
“ GERÇEK CANAVARLAR YATAĞIN ALTINDA DEĞİL, KAFANIN İÇİNDEDİR.”
Yaklaşık on beş dakikadır ormanda koşuyordum. Şuan ormanın neresindeyim onu bile bilmiyorum. Telefonu elime aldım ve çekiyor mu? Diye kontrol ettim. “Allah kahretsin çekmiyor şarjı da az zaten.” Diye sitem ettim kendi kendime. “Nasıl kurtulacam ben bu adamlardan.” Dedim hafif sinirli bir sesle. İki gündür başıma gelmeyen şey kalmadı zaten. Daha öncede kaçırıldım ama onlar beni fidye için kaçırmıştı. Bu adamlar onlardan daha tehlikeliydi, bunu ilk görüşte anladım.
Adamlar yanında bayıltıcı iğne taşıyordu. Bu benim için daha tehlikeliydi. Öbür adamlar gözlerimi ellerimi ve ayaklarımı bağlıyordu oysaki. Bir şekilde bizim çocuklara ulaşmam lazımdı. Bu ormandan gizlice çıkmanın yolunu bulmam gerekiyordu. Yaklaşık kaç dakikadır yürüdüğümü bilmiyorum ama sürekli etrafımı kontrol ediyorum. Eğer izimi bulurlarsa kaçacak veya çatışmaya girecektim. Olduğum yerde durdum ve etrafımdaki sesleri dinlemeye başladım gözlerim kapalı. “Abi kız nereye gitti gören var mı?” Dediklerinde hemen yakınlardaki bir ağacın arkasına saklandım. Elimde tuttuğum tabancayı daha sıkı bir şekilde kavradım ve bir parmağımı tetiğin üzerine getirdim. “Abi orada bir ses duydum bir bakalım isterseniz?” Dedi adamlardan biri. Tabancayı artık daha sıkı tutar hale gelmiştim artık.
Sessiz bir şekilde derin bir nefes alıp veriyordum. Her an bir çatışma yaşayabilirdim elimdeki telefona bir daha baktığımda çektiğini gördüm. Demek ki şuan telefonların çekebileceği bir ortamdaydım. Hemen ezberimde olan bir numarayı yazdım. Toprak’ın numarasıydı tabikide. Çalıyordu. Adamlar telefon sesini duymazsa iyidir. Telefondan bir ses geldiğinde kendimi telefona adadım. “Alo. Kimsiniz?” Dediğinde “Toprak sessiz ol benim Melek.” Diye cevapladım kısık bir sesle. Toprak kim olduğumu anlamış olacak ki hemen konuştu. “Melek neredesin sen nasıl buldun bu telefonu?” Dediğinde adamlardan birinin bana doğru yaklaştığını hissettim. “Bir ormandayım. Adamlar yakınımda fazla konuşamam.” Dediğim gibi aramayı sonlan-dırdım. Yavaş bir şekilde adamlar buraya bakmıyorken yaklaştığını hissettiğim adamın arkasına geçip onu sonsuza kadar uyutacak o hamleyi yaptım. ‘Güle güle.’ Diye geçirdim içimden.
Birden izleniyormuş gibi hissettiğimde arkamı döndüm ve bana yaklaşan üç adamı görmem ile yanımdaki ağacın arkasına geçip silahı onlara doğru doğrulttum. Onlarda tabancayı görür görmez yanlarındaki ağacın arkalarına saklanmışlardı. İlk önce birin-
in bacağından vurup, diğer adamında omzunu vurmuştum. Geriye sadece bir adam kalmıştı ona sıkamıyordum çünkü çok iyi bir şekilde ağaç onun tüm vücudunu saklıyordu.
Ben ona doğru yaklaşmaya başladığım sırada vururdu beni. Bunun olmasını pek istemediğim için ağacın arkasından çıkamazdım. Adama olduğu yere iyice baktıktan sonra bir açıklık fark ettim. Ve oraya doğru sıktım.
"Ahh!" Diye bir ses duyduğumda vurma işlemi başarı ile tamamlanmıştı. Adama doğru ilerlediğimde neresinden vurduğumu görünce gülmeden edemedim. Adamın belini tutturduğum için şanslıyım bence. Yoksa beni zorlayacaktı. Onlara bakarak "Bir polisi kaçırdınız hepiniz şuan burada ölüm döşeğinde doğru gidersiniz. Bir polisi kaçırmaya yardım ettiğiniz için cezanızı vermiş oldum. Hak ettiniz." Dedim soğuk ve gür bir sesle.
Onları bir araya getirdim ve bir ağaca bağladım. Telefonlarını ve silahlarını alıp oradan uzaklaştım. Bu sefer bir yol bulmam lazımdı. Bu ormandan olabildiğince hızlı çıkmam gerekiyordu.
*****
Sonunda ormanın içinde patika benzeri bir yol bulmuştum. Bu yolu bulmak için bir veya iki saat ormanda dolandım. Şuan olduğum yükseklikte telefon çekmiyordu. Bunun sebebi ise orman bir dağ yolunda veya ormana yakın hiçbir telefon hattı olmamasına bağlıyorum. İlerde kulübeye benzer küçük bir ev görüyordum. "Umarım kulübe de birileri yaşıyordur. Yoksa kurtulmam mümkün değil." Diye mırıldandım kendi kendime.
Hava giderek soğuyordu ve ben bu havalarda çabuk hasta olan birisiydim. Her ne kadar bu havalarda eğitim de görsem suçluda kovalasam üzerimde hep kalın bir kazak gibi kıyafetler olurdu. Şuan ise üstümde ince bir hırka vardı.
Ormanda topladığım birkaç meyve vardı. Böğürtlen, Elma, birde Erik bunları yemek zorundaydım açlıktan ölmemek için. Duyduğum bir sesle yerimde kaldım. Telefonlardan birisi çalıyordu. Kim olduğuna baktığımda. Patron yazısını görünce irkilmiştim. 'Eğer ben bu adama yakalanırsam kesin ölürüm' dedim içimden. Elime hemen boş bir telefon aldım ve Toprak'ı aradım. Çalıyor, çalıyor. "Açsana şunu Toprak. Hadi." Diye söylendim sinirle. Sonunda telefon açılmıştı. "Sonunda telefonu açabildin Toprak." Dediğimde telefonun öbür ucundan bir kadın sesi geldi. "Pardon siz kimsiniz?" Dedi telefondaki kadın. "Ben Melek. Telefonu Toprak'a verir misin?" Diye sordum. "Affedersiniz Toprak Bey şuan banyoda." Dediğinde. İçimdeki sinire hâkim olamadım ve " Kızım delirtme beni banyodaysa Melek arıyor de o alır telefonu senden." Diye söyledim. Ben sinirimden ötürü derin derin nefes alırken Toprak'ın sesini duymamla beraber sinirimin yatıştığını hissediyordum. "Melek sen misin?" Dedi endişeli bir sesle. "Evet, Toprak benim. Bir ormandayım adamları yaraladım ve ağaca bağladım. Daha ne kadar dayanabilirim bilmiyorum." Dediğimde neredeyse ağlamak üzere olduğumu fark ettim. "Melek şimdi beni dinle şuan ormanın neresindeysen saklanacak bir yer bul ve bekle. Ben bu numarayı karakola götürecem ve senin yerini öğrenmeye çalışacağız tamam mı canım." Dediğinde Toprak'ın sesinden ağladığını hissettim. "Toprak hızlı ol ne olur. Adamlar peşimde daha ne kadar dayanabilirim bilmiyorum. Özellikle o patronları olacak şerefsiz bulursa beni yaşatmaz ya da daha kötü şeyler yaşatır." Dediğimde telefonun şarjı bitmişti.
Öbür telefonun hattını çıkarıp kırmıştım ve şimdi elimde tuttuğum telefonun hattını çıkarıp. Hattını kırdığım telefona yerleştirmiştim. Telefonu açtığımda Pın kodu istemediği için sevinmiştim.
Şimdi ise saklanacak bir yer bulmam gerekiyordu. Toprak gelene kadar saklanmam lazım. 'Umarım Toprak benim yerimi bulur.' Diye geçirmek zorunda kaldım. Biraz daha ilerledikten sonra küçük bir yer buldum. Üstümü çalılarla örtebileceğim küçük bir çukur.
Kimseye yakalanmamak için hiç kimseye gözükmemem gerekiyordu tabi bu haliyle biraz zordu. Patron denilen adam benim kaçtığımı anladı mı? Orası da bilinmez. Lakin kimseye gözükmezsem patron denilen o adam belki beni bulamazdı. Yanımdaki telefonun sesini kısmıştım. Beni bulmak için ancak bir uygulama olması lazım. Gece oluyordu topladığım meyveleri yiyip bulduğum yere yatmam gerekiyordu. Polis olduğunda 'Nerede olursan ol, bulduğun her yerde uyumaya çalış. Eğer uyuyamazsanız tetikte kalarak sabah olmasını bekleyin.' Derlerdi de inanmazdım.
Aklıma okuduğum bir kitaptaki bir söz geldi. "Gerçek canavarlar yatağın altında değil, kafanın içindedir." Diye bir cümle okumuştum. Aslında ne kadarda haklılar. Kafamızın içindeki bir canavarı kimse göremez. Ne düşündüğümüzü ne planladığımızı hiç kimse okuyamaz.
*****
Aradan kaç saat? Geçmişti bilmiyorum. Tek bildiğim sabahladığımdı. Aslında kimsenin fark etmeyeceği bazı izler bırakmıştım arkamda sadece polislerin anlayacağı türden. Elimdeki telefon titremeye başladığında arayan numaraya baktım. Toprak'ın numarasıydı bu. Hemen telefonu açtım. "Melek neredesin. Hadi ses ver güzelim." Dediğinde "Ormanın içinde bir tane kulübe var. Oraya yakın bir yerde saklanıyorum." Diye cevap verdim.
Ve geri telefonu kapattım. Saate baktığımda şık oldum. Ben nasıl bu kadar zaman uyanık kalmıştım. Yaklaşık 24 saat uyumamışım. Saat 09.00'du.
Ayak sesleri duyduğumda etrafı kontrol etme isteği duymuştum ama kendimi belli edemezdim. Melek neredesin diye bir ses duyduğumda Toprak'ın geldiğini anlamıştım. Ama yine de beni kaçıran adamlardan bir iz var mı? Diye kontrol etmem gerekiyordu. Sessiz bir şekilde etrafı kontrol ettiğimde polis üniformalı kişiler haricinde kimseyi görmüyordum.
Yavaşça saklandığım yerden çıktım ve "Toprak." Diye seslendim. Bana baktığında ela gözlerindeki mutluluk parıltılarını gördüm. Ve gidip ona sarıldım. Bu öyle bir sarılmaydı ki sanki bir daha hiç görüşemeyecekmiş gibi hissediyordum. Sanki bir şeyler yanlıştı. İçimdeki bu karabulutları atıp anın tadını çıkarmaya devam ettim. O an Toprak'ın bedeni üzerimde bir ağırlık edince Toprak'ı da alıp yavaş ve aynı zamanda hızlı bir şekilde oradan uzaklaşmaya çalıştım. Bir çatışma yaşanıyordu ve ben bu çatışmada Toprak'ın ağır yaralanmasını istemiyordum. Toprak'ın silahını aldım ve aynı zamanda telsizden destek ekip için yardım istemeye çalıştım.
-45_47duyuyor musun beni?
Diye sordum.
- Bilinen yere destek ekip istiyoruz çatışma çıktı ve yaralımız var.
Dedim titreyen bir sesle. 'Umarım sesimi duymuşlardır.' Diye iç geçirdim. Telsizi kapatıp üzerimde bir yere sakladım ve bende çatışmaya başladım. Bir yandan da Toprak'ın nefes alış verişlerini takip ediyordum. Eğer ona bir şey olursa bu dünyayı yakardım ve bu da benim umurumda olmazdı. Sırf Toprak yaşasın diye teslim olabilirdim ama Toprak bunu öğrendiği zaman yakılırdı.
Birden yanımdaki nefes alışverişlerinin değiştiği fark ettim. "Toprak sakin ol lütfen. Derin derin nefes alıp vermeye çalış olur mu? Ne olur." Diye kulağına fısıldadım. Eğer biraz daha geç kalınırsa Toprak ölebilirdi.
Toprak bunu yaptığım için beni affetmeyecekti belki de ama bunu yapmak zorunda olduğumu hissediyordum. 'İnsan bu hayatta hiç kimsenin yaşamak istemeyeceği şeyler yaşayabilir. Hatta zamanı geldiğinde bir başkası için kendinden vazgeçmek demektir.' Aynen şuan benim yapacağım gibi. Sırf Toprak ölmesin diye gidip teslim olacaktım. Daha fazla birilerinin canının yanmasını hatta yaralanmasını istemiyordum. Ben Melek Kılıç. Kahverengi saçlı, koyu kahverengi gözleri olan o kız. Şuan kendimi değil ekibimin hayatını düşünmeliydim. Belki daha sonra tekrardan bir kaçma girişiminde bulunabilirdim ama ancak bunu yakın bir zamanda yapamayacaktım. Yavaş adımlarla çatışmanın merkezine doğru gidiyordum. Bizim çocuklardan birinin yanına gidip 'çatışmayı kesin ben teslim olacağım.' Dedim bu dediğimi diğerleri de duymuş olacak ki bütün ekip bana bakmıştı. "Ama komiserim, Toprak komiser bunu öğrendiğinde yıkılır." Dedi polislerden biri. Gözlerim dolduğunda "Bunu yapmaktan başka çarem yok. Eğer ben teslim olmazsam Toprak ölecek. Söylesenize Toprak komiser öldüğünde içiniz rahat edecek mi?" Diye sordum hepsinin gözlerinin içine baka baka. "Ben Melek komiser. Toprak komiserinizin nişanlısı. Ben kendim için değil Toprak için kendimden vazgeçiyorum." Dediğimde hepsinin gözlerinin içinde pişman şekilde bana baktığını gördüm. Normalde olsa hiç bu kadar üzülmezdim ama onlarda biliyordu. Benim yapabileceğim hiçbir şey yoktu.
Toprak’ı bizim çocuklara verip gitmelerini emrettim. Bende yavaş adımlarla karşı tarafa doğru ilerlemeye başladım. Normalde olsa adamlara karşı gelirdim ama Toprak’ın hayatı söz konusuydu. Benim için önemli olan onun yaşamasıydı. Beni kaçıranların patronu olacak şerefsiz şuan tam karşımda duruyordu. Dudakları hafif bir şekilde yukarı doğru kıvrılırken ben içimdeki öfkeyi tutmaya çalışıyordum. “Ne o, pek bir üzülmüş gibisin yoksa kaçamadın mı? Komiser hanım!” Dediğinde daha fazla dayanamadım ve kafa attım karşımdaki şeref yoksunu olan adama.
“İstesem buradaki herkesi öldürüp kaçabilirim biliyorsun dimi! Aaa, yoksa bilmiyor musun adamlarını ne hale getirdiğimi? Pardon sen yoktun değil mi? Bana burada artistlik taslama yoksa seni öldürürüm. Duydun mu beni? Sözde ben kaçmayayım diye başıma dört tane adam yerleştirdin şuan üçü yaralı ve bir ağaca bağlı durumda. Durumları nedir bilemem ölseler de umurumda olmaz zaten.” Dediğim gibi de güldüm. Adamı sinirlendirmiş olmalıyım ki bana tokat attı. Dahasını da yapacakken arkamdaki adamlara aldırmadan o şerefsizin elini tütüp büktüm. “Beni hafife alıyorsun alma. Ben alınmam. Sana bir hikâye anlatıyım mı?” diye sordum adama.
"Olur, anlat bakalım. Ne anlatacaksın görelim." Dediğinde anlatmaya başladım.
"Evvel zaman içinde bundan yıllar önce beş yaşında bir kız çocuğu varmış. Herkes o kız çocuğunun mutlu bir hayat yaşadığını sanıyormuş ama bilmiyorlarmış ki o kızın hayatının kötü olduğunu. Her gece korkudan uyuyamıyormuş." Dediğimde daha meraklı bir hale gelmişti. " Dışarıda kendi yaşıtları ile oynamak yerine evde kardeşlerini korumak zorunda kalmış. Bir gün kız uyurken, bağırma sesleri duymuş. Anne ve babası kardeşlerine zarar vermesin diye aşağı inmiş ama indiğinde ne görsün. Alkolik olan babası kardeşlerini boynundan tutup yukarı kaldırmış, kız kardeşlerini kurtarmak için babasını ittirmiş." Dedim gülümseyerek ve devam ettim anlatmaya.
"Eğer kız biraz daha geç aşağıya inseymiş kardeşlerinin cesedini bulacakmış. Zavallı annesi çocuklarını koruyamadığı için kendine çok kızıyormuş." Tam devam edeceğim sırada "Ne beklersin bütün kadınlar aynı korkaklar." Dedi adamlardan biri. Ona bakarak şunu söyledim; " senin anan veya kardeşlerin korkak olabilir ama herkesi kendi ailen ile bir tutma. Ben hiç kimseye benzemem." Dediğimde hikâyeme geri döndüm. "Aradan aylar geçmiş bir gün kızın babası sarhoş bir şekilde eve gelmiş ve kızını kolundan zorla tutarak çekiştirmeye başlamış. Kıza o gün öyle bir cesaret gelmiş ki yakınlarında gördüğü demiri babasının suratına geçirmiş. Hızla babasına o demir parçasıyla vurmaya başlamış ve babasına şöyle demiş; 'Benden de kardeşlerimden de uzak duracaksın. Yoksa! Ölmekten beter hale getiririm seni!' Diye bağırarak babasının yüzüne, sırtına, bacaklarına vurmaya devam etmiş en son babasını kapı dışarı atmış o haliyle."
"Yıllar geçmiş kız on beş yaşına geldiğinde bir gün okuldan eve giderken babasını görmüş yolda. Babası kızı zorla kolundan tutarak şunları söylemiş; 'Yürü kız bugün evleniyorsun.' Dediğinde kız daha fazla sinirine hâkim olamamış ve 'Ben seni daha önce uyardım sen beni kaale almadın.' Demiş ve suratına tekmeyi atmış ve 'İmdat küçücük bir çocuğu evlendiriyor!' Diye bağırmış. "Meydan halkı da kendi aralarında 'Yuh daha on beş yaşındaki kızını mı evlendiriyor bu? Daha bu çocuk nasıl evlendirebilir ki?' Dediklerinde daha fazlasını aynı anda 'Yuh, Şerefsiz, Haysiyetsiz, Vicdansız!' Diye bağırmaya başlamışlar." Dediğimde adamlar şaşkınlıkla bana bakıyorlardı. "Evet, o hikâyedeki kız benim kendi öz babamı rezil ettim. Şimdi siz beni korkutabileceğinizi mi sanıyorsunuz?" Diye sordum.
Adamların kendi aralarında konuştukları şeyleri duyabiliyordum. "Patron başına büyük bela aldı desene."Derken bir başkası "Yandık bu kız bize acımadan sıkar." Dedik-lerini duyduğumda yüzüme alaycı bir gülümseme yerleşti.
Havaya baktığımda saatin çoktan geç olduğunu fark etmem ile kendime daha sıkı sarıldım ve karşımda ki adama başladım. Kendi başına nasıl bir bela aldığını düşünüyordu büyük bir ihtimal.
Umarım Toprak'ı hastaneye yetiştirmişler-dir. Gökyüzüne bakarak "Umarım iyisindir Toprak?" Diye mırıldandım kendi kendime. "İyi olmanı o kadar çok istiyorum ki bilemezsin." Dedim ve gülümsedim. Gülümsediğimi gören adamlar etrafımı sarmaya başladı. Kimine göre benim gülümsemem onlara kötülük getirecekti. Zamanında telsizi saklamam iyi olmuş yani yanımda o varken bir daha ki ne telefona ihtiyaç duymayacaktım. Kaçana kadar adamların suyuna gitmem gerekiyordu tabi bu hem benim hem de Toprak için kesin olması gereken bir şeydi Zamanında atala-rımız 'Etrafımıza ördüğümüz duygusal duvarlar başkalarını dışarıda tutmak kadar gerçek bizi içeride tutmak içindir de.' Demişler ama inanmamıştım. Şimdi inanıyordum bizi oluşturan yani benliğimizi oluşturan duygulardı. Duygular hayatımızda olduğu sürece bazı duygularımızı hep saklamak zorunda kalacaktık. Aşk, sevgi ve yeri geldiğinde merhamet duygusunu bile bastırmak zorunda kalacaktık hayat böyleydi işte. Kimseye acımıyordu. Bana mı acıyacaktı bu hayat?
***
Yine geldik. Dün sabah çıktığım eve. Neredeyse bir günü mü dışarıda geçirmiştim şuan hiç kimse ellerimi bağlamıyordu. Biliyorlardı geçmişimi. Bana dokunurlarsa onları öldüreceğimi. Bir tek patronları olacak o şerefsiz anlattıklarım-dan bir gram korkmamıştı. Bu işte beni sinirlendiriyordu. Ben bu adamla çok uğraşacağım anlaşılan.
Aklım yine Toprak'a gidiyordu. Şuan onun için yaptığım fedakârlığı öğrenmiş ve bayıltılmak zorunda kalmıştı. Hastanede ve iyi olmasını o kadar çok istiyorum ki bunu anlatamam.
Adımın seslenilmesiyle kendime gelmiştim. "Seninle hiç tanışmadık değil mi?" Diye sorduğunda ona ters ters baktım. "Gerçi sen benim adımı biliyorsun ama kendinden hiç bahsetmedin." Dediğimde sırıtan yüzüm onun gülen yüzünü gördüğünde soldu.
"Ah! Pardon unutmuşum. Kim kaçırdığı birisine adını söyler ki Emre Doğan?" Diye alaycı bir sesle söylemiştim. Adını söylediğimde şok olmuş olmalı ki yüzüme şaşırmış bir şekilde bakıyordu. "Gerçi unutmuşum. Buradaki hiç kimse senin gerçek adını bilmiyordu değil mi?" Alaycı bir sesle sorduğumda gülümsedim.
Onu o kadar şaşırtmıştım ki yüzüme her an kalp krizi geçirebilecek bir şekilde bakıyordu. O beni burada tutacaksa sonuçlarına da katlanacaktı. Bunu da hiç acımadan yüzüne karşı söyledim. "Beni burada tutmaya devam edeceksen, adamların senin geçmişini her şeyini öğrenecek Emre Doğan." Dediğimde korkmuş olacak ki odadan hızla çıkmıştı.
Ben ise şuan yatağa oturmuş olan olayları düşünüyordum. Acaba ormana kaçmayıp onları ormanın içinde oyalayıp arabayı alıp mı kaçsaydım? Diye içimden düşüp dururdum. Eğer öyle yapsaydım belki şuan Toprak yaralı bende burada olmazdım. Diyerek kendime olan pişmanlığımı içimde yaşadım. Buradan bir daha nasıl kurtulacaktım bilmiyordum. Adamların sayısını çoğaltmıştı çünkü benim manyaklık seviye mi biliyordu hepsi.
Birden kapı açıldı ve giren kişi korumalardan biriydi. "Yemek hazır Melek Hanım. Patron sizi sofraya çağırıyor." Dediğinde hiçbir şey demeden arkalarından yemek masalarının olduğu yere gidiyordum tabi o kadar büyük masa da sadece ikimiz olmak beni biraz şaşırtmıştı. "Adamların bizimle yemeyecek mi?" Diye sordum aniden. Emre kafasını hayır anlamında salladı. Emre diyorum çünkü o bir suçlu ve biz suçlulara bey veya hanım demezdik. Sadece adıyla seslenirdik. "Neden?" Dediğimde "Ben öyle istiyorum çünkü oldu mu?" Dediğinde sinirlerim taban yapmıştı. "Demek ki annen sana hiç görgü kuralı öğretmemiş." Dediğimde öfkelenmiş olacak ki yumruğunu masaya vurmuştu. "Sakın bir daha annem hakkında böyle konuşma pişman ederim seni." Dediğinde sinirlerim güldüm.
"Sen beni pişman edeceksin öyle mi? Sen kimi pişman ediyorsun? Edebileceğini sanıyorsun daha doğrusu? Ben bu zamana kadar pek fazla pişman olmadım ve kolayca pişman olmayacağım haberin olsun. Senin hakkında hiçbir şey pişman ettiremez beni. Sen kendini bir halt mı sanıyorsun yoksa? Anne terbiyesi görmemişsin belli, bir kızla bile nasıl konuşacağını bilmiyorsun çünkü." Dediğimde sessiz kalmıştı.
“İzninle yatacağım bu yüzden tutsak olduğum odaya gidecem.” Dedim ayağa kalkarken. Ben masadan kalktığımda korumalardan birkaçı da benim peşimden geliyordu. Bu normaldi çünkü normalde her kaçırılan kişi kaçmaya çalışırdı. Buradan kaçmak için bir plan oluşturmam gerekiyordu. Yakında bir plan kurmam gerekiyordu. Bu evden gidebilmek için.
Kapı kulpunu tuttuğum gibi yavaşça açtım ve içeri girdim. Aynı zamanda içeri girer girmez kapıyı kapattım ve yatağa doğru ilerledim. Yatağın içine girdiğimde gözlerimi kapadım ve uyumaya çalıştım.
Yatak o kadar rahatsız ediciydi ki ne yaparsam yapayım uyuyamadım. Yataktan kalktım ve odadaki bulunan dolabı açıp, dolabın içine baktım. İki yorgan ve bir yastık vardı. Yorganları çıkardım ve bir yorganı yere serdim. Diğer yorganı da onun üstüne koydum yataktaki yastığı alı yerdeki serili yorganın üstüne koydum ve uzandım. Kafamı yastığa koydum ve diğer yorganı üstüme örttüm. Gözlerimi kapadığım da zihnimin yavaşça uzaklaştığını hissettim.
***
Neredeyim ben. Bir yanık kokusu aldığımda hemen kafamı sağa çevirdim ve bir evin yandığını gördüm. Bu ev bana çok tanıdık geliyor. Bu ev Toprak’ın eviydi. Binanın karşısında bir kadın görmüştüm. Bu ben değildim. Ne oluyordu? Bu gördüklerim neydi? Bu kadın kimdi? Bu kadının toprak ile bağlantısı neydi? Kadını iyice incelediğimde sarı saçlı ve mavi gözlü olduğunu gördüm. Boyu 1.50 vardı. Bu kadın kimin nesiydi. En önemlisi ben buraya nasıl gelmiştim. Hatırladığım en son şey beni kaçıran adamın evinde tutsak tutulduğum odada uyumaktı.
Adımın seslenilmesi ile gözlerimi yavaşça açtım ve hâlâ o evde olduğumu gördüm. Gördüklerimin hepsi bir rüya mıydı yani? O kadar gerçekçiydi ki bunu bir rüya olduğunu düşünmek dahi istemiyordum. Adımın tekrar seslenilmesine rağmen kendime gelebilmiştim. “Melek Hanım, patron sizi kahvaltıya bekliyor.” Dedi ve odadan çıktı. Ben hâlâ yaşadığım şeyi unutmaya çalışırken bir anda yatağı toplamaya başlamış bir şekilde buldum kendimi.
Yastığı geri yatağa koydum ve yorganları ise geri dolaba koymuştum, yatağı da düzenleyip odanın kapısını yavaş bir şekilde açmıştım. Açtığımda korumalardan biri önümde ve biri ise arkamdan geliyordu. Yemek masasının olduğu yere doğru ilerliyorduk. Yemek masasına oturduğumda birkaç koruma dışında başka koruma yoktu odada. Odanın içinde olan korumalarda güvenlik amaçlıydı anladığıma göre. “dün akşam dediklerimi iyice düşündün mü?” diye sordum Emre’ye. “Hırsızlık işini neden yapıyorsun Emre?” dedim sert bir sesle. Benden böyle bir cümle beklemiyor olacak ki şaşırmıştı. Gözlerinin içine doğru bakıyordum. Bir cevap alabilmek için.
“Kızım. Kızım için hırsızlık yapmak zorundayım.” Dediğinde gözleri dolmuştu Emre’nin. “Kızına ne oldu niye hırsızlık yapmak zorundasın ki?” diye sordum Emre’ye. “Kaçırıldı. Kaçırdılar kızımı. Eğer bizim için hırsızlık yapmazsan kızın ölür dediler. Bende kızım ölmesin diye yapıyorum bunu. Mesleğimden istifa ettim ben onlar yüzünden.” Dediğinde şaşırmıştım. Kızını kaçırıp üstüne üstlük mesleğinden istifa etmek zorunda kalmıştı Emre. “Emre sen hangi mesleği yapıyordun eskiden?” diye sordum. “Bende senin gibi bir polistim. Kızımı kaçırdıktan 1 yıl sonra istifa ettim.” Dediğinde daha fazla şaşırmıştım. Mesleklerimiz bile aynıymış. Aklıma bir şey takılmıştı eğer eskiden polis ise kaç yıldır bu işi yapıyordu? “Kaç yıldır kızından ayrı yaşıyorsun?” Diye sordum.
Beğenir ve yorum yaparsanız sevinirim.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |