8. Bölüm

SENİ SEVERDİM

Kevser Uzun
kevserolojiii

Merhabaaa Ankalarım. Biraz beklettim farkındayım ama bu bölüm beklediğinize değecek diye düşünüyorum. Umarım beğenirsiniz. 😊🥰

Keyifli okumalarrr. 😘

 

*****

 

“Asu, haydi güzelim uçak bekliyor!” dedi Ömer seslenerek. Evet, zaman gelmişti. Rüya gibi geçen bir ay olmuştu. Yani başlarını saymazsak.

 

“Geldim!” dedim bende. Toplanmam biraz uzun sürmüştü. Burada bir ay boyunca güzel anılar biriktirmiştik. Anısı olan birkaç eşyayı yanıma almak isteyince biraz geciktik tabi. Aman ne olacak canım özel uçak sonuçta. Bekleyebilir.

 

Hemen çıkıp arabaya geçtik. Şu geçtiğimiz bir iki haftadır oldukça mutluydum. Tahmin ettiğim şey olmuştu. Bu kadar erken olmasını ister miydim bilmiyorum. Henüz babamı tam olarak bitirememiştik. Tehlikeliydi hala. Ama bu haberi alır almaz hiç bir şeyi umursamadım. Karnımdaki büyüyen candan başka.

 

Evet, hamileydim yaklaşık 4 haftalıktı. Bazen aklıma gelince heyecandan bayılacak gibi oluyordum. 2 3 ay önce bana hamile olacaksın, içinde Ömer Seymen’den bir parça olacak deseler inanmazdım. Ama olmuştu işte.

 

Bu haberi Doktor Berat Beyden öğrenmiştim. Son karşılaşmamızdan sonra söylediği kliniğe gidip muayene oldum. Ve hamile olduğumu öğrendim. Ama maalesef öğrendiğim tek şey bu değildi. Bu bebek benim, bizim tek şansımızdı. Yıllardır babamdan gördüğüm şiddet yüzünden rahmim zarar görmüştü. Berat Bey bu hamileliğin bile bir mucize olduğunu söyledi. Allah korusun eğer bebeğimi kaybedersem tekrar hamile kalma şansım yoktu.

 

Henüz Ömer’e haber vermemiştim. Ona 5 gün sonra doğum günümde bu güzel haberi verecektim. Hamilelik kontrollerime ondan gizli gitmiştim. Bu olayı sadece ben ve doktorum biliyordu.

 

“Güzelim dalgınsın yine.” Dedi Ömer.

 

“Bu anları yaşadığıma hala inanamıyorum çünkü. Seninle evliyim harika bir ay geçirdik. Ve şimdi de memleketimize gidiyoruz.” Dedim. Hem de iki kişi gittiğimiz İstanbul’dan üç kişi dönüyorduk. Ama bunu şimdilik sadece ben biliyordum.

 

“Gerçek karım gerçek.” Dedi oda büyülü bir anın içindeymiş gibi.

 

Hava limanına geldiğimizde arabadan inip uçağımıza geçip koltuklarımıza oturduk. Yaklaşık 2 saat sonra Van’da olacaktık. Başımı onun omzuna koyup huzurla yolculuğun bitmesini bekledim.

 

Tahmin ettiğim gibi 2 saat geçen uçak yolculuğumuzun ardından. Memleketimin topraklarına ayak basmıştım. Burada pek güzel anılarım yok ama yine de özlemişim. Ömer yanıma yaklaşıp elimden tuttu. Burada İstanbul’daki kadar rahat olamıyordu. Normalde olsa belime sarılırdı ama Van’ın en büyük aşiretine varis olunca bunu yapamıyordu. Eh idare edecektik artık.

 

“Hazır mısın Asu Seymen?” dedi. Neye hazır mıyım? Zaten ailesiyle tanışmıştım. En fazla ne olabilirdi ki?

 

“Neye hazır mıyım?” dedim anlamayarak.

 

Bana baktı, “Konağın yeni Hanım Ağası olmaya. Dedem ağa olabilir ama karısı yok. Bu güne kadar halam Hanım Ağalık yapıyordu. Şimdi benim, yani gelecekteki ağanın karısı var ve yeni Hanım Ağa’da töreye göre o olur.” Dedi açıklayarak. Yutkundum. Buna hazır mıyım bilmiyordum. Ama deneyecektim.

 

“Deneyeceğim. Yüzünü yere eğdirmeyeceğim merak etme.” Dedim. Onun için her şeyi yapardım. Yavrumun babası için elimden geleni yapabilirdim.

 

“Başaracağına eminim hatunum.” Dedi ve bizi bekleyen araca geçtik. Araba konağın önüne geldiğinde herkes bizi bekliyordu. Sanırım Ömer önceden haber vermişti. Araba durunca ikimizde arabadan indik.

 

Sırasıyla hepsinin elini öpmek isterdim ama Korkut Ağa’nın düğün günü söyledikleri yüzünden bunu yapamadım. Sadece Korkut Ağa’nın elini öpüp geri çekildim. Ömer’de aynını yaptı.

 

“Hoş geldiniz kızım.” Dedi. Sanki sesinde bir farklılık vardı. Hasta mıydı acaba?

 

“Hoş bulduk Ağa’m.” Dedim saygıyla. Sonrasında diğer herkesle hoş geldin faslı geçirdik. Ardından konağa geçtik. Şuan konağın Hanım Ağa’sı olarak beni görüyorlardı. Sadece Miraç’ın böyle hitap edeceğini düşünmüştüm.

 

Eve girince hizmetliler dahil herkes bana Hanım Ağa’m diye seslenmeye başlamıştı. Garip ama oldukça hoş bir histi bu. Size aylar önce demiştim ya, ‘Eğer ben uyanırsam bir aşireti bile yönetebilirim.’ diye işte o gün dediğim gibi ancak uyanırsam böyle bir şeye hazır olabilirdim. Daha uyandığım söylenemezdi. Babam olacak o adam kara toprağa girmedikçe uyanmayı düşünmüyordum.

 

“Hanım Ağa’m odanız hazırdır. İsterseniz size eşlik edeyim.” Dedi, hizmetçilerden adını yeni öğrendiğim Tuğba.

 

“Gerek yok Tuğba. Ben çıkarım. Ömer Ağa’nı gördün mü?” dedim. Bir anda ortadan yok olmuştu.

 

“Korkut Ağa’mla iş konuşacaklarmış Hanım Ağa’m.” Dedi saygıyla.

 

“Doğru tabi. Uzun zamandır işlerine bakamıyor Ömer. Sağ ol Tuğba sen işine bakabilirsin.” Dedim. Adam benim yüzümden işlerinden olmuştu.

