6. Bölüm

6.Bölüm

Zeynep Vza
kisakursunkalem

Adımlarım arabaya doğru gitti. Arka kapıyı açıp içine girdim. Bana ne yapacaktı, nereye götürecekti; bunlar hiç umrumda olmayan sorulardı. Kafamda ona dair de bir şey yoktu. Tek düşündüğüm yaşadığım hayal kırıklığı ve Semih'in ihanetiydi.

Evet ihanetti bu. Bana gülmüştü çünkü, benim yüzüme gülmüştü. Ama arkamdan işler çevirmişti. Beni kandırmıştı, acımasızca hem de. Hayatımla oynayarak, duygularımla oynayarak, benliğimi sarsarak... O kadar umrunda değilmişim ki, düşündüklerimi öyle umursamamış ki, hissettiklerimi öyle görmezden gelmiş ki... Benimle oynamış resmen. Bir çocuğun oyuncağıyla acımasızca oynaması gibi oynamış, kullanınca bir kenara atması gibi atacakmış beni. Hiç sevmemiş, hep sever gibi yapmış. Gerçekten kocammış gibi yaklaşmış bana.

Başım öyle feci şekilde ağrıyordu ki beynimin uyuştuğunu hissediyordum. Düşündüklerim birbirine girmeye başlamıştı bile. Mantığıma dair pek bir şey kalmış mıydı bilmiyorum ama duygularımın bedenimi terk etmeye başladığını hissediyordum.

Araba ne zaman hareket etti, biz ne zaman yola çıktık hiç bilmiyorum. Yol ne zaman bitti, biz ne zaman durmuştuk ondan da haberim yoktu. Sadece bunu kapım açıldığında anlayabilmiştim.

"İn hadi." diye net çıkan sesine karşı bir şey demedim. Onun yerine indim arabadan. Başımı kaldırıp bizi getirdiği yere baktım.

Uçurumdu burası. Aşağısı deniz, etraf kayalıktı. Etrafta hiç kimse yoktu. Yine ıssız, insansız bir yere getirmişti beni. Acaba kendimi atayım diye mi getirmişti buraya? Olabilir aslında, o da kurtulurdu Semih de. Ne kadar varlığım varsa üzerine rahatça çökerdi ben ölürsem. Hem kendi de katil olmazdı bu şekilde. Eğer böyle hayalleri varsa çok yanılıyordu, öyle saçma sapan bir niyetim yoktu. Ha eğer kendim atacağım diyorsa, o başka.

Hiçbir şey sormayıp uçuruma doğru yürüdüm yavaşça. İstediğini yapabilirdi dokunmadığı sürece. Umrumda değildi hiçbir şey. Her şey o kadar boş, o kadar sahte, o kadar yalan geliyordu ki ruhum çekilmiş gibi hissettiriyordu bu bana. Sanki Semih'in söyledikleriyle bütün duygularım elimden alınmış gibi hissediyordum. Çok tepkisizdim, farkındayım. Ama daha fazlası yoktu, bu kadardı. Belki de hâlâ inanamadığım içindi bu durgunluk ve sessizlik. Kabullenemiyordum. Hayatımın bu kadar sahte olması ağır geliyordu. Sevdiğim dediğim adam tarafından kandırılmak gururumu yerle bir etmişti. Kendime, benliğime dair değer verdiğim ne varsa Semih tarafından yerle bir edilmişti. Duygularım öyle bir yok sayılmış ki artık gerçekten yok olmaya başlamıştı. Öyle bir şeydi ki kendimde bağırıp çağırıp her şeyi dağıtmaya bile güç bulamıyordum. Ne istediğimi kestiremiyorum, ne yapacağımı bilemiyorum. Kalbim sanki bir kafesin içinde sıkışıp kalmış, kafesten kurtulamadıkça parçalara ayrılmıştı. Tuzla buz olmuş ve hayatta kalmamı sağlamaktan başka bir işe yaramıyordu. Nefes alıyor ama yaşamıyordum sanki, öyle boş geliyordu her şey.

Geldiğimiz uçurumda biraz daha yürüyüp kenara yaklaştım. Şuradan atlasam bir annem üzülürdü herhalde. Her şey sahte gelse de onun sevgisi çok gerçekti. Gerçi... Semih'in sevgisine de inanmıştım ben...

Bu saatten sonra ne sözlere inanırdım ne de gözlere. Bundan sonra herkes yalancı. Annem için hâlâ umudum olsa da o bile şüpheliydi. Öylesine berbat bir durum ki ömür boyu yalnız kalmayı kabul etmek gibi bir şey bu benim için. Ama Semih gibilerin hayatıma girmesindense yalnız kalmak en iyisiydi belki de...

Sadece birkaç gün önce onu o kadar severken şimdi bu kadar iğrenmek canımı çok yakıyordu. Eşim sanıyordum onu. Sevdiğim adam sanıyordum, beni seven adam sanıyordum. Şimdi ise tam bir hayal kırıklığı, adî, şerefsiz herifin tekiydi!

"Allah belanı versin!" diye tısladım kendi kendime. Sonra tutamadım kendimi. Önümde gördüğüm taşa sertçe vurup uçurumdan düşmesine sebep oldum ve bağırdım.

"ALLAH BELANI VERSİN!"

Oyun oynamıştı benimle! Oyuncak gibi oynamış, maşa gibi kullanmıştı! Hep yalan söylemiş, hep kandırmış! Aptal yerine koymuş beni!

Göğsüm öfkeyle inip kalkarken konuştum nefes nefese.

"Aptal yerine koymuş beni!"

Sesim kısık ve hayal kırıklığıyla doluydu.

"Kandırmış!"

Bulduğum taşlara vurmaya başladım.

"Yalanmış her şey!"

Taşlar uçurumdan aşağıya yuvarlanırken bütün öfkemi onlardan çıkarmaya çalışıyordum.

"ALLAH'IN BELASI OYUN OYNAMIŞ BENİMLE!" diye bağırdım çığlık atar gibi.

Düşüncelerimi dile dökerken nefretimi de kusmaya çalışıyordum ama yetmiyordu. Ne yaparsam yapayım içimdeki zehri atamıyordum.

Hiddetle vurmaya devam ettim taşlara. Bazıları büyüktü ve vurduğumda ayağımı ağrıtıyordu ama umrumda değildi.

"Yazgı dur, yapma."

Durmadan devam ettim. Hem saydırıyor hem de büyük küçük demeden önüme gelen taşa vuruyordum. Ağzıma gelen bütün hakaretleri sıraladım. Hiçbiri yetmezdi onu anlatmaya ama söyledim yine de.

"Adî herif! Alçak! Haysiyetsiz! Şerefsiz!"

Bu ve daha fazlasını söylerken taşlara vurdum yine. Ayağımın ağrısını hissetmiyor gibi durmadım.

"Yazgı dur artık!"

Onu da duymadım. Ne yapıyorsam devam ettim.

"İğrenç pislik! Nasıl nikahsız yaklaştın bana?!" dediğimde hayal kırıklığı o kadar baskındı ki... Bari yaptın bu pislikleri benim namusumla oynama dimi?! Adama gibi dini nikah niye kıymadın?! Bunu niye yaptın bana?

"Yeter artık bi dur!" diye bağıran adam kolumdan tutup kendine çevirdi beni. Onun yüzünü görünce daha da artan öfkemle beraber sertçe çektim kolumu.

"SANA NE?" diye bağırdım ben de. Gelmiş dur diyor bana!

Sonra onunla ilgili şeyler de geldi aklıma.

"Ne istiyorsunuz lan benden?!" dedim bir adım gerilerken. Ali'nin çatık kaşlarını umursamadan devam ettim. "Ne istiyorsun ne?! Canımı mı istiyorsun? Al! Allah aşkına al şunu benden ya! Al da kurtulayım hepinizden!"

"Saçma sapan konuşma!" dediğinde kan beynime sıçradı.

"Bir de saçma sapan konuşma diyor!" dedim sinirle. "Derdin ne söyle o zaman sen de kurtul ben de kurtulayım! Al gerçekler diyordun! Öğrendim hepsini! O Allah'ın belası gerçekleri öğrendim, mutlu musun?! İstediğin oldu! Ben de artık defolup gideceğim sen de hiçbir şey yapmayacaksın!" deyip gitmeye başladım. Nereye, nasıl gideceğim hakkında bir fikrim yoktu. Ama ormanda kaybolsam bile en fazla ölür giderdim o da kimsenin umrunda olmazdı zaten.

"Oldu!" diye bağırdı arkamdan ve birkaç saniye içinde tekrar kolumu tutup çevirdi kendine. "Var mı başka istediğin?!"

Bir anda çevirince gözüm kararır gibi oldu. Dengemi sağlamaya çalışırken cevap vermeyi ihmal etmedim.

"Var! Bırak kolumu!"

Beni takmadığını çok net bir şekilde belli etti.

"Sen önce ayakta durmayı öğren, sonra artistlik yaparsın." deyip çekiştirmeye başladı beni. Arabaya götürüyordu.

"Bırak! Nereye götürüyorsun?!"

"Eve." deyip kapımı açtı. Benden çok daha güçlü olduğu için ne kadar dirensem de fayda vermedi. Beni arabaya sokmaya çalışırken konuşmaya devam etti, ben de direnmeye.

"Hava al diye getirdik, yine döndün fabrika ayarlarına. Kızım ben seni esir aldım, esir. Biraz ona göre davran. Nereye gidiyorsun öyle kafana göre hayırdır?"

Zorla oturtup kemerimi takarken minimum teması kurmaya çalışıyordum fakat çok mümkün olmuyordu bu. İçimden onu öldürmek isterken direnmekten başka bir şey gelmiyordu elimden.

"Bıraksana Allah'ın mafyası! Ne istiyorsun benden?! Bırak beni bırak!"

Kemeri takarken engel olmaya çalıştım ama işe yaramadı. Kemeri takıp açmayayım diye elini üzerine koydu ve yüzünü bana çevirdi. Allah kahretmesin ki çok yakın duruyordu ve itsem de fayda vermemişti. Gözlerini gözlerime dikip konuştu küfürlü küfürlü.

"O..." deyip sağlam bir küfür savurdu Semih'e ve devam etti. "...herife olan sinirini benden çıkaracağına aklını başına topla. Başında bir ton dert var! Sen hâlâ saçma sapan hareketler yapıyorsun çocuk gibi! Şimdi kaçmaya çalışırsan ağzını gözünü bağlarım senin! Uslu dur!" deyip çekildi ve kapıyı kapatıp kendi koltuğuna geçti. Ben de bu sırada ona bağırmakla meşguldüm.

"Sana soracaktım uslu durmayı! Mafya bozuntusu! Beni ne kadar tutabileceksin bakalım!"

Kapıyı kapattığı gibi kilitlediği için çıkamadım o arabaya binene kadar. Arabaya bindiğinde ise zaten kemeri çıkardığım için direkt kapıyı açtım kaçmak için ama açtığım gibi kapanması bir oldu. Ali denen herif arabaya girdiği gibi beni tutmuştu çünkü. Kendine doğru çekince kapı otomatik olarak kapanmıştı.

"Bir rahat dur!" derken kapıları kilitlemişti yine. Kolumu hemen çekip kurtardım. Sonra da sinirle kapıya vurdum.

"Arabama düzgün davran!" deyince daha da uyuz oldum, bir kere daha vurdum. Sonra söylendim kendi kendime.

"Başlayacağım sana da arabana da!"

Çatık kaşlarıyla baktı yine yüzüme. Sonra da "Ağzın iyice bozulmuş senin." deyip kemerini bağladı ve arabayı çalıştırdı. Ben de sinirle kemeri taktım yine. Arabayı hayvan gibi kullandığı için ve camdan falan uçmamak için mecbur takmam gerekiyordu.

"Önceden düzgün müydü?" diye sordum sinirle. Çok iyi biliyor herhalde önceden nasıl olduğumu!

Bu dediğime cevap vermedi. Çok da umrumdaydı zaten onun cevap verip vermemesi.

"Niye bırakmıyorsun? Senin benimle derdin ne?" diye sordum sinirle. Sonra bir aydınlanma yaşadım sanki. Kafamın içinde sorgulamaya başladığımda cevap verdi.

"Sen hafızanı yine kaybettin herhalde!" dedi düz bir sesle ama gergindi biraz. "Dün gece ne anlattım ben sana?"

"Düşmanlarımdan koruyorsun yani beni?" dedim îmayla. Kendisi benim neyim oluyordu?

"Aynen öyle." diye cevap verdi sus der gibi. Bıkkınlık gelmişti belli ki. Ama umursamayıp devam ettim konuşmaya.

"İyi de niye? Sen kim oluyorsun? Neyimsin benim? Niye koruyorsun beni?"

Gerçekten anlayamıyordum. Kendinden bahsetmiyordu. Kim olduğunu söylemiyordu. Sadece koruduğunu iddia ediyordu ve hiçbir açıklama yapmıyordu. Üstelik bunu beni esir tutarak yapmaya çalışıyordu. Derdi neydi, gerçekten anlamıyordum.

"Çok konuşuyorsun." deyip geçiştirdi beni yine. Sinirim zaten tepemdeydi, o böyle yaptıkça daha da deliriyordum. Sinirle soluklanıp aklıma gelen ihtimalleri söyledim.

"Sen de şirketin peşindesin dimi?" dedim iğrenerek. Para için her şeyi yapabilecek herkesten iğreniyordum.

Ondan cevap beklerken arabayı ani bir frenle durdurdu. Sonra bana dönüp ateş saçan gözlerini dikti. Çok kötü bakıyordu, belki şu anki öfkesiyle beni öldürecek kadar sert bakıyordu. Bense biraz şaşkınlık olsa da belli etmeden cevap bekledim ondan.

"Hiç değişmemişsin!" dedi burnundan soluyarak. Sesi beni iliklerime kadar gerse de belli etmeden dinlemeye devam ettim. "Önceden de görmezdin, şimdi de görmüyorsun! Aç şu gözünü artık! Etrafındaki insanlara bak! Yalandan ibaret hayatından kurtarmaya çalışıyorum seni, o şerefsizi bile sırf inan diye öldürmedim, sen hâlâ benden şüphelen! Seni öldürecek olsam şimdiye kadar yüz kere öldürmüştüm! O Allah'ın belası şirketinin üzerine de bin kere çökmüştüm! Biraz çalıştır şu kafanı artık!" deyip önüne döndü. Arabayı aynı sinirle çalıştırıp gaza bastı. Hızlı bir şekilde sürmeye başladı yine. Bense artık konuşmak istemiyordum. Zaten çok öfkeliydim, mantıklı düşünemiyordum. Bir süre susmak ikimiz için de iyi olacak gibiydi.

**

"Kim benim düşmanlarım?" diye sordum biraz daha sakin bir şekilde. Kendimi burada kapana kısılmış gibi hissediyordum ve bir şekilde gitmek istiyordum artık. Yine bu ormanın ortasındaki eve getirmişti.

"Ne yapacaksın? Sen de onları mı kovalayacaksın?"

Ben sakin kalmaya çalıştıkça özellikle tepeme çıkmaya çalışıyordu galiba.

"Aynen!"

"Saçma sapan konuşma da otur şuraya!" diye tersleyip koltuğa yayıldı. Sinirle burun kemerimi sıkıp oturdum ben de. Beklemeye bile tahammülüm kalmamıştı.

"İyi anlat hadi dinliyorum."

"Allah Allah," dedi alay eder gibi. "Dinlemeyi biliyor muydun sen?"

"Anlatacaksan anlat artık!" diye yükseldim yine. İnsanda mental namına bir şey bırakmamışlardı. Manyak herif gelmiş bir de dalga geçiyordu!

"O sesinin ayarına dikkat et benim tepemi attırma!" diye tıslayıp sakin bir şekilde devam etti. "Çok yorgunum. Oturup sana laf yetiştirecek halim yok. Git mutfakta yap kendine bir şeyler. Açlıktan yürümeyi unutmuşsun hâlâ dikleniyorsun bana! Önceden bu kadar aptal değildin sen." deyip kalktı koltuktan. Ben şaşkın bir şekilde ona bakarken kapıya kadar gitti. Hiddetle kalkıp konuştum ben de.

"Sensin aptal! Manyak herif! Ne yaptığını kendin bile bilmiyorsun ki bana anlatasın!"

"YAZGI!" diye bağırınca olduğum yerde kaldım. Arkasını dönmüş ateş saçan gözlerini yine bana dikmişti. "Benim sabrımı zorlama! Git şu yemeğini ye işimiz var!"

"Ne işi?"

Kapıyı sinirle çarpıp gitti cevap vermeden.

"Manyak ruh hastası!" diye söylendim kendi kendime. "Çarp sen o kapıları çarp. Bir gün ben de sana çarpacağım kendine gelemeyeceksin!"

Bunu neyime güvenerek söylediğim konusunda hiçbir fikrim yoktu ama söyledim yine de. Sonra da kapıyı açıp onun yaptığı gibi sertçe kapattım ve mutfağa geçtim. Gerçekten açlıktan bayılacaktım en sonunda. Buzdolabını açıp zeytin peynir çıkardım. Tezgahın üzerindeki ekmeğin de yarısını alıp ekmek arası yaptım kendime. Sonra da iştahım olmasa da yemeye başladım. Açtım çünkü.

Yemekler kavga eder gibi yiyordum. Nimetle ne derdim vardı bilmiyorum ama içinde öyle bir öfke vardı ki neyden nasıl çıkaracağımı bilmiyorum. Kafam dolu ve sanki ağzımı da doldurursam hepsi susacak gibi hissediyordum. Çok kısa bir süre içinde ekmeğin hepsini yerken bir bardak da su alıp içmiştim boğulmamak için. Karnım dolmuştu ve doymuştu.

Oturduğum masadan kalkıp ortalığı topladım. Masayı falan sildim. Sonra da kalkıp mutfağın camından bakmaya başladım. Bahçede yine bir sürü adam vardı. Bir oraya bir buraya yürüyüp duruyorlardı. O Ali denen adam buradan kaçmayacağımı o kadar iyi biliyordu ki kapıyı bile kilitlememişti. Hatta muhtemelen şuradan bir bıçak alıp boğazına dayanma ihtimalimi bile umursamadan yatıyordur yatağında. Ne tuhaf bir adam, anlayamıyorum onu.

"Yine kaçma planları mı yapıyorsun?"

Sesini duyunca o tarafa döndüm. Bu sefer niye gelmişti acaba?

"Bir tane yanlışını bekliyorum. Onu yapınca defolup gideceğim zaten."

Sırıttı. Omzunu kapıya yaslayıp ellerini cebine koydu.

"Sonunda kimin şerefsiz olduğunu anlamış gibisin?"

Sinirle nefes alıp verdim.

"Aynen. Sıra, senin ne olduğunu anlamaya geldi."

Rahat bir tavırla konuşmaya devam etti.

"Onu da anlayacaksın, zamanı gelince."

"O zaman ne zaman gelecek acaba?" diye devam ettim aynı sinirle. Oyun mu oynuyordu, ne yapıyordu belli değil. Gerçi, ben alışkın olduğum için çok koymazdı bana bu saatten sonra.

"Öğrenirsin bir ara," diye umursamazca konuşup yaslandığı yerden doğruldu. "Hadi gidiyoruz."

Beyimiz başladı yine emir buyurmaya.

"Nereye?"

"Uzağa değil, bahçeye."

"Ne yapacağız bahçede?"

"Hadi Yazgı, uğraştırma beni."

Delirecektim en sonunda.

"Be adam!" derken sesimi yükselttim ve alçaltmadan devam ettim. "Manyak mısın sen? Derdin ne senin? Beni saklayınca ne geçecek eline? Koruyorum falan bir şeyler diyorsun, ne kimden koruduğun belli ne de başımdaki dertler! Ne çıkarın var bu işten? Ne istiyorsun?"

"Çenenden yoruldum." deyip yaklaşmaya başladı. Sen mi inersin yoksa ben seni sırtımda mı indireyim?"

"Tamam!" dedim ani bir hareketle elimi kaldırıp. "Kendim inerim, yaklaşma bana!"

"Çabuk ol, oyalanırsan dediğimi yaparım!"

Sinirle dişlerimi sıktım. Kafayı yeme sebebim olacaktı bu adam!

O arkasını dönüp giderken ben kendi kendime söylenmeye başlamıştım bile.

"Manyak herif! Mafya bozuntusu!"

"YAZGI!" diye evde yankı yapan sesiyle hafiften yerimde sıçramış olsam da tükürdüğümü yalamayıp susmayı tercih ettim. Sonra da ayaklarımı yere vura vura çıktım evden.

Bahçeye geldiğimde bir sürü alet edavatla karşılaşmıştım. Burası arka bahçeydi ve korumaların hepsi kenarlarda bize arkası dönük bir şekilde bekliyorlardı. Yani bizim ne yaptığımızı göremiyorlardı. Ali'ye baktım, ne olduğunu sorar gibi.

"Paslanmışsın iyice." deyip bahçedeki malzemelere baktı. "Eski formunu kazanmak için çalışacaksın."

"Af buyur?"

Sabır çekti.

"Çalıştıracağım seni. Ben yokken de kendini koruyacaksın."

"Sana kalmadı benim güvenliğim! Ben kendimi korurum."

"(...) korursun!" derken küçük bir küfür etmişti yine bana ağzın bozulmuş diyen adam.

"Çalışmıyorum! Ne yapacaksın?"

"Ya sabır ya selamet!" diye yükseldi yine. Asıl bana sabır, bana! "Yapacaksın Yazgı! Yoksa kötü olur!"

"Ne yapabilirsin ki?" dedim, hâlâ ölmeyi bayılmak sanıyordum.

"Zorla kendini tehtid mi ettireceksin?! Gebertirim o şerefsizi!"

"Ne diyorsun ya?" dedim anlık bir duraksamayla. Böyle bir şey söylemesini beklemiyordum. Daha çok beni öldürmekle tehtid eder sanmıştım.

"Sen benim şaka yaptığımı sanıyorsun herhalde! Sana diyorum ki tehlikedesin! Peşinde adamlar var! Kendini koruman lazım! Benim de seni korumam lazım! Bu yüzden dediklerimi yapacaksın!"

"Ya sen ne tür bir manyaksın?" dedim sinirle. O kadar sinirimi bozuyordu ki başıma ağrılar girmeye başladı yine.

"Düzgün konuş!" diye araya girmesini umursamadan devam ettim.

"Kim olduğunu söylemiyorsun. Seni koruyorum diyorsun. Kimden koruduğun belli değil. Sen kimsin o da belli değil. Ne diye beni kaçırdın, ne gibi bir kârın var bilmiyorum. Anlatmıyorsun, sadece dediğini yaptırmaya çalışıyorsun. Bir iyi gibisin bir anda zorba oluyorsun. Arada geçmişten bahsediyorsun, böyle değildin falan diyorsun. Belli ki önceden tanıyorsun beni ama hatırlatayım ben hafızamı kaybedeli bir sene oldu. Hatırlamıyorum seni. Kimsen artık söyle yeter, gerçekten yeter ya!"

İçimde ne varsa döktükten sonra biraz olsun rahatlamıştım. Ta ki Ali denen herifin beni umursamadığını anlayana kadar.

"Öğrenirsin merak etme. Şimdi ne yapacağını anlatacağım. İyi dinle."

"Yapmıyorum!" diye çıkıştım. Madem o beni sallamıyor ben de onu sallamam.

Tabii yerse.

"İlle diyorsun ki o meymenetsizin kafasına silahı daya, gebersin gitsin. Olur. Kafasına sıkmak için bahane arıyordum ben de." deyip telefonu eline alınca ne yapacağını anlayıp karşı çıktım hemen.

"Dur ne yapıyorsun?!"

Bir şey demeyip yüzüme sorar gibi bakınca sinirli bir nefes verdim. İnsanın, geride onu bekleyen arayan birinin olmaması da kötü bir şeymiş. Şurada kafama sıksa kimse araştırmaz, sormaz. Her dediğini tehtidle yaptırmaya çalışıyor ama ben hâlâ salak gibi umrunda olmadığım, hayatımı bozuk para gibi harcayan biri için ona karşı çıkamıyorum.

"Artık yalnız değilsin, senden çalınan hayatı geri alacaksın cart curt bir şeyler saçmalarken amacın neydi senin? Yalnız bırakmadığın insana tehtidle mi bir şeyler yaptırmaya çalışıyorsun? Herkesin yalancı, düzenbaz, menfaatçi olduğunu mu ispatlamaya çalışıyorsun bana? Eğer öyleyse ben bunu gayet iyi öğrendim zaten, sana gerek yok!"

Tek nefeste söylediklerim ona etki etti mi bilmiyorum. Ama gözleri sakladığı şeyler olduğunu çok belli ediyordu. Evet sakladıkları olduğunu ben de biliyorum ama sanki hiçbir şeyden haberim yokmuş gibi niye bakıyordu?

"Öncelikler var, Yazgı." diye tane tane konuşup aynı katı yüz ifadesiyle devam etti. "Ve şu an önceliğimiz senin merakını gidermek değil. Şimdi dediğimi yap, sürekli kendini o şerefsizle tehtid etmek zorunda bırakma beni."

Sabır çektim. Ama sanırım çok bir seçeneğim yoktu. En azından kendi savunma mekanizmamı geliştireceğim için kendimi şanslı saydım. Onun beni çalıştırmasına izin verdim.

"Ne yapacağım şimdi?"

Kenarda duran masanın yanına gitti. Oradan bir silah alıp yanıma geldi. Karşıda hedef tahtası vardı. Yönünü oraya dönüp silahı uzattı ve iki el ateş etti.

Tam hedef noktasından vurmuştu.

"Silah kullanmayı biliyorsun dimi?"

Göz devirdim.

"Polisim ben!"

"En son ne zaman polislik yaptığını hatırlıyor musun sen?" dedi üstten üstten bakarak. Hayatımla ilgili bu kadar şey bilmesi canımı çok fena sıkıyordu ama elimden de bir şey gelmiyordu maalesef!

"Sonuç olarak hâlâ polisim!"

Dudağının kenarı yukarı kalkarken silahı uzattı bana.

"İyi, göster o zaman marifetini. Konuşmakla olmuyor o işler."

Silahı aldım elinden çatık kaşlarımla bakarken. Onun pek umrunda değildi ama ben yine de kızgın bakmaya devam edecektim.

"Şimdi bu silahla seni öldürsem ne yapabilirsin ki?"

Sırıttı. Elini cebine atıp kendinden emin bir şekilde konuştu yine.

"Denemesi bedava."

Gözlerimi kıstım. Bir de kendinden eminliğine bakın şu adamın. Sanki bilmiyorum beni denemek için böyle konuştuğunu.

"Mermi ver de göstereyim o zaman. Boş silahla mı vuracağım seni?"

Tek kaşını kaldırdı, çok azıcık bir şaşkınlık gördüm ama uzun sürmedi zaten.

"Nereden biliyorsun boş olduğunu?"

"Ben unuttuysam babam hatırlattı. Sen beni hangi gerekçeyle hafife alıyorsun anlamadım. Her şeyden haberin var, babamın bana verdiği eğitimlerden haberin yok mu?"

Yine soğuk soğuk bakmaya başladı. Gözleri masayı bulduğu sırada bir kutu mermiyi alıp bana attı. Son anda havada yakaladım.

"Manyak mısın be adam? Sıkayım kafana, onu mu istiyorsun?"

"Senin hafızan giderken aklının da yarısı gitmiş herhalde. Bir aptallık çökmüş üstüne. Tek bir yanlışınla o iti öldürmekten geri durmayacağımı anlayamadın mı hâlâ?"

Sinir katsayım tekrar tekrar yükseldi.

"Senin de... Adamlarının da... Hepinizin Allah belasını versin!" diye tıslar gibi konuşup silaha mermileri doldurmaya başladım.

"Verdi zaten, seni." diye konuştuğu sırada içimden bir şeyler saydırıp mermilerin hepsini doldurdum. Sonra da nişan alıp tüm dikkatimi toplamaya çalıştım ve art arda ateş ettim.

Silahtaki mermiler bitene kadar bütün öfkemi hedef tahtasından çıkarır gibi durmadan ateş ettim. Durduğu zaman psikolojisi bozulan bir insandım ben. Boş durmak asla yaramıyordu bana. Mutlaka bir şeyler yapmam gerekiyordu. Çünkü durduğum zaman beynim çalışmaya başlıyordu ve ben onu susturamıyordum.

Ali ağzını açıp tek kelime etmedi. Şarjör boşalana kadar bekledi. Ben pür dikkat odaklanmışken silahı ne kadar sert tuttuğumu mermiler bitince ancak fark edebildim.

İşim bitince silaha tekrar mermi dolduracaktım ki Ali tuttu silahı. Başımı kaldırıp ona baktığımda göz göze geldik.

"Bu kadar yeter. Anladık, iyi nişancısın."

Gözlerimi uzun süre onun gözlerinde tutmanın verdiği rahatsızlıkla başımı çevirdim. Aynı zamanda elimi de çektim silahtan.

"Öyleyim." dedim gereksiz mütevazılık yapmak gibi bir niyetim yoktu. Her şeyden önce ben kendime güvenecektim ki o beni hafife almasın.

Sırıttı yine.

"Sana da eğlence çıktı. Bütün hırsını bunlardan çıkarırsın artık." dedi, sırıtmıştı ama daha çok sinirli gibiydi.

Öfkeyle baktım gözlerine. Acımı çok hafif görüyordu anlaşılan.

"Bütün şehri yakıp yıksam," dedim çok ciddi bir şekilde. Öyle bir öfke vardı ki içimde anlatmakla anlaşılacak gibi değildi ama yine de denedim. "İçimdeki ateşe bir damla su olmaz. Ancak körükler. O Allah'ın belasını içimden söküp atmadan öldürürsen pişman olacağım, biliyorum. Sırf bu yüzden ölümüne sana karşı çıkmıyorum. Yoksa bu ateş, ben kül olana kadar hepinizi yakardı."

Gözleri uzun bir süre durdu üzerimde. Çekmedi, bir şey de demedi. Onun gözleri de benim gibiydi, anlayabiliyordum. Bariz bir öfke olsa da yoğun olarak başka bir duygu vardı gözlerinde, hayal kırıklığı gibi...

Gözlerini benden çekip arkasını döndü.

"Takip et beni."

Evin yan tarafına gitti. Evle bitişik küçük bir kulübe vardı. Bir şey demeden onu takip edip nereye gittiğine baktım. Kulübeye girdi, ben de peşinden girdim. Kulübenin içinde küçük dolaplar falan vardı. Bir de duvarında halı asılıydı. Halıyı kaldırdı. Ve bilin bakalım halının arkasında ne belirdi.

Tabii ki yine bir kapı.

Kapıyı açıp benim geçmemi bekledi. Ben kapıdan geçtikten sonra o da geçip ışıkları açtı. Işıklar yanınca anlaşıldı buranın ne olduğu.

Bir sürü alet edevat, boks torbaları, ağırlıklar ve dövüşlerin yapıldığı o alan vardı. Kısaca burayı spor salonu olarak kullanıyor gibi duruyordu.

"Burada çalıştıracağım seni." dedi etrafa bakarak.

"Hiç anlaşılmıyor." dedim ben de kinayeyle. Ters ters baktı yine, çok umrumdaydı ya.

"Kafan kıt olduğu için anlamaman normal." deyip elini cebine attı. "O kafanı saçma sapan şeylere yoracağına işine odaklan. Hızlı öğrenmeye bak. İyisin evet, ama benim kadar değil. Ayrıca," deyip cebinden kağıt ve kalem çıkardı ve biraz ilerideki masanın üzerine koydu.

"Şunları imzala."

"Ne bu?" deyip masanın yanına gittim. Yaklaşıp kağıtta yazanı okuduğumda küçük çaplı bir şok yaşadım. Şaşkınlıkla Ali'ye dönüp baktım.

"Bu ne şimdi?"

Bölüm : 25.04.2025 14:27 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...