OY VE YORUMLARINIZLA DESTEK OLURSANIZ SEVİNİRİM.
INSTAGRAM, TİKTOK VE YOUTUBE'DAN TAKİP ETMEK İSTERSENİZ; @MİSTYVİBE3
DAHA FAZLA KARAKTER TANITIMI VİDEOSU İÇİN INSTAGRAM VE TİKTOK;
“Bazen en büyük yangın, kalbinin içinde başlar. O zaman, yanmak kaçınılmaz olur.” — Lucia
Lucia
Bedenim dinlenirken zihnimde süregelen savaş bitmek bilmiyordu. Lucas… Onunla her karşılaşmam içimdeki mücadeleyi daha da alevlendiriyordu. Duygularım kaos içindeydi, mantığım ise sessizce geri çekiliyordu. Onun varlığı, kelimelerle anlatılamayacak kadar yoğundu—tıpkı bir tufan gibi, hem huzur hem de tehlike barındırıyordu.
Beni koruma arzusu güçlüydü. Ama en büyük tehlike de oydu. Ve ben… ne yapacağıma hâlâ karar verememiştim.
O günden sonra ona sevgilim demedim. Bakışlarında o kelimeyi duymak isteyen bir beklenti gördüm, ama karşılamadım. Beni tanıyordu ve zorlamayacaktı. Ama… zorlamadan o kelimeyi yeniden duymanın bir yolunu bulacaktı. Çünkü Lucas… böyle biriydi. Zeki, güçlü, kontrolü seven… ve korkulması gereken biri. Asıl trajedi, içimdeki her bir parçanın ona doğru sürüklenmesiydi.
Ona her baktığımda, karanlık içinde şekillenmiş karmaşık bir ruh görüyordum. Kendime hep aynı soruyu soruyordum: Onunla yanmayı mı seçecektim, yoksa bu ateşten sakınacak mıydım?
Cevabı bilmiyordum. Bu yüzden zamana bıraktım.
Bu süreçte Chloe ve Carlo ile daha fazla vakit geçirdim. Onlar, benim asla tam anlamıyla sahip olamayacağım bir mutluluğun yansımasıydılar. İkisi de sevgi dolu bir güven alanı yaratmıştı, ama ben… Lucas’ın fırtınalı dünyasında hapsolmuş bir gerçeklikte, onların huzurlu yaşamından hep bir adım uzakta duruyordum. Bazen, onların yanındayken bile… sanki sislerin ardından izlediğim bir dünyada yaşıyordum.
Pazartesi günü Pedro ile derslere başlayacak olmam, hafta sonu boyunca Lucas’la vakit geçirmemiz için bir bahaneye dönüşmüştü. Chloe ve Carlo ile küçük bir kaçamak planlamıştık. Lucas da programa dahil oldu. Bütün bu süre boyunca ondan Pedro hakkında bir şeyler söylemesini bekledim. Bir tepki, bir bakış, en ufak bir işaret… Ama o, soğukkanlı sessizliğine büründü. Bu sessizlik, kelimelerden daha gürültülüydü.
Derse başlamadan önceki son akşam yemeğinde bile Lucas’ın bakışları bir an olsun üzerimden ayrılmadı. Sessizliğinde söylenmemiş cümlelerin ağırlığı vardı. Tavırları, en ufak bir kıvılcımda alev alacak kadar keskin ve kontrollüydü. Gözlerinde karanlık bir pırıltı, yüzünde belli belirsiz bir gerginlik… Pedro’yu düşündüğünü biliyordum. Ve bu düşünce, içimde giderek büyüyen bir rahatsızlığa dönüşüyordu.
Ama aslında içimde bir yer, kalmasını istiyordu. Lucas’la olan ilişkimizde hep bu çelişkinin içindeydim. Çünkü o her zaman böyleydi; gizemli, karmaşık ve tehlikeliydi.
Film bittiğinde ayaklandı. Kapıya kadar ona eşlik ettim. Gitmeden önce aniden belimden kavrayarak beni kendine çekti. Gözlerinde kararlı, derin bir yoğunluk vardı. Parmakları tenimde gezindiğinde, dokunuşunda hem bir sahipleniş hem de incelik seziliyordu. Aramızda kelimelere sığmayacak bir şey vardı. Bakışlarının içinde kaybolurken, kontrolün onda olduğunu biliyordum.
“Hatırlatmalı mıyım, tatlı işkencem?”
Sesi ipeksi bir dokunuş gibiydi ama içinde gizli bir uyarı saklıydı. Beni sınamakta, bana meydan okumakta ısrarcıydı.
Sözümü tamamlayamadan parmağını dudaklarıma koydu.
“Pedro’ya asla yaklaşmayacaksın,” diye fısıldadı.
Sözleri keskin bir bıçak gibi havada asılı kaldı. Öngörülemeyen bir tufan gibi, ani ve sarsıcıydı. Beni bırakmadan önce gözleri gözlerimde gezindi, tepkimi ölçüyormuş gibi.
Ona bakarken yutkundum. “Endişelenme,” dedim.
Dışarıdan sesim kararlı çıkmıştı, ama içimdeki titremeyi saklayamamıştım. Lucas’ın üzerimde yarattığı etki hep böyle miydi? Her sözü, her bakışı, beni tamamen alt üst mü edecekti?
Sanki içimden geçen her düşünceyi okuyormuş gibi gülümsedi. Ellerini başıma uzattı, parmakları saçlarımda yavaşça gezindi. Sonra, dudağıma yumuşak ama derin bir öpücük kondurdu. Öpücüğü hafifti, ama kalbimde iz bırakmıştı.
“Yarın görüşürüz, tatlı işkencem.”
Kapının ardından uzaklaştığında, içimdeki karmaşa daha da derinleşti. Ona her yaklaştığımda, sanki daha da uzaklaşıyordum. Lucas… beni yavaş yavaş mahvediyordu. Kırılıyordum, dağılıyordum; içimdeki tüm parçalar birer birer kayboluyordu. Sanki asla tamamlanamayacak bir yapbozun eksik parçasına dönüşüyordum.
Kapıyı kapattığımda, Chloe yüzümdeki gölgeleri hemen fark etti.
Sesi yumuşaktı ama içinde ince bir endişe vardı. Carlo da bakışlarını bana çevirdi. Onlarla birlikteyken bir aileye yakın hissediyordum ama Lucas’ın gölgesi her zaman üzerimdeydi. Hafif bir gülümsemeyle, “Yok, Chloe. Sadece yorgunum. Yatmaya gidiyorum,” dedim.
Chloe, yanağıma hafif bir öpücük kondurdu.
Carlo da aynı sıcaklıkla, “Tatlı rüyalar, Lucia,” dedi.
Gece odama çekildiğimde, zihnimdeki düşünceler beni tamamen ele geçirdi. Lucas’ın söyledikleri, Pedro, ve içimde büyüyen bu karmaşa… hepsi birbirine dolanmış, çıkmaz bir labirente dönüşmüştü. Sadece biraz dinlenmek istesem de huzursuzluk yakamı bırakmıyordu. Gözlerimi kapattığımda, derin bir uykuya daldım. Ama rüyalarım bile Lucas’ın yankılarıyla doluydu.
Sabah olduğunda, mutfaktan gelen sesler Chloe’nin çoktan uyandığını gösteriyordu. Telefonuma uzandım ve ekranı açtığımda, kalbim hızlandı. Lucas.
“Günaydın, tatlı işkencem. Söylediklerimi unutma.”
Gözlerimi devirdim ve hızla yanıt yazdım.
“Unutmam, Lucas. Sana da günaydın.”
Telefonum hemen tekrar titredi.
“Sürekli emir vermezsen kızmam.”
Mesajın sonuna göz kırpan bir emoji ekledim. Ama Lucas’tan gelen cevap içimdeki fırtınayı daha da büyüttü.
“Beni kızdırmak hoşuna gidiyor, biliyorum. Ama kurallar basit, tatlı işkencem. Eğer onları görmezden gelmeyi seçersen, seni bir şekilde ikna ederim.”2
Lucas… beni yavaş yavaş tüketiyordu. Ama asıl gerçek ne mi? Onunla yanmayı çoktan seçmiştim. Bunu ikimiz de biliyorduk.
Lucas’la mesajlaştıktan sonra kendimi toparladım. Hızlı, mekanik hareketlerle hazırlıklarımı tamamlayıp mutfağa indim. Chloe çoktan kahvaltıyı hazırlamış, beni bekliyordu. Gözlerime dikkatlice baktı, sesinde her zamanki yumuşak ama kararlı ton vardı.
İçimde ağır bir baskı hissettim. Bir nefes alıp verdim. “Sanırım.”
Chloe hafifçe gülümsedi. “İyi olacaksın. Bunu biliyorum.”
Sözleri, içimde bir düğüm gibi duran endişeyi biraz gevşetti. Başımı salladım. “Evet… Garip ama, içimde iyi bir his var.”
Chloe bakışlarını üzerimde gezdirdi, ardından yavaşça konuştu. “Pedro mükemmeliyet ister. Senden de bunu bekleyecek. Baskıyı artıracak.”
Bunu biliyordum. Pedro her zaman zor beğenen, sert bir adamdı. Ama bu sefer farklıydı. Bir şey değişiyordu.
Chloe, başını hafifçe eğdi, gözleri sıcaktı. “Ama sen yapacaksın.” Eğilip alnıma hafif bir öpücük kondurdu. “Her şey yoluna girecek, Lucia. Senin yanındayım.”
Boğazım düğümlendi. Gözlerim yanmaya başladı ama gülümsedim. “İyi ki varsın, Chloe.” Onun desteği olmasa, bu kadarını bile kaldırabilir miydim, bilmiyordum.
Evden çıkıp Pedro’nun dairesine doğru yürürken içimde tuhaf bir huzur vardı. Kapıyı açtığında yüzündeki samimi gülümseme anlık bir şok etkisi yarattı. O genellikle soğuk, mesafeliydi. Bugün farklıydı.
Sesinde garip bir yumuşaklık vardı.
İçeri adım attığımda gözüm salonun ortasında duran papatyalara takıldı. Bembeyaz, zarif çiçekler… Minimalist, soğuk dekorun tam ortasında, beklenmedik bir sıcaklık.
Pedro bakışımı fark etti, bir an duraksadı. Sonra hafifçe gülümsedi. “Papatyaları severim,” dedi. “Hatırlayamadığım çocukluk anılarımdan kalma bir şey olmalı.”
Kaşlarımı kaldırdım. “Hatırlayamadığın mı?”
Bir anlığına, gözlerinde gölgeler belirdi. “Bir travma sonucu çocukluk anılarımın bir kısmını kaybettim.”
Sesi fazlasıyla sakindi. Sanki kendi hayatından değil, başkasının hikâyesinden bahsediyordu. Boğazım kurudu. “Üzgünüm, bilmiyordum.”
Pedro hafifçe elini kaldırdı, yüzüne belirsiz bir gülümseme yerleştirdi. “Sorun değil,” dedi. Konu kapanmıştı.
O an, bu durumun onun için geride bırakmak istediği bir anı olduğunu fark ettim. Zaten Pedro'nun kendi hayatı hakkında çok nadir konuştuğunu bilirdim; özellikle travmalarına dair hiçbir şey paylaşmazdı. O kapılar hep sıkı sıkıya kapalıydı ve şimdi anlıyordum ki açılması da pek olası değildi.
Sonra bakışlarını tekrar bana çevirdi. Yüzünde meraklı ama yumuşak bir ifade vardı. “Sen neden papatyalara bu kadar ilgiyle baktın?” diye sordu.
Bir an duraksadım. Kendim hakkında konuşmayı sevmezdim, bunu o da bilirdi. Ama bu sefer, kelimeler ağzımdan döküldü.
“Annem papatyaları çok severdi,” dedim. Onun sabırla dinlemesi beni cesaretlendirdi ve devam ettim. Annemden, onun hastalığından ve çocukluğumdan bahsettim. Pedro, sessizce dinledi; sanki anlattığım her kelimeyi zihnine kazıyormuş gibi.
“Demek babanı daha önce kaybettin,” dedi düşünceli bir sesle.
“Annem öyle söyledi. Bu konu onu üzdüğü için bir daha sormadım,” diye ekledim, gözlerimi yere indirerek.
Pedro’nun yüzüne derin bir hüzün yerleşti. “Üzgünüm, Lucia. Ne yazık ki yaşanan acılar asla geçmiyor. İnsanı ilk anda yakmayan acı, zamanla kavuruyor.”
Başımı hafifçe eğdim ve ona doğru bir gülümseme gönderdim. “Yoksa gözyaşları bu kadar yakıcı olmazdı.”
O an Pedro’nun gözlerinde bir ışık belirdi. Tüm savunmalarını bir anlığına da olsa indirmişti. Kırılgan, insani bir an… Ama hızla gözlerindeki perdeyi geri çekti. O, duvarlarını her zaman sıkı sıkıya örerdi. Sert, soğuk, ulaşılmaz.
Sessizlik aramıza çöktü. Acı, insanı ne kadar değiştirebilirdi? Pedro’yu bu hale getirenin de derin yaraları olduğundan emindim. Ona uzandım, koluna hafifçe dokunmak istedim. Büyük bir hata yaptığımı anladığım an bileğimdeki baskıyı hissettiğim andı.
Pedro’nun bakışları çelik gibi soğuktu. “Sana ilk öğretmem gereken ders, duygularından arınmak olacak.”
“Gerçek bir gölge olmak istiyorsan, umursamamayı ve hissetmemeyi öğreneceksin.”
Bedenim istemsizce gerildi. Pedro benim danışmanımdı. Ama bazen… bazen düşmanım gibi hissettiriyordu. Yine de haklıydı. Onun yanında olmayı ben seçmiştim. Duygularımı törpülemek için buradaydım. İçimdeki korkuyu bastırmak zorundaydım.
Bakışları gözlerime kilitlendi. Sert ifadesi bir anlığına yumuşadı. “Derse geçelim.”
O gün boyunca Pedro’nun disiplinli programına uydum. Ve bundan sonra da aynı özeni göstermemi beklediğini açıkça belirtti. Egzersizler, diyet… Her şey kusursuz olmalıydı. Ama Pedro’nun karanlık ifadesi, gün boyu değişmedi. Bir ara saate bakarken ona yakalandım. Pedro’nun dudakları ince bir çizgiye dönüştü.
“Bir daha zayıflık işareti gösterme, Lucia.”
Sert bir sesle karşılık verdim. “Tekrarlamayacağım.”
Pedro’nun sesi alışılmış soğukkanlılığıyla yankılandı: “Ders şimdilik bitti, gidebilirsin.”
Sözlerinde bir rahatlama ya da ilgi belirtisi yoktu, sadece profesyonel bir kapanış. Her zamanki gibi, duygularını perdelemeyi başarıyordu.
“Yarın görüşürüz, Pedro,” dedim, hafifçe gülümseyerek. O da başını hafifçe salladı ama yüzünde aynı mesafeli ifade vardı. İçimde, onun dünyasına ne kadar uzakta olduğumu bir kez daha hissettim.
Pedro bir süre gözlerime baktı, sanki içimi okurcasına. Sonra hafif bir gülümseme ile bana kapıya kadar eşlik etti. Onu anlamak imkânsızdı. Ama ona uygun davranmayı öğrenmeye başlamıştım.
Dersin sonunda Chloe’nin dairesine doğru ilerlerken, Lucas’ın silueti tam karşımda belirdi. Karşıma çıktığı o an, içimde bir yerlerde kıpırdanan tüm duyguları susturmaya çalıştım, ama nafileydi. Beni fark ettiği an, gözlerindeki karanlık daha da derinleşti. Bir an duraksadı, sonra hızla yanıma gelerek elimden tuttu ve beni merdiven boşluğuna doğru çekti. Dokunuşu, damarlarıma işleyen bir ateş gibi yayıldı.
“İlk dersin nasıl geçti, tatlı işkencem?” Sesi alaycıydı, ama altında bir kıvılcım, bir tedirginlik seziliyordu.
O her zaman her şekilde kontrollü görünürdü ama bazen bu tür anlarda onun da derinlerde bir şeylerle savaştığını hissediyordum. Lucas’ın tavırlarında hep bu tehlikeli dengeyi hissederdim. Hem yakıcı hem soğuk... Hem uzak hem yakın.
Kaşları hafifçe çatıldı, elini boynuma götürdü. Parmak uçları nabzımı yokluyormuş gibi yavaşça dokunurken, gözlerimden bir şeyler okumaya çalışıyordu.
“Onunla yakınlaşmadın, değil mi?”
Kalbim hızla çarpmaya başladı. “Hayır... ben...”
Yüzü karardı. “Nabzın hızlandı, tatlı işkencem. Söylediğin şey doğru mu, Lucia?”1
Onun bu kadar yakınımda olması bile nefesimi kesmeye yetiyordu. Ama asıl baskı soruda değil, ona karşı hislerimdeydi. Lucas, cevap almak için sabırsızdı. Bir adım daha yaklaştığında, dudaklarının kenarındaki hafif gülümseme, gamzesiyle birleşip tehlikeli bir çekiciliğe büründü. Gözlerimi kaçırdım ama çok geçmeden onun varlığına yeniden kapıldım. Kalbim, her geçen saniye hızlanıyordu.
“Nedeni sorduğun soru değil. Sadece… seninle her şey fazla yoğun. Beni çok zorluyorsun,” dedim, sesim istemeden yumuşaktı.
Onun bu kadar yakınında olmak başımı döndürüyordu. Gözlerimi kapadım, kalp atışlarımı sakinleştirmeye çalıştım. Ama her an daha da yaklaştığını hissediyordum. Beni bu kadar sarıyordu, ama asla tam anlamıyla dokunmuyordu. Sınırları belirleyen de aşan da her zaman o olurdu.
Gözlerimi araladığımda, beni izliyordu. Dudaklarımın hemen ötesinde bekliyor, ama yine de mesafeyi koruyordu.
“Bana kızgın gibisin,” dedim hafif bir sesle.
Bir an duraksadı, sonra omuz silkerek alaycı bir ifade takındı. “Bir daha Pedro’ya hayatınla ilgili bir şey anlatmayacaksın.”
Ne? Şaşkınlıkla gözlerim açıldı, “Lucas, bunu nasıl...”
“Ona hayatına dair hiçbir şey anlatmayacaksın,” dedi, bu defa sesi daha sertti. “O sadece bir danışman, daha fazla değil. Ona hiçbir şekilde yaklaşmanı istemiyorum.”
“Hayatım hakkında tüm bunları...” Cümlemi tamamlayamadan, sertçe beni susturdu.
“S, bu konu hakkında sürekli konuşmayalım. Seninle ilgili her şeyi bilmek zorundayım. Öğrenirim de.”
Sözleri ruhumda yankılandı. “Bu... tuhaf bir şekilde sahiplenici geliyor.”
“Belki de öyleyim. Ama seni ilgilendiren her şey beni de ilgilendirir, Lucia. Söz konusu sen olunca, sınırlarım kalmıyor.”
O kadar yakındı ki tüm varlığımla onu hissetmemi sağlıyordu. Yine de... bu kontrolün onda olması içimi sıkıştırıyordu.
“Lucas, bazen fazla sinir bozucu oluyorsun,” diye fısıldadım.
Ondan uzaklaşmaya çalıştım ama kolumdan tuttu, belime sarılıp yüzümü tek eliyle kavradı.
“Benden ancak bu kadar kaçabilirsin, tatlı işkencem. Sana daha önce söyledim, aramızdaki bağ sandığından çok daha derin. Biz kalplerimizdeki ipliklerle birbirimize bağlıyız. En önemlisi de ne biliyor musun?”
Boynuma her zamanki öpücüklerinden birini kondururken, gözlerimi kapattım.
“Birbirimize dolandık, S. Bu yüzden birbirimizden uzaklaşamayız, kaçamayız. Şimdi bana bir daha onunla kendin hakkında konuşmayacağını söyle.”
Nefesim kesildi. Ona bakarak, “Bunu neden yapayım, Lucas?” diye sordum.
Gözleri derin ve yoğun duygularla doluydu. “Çünkü sırların da bana ait, Lucia.”
“Sen…,” dedim, ama kelimelerim yarım kaldı. Beni öyle bir bakışla süzüyordu ki, tüm itirazlarım anlamsızlaşıyordu. Lucas’ın yanında her zaman aynı karmaşık denklemi çözmeye çalışırdım: Yakınlık ve mesafe, aşk ve geri çekilme. Ve her seferinde zihnim bulanıklaşıyordu.
Nefesim kesilmişti. “Bana neden hiç ‘sevgilim’ demedin?” diye sordum, sesim neredeyse titreyerek. Bunu duymayı beklediğimi bilmesine rağmen, o kelimeyi hiç kullanmamıştı.
Bir an sessizlik vardı. Gülümsemesi, yüzünde bir parıltı gibi yayıldı ama gözlerinde bir gölge vardı. “Çünkü, henüz bana tamamen gelmedin, S. Kendini tamamen bana bırakmadın.” dedi.
Sözleri, beni derinden sarstı. Aramızdaki mesafe arttıkça, ona daha çok çekiliyordum. Bu sonsuz döngü, beni deli ediyordu. Lucas, her zaman oyunun hâkimiydi. Onun her hamlesi sanki önceden yazılmış gibiydi. Şaşkın bakışlarımı gözleriyle izlerken, cebimden anahtarlarımı çıkarıp kapıyı açtı. Sonra bana döndü, sesi neredeyse bir fısıltı kadar alçaldı.
“Minik bir hilebazsın, tatlı işkencem.”
Ama ben iyi biliyordum ki asıl hilebaz oydu. Lucas’ın kelimeleri, her seferinde farklı bir anlam taşıyor, her seferinde onları istediği gibi şekillendiriyordu.
Gülümsemesi içimde tuhaf bir dalgalanma yaratıyordu. O, bir zafer ilanı gibi değil, en başından kazanmış olduğunun farkında olan biri gibiydi.
“Kelimeler, onları kimin söylediğine göre anlam kazanır, S.” dedi, sesi yumuşak ama kesin bir kararlılıkla.
Her defasında kelimeleri farklı bir şekilde kullanıyordu, kendi kurallarına göre şekillendiriyordu. Beni kendine çekmek için kelimeleri adeta bir ağ gibi örüyordu ve ben, bu ağın farkında olmama rağmen, kurtulmak için en ufak bir çaba bile göstermiyordum.
“Seninle aynı oyunu oynadığımızı mı sanıyorsun?” diye fısıldadı, parmaklarını bileğimde yavaşça gezdirerek. Dokunuşu, tenimde bir iz bırakıyormuş gibi hissettiriyordu. “Ama asıl mesele şu ki, Lucia… Biz aynı oyunun içinde değiliz. Ben kuralları koyuyorum, sen ise farkına bile varmadan onlara uyuyorsun.”
Yutkundum ama heyecanımı belli etmeye çalıştım. “Eğer kurallara uymazsam?” diye sordum, sesim alışılmadık bir şekilde kısık ve meydan okur bir tını taşıyordu.
Lucas, başını eğip, yüzüme yaklaştı. Nefesi, dudaklarımın hemen yakınında, varlığıysa neredeyse gölgem kadar gerçekti. Gözleri, içimdeki tüm karanlıkları görmek ister gibiydi, sesi gecenin içinde bir fısıltı gibi alçaldı.
“O zaman, tatlı işkencem…” dedi, başını hafifçe yana eğerek. “Senin bana ait olduğunu kanıtlamak için başka bir yol bulurum.”
Gözlerimi kapadım. Lucas’la her an, karanlıkta gözü kapalı yürümek gibiydi. Ama gerçek tehlike, düşmekten korkmamam değil, onun kollarına düşmeyi delicesine istememdi. Anahtarları elime bıraktı ve gülümsedi. Soğuk, hesaplanmış ve tamamen Lucas’a ait bir gülümseme.
Eli dudaklarımda gezindi, öpecekmiş gibi yaklaştı. Nefesim, dudaklarında takılıp kaldı. Ama tam o anda... geri çekildi. Şaşkınlık ve hayal kırıklığı arasında sıkışıp kaldım.
“Unutma, sırların bile benim, Lucia.” Son bir kez daha gözlerimin içine bakarak ekledi, “Onları bir başkasıyla paylaşamazsın.”
Sonra sessizlik. Ardından, sırtını dönüp uzaklaştı.
Lucas, her zaman olduğu gibi bir muamma olarak kaldı. Ama o gittikten sonra bile içimde bıraktığı kıvılcım, sönmedi. O kıvılcım, gittikçe büyüyen bir alevdi ve ben, her seferinde yanmayı seçiyordum.
Her seferinde... Lucas’ı seçiyordum.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |