11. Bölüm

10

kitsudaphne
kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

OY VE YORUMLARINIZLA DESTEK OLURSANIZ SEVİNİRİM.

INSTAGRAM, TİKTOK VE YOUTUBE'DAN TAKİP ETMEK İSTERSENİZ; @MİSTYVİBE3

 

DAHA FAZLA KARAKTER TANITIMI VİDEOSU İÇİN INSTAGRAM VE TİKTOK;

@MİSTYVİBE3

 

“Kim kendini daha iyi saklar? Kusursuz yalancılar, hilekârlar, sahtekârlar ve oyunbazlar?” — Lucas

Lucas

Kader, en beklenmedik yollarla öğretmeyi severdi. Bazen cevaplara ulaşmak bir ömür alırken, bazen de gözümüzün önünde duran gerçeği görmemek için körleşirdik. İnsanları tanıdığımızı sanırdık ama gerçekte kimin ne sakladığını asla bilemezdik. Herkes bir maske takar. Ama en iyi kim saklanır, biliyor musunuz? Kusursuz yalancılar. Hilekârlar. Sahtekârlar. Oyunbazlar. Ben de zaman zaman o rolleri fazlasıyla iyi oynayabiliyordum. Hayalbazın sayesinde.

Gözlerimi açtığımda, her gece gördüğüm aynı kâbusun ağırlığı üzerimdeydi. Issız bir arazide, harabe bir evin içinde ondan kaçıyordum. Peşinde sürüklediği tüm kötü şeylerden… Korku. Acı. Bazen açlık. İnsan, bir kere karanlığın içine doğduğunda ömrü gecelerden ibaret kalırdı. Benim gecelerim uzun süredir yoldaşımdı. Ama şimdi bir fark vardı. Lucia. O hayatıma girdiğinden beri, gecelerin zifiri karanlığında bile bir ışık vardı. O benim için kaderin en büyük armağanıydı.

Yatakta doğruldum, hemen telefonu elime aldım. Marino’dan bir mesaj vardı.

“Her şey yolunda, patron. Yarım saat içinde evdeyim.”

Saat kaçta uyanacağımı biliyordu. Hemen yanıtladım.

“Tamam, koşuya çıkıyorum.”

“Siz gelene kadar kahvaltınızı hazırlarım.”

Ayağa kalkıp spor kıyafetlerimi giydim ve dışarı çıktım. Orman yoluna adım attığımda, serin sabah havası ciğerlerimi doldurdu. Bir saat boyunca durmadan koştum. Dönüş yolunda, zihnim hala berrak değildi. Sorular ve olasılıklar arasında sıkışıp kalmıştım.

Eve girdiğimde Marino kahvaltıyı hazırlamıştı. Hızlıca duşa girip giyindim, ardından masaya geçtim. Sadece yemeğe odaklanmaya çalıştım. Karşımda oturan Marino ise sessizce bir şeyler atıştırıyordu. Ama bakışları huzursuzdu.

Kahvemi elime aldığımda önce telefona, sonra bana kısa ama tedirgin bir bakış attı.

“Pedro, Bayan Lucia’yı akademi girişinden aldı. Dairesine gidiyorlar.”

“Bugün nöbet sırası kimde?”

“Aurelius.”

Başımı salladım. Fakat içimdeki gerginlik dinecek gibi değildi. Bazı şeyleri görmezden gelmek zordu. Ama sabretmeliydim. Henüz değil. Çok erken. Doğru bir savaş için doğru bir plan, detaylı bir hazırlık süreci ve kusursuz bir zamanlama gerekiyordu. Belki de ilk defa, bir savaşı kaybetmekten gerçekten korkuyordum.

Çünkü Lucia benim en büyük zayıflığımdı. Zaafımdı. Ve onu kaybetmeyecektim. Buna asla izin veremezdim.

Marino’nun sesi düşüncelerimi böldü: “Ne yapmamızı istersin, patron?”

Gözlerimi ona çevirdim. “Sanırım artık benim harekete geçmem gerekecek. Ama fazla dikkat çekmeden.”

Başını salladı. Sessizlik yeniden masaya çöktü. O kahvesini içmeye devam etti, ben ise bir çıkış yolu düşünmeye. Cevap oradaydı. Eninde sonunda onu bulacaktım.

Lucia

Ertesi sabah uyandığımda içimde huzursuzlukla birlikte, dün gece Lucas’la aramızda geçen konuşmanın yankıları vardı. Ama tuhaf bir şekilde, o karmaşanın içinde kaybolmak rahatsız edici olmaktan çok uzaktı. Söylediği her kelime zihnimde dönüp duruyor, kalbimde yankılanıyor, ruhumu sımsıkı sarıyordu.

İlk kez… kâbus görmemiştim.

Ama gerçekler, karanlık gibi, insanın üzerine sinsice çökerdi. İçimdeki ağırlık bir kez daha kendini hatırlattığında, görmezden gelmeye çalıştım ama başaramadım. İç sıkıntısı göğsüme oturmuştu. Pes edip yataktan kalktım. Pedro’nun beni beklediğini hatırlayınca saate baktım. Sekiz.

Oyalansam da bir şey değişmeyecekti. Hızlıca hazırlandım ve odadan çıktım.

Asansör kapıları açıldığında, Pedro’yu kapının önünde buldum. Elindeki telefonun ekranına bakıyordu. Tam o anda benim telefonum çaldı. Pedro’ydu, meşgule aldım. Başını kaldırdığında beni fark etti. Sonra hızla yanına ilerledim ve kapıdan çıktım.

“Günaydın.”

“Günaydın, Lucia.”

Gözlerimden bir şeyler okumaya çalıştı.

“İyi misin?”

Omuz silktim. “Sanırım. Sen nasılsın?”

“İyiyim.”

Saygılı. Mesafeli. Gereğinden fazla kelimeye ihtiyaç duymayan türden bir konuşma. Hepsi bu kadar. Pedro yürümeye başladığında, onu sessizce takip ettim. Danışmanlar binasına ilerlerken etrafımızda mutlak bir sessizlik hâkimdi. Ben de aynısını yaptım. Bazı insanların yanında konuşmak değil, susmak huzur verirdi. Pedro da onlardan biriydi. O yalnızlığı seviyordu ve ben de buna saygı duyuyordum.

Binaya girdiğimizde durdu ve bana döndü.

“Kahvaltı ettin mi?”

“Hayır.”

“Hadi gel, bir şeyler yiyelim. Nasılsa vaktimiz var.”

Karşı çıkmadım. Onu takip ederek restorana girdik. Sabahın sakin ve dingin hissettiren bu anlarında, kelimeler gereksizdi. Cam kenarına oturduk. Manzarayı izlerken, kahve ve kruvasan eşliğinde kahvaltımızı ettik.

Kahvaltımız bittikten sonra Pedro’nun evine girdiğimizde, kendimi etrafı incelerken buldum. Chloe’nin evinden çok farklıydı. Daha nötr tonlar, daha çok gri. Burası tamamen Pedro’ydu—duvarlar, mobilyalar, sessizlik… her şey.

Arkamı döndüğümde bakışlarını yakaladım. İlgi doluydu.

“Derse geçelim mi?”

Başımı salladım. “Olur.”

Odaya ilerlediğimizde, Chloe’den aldığım konuları sordu. Yanıtladım. Kısa sürede birkaç günlük bir program hazırladı ve derse başladık.

Ama öğlene doğru… zihnim bulanıklaştı. Odağım kaydı. İçimdeki huzursuzluk, sabrımı her saniye biraz daha tüketiyordu.

Pedro bunu fark etti.

“Sıkıldın mı?”

Derin bir nefes aldım. İçimde biriken gerilim bir yerden taşmak zorundaydı.

“Bu durum ne zaman çözülür, Pedro?” Sesim sertti. “Belirsizliklerden hiçbir zaman hoşlanmadım.”

O ise sakindi. Daima olduğu gibi. “Herkes elinden geleni yapıyor, Lucia. Ayrıca… sabretmeyi öğrenmelisin.”

Sabır… İçimde bir şeyler kırıldı. Alaycı bir gülümsemeyle geriye yaslandım. İçimdeki huzursuzluk öylesine yoğundu ki, tavrımı saygısızlık olarak algılayabileceğini bile umursamadım.

“Bu tavır bana mı?”

Sesi hâlâ sakindi. Bense fırtınanın tam ortasındaydım. İçimi çektim.

