şeytan diyordu ki sık kafasına bitsin gitsin ama Asu kimsenin bilmemesini istiyordu. Bu işi sakince halletmeliydi.

 

 

 

“Senin torununu taşıyordu karnında benim kardeşim. Siz onu başka adamlara yamamaya kalkarken benim kardeşim doktor kontrolüne gittiğini sanıyordu! Canını kaybetti lan benim Asu’m!” diye kendimi tutamayıp haykırdım.

 

 

 

O mahzenden çıkarken ki hali hiç kaybolmuyordu gözümden. Ölmüş bir ruhun taşıdığı beden gibiydi. Bembeyaz olmuş yüzünde kan izleri ve morluklar vardı, keşke sadece yüzünde olsaydı geceyi andıran mavi elbisesinde de kan doluydu. Babamın bacaklarına ateş etmişti ama sanki o kurşunlar daha önceden onun ruhuna sıkılmış ve öldürmüştü. Benim kardeşimin canını çok kötü yakmışlardı lan! Ben yetişemedim! Çok denedim ama Allah beni kahretsin yetişemedim!

 

 

 

“Nasıl?” daha fazla dayanamamıştım. Konuşmasına müsaade etmeden iğneyi kalbinin üzerine bastırdım. Birkaç dakika içinde zehir kalbine vurup ona acı çektirerek öldürecekti. Asu’nun istediği gibi acı çekerek ölecekti. Kimsenin anlamaması gerektiği için bunu şiddetle çözemezdim belki ama kimyacı arkadaşım Levent’in ürettiği zehirler bu konuda bana çok yardımcı olmuştu.

 

 

 

Acı dolu bir inilti döküldü ağzından ve yere yığıldı heybetli cüssesi. Yaşlıydı Korkut Seymen ama hala heybetini koruyordu. Artık korumasına gerek kalmayacaktı. Çünkü o bir ölüydü. Evet, hayatının en acı son üç dakikasını bitirmiş ve ölmüştü. Korkut Seymen artık bir ölüydü.

 

 

 

Kardeşimin intikamı için aldığım canla rahat bir nefes verdim. Ama hemen ardından kalbim sızladı, Melek dedesini severdi. Ona bunu söyleyemezdim. Ondan çok sevdiği dedesini almıştım ama Melek bunu benim yaptığımı asla bilmeyecekti. Ondan bir şey saklamak hiç hoşuma gitmese de bunu kardeşim için yapmaya mecb

Bölüm : 16.04.2025 23:44 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...