19. Bölüm

18

kitsudaphne
kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

OY VE YORUMLARINIZLA DESTEK OLURSANIZ SEVİNİRİM.

INSTAGRAM, TİKTOK VE YOUTUBE'DAN TAKİP ETMEK İSTERSENİZ; @MİSTYVİBE3

 

DAHA FAZLA KARAKTER TANITIMI VİDEOSU İÇİN INSTAGRAM VE TİKTOK;

@MİSTYVİBE3

 

“Ateş tarafından sevilmek, kül olmayı göze almak demektir.” — Lucia

Lucia

Ertesi sabah gözlerimi açtığımda, Lucas koltukta oturuyordu. Gözleri telefon ekranına odaklanmış, yüzünde her zamanki o soğukkanlı ifade vardı. Uyandığımı fark ettiği an, telefonu bir kenara bıraktı ve bana yaklaştı. Yorgun bakışlarının derinlerinde karmaşık bir his vardı; Lucas’ı tanıyordum, bu hislerin altında daha güçlü bir şey saklıydı.

“Günaydın, S.” dedi, sesi alçak ve tınısında saklı bir sükûnetle yankılandı.

Birbirimize her yaklaştığımızda, aramızdaki çekimden çok daha fazlası bizi birbirimize bağlıyordu—sanki kördüğüm oluyorduk. Lucas’ın yüz hatları her zamanki gibi sert, ama durdurulamaz bir çekiciliği vardı. Yine de beni en çok etkileyen gözleriydi. O bakışlar… içimi delip geçen, en karanlık köşelerime bile nüfuz eden bir güç taşıyordu.

Henüz bir kelime bile etmeden, parmakları yüzüme doğru yaklaştı. Bana dokunmamıştı, ama tenimde varlığını hissedebiliyordum. Aramızdaki mesafe daralırken, varlığı tüm benliğimi sarıyordu. Nefesi dudaklarından dökülürken, sesi derinden ve etkileyici bir tınıyla yankılandı.

“Nasılsın?”

Boğazımı temizleyip cevap verdim. “İyiyim.” Ama sesimdeki hafif titremeyi saklayamamıştım.

Gözleri bir an dudaklarıma kaydı, sonra tekrar gözlerime kilitlendi. Hava yoğunlaşmıştı. Her nefes alışım, onun varlığıyla daha da ağırlaşıyordu. Lucas ise kendini dizginleyerek bekliyordu. Ama uzun sürmeyeceğini biliyordum. O an beni öpeceğini düşündüm. Başını yavaşça eğdi, nefesi tenime değdiğinde içimde bir ürperti dolaştı. Gözlerinde karanlık bir ışık parladı. Yakınlığı zihnimi bulanıklaştırıyordu. Parmakları usulca boynuma dokunduğunda, içimde tuhaf bir yangın başladı.

“Lucia…” diye fısıldadı. Sesinde kontrol altındaki bir tehlike saklıydı. “Beni zorluyorsun.”

Nefesi yanağıma dokunduğunda, dizlerim titredi. O bakışlar beni çıldırtıyordu. Ne kadar anlaşılmaz olursa olsun, gözleri ruhuma işliyordu. O an anladım—aramızdaki sınır neredeyse yoktu. Ben sadece onun gözlerinde var olan bir gerçekliktim. O ise her şeyi kontrol eden bir avcıydı. Kurallar onundu.

“Sen de beni…” diye fısıldadığımda, bakışları değişti. Karanlık derinleşirken etrafımızı alevler sardı. Dudakları dudaklarıma indiğinde tek bir şey düşünüyordum—Lucas ateşti. Ve onun tarafından sevilmek, kül olmayı göze almak demekti.

Aniden geri çekildi. Aynı anda kapı açıldı. Lucas’ın içgüdüleri beni her zaman şaşırtıyordu. Sanki her şeyi önceden biliyor, kontrolü asla kaybetmiyordu.

Chloe gülümseyerek yanıma yaklaşırken, Carlo elindeki çantayı koltuğa bıraktı. O an, nefes alıp vermek kadar kısa süren bir zaman diliminde Lucas ile Carlo arasında sessiz ama yoğun bir gerilim yaşandı. Bakışları keskin, içindeki anlam derindi.

Bunu görmezden gelmeye çalışarak, “Günaydın,” dedim.

Chloe yanıma gelip yanağıma hafif bir öpücük kondurdu. Carlo ise her zamanki soğukkanlılığıyla yanıma yaklaştı ve alnımdan nazikçe öptü. Onunla aramızdaki bağ zamanla derinleşmişti—ona duyduğum güven sarsılmazdı. Chloe ve Carlo ailem gibiydi.

“Nasılsın, bebeğim?” Chloe’nin sesi sıcacıktı, her zamanki gibi içimi ısıtan bir neşeyle yankılandı.

“İyiyim, Chloe,” dedim hafifçe gülümseyerek.

Chloe, ardından Lucas’a döndü. “Dün konuşamadık, nasılsın Lucas?”

Lucas’ın bakışları nihayet Carlo’dan ayrıldığında, sesi her zamanki gibi kontrollü ve ölçülüydü. “İyiyim, Chloe. Ya sen?”

“Ben de iyiyim,” dedi Chloe, Carlo’ya kısa bir bakış attıktan sonra. Gözleri kısa bir an tereddüt etti ama sonra rahat bir ifadeye büründü. “Carlo ile tanışıyor musun?”

Lucas’ın bakışları, Carlo’yu tartıyormuş gibi her detayı inceliyordu. Carlo ise ifadesiz, tamamen sakin bir duruşla karşılık verdi. Aralarındaki sessizlik, görünmeyen ama yoğun bir güç savaşı gibiydi—sözsüz bir gerilim, ama hissedilmeyecek gibi de değildi.

Lucas kısa ve keskin bir tonla cevap verdi. “Evet.”

Tam o sırada, doktor ve bir hemşire odaya girerek gerilimi bir bıçak gibi kesti.

“Test sonuçlarım nasıl?” diye sordum, dikkati dağıtmak için. Doktor sonuçları kontrol ederken, Chloe ve Carlo birbirlerine kısa bakışlar atmayı sürdürdüler.

“Bugün taburcu olacaksınız. Sonuçlarınız gayet iyi,” dedi doktor.

Bu haber bile Lucas’ın yüzündeki kasvetli ifadeyi dağıtmamıştı.

“Lucia’nın çıkış işlemlerini başlatabiliriz,” dedi hemşireye bakarak.

Onlar çıkarken Chloe elimi tuttu, gözlerinde hafif bir hüzün belirdi. “Bu arada Esther ile konuştuk. Danışmanın Pedro oldu,” dedi, sözlerini dikkatle seçerek. Onun için zor bir karar olduğunu hissettim.

“Üzgünüm, Chloe,” dedim, ona hissettiğim suçluluğu saklayamayarak.

“Senden ayrı kalmak beni üzüyor, Lucia. Ama kararının nedenini hepimiz biliyoruz,” dedi, bakışlarında anlama ve destek vardı. “Ne olursa olsun, senin yanındayım.”

Lucas’ın bakışları üzerimizdeydi. Her kelimeyi olması gerekenden daha fazla analiz ediyordu, ama o an hiçbir şey söylemedi. Sadece varlığı, sükûnetin altında yatan fırtınaları kontrol ediyor gibiydi. Chloe’nin elini bırakıp Lucas’a döndüm. Eğilip alnımdan öptü, dokunuşu nazik ama kararlıydı.

“Bir telefon görüşmesi yapmam gerekiyor, geleceğim,” dedi.

Başımı hafifçe salladım. Onun üzerimdeki etkisinin fazlasıyla farkındaydım—sanki görünmez bir iple bağlıydım. Ellerindeydim ve bundan kaçış yoktu.

Lucas odadan çıkarken bakışlarımı Chloe’ye çevirdim. “Peki ya Esther? Tepkisi nasıldı?” diye sordum.

Chloe omuz silkerek, “Biraz şaşırdı ama sonunda kabul etti,” dedi.

Carlo’nun dikkati bizde değildi. Gözleri kapıya takılmıştı, düşünceleri başka bir yerdeydi. Göz göze geldiğimizde hafifçe gülümsedi, ama o gülümsemenin altında bir şeyler saklıydı.

“Sana rapor yazacaklar mı acaba? Doktorunla konuşmam gerek.” Sesi her zamanki gibi net ve mesafeliydi, ifadesi değişmeden konuşuyordu. Sonra, “Hemen dönerim,” diyerek odadan çıktı.

Lucas ile Carlo arasındaki huzursuzluk içime sinmemişti. Belli ki ortada bir şeyler vardı ve ben ne olduğunu öğrenmek istiyordum. Chloe, durumun farkında değilmiş gibi görünse de bundan emin olamıyordum.

Yatağa oturduğunda yüzüne sıcak bir gülümseme yayıldı, gözlerinde küçük pırıltılar yanıp sönüyordu. “Senden gerçekten hoşlanıyor, Lucia. Fark ettin mi bilmiyorum ama… Sana bakışında bir şey var.”

Şaşkınlıkla ona döndüm. “Ne demek istiyorsun?”

Chloe’nin bakışları ciddileşti, yüzünde anlamlı bir ifade belirdi.

“Sanki sen onun her şeyisin.” Chloe’nin sesi yumuşaktı ama kelimeleri keskin bir darbe gibi indi. “Seni izlerken, tamamen ona aitmişsin gibi bakıyor.”

Bu sözleri duymaya hazır değildim. İçimde sakladığım duyguların bir anda açığa çıkacağından korktum ve bakışlarımı kaçırdım.

“Belki de öyledir,” diye fısıldadım, sesim zar zor duyuluyordu.

Chloe’nin gözlerindeki o parıltı, kaçamayacağım bir sorguya çekilmişim gibi hissettirdi. “Ya sen?” diye sordu, bakışları dikkatle üzerimdeydi. “Sen de ondan hoşlanıyor musun?”

Hoşlanmak… bu his için fazla basit bir kelimeydi. Bu, çok daha derin, çok daha karmaşıktı. Tanımlanması imkânsız, dile getirildiğinde ise geri dönüşü olmayan bir şeydi. Sessizce başımı salladım. Sözcükleri dile getiremedim, çünkü eğer bu gerçeği kabul edersem, her şeyin değişeceğini biliyordum.

Chloe, konuyu değiştirmek istercesine kaşlarını hafifçe kaldırarak, “Carlo ile siz ne durumdasınız?” diye sordu.

Bir anda yüzüne neşeli bir ifade yayıldı. “Aramızdaki her şey ciddileşti,” dedi, gözlerinde mutluluğun izleri parlıyordu.

Gülümsedim. “Bu harika, Chloe. Gerçekten birbirinize çok yakışıyorsunuz.”

“Teşekkür ederim, Lucia.” Sesi yumuşadı, ama bu kez gözlerindeki ifade daha ciddiydi.

“İyileşme sürecinde yanımda kalacağın için teşekkür ederim.”

Sözlerinin altında yatan anlamı hemen kavradım—bu, geçmişi geride bırakma, yeni bir sayfa açma vaktinin geldiğinin bir kabulüydü. Bunun için minnettardı.

“Ben de, Chloe,” dedim, aramızdaki sessiz anlaşmayı onaylayarak.

“O zaman hazırlanmana yardım edeyim,” dedi Chloe, eşyalarımı alırken.

Banyoya geçtiğimizde içimdeki karmaşa hâlâ dinmemişti. Üzerimi değiştirdim, ama zihnim Lucas ve aramızdaki o belirsiz gerilimle doluydu. Ne kadar görmezden gelmeye çalışsam da içimde yankılanan o ağırlık peşimi bırakmıyordu.

Kapıyı açtığımda, Pedro’yla birlikte Carlo ve Lucas içeri girdiler. Lucas’ın varlığı, ortamı dolduran yoğun bir enerji gibiydi—keskin, karanlık ve kaçınılmaz. Gözlerindeki gölge etrafa yayılıyordu. Pedro ise bu gerginliği yok sayarak bana yaklaştı.

“Seni iyi görmek güzel, Lucia. Ağrın var mı?” diye sordu, her zamanki sakin sesiyle.

“Biraz var, ama önemli değil,” dedim, ama gözlerim Lucas’tan ayrılmıyordu. Onun bakışları bende değil, Pedro’nun üzerindeydi.

Carlo’nun sesi, odadaki sessizliği böldü. “Üç günlük rapor verdiler, Lucia. Ama dövüş eğitimlerine beş hafta katılamayacaksın. Pedro, doktorunla konuştu. Bazı egzersizler için izin aldık. Bu süre boyunca diğerlerinden ayrı çalışacaksın.”

“Tamam,” diye cevapladım, ama aklım hâlâ Lucas’taydı. Pedro’ya odaklanmış bakışları, avına odaklanmış bir yırtıcınınkiler gibi sakindi—soğukkanlı, ama tehditkâr. Belki de savaş meydanında saldırı anını bekleyen bir komutanın bakışlarıydı…

Chloe’nin sesi havadaki gerilimi yumuşattı. “Buradan çıktıktan sonra, Lucia bir süre benimle kalacak.”

Pedro hafifçe gülümsedi. “Harika bir fikir. Eğer hemen çıkacaksanız size eşlik edebilirim,” dedi.

Lucas, Pedro’dan gözlerini ayırmadan soğuk bir sesle karşılık verdi. “Gerek yok.”

Başka hiçbir kelime sarf etmedi. Sonra, bir anda yanıma gelip ayakkabılarımı aldı. Ne diyeceğimi bilemeden, gözlerimin önünde diz çöküp ayakkabılarımı giydirmeye başladı.

O an odadaki herkes donmuş gibiydi. Kimin yüz ifadesine şaşırsam bilemiyordum. Ama düşünmeye bile fırsat bulamadım… Çünkü Lucas’ın parmakları ayakkabımı bağlarken tenime hafifçe dokunduğunda, içimdeki tüm sınırları zorladı.

Her hareketi, içime işleyen o kontrol edici varlığı daha da belirginleştiriyordu. Farkında olmadan nefesim hızlanmıştı. Lucas başını kaldırıp gözlerime baktı. Kelimelere dökülmemiş duygular, yalnızca gözleriyle bile beni ele geçiriyordu. İçime işliyordu.

Nefesim kesildi. “Eve mi gidiyoruz?” diye sordum, sesimde farkında olmadan yükselen bir titremeyle.

Bir an duraksadı ve sakladığı duyguların gözlerindeki gölgelerde yankılandığını gördüm. “Ne yapmak isterdin?” diye sordu, sesi alçak ve sakin, ama içinde gizlediği gerilim hâlâ oradaydı.

“Biraz sahilde oturamaz mıyız?” diye fısıldadım. Bakışlarındaki karmaşayı hissediyordum.

Lucas’ın ruhundaki fırtına, kelimelere ihtiyaç duymadan bile varlığını hissettiriyordu. O, çözülmeyi bekleyen bir bilmeceydi. Tehlikeli, ama cezbedici. Gözlerindeki yoğunluk beni hem çekiyor hem de geri adım atmam gerektiğini fısıldıyordu. Kaçmamı istiyordu... ama aynı zamanda kaçışı imkânsız kılıyordu.

Böyle anlarda Lucas’ın gölgeleri etrafımda dolaşıyor, beni sarmalıyordu. Ruhum onunla doluyor, varlığını içimde hissediyordum. Ve geriye yalnızca onun oluşturduğu fırtınada kaybolmak kalıyordu.

Ayağa kalktığında, elleri boynuma usulca kaydı. Parmakları, nabzımın üzerinde dolaşırken hissettiğim o sahiplenici şefkat, kalbimi hızlandırdı, nefesimi düzensizleştirdi. Gözlerime bakarken ifadesi yumuşak olsa da altında her zamanki gibi bir güç ve kararlılık yatıyordu. Lucas, her hareketiyle beni avucunun içine alıyordu.

“Yorgun değil misin?” diye sordu, sesi sakin ama içinde gizli bir uyarı taşıyordu. Sanki beni hem koruyor hem de sınırları aşmaya yaklaşıyordu.

Bakışlarımı ondan alamıyordum. Lucas, kalbimi ele geçirmişti; her dokunuşu, her sözü beni derin bir karmaşaya sürüklüyordu. Ama... neden bana güvenmiyordu? Oysa kalbim ve ruhum ona aitti, sadece ona. Yine de Pedro'nun adı her geçtiğinde aramızdaki gerginlik dayanılmaz hale geliyordu. Lucas'ın kıskançlığı, aramızdaki o ince çizgiyi daha da belirgin kılıyordu.

“Değilim,” dedim, neredeyse bir fısıltıyla. Sesimdeki kırılganlık beni bile şaşırtıyordu; onun kontrolüne boyun eğmiş gibiydim, ama aynı zamanda bu kontrolü istiyordum.

Lucas’ın gözlerinde keskin bir dikkat vardı, sanki her hareketimi izleyen sabırlı bir avcı gibi. O kadar güçlü ve kararlıydı ki, aramızdaki bağın ne kadar kırılgan olduğunu hissetmemek imkânsızdı. Beni koruma iç güdüsü kıskançlığı kadar yoğundu. O, farkında olmadan bile beni sarıp sarmalıyordu. Ama ben, bu sınırları ne kadar zorlayabileceğini düşünüyordum.

Sanki ikimiz arasında görünmez bir eşik vardı ve o eşik aşıldığında, geri dönmek mümkün olmayacaktı. Belki de... çoktan aşılmıştı.

Gözlerimde ne gördüyse hoşuna gitmiş olmalıydı. Parmaklarını boynumdan yavaşça çekerken üzerimdeki baskı hafifledi, ama aramızdaki çekim hâlâ oradaydı—kaçınılmaz, derin ve tehlikeli.

“Dinlenmen gerekiyor, tatlı işkencem,” dedi. Sesi, sahiplenici ve sakındığı fırtınalarla yüklüydü. “Sonra istediğin yere gideriz.”

Onun asla kontrolü bırakmayacağını anladığımda, teslim oldum. Ama gerilim, ince bir ip gibi aramızda asılı kaldı, her an kopmaya hazırdı. Lucas gözlerimdeki karmaşayı fark etti. Kulağıma eğildi, sesi derin ve uyarıcıydı:

“Şu an beni zorlama, Lucia. Lütfen. Belki fark etmiyorsun ama şu an burayı dağıtabilecek haldeyim.”

Sözlerinin etkisi henüz dağılmadan, parmakları enseme kaydı, oradan boynuma indi. Dokunuşu, içimde yankılanan bir fısıltı gibi... Sanki her şeyin geri dönülemez hâle gelmesi için yalnızca bir an kalmıştı.

“Peki,” dedim, nefesim kesilmiş hâlde. O geri çekilirken, fark ettim.

Lucas benim için bir tufandı. Beni içine çeken, altüst eden, tüm dengelerimi sarsan bir tufan. Ama en tehlikelisi... O tufanın tam ortasında bile, güvende hissetmemdi.

Bu oyunda kazanmaktan vazgeçmiştim. Eğer ayakta kalabilirsem, bu bir mucize olurdu. Oysa Lucas sadece kazanmak için oynuyordu ve onun sınırları netti. Ben kendi sınırlarımı koruyamıyor, onun her seferinde yeniden inşa etmesine izin veriyordum.

Carlo ve Chloe, Pedro ile konuşarak dışarı çıktıklarında, Lucas ile geride kaldık. Bir anlık sessizlik... Ama bu sessizlik, kelimelerden çok daha fazlasını anlatıyordu. Lucas, bir eliyle çenemi hafifçe kavradı. Bakışlarında, içimi okuduğunu gösteren o tanıdık parıltı vardı.

“Tatlı işkencem...” dedi, sesi alçak ama buyurgandı. “Asla anlamadığın şey ne biliyor musun?” Yüzüme eğildi, nefesinin sıcaklığı tenime dokundu. “Sınırlarını zorladığımı sanıyorsun. Oysa ki sen benim sınırlarımı zorluyorsun. O sınırları yok etmek ve yeniden çizmek zorunda kalan hep ben oluyorum.”

Nasıl oluyordu da, düşüncelerimi böylesine derin anlayabiliyordu?

“Lucas...” dedim, ama kelimeler boğazımda düğümlendi.

Gözlerimin içine baktı, sesi artık yalnızca bir uyarı değil, aynı zamanda bir hüküm gibiydi.

“Lütfen beni bu kadar zorlama. Anlaman gereken bir şey var: Seninle arama girecek hiçbir şeye, hiç kimseye tahammülüm yok.”

Sözleri havada asılı kaldı, ama anlamı çoktan zihnime kazınmıştı.

“Bir gün tamamen benim olduğunda...” dedi, sesi karanlık ve belirgin bir fısıltıya dönüştü. “O duvarların, sınırların... hepsini ortadan kaldıracağım. Ama o güne kadar sabredeceğim.”

Yüzüme dokundu, parmakları hafifçe yanaklarımda gezindi.

“Peki, senin bu duvarlara dayanacak gücün var mı, tatlı işkencem?”

Bunu inkâr edemezdim. Sadece başımı olumsuz anlamda salladım. Kalbimde, ruhumda, onun beni tamamen ele geçirdiğini kabul etmekten başka bir çarem yoktu.

“Öyleyse, buna uygun davran,” dedi, alnıma usulca bir öpücük kondururken. Bu, onun çizdiği sınırdı. Benim boyun eğmemi beklediği an.

Lucas ile odadan çıkarken zihnimde tek bir düşünce yankılandı: Lucas beni tamamen ele geçirmişti. Bu oyunda ya teslim olacaktım ya da her şeyle birlikte yanacaktım. Başka bir seçeneğim yoktu. Dışarıda bizi bekleyen aracı gördüğümde şaşırdım.

“Uzak değil, yürüyebilirim,” dedim.

Lucas konuşmadı, sadece arabayı işaret etti. Hiçbir şey söylemeden bindim. Chloe içerideydi. Diğerleri yürüyerek gelecekti.

Bir an, belimi kavradı ve beni kendine çekti.

“Kalbin benim, Lucia. Bunu unuttuğun her an, sana yeniden hatırlatacağım.”

Lucas… Kalbimde ve ruhumda tamamen hüküm süren oydu. Aramızdaki görünmez bağ, ruhlarımızı sıkıca birbirine kenetliyordu. Kaçış yoktu. Bir kez kalbini verdiğinde, geri dönüş yolları kapanırdı. O kalp artık sevene ait olurdu.

Danışmanlar binasına girdiğimizde Chloe önden gidip asansörü çağırdı. İçeri girdiğimizde bir an başım döndü. Lucas, tereddüt bile etmeden beni kollarına aldı.

“Lucas, gerek yok. Kendim yürüyebilirim,” dedim yumuşak bir sesle.

Gözleri gözlerime kilitlendi, sesi sakin ama sarsılmazdı. “Biliyorum,” dedi. “Ama seni taşımak istiyorum.” İç çekti, bakışları derinleşti. “Kollarımda olman harika bir his, tatlı işkencem.”

Chloe kapıyı açarken, Lucas beni içeri taşıdı.

Lucas

Lucia’yı salona götürdüm. Chloe, onun için koltuğu çoktan hazırlamıştı. Sonraki birkaç gün, dünya benim için küçüldü—sadece Lucia kaldı geriye. Zamanımı, düşüncelerimi, nefesimi ona adadım. Onu izlemek bir alışkanlığa dönüştü; beni yatıştıran, içimdeki kaosu dindiren bir ritüel halini aldı. Artık yanında olmak bir seçim değil, bir zorunluluktu. O, sadece hayatımda değildi. O, hayatımın ta kendisiydi.

Cuma akşamı Chloe, Carlo’nun yanında kalacağını söylediğinde içimde bir rahatlama hissettim. O gece, Lucia göğsümde uykuya daldığında, uzun zamandır ilk kez gerçekten nefes aldım. Ne kabuslar vardı ne de sabaha karşı uyanmalar. Zihnim, uzun süredir olmadığı kadar sessizdi.

Sabah gözlerimi açtığımda, o hâlâ uyuyordu. Uzun uzun izledim. Her halini, her nefes alışını, yüzündeki huzuru hafızama kazıdım. Onun uyanmasını beklemek yerine, ona bir şeyler hazırlamak istedim. Bunu yapmak zorunda olduğum için değil. Onu mutlu etmenin, benim için nefes almak kadar doğal oluşundan.

Sessizce yataktan kalkıp mutfağa geçtim. Her şeyini bildiğim kadının en sevdiği kahvaltıyı hazırladım: yumurta beyazı, tam buğday ekmeği, taze meyveler ve kahve. Kahveyi demlerken dudaklarımın kenarında farkında olmadan bir gülümseme belirdi. Birazdan bu kokuyu alacak ve uyanacaktı.

Ayak sesleri duyulduğunda içimde keskin bir heyecan dalgası yükseldi. Lucia kapıda belirdi, gözlerindeki şaşkınlıkla. Yavaşça yaklaştı, mutfağı süzdü, sonra bana baktı. Gözleri, cevapsız kalan bir sorunun izlerini taşıyordu.

“Lucas? Ne yapıyorsun?” Sesinde merak ve biraz da temkin vardı.

Ondan gözlerimi ayırmadan, sandalyeye yönlendirdim. “Kahvaltın hazır, gel otur.”

Tereddüt etti. Ama sonunda masaya yaklaşıp oturdu. Önündeki tabaktaki yiyecekleri tek tek incelediğinde, yüzündeki şaşkınlık yavaşça hayranlığa dönüştü.

“Sevdiğim her şey burada,” diye fısıldadı.

Aklında tek bir soru vardı. “Bunları nereden biliyorsun?” Bakışlarında yankılanan ve yüzüne yansıyan o tatlı şaşkınlık her seferinde hoşuma gidiyordu.

Omuz silkip hafifçe gülümsedim. “Evet, Lucia. Seninle ilgili her şeyi biliyorum.”

Bana uzun uzun baktı. Sonra anladığını belli eden o gülümsemeyi yaptı. O an, içinde benim adımı taşıyan bir iz bıraktığımı biliyordum. Bu iz, benim için her şeyden daha önemliydi.

Kahvaltıdan sonra Lucia’yla oturma odasına geçtik. “Bugün ne yapmak istersin?” diye sordum, gözlerim ona kilitlenmişti.

Gözlerindeki ışıkla birlikte hafifçe gülümsedi. “Sahilde yürüyelim mi?” dedi.

“Tabii,” diye yanıtladım. Ona her istediğini verebilecek yanım tamamen bir karmaşaydı.

Hazırlanmak için odaya giderken onu izledim. Bir süre telefonuma göz gezdirdim, ama Eduardo’dan hâlâ bir haber yoktu. İlk kez bu durum beni rahatsız etmiyordu. Lucia’yla geçirdiğim hiçbir anı gözden kaçıramazdım.

Birlikte dışarı çıktığımızda, sahil Lucia’nın ruh hali gibi sakin ve dingindi. Kumlara oturduk, Lucia dizlerini kendine çekip kollarını etrafına sardı. Gözleri bana dönüktü.

“Lucas?” diye fısıldadı. Sesinde belli belirsiz bir tereddüt vardı. “Benden sakladığın gerçek ne?”

Biliyordu. Sezmişti. Ama öğrenmekten korkuyordu.

Bir anlığına donakaldım. Yüzümde beliren gölgeyi hemen kontrol altına aldım. Duygularımı ele vermemeliydim. Her kelimenin bir zamanı vardı. Gerçekler, onları duymaya hazır olmayan kulaklarda yankılanmazdı.

“Lucas… Bunu daha önce de söyledim. Aramızdaki bu sessizlik, bizi birbirimizden uzaklaştırıyor.”

Ona baktım. Kaç gündür giderek daha da yakınlaştığımızı sanıyordum. Ama yanılmıştım. O, bakışlarımı okuyordu. Gerçeği hissediyordu.

Bana döndü. Avuçlarını yüzümün iki yanına yerleştirdi.

“Bana her baktığında gözlerinde aşk kadar karanlık da var, Lucas. Söylemek isteyip de sustuğun şey ne?”

Savaş alanı gibi bir şeydi aşk. Her adımda kaybedilenler, her bakışta kazanılan zaferler…

Dudaklarımı araladım ama konuşmadım.

“Her zamanki gibi… konuşamazsın,” derken yüzünde beliren hayal kırıklığı canımı yaktı.

“Şu an sadece seninle olmaya ihtiyacım var.”

Onu kendime çektiğimde direnmedi. Başını göğsüme yasladı. Varlığı, zihnimdeki fırtınayı dindiriyordu. Onun yanındayken eksik hissetmiyordum. Dünyadaki her şey tamamlanıyordu.

Başını kaldırdı. Gözlerime baktı. Derin, sessiz bir hüzün vardı içinde.

“Sana ihtiyacım var, S. Her an, her dakika.”

Bu kez o beni kendine çekti. Beni ilk kez o öptü. Tüm sesler sustu, dünya silikleşti ve sadece o kaldı. Bir girdap gibi beni kendine çekiyordu. Onu kucağıma çektiğimde itiraz etmedi. Ve ben de karşılık verdim. Bu aşk yakıcıydı. Ama çoktan teslim olmuştuk.

Zor da olsa kendimi geri çekmeye zorladım. Bunu yaparken içimde yankılanan boşluğu görmezden gelmeye çalıştım. Lucia gözlerini açtığında, dudaklarından tek bir kelime döküldü.

“Bir gün her şeyi bana anlatmanı isteyeceğim, Lucas.”

Başımı hafifçe eğdim, ensesindeki saçları parmaklarımın arasına aldım ve dudaklarına fısıldadım.

“Anlatacağım, S.”

Bu kez ben ona teslim oldum. Dudaklarım tekrar dudaklarına kapandı, aramızdaki gerilim nefes aldırmaz bir yoğunluğa bürünmüştü. Ama telefon sesi, anı acımasızca böldü. Lucia hızla kucağımdan indi, nefes nefeseydi.

Elimi cebime attım ve arayan isme göz gezdirdim.

“Merhaba, Chloe?”

Lucia sessizce beni izlerken, karşı tarafı dinledim.

“Daha iyiyim.”

Chloe konuşurken Lucia’nın bakışları üzerimdeydi. Bir süre sessiz kaldı, sonra hafifçe başını eğdi.

“Sorarım ama kalır sanırım.”

Sözleriyle birlikte gülümsemesi tüm yüzüne yayıldı.

“Görüşürüz, Chloe.”

Telefonu kapatır kapatmaz kollarını boynuma doladı, yüzüme baktı.

“Chloe bugün gelemeyecek. Esther bir konuda yardımını istemiş.”

Gözlerindeki beklenti ağırdı. Söylemesine gerek yoktu.

“Yanında kalırım, S.”

Burnunun ucuna küçük bir öpücük kondurdum.

“Bu akşam ne yapmak istersin?”

Gözleri heyecanla parladı. “Film gecesi?”

Gülümseyerek başımı salladım. “Olur. Sen filmi seç, ben de yiyecek işini hallederim. Özel olarak istediğin bir şey var mı?”

Lucia hafifçe başını iki yana salladı. “Hayır. Ne istersen, olur.”

Onun bu basit cevabı bile içimde bir yerlere dokundu. Hep bu kadar az şey istiyordu ama ben ona her şeyi vermek istiyordum.

“O zaman kalkalım mı?”

Eve doğru yürüdük. Lucia’nın biraz dinlenmesi için ona zaman tanırken, ben de kendi işlerime döndüm. Ama aklım, hala onun koyu bakışlarında, hala dokunuşlarında, hala nefes alışında takılı kalmıştı.

Son birkaç gündür Eduardo’dan haber alınamaması canımı sıkıyordu. Sessizliği huzur verici olmalıydı, ama bende tam tersi bir etki yaratıyordu. Bu kez ilk adımı ben attım ve ona mesaj gönderdim.

“Lucia henüz dinleniyor. Yeni bir gelişme yok.”

Cevabı keskin ve sertti. “Bu anların tadını çıkar, Dante. Onu şimdilik rahat bırakıyorum. Ama bu, sadece Lucia’yı daha da zor duruma sokmamın bir yolu. Satranç tahtasında daima bir adım öndeyim.”

Bunları söylemesine karşın, Eduardo hiçbir zaman sadece izlemekle yetinmezdi.

“Bütün hamlelerini görüyorum, Eduardo. Ama unutma, satrançta bir piyon bile oyunu kazanabilir ve ben bir piyon değilim.”

“Bu oyunda beni şaşırt. Çünkü sular ısınıyor, Dante.”

“Savaş daha yeni başlıyor, Eduardo. En iyi oyunlar beklenmedik hamlelerle kazanılır, unutma.”

Mesajı gönderip telefonu masaya bıraktım. İçimdeki gerginlik damarlarımda dolaşıyor, her kasımı sertleştiriyordu. Tam o sırada Lucia geldi ve hiçbir şey sormadan yanıma sokulup bana sarıldı. Kolları bedenime dolandığında, her şey birkaç saniyeliğine sustu.

“Bu ilaçlar yüzünden sürekli uyuyor gibiyim. Bıraksam olmaz mı?”

“Doktoruna sorarım.”

Sesim istemsizce sert çıkmıştı. Lucia başını kaldırdı ve endişeyle gözlerime baktı.

“Neyin var?”

Bakışları üzerimde uzun süre gezindi, benden kaçmıyordu.

“Bir şey canımı sıktı ama…”

Cümleyi tamamlamadım. Bilgisayarımı masaya bıraktım ve ona döndüm.

“Bir film seç, S. Kafamı dağıtmam lazım. Ben de yiyecek bir şeyler alayım.”

Koltuktan kalkmaya yeltendiğim anda kolumu yakaladı. Tutkusu, ihtiyacı, beklentisi tenime işliyordu.

“Benden uzaklaşıyorsun. Yine.”

Gözleri, içinde fırtınalar kopan bir okyanus gibiydi. Ama onun bilmediği bir şey vardı.

“Senden uzaklaşamam. Senden gitmem ise söz konusu bile değil.”

Dudaklarını hafifçe ısırdı, ama tatmin olmamıştı.

“Bunu bana ispatla, Lucas.”

Gerçekleri istiyordu. Şu an ona veremeyeceklerimi… O masumiyet, o beklenti… Beni mahvediyordu. Yüzüne eğildim. Bir elim saçlarından yanağına, oradan çenesine indi. Tek elimle çenesini kavradığımda nefesi hızlandı.

“Bir gün her şeyi konuşacağız, S. Ve o gün bir karar vermeni bekleyeceğim. Ama eğer seçimin ben olursam… işte asıl o zaman her şey değişecek. Kendi isteğinle bana geldiğinde… bir daha gitmene izin vermeyeceğim. Bir kez bana adım attığında, başka bir yola ihtiyaç duymayacaksın. Kalbimde, birbirimize bağlı kalacağız, tatlı işkencem.”

Gözleri büyümüştü, dudakları şaşkınlıkla aralanmıştı. Ama içinde korku yoktu.

“Ama unutma, S… Seni hep bekleyeceğimi, senden asla vazgeçmeyeceğimi ve seni hep koruyacağımı… Unutma.”

O an, zamanı durdurabilmeyi isterdim. Ama yapamazdım. Geri çekildiğimde bakışları üzerimdeydi. “Birazdan gelirim,” dedim ve arkamı döndüm. Birbirimizden kaçamazdık. İkimizde farkındaydık. Çünkü tüm kaçış ve geri dönüş yolları çoktan kapanmıştı.

Restorandan Lucia’nın sevdiği pizzadan alıp yukarı çıktım. Eve döndüğümde, o çoktan koltukta beni bekliyordu. Dizlerini göğsüne çekmiş, üzerindeki ince battaniyeye sıkıca sarılmıştı. Gözleri, kapının açıldığını görünce hemen bana kilitlendi.

“Geldin.”

Sesi yumuşaktı ama içinde bir rahatlama vardı.

Elimdeki pizzayı göstererek hafifçe gülümsedim. “Senin için.”

“Teşekkür ederim.”

“Bir film seçebildin mi?” diye sordum.

“Evet,” dedi, yüzünde hafif bir tebessümle.

Masaya pizzayı ve içecekleri yerleştirirken gözüm ekrandaki filme takıldı: Not Defteri. Hafifçe gülümsedim.

“Seçimi bana bırakmıştın,” dedi Lucia, gözlerinde küçük bir alaycılık parıltısıyla.

“Evet,” dedim, gülümsememi saklamadan, “Ama bir aşk filmi seçeceğini tahmin etmiştim.”

Lucia hafifçe omuz silkti. “Tahmin etmen zor değildi.”

“Hayır, değildi,” dedim, yumuşak bir tonda.

Film boyunca sessizce yemeğimizi yedik, ama benim aklım hiçbir an ekranda olmadı. Dikkatim, her zamanki gibi, sadece Lucia’daydı. Bakışlarım, yüzündeki her ifadeyi takip ediyor, nefes alışlarını hissediyordu. Onu izlemek, dünyada başka hiçbir şeyin önemli olmadığını hatırlatan bir andı. Filmdeki bir sahneye gülümsedi. Küçük, masum bir gülümseme… Ama bende yarattığı etki yıkıcıydı.

O gülümsediğinde, içimdeki tüm karanlık geri çekiliyordu. Sanki o, sadece benim için var olan, kaosun ortasında kurulmuş bir dünya gibiydi. Ve ben o dünyaya saplantılıydım.

Başını bana çevirdi. Gözleri gözlerimi buldu.

“Film güzelmiş,” dedi. Ama sesi, filmle değil, bizimle ilgili konuşuyormuş gibi yumuşak ve derindi.

Dudaklarım hafifçe kıvrıldı. “Öyle mi?”

Ona biraz daha yaklaştım. Aramızdaki mesafe neredeyse yok olmuştu. Elim yavaşça hareket etti, parmaklarım onun elini buldu. Ne yapacağımı anlamaya çalışarak bana baktı. Ama geri çekilmedi. Parmaklarım elini nazikçe kavradı ve onu göğsüme, kalbimin tam üzerine koydum.

“Lucia,” dedim, sesim her zamankinden daha yumuşak ama içinde sarsılmaz bir kesinlikle. “Seninle olduğumda kalbim böyle atıyor. Sadece senin için… ve hep böyle olacak.”

O an, dünya küçüldü, içinde sadece Lucia kaldı. Nefesi, bakışı, varlığı… hepsi bana aitti.

“Yanıma gel.”

Tek kelime etmeden onun yanına uzandım. Lucia battaniyeyi ikimizin üzerine çekti ve başını omzuma yasladı. Sessizlik aramıza yerleşti. Ama bu sessizlik, rahatsız edici değil, huzur vericiydi. Sanki dış dünyadan kopmuştuk ve burada, bu anın içinde yalnızca ikimiz vardık.

İşte bu, beni en çok korkutan şeydi. Çünkü kaçmaya çalışsam da geç kalmıştım… Lucia, benim en güvenli yerim olmaya başlamıştı.

Kulağına eğildiğimde, vücudu hafifçe ürperdi.

“Ne kadar uzaklaşmak istersen iste… bir kez bana ait olduğunda, tüm yolların bana çıkacak. Çünkü benim yollarım sadece sana çıkıyor.”

Onun utangaç gülümsemesini görmek içimde sıcacık bir mutluluk yarattı. O gülümseme, içimdeki tüm fırtınaları bir anlığına dindiriyordu. Ama şimdi dinlenmesi gerekiyordu.

“Artık uyuman gerekiyor. Hadi hazırlanıp yatağa geç.”

Gözleri sorgulayıcı bir ifadeyle bana kilitlendi.

“Sen?”

“İşlerim var.”

Dudakları aralandı ama bir şey söylemeden duraksadı. Sonra, buruk bir gülümsemeyle ayağa kalktı. Ama gitmeden önce yüzümü ellerinin arasına aldı. Ve sonra…

“İyi geceler, sevgilim.”

O kelimeler havada asılı kaldı. Beni yaktı. Bütün benliğimi sardı.

Bu kadardı. Beni dağıtması için başka hiçbir söze ihtiyacı yoktu. Onu kendime çekmek için hamle yaptım ama hafifçe geri çekildi.

“İşlerin vardı.”

Ellerini yüzümden çekti ve arkasını dönüp uzaklaştı. Onu izlerken tek kelime edemedim. Çünkü kalbim deli gibi çarpıyor, kulaklarım uğulduyordu.

O benim.

Zihnimde yankılanan tek cümle buydu.

Kendimi toparlamak için balkona çıktım. Serin gece havası bile içimdeki yangını dindiremiyordu. Elim telefona gitti ve tuşa bastım. Telefon birkaç kez çaldıktan sonra tanıdık bir ses geldi.

“Dante? İyi misin?”

“Değilim, Christian.”

Christian… Dostum, kardeşimdi.

“Ne oldu?”

Bir an duraksadım, sonra içimde tutamayarak söyledim.

“Bana sevgilim dedi.”

Hattın diğer ucundan gelen kahkahayı duyduğumda gözlerimi devirdim.

“Ve sen dağıldın, değil mi?”

“Hem de bir daha toparlanamayacak haldeyim.”

“Şu an yanında olup yüzündeki ifadeyi görmek isterdim.”

“Seni eğlendirdiğime sevindim.” dedim kuru bir sesle.

Ama Christian aniden ciddileşti. Sesi artık çok daha keskin ve netti.

“Onu kurtaracağız.”

Bakışlarımı gecenin karanlığına çevirdim.

“Denklemde çok fazla değişken var, Christian.”

“Ama biz de yanındayız, Dante. Güç, para, mevki ve en önemlisi sadık dostlar.”

“Eduardo daha fazlasına sahip.”

“Yanlış. Onun asla dostu olmadı. Bu yüzden kaybedecek.”

İçimi çektim, gece gökyüzünde belirsiz bir noktaya odaklandım.

“Ya tüm olasılıkları hesapladığım halde bir sorun çıkarsa?”

“Hamleleri değiştiririz. Bunu kendine yapma. Her şeyi çözeceğiz. Ama karşımızda sıradan bir düşman yok. Bu yüzden sabırlı olacağız ve vakti gelmeden harekete geçmeyeceğiz.”

Bir süre sessizlik oldu. Sonunda başımı salladım, ama o bunu göremese de.

“Tamam.”

Konuyu değiştirmek istedim. Düşüncelerimin ağırlığından bir an olsun kurtulmak için.

“Eliana… nasıl?”

Christian’ın sesi bir an için kesildi. Eliana… Onun aşkıydı. En büyük aşkı. Ama Eliana’nın abisi, Andre, bizim dostumuzdu. Bu yüzden Christian o aşkı içine gömmüştü. Eliana da…

“Bacağından bir yılan soktu. Zehirli bir yılan.”

Bir anlığına nefesim kesildi.

“Ne? Haberim bile olmadı. Şimdi nasıl?”

“Daha iyi… Ama Dante, onu o halde bulduğumda çıldırıyordum. Öldüğünü düşündüm.”

Christian’ın sesindeki kırılmayı hissettim. Eliana onun her şeyiydi. Bunu her zaman biliyordum.

“Yarın Andre’yi ararım. Gerçekten üzüldüm.”

Aklıma gelen minik bir anı, dudaklarıma istemsiz bir gülümseme yerleştirdi. Christian bir an sessiz kaldı, ardından sesine sert bir ton yerleşti.

“Komik mi?”

Benim için öyleydi, ama bunu yüksek sesle söylemek pek akıllıca olmazdı.

“Bir gün bana onun senin zehrin olduğunu söylemiştin.”

Sustum. Anladığını fark ettiğimde daha fazla kızmadı, sadece derin bir nefes aldı.

“Öyle…” dedi, sesi her zamankinden daha derindi, sanki bir itirafı dudaklarından dökmekten kaçamıyormuş gibi. “Zehir gibi. Benim zehrim. Vazgeçemediğim.”

Derin bir nefes aldım, eski bir sözü hatırlayarak mırıldandım.

“Sola dosis facit venenum… Her şey zehirdir. Önemli olan dozudur. Büyükbabandan öğrendiğimiz ilk ders, Christian.”

“Biliyor musun, Dante…” dedi, sesi yumuşak ama içinde fırtınalar barındırıyordu. “Eliana sadece benim olsa… Dozu umurumda olmazdı. Beni istediği kadar zehirleyebilir.”

Başımı iki yana salladım, hafif bir gülümsemeyle.

“Benden daha kötü durumdasın, Christian.”

“Seni tanıyorum, Dante. İkimizin aynı durumda olduğundan eminim.”

Bir an duraksadım. O kadar haklıydı ki…

“Haklısın.”

“Kim olduğunu söyledin mi?”

Lucia’dan bahsediyordu.

“Henüz değil.”

“Bir an önce söylemen gerekiyor.”

Derin bir nefes aldım.

“Doğru zamanı beklemeliyim, Christian.”

“Doğru zaman asla gelmez, Dante. Sana güvenmemesine neden olma. Bu işi hallet. Bir an önce.”

“Düşüneceğim.”

“İyi düşün. Kapatmam lazım. Sonra görüşürüz.”

“Görüşürüz, Christian.”

Telefonu kapatıp odama doğru ilerledim. Lucia çoktan uyumuştu. Yatağa uzandığımda, uykusunda bana sokuldu. Onu sıkıca sardım. Kokusu bile içimdeki fırtınaları dindirecek kadar huzur vericiydi.

Ve kulaklarımda hâlâ yankılanan o kelime… Sevgilim.

“Kalbimi talan ediyorsun, tatlı işkencem.”

Fısıldadığım kelimeleri duymamış olsa da, uykusunda bana daha da sokularak karşılık verdi. Alnından usulca öptüm. Son bir kez mırıldandım.

“Sana söz veriyorum, Lucia… Bu oyunda senin için her şeyi feda edeceğim. Ama kaybeden ben olmayacağım.”

 

Bölüm : 08.09.2024 21:34 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...