“Özür dilerim, Pedro. Ama beni tanımıyorsun. Sabırlıyımdır. Belirsizliklere tolerans göstermememin sebebi…”

Cümlem havada asılı kaldı. Devam etmeli miydim? Bunu onunla paylaşmamın bir anlamı var mıydı? Gözleri üzerimdeydi. Bekliyordu.

“Annem.”

Sessizlik. O buz gibi bakışları üzerimde dolaştı. Ardından, ses tonu daha yumuşak bir hale büründü.

“Annen hastalanıp öldü, değil mi? Chloe bahsetmişti.”

Başımı salladım.

“Seni anlıyorum, Lucia.” Sesinde bir ağırlık vardı. “Kayıplar acı vericidir. Özellikle travmatik ve uzun bir bekleyişin sonunda sevdiğin birini yitirmek… zor.”

Derin bir nefes aldı.

“Ama belirsizlik hayatın bir parçası. Buna alışmak zorundasın. Bu da korku yönetiminin bir parçası. Aynı zamanda kontrol olgusunun da. Korkularınla yüzleşmelisin, Lucia. Her şeyi kontrol edemeyeceğini öğrenmelisin. Ancak o zaman belirsizlik seni daha az korkutur ve stres seviyen azalır.”

Pedro’nun sözleri içimde bir yerlere dokundu. Kendi zihnimde fırtınalar koparken, o daima mantıklı, daima sakindi. Değerli bir rehberdi. Tıpkı Chloe gibi… Onun da hayatımda önemli bir figür olduğunu fark ettim. Soğukkanlılığı, olaylara bakış açısı… Örnek almam gereken şeylerdi.

“Söylediklerini dikkate alacağım.”

Başıyla onayladı. Sonra konuyu değiştirdi.

“Dersi erken bitirelim. Restorana gidip bir şeyler yiyelim, olur mu?”

Bir an düşündüm.

“Chloe’ye gidemeyiz mi?”

Pedro’nun gözleri doğrudan bana kilitlendi. Kesin ve net.

“Şimdi değil, Lucia.”1

“Peki.”

İtiraz etmedim. Restorana indiğimizde ilk karşımıza çıkan kişi Esther oldu. Tam karşısında oturan kişi de… Lucas’tı.

Birkaç saniye boyunca nefes almayı unuttum.

Marino, Esther’in arkasında ayakta duruyordu. Gerginlik havaya sinmişti. İçeri girer girmez bakışları üzerimize çevrildi. Sonra Esther de, bulunduğu açıdan dolayı hemen bizi fark etti. Pedro onların masasına doğru ilerlediğinde, başka bir seçeneğim kalmadı.

Onu takip ettim.

“Merhaba.”

“Merhaba, Pedro.”

Esther’in keskin bakışları üzerimde dolaştı.

“Merhaba, Lucia.”

“Merhaba, efendim.”

Pedro’nun birkaç adım gerisinde duruyordum. Onun varlığı, ortamın gerginliğini biraz olsun dengeliyordu. Ama Esther’in bakışları… fazlasıyla keskin ve ölçülüydü.

“Biraz konuşalım mı?” dedi Pedro, doğrudan Esther’e.

“Elbette, Pedro.”

Esther, Pedro’yla birlikte uzak bir köşeye çekildiğinde Lucas ayağa kalktı ve bana yaklaştı. Tehlikeli bir mesafe. Aramızdaki çekim, her zaman olduğu gibi, bastırılamaz bir mıknatıs etkisi yarattı.

“Bazen hareketlerin onunla fazla uyumlu hâle geliyor.”

Kaşlarımı çattım. Anlamamıştım.

Lucas’ın bakışları daha da keskinleşti. “Bu durum beni geriyor, Lucia. Öyle ki Pedro’yu herkesin yolundan çekmek istiyorum.”

Sesi… tehditkârdı. Tam bir şey söyleyecekken, aniden belimi kavradı. Beni kendine çekti. Nefesim kesildi.

“Bunu ister misin?”

“…Ne demek istediğini anlamıyorum.”

Ama biliyordum. Biliyordum ve bu, içimdeki fırtınayı ikiye katlıyordu. Lucas’ın sesi karanlık, otoriter ve tehlikeliydi.

“Bir gün öfkemi kontrol edemediğim bir an gelecek, Lucia. İstersen beni daha fazla zorlama. Ve onunla… yakınlaşma.”

