
5. BÖLÜM
Sabah uyandığımda gördüğüm ilk şey kafamda dikilen bir varlıktı. Allah aşkına bu da ne böyle? Kafamda duran şeyi geri itip yatakta oturur pozisyona geçtim. Birkaç saniye yorgana baktıktan sonra kafamda ne durduğuna baktım. Gördüğüm şeyle ağzımdan küçük bir çığlık koptu. Muhtemelen çığlığımla uyanan Esat birden odaya daldı ve meraklı bakışlarla bana baktı. Ben ise farklı bir kafadaydım. Karşımda bir kuş vardı ama ne kuş! Aslında kuş demek yanlış olur. Dinozor! Bu tam bir dinozor! Çığlık attığım gibi yataktan fırlamıştım. Esat ise hala bana meraklı gözlerle bakıyordu. “Tepemde bir canavarla uyandım!” Bu Esat benim kuşlara fobim olduğunu bilmiyor muydu? Benim köpekler hariç her hayvana fobim var, ama kuşlardan bir başka korkuyorum. “Canavar mı?” dedi bay Kuş seven. “Canavar tabi! Senin kuşun mu vardı? Benim kuşlardan ölümüne korktuğumu bilmiyor musun hayvan herif?”
“V-valla bilmiyordum Rüya. Hem ben onu alacaktım salona ama unutmuşum kafesi örtülü olduğu için. Yemin ederim görmedim.” Benim gördüğüm kadarıyla gerçekten pişman ve üzülmüşe benziyordu. “Madem görmedin, daha ne duruyorsun ayı! Alsana şunu! Hem madem kapalı nasıl çıktı?” diye yükseldim. “Of Dina! Nasıl çıktın güzelim sen oradan?”
“Güzelim diyor ya!” Cevap olarak Dina denilen yaratık kükredi. Somurtarak Esat ile kuşuna bakarken kuş Esat’ın kolundan uçup kafama kondu.
Bu sefer daha sesli bir çığlık attığımda aynı anda yere düşmüştüm. Esat dinozorunu kafamdan hızla alıp büyük bir kafese koydu. Allah aşkına! Neden dün bu yaratık hiç ötmedi? En azından bir yaşam belirtisi verseydi Esat hatırlayabilirdi. Düştüğüm yerden sürünerek yatağın başına geldim ve derin nefesler alarak dizimi kendime doğru çektim. Kollarımı sıkıca dizlerime doladığımda gözyaşlarım benden bağımsız bir şekilde düşüyordu yere. Esat yanıma oturduğunda başımı ona çevirmek yerine dizimle kollarımın arasındaki boşluğa gömdüm. “Neden bu kadar korkuyorsun kuşlardan?” Başımı yavaşça kaldırıp ona baktım. “Birinci ya da ikinci sınıftayken hayvanat bahçesine gitmiştik. Cemil sanıyorum ki hastaydı, o yüzden o gelememişti. Bende o zamanlar çok asosyaldim. Bir tane arkadaşım vardı, o da o gün gelmemişti. O yüzden tek gittim hayvanat bahçesine. Sınıflar ve ben. Asosyal olduğumdan sanırım, benden nefret ederlerdi. Herkes nefret ederdi. Neyse, gezerken bizim sınıfın öğretmeninin boşluğuna geldi, biraz uzaklaştı ve diğer sınıftaki çocuğunun yanına gitti. Sanırım çocuk düşmüştü, hatırlamıyorum. O zamanlarda hayvanlardan korkardım ama bu kadar değil. Kafeslerinden izleyebileceğimi düşünüp gitmiştim zaten geziye.” Esat nefes almadan beni dinliyordu. Derin bir nefes aldıktan sonra devam ettim: “Öğretmen gidince sınıftaki herkesle anlaşan bir kız geldi benim elimden tuttu ve bir kuş türünün olduğu kafese doğru götürdü. ‘Gel bunlara bakalım’ dedi bana. Benim de arkadaşa ihtiyacım olduğu için kabul ettim ve kuşları incelemeye başladık. Ben iyice kuşlara dalmışken kız beni ileri doğru itti. Ne olduğunu anlamamıştım ilk önce ama burnuma kötü kokular geliyordu. Yani bir şey olduğunu anlamıştım. Düştüğüm yerden kalkınca kuşların arasında olduğumu gördüm. Nasıl oldu bilmiyorum, normalde kafeslerin kilitli olması lazımdı. Bu kadar zeki olduklarını sanmıyordum. Muhtemelen birisinden anahtar falan çaldılar. Kaç yaşında geldim hala bunun cevabını bilmiyorum.” Dedim burnumdan gülerek. “Kız önünde durduğu kapıyı kapatıp küçük bir şeyle kilitledi. Sanıyorum ki anahtardı. Kapıyı bir iki kere zorladı, açılmayınca gülümsedi ve sınıfın olduğu yere kadar yürüdü. Sınıf sesimi duyuramayacağım kadar uzaktaydı. Ne olduğunun farkına birkaç dakika sonra anladım. Ağlamaya başladığımda orada boş boş duran kuşlar garip sesler çıkararak bana saldırdılar. Yarım saat sonra başka sınıfın öğretmeni bir görevliyle yanıma geldi ve beni oradan aldı. Ailemi aradı. Aramamasını birçok kez söyledim ama aradılar. Eve gittiğimde ise babam bana ilk ve son kez orada elini kaldırdı. Bana ‘Sen benim namusumla nasıl oynarsın, nasıl beni rezil edersin?’ gibi şeyler demişti.” Cümlem bitince Esat çözemediğim bir bakışla bana bakıyordu. Bana biraz yaklaşıp yanağıma bir öpücük bıraktı. “Yaşadıklarını geçiremem belki ama korkularını yenmene yardımcı olabilirim.” Hafifçe güldüm. “Kaç kez denedim, haberin var mı? Ama bir şey olmaz alışığım. Bu dev yaratığı bir daha karşıma çıkarma yeter.” Diyerek ayağa kalktım ve Esat’a elimi uzattım. Elimi tutarak kalktığında az kalsın yere düşülüyordum. “Destek al diye uzattım elimi ayı! Tüm yükünü ver diye değil!”
“Of sende ne abarttın! Tamam gel anlaşalım,” diyerek elini uzattı. “ben seni düşürmeyeyim, sende bana kahvaltı yap.”
Tam onaylayacaktım ki elinin içindeki elimi çekti ve bu sefer yere düşürmeyi becerdi. “Yok sana kahvaltı falan öküz suratlı maymun hareketli goril!” Sinirle mutfak olduğunu düşündüğüm yere girdim. Düşündüğüm gibi mutfak çıkmıştı.
Aynı sinirle buzdolabını açtım ve bir yumurta çıkardım. Gerçekten ona kahvaltı hazırlamayacaktım. Bana ne! İster mızmız desin ister bebek desin, umurumda değil! “Gerçekten bana bir şey hazırlamayacak mısın?”
“Hayır dedik ya maymun.” Bu sırada bende tava arıyordum. Umutla açtığım son çekmecede tava görünce yüzümde mutlu bir ifade belirdi. Neyse ki yemek yapmakta gerçekten iyiydim. Tavayı çıkarıp ocağa yerleştirdiğimde Esat bana küçük köpek yavrusu gibi bakıyordu. Onun bu tatlı olmayan bakışlarını boş bir ifadeyle karşıladım ve dolaptan tereyağını çıkardım. Önceden keşfettiğim tabak dolabından bir iki tabak çıkardım ve Esat’ın kıçını dayadığı tezgaha koydum. Öküz suratlı gorilimin yüzündeki yavru köpek ifadesi değişti ve sırıtarak bakmaya başladı. Ya sabır der gibi bir hareket yapıp çatal bıçakların konulduğu çekmeceyi açıp içinden bir bıçak ile bir çatal çıkardım. Esat bunu görmemiş olmalıydı ki hala sırıtarak beni izlediğini görebiliyordum. Tereyağını tavaya attığımda yüksek ateş yüzünden hemen erimeye başladı. Bende önceden çıkardığım yumurtayı elime aldım ve yağlı tavaya kırdım. Elimdeki yumurta kabuğunu çöpe attığımda Esat hala beni sırıtarak izliyordu. “Ne var? Eğer ikinci tabağı senin için çıkardım sanıyorsan içine salatalık doğrayacağım. Kahvaltı istiyorsan kendin hazırla. Evine hizmetçi olmak için gelmedim.” Başka bir şey demeden pişmiş yumurtayı tabağıma alıp tekrar dolaba yöneldim. Bu sefer Esat bana bocalamış ve kızgın bir şekilde bakıyordu. “Madem öyle, bulaşıkları sana kilitliyorum.” Dedi. Ben ise takınabileceğim en boş ifadeyi takınıp ona baktım. “Tamam.” Salatalıkları doğrarken Esat yanımda çay yapmaya çalışıyordu. Son olarak salatalıklarımı tabağıma koyduktan sonra Esat’a baktım. Hala çay demlemeye çalışıyordu gariban. Elindeki çaydanlığı alıp ocağa koyduktan sonra kilere koyduğunu bildiğim sallama çaylardan iki tane aldım ve köşede duran su ısıtıcısına su koydum. İki tane çay bardağına aldığım sallama çayları koydum ve yeni ısınan suyu bardaklara döktüm. Bardaklardan bir tanesini alıp Esat’a uzattım. Bana şaşkın bir şekilde bakıyordu. “Sakın bana çay yapmayı bilmediğini söyleme Esat.” Dedim dehşetten biraz daha uzak bir ifadeyle. Şaşkınlık olabilirdi. “Yok, o kadarda değil de. Şaşırdım bir an böyle hızlı şekilde yapınca.” Esat arkamdan bir şeyler gevelemeye devam ederken bende kahvaltımı yapmaya başladım. Esat elinde bir tabakla masaya oturduğunda bana kötü bir şekilde bakıyordu. “Ne var yine?” dedim sıkılmış bir sesle. “Cani yaratık, insan arkadaşına bir kahvaltı hazırlar değil mi?”
“Kes sesini Esat. Kendi kahvaltını hazırlayabilecek durumdasın.” İkimizde kahvaltımıza yöneldiğimizde telefonum çalmaya başladı. Cemil arıyordu. “Naber evsiz?” Allah aşkına kim telefonu böyle açar? “Yine ne var Cemil?”
“Evsiz kaldın.”
“Ne?”
“Başkasına satmış ailesi.”
“Ee, ben ne yapacağım?”
“Sokakta yaşa.”
“Çok komik Cemil! Nerede kalacağım ben?”
“Tamam kızma dur. Arkadaşımla görüştüm, evi sattığını söyledi ama başka bir ev bildiğini söyledi. Satılık, modern, şehrin içinde.”
“Seni zorlayacak bir miktar mı?”
“Hayır, değil. Sana konumunu gönderirim de arkadan gelen ses kimin?” Evet, Esat iki saattir telefonu ona da vermem için söylenip duruyordu. “Esat’ın evindeyim Cemil. Dün otele gidecek bir vaziyette değildim, yanımda da Esat vardı. O benden daha iyi durumdaydı ve beni evine misafir etti. Şimdi de telefonu ona vermem için söyleniyor göt.”
“E versene çocuğa telefonu.” Oflayarak telefonu Esat’a uzattığımda bana ‘İnsan ol’ der gibi bakıyordu. Onlar konuşurken bende kendi bulaşıklarımı alıp makineye yerleştirdim. Esat telefonu kapatıp bana geri verince salona geçtim. Sosyal medyada dolaşırken karşıma görmemem gereken bir şey çıktı. Tanrı aşkına, kim sosyal medyada açık hesap açıp yarı çıplak fotoğraflarını paylaşır ki? Tabi ki de Alparslan Çevik! Karasız bir şekilde hesabına girdim ve dolaşmaya başladım. Yakışıklıydı, ve bu yalan söylememi gerektirecek bir konu değildi. Hesabında dolaştıkça dolaştım, lise birdeki fotoğraflarına kadar indim. En sonunda anlık gelen bir cesaretle takibe aldım. Esat odaya girdiğinde telefonumu kapattım ve yanıma koydum. Ama telefonum yine rahat durmadı ve bu sefer Cemil’den bir mesaj geldi. Konum atmıştı. Muhtemelen evin adresini göndermişti. “Bence hiç oyalanmayayım, çıkayım artık. Otele bile uğramadan evi halletsem iyi olur. Hem Cemil evin eşyalı veya eşyasız olduğundan bahsetmedi. Muhtemelen eşyasız. Çıkayım mobilyalara da bakayım.”
“Bence hepsini birlikte halledebiliriz. Seni böyle bir konuda yalnız bırakacak değilim.”
“Teşekkürler Çıtır.”
Beraber evden çıkıp Cemil’in attığı adrese gittik. Güzel ve modern bir apartmana benziyordu. Apartmanın önünde otuzlu yaşlarda bir kadın duruyordu. Arabadan inip apartmanın önünde durduğumuzda kadın bize doğru yürüdü. “Merhaba, siz Cemil beyin kardeşi Rüya hanım mısınız?”
“Evet benim.” Anlaşılan Cemil evi gezmemiz için birin ayarlamıştı. “Merhaba, ben Fatoş. Evi gezmenize yardımcı olacağım ve özelliklerinden bahsedeceğim. Kadını başımla onayladıktan sonra apartmanın içine girdik. İçerisi ferah gözüküyordu. Acaba dairenin içi de böyle ferah mı diye düşünmeden edemedim. Sanki aklımı okumuşçasına “Bura acayip iç açıcı Çıtır. Artı puan,” küçük bir asansörle dördüncü kata çıktık. Burası nedense çok tanıdık geliyordu. Katta sadece iki daire vardı. Fatoş hanım sağdaki dairenin kapısını açarken ben soldaki daireyi inceliyordum. Bura gerçekten tanıdık geliyordu. “Karşı dairede biri yaşıyor mu?”
“Aslında biri demek yanlış olur, iki arkadaş yaşıyor orada. Sizinle aynı yaşlarda iki arkadaş. Bu arada siz de mi beraber kalacaksınız?”
“Hayır, arkadaşım sadece benim yanımda olmak için geldi.” Kadın daha fazla uzatmadan dairenin içerisine girdi. Sandığım gibi mobilyaları yoktu. “Cemil bey, ev mobilyasız olduğu için bu evi alırsanız size açık çek vereceğini iletmemi istedi. Kararınızı belirlemek için evi gezelim mi?”
“Tabii,” Fatoş hanımın peşinden giderken hem onu dinliyor hem de etrafı inceliyordum. Duvarın rengi çok güzeldi. En sevdiğim gibi bej ile pembe arası bir renkti. Daha açıklayıcı bir şekilde söylemek gerekirse çok çok çok çok çok açık pembe de denilebilir. “Ev iki oda bir salon. Yatak odası ve misafir yatak odası, iki banyo, salonla bağlantılı mutfağı var. Salon ferah ve güneş alıyor. Ses yalıtımı iyidir. Dışarıdan gelen sesleri en aza indirir. Mutfakta arıtma mevcut. Damacana almak yerine arıtmadan içebilirsiniz. 85 metrekare bir ev. Yatak odası diğer adıyla ebeveyn yatak odasının içinde bir giyinme odası onun arkasında da odanın kendi banyosu var. Diğer yatak odasının içinde banyo veya giyinme odası yok.” Fatoş hanım bunları anlatırken tüm evi gezmiştik. Açıkçası ben çok beğenmiştim. Esat da ben buraya yerleşirsem benimle birlikte o da gelecekmiş gibi duruyordu. Birlikte kapının önünde durduğumuzda konuşmaya başladım. “Bence uzatmaya gerek yok, ben buraya bayıldım. Hayalimde bile bu kadar hoş bir ev yoktu.”
“O zaman siz mobilyalarınızı halledin, sizi daha fazla tutmayayım. Ben gerisini Cemil beyle hallederim.” Vedalaşıp evden ayrıldığımızda Esat beni halasının beyaz eşya dükkanına götürdü. Küçük bir yerdi ama ihtiyaçlarımı buradan halledebilirdik. Küçük olmasına rağmen içerisindeki her şey çok güzeldi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |