3. Bölüm

2

kitsudaphne
kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

OY VE YORUMLARINIZLA DESTEK OLURSANIZ SEVİNİRİM.

INSTAGRAM, TİKTOK VE YOUTUBE'DAN TAKİP ETMEK İSTERSENİZ; @MİSTYVİBE3

 

DAHA FAZLA KARAKTER TANITIMI VİDEOSU İÇİN INSTAGRAM VE TİKTOK;

@MİSTYVİBE3

 

“Gölgeler içinde kaybolmadan, ışığa ne kadar yakın olduğunu unutma.” — Umbra Sözü

Lucia

Akademi, göz kamaştırıcı bir ihtişamla karşımda yükseliyordu. Her detay, bir sanatçının tutkuyla yarattığı ölümsüz bir eserdi sanki. Mermer zeminlerin soğuk, büyüleyici ışıltısı; vitray pencerelerden sızan ışığın gizemli dansı... Tüm bunlar, dışarıda parlayan okyanusun sonsuz maviliğiyle birleşerek büyüleyici bir tablo oluşturuyordu. Giriş kapısının hemen ardında, zarafetle yukarı doğru kıvrılan iki büyük merdiven vardı.

Merdivenlerin arasında, karanlıkla ışığın sınırında duran iki ay heykeli vardı. Biri, karanlığın derinliklerine gömülmüş, gölgelerin arasında kaybolmuş gibi duruyordu. Hüzünlü ve soğuk bir sessizlikle çevrilmişti, adeta yıldızsız bir gecenin solgun yansıması gibi. Diğeri ise tam tersiydi: altın ışıklarla çevrelenmiş, parlıyor ve tüm varlığıyla bir umut ışığı yayıyordu. Bu iki heykel, bir zamanlar birbirinin yansıması olan iki zıtlığı simgeliyordu. Işıkla karanlık arasındaki sonsuz savaşı… Yaşam ve ölümü… Gölgeleri yani umbraları…

Heykellerin altındaki yazıt, derin bir hakikati fısıldıyordu: “Memento Mori.”

Latince kelimeler zihnimde yankılanırken, soğuk bir ürperti sırtımdan aşağı süzüldü. “Ölümlü olduğunu unutma,” diye mırıldandım istemsizce, kelimeler dudaklarımdan bir sır gibi döküldü.

Yanımda duran Chloe, derin bir bilgelikle gözlerini bana çevirdi.

“Öyle,” dedi usulca, sesi yumuşak ama etkileyici bir tondaydı. “Bilgi en güçlü silahtır,” dedi.

Sözcükleri, bir tür uyarı gibiydi, beni bir derinliğe, bilinçaltımın karanlık köşelerine doğru çekiyordu.

“Zihnini eğitmelisin, duygularını kontrol etmeyi öğrenmelisin…” her kelime, bir kalkan gibi, içimde bir yere oturuyordu. “En önemlisi,” diye devam etti, “dinlemeyi bilmelisin. Tanrı bize iki kulak ve bir ağız verdi, boşuna değil. Eğer dikkatlice dinlersen, bilginin en derin sırlarına ulaşabilirsin.”

Chloe’nin sözleri zihnimde yankılanırken, etrafımı saran ilginç atmosferin içinde kendimi kaybettim. Akademinin tam olarak nasıl bir yer olduğunu hâlâ anlayamamıştım ama gördüklerim beni etkiliyordu. Koridorlarda dolaşan öğrenciler, zarafet ve özgüvenle doluydu. Kıyafetleri, duruşları ve her hareketleri buranın sıradan bir yer olmadığını haykırıyordu.

“Şimdi,” dedi Chloe nazikçe, elini ileri doğru uzatarak, “duş ve ortak kullanım alanlarına geçeceğiz.” Geçtiğimiz sınıfları eliyle işaret etti. “Bazı dersleri burada alacaksın. Ama hepsini sırasıyla anlatacağım.”

Chloe’nin bu sözlerine başımı sallayarak karşılık verdim, ancak kalbimdeki tedirginlik gitgide büyüyordu. O bunu fark etmiş olmalı ki, yürümeyi bıraktı ve nazikçe elimi tuttu.

“Korkma,” dedi, sesi güven doluydu. “Bundan sonrası daha kolay olacak. Ve güzel. Kendine güven.”

Onun bu cesaret verici sözlerine rağmen, içimdeki huzursuzluğu bir türlü susturamıyordum. Yine de başımı salladım ve onu takip ettim. Birkaç dakika sonra, geniş ve lüks bir ortak kullanım alanına vardık.

“Burası ortak kullanım alanı, duşlar ve dolapların olduğu bölüm,” dedi Chloe, eliyle düzenli sıralanmış dolapları işaret ederek. “Derslerin sonunda burayı kullanabilirsin. Dolaplar ileride; içeride ihtiyacın olan her şey mevcut.”

“Anladım,” dedim hafif bir gerginlikle.

Chloe, üzerimdeki giysilere kısa bir bakış attı. Dudaklarında zarif bir tebessüm belirdi; ne alaycı ne de küçümseyici, yalnızca tatlı bir nezaket vardı bu ifadede.

“Birazdan sana yeni kıyafetler ve iç çamaşırları getireceğim, Lucia. Üstündekileri çıkarıp onlardan kurtulabilirsin.”

Gözlerim istemsizce üzerimdeki yıpranmış tişörte ve eski şortuma kaydı. Bu ihtişam dolu dünyada, dış görünüşümle buraya ait olmadığım her halimden belliydi. Ama bu sadece giysilerimle sınırlı değildi; eski benliğim, bu yeni başlangıcın gerektirdiği kimlikle tamamen uyumsuzdu. İçimde bir yerde, geçmişimi arkamda bırakmam gerektiğini hissettim. Belki de bu fırsat, yeni bir Lucia’yı yaratmak için bir şanstı.

“Teşekkür ederim,” diyerek başımı salladım.

Chloe, sıcak bir tebessümle arkasını dönüp uzaklaşırken, içinde bulunduğum sessizlik bir anda çok daha ağır hissettirdi. Derin bir nefes alarak duş kabinlerine doğru yürüdüm. Elimi uzatıp giysilerimi çıkarmaya hazırlanıyordum ki, arkamda bir hareketlilik hissettim. Döndüğümde, iki kızın bana bakarak alaycı bir şekilde gülümsediğini gördüm.

“Demek yeni kız sensin,” dedi biri, sesi hafifçe alaycıydı.

Diğeri, yüzünde arsız bir gülümsemeyle ekledi, “Hoş geldin, ufaklık.” Sarı saçlarının altından bakan keskin gözleri, sanki beni baştan aşağı değerlendiriyormuş gibi üzerimde gezindi.

“Ufaklık mı?” Kaşlarımı çatarak tepki verdim. Sesim, içimde giderek yükselen rahatsızlığımı bastırmaya yetmiyordu. Beni baştan aşağı süzen küçümseyici bakışları ve yapmacık gülümsemeleri, öfkemi körüklemeye başlamıştı.

“Burada ne yapıyorsunuz?” diye sordum, sesimdeki sertliği kontrol etmek için çaba göstererek. Ama soruma cevap vermek yerine, alaycı tavırlarını sürdürdüler.

“Adım Liz,” dedi sarışın olan, sonra yanındaki arkadaşını işaret ederek, “Bu da Ivy. Sana hoş geldin diyoruz, ufaklık,” diye ekledi.

“Şu kelimeyi söylemeyi kes,” dedim, sesimde sert bir kararlılıkla.

“Ah, neden?” diye sordu Liz, yüzünde yapmacık bir şaşkınlıkla. “Sana çok yakıştığını düşündüm.”

“Ben hoşlanmadım,” dedim, gözlerimi doğrudan onun gözlerine dikerek.

Liz tam cevap verecekken, yanlarına turuncu saçlı bir çocuk geldi. Gözleri beni baştan aşağı süzerken, yüzünde ukala bir gülümseme belirdi. “Yalnız, çok güzel,” dedi, rahat bir edayla.

“Kapa çeneni, Aurelius!” diye çıkıştı Liz, gözlerini devirmesiyle sinirinin arttığı belli oluyordu. Ardından bana dönerek, “Bakalım gerçekten yetenekli misin?” diye mırıldandı.

Tam ne kastettiğini anlamaya çalışırken, Liz bir hamleyle beni duş kabinine itti. Kapı arkamdan hızla kapandı ve kilit sesi duyuldu. Şaşkınlık ve öfke arasında gidip gelirken kapıya sertçe vurdum.

“Bu hiç komik değil, Liz! Beni buradan çıkarın!” diye bağırdım. Ancak kapının diğer tarafında yankılanan kahkahalar, sözlerimi hiçe sayıyordu.

Derin bir nefes alıp geri çekildim. Kabinin dar, soğuk duvarları arasında sıkışıp kalmıştım. İlk bakışta sıradan bir duş alanı gibi görünen yer, kısa sürede farklı bir yüzünü göstermeye başlamıştı. Solgun bir ışık yayan floresan lamba, ürkütücü bir şekilde titreşiyordu. Duş başlığından damlayan suyun yankısı, sessizliği delip geçen bir fısıltı gibiydi. Burası artık bir sığınak değil, bir sınav ya da bir tuzaktı.

Kendi kendime, “Tamam, Lucia. Sakin ol,” diye fısıldadım. Panik yapmanın bir faydası olmayacağını biliyordum. Bu bir testse, her testin bir çözümü vardı. Derin bir nefes alarak etrafı dikkatle incelemeye başladım.

Cam panel kısmına vurarak bir çıkış yolu aradım ama yerinden oynayan ya da kırılma ihtimali olan hiçbir şey yoktu. Gözlerim, kabinin köşelerinde gezinirken zihnimde bir plan yapmaya çalışıyordum. Ancak bu sessizlik ve yalnızlık, içimdeki korkunun yavaş yavaş yüzeye çıkmasına neden oluyordu.

“Bu yer,” diye mırıldandım kendi kendime, “korkuları yüzeye çıkarmak için tasarlanmış.”

Duş başlığından ince bir su akışı başladı. İlk başta bunu önemsiz bir detay olarak görmüştüm; sanki sıradan bir arıza gibi. Ancak suyun hızla artan debisi, zihnimde alarm zillerini çaldırdı. Zemin, önce ince bir tabakayla kaplandı, ardından su seviyesinin ayak bileklerime ulaşmasıyla soğuk bir gerçeklik yüzüme çarptı. Artık zamana karşı yarışıyordum.

Kapının yanındaki, önceden fark etmediğim panele yöneldim. Parmaklarım dokunmatik ekranın üzerinde aceleyle hareket ederken sonuçsuz çabalarım, giderek artan bir çaresizliğe dönüşüyordu. Sistem, benim kontrolümün tamamen ötesindeydi. Su dizlerime ulaştığında, kaosun yerini keskin bir netlik aldı. Zihnimi sakinleştirmeli ve başka bir çıkış yolu bulmalıydım.

Gözüm duş başlığına takıldı. Belki de sadece suyun kaynağı değil, aynı zamanda kurtuluşumun anahtarı olabilirdi. Hiç düşünmeden harekete geçtim, başlığı sökmeye koyuldum. Parmaklarım kaygandı, metal ise inatçı. Su seviyesi göğsüme kadar çıktığında, son bir gayretle başlığı yerinden söktüm. Artık elimde bir araç – bir kaldıraç – vardı.

Başımı yukarı kaldırdığımda, tavandaki küçük havalandırma kapağı dikkatimi çekti. Çıkış yolunun orada olduğunu hissettim. Başlığı kaldıraç olarak kullanarak kapağı zorladım. Duş panellerinden destek alarak kendimi yukarı ittirdim. Su, boğazıma kadar yükselmişti; nefes almak giderek daha zor hale geliyordu. Tüm gücümü toplayarak kapağı yerinden çıkardığımda, metalin çatırdayan sesi umudun melodisi gibiydi.

Tünelin soğuk metal yüzeyi, suyun ağırlığını taşıyan bedenimi ürpertiyordu. Dizlerimin ve ellerimin üzerinde sürünerek ilerledim. Her adım, bir sonsuzluk gibi hissettiriyordu. Tünelin sonunda bir başka kapak belirdi. Altı açık olan bu kapağı görür görmez içimde kısa süreli bir rahatlama hissettim. Ancak kapağı açtığımda, kendimi başka bir ortak banyo alanında buldum.

Bu kez durum daha zordu. Duş kabinleri, aynı sistemle donatılmıştı. Su seviyesi hızla ve hepsinden aynı anda yükseliyordu ve zaman aleyhime işliyordu. Gözlerim, ortamın diğer ucundaki zemine yakın bir kapağa takıldı. Belki de burası bir çıkış yoluydu. Daha fazla bekleyemezdim.

“Hareket et, Lucia,” diye mırıldandım kendi kendime. Buz gibi suyun içinde koşarak deliğe ulaştım. Çevresindeki vidaların elle sökülebilir olduğunu fark ettim ve hemen işe koyuldum. Parmaklarım titriyordu, ama her bir vida çıktığında içimdeki umut biraz daha büyüyordu. Kapağı söküp içeri girdim.

Sürünerek ilerlemeye devam ettim. Tünelin sonuna ulaştığımda, bu kez bir şifre paneli karşımdaydı. Ellerim titrerken, zihnimi kontrol altına almak zorundaydım. Kabinde fark ettiğim sayılar aklıma geldi: 2, 4, 7, 9. Parmaklarım titreyerek panelin tuşlarına dokundu. Tık sesi duyuldu ve kapak açıldı.

Kendimi aşağı bıraktım ve derin bir nefes aldım. Soğuk, karanlık bir odanın zeminindeki mindere hafifçe düştüğümde, vücudumdaki her kas yorgunluktan yanıyordu. Saçlarım sırtıma yapışmış, nefesim hızlanmıştı. Gözlerim karanlığa alışmaya çalışırken bir gölge belirdi. Önce hayal gördüğümü sandım, ama figürler netleştiğinde nefesim kesildi. Esther ve Chloe karşımdaydı.

Chloe, yanıma yaklaşıp omuzlarıma yumuşak bir havlu koyduğunda, ona sert bir bakış attım. Gözleri hemen yere düştü, bakışlarımı karşılamaktan çekinerek geri çekildi. Havlunun sıcaklığı bedenimi sardı, ama içimdeki soğuk, onun samimi ama kırılgan hareketini görmezden gelmemi sağladı. Yeniden başımı çevirip Esther’e baktığımda, gözlerindeki soğuk ama keskin merakla karşılaştım.

Esther’in dudaklarında, belli belirsiz bir gülümseme belirdi; öyle bir gülümseme ki, sanki aklımdan geçenleri tahmin ediyor ve bundan tuhaf bir keyif alıyordu.

“Yeteneklisin,” dedi, sesi derin ama ürpertici bir otorite taşıyordu. “Seni bulmamız iyi oldu.”

Sözlerinin altında bir mesaj yatıyordu, hem bir övgü hem de bir kıskançlık. Bunu hemen anladım. Su dolu o kabinden kurtulmuş olabilirdim, ama bu yalnızca başlangıçtı. O an, akademinin ne olduğunu gerçek anlamda hissettim: sıradan bir eğitim kurumu değil, her an bir sınavın içinde yaşayacağım, labirent gibi bir yerdi burası.

Ama o an, içimde bir kıvılcım belirdi. Bu meydan okuma ne kadar karanlık olursa olsun, bu oyunun bir parçası olmaya hazırdım. Kaçmak ya da pes etmek, artık benim için bir seçenek değildi. Gözlerimde bu kararlılığı görmüş olmalıydı ki, Esther’in yüzündeki gülümseme, yerini alaycı bir tavra bıraktı.

“Sanırım zaten hazırsın, değil mi Lucia?” dedi, derin ve tüylerimi diken diken eden bir ses tonuyla.

Tam o anda, Esther’in arkasında bir hareketlenme yaşandı. Liz, Ivy ve Aurelius yanlarında iki yabancıyla birlikte belirdi. Daha önce hiç görmediğim bu ikiliden biri dikkatimi tamamen üzerine çekti. Uzun boylu, keskin hatlara sahip, etkileyici bir çocuk... Onun her adımıyla havayı dolduran varlığı, içimde tarif edemediğim bir karmaşa yaratıyordu.

Gözleri ise... O gözler, okyanus mavisi bir derinlikle beni içine çekerken, aynı zamanda tehlikeli bir uçurum gibi ürkütüyordu. Bakışları üzerimde yoğunlaştığında, sanki ruhumu görür gibiydi.

Bakışlarımı onun gözlerinden kaçırmam gerektiğini biliyordum ama bunu yapmak mümkün değildi. Kalbimin hızlanan ritmi ve zihnimdeki kargaşa, üzerimdeki baskıyı daha da artırdı. Oysa o durmadı ve ilerlemeye devam etti. Sessiz ama kendinden emin adımlarla yanıma yaklaştı ve önümde durdu. Eğildi.

“Bugün iyi iş çıkardın,” dedi.

Sesi... Erkeksi, özgüvenli ve soğukkanlıydı.

“Adım Lucas, akademiye hoş geldin, Lucia.”

İsmimi biliyordu. Şaşkınlık içinde elimi uzatmaya hazırlanırken dudağının bir köşesi kıvrıldı. O kıvrım, ne kadar tehlikeli olduğunu anlamam için yeterliydi. İstediği şeyi her zaman almaya hazır ve beklenti dolu o bakışlar içimdeki asi yanı uyandırdığında, aniden elimi geri çektim.

“Gerek yok. Kendim kalkabilirim,” dedim soğuk bir sesle.

O gülümseme... Yüzünün tamamına yayıldığında, hissettiğim baskı iki katına çıktı. Daha da çekici olmuştu. Geri çekildi, ama gözlerini üzerimden ayırmadı. Ayağa kalktığımda yeniden göz göze geldik ve bakışlarındaki hayranlık beni sersemletti. Lucas, tek bir kelime daha etmeden arkasını dönüp Esther’e doğru yürüdü.

Esther’in yanından geçerken bir an durdu. Göz göze geldiler ve aralarında sessiz bir anlaşma gerçekleşti. Onların bu sessiz iletişimi, sanki aralarında var olan bir sırrı açık ediyordu. Bu sır, sanki beni içine sürükleyebilecek bir şeydi. İçimde soğuk bir ürperti hissettim.

Lucas, diğerlerine başıyla işaret etti ve hepsi birden sessizce uzaklaştılar. Esther bir süre arkasından baktıktan sonra yüzünde soğuk bir gülümsemeyle bana döndü.

“Akademiye hoş geldin, Lucia,” dedi. Bu sözlerin basit bir karşılama olmadığını hissediyordum. Ardında gizlenen anlam, bir tehdit ya da uyarı gibiydi.

Ardından Esther, yüzündeki donuk ifadeyi Chloe’ye çevirdi. “Bundan sonrası sende, Chloe,” dedi ve arkasını dönüp uzaklaştı. Chloe başını salladı ve onun uzaklaşmasını izledi.

Şimdi yalnızdık. Chloe’ye döndüm. Şaşkınlıkla, ama sesimdeki titreşimi gizlemeden sordum: “Bu neydi şimdi?”

Chloe’nin yüzü mahcubiyetle gölgelenmişti. Gözlerini kaçırmaya çalışsa da, suçluluğu barizdi. Hafifçe titreyen bir sesle, “Üzgünüm,” dedi. “Bu sadece... bir karşılama sınavıydı.”

Kaşlarımı çattım. Sinirlerimin verdiği cesaretle sesimi sertleştirdim. “Ve bunu bana söyleyemezdin, çünkü…?”

Chloe derin bir nefes aldı. Gözleri, kaçamak bakışlarla etrafı tararken, sanki doğru kelimeleri bulmaya çalışıyordu. “Bu gizli bir yetenek sınavı, Lucia. Burada herkes, ilk günden bir şekilde denenir. Amaç, ne kadar dayanıklı ve yetenekli olduğunu görmek. Eğer önceden söyleseydim, bu sınavın en önemli kısmı olan hazırlıksız yakalanma etkisi bozulurdu.”

Dudaklarımı sıkıca bastırdım, içimde yükselen öfkeyi dizginlemeye çalıştım. “Ya başaramasaydım, Chloe?” dedim. Sesim hafifçe titremişti, cevabı duymaya hazır değilmişim gibi.

Chloe’nin yüzü bulutlandı, bir an tereddüt etti. “Seni farklı bir eğitim alacağın yere gönderirdik,” dedi nihayet, sesi alçak ve neredeyse fısıltı gibi.

Söyledikleri içimdeki huzursuzluğu yatıştırmak yerine daha da körükledi. Kaşlarımı kaldırdım ve sesimde alaycı bir tonla, “Gerçekten çok... açıklayıcı,” dedim.

Chloe başını eğdi, çaresizliği yüzünden okunuyordu. “Haklısın,” dedi, derin bir iç çekişle. “Bilmece gibi konuşuyorum. Ama seni alıştırmaya çalışıyorum, Lucia. Burada işler farklı yürür. Kurallar sert, acımasız görünebilir, ama bu akademinin gerçeği.”

Bir süre sessizlikte durduk. Chloe, sanki doğru anı bekliyormuş gibi, sonunda yumuşak bir sesle konuştu: “Şimdi buradan gidelim. Islak giysilerle daha fazla kalmamalısın. Sonra her şeyi sana ayrıntısıyla açıklayacağım, olur mu?”

Chloe’nin gözlerinde gördüğüm samimiyet, öfkemin bir kısmını yatıştırmıştı. Ama bu yerin karanlık doğası zihnimi kurcalamaya devam ediyordu. Buraya dair hislerim karmakarışıktı. Her şeyin bir test olduğu bu yerde, belki de en büyük sınav insanın kendisiydi.

Derin bir nefes aldım. İçimde, bu yolculuğun beni nereye götüreceğine dair tarifsiz bir korku vardı. Bu yer, düşündüğümden çok daha farklıydı. Burada kalmanın bedeli ağır olacaksa, bunu ödemeye hazır mıydım?

Lucas

Kapıdan dışarı çıkarken zihnim hâlâ o orman yeşili gözlere takılıydı. Lucia’nın farkında olmadığı bir gücü vardı—özgür ruhlu, zeki ve tutkuluydu. Bu özelliklerini açığa çıkarışı, beklediğimden çok daha çarpıcıydı. Onun fotoğrafını gördüğüm an hissettiklerim, şimdi yaşadığım duyguların yanında silik kalıyordu. Fazla güzeldi. Fazla etkileyiciydi.

Düşüncelerim Liz’in önüme geçmesiyle bölündü. Ona doğru döndüğümde, bakışlarındaki beklenti dolu parıltıyı görmemek imkânsızdı. Tanıştığımız ilk andan beri bu haldeydi. Ondan uzak durmam veya resmi davranmam asla yeterli olmuyordu. Derin bir nefes aldı; cesaretini toplamak ister gibiydi.

“Nereye gidiyoruz?” diye sordu.

“Yemekhaneye.”

Sert ve soğuk ses tonumdan irkildiğini fark ettim. Ama bakışlarındaki inat ve ısrar değişmiyordu.

“Orada ne yapacağız, Lucas? Kızı gördün…”

“Emirlerimi ne zaman sorgular oldun, Liz? Bu cesareti nereden alıyorsun?”

“Lucas, ben…”

Diğerleri hızla yanımızdan uzaklaşırken Liz başını eğdi. Utanmıştı, ama bakışları her sırrını ele veriyordu. Yüzündeki kızarıklık henüz geçmemişken gözlerime yeniden baktı. Bir şey söylemek ister gibi dudaklarını araladı. Ama kelimeler bir türlü dökülemedi. Alt dudağını ısırdı ve bana, ne istediğini açıkça belirten o ısrarcı bakışlarla baktı.

Anlamıyordu. Anlamayacaktı. Benim dünyamda sevgiye yer yoktu. Ve eğer bu karanlık kalbim birine yer açacaksa, bu yalnızca Lucia olabilirdi. Fotoğrafında bile beni alt üst eden büyüleyici varlık…

“Keşke… keşke bir kez bana o kıza baktığın gibi baksan, Lucas,” diye fısıldadı. İç çekişindeki acı, kelimelerine ağır bir yük bindirmişti. “O kız… sadece sıradan biri.”

“Haddini aşıyorsun, Liz.”

Öfkem kontrolsüz bir şekilde açığa çıktı. Karanlığım gibi... Liz’in konuşmaya çalıştığını fark ettiğimde, onu tereddüt etmeden arkasındaki duvara ittim. Üzerine eğildim. Bakışlarındaki tutkunun yerini korkunun alması gerekiyordu. Gerçek bir canavarın nasıl görüneceğini ona göstermek zorundaydım. Çünkü henüz benden korkmuyordu ve korkması gerekiyordu.

Liz nihayet doğru tepkiyi verdi. Bakışlarındaki korku onu ele geçirdi. Ama durmayacaktı. Çünkü beni kıskanıyordu.

“O kıza ihtiyacın var, bunu anladım. Ama neden bize bir şey söylemiyorsun?”

Kolunu sertçe yakaladım.

“Size gerekeni söyledim. Bu ısrarın sebebi ne?”

“Çünkü senin neden ondan etkilendiğini…”

Cümlesini tamamlamasına izin vermedim. Onu duvara daha da bastırdım, yüzümü kulağına yaklaştırdım.

“Sana verdiğim görevleri sorgusuz yerine getiremeyeceksen, Liz, bunu şimdiden söyle. Defalarca söyledim: İtaat ve sadakat benim için her şeydir. Eğer yapamayacaksan, gitmekte özgürsün.”

Gözlerindeki korkuyla karışık çaresizlik, onun son kozuydu. Ama benim için hiçbir anlam ifade etmiyordu.

“Özür dilerim, ben…” Liz’in sesi çatallıydı, panikle karışık bir teslimiyetle titriyordu. Bakışlarımdan yükselen karanlık, bedenimden dışarı taşarken onun savunmaları da birer birer yıkılıyordu. Gözlerini kapatıp açtı; o an ifadesinde saklı, çaresiz bir boyun eğiş gördüm.

“Bir daha olmayacak,” diye fısıldadı.

“Öyle olsa iyi olur, Liz.”

Kolunu bıraktım. Gözlerim hâlâ ondaydı ama artık başka bir uyarıya gerek yoktu. Liz’in sınırları aşmayacağını biliyordum—en azından bir süreliğine. Arkamı döndüm ve her zamanki net, emredici tonumla konuşmaya devam ettim.

“Hadi yürüyün. Yemekhaneye gidiyoruz.”

Adımlarımı hızlandırırken, Marino ve Aurelius hemen arkamdaydı. Liz ve Ivy geride kalmışlardı. Liz’in kendini toparlaması gerekiyordu. Bu onun savaşıydı, benim değil.

“Liz…”

“Toparlanınca gelir,” dedim soğukkanlı bir tavırla.

“Peki, patron,” dedi Marino. “Bu arada neden yemekhaneye gidiyoruz?”

Bir an sessizlikte ilerledim. Cevabım kısa ve kesindi.

“Bir şey görmem lazım.”

Lucia’yı… Gerçek Lucia’yı görmem gerekiyordu. Karakterini ve gücünü zaten hissetmiştim. Bir anlığına ruhuyla temas ettiğimde gördüğüm şey büyüleyiciydi. Ama bu yetmezdi. Onun sınırlarını, ne kadar ileri gidebileceğini görmeliydim.

Yemekhaneye vardığımızda, tenha bir köşede durduk. Her zamanki masamız görüş alanımdaydı, ama bakışlarım sürekli yemekhanenin girişine kayıyordu. Lucia’nın nasıl bir tavır takınacağını görmek için sabırsızlanıyordum.

Ondan önce Liz ve Ivy geldiler. Liz, yüzündeki gergin ifadeyi tamamen silememişti ama bu beni ilgilendirmiyordu. Gözlerim yalnızca bir kişiyi arıyordu.

On dakika sonra, Chloe ile birlikte Lucia yemekhaneye girdi.

İşte o an.

Gözlerim ona kilitlendi. Hareketleri, duruşu, ifadesi… Her şeyini inceledim. Yüzeydeki Lucia’yı değil, içindeki gerçek varlığı görmek istiyordum. Ne yapacağını, nasıl tepki vereceğini görmek için sabırsızlanıyordum.

Liz

Lucas uzaklaşmadan önce derin bir nefes aldım ve kokusunu içime çektim. Sanki onun yanında nefes almak bile bir ayrıcalıktı. Ama her nefesimde, zihnim ve kalbim daha da karışıyordu. Lucas... Onunla tanıştığım ilk andan beri bu böyleydi. Bir şey yapamamıştım, yapamazdım. O mavi gözler her seferinde beni derin bir çekime sürüklüyor, ne kadar direnirsem direneyim o çekimden kaçamıyordum.

Ama aramızda aşılmaz bir uçurum vardı. Onu bu kadar yakından tanımama rağmen, uzak duramıyordum. Oysa Lucas başka bir dünyaya ait gibiydi. Aitti. Bunu biliyordum. Ve şimdi... O kız geldiğinden beri her şey değişmişti. Lucas'ın bakışları, duruşu, hareketleri... Sanki Lucia’yı bir mucize gibi görüyordu. Bu düşünce beni içten içe kemiriyordu. Daha şimdiden o kızdan nefret ediyordum.

Lucas ve diğerleri yanımızdan ayrıldığında, başımı eğdim. Arkasından bakacak cesaretim de gücüm de kalmamıştı. Ivy, sessizce yanıma gelip elini koluma koydu.

“İyi misin?” diye sordu, sesi nazikti ama içinde tedirgin bir ton vardı.

Başımı kaldırdım. Gözlerimde biriken yaşları saklayamadım. Ivy bunu görür görmez tereddütsüz bir şekilde bana sarıldı.

“Liz, yapma,” dedi fısıldar gibi.

“Elimde değil,” diye cevapladım, sesim yorgun ve kısık bir fısıltıya dönmüştü.

Ivy’nin kolları beni daha sıkı sardı. Başımı onun omzuna yasladım. Bir damla gözyaşı yanağımdan süzüldü ve içimde biriken her şey o an bir çığlık gibi dışarı taşmak istiyordu.

“Onu deli gibi seviyorum, Ivy,” dedim, kelimelerim boğuk ve kırılgandı. “Karşılık beklemeden... Duygularımı saklayabileceğimi sanıyordum. Ama şimdi... o aptal kız geldi. Ve her şey değişti.”

Ivy derin bir iç çekti. Sesi sakin ama kararlıydı. “Zaten gelecekti, Liz. Onu bekliyorduk.”

Geri çekildim ve gözlerine sert bir bakış attım. Bu sözleri duyacak durumda değildim. Ivy’nin yüzünde bir anlık pişmanlık belirdi.

“Özür dilerim, Liz,” dedi hemen, sesi alçak ve suçluydu. “Öyle demek istemedim.”

Başımı salladım. Konuşacak gücüm yoktu. Kendimi toplamaya çalıştım ama… kalbim acıyordu.

“Lucas’ın o kıza nasıl baktığını gördün mü?” dedim, sesim bir fısıltıya dönüşmüştü.

Ivy, bakışlarını kaçırdı. Bir anlık tereddütten sonra hafifçe başını salladı.

“Evet, gördüm.”

Yanağımı sildim, derin bir nefes aldım. Ama içimde biriken o zehirli nefretin dışarı çıkmasını engelleyemedim.

“O kızdan nefret ediyorum,” dedim sonunda. Kelimelerim soğuk, keskin ve zehirle yüklüydü.

“Liz…” Ivy’nin sesi yumuşak ama faydasızdı.

“Boş ver, hadi gidelim,” dedim, daha fazla konuşmaya dayanamayarak.

Geçip gitmek üzereydim ki Ivy kolumu yakaladı. “İyi değilsin,” dedi.

Haklıydı. Ama bunu değiştiremezdim. Lucas beni istemiyordu. Bunu her hareketinde, her bakışında görebiliyordum. Yine de ne yaparsam yapayım, kalbimi susturamıyordum.

Kalbin sırlarını görmezden gelmek imkânsızdı; sanki her duyguyu fısıldayan ince bir tül perde, tüm gerçekleri sergiliyordu.

Bir süre sessizlik içinde birbirimize baktık. Ivy’nin bakışlarında beni anlama çabası vardı ama o bile ne hissettiğimi tam anlamıyla kavrayamazdı. Sonunda, derin bir nefes alarak onun koluna girdim ve yemekhaneye doğru yürümeye başladık.

Kapıdan içeri girdiğimizde gözlerim Lucas’ı hemen buldu. Kalabalığın arasında bile o kadar belirgindi ki... Bakışları kapıya dönüktü. Ivy ile yanına doğru ilerledik ve sessizce onunla beklemeye başladık. Ama her geçen saniye, içimdeki karmaşa daha da büyüyordu.

Ben de gözlerimi kapıya çevirdim. İçimdeki fırtına tüm gücüyle uğulduyordu. Öyle bir yoğunluk vardı ki, her nefes alışım beni biraz daha tüketiyor, içimdeki karmaşayı susturmak neredeyse imkânsız hale geliyordu. Dışarıdan sakin görünmek için tüm irademi kullanıyordum. Ama gerçekte, beklentilerim, korkularım ve kıskançlığımın kesiştiği o dar geçitte sıkışıp kalmıştım.

Yemekhanedeki uğultular, zihnimde yankılanan bir fısıltıya dönüşüyor, insanların kayıtsızlığı ise içimdeki huzursuzluğu keskinleştiriyordu. Bir an Lucas’a ve diğerlerine baktım. Herkes kendi dünyasında kaybolmuş gibiydi, ama ben... Ben sadece onu bekliyordum. Bana bir an olsun bakmasını, varlığımı fark etmesini... Bu beklenti, içimde hem umut ışığı yakıyor hem de kalbime saplanan acımasız bir hançer gibi derinleşiyordu. Ve o an, ilgisi bir anlığına kapıya yoğunlaştığında, ben de bakışlarımı aynı yöne çevirdim.

Chloe ve Lucia kapıdan içeri girdiğinde, ortam aniden bir odak noktası bulmuş gibiydi. Chloe ona bir şeyler fısıldadı, ardından yemeklerin olduğu bölüme yöneldi. Ama Lucia... Lucia başka bir hikâyeydi. Kendinden emin adımlarla masaların arasından geçerken, başını bir an olsun eğmedi. Gözlerim onun her hareketine kilitlenmişti.

Yemekhanedeki herkesin gözleri ona dönmüştü. Bu kaçınılmazdı. Güzeldi, itiraf etmek zor olsa da çok güzeldi. Ama bu sadece dış görünüşüyle ilgili değildi. Onun üzerinde, insanların dikkatini çekmek için uğraşan hiç kimsenin asla sahip olamayacağı bir aura vardı. Ve Lucia buna aldırış etmiyordu. Tüm bakışları yok sayarak bizim masamıza ilerledi, en ufak bir tereddüt bile göstermeden oturdu.

“Bu kadarı fazla,” dedim. Kelimeler dudaklarımdan kontrolsüzce dökülmüştü.

Sonra Lucas bana döndü. O güzel mavi gözler... Lucas’ın gözleri. Kalbim bir an duracak gibi oldu. Bana gülümsediğinde, aniden onun ilgisini çekmiş gibi hissettim. O gülümseme... Nadir bir mücevher gibiydi. Parlak ve büyüleyici. Ama bana ait değildi.

“Evet, bu fazla,” dedi, gözleri yeniden Lucia’yı bulurken.

Bu sefer bakışlarında başka bir şey vardı. Daha derin, daha yoğun bir şey. Tüm dikkati yalnızca onun üzerindeydi. Sanki dünya, Lucia’nın etrafında dönüyor ve her şey ona hizmet ediyordu. Bu görüntü, içimde patlamaya hazır bir öfke fırtınasını körüklüyordu. Her saniye, onu Lucas’ın ilgisinin merkezinde görmek, içimdeki zehri biraz daha büyütüyordu.

“Fazla büyüleyici,” dedi Lucas.

O kelimeler dudaklarından döküldüğünde, nefesim kesildi. Kalbime indirilen bir darbe gibiydi. Kendimi ayakta tutmak için masanın kenarına tutundum. Lucas’ın gözleri, dudaklarının arasından çıkan kelimeler... Beni mahvediyordu.

O ise tamamen Lucia’nın etkisine kapılmıştı. İçimde büyüyen kıskançlıkla sessizce çırpınırken, Lucas bir şey söylemeden yemekhanenin çıkışına ilerlemeye başladı. Ardından biz de onu takip ettik. Akademiden dışarı çıktığımızda durdu.

“Takibe devam edin,” dedi yanımızdan ayrılmadan önce, sesi soğuk ve emrediciydi.

“Bizim masamıza oturdu,” dedim, öfkeyle. “Hiçbir şey yapmayacak mıyız?”

“Emrimi duydun, Liz,” dedi Lucas. “Ayrıca… Bu konuda bir şey yapmayacağız. Henüz.”

“Neden?”

“Çünkü bunu tekrarlayacak.”

O uzaklaşırken, ardında bıraktığı karanlık etrafı sardı. Gözlerimle gidişini takip ederken, içimde bir şeylerin parçalandığını hissettim. Onun asla benim olmayacağı gerçeğini, soğuk ve acımasız sertliğiyle bir kez daha anladım. Ivy, yüzünde endişenin izleriyle bana döndü, ama hiçbir söz bu anın yükünü hafifletmeye yetmezdi.

“Ondan sahiden korkuyorum,” diye fısıldadı.

Marino’nun sesi alçak ama tehditkârdı. “Zaten korkmalısınız, Ivy.”

Sessizlik çöktü. Bir süre kimse konuşmadı. Ardından Marino yeniden konuştu: “Hadi, herkes görevine dönsün.”

Onlar uzaklaşırken, bakışlarım Lucas’ın artık erişilmez bir gölge gibi uzakta kalan siluetine takılıp kaldı. Onu daha yakından tanıdıkça, Lucas’ın sıradan biri olmadığını anlamıştım. O, karanlığın vücut bulmuş hâliydi—tehlikeli, yakıcı, dokunduğu her şeyi kül eden bir ateş. Yine de... tüm bu tehlikenin cazibesi, beni durdurulamaz bir şekilde ona çekiyordu. Karşı koyamadığım bir güçtü bu; hem korkutucu hem de baştan çıkarıcı.

O an, akademinin taş duvarlarında yazılı olan o kelimeler zihnimde yankılandı:
Karanlık her zaman bir tehdit değildir; bazen, ruhumuzun en büyük sınavları gizlenir.

Ben de, onunla sınanıyordum. Bunu tüm varlığımla hissediyordum. Ama bir gün... Belki bir gün, Lucas bana bakar mıydı?

Sanmıyordum. Ama umut etmekten başka çarem yoktu.

“Karanlık her zaman bir tehdit değildir; bazen, ruhumuzun en büyük sınavlarını gizler.” — Umbra Akademisi Duvar Yazısı.

Bölüm : 06.09.2024 14:11 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
onunda senı çok seveceğını düşünmüyoryum
Cuma günü karakter tanıtımı yapacağım, ama uzun bir seri ve karakterlerim biraz fazla🙏🤍 bu arada hoş geldin, keyifle okumanı dilerim✨️
Bu hayatta her daim bir sınavdan gecmiyormuyuz geçiyoruz her gün bir sınavın içindeyiz biz yeterli bu sınavlardan geçmeyi öğrenelim
İyi oldu ağaç yaşken eğilir. Boşuna söylememiş bunları atalarımız.
Bize bilmediğimiz bir şey söyle tatlım 💅🏻
Demek herkesle yatıp aynı zamanda ana erkek karaktere takıntılı olan , kendini bir bok zanneden ama tırnağı kırılsa ağlayan pick me kız sensin. ( Bazen bu tarz kızlar ileride pişman olup Ana kız karakterin yakın arkadaşı oluyor)

1 kez düzenlendi

eheh ne sandın aşkım ben çok güzelimdir.(kendimi başrol yerine koyuyorum çok takmayın...)

1 kez düzenlendi

kızlar ben yeni başladım da uygulamaya satırlara yorum nasıl yapıyoruz acaba söyleyebilir misiniz?
Yanında artı kısmı var, sanırım oradan🙏😊
Hikayeyi Paylaş