Sert, acımasız ve sorgusuz emirler. Aramızdaki hava ağırlaştı. Baktığım yerde yalnızca karanlık vardı. Ellerim istemsizce göğsüne gitti, onu ittim. Aramızda biraz boşluk oluştuğunda, yeniden nefes alabildim.

“Benimle bu şekilde konuşma, Lucas.” Sesim sakin ama kararlıydı. “Ayrıca onunla yakınlaşmıyorum. Sadece birkaç gün danışmanım olacak. Hepsi bu.”

Bakışlarımı onunkilere kilitledim. Bana inanmasını istedim. Oysa Lucas gözlerini kısmıştı. Birkaç saniye boyunca hiçbir şey söylemedi.

“Umarım öyle olur, Lucia.”

Sesindeki inançsızlık her şeyden daha güçlüydü. Sonra… bir anda aramızdaki mesafeyi kapattı ve kulağıma fısıldadı.

“Bu kadar güzel kokmak zorunda mısın?”

Geri çekilemedim bile. Ilık nefesi tenime değerken, orada… ona takılıp kaldım. Her zaman olduğu gibi. Her seferinde beni mahvedecek bir şey yapmaya devam ediyordu.

Sonra… ayaklarım kendiliğinden hareket etti. Ondan uzaklaşmak zorundaydım. Bir şekilde başardım. Bakışlarımız birbirine kilitlendi. İşte o an, onun da benim kadar dağılmış olduğunu gördüm. Yanımıza yaklaşan ayak seslerini duyduğumda, dikkatim dağıldı. Ve Pedro’nun sesi gerçeğe çekti beni.

“Gel, Lucia.”

Pedro beni çağırdığında tereddüt etmeden peşine takıldım. Beraber bir masaya geçip oturduğumuzda, gözlerim yine istemsizce Lucas’ı aradı. Ve elbette, bakışları üzerimdeydi. Yoğun, sahiplenici ve tavizsiz… Beni ele geçirme şekli sinir bozucuydu, evet. Ama asıl korkutucu olan şey, bunun beni rahatsız etmemesiydi. Bu, aramızdaki bağ ile ilgiliydi.

Pedro dikkatimi üzerine çekti. “Ne yemek istersin?”

Ona döndüm, menüyü elime aldım. “Vegan salata iyi görünüyor.”

Başını salladı. Siparişlerimizi garsona verdikten sonra telefonu çaldı. Gözlerimin içine baktı, sonra açtı.

“Merhaba, Chloe. Nasılsın?”

Konuşmasını dinlerken Chloe’nin yanıtlarını duyamıyordum ama Pedro’nun yüzündeki gerginliğin yavaş yavaş dağıldığını görünce, onun iyi olduğunu tahmin ettim.

“Lucia ile yemek arası verdik, her şey yolunda.”

Bir süre daha dinledi.

“Akşam görüşürüz. İstediğin zaman beni arayabilirsin.”

Telefonu kapattığında gözlerim onunkilere kilitlendi. “Her şey yolunda mı?”

Başını salladı. “Evet. Akşam eve geçecek. Doktor, birkaç gün dinlenmesini tavsiye etmiş.”

“Bu… onu görebileceğim anlamına mı geliyor?” Sesim farkında olmadan umut doldu.

Pedro hafifçe gülümsedi. “Yarın gideriz.”

“Olur.”

Bu haber neşemi yerine getirmişti. Derin bir nefes aldım.

“Ayrıca bugün ek ders yapmayacağım. Sen de biraz dinlenmiş olursun.”

“Teşekkür ederim Pedro.”

Nadiren gösterdiği bu şefkatli yaklaşım için minnet duymuştum. Ona gülümsedim ve keyifle yemeğimi yemeye başladım. Restorandan çıkıp eve döndüğümüzde ara vermeden derslere devam ettik. Sonra dövüş eğitimi için Pedro ile akademiye gittik. Sınıfa girdiğim an, hava değişti.

Elle tutulur bir gerilim. İçimde tanımlayamadığım bir hisle etrafı taradım ve Lucas’ı bulduğum anda kaçmak istedim. Gergindi. Çok gergin. Sıramın olduğu tarafa döndüm, oturdum. Ama arkamı dönmeden bile biliyordum… Bana bakıyordu. O keskin bakışlar… kaburgama baskı yapıyordu.

Tamamen onun odağındaydım.

Pedro derse başladığında bile o baskı geçmedi. Her bana döndüğünde, her bir mimikle göz göze geldiğimizde, özellikle de gülümsediği anlarda… gerilim bıçak gibi keskinleşti. Çünkü Lucas’ın neredeyse delirdiğini biliyordum. O karanlık bakışların üzerimde gezindiğinin farkındaydı. Ona bakma dürtümle savaştım ve arkama dönmedim.

Ders sonunda, Pedro bugünkü dersin bittiğini söylediğinde, içimde derin bir rahatlama hissettim. Çünkü buradan derhal gitmeliydim. Çantamı hızla topladım ve sınıftan çıktım. Aslında kaçtığımın farkındaydım.

Yemekhaneye bile uğramadan odama geçtim. Kapıyı kapattığımda derin bir nefes verdim. Rahatlamıştım. Duşa girdim. Suyun sıcaklığı vücudumdaki tüm gerilimi alıp götürsün istedim. Bir süreliğine bunu başardım.

Duştan çıktığımda… Lucas odamdaydı. Karşımda, hiçbir şey olmamış gibi duruyordu. Nefesim aniden kesildi. Ve çığlık attım. Ama sesim odanın içinde yankılanamadan, eli anında ağzımı kapattı. Beni duvara yasladığında yüzü fazla yakındı. Gözleri fazla karanlıktı. Sesi ise… tıpkı gölgeler gibi fısıltılı.

“Sessiz ol, S.”

Okyanus mavisi bakışları içime işliyor, kalbimi titretiyordu. Ve o yanımdayken… kontrolsüz alevler etrafımızı sarıyordu. O an, alevlerden sıçrayan bir kıvılcım içimdeki yangını başlattı.

Lucas’ın sesi, odanın içinde bir kez daha yankılandı. “Bana yalan söyledin.”

Başımı olumsuz anlamda salladım. Ama bakışlarından kaçamadım.

“Pedro ile dersler sizi yakınlaştırmış, S. Bugün onu izledim. Her şeyin farkındayım.”

Sertçe nefes verdim. Öfkemi dizginleyemiyordum. Elini ağzımdan çektiği anda onu ittirdim. Hem odama izinsiz girişi… hem de bu tavrı—

“Bana hesap mı soruyorsun? Ne hakla? Ayrıca odamda ne işin var? Nasıl—”

Bir parmağını dudaklarıma götürdü ve beni susturdu. “Fazla soru soruyorsun.” Sesindeki sakinlik, içimde fırtınalar kopardı. “Yalnız bugün… benim aklımdaki sorulara yanıt bulacağız. Hatta bir çözüm.”

Bu tavrı… beni incitmişti. Gözlerimiz birbirine kilitlendi. Bir savaşın eşiğinde gibi.

Ama sonra bakışları yavaşça vücuduma kaydı. O an… bornozla karşısında durduğumu hatırladım. Tanrım. Bu utan. Vericiydi. Kollarımı göğsümde birleştirdim. Bu saçmalığı bitirmeliydim.

“O sadece bir eğitmen ve bir rehber, tıpkı Chloe gibi. Başka bir anlamı yok.”

Lucas’ın gözlerindeki o koyu karanlık büyüdü. İkimizi aynı uçuruma sürükleyebilecek kadar derin ve uçsuz bucaksız bir karanlıktı bu. Bir şüphe.

“Ondan hoşlanıyor musun?”

Öfkeyle karışık bir alayla ona baktım. “Saçmalıyorsun, Lucas. Elbette ondan hoşlanmıyorum.”

Ama Lucas ikna olmadı. Birdenbire beni yeniden duvara bastırdı. Eli, bornozumun üzerinden belime kaydı. Bana yine fazlasıyla yakındı. Başımı döndürecek kadar. Zamanın durduğunu hissedeceğim kadar. Onun büyüsüne kapılacak kadar.

Boğazımdan kaçan çaresiz bir sesle gözlerimi kapattım. Bana doğru eğildiğini hissediyordum ama… gözlerimi açmadım.

“O kadar değerli ve özelsin ki.” Sesi, tenime işleyen bir fısıltıydı.

Dudaklarım aralandı. Ve o iki kelime… kontrolsüzce döküldü.

“Sen de.”

Sonra yanağıma değen dudakları. kulağıma fısıldanan o sözler. Ateş etrafımızdaydı.

“Sana Pedro’dan uzak durmanı söylemiştim.”

Nefesim boğazımda düğümlendi.

“Ama sorun ne biliyor musun, S?” Lucas’ın sesi karanlıktı. “Sen uzak dursan da… o senden uzak duramıyor gibi.”

Boynuma eğildi ve beni kokladığını hissettim. Belimdeki tutuşu sıkılaştı. Onun yanında bilincimi yitiriyor ve asla nefes alamıyordum.

“Madem öyle, bunun bazı sonuçları olacak.”

Gözlerim aniden açıldı. Onu bir kez daha kendimden uzaklaştırdım.

“Bu ne demek, Lucas?”

Dudaklarında tehlikeli bir gülümseme belirdiğinde içimdeki tedirginlik katlandı. Yanıt vermedi. Lucas’ın istemediği soruları görmezden gelmesi fazlasıyla kolaydı. Benden uzaklaşırken, aramızdaki sınırı belirleyen görünmez bir mesafe koydu. Asla kontrolünü kaybetmiyordu.

Ama benim… sabrım tükenmişti. Ona doğru bir adım attım. Parmağımı göğsüne koydum. Açık ve net bir şekilde konuştum. “Haddini aşıyorsun, Lucas. Ben senin değilim.”

Dudaklarının kenarı kıvrıldı. Yüreğimde bir deprem oldu.

“Henüz.” Lucas’ın sesi ipeksi bir tehdit gibiydi. “Ama benim olacaksın, S.”

Tek eliyle çenemi kavradı. Ve o anda, gözlerindeki kesinlik içimde bir şeyleri paramparça etti.

“Ve bu… senin seçimin olacak.”

Lucas

Son söylediğim cümlelerin etkisiyle bakışları anında değişti. Benim asi ay tanrıçam. Öfkelendiğinde daha da güzeldi.

Hırçınlığını seviyordum. Ona bu kadar yakınken, bu anın içine hapsolmuşken… tek düşünebildiğim onu öpmekti. Dünden beri… ona yaklaşmak bir ihtiyaca dönüşmüştü.

Gözlerinde hırçınlık kadar belirgin bir başka duygu vardı. Ve o duygu… içimde bir fırtına koparıyordu. Benden etkileniyordu. Aramızdaki çekim, kalplerimiz arasındaki bağ kadar derin ve karşı konulmazdı.

Yutkundu. Heyecanı ve isteği, bakışlarında parladı. Ardından kızardı. Bu kadarı bile aklımı kaybetmem için yeterdi. Sonra… gözlerini kapadı. Dudaklarından çıkan adım, bir dilek gibiydi.

“Lütfen, Lucas...”

“Lütfen ne, S?”

“Beni bırak.”

Elimi çenesinden çektim. Ondan biraz uzaklaştım. Gözlerini açtığında… bakışlarım yüzünün narin her bir hattında gezindi. Çekim yoğundu. Ama rahatsız olduğunu belirten o ifade de oradaydı. Bugün onu fazlasıyla zorlamıştım. Arkamı dönsem de gidemedim. Henüz.

Son bir kez ona uzandım, onu kollarıma aldım. Beni anlamasını istedim. İçimdeki fırtınayı. Bu yoğun kıskançlığı ve sebebini. En önemlisi de birbirimize ait olduğumuz gerçeğini.

“Bir gün sadece bana ait olabileceğini fark edeceksin.”

Sözlerim onu sarstı. Gözlerinin gerisinde gizli kalan bir duygu açığa çıktı: Yalnızlık.

Kalbimdeki karanlık, onu her haliyle seviyordu. Her şeyiyle istiyordu. Bakışlarımda ne gördüyse… bir elini yanağıma koydu ve beni okşadı. Kolayca ona teslim oldum. Bu kadar basit. Üzerimdeki etkisi beni bile şaşırtırken, yalnızca gözlerine baktım. Beni etkisi altına almasına izin verdim.

“Beni zorlama, Lucas.” Sesi yumuşaktı. Ama içinde bir uyarı saklıydı. “Bana biraz izin ver.”

Sonra… parmak ucunda yükseldi. Kolları boynuma dolandığında kalbim tekledi. O bana dokunduğunda, dünya duruyordu.

“Beni bekleyeceğini söylemiştin. Bu bir yalan mıydı?”

“Asla.”

“O zaman bekle.”

Çenesini hafifçe kaldırdım. “Peki, bana gelecek misin?”

Gülümsedi. O gülüş… kalbimin ucunu tutuşturdu.

“Buna şimdi cevap vermeyeceğim.”

“Peki, S. Ama bana bir söz ver. Esas sen beni asla zorlama.”

Başını salladı. Yavaşça onu bıraktım. Ama bunda epey zorlandım. Çünkü iradem… onun karşısında yıkılıyordu.

“Güvenebileceğin tek erkek benim, S. Gerçekten güvende olabileceğin tek yer, benim yanım.”

Bana baktığında… Her şeyi görebiliyordum. Bana güveniyordu. Benden hoşlanıyordu. Peki ya… sevgi? Aşk?

Elini yakaladım, yavaşça kalbimin üzerine koydum. Dudakları aralandı, bakışlarında şaşkınlık vardı. Bu hali gülümsememe neden oldu.

“Tam buradan, S. Kalplerimizden ipliklerle bağlandık. Kopamayız.”

Gözleri kısıldı. İnkar etmeyecekti. Çünkü bunu o da hissediyordu. Bu, artık ikimizin gerçeğiydi.

“Ben de sana bir söz vereceğim.”

Ellerimi yanlarına bıraktım.

“Kendi kararınla bana gelene kadar… Sana zaman ve alan tanıyacağım. Yanına yaklaşmayacağım. Ve seni rahatsız etmeyeceğim.”1

İçini çekti. İşte oradaydı. Gözlerindeki hayal kırıklığı, bana bilmem gereken her şeyi anlatıyordu. Ama anlaması gereken bir şey daha vardı.

“Ama attığın her adımda beni hissedeceksin, S. Çünkü aramızdaki bağ ve bu çekim… Aşktan bile büyük. Bu kader.”

Parmaklarımı çenesine koyup onu kendime çektiğimde… bakışlarındaki tutku açığa çıktı.

“Şimdiden benim olduğunu sen de biliyorsun. Benim sana ait olduğumu hissetmen gibi.”

Sözcükler aramızda yankılandı. Bu kez geri çekildiğimde irademi zorladım. Çünkü… sınırını aşmayacağımı belirtmiştim. Beni isteyeceği ve hayatına çağıracağı güne kadar… sabırla bekleyecektim. O gün geldiğinde… artık hiçbir sınır olmayacaktı.

Yüzünde beliren öfkeye içimden güldüm. Çantamı yerden aldım, kapıya yöneldim. Ama çıkmadan önce durup ona döndüm.

“Senin için yiyecek bir şeyler getirdim.”

Masayı işaret ettim. Önce oraya, sonra bana baktı. Onu sürekli şaşırtmam karşısında ne hissedeceğini bilemiyor gibiydi. Şaşkın ama masum ifadesi… her zaman hoşuma gidiyordu.

“Afiyet olsun, S. Yarın görüşürüz.”

Tam kapıyı açmıştım ki… bana seslendi. Adımın, onun sesinde yankılanışı… eşsizdi. Duraksadım.

“Hayatımda gördüğüm en karmaşık, en ukala ve en…”2

Sesi kesildi. Devamını getiremedi. Çünkü bakışlarım onunkilerin derinliklerine dalmıştı. Bakışlarında bir tedirginlik belirdi. Yutkundu.

“Cümlenin devamını söyle, S.”1

Alt dudağını ısırdı.

Kaçamak bir bakış.

Ve ardından gelen sessizlik.

Ama sonra, bana bir kez daha baktığında… O anı her şeyden çok saklamak istedim. Çünkü o bakışta sadece öfke yoktu. Sakinlik vardı. Kabul vardı. En çok da… Kendini bana bırakmaya hazır bir Lucia vardı.

“Belki bir gün söylerim, Lucas.”

Ona gülümsedim ve odadan ayrıldım.

Üç şeyden emindim.

Biz birbirimize aittik.

Lucia… çoktan kaderime dokunmuştu.

Ve ben ona… deli gibi aşıktım.

Bölüm : 08.09.2024 15:43 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...