OY VE YORUMLARINIZLA DESTEK OLURSANIZ SEVİNİRİM.
INSTAGRAM, TİKTOK VE YOUTUBE'DAN TAKİP ETMEK İSTERSENİZ; @MİSTYVİBE3
DAHA FAZLA KARAKTER TANITIMI VİDEOSU İÇİN INSTAGRAM VE TİKTOK;
“Bazı bağlar kelimelerden daha derindir, bazı hisler ise kaçamayacağın kadar gerçek.”
Lucia
Hayat, kötü sürprizlerle doluydu. Ama iyi olanlar da en az onlar kadar mümkündü. Sabah gözlerimi açtığımda telefon ekranımda Pedro’nun mesajı yanıyordu:
Keskin. Kısa. Resmi. Ona yakışan bir üslup.
Saat henüz erkendi. Günün ağırlığını hissetmeden ve acele etmeden hazırlandım. Kapıyı açıp dışarı adım attığım an, Lucas’la göz göze geldim ve zaman durdu. Duvara yaslanmış, beni bekliyordu. Şaşkınlıkla olduğum yerde kaldım. Yüzünde beliren o erkeksi gülümseme, kalbimi kontrolsüz bir ritme sürükledi.
Sadece başımı sallayabildim. Burada ne işi vardı?
Yanıt vermedim. Ama o, odamın kapısını ardımdan kapattı, çantamı aldı ve elimi tuttu. Mantığım beni terk etmiş olmalıydı ki sorgusuz sualsiz peşine takıldım. Yemekhaneye vardığımızda, doğrudan onların masasına ilerledik. Diğerleri de oradaydı. Ama beni asıl şaşırtan, benim için çoktan kahvaltı tabağı alınmış olmasıydı.
Lucas, sandalyemi çekti. Bir şey söylemeden bile buyurgandı. Oturdum. O da tam karşıma geçti. Sessizlik, garip bir ağırlık gibi üzerimize çökmüştü. Derken Marino içten bir gülümsemeyle sessizliği bozdu.1
Ivy ve Aurelius hafif bir tebessümle beni selamlarken, Liz’in bakışlarını kaçırdığını fark ettim. Neler olduğunu anlayamıyordum. Lucas, kahvaltı etmem için bana anlam yüklü bir bakış attığında, sorularımı bir kenara bırakıp bir şeyler yedim. Diğerleri bizden önce masadan kalktı. Ama Lucas, ben bitirene kadar oturdu. Sonra, sanki çoktan verilmiş bir kararın sonucunu bildiriyormuş gibi konuştu: “Seni Pedro’nun evine ben götüreceğim.”
“Çünkü öyle istiyorum.”1
Dün ona söyleyemediklerim zihnime doluştu. Derin bir nefes aldım ve sertçe söyledim: “Lucas, hayatımda gördüğüm en sinir bozucu insansın.”
Dudağının kenarı kıvrıldı. Gözleri, yüzümde gezinirken hafifçe geriye yaslandı.
“Kalkalım mı?”1
Söyleyecek başka bir şeyi yok muydu? Sinirle başımı salladım, ayağa kalktım. O da peşimden geldi. Sessizce yemek tepsilerini bıraktık, ardından akademinin dışına çıktık. Konuşmuyordu ve bu, içimdeki gerilimi artırıyordu.
Danışmanların binasına vardığımızda, doğrudan asansöre geçtik. Kapı kapandığı anda Lucas hareket etti. Ani. Kesin. Tehlikeli. Bana yaklaştı. Bir eli yanağımı okşadı, parmakları boynumdan nabzıma süzüldü. Yüzüme eğildi.1
“Seni ne kadar geriyorum, Lucia?”
Nefesim sıklaştı. Fazla yakındı. Dudaklarına sadece birkaç santim… Kalbim göğüs kafesimden çıkacak gibi atıyordu.
“Ne kadar sinir bozucu olduğumu test etmeliyim belki de.”
Birden geriye çekildi. Asansörü durdurdu.
“Ne yapıyorsun?” diye fısıldadım.
Elimi düğmelere uzatmak için hareket ettiğim anda bileğimi yakaladı. Bir anda beni kendine çekti. Sırtım göğsüne yaslandı. Tek eliyle çenemi tuttu, yüzümü asansörün aynasına çevirdi.
“Sadece sinirlerini bozmuyorum, dengeni de bozuyorum, S. Değil mi?”2
Gözlerimi kapadım. Bunu inkâr edemezdim. Açtığımda, bakışlarının derinliklerinde beni içine çeken bir şey vardı.
Lucas başını eğdi, dudakları kulağımın hemen yanındaydı.
“Esas sen benim dengemi bozuyorsun. Hatta ne var biliyor musun, S?” Sesi, içimdeki tüm duvarları yıkacak kadar yumuşak ve kendinden emindi. “Yer çekimini bile ortadan kaldırıyorsun.”
Gözlerimi açtığımda gülümsedi. Ama bu kez alaycı değildi.
“İrademi, dengemle beraber kaybetmeme neden oluyorsun.” Parmakları usulca bileğimden kayarken fısıldadı: “Ama… yeni odağım da dengem de sen olmaya başladın. O yüzden şikâyet edemem.”
Ben… ona söyleyecek tek kelime bile bulamadım. Gözlerimi kapatıp alt dudağımı ısırdığım an, Lucas'ın parmakları bileğimden kaydı. Beni bıraktı. Ama ben… gözlerimi açamadan, geriye yaslanırken sırtım asansör duvarına hafifçe çarptı. Ilık nefesi, tenime fısıltı gibi dokunduğunda, yeniden açmaya cesaret edemedim.
Fısıltı gibi döküldü dudaklarımdan. Sesim titrek, nefesim düzensizdi. Kalbim… sanki olması gerekenden daha yavaş atıyordu. Çünkü haklıydı, esas o benim dengemi bozmuştu. Yanındayken başım dönüyordu.
Lucas, neredeyse duyulmaz bir şekilde fısıldadı.
“Evet, fazla S. Seninle her şey fazla geliyor. Ve bir o kadar eksik.”
Sesi, ciğerlerime dolan bir fırtına gibiydi. Asansörün dar alanında yankılanan kelimeleri, havadaki elektriği artırdı.
“Dedim ya… tüm dengemi altüst ettin. İlk gördüğüm andan beri.”
Asansör yeniden çalıştığında, benden uzaklaştığını hissettim. Gözlerimi açtım. Karşı duvara yaslanmıştı. Gözleri koyu bir gecenin içinden yükselen alevler gibiydi; yoğun, tehlikeli ve kaçınılmaz.
İkimiz de konuşmadık. Sadece baktık. Asansör kapısı açıldığında, Lucas çantamı uzattı. Sessizce aldım ve neredeyse koşarcasına ondan uzaklaştım. Pedro kapıyı açtığında, gözlerindeki şaşkınlık belirgindi.
Kaşlarını hafifçe çattı. “Yüzün kıpkırmızı.”
Bunu fark etmek, kanımın daha da hızlanmasına neden oldu.
Bana inanmadığını belli eden o ifadesiyle bir an durdu. Ama uzatmadı. Kenara çekildiğinde içeri girdim.
“Kahve almak istersen, yeni yaptım.”
“Kupalar karşı dolapta. Kendine bir kahve al, sonra derse geçelim.”
Pedro’nun işaret ettiği dolaba yöneldim. Renkler… burası, onun gibi düzenli ve kararlıydı. Gri, krem ve siyahın kusursuz uyumu.
Bir an duraksadım. Sonra gri kupayı aldım. Kahveyi bardağa doldurduğumda bile Lucas’ın sözleri zihnimde yankılanıyordu.
“Seninle her şey fazla geliyor. Ve bir o kadar eksik.”
Derin bir nefes alıp mutfaktan çıktım. Bir an önce kendimi toplamalıydım.
Pedro ile çalışma odasına geçtiğimizde, öğlene kadar aralıksız çalıştık. Ama Lucas’ın sesi… dokunuşu… gözleri… aklımdan çıkmıyordu.
Bir süre daha çalıştıktan sonra Pedro, saatine baktı ve bana döndü.
“Chloe’ye gidelim mi?”2
İşte bu kendime gelebilmem için iyi bir fırsattı. İçtenlikle gülümsedim.
Pedro’nun dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi. “Sonra eve yiyecek bir şeyler söylerim.”
Chloe’nin dairesine indiğimizde, kapıyı Carlo açtı. Pedro, onu selamladıktan sonra, bana dönerek bizi tanıştırdı. Carlo, sessiz ama dikkatli bir ifadeyle başını salladı. Ardından, Chloe’nin odasına geçtik.
Yataktaydı ama beklediğimden daha iyi görünüyordu. Onu gördüğüm an içimdeki endişe yerini hafif bir rahatlamaya bıraktı. Koşup sıkıca sarıldım. O da aynı sıcaklıkla karşılık verdi.
“İyi misin?” diye sordum, yüzüne bakarak.
Pedro yanımıza geldiğinde, Chloe'nin ilgisi ona kaydı. “Geçmiş olsun, Chloe.”
Ben yatağa otururken, Pedro biraz geri çekildi ve Carlo ile birlikte ayakta durdular.
“Bir anlık dikkatsizlik… Takipçiyi kovalarken ormanlık alanda yumuşak zemine bastım ve çukur bir alana düştüm. O sırada gözden kaçırdım. Neyse ki önemli bir yaralanmam yok. Sadece bileğim burkuldu ve birkaç ezik, çürük...”
Kalbimde ince bir sızı hissettim. “Benim yüzümden.”
“Saçmalama.” Elimi tuttu. “Lütfen, Lucia, bunu konuştuk.”
Başımı salladım ama içimdeki suçluluk hissi dinmiyordu. “Hem yaralandın hem de takipçinin kim olduğunu hâlâ bilmiyoruz.”
Kısa süren sessizliği Pedro’nun kendinden emin sesi bozdu.
Carlo’nun sesi, odadaki havaya karışırken göz göze geldik. O an, onun hakkında sezgisel bir hisse kapıldım. İçinde saklı bir dürüstlük, samimiyet ve güven vardı. Chloe gibi… İlk andan itibaren insanın içini rahatlatan biriydi. Pedro’nun ona duyduğu güven de göz ardı edilemezdi.
“Seni fazla yormasak iyi olacak, Chloe.”
Pedro’nun cümlesinin ardından ona döndüm.
“Benden istediğin bir şey var mı, Chloe?”
Yorgun ama kararlı gözlerini önce bana ardından Pedro’ya çevirdi.
“Hayır, Pedro. Birkaç gün Lucia’ya iyi bak yeter.”
Onun bu sözü, aramızdaki görünmez bağı daha da güçlendirdi. Elini sıktım; sıcacık ve içtendi. Harika bir kalbi olan, kıymetli bir dosttu. Hayatın sunduğu nadir hediyelerden biriydi. Bunu anlamış gibi bana en içten gülümsemesini sundu.
“Hemen iyileşmen dileğiyle Chloe.” Ayağa kalktım. “Yarın tekrar uğrarım.”
Carlo’ya döndüm, gözlerinde tanıdık bir sıcaklık vardı. “Tanıştığıma memnun oldum, Carlo. Bir şey olursa beni arar mısın?”
Hafif bir gülümsemeyle başını eğdi. “Elbette, Lucia. Ayrıca ben de seninle tanıştığıma memnun oldum.”
Pedro, Chloe ile vedalaşırken Carlo’yla numaralarımızı kaydettik. Son bir bakış attım ve evden çıktık. Pedro restorana gitmeyi teklif ettiğinde, itiraz etmedim. Hava ya da mekan değişimine ihtiyacım vardı. Başımı hafifçe salladım ve onunla birlikte asansöre yöneldim. Giriş katına indiğimizde, restoranın kapısına varmadan bileğimden tutarak beni durdurdu.
Sorun sadece tüyler ya da Chloe’nin yaralanması değildi. Hayatım altüst olmuştu. Dengem bozulmuş, hislerim karışmıştı. Lucas… Her şeyi olduğu gibi, kalbimi de yerle bir etmişti.
“Sadece bir değişim sürecindeyim… Bir de tüm bu yaşananlar…” dedim, derin bir iç çekerek. “Ağır geldi, Pedro.”
Başımdan geçenleri tam olarak bilmese de, ilk kez gözlerinde samimi bir anlayış parıltısı gördüm. “Böyle zamanlarda her şeyden uzaklaşmak gerekir.”
Alaycı bir gülümseme yayıldı yüzüme. “Yani adadan gitmemi mi öneriyorsun?”
Beklemediğim bir şekilde o da gülümsedi. “Bu mümkün değil ama… seni bir yere götürebilirim.”
Kaşlarımı kaldırarak ona baktım. “Nereye?”
“Hafta sonu göreceksin. Cumartesi dersin bitince bizim binanın önünde buluşalım. Dersi hoşuna gidecek bir yerde yapacağız.”
Ne çıkacağını bilemesem de kabul ettim. “Peki.”
Başımı eğip ona uydum. Pedro'nun bu kadar insancıl olduğu nadir anlardan biriydi. Yemek boyunca rahat bir sohbet döndü. İlk kez, gerçekten keyifli bir öğle yemeği yedik. Ardından evine çıkıp derse devam ettik. Dövüş sınıfında da iyiydi o gün. Teorik kısmı hızlıca geçtik, yalnızca egzersiz yaptık. Hepimiz için verimli bir dersti.
Ama Lucas… O gün yanıma gelmedi. Sonraki birkaç günde de… Sıcak-soğuk oyunu kalbimi daha çok yaralıyordu. Zihnimi bulandırıyordu. Elimden bir şey gelmiyordu, susmayı seçtim. Onun mesafesine ben de mesafe koyarak cevap verdim.
O birkaç günü Pedro ile derslere girerek, her gün Chloe’yi ziyaret ederek geçirdim. Hafta sonu geldiğinde yorgun ama daha iyi hissediyordum. Çünkü Chloe iyileşmişti ve pazartesi günü derslere dönecektik.
Cumartesi sabahı Pedro’dan bir mesaj aldığımda yeni uyanmıştım. “Yanına yedek kıyafet al.”
Kalkıp hemen hazırlandım. Fazladan birkaç parça kıyafeti çantama attım. Kahvaltımı edip seçmeli derslerimi tamamladıktan sonra Pedro ile buluştum. Sessizce, ormanın derinliklerine doğru yürümeye başladık.
Ve sonra orayı gördüm. Ağaçların arasında saklı, doğayla iç içe bir ev. Gözlerden uzak, bir sığınak gibi. Ahşap kapısı zamanın izlerini taşıyor, çatısı yosunlarla örtülmüştü. Ama burası, yalnızca bir barınak değil, aynı zamanda bir eğitim alanıydı.
Pedro’nun sesi düşüncelerimi böldü. “Beğendin mi?”
Gözlerimi evi tarayarak yanıtladım. “Şahane.”
“Burası iz sürücülerin yeri. Ama bu hafta sonu boş. Çalışacağız, kafanı toparlayacaksın. Yarın akşam döneriz.”
Gözlerim ona kaydı. “Burada kalacak mıyız?”
Gülümseyerek başını salladı. “Her şeyden uzaklaşmanın sana iyi geleceğini düşündüm. Boş odalar var, düzenli temizleniyor. Buzdolabı dolu. Burada ihtiyacımız olan her şey var. En önemlisi, burası sessiz ve doğanın içinde.”
Derin bir nefes aldım. Haklıydı. Bu, tam da ihtiyacım olan şeydi. “Teşekkür ederim, Pedro.”1
Pedro hafifçe gülümsedi, sonra kapıyı açarak içeri adım attı. Onu sessizce takip ettim. Evin içi de dışı kadar etkileyiciydi. Rustik ve sıcak. Doğa burayı tamamen kucaklamış, zaman ise yalnızca güzellik katmıştı. Odanın ortasında yükselen taş bir şömine, alevlerin gölgeleriyle duvarlarda dans ediyordu. Ahşap kirişler, el oyması mobilyalar, büyük pencereler… Her detay, bu evin bir ruhu olduğunu hissettiriyordu. Camlardan görünen manzara bir tablo kadar kusursuzdu.
Burası kafa dinlemek için oldukça idealdi. Mutfağa gittik.
Karnımın açlığını ancak o an fark ettim. “Evet.”
Buzdolabını açıp içerisine göz gezdirdi. “Sandviç ve meyve suyuna ne dersin?”
Başımı onaylarcasına salladım. “İyi olur.”
Birlikte sandviç hazırladık. Yemekleri ve içecekleri alarak masaya geçtik. Aramızda son günlerde bir şeyler değişmişti; gerilim yoktu, samimiyet ağır basıyordu. Pedro'nun yanımda olduğunu, beni gerçekten desteklediğini hissediyordum. Bu his… garip bir şekilde içimi rahatlatıyordu.
Yemek bittikten sonra ikimize de kahve yaptım. Kupanın sıcağını avuçlarımda hissederken zihnimi bir süredir meşgul eden soruyu artık görmezden gelemedim.
“Pedro… Daha önce akademide böyle bir şey yaşandı mı? Bir takipçi bir öğrencinin peşine düştü mü?”
Bir an için Pedro'nun ifadesi değişti. Gözleri gölgelerle kaplandı, çenesindeki kaslar sıkıldı. Yara izlerini bilirdim. Bazıları bedende kalır, bazılarıysa ruha kazınırdı. Onunkinin hangisi olduğunu görmek zor değildi.
Sesindeki soğukluk içimde bir şeyleri sıkıştırdı.
“Kim olduğunu sormamda bir sakınca var mı?”
Bakışlarını kahvesine indirdi. Ardından hiç beklemediğim bir isim fısıldadı: “Luna.”2
Bir süre sustu, sonra ekledi. “İlk öğrencim. İlk aşkımdı.”1
Di’li geçmiş zaman... Her zaman yara izleri taşırdı. İçimde garip bir sıkıntı yükseldi. Pedro’nun yarası tam olarak neydi?
“O zamanlar tecrübesizdim,” diye devam etti. “Ona duyduğum hislerin derinliğini anlayamamıştım. Asi ve hırçın tavırları beni kendine çekmişti. İlk geldiğinde onu ben eğitmek istedim. Onunla ilgilenmek istedim. Çok yetenekliydi. Hızla gelişti. Fakat… onu koruyamadım, Lucia.”
Sesi titrediğinde, derinlerde saklanan bir kırılganlığın su yüzüne çıktığını hissettim. O, güçlü ve kararlı Pedro gitmişti. Yerinde, içindeki ağırlığı gizleyemeyen bir adam vardı.
O iki kelime, odadaki havayı soğuttu. Şöminedeki ateş hâlâ yanıyordu, ama Pedro’nun sesinde buz gibi bir acı vardı.
“Luna, ışığıyla herkesin dikkatini çekmişti. Onu kıskananlar vardı, arkasından oyunlar oynandı. Ona olan sevgim beni kör etmişti, Lucia. Gözümün önünde bir tuzağa çekildiğini fark edemedim. Anladığımda ise… çok geçti.”
İçimi saran ağırlık neredeyse nefesimi kesiyordu. Pedro’nun Luna’ya olan sevgisi hâlâ bir iz bırakıyordu. Ama daha fazlası vardı. Suçluluk. Pişmanlık.
Bir süre hiçbirimiz konuşmadık. Zaman, geçmişin yankıları arasında durmuş gibiydi. Sonra Pedro’nun sesi yeniden yükseldi, ama bu kez daha farklı bir tonla.
“İşte bu yüzden senin için endişeliyim.”
“Seni de kaybetmekten korkuyorum, Lucia.”
Sözlerinin ağırlığı içime bir taş gibi oturdu. Onu teselli etmek istedim, ama ne söylesem yetersiz kalacaktı. Luna, Pedro’nun hâlâ kapanmayan yarasıydı… ve şimdi o acının bir parçasını ben de hissediyordum.
“Bu yüzden hepiniz endişelisiniz ve sorunu çözmek istiyorsunuz,” diye fısıldadım.
“Evet,” diye başını salladı. “Tehlike yakın ve seni korumak zorundayım. Sana zarar gelmesine izin veremem.”
İç çekerek başımı iki yana salladım. “Ama ben onun kadar özel değilim.”
Pedro’nun bakışları üzerime kilitlendi. İçinde, anlamlandıramadığım bir yoğunluk vardı. “Kendin hakkında fazlasıyla yanılıyorsun.”
Lucas’ın Pedro hakkında söyledikleri aklıma geldi. Haklı olabilir miydi?
Pedro, duygularını fazlaca açığa çıkardığını fark etmiş olacak ki, bakışlarını hızla kaçırdı. Sonra bir karar vermiş gibi ayağa kalktı.
“Seni ondan daha iyi eğiteceğim, Lucia.”
Bu, bir sözden çok bir yemindi. Gözlerimi ona diktim. Bir şey söylemedim. Gerek de yoktu.
Pedro ciddiyetini koruyarak konuştu: “Şimdi eğitime başlayalım mı?”
Derin bir nefes aldım. “Evet.”
O gün ileri seviye eğitimime başladık. Saatler boyunca durmadan çalıştık. Pedro, her hareketimi dikkatle izledi. Hatalarımı anında düzeltti, pes etmeme izin vermedi. Yorgunluk kaslarımı yakarken bile durmamı istemedi.
Akşam olduğunda Pedro’nun yüzündeki memnuniyet ifadesini yakaladım.
“İyisin.” dedi. “Daha da gelişeceksin.”
Kelimeler, yorgun zihnimde yankılandı. “Teşekkür ederim.” dedim, içtenlikle.
Pedro hafifçe başını eğdi. “Hadi, içeri geçelim.”
O gece, geçmişin yükleri üzerime düşerken, gölgeler ağırlaştı—o an, bir şeylerin geri dönülmez şekilde değiştiğini hissettim. Akşam yemeğini birlikte yedikten sonra Pedro, biraz dışarı çıkacağını söyleyerek beni şöminenin karşısında yalnız bıraktı. Onun arkasından kapı kapandığında, odada yalnızlığın sıcak ve ağır sessizliği yankılandı.
Kendi kendime sıcak bir kakao hazırlayıp şöminenin karşısındaki koltuğa oturdum. Alevlerin titreşen ışığında kaybolan düşüncelerimle baş başaydım. Telefonumu elime aldım, parmaklarım ekranda gezinirken zihnim hâlâ dağınıktı.
Sonra kapı çaldı. İrkildim. Pedro'nun bu kadar çabuk döneceğini sanmıyordum. Kapıyı açtığımda karşımda Pedro değil, Lucas duruyordu. Gecenin karanlığında gözleri daha da derin, bakışlarındaki ifade daha da çarpıcı görünüyordu.
“Eşyalarını topla, S. Seni odana götüreceğim.”1
Sesi otoriter ve sertti. Hiçbir tartışmaya yer bırakmayan o keskin tonuyla konuşmuştu.
Kaşlarımı çattım. “Bu gece burada kalacağım.”
Lucas, kapıyı arkamdan kapattı. Evin içindeki sıcaklık yerini onun getirdiği soğuk rüzgâra bıraktı. Bir adım bile atmadan bileğimi yakaladı.
“Onunla burada kalmana izin vereceğimi mi sandın?”1
Bir sıcak bir soğuk. İçimde bir şeyler kırıldı. Bileğimi hızla çekip kurtardım.
“Seni ve yaptıklarını çözmek imkânsız.”
“Sana zaman tanıyacağımı söyledim,” dedi Lucas, sesi öfkeyle titreşiyordu. “Ama şu an, onunla yalnızken bu evde kalamazsın.”
Öfkesi, odadaki şömine ateşinden bile yoğundu. Etrafımızı sarmış gibiydi. Yanıyordu. Ama Lucas yanarken, etrafındaki her şeyi de yakıyordu.
Derin bir nefes aldım. “Bu seni ilgilendirmez.”
Lucas bir adım daha yaklaştı. Gölgesi üzerime düşerken, sesi karanlık bir tehdit gibi yayıldı.
“Hem de öyle bir ilgilendirir ki, Lucia.” Gözlerini gözlerime dikti. “Şimdi eşyalarını topla ve benimle gel.”
Çenemi kaldırdım, gözlerim öfkeden kısıldı. “Beni delirtiyorsun.”
İnce bir gülümsemeyle gözlerimin içine baktı. “İyi. Seni delirtmek hoşuma gider, S.”
O an, kelimeler bile bıçak gibi keskinleşmişti.
“Şimdi eşyalarını ya sen toplarsın ya da ben,” dedi, sesi tehditkârdı. “Çünkü buradan tek başıma ayrılmayacağım.”
Ayağımı sertçe yere vurdum, dişlerimi sıktım ve merdivenlere yöneldim. Tam adımımı atmıştım ki, bileğim bir kez daha Lucas’ın güçlü elleri tarafından yakalandı. İkimiz de burnumuzdan soluyorduk.
Gözlerim alev almış gibiydi. Öfkeyle bileğimi çekip merdivenleri tırmandım. Her adımda, içimde büyüyen gururum beni durdurdu. Kendini ne sanıyordu? Merdivenlerin tepesine vardığımda durdum. Onun koyu bakışlarıyla çarpıştım. Gözlerimde ateş, kalbimde bir fırtına vardı.
Lucas bir süre sustu. Gözlerimin gerisinde bir şeyler ararcasına baktı. İçimde saklı olanı çözmeye çalışıyordu. Sonra, bir şeyler anlamış gibi yüzü aniden donuklaştı.
Sesi sert ve soğuktu. Arkasını döndü ve kapıyı büyük bir gürültüyle çarparak çıktı. Ve gitti. Gerçek bir fırtınaydı. Yok eden, mahveden, en çok da yerle bir eden bir fırtına. İçim ürperdi. Bedenim değil, ruhum üşüyordu. Sessizce odama girdim. Kapıyı kapattım. Yorganı üzerime çektim. Ama soğuk, kalbimin derinliklerine kadar işliyordu.
Beni hayal kırıklığına uğratmıştı. Beni kalbimden yaralamıştı.
Hayal kırıklıkları… neden ruhumuzun kaldırabileceğinden daha ağırdı?
Lucas
Pedro’yla ders çalıştıktan sonra odasına döneceğini düşündüğüm için saatlerce bekledim. Ama Marino gelip de ikisinin de kulübede kalacağını söylediğinde… içimdeki öfke infilak etti. Hiç vakit kaybetmeden hazırlandım ve karşısına çıkmaya karar verdim.
Ama onun o tavrı… O inatçılığı… İlk kez hoşuma gitmemişti.
Evden çıktığım an Pedro’yla burun buruna geldik.
Buz gibi bir bakışla ona karşılık verdim. “Benim daha iyi bir sorum var, Pedro… Senin burada Lucia ile ne işin var?”
Gözlerini kaçırmadı. Sakin ama kararlı bir sesle konuştu. “İyi değildi. Kafasını toparlaması için böyle bir zamana ihtiyacı vardı.”
Bir adım attım, yakasını sertçe kavradım. “O benim. Ondan uzak dur.”
Pedro’nun korkacak biri olmadığını biliyordum. Ama benim kim olduğumu da bilmiyordu. Neler yapabileceğimi de…
Yakasını bırakıp bir adım geri çekildiğimde, o soğuk bakışlarını üzerime dikti.
“Sen iyi bir adam değilsin, Lucas. Esas ondan uzak durması gereken sensin.”
Gözlerim kısıldı, alaycı bir tebessümle onu süzdüm.
“Ben, bu hayatta Lucia’ya zarar vermeyecek tek kişiyim. Ondan uzak dur, Pedro. Bu ilk ve son uyarım olsun. Çünkü bir dahakine uyarmam. Eylemleri ve sonuçlarını her zaman daha etkili bulurum.”
Omuz atarak yanından geçip giderken Marino önümde durdu.
“Bana bir mont getir. Tüm gece burada olacağız.”
Yanımdan ayrılırken Lucia’nın odasının olduğu arka tarafa ilerledim. Marino yarım saat sonra mont ve uyku tulumlarıyla döndü.
Öfkeli bir şekilde montu elinden kaptım.
“Sakin ol patron, gözümü bile kırpmayacağım.”
Yanıt vermedim. Ön kapıda nöbet tutmaya giderken, ben de Lucia’nın penceresinin altında durdum. Zaman ilerledikçe sabrım tükeniyordu. Sonunda telefonumu çıkarıp mesaj attım:
“Sana zaman tanımak bazen düşündüğümden de zor oluyor, S.”
Mesajımı gördü. Ama yanıtlamadı. Dakikalar saatlere dönüştü. Sonunda telefonum titrediğinde, kalbim tekledi.
“Beni bazen bir kâbusun ortasında bırakıyorsun. Baş edemiyorum, Lucas. Ne çıkardığın fırtınayla ne seninle… ne de kalbimle.”
Mesajın hemen ardından, odasının ışığı yandı. Beş dakika… On dakika… Sonra ışık söndü. Telefonum çaldığında hiç vakit kaybetmeden açtım.
Tek kelime etmeden telefonu kapattım ve hızla evin önüne yürüdüm. Onu gördüğüm an, tereddütsüz durdurdum. Gözlerinin etrafı kızarmıştı. Beni gördüğünde, sorgulayan bir ifadeyle inceledi.
Ona doğru bir adım attım. “Gidemedim.”
Yanıtlamadı. Bakışlarını kaçırdı ve yürümeye devam etti. Onu yeniden durdurduğumda, bana bomboş gözlerle baktı.
Sertçe gülümsedi. “Ama üzdün… ve kırdın. Şimdi beni bırak.”
“Bana zaman tanıyacağını söylemiştin. Onun için benden uzak dur.”
Beni en kötü yerimden vurmuştu. Çünkü ben sözlerimi her zaman tutardım. Sertçe nefes aldım, içimde büyüyen karanlığı kontrol etmeye çalışarak.
“Peki… Sadece seni odana götürmeme izin ver.”
Üstümdeki montu çıkardım ve ona giydirdim. Şaşkınlığı her hareketimle arttı. Ama umurumda değildi. O benimdi. Benim narin ve güzel ay tanrıçam… Kalbime sahip olan tek kişiydi. Ve o… bana aitken başka bir erkekle yakınlaşamazdı.
Çenesini nazikçe tuttum, başını kaldırıp gözlerimin içine bakmasını sağladım.
“Bana kızma.” Sesim alçaktı ama tehditkârdı. “Seni onunla veya herhangi bir erkekle bırakmazdım. Olmaz, S.” Beline uzanıp onu kendime çektim. “Benim dışımda kimseyle yalnız kalamazsın.”1
Gözleri büyüdü. Şaşkınlıkla nefes aldı. “Sen—”
Başımı eğdim, dudaklarına fısıldadım. “O cümleyi tamamlama.”
Sonra… ona eğildim. Burnunun ucuna hafif bir öpücük kondurdum.
“Takıntılı biri değilim. Hiçbir zaman olmadım.” Sıcak nefesini hissettim. “Aşık olana kadar.” Gözlerimi kapattım, kokusunu içime çektim. “Üzgünüm, S… Özellikle de bunun için.”
Bir şey söyleyecekti. Onu öptüm. Ağzından çıkacak kelimeyi ve nefesini çaldım. Dudaklarımız buluştuğu an içimde bir deprem koptu. O kadar yoğundu ki… O kadar gerçekti ki… Ona olan hislerim… çok yoğundu. Dudaklarını ele geçirdiğimde, öfkesi dindi. Şimdi sadece teslimiyetinin ve çaresizliğinin tadını alıyordum. Sevgiye olan açlığını hissediyordum.
Yakamı kavrayıp beni kendine çektiğinde, daha da sıkı sardım onu. Alevler… Onunlayken sadece kontrolsüz alevler vardı. İçimde, bedenimde, her yerde. Geri çekilme gücünü kendimde bulduğumda, gözlerini açamıyordu. Nefesi hızlanmış, parmakları göğsümde gerilmişti.1
O an ağzından çıkacak kelimenin beni darmadağın edeceğini asla tahmin etmemiştim.
“Sanırım… hem yaram hem de merhemim olacaksın, Lucas.”1
O cümle… beni mahvetti. Parmak ucunda yükseldi. Dudaklarını bana yaklaştırdı. Öpmesini bekledim. Ama öpmedi. Geri çekildi.
Saçlarını avuçlarımın içine aldım, dudaklarına fısıldadım.
Sonra… Onu bir kez daha öptüm. Aklımın ve zihnimin tek bir düşünceyle dolmasına izin verdim. Lucia. Esas o, benim hem ilacımdı hem yaram.
Bazı aşklar tam olarak böyleydi. Sizi ele geçirir. Sizden yeni bir insan yaratır. Hem yaralar hem de iyileştirirdi.
Onun için deliriyordum. Onun için mahvolmayı göze alıyordum. Çünkü o benimdi. 1
Benim başlangıcım ve sonsuzluğumdu.
Henüz bilmese de… bir tehlikenin içindeydi. Korkularım çoktu. Endişelerim fazlaydı. Bazı gecelerin sonu yoktu. Bazı şeyler unutulmuyordu. Unutulmayanlar uyutmuyordu. Ama korkularıma önemli değildi. Çünkü her şeye rağmen bir planım vardı. Sağlam bir plan. Onu kurtaracak bir plan.
Son kez geri çekildiğimde çantasını aldım, elini tuttum.
“Hadi seni odana götürelim, S.”
Kaşlarını çattı. “Bana sürekli S mi diyeceksin? Ama neden?”
Gülümseyerek omuz silktim. “Belki bir gün bunun gerçek anlamını da konuşuruz.”
Sahte bir öfkeyle kollarını göğsünde kavuşturdu.
“O zaman geldiğinde… ilk öpücüğümü çalmandan da bahsedelim.”
Karanlık bir gülümsemeyle ona döndüm. “Tüm öpücüklerin benim, S. Bunu garanti altına aldım.”
Durdu. Bana şaşkın bir ifadeyle baktı. “Bu ne anlama geliyor?”
Önüme döndüm, adımlarımı ağırlaştırdım ve gülümsedim.
“Dört bir yanını sardım, S. Artık ne gidişlerin ne dönüşlerin ne de kaçışların sana ait… Hepsi bana yazılmış bir kader artık. Seni asla yalnız bırakmayacağım.”
Beni durdurmadı. Ama direnmeyi de bıraktı. Sessizce peşimden geldi. Son sözlerim, aramızdaki havaya mühürlenmiş bir vaat gibi yankılandı.
“Ben senin gölgenim, güzelim… Ve gölgeler asla terk etmez.”1
Okur Yorumları | Yorum Ekle |