 

Odama çıkınca ilk gecemiz aklıma geldi. Nasılda korkuyordum o geceden. Oysa devamı bir cennetti benim için. Yatağa geçip oturdum. Saat akşam 7 olmuştu. Akşam yemeği vaktine az kalmıştı. Tam 8 de masada olacaktık. Odanın kapısı açılınca içeri kocam bey girdi.

 

“Ömer, kocam hallettiniz mi işlerinizi?” dedim tatlı tatlı. O da bana gülümseyip yanıma geldi. Ama oldukça yorgun görünüyordu.

 

“Hallettik, Asu’m.” Dedi. Sonda hafif yutkundu. Boğazı kurumuş gibiydi. Sehpanın üzerinde duran sürahiden bir bardak su katıp uzattım.

 

“Çok konuştun sanırım. Al biraz rahatla.” Dedim ve yanağına bir öpücük kondurup üzerimi değiştirmek için giysi dolabının önüne geldim.

 

“Sağ ol, Asu.” Dedi. Baya yorulmuştu sanırım. E tabi gelir gelmez işe koşunca yorulması çok normaldi.

 

Üzerime buraya uygun bir şeyler giyip Ömer’e döndüm. Arkasından sarıldım uzanım ensesinden öptüm. “Ben aşağıya iniyorum. Sende hazırlan ve in.” Dedim. Ve çıkıp gittim.

 

Aşağı inince sofra hazırlanıyordu. Kocamın yemeklerine alışmıştım ama bunlarda olurdu. Oldukça uzun bir sofra kuruluyordu. Yemek sofrası tam liste şöyle olacaktı, Korkut Ağa, Çetin amca, Hatice hala, kocam Ömer, ben, Melek ve Kadir. Tabi bir de kimsenin bilmediği yeni üyemiz. Ömer ve benim yavrumuz.

 

Saat neredeyse 8 olmak üzereydi. Sofra tamamen hazırlanınca yavaş yavaş herkes toplandı. Ömer yine üzerine siyah gömlek ve siyah pantolon giymişti. Hala beyaza alıştıramamıştım. Birkaç kez ısrar etsem de sadece o anlık giymiş ve bir daha giymemişti.

 

Herkes yerine oturduğunda. Korkut ağanın yemekten bir çatal almasıyla beraber yemek başladı. Kimseden ses çıkmıyordu. Korkut Ağa bu sessizliği bozan kişi oldu.

 

“Baban olacak o herif sizi orada da rahat bırakmamış herhalde Asu kızım.” Dedi sevecen bir sesle.

 

“Öyle oldu ama Ömer halletti Ağa’m.” Dedim. Beyaz bıyıklarını hafifçe yukarı kaldırıp tebessüm etti. Aslında çok tatlı bir adama benziyordu. Düşmanlarına karşı nasıl orasını bilemiyorum artık. O kısmı beni ilgilendirmezdi.

 

“Evi beğendin mi kızım?” dedi Çetin amca. Özür dilerim Mimar Çetin amca demeliydim.

 

“Çok güzel bir evdi Çetin amca. Ellerine sağlık, bu işlerle uğraştığınızı daha önce duymamıştım.”

 

Gülümsedi ve cevap verdi, “Öyle, ben işlerimden herkese bahsetmem. Memnun kaldıysanız ne mutlu bana.” Dedi ve yemeğimize devam ettik.

 

Hatice halanın o eski somurtkanlığı üzerinde değildi bu gün oldukça keyifli duruyordu. Neye sevindi ki bu kadar?

 

“Kızım kusuruma bakma ilk evlendiğinizde aklım biraz karışıktı. Sana doğru düzgün davranamadım.” Dedi sevecen bir sesle. Vay be. Demek ki bu evde akrabalarla uğraşmayacaktım.

 

“Olur mu öyle şey hala? Asıl benim bir kusurum olduysa sen affet.” Dedim.

 

“Estağfurullah kızım.” Dedi ve o da yemeye devam etti. Sağıma döndüğümde Kadir elinde telefonla bir şeyler yapıyordu. Hafifçe başımı kaldırıp baktığımda Cansu’yla konuştuğunu fark ettim. Bir ayda ne olmuştu böyle? Acaba sevgili falan mıydılar? Eltim Cansu olacaksa düğününde halayın en alasını çekebilirdim.

 

Kadir benim baktığımı fark edince hemen telefonu kapattı ve kısık sesle, “Yenge ayıp oluyor ama neden bakıyorsun telefonuma.” Dedi utanır gibi. Bu Kadir harbi çok değişmişti.

 

“Cansu mu o? Yoksa siz?” dedim ama beni susturdu.

 

“Yok daha değil ama olacak olacak. Işık var. Arkadaş ayağı yapıyor şuan.” Dedi sırıtarak.

 

“Hayırlısı bakalım. Yalnız dikkat et en son bıraktığımızda senden cacık yapmak üzereydi.” Dedim imalı bir sesle.

 

“O ben istedim diyeydi. Bak gör nasıl oluyoruz.” Dedi. Cidden seviyor olmalıydı. Ondan bahsedince gözleri ışıldıyordu.

 

“Hadi bakalım.” Dedim ve yemeğimi yemeye devam ettim. Sanırım önümüzdeki 4 gün de böyle geçecekti.

 

Yemeği yiyip masadan dağıldık. Herkes işinin başına döndü. Biz odamıza çıktık. Ama Ömer birkaç dakika sonra dedesinin yanına gitmesi gerektiğini söyledi.

 

Doğum günüme kadar burada olamayacağını bilseydim daha sıkı sarılırdım. Tam 4 gün sonra gelecekti. Önemli bir işi vardı. En azından doğum günüme yetişiyordu.

 

 

   ***

 

 

Birkaç Hafta Önce Cansu:

 

İki hafta, tam iki hafta geçmişti o küçük ağayı görmeyeli. Sanırım benimle uğraşmaktan vaz geçmişti. Ya da başka planları vardı.

 

Uçağımın yanındaydım. Bir uçağım vardı evet. Asularla yaptığımız bir temizlik işinden bize kalan buydu. Leyla’da istemişti ama birkaç iş sonra yine bu tarz bir uçak ele geçirince o onu almıştı bana da bu bebek kalmıştı.

 

Elimdeki sigarayı söndürüp ayağımın önüne attım ve ezdim. Sigarayı pek içmezdim ama bazen elim istemsizce gidiyordu. En fazla bir iki dal içiyordum.

 

Uçak dediğime bakmayın küçük bir jet de denilebilirdi. Bayağıdır deneme uçuşu yapmıyordum. Boşuna pilotaj okumuş olmamak için yerimi aldım. Çalıştırmak üzereydim ki turuncu bir araba jetin dibine kadar girince yarım kaldı.

 

Arabadan inen adama baktım. Bu küçük ağa şaka falan mıydı? Durdu durdu şimdi mi yani?

 

Gelip jetin camına eliyle vurunca kapağı geri açtım.

 

“Ne o küçük ağa dövülmek yetmedi şimdide jetten düşerek mi ölmek istiyorsun?” dedim. Devamında söyleyeceği şeyi bilseydim yemin ederim demezdim.

 

“Valla benim bir kalpten vurulma vakası var pilot hanım. Bahsettiğin eğer oysa sorun yok.” Diyince şok içinde bakakaldım. İki haftada yürek mi yemişti bu?

 

“Ne bu yeni oyunun mu? Hadi uza uçmam gerek.” Dedim sert bir tonda.

 

“Valla sen benim aklımla oynuyorsun ben değil. Ve uzayamam çünkü bende seninle uçuyorum.” Dedi hevesle ve yanımdaki koltuğa geçti.

 

“İn aşağıya! Seninle uğraşamam.” Dedim sinirle.

 

“Bak ne diyeceğim, gel her şeyi sıfırlayalım.” Dedi birden.

 

“Allah Allah, nasıl olacakmış o?” dedim.

 

“Şöyle olacak, merhabalar pilot hanım. Ben Kadir Seymen, Seymenler Aşiretinin küçük oğluyum. Siz de kendinizi tanıtır mısınız lütfen?” dediğinde sinirden gülmeye başladım. Ben kime bulaşmıştım böyle? Yapıştı gitmiyor da. Ama dediği şeyi yaparak oyununu devam ettirmeyi de ihmal etmedim.

 

“Eyvallah. Ben Cansu Güneş, sıradan bir ailedenim, pilotaj okuyorum ama bazı sebeplerden dolayı askıya aldım.” Dedim ve elimi uzattım. Bu bayağı bayağı ateşkes demekti.

 

“Memnun oldum Cansu Hanım. Umarım çok iyi bir ikili oluruz. Rica etsem sizinle uçamama müsaade eder misiniz?” dedi son derece kibar bir sesle.

 

“Ben de memnun oldum ancak bu bir hava aracı. Yüksektekilerin işi, siz yapabilecek misiniz?” dedim iğneler gibi.

 

“Ben yüksekten uçamaya bayılırım Cansu Hanım. Şu aralar da yükseklerde uçan bir sarı şeytana kaptırdım kendimi, gariptir bırakamıyorum.” Diyince yutkunup önüme döndüm.

 

“Peki madem hadi uçalım.” Dedim ve kapağı kapatıp motoru çalıştırdım. Ve kendimden hiç beklenmeyeni yaparak küçük ağayla bir uçuş gerçekleştirdim.

 

Tabi uçuşta kırk tane soru sormuştu. Hayır, bir de kibarca soruyordu. Oflamamaya çalışarak cevap veriyordum. Cidden en başından tanışmış gibi yapmıştık. Baya bana hayatını anlatmıştı. Bende bir kısmını anlatmıştım tabi ki.

 

Uçuş maceramız bitince iki arkadaş gibi oradan ayrıldık. Böyle bir şey olacağını hiç düşünmemiştim açıkçası.

 

Önümüzdeki iki haftanın da bu şekilde geçeceğini düşünmemiştim. Telefondan mesajlaşıyor ve sohbet ediyorduk. Aslında gıcıklık etmeyince baya iyi biriydi. Ama yine de erkeklere güven olmazdı. Bende öyle yapacaktım. Hiçbir erkeğe güvenmediğim gibi ona da güvenmeyecektim.

 

Bazen bir kafede oturup eskiden hiçbir şey yaşanmamış gibi kahve içip sohbet ediyorduk. Ben dövüş konusunu açınca beni de çalıştırır mısın diye sordu. Bende kabul ettim. İki hafta içerisinde en az 6 kez dövüş çalıştık.

 

Bence dövüş konusunda baya iyiydi ama sanki çok acemiymiş gibi davranıyordu. Eğlenceliydi, farkındayım bu benden duyulması çok zor bir kelime hele ki ona karşı ama oldukça güzel vakit geçirmiştik onunla.

 

Ne o çocukluğundan bahsetmişti ne de ben. İkimizin de sırları vardı, en derinlerde acıtan ama artık kabuk bağlamış birer sır. Ne ben anlatmaya hazırdım ne de o. Belki bir gün…

 

İki haftanın sonunda Asu ve Ömer İstanbul’dan gelecekti. İrem ve Gülcanlar çoktan gelmişti. İrem’in birkaç düşmanına ders verilmesi gerekiyor muymuş neymiş. Onu hallettik işte.

 

İrem ve Özgür hala bir biriyle pek sohbet kurmuyordu ama gözlerinde ki acı çeken ifadeler kolay seçiliyordu. İkisi de bir şeylerden pişman gibiydi. Umarım aralarındaki sorun her ne ise hemen çözülürdü. Çünkü laf aramızda ikisini çok fena yakıştırıyordum.

 

Leyla’dan ise pek bir haber yoktu. Asu ile konuştuğum da gizli düşmanı bulduklarını ve Ömer ile Yusuf Ağa’nın bu işi dönüşte halledeceğini söylemişti. Leyla normalde gelmiş olmalıydı ama bize tamamen kendi isteğiyle orada kalmak istediğini söylemişti. Kendine bir hacker ekibi kurmuştu. Eminim hepsi oldukça kafa insanlardı. Leyla insanlara çok kolay inanırdı ama onun temiz kalbinin şansına hep iyi insanlarla karşılaşırdı. O ekibinde iyi insanlardan oluştuğuna eminim.

 

Bunları düşünmek beni iyi hissettiriyordu. En azından Kadir’i düşünmek zorunda kalmıyordum. Hay aksi! Yine düşündüm değil mi?

 

 

  ***

 

 

Asu’nun Ağzından:

  

Bu günle beraber Ömer gideli iki gün olmuştu. Yarından sonra yani 22 ağustos doğum günümdü. Yarın gece gelecekti. Şimdiden özlemiştim. Kabul biraz abartı geliyor olabilirdi ama seviyoruz kardeşim ne yapalım.

 

İki günüm klasik geçmişti. En fazla bahçeye çıkmıştım. Bir de arada bir Melek geliyordu odama. Onunla konuşup vakit geçiriyorduk. Abimle ilgili sorularda soruyordu elbette. Gerçekten birbirlerini seviyorlardı. Onların mutlu olmasını çok isterdim. Az önce de geçen günlerde olduğu gibi Melek yanıma gelmişti. Şuan da Ömer’le çocukluk fotoğraflarını gösteriyordu.

 

“Bak burada da Kadir, abimin suratına yanlışlıkla top atmıştı. Abim çok sinirlenince önce Kadir’i evire çevire dövdü sonrada topu kesti. Kadir de koşup halama şikâyet etmişti. Halam zaten her şeyi görmüş bir de bu fotoğrafı çekmişti.” Dedi kıkırdayarak. Cidden bayağı kızmıştı benim kocam. Kadir az çekmemiştir.

 

“Kaç yaşında burada?” diye sordum bende gülerek.

 

“Biz 7, abim 13 yaşında.” Dedi. O kadar tatlı duruyordu ki fotoğrafın içine girip sinirden kızarmış yanaklarını ısırasım geldi.

 

Bir süre daha fotoğraflara bakıp eskilerden konuştuk. Bir fotoğraf gelince Melek özlemle bakıyordu ona. Fotoğrafta Ömer’in 5 yaşında ki hali vardı bir elinden annesi Berçin Hanım, diğer elinden babası Mehmet Ağa tutmuştu. Berçin Hanım’ın karnı burnundaydı. Sanırım Melek ve Kadir içeride yakın zamanda çıkmayı bekliyordu. Ömer’in gözlerinin içi gülüyordu fotoğrafta. O büyük tablodaki halinin aksine.

 

“Annem ve babam. Aslında dedem onlar ölünce tüm fotoğraflarını kaldırtmıştı. Baktıkça içimiz burkulur, üzülürüz diye. Ama abim bu fotoğrafı hep saklamış. Bende bir gün onun odasında oyalanırken buldum bunu. Sonra da kimseye söylemeden bir kopyasını da kendime çıkarttım.” Dedi hasret ve mutluluk karışımı bir duyguyla.

 

“Allah rahmet eylesin.” Dedim. Böyle bir durumda başka ne denirdi ki?

 

“Sağ ol yenge.” Dedi. Hemen ardından, “Ben gideyim artık gece olacak neredeyse.” Dedi ve kalktı. Gözleri dolmuştu. Benim annem ve babam yaşıyordu, ancak ölselerdi belki benim için daha az acı verici olurdu. Ama Melek ve Kadir’in yaşasalardı nasıl bir aile olurlardı sorusu hep yarım kalacaktı. Keşke onların bu burukluğunu düzeltebilecek bir yol olsaydı ama yoktu.

 

“İyi geceler Melek.” Dedim sevecen bir sesle. O da başını sallayıp odadan çıktı.

 

Cidden gece olmuştu. Saat gece 11 olmuştu. Bende biraz telefona bakıp uyudum. Yarın benim için güzel bir gün olacaktı çünkü nihayet kocam bey eve dönüyordu. Gidiş sebebinin şu bize tuzak kuran gizli düşman olduğunu düşünüyordum. Leyla bulduğunu söylemişti.

 

O halde hemen geri dönmesini söylemiştim ama orada daha birkaç işinin olduğunu. Kendine bir ekip kurduğunu ve uzun süre Ağrı’da kalması gerektiğini söylemişti. Kendi isteği olduğunu ve Yusuf Ağa’nın gerçeği öğrendiğini düşününce tehlikeli olmadığını düşündüm ve nasıl rahat ediyorsa öyle yapması gerektiğini söyledim.

 

Ertesi gün uyandığımda yatağımın başucunda duran notu beklemiyordum. Küçük bir zarftı. Zarfı elime alıp açtığımda okuduklarımla gülümsemekten ağzım yırtılabilirdi.

 

Gelen not kocamdandı. Notta yazan şey akşam saat tam 11 de hazır olmamı. Beni gelip alacağını söylemişti. Yanına da bir şarkı notası koymuştu. Hangi şarkıya ait olduğunu söylememiş merak ederim diye de sakın aratma buluştuğumuzda bizzat ben sana söylerim diye de uyarmıştı. Bende büyüsü bozulmasın diye hiçbir şey yapmamıştım. Bir an önce akşam olmasını diliyordum.

 

Büyük ihtimalle doğum günüm için bir şeyler hazırlamıştı. Kocam düşüncelidir demiştim değil mi? Hayır, demediysem büyük ayıpta ondan yani. Hemen kalkıp yüzümü yıkadım. Üzerimi değiştirip kahvaltıya indim.

 

“Günaydın Tuğba, herkes nerede inmediler mi daha?” dedim merakla. Saat neredeyse 8 oluyordu.

 

“Hayırlı sabahlar Hanım Ağa’m. Ev ahalisi sabah 7 de kahvaltısını yaptı. Bu gün Korkut Ağa’mın mühim işi varmış ondan erken çıktı. Diğer herkes te kahvaltı yapıp odasına çıktı.” Dedi, tane tane açıklama yaparak.

 

“Anladım, sağ ol sen işine dönebilirsin.” Dedim ama aklıma gelen şeyle durdurdum. “Bir dakika, bana Melek’i çağırır mısın?” dedim. Bu gece için ondan daha iyi kimseden yardım alamazdım. Abisini en iyi o tanıyor olmalıydı.

 

“Tabi Hanım Ağa’m. Hemen çağırıyorum.” Dedi ve hızlı adımlarla üst kata gitti.

 

Bende oturup keyifle kahvaltımı etmeye başladım. Ben yerken Melek de geldi. “Yenge? Beni istemişsin.” Dedi hemen yanıma oturup.

 

“Günaydın Melek’im.” Diye şakıdım. Mutluluğumu görünce onunda dudaklarına bir tebessüm yerleşti.

 

“Abim geliyor diye mi bu mutluluk?” dedi.

 

“Evet ama sadece o değil. Abin gece gelince beni bir yere götürecekmiş. Sanırım yarın ki doğum günümle alakalı.” Dedim heyecanla.

 

“Yarın doğum günün mü? E niye bu günden çağırıyor o zaman abim?” dedi.

 

“Evet, yarın. Akşam saat tam 11 de hazır ol demiş. Sanırım gece yarısı kutlayacak. Boş ver sen şimdi onu yardımın lazım.” Dedim.

 

“Seni dinliyorum yengecim.” Dedi.

 

“Abin en çok hangi rengi sever. Sakın siyah deme! Mutlaka başka bir renk vardır. Herkesten gizlediği ama senin bildiğin.” Dedim hevesle.

 

Biraz düşündü sonra, “Aslında var. Dün sana gösterdiğim fotoğrafı hatırlıyor musun? Orada annemin üzerinde mavi renk vardı. Abim siyah kullanmadığı zaman hep mavi rengi kullanırdı. Annem de çok severmiş o rengi.” Dedi.

 

Bu harika. O halde o gün aldığım elbise oldukça işime yarayacaktı. Hani şu kutunun neredeyse kafama düşeceği gün. Aslında almayacaktım ama aklım o elbisede kalınca bir gün doktora giderken dönüşte o elbiseyi de almıştım. Bu gün giyme vakti gelmişti o halde.

 

“Tamam, o halde. O renkte harika bir elbisem var. Akşam bir ara odama gel hazırlanmam için yardım edersin.” Dedim.

 

Kocaman bir gülümsemeyle kafa salladı. “Büyük bir zevkle yengem.” Dedi. Yanağıma sulu bir öpücük kondurup odasına geri çıktı.

 

Bende hızlıca kahvaltımı bitirip bahçeye çıktım. Biraz hava almak iyi gelecekti. Akşamı düşünüp mutlu oluyordum. Acaba ne hazırlamıştı. Dışardan belli olmasa da aşırı romantik bir kocam olduğu düşünülürse beklentiyi yüksek tutabilirdim. Ama tek sürprizi olan kişi o değildi. Benimde ona sürpriz olarak sunacağım bir mucizem vardı.

 

Elim istemsizce karıma gitti. Hafifçe okşayıp hemen geri çektim. Ben söylemeden Ömer’in haberi olmamalıydı. Eminim her hareketimi biliyordur. Benden haber alamayınca çıldırabilen bir yapısı vardı.

 

İstanbul’dayken bir ara telefonumun şarjı bitmişti ve ulaşamamıştı. Bayağı endişelenmişti. O günden beri yanımda mutlaka bir koruma olurdu. Orada ki son haftamız olduğu için doktora gitmeme gerek kalmıyordu. Bu yüzden kabul etmiştim. Şu an bile o koruma yakınlarımda geziyordu.

 

Telefonumun sesi düşüncelerimi bölünce hemen telefonu açtım.

 

“Alo, Leyla’m.” Dedim.

 

“Asu’m nasılsın? Bayağıdır konuşamıyoruz seninle.” Dedi biraz sıkılmıştı sanırım.

 

“Ne o bizsiz sıkıldın mı? Ekiple çok eyleniyoruz diyordun?” dedim.

 

“Öyle evet ama bu sizi özlediğim gerçeğini değiştirmiyor.” Dedi küçük bir çocuk gibi.

 

“E gel madem, çok mu önemli orada ki işin?” dedim merakla.

 

“Maalesef önemli Asu. Uzun bir süre buradayım.” Bir süre sessiz kaldı. Sonra tekrar konuştu, “Aslında doğum günün için gelebilirim. Bir günlük kaçamaktan bir şey çıkmaz.” Dedi mutlu mutlu.

 

“Çok sevinirim. Gelince beni mutlaka haberdar et ama olur mu? Kızlarla da uzun zamandır bir araya gelemiyoruz. Daha Gülcan’ın düğünü var biliyorsun değil mi? Önümüzde ki ay evleniyorlar. Sadece biz ve birkaç kişi daha olacak.” Dedim. Onlar adına çok mutluydum.

 

“Evet, onun içinde çok heyecanlıyım ama işlerim izin verirse geleceğim.” Yine sustu. Sonra yine konuştu, “Şöyle bir baktım da işlerim izin veriyormuş. Ona da gelebiliyorum.” Dedi heyecanla. Acaba, yani bir düşünce olarak söylüyorum Leyla’nın işi şuan yanında olabilir mi? Sanki bir şeyler saklıyor gibiydi.

 

“O halde yarın görüşürüz balım. Çok seviyorum seni. Yanında ki işine de selam söyle.” Dedim imayla.

 

“Onunda sana…” dedi. Arkadan gelen gülme sesine bakacak olursak işi gerçekten yanındaydı. “Yani, şey yarın görüşürüz Asu.” Dedi ve hızla kapattı.

 

“Aleykümselam.” Dedim telefona bakıp. Leyla’m benim, gönlünü kaptırmış gibiydi. Artık onunda zamanı gelmişti zaten. En son o tacizci pislik yüzünden hiç kimseyle sevgili olmayı kabul etmemişti. Sadece birkaç kez denemişti. Bu fikrini değiştiren kişiye bir teşekkür borçluydum. Kim olduğu çok aşikâr gibiydi ama bunun bize yarar mı zarar mı olacağını zaman gösterecekti.

 

Bir süre daha bahçede gezip geri odama çıktım. Bende Ömer’e bir şeyler daha hazırlamak istiyordum. Karnımdaki can zaten başlı başına bir sürprizdi ama ufak şeylerde yapmak gelmişti içimden.

 

Küçük renkli not kâğıtları çarptı gözüme. Hemen gidip onları aldım. Elime geçen bir kalemle üzerine küçük küçük notlar yazıp odadaki giysi dolabının aynasına yapıştırdım. Her birinde kısa bir anımızı yazdım. Bazıları tek kelimeyle anlaşılırdı bazılarına kelimeler yetmezdi belki ama başarmıştım. Görünce mutlu olacağına eminim.

 

Daha sonra her kalan boşluğa birer öpücük bıraktım. Dudağımdaki rujun izleri kalmıştı boşlukların yerine. Saate baktım saat daha 10.30’du. Zaman neden bu kadar yavaş geçiyordu ki?!

 

Makyaj masamın başına geçtim. Sonra kalkıp yatağa oturdum, sonra koltuğa. Zaman gerçekten geçmiyordu. Bende akşama hazırlık olsun diye duş almaya karar verdim. Vücut ve saç bakım ürünlerimi aldım. Havlumu da alıp duşa girdim.

 

Hafif bir şarkı eşliğinde duşumu aldım. Şu aralar en sevdiğim şarkı çalıyordu Dolu Kadehi Ters Tut – Dilerim Ki.

 

“Dilerim ki asla caymazsın benim olmaktan. Dursun zaman…” diye şarkıya eşlik etmeyi de ihmal etmedim. Güzel bir duşun ardından saçıma ve vücuduma havlu dolayıp çıktım. Bakım da yaptığım için biraz uzun sürmüştü duş almam. Çıktığım da saat 12 ye geliyordu.

 

Hala daha çok vakit vardı. Zaman geçirecek bir şeyler bulmalıydım. Üzerimi giyinip telefonumu elime aldım. Biraz da Cansu’yla konuşursam zaman geçerdi herhalde.

 

Cansu’yu arayıp açmasını bekledim. Ama açıldığında duyduğum sesle şok geçirdim.

 

“Efendim yenge?” dedi telefona. Hangi ara be?! Hangi ara bu raddeye geldi bunlar?

 

“Kadir? Siz beraber misiniz?” dedim halen şokumu atlatamayarak.

 

“Saçmalama Asu! Arkadaşız biz!” dedi Cansu arkadan. Aynen aynen kesin öyledir. Külahım neredeydi benim ya? Getireyim de ona anlatsın.

 

“Evet, evet öyleyiz yenge. Sen neden aramıştın? Çok önemli bir konu tartışıyorduk, ortasında aradın.” Dediğinde bir hışırtı oldu arkada.

 

“Cansu’yla biraz sohbet edeyim demiştim ama sanırım o şuan başka ‘arkadaşlarla’ ilgileniyor.” Dedim arkadaş kısmını vurgulayarak.

 

“Yok güzelim, müsaidim şuan.” Dedi Cansu telefonun başına gelerek.

 

“Cansu yeme beni. Hadi sonra konuşacağız bunu.” dedim.

 

“Tamam, o zaman bir ara konuşuruz. Görüşürüz.” Dedi sıkkın bir nefes verip.

 

“Görüşürüz.” Dedim ve telefonu kapattım.

 

Yok! Ben zaman geçirecek bir şey bulamıyordum. Sürekli saate bakıp dakikaları sayıyordum. Ömer’i arayıp benim için ne hazırladığını sürekli sorup darlamak istiyordum ama kocamı bezdirmek ne kadar doğru bir fikirdi kestiremiyorum.

 

Bahçede de bir saat kadar dolaşıp odama çıktım. Biraz uyursam zaman geçebilirdi. Kafamı yastığa koydum ve gözlerimi kapadım. Ve bir rüyaya daldım korkunç bir rüyaya.

 

İlk başta Ömer’le el eleydik. Bembeyazdı her yer, sonra Ömer cebinden bir çakmak çıkartıp ikimizi birbirine bağlayan ellerimizin üzerine ateş değdirdi. İkimizin de sesi çıkmadı ama ben bağırmak istiyordum çığlık atıp neden yaptığını sormak istiyordum ama başaramıyordum. Ellerimizde ki ateş büyüdü nihayet ellerimiz bir birinden ayrıldı sonra tüm beyazlıklar kan kırmızıya döndü. Karnımda alev aldığında soluk soluğa uyandım.

 

Bu neydi şimdi? Kan ter içinde kalmıştım. Yanda duran sürahiden bir bardak su alıp içtim. Rüyalar tersine çıkar kuramına güvenmekten başka yapabileceğim bir şey yoktu.

 

Saate baktığımda saat 7 olmuştu. Neredeyse 6 saat uyumuştum. Hemen üzerime bir şeyler giydim ve aşağı inip sofraya oturdum. Herkes yavaş yavaş toplanıyordu. Önce Kadir geldi masaya. Benim muzip bakışlarımı görünce o da pis pis sırıttı. Fakat sonra aklına bir şey gelmiş gibi somurtmaya başladı.

 

“Ne oldu şimdi? Niye düştü yüzün?” dedim merakla.

 

“Zamanlamanı düşünüyorum yengecim. Nasıl başarabildiğini düşünüyorum.” Dedi. Anlamadığımı görünce devam etti, “Arama zamanlaman diyorum!” dedi ellerinin parmaklarını bir arada toplayı birbirine değdirince jetonum düşmüştü. Ben aramasaydım öpüşecekler miydi!?

 

Ağzımın şaşkınlıkla açılmasına engel olamadım. E herkes yaşattığını yaşardı. Ömer ve benim evlendiğimiz gece de o bize engel olmuştu. İntikam soğuk yenen bir yemekti.

 

Biz oturmaya devam ederken sırasıyla ev ahalisi sofraya geldi. Herkes oturunca yemek başladı. Heyecanım gittikçe artıyordu. Bu yüzden de yemeğimi o kadar hızlı yedim ki ben bile ne ara bitirdiğimi anlayamadım. Peçeteyle ağzımın kenarını silip Korkut Ağa’ya döndüm.

 

“Müsaadenizle Ağa’m. Ömer akşam için hazırlanmamı söylemiş. Ben gideyim.” Dedim. Önce bir daldı sonra da kafasıyla onayladı.

 

“Git kızım hazırlan.” Dedi sevecen bir sesle. Kalkıp hazırlanmaya gittim. En az 2 saat süreceği için anca hazır olurdum. Üst kata çıktım. Hemen arkamdan da Melek geldi, bana yardım etmek için.

 

“Yengem, hadi seni hazırlayalım.” Dedi hevesle. Bende hemen onu onayladım.

 

“Bence de beni hemen hazırlayalım. Bak İstanbul’dayken ne aldım?” dedim ve dolaptan o müthiş koyu mavi elbiseyi çıkardım.

 

Melek elbiseyi görünce nutku tutulmuş olacak ki bir süre donuk şekilde elbiseye baktı. Ağzı da bir o şekli almıştı tabi.

 

“Nasıl?” diye sordum üzerime tutarak.

 

“Harika, abim güzelliğinden bayılacak!” dedi hayran hayran.

 

“Bana sağ hali lazım.” Dedim kıkırdayarak. O da güldü.

 

Hemen giyinmek için yan odaya girip üzerimi değiştirdim. Meleğin de yardımıyla takı seçimimi yaptım. Boynu açık bir elbise olduğu için incilerden oluşan bir kolye taktım, kulaklarıma da aynı incilerin küpesini taktım. Saçlarımı salıp ta bu güzel incilerin görüşünü kapatmak istemediğim için sıkı bir atkuyruğu yaptım. Bileğime zarif minik incilerden oluşan bir bileklik geçirdim. Şimdi sıra makyajdaydı.

 

Çok abartılı bir makyaj istemiyordum ama Melek bu gün senin günün diyerek beni darlayınca kendimi onun ellerine bıraktım. Aslında oldukça güzel bir iş çıkarmıştı. Hem şık duruyordu hem de iddialı. İddiası kırmızı rujun kattığı bir şeydi. Göz makyajımı da olabildiğince şık yapmıştı. Porselen makyaja benziyordu. Tek farkı koyu kırmızı rujumdu. Allığı fazla sevmediğim için abartmamasını söyledim ve o da bana katılarak fazla abartmadı. Gerçekten oldukça iyi görünüyordu.

 

En son ayağıma beyaz topuklu ayakkabılarımı geçirip aynadan kendime baktım. Galiba hazırdım.

 

Melek’e döndüğümde hayran olmuşçasına beni izliyordu. “Nasıl olmuş?” dedim heyecan içinde.

 

“Çok güzelsin yengem. Abim cidden düşüp bayılabilir.” Dedi gülerek.

 

Bende güldüğümde kapı çalmıştı. İçeri giren Ali’yle ona döndük. “Yenge, Ömer Ağa’m aşağıda seni bekliyor.” Dedi. Vay be oldukça uzun sürmüştü hazırlanmam. Makyaj kısmına fazla odaklandık sanırım.

 

“Tamam, iniyorum hemen.” Dedim ve Melek’e göz kırpıp odadan çıktım. Dört gündür kocamı görmüyordum. Onu çok özlediğimi söylesem abartmış olmazdım.

 

Aşağı indiğimde Ömer arabaya yaslanmış düşünceli bir şekilde yere bakıyordu. Ne olmuştu ki. Elindeki siyah bandanayı ne yapacaktı acaba. Yanına gittiğimde topuk tıkırtımı duyunca hemen başını kaldırıp bana baktı. Cidden Melek’in dediği gibi bayılmış olmalıydı. Uzun uzun gelişimi izledi. Başta buruktu ama sonradan koca bir tebessüm yerleştirdi dudaklarına.

 

Yanına geldiğimde bende kocaman gülümsedim. “Kocam, nereye gidiyoruz acaba?” dedim cilveli cilveli.

 

“Sürpriz, o yüzden gözleri bağlayacağız.” Dedi elindeki bandanayı kaldırarak. Bu işe ben pek üzülmezdim ama göz makyajım ha ağladı ha ağlayacaktı.

 

“Öyle olsun bakalım.” Dedim ve ona arkamı döndüm. Bandanayı gözlerime bağlayınca ona tutunarak arabaya bindim.

 

Uzun sayılabilecek bir yolun ardından araba nihayet durmuştu. Kalbim hızlanmaya başlamıştı.

 

“Geldik mi? Açıyım mı gözlerimi?” diye sordum.

 

“Olmaz içeride açacaksın.” Dedi. Bana fark etmezdi.

 

“Tamam, o halde yürümeme yardım edin bayım çünkü önümü göremezsem tökezlerim.” Dedim kıkırdayarak.

 

“Elbette Asu Hanım.” Dedi ve yanıma gelip belimi tuttu. Benim yürümeme yardımcı oldu. Bir kapı açılıp diğeri kapanıyordu en sonunda bitmiş olacak ki gözlerimdeki bandanayı açtı. Harika bir masa vardı tüm beyazlıkların içinde. Her yer bembeyazdı sadece masa bu akışı bozuyordu.

 

Her şey harika duruyordu. Hemen arkama dönüp ona kocaman sarıldım. “Teşekkür ederim. İlk kez doğum günüme dayak yemeden gireceğim sanırım. Eskiden babam her doğum günü gecesi beni döverdi. Sanki doğmamı lanetler gibi. Ama bu gün sen bunu değiştirdin.” Dedim ve gülümseyerek geri ayrıldım.

 

Biraz üzgün baktı bana. Sonra, “Oturalım mı artık saat geliyor Devran’ın kızı.” Dedi.

 

Hemen kafamı sallayıp yerime oturdum. Cidden saat geliyordu. Neredeyse 12 olmuştu. Birkaç dakika içinde 23 yaşıma girmiş olacaktım.

 

Bana bir şarap doldurdu. Pek içmezdim ama bu geceyi bozmak istemezdim. Uzattığı içkiyi alıp içmeye başladım.

 

“Artık şu notaların hangi şarkıya ait olduğunu öğrenebilir miyim?” diye sordum merakla.

 

Biraz durdu sonra saatine baktı. Bende de aynı his uyandığı için saate baktım tam 00.01 olmuştu.

 

“Öğrenebilirsin. Artık vakti geldi.” Dedi ve elindeki telefondan birkaç dokunuşla bir hoparlörü çalıştırınca oradan çıkan müzik tüm odayı doldurdu. Yıldız Usmonova ve Yaşar’dan Seni Severdim. Bu ne demekti ki şimdi?

 

Bir süre yüzüme donuk gözlerle baktı. Ne oluyor bu adama Allah aşkına!? Ayağa kalkıp nereden aldığını anlamadığım bir kutuyu bana uzattı.

 

“Ne bu?” diye sordum korkarak. Ne koymuştu içine? Neden böyle bakıyordu.

 

“Aç.” Dedi duygusuzca.

 

Bakışları hala garipti. Nefret eder gibiydi. Ellerim istemeyerek kutuya uzandı. Alıp açtığımda gördüğüm şeylerle dona kaldım. Bunlar neydi böyle?! Kutunun içinde Doktor Berat ve benim fotoğraflarım vardı. Ama normal fotoğraflar değildi bunlar neredeyse hepsinde bir temas halindeydik. Nasıl olmuştu bu. Bunlar gerçeği yansıtmıyordu ki!

 

İlk fotoğraf ilk karşılaşmamızdandı yanlışlıkla çarpışmıştık. Bir diğeri elbiseyi seçtiğim günde üzerime siper olduğu gündü. Diğerleri de bazen görünmemek için dışarda buluştuğumuz anlardandı. Nasıl olmuştu bu? Ömer’e kim vermişti bunları? Benim buradaki tek amacım bebeğimle ilgili bilgi almaktı ama Ömer bu fotoğrafları oldukça yanlış anlamış olacaktı ki kin doluydu bakışları.

 

“Ömer bunlar gerç…” sözüm yarım kaldı.

 

“Kes! Kes artık yalan söylemeyi!” diye bağırınca gözlerim dolmaya başladı. “Ne zamandır? Ne zamandır birlikteydiniz? Kaç gündür, ya da kaç haftadır?” diye sormaya başladığında sinirden titriyordu.

 

Açıklamak istedim ama dilim lal olmuştu sanki. Buna inanmıştı, hem de ben bu dünya da en çok ona güvenirken o bana güvenmemişti. Bana ilişkimizin her anında seni seviyorum demişti ama şimdi seni eskiden severdim diyordu.

 

“Ciddi misin sen?” diyebildim en sonunda.

 

“Nasıl kandım lan ben sana?! Çok güldün mü arkamdan? Ne aptal adammış bu dedin mi?” cidden bunları düşünüyordu.

 

“Sen ciddisin.” Dedim aydınlanarak. Şakası bile çok kötüydü ama şaka oldun istedim. Dakikaları sayarak geçiremediğim zamanın böyle son bulmasını istemedim.

 

“Ben senin için tüm planı bitirmeye razıydım lan! Dedeme planı iptal et ben karımı o piçin eline geri göndermem seviyorum dedim!” diye bağırınca gözlerim dolmaya başlamıştı. Korku sarmıştı vücudumu. Oyun muydu? Bunca şey oyun muydu? Beni geri mi verecekti? Oraya geri dönersem neler olabileceğini kestiremiyordum. Hele ki bebeğimle gidersem. Ya ona bir şey olursa.

 

“Oyun muydu?” dedim. Sustu, “Oyun muydu?!” diye bu kez bağıran ben oldum.

 

“Evet oyundu! Seninki kadar sağlam olmasa da oyundu! Lan ben seni o şerefsizin elinden kurtardım. Karım dedim seni seviyorum dedim! Sen ne yaptın gittin başka adamların kollarına!” diye ateş püskürdü. O an çaktı ellerimizin ortasına çakmağı. Yanmaya başladım. Bağırmak çığlık atıp hesap sormak istedim ama yapamadım. Tıpkı o rüyada ki gibi yanmaya başlamıştık.

 

Başım dönmeye başladı. Ama bu yanmaktan değildi, başka bir şeyin etkisi gibiydi.

 

“İlaç mı attın içkime?” dedim baygın ve ruhsuz bir sesle.

 

“Başka yolu yoktu. Ha son bir şey daha burası neresi biliyor musun?” eliyle bir işaret yaptığında duvardaki örtüler bir bir aşağı indi. Duvarda ki kan lekelerini görünce dona kaldım. Burası orasıydı. Hastane! Bunu yapmamalıydı. Bu kadarına hakkı yoktu! Ben ona bebeğimizi müjdelemenin hayalini kurarken o benim hayatımı darmadağın edemezdi!

 

Bayılmama az kalmışken son kez baktım gözlerine, duygusuzdu, donuktu benimde bakışlarım. Ve son bir söz söyledim, “Pişman olacaksın, ama ben olmayacağım.” Dedim son bir güçle ve gözlerimi kapadım…

 

 

***

 

 

Yazarın Ağzından:

 

Ömer bayılan kadını son kez kucağına alıyordu. Onu aldatan kadını affedecek değildi. Her şeyi hak ediyordu. Bir yanı hala onu çok seviyordu babasının eline bırakmak istemiyordu ama ihaneti asla kabul edemezdi.

 

Kucağına aldığı kadını alıp arabaya götürdü. Götüreceği yer belliydi. Şahin Ağa Konağı.

 

Geldiğinde arabadan inip onu kucağına aldı, ağır adımlarla en alt kata mahzene indi. Miraç olanlardan haberdar değildi. Eğer haberi olsaydı böyle bir şeye asla izin vermez bir sıkıntı çıkarırdı. Onun için diğer adamlarının yardımıyla kimse duymadan onu mahzene indirebilmişti.

 

Sabah adamlarının yapması gereken tek şey Devran’a kızının mahzende olduğunu söylemekti.

 

Orayı görünce vaz geçer gibi olmuştu. Çünkü her yer kandı. Asu’nun kuruyan kanı. İçi titredi ama kininden vaz geçmedi. Yavaşça yere bıraktı bir zamanlar sevdiği kadını. Evet artık bir zamanlar sevdiği kadındı. Çünkü onu eskiden severdi. Onu aldatmadan önce severdi. Hem de çok severdi. Ama o aşkı satmıştı.

 

Son kez kırmızı dudaklarına minik bir öpücük kondurmadan edemedi. Bu ona olan vedasıydı. Yine son kez baktı ona.

 

“Seni severdim Asu. Hem de çok. Ama sen benim affetmeyeceğim tek şeyi yaptın. İhanet etmeyecektin!” dedi sinirle. Hala aklı almıyordu nasıl o kadar güzel bakıp yalan söyleyebilmişti. Nasıl?!

 

Ya babası öldürürse diye geçirdi içinden. Ya aldatmadıysa dedi. Ama sonra o adamın söyledikleri geldi aklına. Ses kaydı bile vardı. Hiç düşünmeden o adama gitmişti. “Sana geldim” demişti. Nefret duygusunu iliklerine kadar hissediyordu. Ölürse ölsün diye geçirdi içinden ama kalbi acıyla haykırıyordu. İçten içe biliyordu aslında o ölürse Ömer’in kalbi de ölürdü.

 

 

Ama bunu şuan umursamıyordu. Öfkeden hissizleşmişti sanki.

 

Ve o da son sözlerini söyledi ama Asu duymadı. “Ne ölüme ne de ölüne.” Dedi ve çıkıp gitti.

 

Asu yarın bir vahşete, bir yıkıma en büyük yangınına uyanacağını bilmeden baygın yatıyordu...

 

 

 ***

  

 

Asu’nun Ağzından:

 

 

Gözlerimi araladığımda her bir kemiğim sızlıyordu. Her yer kan kokuyordu. Gece uyandığımda babamın mahzenindeydim. Babam çıkan sesleri duymuş olacak ki apar topar buraya inmişti. Yine en acı olanları yaşamıştım.

 

Dövmüştü sövmüştü hiç acımamıştı. Abim kurtarır belki diye umut ediyordum ama abimi de yan tarafta ki bir odaya kapatmış olmalıydı. Bağırma sesleri geliyordu biricik abim Azad’ın.

 

Her seferinde bayıltana kadar dövmüş sonra ayılınca tekrar dövmüştü. Sabaha kadar devam etmişti. Yine hiçbir şey yapamamıştım. Hem Ömer’in içkime kattığı ilaç yüzünden hem de Ömer’in bana attığı kazık yüzünden. Ben ömrümde bu kadar yıkılmamıştım.

 

Bu kez uyandığımda kimse yoktu etrafta sadece mahzenin kapısında bir koruma duruyordu. Elim karnıma gitti sonra. Hissetmemiştim hiçbir şey. Dayak yerken hiçbir yerim acımamıştı ama karnım çok acımıştı. İçim çok acımıştı. Her attığı tekmede tek yaptığım karnımdaki canı korumaya çalışmaktı. Başardığımı düşünmüştüm ta ki uzandığım yerden doğrulup bacak aramdan sızmaya devam eden kanı görene kadar.

 

Kaybetmiştim, ben bana bahşedilen tek canı koruyamamıştım. Tek anne olma şansımı kaybetmiştim. Canımı almışlardı sanki benden. Yanmıştım, ben en çok bu gün yanmıştım.

 

Sahi hep öyle olmaz mıydı zaten? Anka kuşları doğmak için yanardı. Ben Anka kuşumu ruhumda taşırdım. Yıllar önce 10 yaşımdayken yanmıştım ve yeniden doğmuştum. Sonraki her doğum günümde bu böyle olmuştu. Babam hep döverdi ama bu gün çok başka döverdi ölümle burun buruna getirir ve bırakırdı.

 

Ölmek isterdim ama bir türlü olmazdı. Ruhum hep yanardı ve yeniden doğardı. Ben Asu, Asu Şahin Seymen. Hayır! Artık sadece Asu Şahin! Ben bir Anka kuşuydum her yıl yanıp yanıp yeniden doğardım. En acı verici şekilde kül olup en güçlü şekilde yeniden doğan Anka kuşu.

 

Bu günde yanmıştım. Ama en çok bu gün yanmıştım. Bu kez yanarken kanatlarımın altında bir canı yitirmiştim. Anka kuşlarının tek özelliği yanınca kendi küllerinden yeniden doğmaktır. Kanatlarıyla tutuşturduğu canları yeniden getiremezdi. Benim canımdan parçam kanatlarımın altında yanmıştı. Ve ben onu geri getiremezdim.

 

Ama küllerimden doğup benden bu canı alanların canını alabilirdim. Ve buna vesile olanların Allah şahidim olsun ki canını yakmadan, en acı günleri yaşatmadan bırakmayacaktım. Benim can damarımı kesenlerin en keskin yarası, boğazlarına yaslanan hançerleri olacaktım.

 

Ben Asu Şahin, artık uyanmamın vakti gelmişti…

 

***

 

Evvettt, nasıl buldunuz bölümü???

Sizce Asu uyandığında neler yapacak? Ya da yaptıracak. 😊

Düşünceleriniz benim için çok değerli.

Eğer beğendiyseniz yıldızlamayı ve yorum yapmayı unutmayınnn. 😊

 

Diğer bölüme kadar hoşça kalın Ankalarımmm. 😘😘

Bölüm : 09.04.2025 00:04 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...