OY VE YORUMLARINIZLA DESTEK OLURSANIZ SEVİNİRİM.
INSTAGRAM, TİKTOK VE YOUTUBE'DAN TAKİP ETMEK İSTERSENİZ; @MİSTYVİBE3
DAHA FAZLA KARAKTER TANITIMI VİDEOSU İÇİN INSTAGRAM VE TİKTOK;
“Aşk, bir iplik gibi hayatımızın dokusuna işlenir; bazen çözülür, bazen kopar ama hep oradadır. Seni kaybetmekten korkuyorum, ama bu korku, seni sevmenin ağırlığını asla hafifletemez.” — Dante Corvo
Lucia
Chloe’nin yanına indiğimde, kafamda dönen soruların ağırlığı altında eziliyordum. Ama canımı en çok acıtan, belki de hiçbirinin yanıtını bulamayacak olmamdı. Kapıyı açtığı anda Chloe’nin yüzü beni görünce değişti; gözlerimdeki yaşları fark ettiğinde endişesi hemen yüzüne yansımıştı. Kollarını açtı ve ben hiç tereddüt etmeden ona sarıldım.
“Biriciğim, ne oldu?” diye fısıldadı.
Chloe bir an duraksadı. “Kim?” diye sormadı; gerek duymadı. Beni bu hale getirenin Lucas’tan başkası olmadığını biliyordu.
Beni içeri aldı, kapıyı usulca kapatırken elimi tutup oturma odasına yönlendirdi. İçeride Carlo vardı; beni gördüğünde yüzüne yerleşen endişeyi saklamaya çalışmadı. Chloe’nin desteğiyle koltuğa oturduğumda, Carlo da yanıma yaklaşıp elimi nazikçe kavradı.
Derin bir nefes alıp cesaretimi topladım ve her şeyi anlattım. Kelimeler dudaklarımdan döküldükçe odadaki sessizlik ağırlaştı. İkisi de ne söyleyeceğini bilemedi. Tam o anda Carlo’nun telefonu çaldı, gözleri özür diler gibi yumuşadı ve yanımızdan ayrıldı.
“Gitmek zorunda olmasa...” dedi kısık bir sesle. “Lucia, o senden asla gitmez. Sana nasıl baktığını görseydin, demek istediğimi anlardın. Dünyada sadece sen varmışsın gibi… Senin için her şeyi göze alabilecek biri o.”
Sözleri kalbime hem umut hem de korku tohumları ekti. Dudaklarımı kemirirken gözlerim yeniden doldu.
“Nereye gittiğini bile bilmiyorum Chloe. Tehlikeli bir yere mi gidiyor? Emin değilim. Döner mi, dönmez mi… Bilmiyorum.”
Sesim çatladı ve yeni bir gözyaşı seli yanağımdan süzüldü. Carlo tekrar yanımıza geldiğinde, yüzünde mahcup bir ifade vardı.
“Acil bir durum çıktı. Çok üzgünüm, hemen döneceğim.”
Yanıma gelip alnıma hafif bir öpücük kondurdu.
“Bebeğim, seni bırakmak istemezdim.”
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. “Lütfen, Carlo, üzülme. İşlerini hallet.”
“En kısa sürede geri döneceğim.”
“Ben yanındayım,” diye ekledi Chloe. “Git, sevgilim.”
Carlo tereddütle ama hızlıca yanımızdan ayrıldı. Onun adımları uzaklaşırken başımı Chloe’nin göğsüne yasladım. Elini saçlarımda gezdirerek beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Ama kalbimdeki ağırlık azalmıyordu.
“Canım acıyor Chloe,” diye hıçkırdım. “O kadar büyük bir yer kaplıyor ki içimde, nefes alamıyorum.”
Chloe'nin gözyaşları yüzüme düştüğünde, onun da ağladığını anladım. Sessizliği bozmadı. Birlikte, benim acımın içinde kaybolduk. Bir yandan da, kelimelerin yetmediği bir bağla birbirimize tutunduk.
“Ona ihtiyacım var. Ondan ayrılmaya hazır değilim.” Sesim boğuktu; her kelime kalbimden bir parça koparıyordu.
Chloe, yumuşak ama kararlı bir ses tonuyla cevap verdi. “Biriciğim, Lucas senden asla vazgeçmez. Sana bunun bir zorunluluk olduğunu söylemiş. Seni bırakmak onun isteyeceği en son şey olur.”
Chloe'nin göğsünden başımı kaldırdım. Gözlerim yaşlarla doluydu ama bu gözyaşları artık acının ötesinde bir öfkeyi barındırıyordu.
Chloe, bana sakin ama derin bir ifadeyle baktı. “Nefret güçlü bir duygu, Lucia’m. Aşk gibi. Aşk ve nefretin aynı çizgide yürüdüğünü söyleyenler... haklılar. Ona kızgınsın. Ama bu yalnızca ona duyduğun aşkın büyüklüğünden kaynaklanıyor. Aranızda ne yaşandığını tam olarak bilmiyorum ama Lucas’ı tanıyorum. Eğer hayati bir durum olmasaydı, seni asla yalnız bırakmazdı.”
İç çekerek gözlerimi yere diktim. Chloe’nin söyledikleri mantıklıydı, ama kalbim aklımı dinlemeye yanaşmıyordu.
“Hadi yüzünü yıka,” dedi Chloe, sesinde bir davetkar sıcaklık vardı. “Sahile inelim ve biraz temiz hava alalım. Sana çok iyi gelecek.”
Başımı hafifçe sallayarak ayağa kalktım ve banyoya yöneldim. Yüzümü yıkarken soğuk suyun ferahlığı bile içimdeki ağırlığı hafifletmiyordu. Aynaya baktığımda, gördüğüm yansımadan irkildim.
Gözlerimin altı çökmüş, bakışlarım boştu. Bu benim yüzüm müydü? Hayır, bu yalnızca bir hayaletin yansımasıydı. Bir enkazın, yıkıntılar altında kalmış bir ruhun görüntüsüydü. Derin bir nefes aldım ama boğazımdaki düğüm çözülmedi.
Banyodan çıktığımda Chloe beni bekliyordu. Gözlerinde sabır ve anlayış vardı; sanki yalnızca bakışıyla bile beni iyileştirebilirmiş gibi. Ama ben iyileşmeye hazır değildim. Çünkü onsuz bir iyileşme, yalnızca bir yanılsama olabilirdi.
Lucas
Kapıyı açtığımda karşımda Carlo’yu bulacağımı düşünmemiştim. Şaşkınlığımı gizlemek için kendimi toparlamaya çalışırken, fırsatı kaçırmadı; bir an bile tereddüt etmeden içeri girdi. Kapıyı ardından kapattım ve peşinden yürüdüm.
“Artık bir şeyleri konuşmanın zamanı geldi, Dante,” dedi.
Koltuğu işaret ettim. Otururken üzerindeki öfkenin neredeyse elle tutulur bir yoğunluğu vardı. Ben de karşısına geçip ayakta durdum, yüz ifadesini dikkatle inceledim.
“Neler oluyor?” diye sordu, sesini sakin ve kontrollü tutmaya çalışarak.
Sözlerim havayı keskin bir bıçak gibi ikiye böldü.
“Ne diyorsun, Dante? Neden haber vermedin?”
“Costelliler zaten harekete geçti,” dedim soğukkanlı bir şekilde. “Christian çoktan özel bir ekip görevlendirdi. Kendi timim de işin içinde; Cortez onların başında.”
Carlo’nun bakışları daha da sertleşti. “Biz de yardım edeceğiz.”
Bu sözlere karşılık, dudaklarımın kenarında alaycı bir gülümseme belirdi. Gergin bir sesle homurdandı.
“Düşman değiliz, Dante Corvo. Asla olmadık.”
Buna kahkahamla cevap verdim. “Lucia’nın yanında olduğumdan beri bana düşmansın, Carlo Amato. Hem bir Amato ne zaman bir Corvo’nun yanında yer aldı?”
Carlo derin bir nefes aldı ama öfkesini bastırdığı belliydi. “Lucia’ya zarar vermenden korktum,” dedi, sesinde sert bir tonla, “Balodan önce ona verdiğin bileklik… ne düşünmemi bekliyordun ki Dante? Neler döndüğünü anlamaya ve ona zarar verip vermeyeceğini bilmeye ihtiyacım vardı.”
Gözlerimi kısarak ona baktım. “Ona aşık olduğumu bilirken mi?”
“Gerçek kimliğini bile söylemedin, Dante.”
Sert bir kahkaha attım. “Chloe de senin kim olduğunu bilmiyor. Carlo ve Adrian Amato kardeşlerin bir mafya lideri olduğunu bilse, onlarla görüşmeye devam eder miydi sence?”
Carlo kaşlarını çatıp, daha fazla sabır göstermeye niyeti kalmamış gibi hiddetle konuştu. “Bazen tam bir pislik gibi davranıyorsun.”
Aramızdaki sessizlik kısa sürdü. Sesini yükseltmeden ama her kelimeyi tehditkâr bir kesinlikle söyleyerek ekledi:
“Chloe benim kıymetlim. Lucia da öyle. Onlara asla zarar vermem ve bir gün onları bu sefil yerden götüreceğim,” dedi ve ekledi. “Ama asıl soru şu: Sen neden buradasın, Dante Corvo? Daha da önemlisi, Lucia’nın etrafında ne işin var? Ve neden ona krizantem verdin?”
Carlo’nun zekası ve cesareti her zamanki gibi beni etkiliyordu. Doğru soruları sormayı biliyordu. Ama ona istediği cevapları vermeye hazır mıydım? Henüz değil.
Bir an bakışlarımız kilitlendi. Sessizlik, havadaki gerilimi daha da artırıyordu. Derin bir nefes alarak ona döndüm.
Carlo gözlerini kısarak beni süzdü. “Niye, Dante? Bana doğru düzgün bir cevap ver.”
“Bunu zamanı gelince öğreneceksiniz.”
Carlo’nun gözlerinde kıvılcımlar parladı, bir tehdit gibi algılanabilecek her söze karşı tetikte olduğunu belli eden o bakış. Ama umursamadım. Onun gibi adamlara sertliğin ardındaki kararlılığı göstermek gerekirdi.
“Ona zarar vermeyi düşünüyorsan… seni mahvederim, Dante.”
Sözlerinin ciddiyeti su götürmezdi. Ancak Carlo’nun tehditlerinin beni caydıracak güce sahip olmadığını o da biliyordu. Bu yüzden sadece omuzlarımı silkerek cevap verdim:
“Tehdit edilmeyecek bir adam olduğumu biliyorsun, Carlo. Ayrıca sen ve konumunun gücü buna asla yetmez.”
Gergin çenesini sıktı, ama pes etmedi. “Bu bir tehdit değildi,” dedi, sesi kontrol edilebilir öfkenin eşiğindeydi. “Lucia’nın da kıymetlim olduğunu söyledim. Artık o da ailemden biri sayılır.”
Bir süre sessizlik oldu. Bakışlarımı önüme indirerek düşüncelerimin karmaşasında yolumu bulmaya çalıştım. Eduardo’nun gölgesi her geçen gün üzerimize daha fazla düşerken, oyunuma güvenemeyeceğim birini dahil etmek akıllıca olmazdı. Ama tehdit, sandığımdan da büyüktü. Carlo’yu tamamen dışarda bırakmak ise farklı riskler taşıyordu.
Şimdilik ona gerçeği söylemekten kaçınmalıydım. Çünkü bu, Lucia’dan henüz haberi olmaması gereken herkesin dikkatini çekerdi. Oyun tahtasında taşlar hâlâ yerli yerindeyken, oyuna henüz dahil olmaması gereken oyunculara bir şeyleri açıklamak yalnızca dengeleri altüst ederdi. Her hamlenin bir bedeli vardı ve ben, doğru zamanı beklemek zorundaydım.
Bir gün tüm ailelere her şeyi anlatacaktım. O zamana kadar Lucia’yı korumak için gerekeni yapmalıydım.
Carlo, uzun süren sessizliğin ardından yeniden konuştu. “Eduardo, senin buraya gelmene ya da burada kalmana nasıl izin verdi, Dante?”
Bakışlarımı ona çevirdim, yalan söylemekte tereddüt etmeden. “Bir ispiyoncuyu yakalamam gerekiyor,” dedim.
Sözlerimle bir gerçeği gizliyordum, ama şu anda gerçekleri paylaşmak bir seçenek değildi. Her kelimenin bir ağırlığı vardı ve bu kelimeler şu an kullanılmamalıydı.
“Şimdi de sana gelelim, Carlo Amato.”
Sözlerimle irkildi, ama bakışlarını benden kaçırmadı.
“Babamlar,” dedi, soğukkanlı bir tonla, “baş patron yani Costelliler’den izin aldıktan sonra örgüte büyük bir operasyon düzenlemeyi planlıyorlar. Yıllardır hepimize yeterince zarar verdiler.”2
Carlo’nun duruşu daha da sertleşti. Ama gözlerindeki ifade, benim düşüncelerimi ya da tavrımı merak ettiğini gösteriyordu. Onlardan bu hamleyi beklemediğim için şaşırsam da ona bunu belli etmedim.
Bana anlattığı şey, bilmem gereken bir ayrıntıydı. Ama Carlo ve diğerlerinin bilmediği gerçek daha derindi. Eduardo, yıllar önce örgütü ele geçirmişti. Amato ve Morenolar’ın bunu bilmemeleri şaşırtıcı değildi; bu, yalnızca kurucu ailelerin bildiği bir sırdı.
Dünyamız… Görünüşte düzenli, ama temelde kaotik bir yapıydı. Kurucu aileler —Costelliler, Corvolar ve Sargazzolar— bu dünyanın gerçek liderleriydi. Costelliler baş patrondu; Corvolar patron; Sargazzolar danışman. Amato, Moreno, Ricci, Pozzi ve Monti aileleri ise bölge şefleriydi. Yani kurucu aileler baş liderler, diğerleri bölge liderleriydi.
Ama bu düzenin bir gerçeği daha vardı: herkesin bilmediği, karanlıkta saklı bir sır. Eduardo... O sadece benim düşmanım değildi. O, herkesin cehenneminin yaratıcısıydı. Onun dünyası, yalnızca kaos ve intikam üzerine kuruluydu. Örümcek ağı gibi ince ince dokuduğu planlar, avlarını yavaşça içine çekerdi. İzlerdi. Onlarla oynardı. Nihayetinde, onları yok edeceği güne kadar acı çekmelerini izlerdi.
Eduardo’nun amacı yalnızca güç değil, intikamın ta kendisiydi. Bu intikam, bizim dünyamızın dengelerini altüst edebilecek kadar büyük bir savaşı tetikliyordu.
“Bir gün her şeyi anlayacaksınız,” dedim, yüzümde sarsılmaz bir ifade ile.
O gün geldiğinde, kimsenin elinde bir kalkan olmayacaktı.
En önemlisi de, Carlo’nun bilmediği, belki de bilmesi halinde oyunu tamamen değiştirecek bir başka gerçek vardı.
Morenoların çocukken kaçırılan oğulları Pedro Moreno… yani Pedro, bir şefin varisiydi. Ancak onun hikayesi, basit bir kayıp ya da tesadüf değildi. Pedro, daha çocukken Umbra Örgütü tarafından kaçırılmış, hafızasını parçalayan bir travmanın pençesine düşürülmüştü. Her şeyi unutan bir çocuğun, bir casusa dönüşmesi için yeterince zaman ve karanlık vardı. Umbralar, onu sistemin derinliklerinde bir eğitmen olarak tutarken, gerçek kimliği sır perdesinin ardında saklı kalmıştı.
Allesandro Moreno, oğlunu yıllar boyunca aramıştı. Her geçen gün, yüreğinde büyüyen sessiz bir çığlıkla yaşamış, umudun ince ipliğine tutunarak geceleri tüketmişti. Ama onu nasıl bulabilirdi? Oğlu, Eduardo tarafından kaçırılmıştı—insan görünümüne bürünmüş bir canavar, vicdanı karanlıkta boğulmuş bir ruh.
Eduardo, düşmanlarının zayıf noktalarını onlardan daha iyi bilen, adaletle değil acıyla konuşan bir varlıktı. Onun adil olması mümkün değildi; çünkü onun dünyasında merhamet bir zayıflıktı, affetmekse ihanetle eşdeğerdi. Her kurbanına özel bir cehennem biçerdi ve bu cehennem, gözle değil kalple hissedilirdi.
Pedro gözler önündeydi belki, ama bilinmezlik içinde saklıydı. Tıpkı Umbra Örgütü gibi—sırların görünür kılınarak gizlendiği bir yapı. Onlar için bir şeyi sonsuza dek saklamanın en etkili yolu, onu herkesin bakabileceği bir yerde tutmaktı. İnsan en çok görmek istemediği şeye kör olurdu, gözlerinin önünde bile olsa.
Ve Eduardo... O, kaosla beslenirdi. Onun nefesi, düzenin çöküşüne duyduğu iştahın yankısıydı. Ama şimdi bu kaosun ortaya çıkması, yalnızca planlarımı değil, Lucia’nın hayatını da tehdit ederdi. Onu korumak, her şeyden önce gelirdi.
Pedro meselesi... Henüz kimseyle paylaşamazdım. Gerçekler, zamanından önce ortaya konduğunda yalnızca zarar getirirdi. En iyi hamleler, sessizlikle beklenir ve doğru anda yapılırdı. Bu, bizim dünyamızın kuralıydı—güçle yazılmış, kanla mühürlenmiş bir yasa.
Ben... daima kazananın kuralına sadık kaldım. Sadakatim, zafereydi. Ama bu kez bedel ödeyecek tek bir kişi vardı: Eduardo.
Bugün bir kez daha canımı yakarken… bu kez Mia’yı hedef almıştı. Kız kardeşimi.
Mia’ya bir şey olursa… bunun düşüncesi bile zihnimi zehir gibi sarıyordu. Kendime öfkem, kontrol edemediğim bir yangına dönüşüyordu. Birazdan beni almak için gelen helikopteri beklerken, Lucia’yı arkamda bırakmak zorunda olmanın yükü omuzlarımı ezip geçiyordu. Bu bir lanetti. Beni pençesine almış bir lanet.
Carlo’nun sesi, zihnimin karanlık köşelerini aydınlatan ani bir ışık gibi düşüncelerimi böldü.
“Aylardır şifreleri çözüp sistemi ele geçirmeye çalışıyorum,” dedi, sesi ciddi ve sabırsızdı. “Başardığımda babamlara haber vereceğim, onlar da baş patrona durumu bildirecekler.”
Sözlerini soğukkanlılıkla dinledim. Ama otoritemi hatırlatmanın zamanı gelmişti.
“Ben Don Benito ile konuşurum,” dedim kararlı bir şekilde. “Ama harekete geçmeden önce her ne yapıyorsanız önce benim bilgim olacak.”1
Carlo’nun dişlerini sıktığını fark ettim. Ama o da benim olduğum gerçeğini kabullenmek zorundaydı. Onların lideriydim. Sözlerim yalnızca bir talimat değil, emirdi. Carlo bunu biliyordu. Bana karşı gelmek gibi bir lüksü yoktu.
“Peki,” dedi, o sert bakışlarını benden ayırmadan. Sonra Carlo’nun bakışları bir süre üzerimde asılı kaldı; yüzünde gerginliğin keskin bir çizgisi vardı.
“Lucia ağlıyor,” dedi bir nefeslik sessizliği paramparça ederek.
Kalbime saplanan bir ok gibiydi bu sözler, tam kalbimin ortasında kırılarak orada kaldı. Lucia… benim zayıflığımdı. Aynı zamanda gücüm.
“Ona bir şey söylemeyecek misin?” diye sordu, sesindeki sorgulayıcı ton, öfkeyle yoğrulmuştu.
Başımı yavaşça iki yana salladım. “Bana kendisini tamamen kapattı.”
Carlo kaşlarını çattı. Anlamaya çalışıyordu.
“Lucia’yı sen de biliyorsun,” dedim. “Şu an beni asla dinlemez. Söyleyeceğim hiçbir şey ulaşamaz ona.”
Bana sorduğu bu basit soru, içimdeki belirsizliğin ne kadar derin olduğunu hatırlattı. Yutkundum, bir ağırlıkla yanıt verdim.
“Belli değil. Ama Eduardo’nun başka bir planı olduğu kesin. Bu iş tahmin ettiğimizden daha zor olacak.”
Carlo’nun omuzları düşerken yüzündeki ifade daha karanlık bir hâl aldı. “Lucia mahvolacak,” dedi, sanki gerçeklerden kaçınılmaz bir şekilde bahsediyordu.
Gözlerimi yere indirdim. İçimde bir çatışma kopuyordu, her zamanki gibi. “Ben de,” dedim sessizce. “Ama asıl korkum… beni affedip affetmeyeceği.”
Carlo bana uzun bir süre baktı, kelimeler yerine bakışları konuşuyordu. Sonunda iç çekti. “Ona sahiden aşıksın,” dedi.
“Evet,” dedim tereddütsüz. Bu kelime bir itiraf değil, mutlak bir gerçekti. “Pedro’yu ondan uzak tut.”
Carlo biraz duraksadı. “Pedro’yu ondan uzak tutacağım,” dedi nihayet. “Ama bunu senin için değil, Lucia için yapacağım. Pedro onun için doğru kişi değil.”
Buna gülümsedim. Soğuk ve keskin bir gülümsemeydi bu. “Lucia için doğru olan tek erkek benim,” dedim, sesimdeki kararlılık inkâr edilemezdi.
Carlo derin bir nefes aldı ve ayağa kalktı. Bakışlarında bir değişim olmuştu, artık yalnızca öfke değil, bir tür anlayış vardı. “Eğer bana ya da Amatolara ihtiyacın olursa… sadece söyle,” dedi. “Mia’yı severim ve onu bulmanız için elimden geleni yapacağım.”
Ayağa kalktım ve uzattığı eli sıktım. Dokunuşunda bir antlaşma vardı; sözsüz bir bağ.
“Elinden geldiğince çabuk dön, Dante,” dedi. Sonra duraksadı, kelimeler içinde boğulur gibi. “Lucia…” Daha fazla devam edemedi. Buna gerek yoktu. Lucia’sız bir dünya benim için sadece bir kayıp değil, bir yıkımdı. Eğer onunla tamamlanmazsak… sadece mahvolmazdık… tamamen yok olurduk.
Carlo gittikten sonra sabrımın sınandığını hissettim. Akşama kadar geçen saatler, zamanı esneten bir işkence gibiydi. Sonunda, helikopterin yarım saat içinde hazır olacağını söylediklerinde Marino’yu aradım. Ayrılmadan önce tüm talimatları bir kez daha gözden geçirdik. Liz’i tekrar göreve çağırmam gibi zor ama kaçınılmaz kararlar almıştım. Zafere ulaşmak için bazen, insanın kalbini delip geçen fedakârlıklar gerekirdi.
Hazırlıklar tamamlandığında, sessiz adımlarla Chloe’nin dairesine indim. Burası da tıpkı diğer yerler gibi, dilediğimde girebildiğim bir alandı—otoritenin bana sunduğu görünmez bir anahtardı bu.
Kartı okuyucuya yerleştirip kapının açılışındaki tanıdık klik sesiyle içeri girdim. Dairenin içi sakin, alışıldık bir sessizliğe bürünmüştü. Ama bir ayrıntı hemen gözüme çarptı: portmantoda asılı duran Carlo’nun montu. Demek burada kalmıştı.
Zamanım azdı. Salona ilerledim ve onu gördüm. Lucia, kanepede kıvrılmış, huzursuz bir uykunun içinde kaybolmuştu. Yanaklarında henüz kurumamış yaşların izleri hâlâ duruyordu. İçimde bir yer sarsıldı. O yaşlar, bana aitti.
Yanına sessizce yaklaştım. Nefesini dinledim, kendime hâkim olmaya çalışarak kokusunu içime çektim. Kalbimde yankılanan tek bir gerçek vardı: Ben buraya aitim. Sana aitim, Lucia.
Ona bakarken, sessizce bir yemin ettim.
“Ne olursa olsun, sana geri döneceğim S,” diye düşündüm. “Çünkü ben senden gidemem. Sen de benden kaçamazsın. Biz görünmez ipliklerle, kalpten kalbe bağlıyız, tatlı işkencem. Her zaman sana dönmenin bir yolunu bulacağım. Ve seni geri kazanacağım.”
Bu düşüncelerle dolup taşarken, kendime engel olamadım. Eğildim ve dudaklarına hafif bir öpücük kondurdum. Nefesim, onun nefesiyle karıştı. “Cwtch,” diye fısıldadım; bu kelime, kalbimden dökülen saf bir itiraftı.
Lucia yatakta hafifçe kıpırdandı. O an, içgüdüyle geri çekildim. Ama bu bir kaçış değildi. Bedenim uzaklaşsa da, kalbim hâlâ onun sessizliğinde oyalanıyordu.
Yanına bir mektup bıraktım. Christian’ın dediği gibi, bazı gerçekleri—tamamını olmasa da bir kısmını—bilmeliydi. En azından kelimelerim, yokluğumda ona eşlik edecekti. Sessizlik içinde anlatamadıklarımı, şimdi satır aralarına saklıyordum.
Dairenin kapısını sessizce kapatıp çıktım. Helikopter hazırdı. Ben de.
Eduardo savaş mı istiyordu? Onun istediği kaosu vermeyecektim. Ama o kaosu kontrol etmenin ne anlama geldiğini ona gösterecektim.
Sonra… Lucia için, onun için geri dönecektim.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |