3. Bölüm

2. Bölüm- FARE KAPANI

khallesi
khall_leesi

Keyifli okumalar diliyorum…

 

 

 

Sadece kendini tüketmeye kodlu olan bir beden nasıl on dokuz yıl yaşardı?

 

Yıllardır aklımda olan bu sorunun cevabını bulmak şöyle bir kenarda dursun, üstüne yıllarımı devirerek bu zamana kadar getirmiştim.

 

Kendime etmeyi sevdiğim işkence , bu yaşımda bile benimleydi.

 

Aslında annem dışında hayatımda varlığını en uzun sürdüren şey bu olabilirdi. Hatta annemin ‘sözde’ gittiği iş gezilerini sayarsak benimle annemden bile uzun zamandır birlikte olabilirdi.

 

Kendimi bildim bileli yapmaktan vazgeçmediğim şeydi bu.

 

Bazen aç kalarak, bazen uykusuz, bazen susuz, bazen de hiçbir zaman kabullenmesem de acıya layık olduğumu düşünerek.

Bu düşüncenin sonuçları genelde ağır olurdu.

 

Kendimi bir yere ait hissedemediğim zamanlarda bileklerim kaşınırdı.

 

Kahretsin ki büyürken ben kendimi bir türlü bir yere ait hissedememiştim. Farenin ait olduğu yer o küçük kapanıydı. Ama ben oraya bile yabancıydım.

 

Bu hastalıklı his zamanla kendini uyurken de gösterir olmuştu. Öyle ki uyandığımda bileklerimdeki kuruyan kan parçaları bunu vücuduma mühürlüyordu.

 

Canımı yakmaya çekinmiyordum çünkü ben zaten buydum.

 

Küçükken vücuduma armağan edilen yara izimle, bedenim acıyla bütünleşmişti ve bu benim için sorun değildi.

 

Sadece annemin üzülmesi… o üzüldüğünde beynimin tam içinde bir sızı şeklinde acıyı hissediyordum. Beni rahatsız eden kısım bunda ibaretti.

 

İlerleyen yaşlarımla birlikte bir çok uzman doktorla görüşmüştüm. Tabii bu da uzun yıllar çeşitli ilaçlar kullanma neden olmuştu ki, o ilaçlarla yaşamak pek de kolay değildi.

 

Yavaş yavaş erişkinliğe ulaştığımda kullandığım ilaçları doktorumla azaltmıştık. Tedavimiz son bulsa da hala aşırı stres altında sakinleşmem için kullandığım bir ilacım vardı. Bir de az miktarda sigara kullanıyordum. Annemin rahatsız olduğunu bilsem de yoğun ataklar geçirmemdense bu durumu tercih edip yanımda olmayı seçiyordu.

 

Bu şekilde güçsüz yaşamak sinirlerimi bozsa da bir gün hepsini aşacağım bir yola girecektim. Yolun Cahit Şahin’den geçtiğine emin olsam da artık aşmam gerekiyordu.

 

Bunca zamandır içine saklandığım karanlığımdan çıkma zamanıydı.

 

Karanlık beni memnuniyetle saklasa bile…

 

Patlayan cam parçalarıyla , sallanan zeminden kurtulmak için bir zavallı gibi ona saklanmak istesem bile…

 

 

 

Annemin adımı haykırışı, binlerce küçük parçalara ayrılan camlara karışırken , uzandığım koltuktan kendimi iterek koltukla parke zemin arasında kendimi korumaya almıştım.

 

Ellerimi yüzüme siper edip üstüme gelen camlardan kurtulmaya çalışıyordum fakat üzerime yığılan cam parçaları çok fazlaydı.

 

Yavaşça Camları silkelerken kesilen bir yerim olup olmadığını kontrol etmeye çalışıyordum. Yaşadığım adrenalin sebep olsa gerek vücuduma girem cam parçası hissetmesem de bedenimin altından hafif bir gölcük oluşturan kan damlaları bana hissizliğimi kanıtlarcasına kanıtlarcasına gülümsüyordu.

 

Üzerimdeki camlardan kurtulmama rağmen yarayı vücudumda bulamadım. Dolan gözlerim ve titreyen ellerim şu an bana hiç yardımcı olmuyordu.

 

Anneme ulaşmalıydım.

 

Patlayan silah sesleriyle dolan gözlerimi silip kendime geldim. Bacağım yanıyordu. Yara orada bir yerde olmalıydı.

 

Kendine gel Lavin.

 

Evin içene dolan silah sesleri beni dört yaşıma götürürken kendime artık çocuk olmadığımı ve kendimi koruyabileceğimi hatırlatmaya çalışıyordum.

 

Sesler çoğaldı.

 

Titreyen ellerimi sol bacağımda gezdirdim , biraz daha aşığıya kaydırdığımda diz kapağımın hemen altında sağ iç kısmını saplana cam parçasını buldum.

 

Atar damara saplanma ihtimalini kafamda tartarken anatomi bilgime sövüyordum. Keşke annemi dinleyip dersleri daha dikkatli dinleseydim.

 

Aptal Lavin.

 

Bacağımı iki yandan sıkarken annemi veya Eva’yı görmek için etrafıma bakınıyordum.

 

Annemin bana seslendiğini duyabiliyordum fakat silah sesleri söylediklerini anlamamı engelliyordu.

 

Gelen kişilerin kimler olduğunu ya da ne için geldiklerini bilmemek kanımı dondurmuştu.

 

Banyoya giden kapının kırılma sesiyle Eva’yı gördüm.

 

Elinde silahı vardı ve tekme atarak kapıyı menteşelerinden sökmüştü.

 

Bana sessiz olmam için bir işaret yaparak söktüğü kapıyı evin içine ne zaman girdiğini anlamadığım adamın üstüne savurdu. Adamın yere düşmesiyle alnından vurarak öldürdü.

 

Adamı öldürdü.

 

Teyzem olarak gördüğüm ve hayatımın her anında yanımda olan kadın gözünü bile kırpmadan bir adam öldürdü.

 

Gözlerimin önünde.

 

Sanırımın bacağımdan çok daha büyük sorunlarım vardı.

 

Eva silahıyla evde göremediğim bir iki yere daha ateş edip yemek masasını annemin odasının önüne doğru iterek daha önce duymadığım fakat yüreğimi titreten karanlık bir sesle,

 

“Şimdi Filiz.” Diye bağırdı.

 

Annem odasının kapısını açıp devrilen masayı kendine kalkan olarak kullanarak nereden çıkardığını bilmediğim silahıyla ateş açmaya başladı.

 

Artık neye şaşırmam gerektiğini bile bilmiyordum.

 

Sadece kime ateş ettiklerini bile bilmeden dört yaşındaki Lavin’le birlikte koltuğun dibinde bacağıma baskı uyguluyordum.

 

Annem masayı tekmeyle itip silahını Eva’ya doğru fırlattı.

 

Bana doğru yerde sürünerek gelirken artık Eva’yı da göremiyordum.

 

Karşımdaki berjer görüşümü kısıtlıyordu. Koridorda olanları görebilmek için fazlasıyla kör noktadaydım.

 

Annem bana yaklaşıp elini bacağıma koyduğunda yüzünü ekşitti.

 

“Çok erken, çok hazırlıksızız , özür dilerim Uğurum. Çok üzgünüm.”

 

Derin bir nefes alıp kafamla annemi onaylarken konuşmaya başladım.

 

“Sormayacağım , gerçekten. Bilmek bile istemiyorum ama lütfen bana buradan çıkabilececiğimizi söyle.”

 

Annem bacağımdaki camı incelerken kıyafetinden bir parça yırtıp bacağıma turnike yapmak için kasığıma sarmaya başladı.

 

“Daha önce gitmemiz gerekirdi , geç kaldım. Korkmanı istemiyorum. Buradan kıpırdamayacaksın. Kör noktadasın Lavin koridoru geçmedikleri sürece seni kimse görmeyecektir. Zarar görmeyeceksin.”

 

Gözleri sardığı bacağıma kaydı.

 

“En azında daha fazla zarar görmeyeceksin. Yalnız değiliz Cahit’in gönderdiği adamlar aşağıda , durumla ilgileniyorlar. Birazdan bizi almak için gelecekler. Doktor getirmelerini söyleyeceğim. Sadece kıpırdamadan burada durman gerek. Arada turnikeyi gevşet ama elini çabuk tut daha fazla kan kaybetmemelisin.”

 

“Anne! Beni bırakıp gidemezsin. Sana bir şey olursa…”

 

“Bana bir şey olmayacak , söz veriyorum Uğurum. Lütfen burada beni bekle.”

 

Ne diyebilirdim ki? söyleyeceklerim de sustuklarım da bir önemi yoktu. Zaten olsa da bana cevap hakkı tanımadan koridora yönelmişti.

 

Bacağımın acısı yavaş yavaş kendini göstermeye başlıyordu. Turnikeyi biraz daha sıkarken acıyla bağırmamak için kendimi zor tutuyordum.

 

Bir elimle yerden destek alırken koltuğun yanındaki diğer berjeri devirmeye çalıştım. Berjer kıpırdasa da devrilmedi.

 

Derin bir nefes aldım.

 

Bu lanet şey neden bu kadar ağırdı ki?

 

Bacağıma dikkat ederek biraz daha doğruldum. Silah sesleri hala devam ediyordu.

 

Berjerin kenarından tutunarak bu sefer iki elimle ağırlığımı verdim.

 

Berjer zeminde kayarak devrildi. Rahat bir nefes verdim. Berjer doğru kayarak kendimi tamamen sakladım. Artık içeriye bakan olsa da beni göremezdi.

 

En azından Eva’nın adama yaptığı gibi alnımın ortasına mermi yeme durumumu biraz olsa da engellemiştim.

 

Fare olmanın da bazı avantajları vardı. Mesela saklanabilmek gibi…

 

Meziyetlerim konusunda her ne kadar kendimle tartışmak istesem de başım dönmeye başlamıştı.

 

Kendimi biraz daha sağlama alıp iyice berjerle bütünleştim.

 

Gözlerimi kapattım.

 

Hepsi geçecek Lavin sadece biraz daha dayanmamız lazım. Sakin ol. Sakin. Evet sakin. Kesinlikle sakiniz.

 

Kendimi telkin ederek kafamı sallıyordum ki duyduğum sesle gözlerim kocaman açıldı.

 

Duvarlar titriyordu. Çıkan ses o kadar yüksekti ki evde sağlam bir yer kaldıysa da artık gittiğini anladım.

 

Sanırım bir bomba patlamıştı.

 

Karşımdaki duvardan tortular düşüyordu.

 

Kesilen silah sesleriyle içeriye kulak kabarttım.

 

Annemlerden bir ses duymak için bildiğim tüm duaları ediyordum ama içeriye mutlak bir sessizlik çökmüştü.

 

Çıkan tek ses bir yerlerden gelen yangın çıtırtılarıydı.

 

Korku artık nereme işliyordu bilmiyordum ama ayak parmaklarımı tam olarak hissedemediğimi fark ettim.

 

Turnikeyi sıkalı kaç dakika olmuştu?

 

Karıncalaşan bacağımdan epey bir dakika olduğunu anladım. Gevşetip biraz kan akışı sağlamalıydım.

 

Ellerim titriyordu. Birkaç dakika gevşetmek kangren olmama engel olacaktı ama bulanan midem kan kaybıdan bayılma olasılığını da gözüme sokuyordu.

 

Yapacak pek de bir şeyim yoktu zaten şu an Tanrı’ya emanettim.

 

Kasığımdaki bezi çözüp kan akışına izin verdim.

 

Lanet olsun canım çok yanıyordu.

 

Bezi çözerken kıpırdattığım bacağımın hesabını kesen cam parçası acıdan bağırmama neden oldu.

 

“Kahretsin!”

 

Elimle ağzımı kapatsam da sesim evin içinde yankılanmıştı

 

İliklerime kadar buz tuttum.

 

Ya biri yerimi fark ettiyse?

 

Kesik kesik inleyerek ağlıyordum.

 

Berjerin yan kısmından hafifçe kafamı çıkartarak bakmaya çalıştım. Tavandaki avize sallanıyordu.

 

“Levent! Koş oğlum bu taraftan geldi ses.”

 

Kelimenin tam anlamıyla boku yemiştim işte. Daha sessiz bir şekilde turnikeyi tekrar bağlamam gerekiyordu ama zaten buraya gelirlerse bir bacağa mezarda ihtiyacım olmazdı.

 

Siktir.

Ölecektim işte.

 

Annem ya da Eva’nın beni kurtarması için dua ederek turnikeyi tekrar kasığımdan sıkıca bağladım. Birkaç dakika öncesine göre bacağım daha hissizdi. Bu hissizliğin sebebi korkudan mıydı yoksa kan kaybından mıydı bilemiyordum ama adım sesleri iyice yaklaşmıştı.

 

“Yok işte amına koyayım burada kimse! Eray, Avcı bizi sikmeden önce kaybolmamız lazım.”

 

Ne kadar yakınımdalardı tahmin edemiyordum ama devirdikleri eşyalardan git gide yaklaştıklarını anlamıştım.

 

“Taşak mı geçiyorsun lan benimle? Kızı teslim etmeden gidersek işte o zaman görürsün sikilmeyi.”

 

Nefesimi tutmaya çalıştım.

 

Her ne kadar kıpırdamamaya çalışsam da korkudan dişlerim takırdamaya başlamıştı.

 

Hiçbir şey görmezsem hiçbir şey yaşanmamıştır mantığıyla gözlerimi sıkıca kapatmıştım , titriyordum.

 

Ayakkabılarının altında zilen cam parçalarıyla bulunduğum yere geldiklerini anlamıştım.

 

Berjerin üstünde gölge yapan bir silüet hissettiğimdeyse hemen gözlerimi açtım.

 

“Levent! Bak burada ne buldum , küçük bir fare.”

 

Her ne kadar bildiğim bir şeyde olsa bir köpek tarafından fareye benzetilmek gözlerimi devirme isteği uyandırıyordu. Bu durumda bile.

 

Sanırım ölüm korkusu bastırdığından yapamadım.

 

“Sonunda. Nasıl da saklanmış küçük deliğine.”

 

Uzun olan adam bana doğru hamle yaparak kolumdan sertçe tutarak koltukların yanından açık alana doğru sürükledi.

 

Bacağımdaki yaradan yürüyemediğim için o çektikçe yerdeki cam parçaları vücuduma daha çok batıyor , artan acıdan artık konuşamıyordum.

 

Çığlık atıp acımı haykırmak istiyordum.

 

Yerde sürüklendikçe yüzüm göz yaşlarımla vücudum ise kendi kanımla yıkanmıştı.

 

Hızla beni devrilen masaya doğru itince ellerimden destek alarak alacağım darbeyi azaltmaya çalıştım fakat artık midemdeki acı sıvı ağrıma kadar gelir ve görüşüm bulanıklaşıyordu.

 

“Şimdi , küçük Lavin. Sana ne yapmalı?”

 

Son gücümle çığlık attım.

 

“Anne!”

 

Uzun olan hafif bir kahkaha attı.

 

“Annen artık seni duyamaz minik fare.”

 

Bana doğru hamle yapıp sertçe yüzüme tokadı yapıştırdı.

 

Kulağımdaki çınlamayla parke zemine resmen yapışmıştım.

 

Cam artık neredeydi bilmiyordum ama hissettiğim acıyla birden fazla yerimin daha yaralandığını anlamıştım.

 

Kafamı kaldırıp çığlık atmak istedim, başım dönüyordu ve kafama aldığım darbeden midem bulanmaya başlamıştı.

 

“Ne var ki bu küçük orospuda bu kadar değerli? Şuna bak! Götürüp satmaya çalışsak alan bile olmaz.”

 

Diğerinin eli kemerine gidince ellerimle kendimi duvara doğru ittirmeye çalıştım.

 

“Alıcı olmasına pek de gerek yok, biz kullanıp göndersek de olur.”

 

Duyduklarımla midemdeki safrayı daha çok tutamayıp oldum yere kusmaya başladım.

 

“Oğlum kız ölmek üzere zaten sık kafasına gitsin. Zaten fazla vaktimiz de yok. Bunu burdan canlı çıkarmakla uğraşırsak biz gideriz bok yoluna.”

 

Bacağımın ne durumda olduğunu görmesem de saçlarımın bulandığı tek şeyin kusmuğum olmasını diledim ama aldığım ağır metal kokusu aksinin olduğunu kanıtlıyordu.

 

Daha da fazla kusabilecekmişim gibi mide bulantısı arttı.

 

Tanrım lütfen bu pisliklerin bana dokunmasına izin vermeden canımı al.

 

“Biz burda gebertsek bu orospuyu , canlı getirmedik diye patron bizi gebertmez mi?”

 

Artık hangisinin konuştuğunu ayırt edemiyordum.

 

“Canlı isteseydi canlı diye belirtirdi. Ayrıca kız zaten ölmek üzere bir de kusuyor yüzüne bakılacak hali bile kalmamış bunu patrona ne diye götürelim.?”

 

“O zaman sık kafasına gitsin.”

 

Belinden çıkardığı silahın emniyetini açtığını silahın çıkardığı sesle anladım.

 

Sona gelmiştim ve kalkıp savaşacak gücüm bile yoktu. Gözlerimi açamıyordum. Adamın dediği ölüyor olabilirdim.

 

Sahi , annem nerdeydi? Eva neredeydi?

 

Cahit Şahin yine şaşırtmamış, annemi kurtarırken beni ölüme terk etmişti.

 

Vazgeçilmeye çok küçük yaşta alışmış olsam da savaşamadan yenilmek biraz ağır bir bedeldi.

 

Yaşadığım durumu kabullendim. Bu kadardı.

 

Kendime ölüme hazırlamışken iki el silah ateşlendi.

 

Ölmüş müydüm?

 

Öldüysem acının geçmesi gerekmez miydi?

 

Biraz olsun gözlerimi aralamaya çalıştım.

 

Görüntüm bulanık olsa da yerde yatan iki cesedi seçebilmiştim.

 

“Limon mu sıkıyorsunuz siktiğimin kertenkeleleri.”

 

Duyduğum başka bir sesle artık gözlerimi açacak mecalim de yoktu.

 

Birkaç el daha silah sesi duydum.

 

“Yağız yeter oğlum , öldüler tamam.”

 

Başka bir adamın daha sesini duymuştum , kaç kişiydiler?

 

“Oğlum duymadın mı kafasına sıkmaktan bahsediyorduk am kertenkelesi. Yok lan bulara mezar falan yok. Böcekler sike sike kurutsun bunların cesedini.”

 

Bedenimin yanında başka bir beden daha hissediyordum. Sanırım bacağımdaki yaraya bir şeyler yapıyorlardı. Hissizlik beni o kadar sarmıştı ki ne yaptıklarından emin bile olamadım.

 

“Pamir, ne yapacaksan çabuk yap yoksa onun bu halinin hesabını ne Avcıya verebilir ne de Filiz Hanım’a.”

 

Seslerini duysam da kelimeler gittikçe bulanıklaşmaya başlamıştı artık seslerini ayırt edemiyordum.

 

“Yağız acil destek lazım haber ver hazırlansınlar. Hipovolemik şokta , travmatik femoral arter yaralanması , yaranın derinliğini saptayamıyorum fakat hemen transfüzyon yapılmazsa onu kaybederiz.”

 

Titriyordum.

 

“Sikeyim , bildiriyorum hemen.”

 

“Lavin! Beni duyabiliyor musun? Sakin kalmanı istiyorum. Ben Doktor Pamir Sungur. İlk müdahaleni yapacağım. Yağız söyle kan grubuna göre ayarlamaları yapsınlar. İzotonik sıvı takviyesi yapıyorum.”

 

Söylediklerini anlayabilsem de tepki veremiyordum.

 

“Lan , bildiriyorum da Türkçesini de söyle, ölmeyecek değil mi?”

 

Kanıma karışan soğuk sıvı hissetmiştim , peki ya hissedemediklerim?

 

“Çok kan kaybetmiş şokta, turnikeyi biraz gevşetmemiz lazım yoksa bacağı kaybederiz. Kanamayı kontrol altına alacağım. Bilinci ne kadar yerinde bilmiyoruz yanında kelimelerine dikkat et , çantadan daha fazla gazlı bez çıkar ve çantanın iç kısmında ilaç var , adrenalin onu hazırda tut nabzı kaybedecek gibi olursak kullanmamız lazım olabilir.”

 

Ölsem annemle Eva dan başka kimse üzülür müydü?

 

Benim hiç hayatım olmamıştı ki henüz.

 

Peki ya Cahit Şahin? Sevgisini hiç göstermediği için pişman olur muydu”

 

“Siktiğimin ekipleri nerde kaldı?”

 

“Ona bir şey olursa Avcıyı kimse tutamaz. Ne Cahit kalır ne de Leza.”

 

Dişlerim takırdıyordu. Vücudumun her bir zerresi yavaş yavaş bana veda ediyor gibiydi.

 

“Asıl Avcı bu durumu görse kıyamet kopardı. Bacağına biraz daha baskı yap. Haber alabildin mi? Ural iniş yaptı mı?”

 

“Adının hakkını vererek olayları bu noktaya getirenleri avlıyor. Pamir kızı burada dikemez misin?”

 

Yavaşlayan nabzım sanki parmak uçlarımda atıyordu.

 

“Çok tehlikeli yaranın içinde mutlaka cam parçaları kalmıştır. Cerrahi dikiş gerekli, kanamayı durdurmaya çalışmaktan başka şansımız yok.”

 

Midemdeki bulantı arttıyordu.

 

“Geldiler!”

 

Ruhumun yavaş yavaş çekildiğini hissettim.

 

“Nabız yok! Nabız yok! Adrenalin çabuk!”

 

O çok sevdiğim karanlığım bana yine kucak açmıştı.

 

 

 

 

 

 

“Anne benim babam beni niye sevmiyor?”

 

Annem sorduğum soruyla ocakta yaptığı yemeği bırakıp bana döndü.

 

“Bunu da nereden çıkardın Azay?”

 

Omuzlarımı silktim.

 

“Azay mı Lavin mi bi karar verin artık , sürekli farklı sesleniyorsun! Ayrıca bugün Eva beni parka götürdü , oradaki kızların babaları onların saçlarını öpüp oyunlar oynuyorlardı. Biriyle arkadaş oldum , babasının neden yanında olduğunu sordum o da bana babasının onu çok sevdiği için olduğunu söyledi, oradaki babası olan bütün çocukların öyleymiş. Hani babalar yanımıza gelmezdi? Ayrıca çok pembişli tokası vardı. Bana da alalım mı?”

 

Annem beni kaşlarını kaldırarak dinlemişti.

 

Böyle dik bakınca büyüklerle konuşmak ne kadar zordu böyle.

 

“Benim güzel Bebeğim , sen yanlış anlamışsın-“

 

“Bana yalan söylediniz değil mi? Hani prenseslere hep doğruyu söylerlerdi? Hem göbüşümdeki izi beğenmiyor , o istedi izi koymalarını ondan sevmiyor beni biliyorum ben!”

 

Sinirlenmiştim işte , sadece annem doğruyu söylesin istiyordum. Geçen hafta konuşmuştuk doğruyu söylemek prenseslikti. Ayrıca o pembişli tokayı bende istiyordum.

 

“Anneciğim bunları sen tacını takan bir prenses olduğunda seninle daha detaylı konuşacağız. Unuttun mu prensesler taçlarını büyüdüklerinde takarlar, o zamana kadar göbüşümüz hakkında ne demiştik?”

 

Dayanamayıp of çektim. Yine bana kuralları hatırlatıyordu işte. Bari pembişliyi alsaydık.

 

“Sadece çok özel prenseslerde bulunan bir işaret.”

 

Ona sinirli sinirli bakıyordum. Özel olan şeylere keşke daha güzel olsaymış.

 

“Aynen öyle. Ayrıca baban seni seviyor. Böyle şeyler düşünmeni istemiyorum, bir prenses bunları düşünmez.”

 

Ellerimi belime koydum.

 

“Ta ki tacımı alana kadar. O zaman ben her şeyi bilebilirim. Elsa’nın kardan şatosun bile bilirim, Olaf’la oyunlar oynarız.”

 

Annem gülümsedi.

 

“Hadi bakalım küçük prenses şimdi yatağa belki gece rüyanda da Olafla oynarsınız.”

 

Kıkırdadım.

 

“Ama pembişli toka da alacaksın söz mü?”

 

Annem ocağın altını kapatıp beni kucağına aldı.

 

“Prensesime alırım tabii ki.”

 

Elimi yanağına koyduğumda ıslaklık hissettim galiba gözleri su taşırmıştı.

 

“Anne senin yine karnın mı ağrıyor?”

 

Annem odama girerken yanığındaki ıslaklığı elinin tersiyle sildi.

 

“Evet bebeğim ama geçer birazdan.”

 

Yatağıma yatırırken kafamı salladım. Umarım karnı daha çok ağrımazdı. Evayla birlikte çok tatlı yediğimizde benimde ağrıyordu. Acaba benden gizli tatlı mı yemişlerdi? Yeselerde sabah bende yerdim şimdi çok uykum vardı.

 

“İyi geceler minik kelebeğim.”

 

Annem alnıma öpücük bıraktı.

 

“İyi geceler anneciğim.”

 

Annem odadan çıkınca gizlice masanın üstünde duran tabletimi aldım. Bunu ara sıra yapsam da hala yakalanmaktan korkuyordum.

 

Eva’nın öğrettiği tuşlara basıp izlemek için Karlar Kraliçesi’ni açtım.

 

Yorganımın altına girerek tabletimi duvara yasladım.

 

İşte şimdi Olafl’a birlikte uyuyabilirdim.

 

İzledikçe gözlerim kapansa da Olaf’ın doğduğu sahneyi görmek istiyordum.

 

Elsa’nın güçlerinden korktuğu yerde biraz üzülmüştüm , halbuki hep kardan adam yapabilirdi ve bu çok güzeldi.

 

Biz ne zaman yapmaya kalksak benim elim donuyordu.

 

Heyecanla izlemeye devam ederken bir anda kapım açıldı.

 

Korkuyla kafamı yorgandan çıkardım.

 

Off annem kesin ceza verecekti.

 

Üzgünüm Olaf.

 

“Lavin hemen kucağıma gel.”

 

“Annecim kızma özü-“

 

Annem odamda koşarak hareket ediyordu.

 

“Saklambaç oynuyorduk hatırlıyorsun değil mi? Şimdi ebeden kaçmamız lazım bizi sobelememeleri için.”

 

Oyun oynamayı seviyordum ama annem beni battaniyeye birden sarınca battaniye burritosu olmuştum.

 

Kıkırdadım.

 

“Ama ben yine buritto oldum.”

 

Annem bana cevap vermedi.

 

Evden hızlı çıkıp bir arabaya bindik. Üstelik hiçbir oyuncağımı ve tabletimi alamamıştım bile.

 

Oyun oynamayı sevsem de bu oyunda hep korkuyordum.

 

Daha kaç gece bu korkuyla gözlerimi kapatacağımı bilemeyecek yaşta olsam da annemin ninni söylesen yumuşak sesiyle gözlerimi kapattım.

 

 

Yorumlarınızı lütfen eksik etmeyin :)

Sonraki bölümde görüşmek üzere…

Bölüm : 08.09.2025 17:40 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Hikayeyi Paylaş
Loading...