33. Bölüm

32

kitsudaphne
kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

OY VE YORUMLARINIZLA DESTEK OLURSANIZ SEVİNİRİM.

INSTAGRAM, TİKTOK VE YOUTUBE'DAN TAKİP ETMEK İSTERSENİZ; @MİSTYVİBE3

 

DAHA FAZLA KARAKTER TANITIMI VİDEOSU İÇİN INSTAGRAM VE TİKTOK;

@MİSTYVİBE3

 

“Ben artık inanmayı seçmeyeceğim, çünkü inanmak en çok beni yaraladı.” — Lucia

Lucia

Bazen biri gelir ve tüm hayatınızı alt üst eder. Önce izlersiniz, sonra kabul edersiniz. Ama bazen sonuç beklediğinizden daha fazlasıdır. Çünkü o kişi her şeyi düzene koyarken aynı zamanda alt üst ettiği hayatınızı da muhteşem kılar. Dante hayatıma girdiğinden beri tam olarak böyleyim.

Şimdi, o gözlerde aşk parlarken ben o gözlere hapsolmuştum. Derin bir nefes aldım, gözlerine bakarak ona yaklaştım.

“Gelirdim.”

Yutkundu. Sertçe. Ellerimi yüzüne uzattım, parmaklarım çenesinde gezindi.

“Ama henüz buna hazır değiliz.”

Elleri iki yana düştü. Yüzünü ellerimin arasından çektim.

“Sen de bunun farkındasın.”

Sessizlik. Gözlerimde yankılanan bir ağırlık vardı. Sakin ama derindi. Usulca üzerimi örttü, ardından ayakkabılarını giydi. Yatağı terk ederken bakışları, ok misali kalbime saplandı. Ama uzaklaşmadı.

“Ben seninle her şeye hazırım, S.”

Sesi, ruhumu kasıp kavuran bir fırtına gibiydi. Yüzüme eğildi. Gözlerinde aç bir jaguarın vahşi sabrı vardı. Adımları, geceyi gündüze karıştıran bir gölge gibi ağır ama kararlıydı.

“Seni bir kez daha bırakmayacağım. Bunu bir an önce kabullensen iyi olur.”

Sonra aniden geri çekildi. Kapı açıldığında, Carlo ve Chloe neşeyle içeri girdi. Dante'nin beni izleyen gözleri, onların bakışlarıyla çarpıştı. Ortam, kelimelere dökülemeyecek kadar yoğun bir gerilimle doldu.

“Günaydın.”

Chloe’nin sesi odadaki gerilimi bir nebze dağıttı.

“Günaydın Chloe.”

Ona hafifçe gülümsedim. Ama Dante çoktan eşyalarını toplamaya başlamıştı.

“Akşam geleceğim. Halletmem gereken bazı işler var.”

Sesi, beni temkinli olmaya zorlayan bir kesinlik taşıyordu. Sonra gitti. Chloe yanıma otururken, Carlo her zamanki soğukkanlı haliyle koltuğa geçti.

“Bir şey mi oldu?”

Carlo ve Chloe ailem gibiydi. Dante ile konuştuklarımızın ayrıntılarına girmedim ama genel hatlarıyla onlarla paylaştım. Carlo düşünceli bir şekilde önüne bakarken, Chloe elimi tuttu.

“Sizinle ne yapacağız, Lucia?”

Ama Carlo… O farklıydı. Dalgındı. Şimdi ise gözlerindeki ciddiyet beni düşündürüyordu. Chloe odadan ayrıldığında, Carlo’nun bakışlarındaki ağırlığı hissederek daha dik oturdum.

“Bu teklifi ben sunsam gelir miydin, Lucia?” Sesi, bir muammanın anahtarı gibi gizemli ve kararlıydı. “Chloe ve sen, benimle yaşar mıydınız?”

Onun yüzüne baktım. Carlo hiçbir şeyi rastgele söylemezdi, kelimelerini ve zamanlamasını özenle seçerdi. O yüzden bu soru beni düşündürdü. Uzunca ellerime baktım, parmaklarımı birbirine kenetledim. Kafamı kaldırdığımda cevabım netti.

“Sen ve Chloe’yle yaşamayı kabul ederim, Carlo. Siz benim ailemsiniz.”

Bana gülümsedi. O an gözlerinde sadece mutluluk değil, gurur da vardı.

“Adrian bugün gelemeyecek. Pedro da. Sana selam söylememi istediler.”

“Teşekkür ederim.”

Carlo bir an tereddüt etti, sonra derin bir nefes aldı.

“Lucia, Dante ile aranızdaki bağın ne kadar kuvvetli olduğunun farkındayım ama… onu sahiden affettin mi?”

Gözlerimi kaçırmadım. Kaçamazdım.

“Bir yanım ona hâlâ kızgın, Carlo. Ama ona karşı koyamıyorum. Ondan uzak kalamıyorum.” Boğazımdaki düğümün varlığına rağmen devam ettim. “Temkinli olmamı ve mantıklı davranmamı söyleyen yanım, Dante’ye olan aşkımla baş edemiyor.”

Sessizlik. İkimiz de birbirimize baktık. Sonra, fısıltı gibi bir itiraf döküldü dudaklarımdan.

“O sadece ilk aşkım değil, kaderim Carlo. Bunu hissediyorum. Her şeyi… hayatımı, hatta beni altüst etti. Ama—” Derin bir nefes aldım. “Kalbimde bir kanarya var. Ona doğru çoktan kanat çırpan. Onu durduramıyorum, engel olamıyorum.”

Sözcükler dudaklarımdan dökülürken gözlerimi kapattım. “Ben… bir tek onunla yaşadığımı hissediyorum. Çünkü kalbimin ritmini değiştiren tek erkek o.”

Carlo’nun bakışları aniden uzaklara kaydı. Çenesi sertçe gerildi. Gözlerime tekrar baktığında, o tanıdığım Carlo değildi. Daha tehlikeli, daha karanlık, daha kontrolsüz… Bu hâlde oluşunu ikinci kez görüyordum.

“Onu tanıyorum, o da ilk kez bu halde.”

“Tanıyorsun?”

Sözlerim farkında olmadan bir soru gibi çıkmıştı dudaklarımdan.

“Sana hayatını anlatmadı değil mi?”

“Kız kardeşi olduğunu biliyorum. Belki de bir ailesi...”

Carlo hızla ayağa kalkınca şaşırdım. Hiç tereddüt etmeden yanıma geldi, yatağa oturdu ve elimi avuçlarının arasına aldı.

“Biz, düşündüğünden farklı bir hayata aitiz, Lucia.” Sesi, tüm vücuduma soğuk bir ürperti gibi yayıldı. “Bu konuşmayı Chloe ile yapmadan önce seninle yapmam gerektiğini düşünüyorum. Dante yüzünden.”

Konuşmanın seyri bir anda değişirken, buna nasıl tepki vereceğimi bilmiyordum. Kalbim... İçimde bir ağırlık vardı. Kelimelere dökülemeyecek kadar yoğun, nefes almayı zorlaştıran bir ağırlık. Carlo durmadı.

“Adım Carlo Amato ve Adrian benim kardeşim, Lucia.”

Sustu. Ben de. Soyadı benim için bir anlam ifade etmedi. Ama tavrı… Duruşu, sesi, bakışları. Her şeyi anlatıyordu. Tam o anda sertçe açılan kapıyla irkildim. Marino içeri girdi ve Carlo’nun yanına ilerlerken, bana bakmadı bile.

“Telefon size.”

Carlo, telefonu eline aldığı anda ekrandaki isme baktı ve gözlerini kapattı. İçini çekti, sonra açtı. Bir süre karşı tarafı dinledi. Sonra bana baktı ve pes eden bir ses tonuyla, “Bir dakika Lucia.” dedi.

Başımı salladım. O çıkarken arkasından bakakaldım. Bir süre bekledim. Marino’yla.

“İyi misiniz, Bayan Lucia?”

Sesi sakindi ama gözleri tetikteydi.

“İyiyim, Marino.” Gözlerimi kısmıştım. “Arayan kim?”

Başını hafifçe eğdi. Suçluluk... Anladım.

“Dante, değil mi?”

Beni doğrulamak ister gibi bir an tereddüt etti, sonra başını onaylarcasına salladı.

“Evet, efendim.”

Sessizce soluklandım. Dante… Adının ardındaki sırlar gitgide büyüyordu. Onu tanıdığımdan çok daha fazlası olduğunu hissediyordum. Cevapları öğrenmem gerekiyordu. Ama sadece ondan. Tabii, eğer cevaplamaya cesaret ederse… Ya da isterse.

Carlo ve Chloe aynı anda içeri girdiklerinde, bakışlarımı Carlo’nun yüzüne diktim. Özür diler gibi bakıyordu. Göz göze geldiğimizde, birbirimizi anladık. O daha fazlasını anlatmayacaktı. Ben de sormayacaktım. Şimdilik.

Marino çıkmadan önce bana döndü. “Bir ihtiyacınız olursa söylemeniz yeterli.”

Gözlerimi ondan ayırmadım. “Teşekkürler, Marino.”

Chloe, yüzümdeki ifadeyi incelerken, odaya fizik tedavi uzmanı girdi. Günlük egzersizlerime başlıyorduk. Hafif hareketlerle başlayıp, seviyeyi giderek artıracaktık. O andan itibaren, eski sağlığıma kavuşana kadar her soruyu—her cevabı— görmezden gelmeye karar verdim.

Ama iyileştiğimde? Her şeyi öğrenecektim.

O günden sonra tam üç ay boyunca tedavilerim sürdü. Ama artık eski ben değildim. Yenileniyordum. Değişiyordum.

Dante ise… Her gün bir şekilde yanımdaydı. Hiçbir şey söylemese de varlığını hissediyordum. Sessiz, ama gölgem gibi… Onun da bu sürede iyileştiğini, içindeki fırtınaların dinmeye başladığını görebiliyordum. Yüzündeki keskin hatlar yumuşuyor, gözlerindeki karanlık yerini derin bir koyuluğa bırakıyordu. Ama içindeki o ateş hâlâ oradaydı, beni yakmaya hazır bekliyordu.

Carlo ile üç ay boyunca bir kere daha konuşma şansımız olmadı. O da bunu kabullenmiş gibiydi. Ya da kabullenmek zorunda kalmıştı. Keşke o gün konuşabilseydik dediğim anlar sayısızdı. Ama büyümüştüm. Keşkeler için her zaman çok geç kalındığını bilecek kadar öğrenmiştim hayatı. Chloe gerilimi sezse de, her zaman yanımda oldu. Elimi tuttu, ama zorlamadı. Konuşmak istersem orada olacağını söyledi. Sevgi dolu bir ablaydı benim için.

Hastaneden çıkacağım gün, herkesle, özellikle de hemşire Amy’yle vedalaştık. Onunla telefon numaralarımızı kaydettik. Amy, artık dostumuzdu ve Chloe’yle ikimiz onu kaybetmek istemiyorduk. Belki bir gün görüşebilirdik.

Hastaneden ayrıldığımızda helikopter bekliyordu. Dante her zamankinden daha fazla endişeliydi. Hayatımın her anının farkındaydı ama tek bir kelime bile etmiyordu. Ruhumun diğer yarısı gibiydi.

Helikoptere bindiğimizde, yanıma oturdu. Kemerimi sıkıca bağlarken yüzü fazlasıyla yakındı. Kokusu… baştan çıkarıcı, beni içine çeken bir girdap gibiydi. Yine başımı döndürmüştü. Bunu hissetmiş gibi gülümsedi. Gözlerinde gururlu bir ifade vardı.

O yanımdayken, ateş her yerdeydi.

Onunla her an böyle hissetmekten yorulmuştum. Helikopter havalanırken elimi tuttu. İndiğimiz ana kadar bırakmadı. Adaya yaklaştıkça, içimdeki gerginlik ve heyecan aynı oranda arttı. İkinci kez bu adaya ayak basmak… Garipti. Yaşananları hatırlamak… Boğucu. Nefesimin düzensizleştiğini hissettim. Dante parmaklarını avucuma biraz daha bastırdı. Her şeyi hissediyordu. Hissettiğim her duygu yankılanıyor ve ona çarpıyordu.

Beni bu kadar iyi tanıması… tehlikeliydi.

“İyi misin?”

Chloe’nin endişeli sesini duydum. Başımı çevirip ona bakarken gülümsediğimi sandım ama bir şeylerin eksik olduğunu ikimiz de fark ettik.

İyi değildim.

Carlo gözlerini üzerime diktiğinde kaçırdım. “Onlar artık yok. Lütfen korkma.”

Ama yaşadıklarım hâlâ oradaydı. Ona cevap vermedim. Helikopter alçalmaya başladığında nefesimi kontrol edemiyordum. Gözlerimi kapatıp nefes egzersizi yapmaya başladım. Sonunda yere indiğimizde, gözlerimi açtım.1

Adrian ve Pedro, bizi karşılamak için dışarıda bekliyordu. Marino kapıyı açtı. Önce Carlo indi. Sonra Chloe. Dante… Dante ise bekledi. Kemerimi açtı, ama hareketleri yavaş ve temkinliydi. Marino’ya bir işaret verdiğinde kapı aniden kapandı. Şaşkınlık her yüzde okunuyordu.

Ben onlardan daha şaşkındım. Dante’ye döndüğümde bakışları karanlık ve sarsılmazdı. Sonra… Boynumdan tutup beni kendine çekti. Kalbimde bir yer yandı. Bir süredir bana yaklaşmıyordu bile. Ama şimdi… Şimdi her şey fazlasıyla yakıcıydı.

“Bir soru soracağım ve sen de dürüstçe yanıtlayacaksın.” Sesi, her kelimeyi bir emir gibi sarıyordu. “Seni buradan hemen şimdi götürmemi ister misin?”

Dante tam olarak böyle bir adamdı. Zeki. Güçlü. Otoriter. Sert. Kontrollü. Ama aynı zamanda… Beni taparcasına seven. Benim için her şeyi yapabilecek kadar gözü kararmış ve söylediği her sözü yerine getirecek biri.

Yutkundum. “Yapamam. En azından bir süre daha.”

O suskunluğunu korurken gözleri üzerimde gezindi. “İstediğin her şeyi yapabiliriz. Yeter ki iste, Lucia. Benden talep et.”

İçimde bir şeyler kırıldı. Sustuğum onca şeyin yüküyle gözlerinin içine baktım. “Her istediğimi yaparsın, değil mi, Dante?”

İfadesi sertleşti ama beni yanıtlamadı.

“Peki, ne zamana kadar?” Sesim daha da derinden geldi. “Bir sonraki gidişine kadar mı?”

Gözleri karardı. Dudakları bana uzandı, ama… beni öpmedi. Belimden kavrayıp beni kendine daha fazla çektiğinde nefesim kesildi.

“Bu inatçı ve asi tavrını bir öpücükle mahvetmeyi fena halde istiyorum, S.”

Tüm bedenim titredi. Fark ettiğinde bana daha da yaklaştı. Dudaklarımızın arasındaki mesafe azaldı. Ama bir şey vardı… Bekliyordu. Benden bir işaret. Bir onay. Tenimde dolaşan ateşi hissedebiliyordum. Bu kez… ateş bendim.

“Seninle ne yapacağım, Lucia?”

Derin bir nefes aldım ve fısıldadım. “Beni bırak, Dante.”

O anda, boğazından çıkan vahşi ses neredeyse bir kükremeydi. “Asla.” Gözleri, gözlerimde yandı. “Sen benimsin.”

Dudakları benimkileri ele geçirdiğinde, yalnızca bedenimi değil, zihnimi de aynı anda kontrol altına aldığını biliyordu.

Oyun oynuyordu. Benimle. Zihnimle. Kalbimle.

“Lütfen Dante…”

Sesi karanlık bir fısıltı gibi geldi.

“Lütfen ne, S?”

Yutkundum. Kelimeler boğazımda düğümlendi. “Benimle oynamayı bırak. Bana daha fazla işkence etme.”

Gülümsemesi alaycı, ama aynı zamanda tehlikeli bir iz gibi aramızda kaldı.

“Senin yaptığın işkenceye ne demeliyiz peki?”

Dudağıma yakıcı bir öpücük kondurdu. “Benden uzak durman…” Boynuma sıcak bir öpücük bıraktı. “Benimle konuşmaman.” Diğer tarafı da öptü, kokumu içine çekerken bedenimden bir ürperti geçti. “Beni görmezden gelmen.”

Parmakları saçlarımın arasına kaydı, sertçe tuttu ve dudaklarımı dudaklarına hapsettiğinde yok oldum. Her zamanki gibi… Kaçamadım. Kaçmak istemedim.

“Ama sen her zaman tatlı işkencemsin, S. Ve ben, senin bana verdiğin ya da vereceğin her işkenceye razıyım.”

Başımı eğdi, dudaklarını tekrar benimkilerin üzerine bırakmadan önce gözlerimin içine baktı. “Şimdi son kez soruyorum. Buradan gitmek ister misin?”

Nefesim titredi. “Henüz değil.”

Söylemediklerimi de duydu. Henüz onunla yaşayacaklarıma, onun peşinden gitmeye hazır değildim. Hâlâ kollarında ürperirken, geri çekildi. Gözlerindeki karanlık olduğu yerde kaldı.

Sessizce kemerini çözdü. Marino kapıyı açtığında, arkasına bile bakmadan helikopterden indi. Onu izlerken, içimdeki fırtınanın daha da büyüdüğünü fark ettim. Adrian ve Pedro’yla selamlaşırken sessizce bekledi. Konuşmadı ama farkındaydım. Beni izliyordu.

Restorana geçtiğimizde, Chloe ve Carlo ile birlikte bir şeyler yerken de bakışları üzerimdeydi. Yakıyordu. Herkes sohbet ederken, o sadece bana bakıyordu. Sonra Carlo ile Chloe bir karara vardılar. Bir süre Chloe’nin yanında kalacaktım. Eve geldiğimizde, Dante içeri girmedi. O avcı bakışlarıyla beni son kez süzdü, sonra arkasını dönüp uzaklaştı. Arkasından baktım. Gitmesini izlerken, içimde oluşan boşluğu hissettim. Carlo, kolumdan tutup beni içeri çektiğinde ne kadar yorgun olduğumu fark ettim.

“Biraz uzanmam gerekiyor.”

“Elbette canım, sen odaya geç.”

Onları arkamda bırakıp odama yöneldim. Kapıyı kapattım. Kendimi yatağa attım ve gözlerimi kapattığım anda… Onu düşündüm. Onun dokunuşunu, sesini, varlığını… Dante’nin adını fısıldayarak uykuya daldım.

Dante


Evin kapısını kapatır kapatmaz kendimi kanepeye attım. Benden uzaklaştığı her andan nefret ediyordum. Ama haklıydı. Korkuları vardı. Beni ne kadar sevse ve benden ne kadar etkilense de geçmeyen korkular. Üstelik… her adımda kalplerimiz ilmek ilmek birbirine bağlansa da, her bakışında bana çekilse de… beni hâlâ affetmemişti.

Sorun, kız kardeşimi kurtarmak için gitmem değildi. Onu arkamda bırakmamdı. İstediği güveni ona hâlâ verememiş olmamdı. Telefon çaldığında ekrana bile bakmadan açtım. Karşımdaki ses, geçmişin karanlık yüzüydü. Eduardo.

“Bakıyorum toparlanmaya başlamışsın.”

“Bu seni ne zaman ilgilendirdi?”

“Öyle söyleme Dante. Beni kırıyorsun.”

Kötü bir kahkaha attı. Karakterine uygundu. Her zaman.

“Sen benim varisimsin. Elbette senin ölmeni istemem.”

“Sürünmem sana yetiyor yani, öyle mi?”

Yanıtlamadı. Ama alaycı bir gülümseme sergilediğini hayal edebiliyordum.

“Lucia iyileşmiş. Bu güzel bir haber.”

Bedenimdeki her kas gerildi.

“Daha fazla oyun yok Eduardo. Bu kadar yeter. Onu İtalya’ya götürüyorum ve—”

“Sana ne zaman ne yapacağını ancak ben söyleyebilirim, Dante.”

“Artık ona zarar vermene izin vereceğimi mi sanıyorsun?”

“İstiyorsan dene.”

Parmaklarımı yumruk yaptım. Tüm irademi zorluyordum.

“Kim olduğundan haberi bile yok Eduardo. İntikam alsan bu kime yarayacak? Bu gösteri niye?”

Sözlerim öfkeme yenik düşmüştü.

“Sakin ol.” Sesi soğuktu. Tehlikeli bir sakinlikti bu. “Elbette bu gösterinin izleyiciyle buluşmasına izin vereceğim. Ama önce kızın elinden her şeyi almam lazım, umudunu, yaşam inancını, beklentilerini, hayallerini. Bunu görmeni istiyorum.”

Sözleri bir bıçak kadar keskindi. “Sen hastasın baba.”

Bu kelimeyi en son ne zaman kullandığımı hatırlamıyordum bile. Sessizlik. Uzun. Ağır. Baskıcı.

“Zamanında benim elimden en değerli şeyi almadan önce düşünmeliydiler, Dante.”

“Annesi seni sevmemiş bile, Eduardo. Bu kadar aciz davranabildiğine inanamıyorum.”

Sessizliği bir anda infilak etti. “Lucia’yı elinden alırsam ne yaparsın?”

Kan beynime sıçradı. Gözlerim karardı. “Seni yok ederim.”

“O zaman bu konuyu konuşmamıza gerek yok.”

Derin bir nefes aldım. Göğsümde, derinlere işleyen bir öfke vardı. “Tüm ailesine kocaman bir trajedi verdin. O hastalıklı zihnin ne zaman duracak?”

“Bazı insanlar hayatında bir kez kaybeder ve ben o hataya bir kez düştüm. Sevdiğim kadını kaybettim. Babası onu benden çaldı.”

“Gerçekten acımasız ve vahşi bir adamsın. Sevgiyi tanıdığını bile sanmıyorum Eduardo.”

Sesi değişti. O her zaman alaycı, her zaman umursamaz olan adam… Bir anlığına duvarlarını indirdi. “Bazen en derin yaralar, hiç gösterilmeyen ve iyileşmeyenlerdir.”

Buz gibi bir ürperti geçti içimden. Ama kendini hemen toparladı.

“Hiçbir şey ben ‘bitti’ demeden bitmeyecek, Dante.”

Sesi yine o eski, sert tondaydı. “Aramızdaki en önemli sözü unutmadın değil mi?”

Gözlerimi kapattım. Aramızdaki bağı gösteren o söz. “Senin en büyük ikinci düşmanın benim.”

“Öyle.”

“Sonra görüşürüz oğlum.”

Son kelimeyi adeta tükürdü. Ondan nefret ediyordum. O da benden. Ama bir konuda haklıydı. Henüz hiçbir şey bitmemişti. Bunu bitirecek olan ben olacaktım.

Karanlık çökerken, içimdeki ağırlık da onunla birlikte derinleşti. Bazı zamanlar zihnim bana en büyük işkenceyi yapıyordu. Sorun yalnızca Eduardo değildi. Üzerimdeki sorumluluklar, içinde bulunduğum durum… hepsi beni tüketiyordu. En çok da Lucia uzak durduğunda… Gücüm tükeniyordu. Çünkü beni bu hayata bağlayan, nefes almamı kolaylaştıran tek kişi oydu. Dayanak noktamdı.

Marino aradığında telefonu açmadım. Bazen geride kalması gerektiğini biliyordu. Özellikle de ruh halimin dibe vurduğunu sezdiğinde.

Telefon hala elimdeydi, galeriyi açtım. Lucia’nın fotoğraflarıyla dolu galeriyi açtım. Onun gülüşü… Güzelliği… Yüzünün her bir hattı… O güzelliğin beni kendine çekmesine izin verdim. Kalbim sadece onun için atıyordu. Benim Ay Tanrıçam…

Yaşadığı trajedinin, içinde bulunduğu dünyanın karanlığının farkında değildi. Bunu bir süre daha bilmemesi için elimden geleni yapacaktım. Buna mecburdum. Bir süre daha. O sürede, her şeyi onun için daha iyi bir hale getirecek, Eduardo’yu yenecektim. Zaman ihtiyacım olan tek şeydi. Ben, ondan daha sabırlı bir avcıydım. O, planını şekillendirmek için yıllarını harcamıştı. Ben onun kurduğu oyunu çok daha kısa sürede bitirecektim.

Acı bir gülümsemeyle fotoğraflara bakmaya devam ettim. Galeride aşağı inerken bir tanesi takıldı gözüme. O uyurken çektiğim bir fotoğrafımız. Başım göğsündeydi. Hastanede… Onun haberi bile yokken çekmiştim. Yanında kaldığım her an olduğu gibi, huzurluydum. O gece iyi bir uyku çektiğim nadir anlardan biriydi.

Güzel yüzü, uykunun kollarına teslim olmuşken bile mükemmeldi. Ama Eduardo… O, tam da bu güzelliğe zarar vermeye, beni incitmeye çalışıyordu. En kötüsü de tüm bunlar bir anlık öfkenin sonucu değildi. Yıllar öncesine dayanan, derinlere kök salmış bir nefretin son perdesiydi. Ve şimdi, bu hikâye artık bir intikama dönüşmüştü.

Lucia… O, bir liderin kızıydı. Henüz farkında olmasa da büyük bir oyunun tam ortasına düşmüştü. Ama sıradan bir piyon değil, bu oyunun başrolüydü. Eğer onu, ay tanrıçamı, koruyamazsam… Eğer Eduardo’yu durduramazsam… Her şey mahvolacaktı.

Zihnim, huzursuz anıların içinde kayboldu.

Babamla yıllar önce yollarımı ayırmıştım. Kardeşlerimi onun elinden kurtardığım gün, artık onunla hiçbir bağım kalmamıştı. Beni koruyan Don Benito Costelli –Christian’ın büyükbabası– her zaman yanımda durmuştu. Don Benito’ya yeni öğrendiğim gerçeklerle gittiğimde her şey değişti. O gün, beni Corvo ailesinin yeni lideri ilan etti. Beni ve ailemi koruma altına aldı. Babam kaçarken, kardeşlerimi onun zulmünden kurtarmayı başardım. Eduardo gitmeden önce beni aradı. Son sözlerini söylemek için.

“Sen benim ikinci en büyük düşmanımsın, Dante Corvo. Bir gün, seni en çok acıtan yerinden vuracağım.”

O sözleri zihnime kazıdım. Beni yıkmaya ant içmişti. Ama değişen bir şey yoktu. O, benim kabuslarıma yön veren adamdan fazlası değildi. Benim karanlığımı büyüten kişiydi. Ama ben de onun elinden her şeyini almıştım—gücünü, konumunu, liderliğini. Bu yüzden daima rakiptik. Bu yüzden düşman kalacaktık.

On sekiz yaşıma kadar onunla hiç görüşmedim. Sonra bir gün, beni çağırdı. Bunun sıradan bir davet olmadığını biliyordum. Eduardo Corvo’nun bir planı olmadan harekete geçtiği görülmemişti. Öyle de oldu. Önüme bir dosya koydu. Dosya Lucia hakkındaydı. Sayfalara göz gezdirirken nefesim kesildi. Kalbim tek bir saniye içinde paramparça oldu. Bu imkânsızdı. Bir hata yapıyordum. Ama artık çok geçti.

Çünkü kalp bir kere böylesine sarsılırdı. Ama gerçekler… Gerçekler acımasızdı. Lucia sadece bir liderin kızı değildi. Eduardo'nun nefret ettiği adamın kızıydı. Babamdan alınan hayatın, ondan çalınan her şeyin vücut bulmuş haliydi. Eduardo'nun intikamıydı.

Ben… Her ne kadar Eduardo’nun oğlu olduğumu reddetsem de, Corvo ailesinin varisi ve lideriydim. Babamın düşmanıydım. Onun oyununda bir piyon olmaya hiç niyetim yoktu. Lucia’ya karşı hiçbir şey hissetmesem bile, Eduardo’nun onun hayatıyla oynamasına asla izin vermezdim. Ama şimdi? Şimdi işler değişmişti. Çünkü ben onu kurtarmak için yemin etmiştim.

Fakat babama doğrudan meydan okuyamazdım. Bir savaşta her hamlenin bir zamanı vardı. Taşları doğru dizmezsen, yanlış bir hamleyle her şeyini kaybedebilirdin. Benim gibi bir adam için kayıp ihtimali yoktu. Bu yüzden sessiz kaldım. Sabırla bekledim. Satranç taşlarını yeniden dizmeye başladım. Kurallar değişmişti. Bu, artık Eduardo’nun kural koyduğu bir oyun değildi. Onu altüst edecek, kazananın yalnızca ben olacağım bir savaş başlatıyordum.

Eduardo’ya asla izin vermeyecektim. Gerekirse ondan daha acımasız olacaktım. Daha vahşi. Daha karanlık. Ama bu oyunu bitirecektim. Bu yüzden gücümü artırıyor, bağlantılarımı güçlendiriyordum. Ama Eduardo da benim gibiydi. Soğukkanlı. Hesapçı. Kusursuz hamleler yapan bir avcı. Onunla benzeyen yanlarım olsa da ondan önemli bir farkım vardı. Ben sevgiyi tanıyordum. Benim değerlerim vardı. Ve bu hayatta uğruna ölebileceğim insanlar…

Lucia da onlardan biriydi. İlk. Tek. Sonsuz.

Kader bazen en acımasız satranç oyununu sunardı. Hamleleri tamamlamak zorundaydın. Kimi oyun kısa sürerdi, kimi uzun. Ama kazanmak, oyuncunun ustalığına bağlıydı. Ben asla kaybeden olmayacaktım. Yılmayacaktım. Sevdiğim kadını kurtaracaktım. Bu hikâye bitecekti ve sonunda Eduardo dışında herkes kazanacaktı. Ayrıca Eduardo’nun unuttuğu bir şey vardı: Ben ondan daha sabırlıydım. Daha kontrollüydüm. Daha tehlikeliydim.

Onu yendiğimde… kendi sonuna erişmiş olacaktı. İşte ancak o zaman, belki kendime bir mutluluk şansı tanıyabilirdim.

Henüz o an gelmemişti.

Huzursuz zihnim yine düşüncelerin esiri olmuştu. Daha fazla düşünmek istemiyordum. Ayağa kalktım. Kaslarımı çalıştırmak, zihnimi susturmanın en iyi yoluydu. Spor yaptım, ardından duşa girdim. Bir şeyler atıştırıp telefonu elime aldım.

Onu aramak istiyordum. Ama rahatsız etmek istemiyordum. Tam telefonu bırakacaktım ki Chloe’nin araması ekranda belirdi.

“Merhaba, Dante. Müsait misin?”

“Evet, bir şey mi oldu?”

“Carlo ile halletmemiz gereken önemli bir iş var. Lucia’yı yalnız bırakmak istemiyoruz. Buraya gelebilir misin?”

“Hemen geliyorum.”

Eşyalarımı aldım ve vakit kaybetmeden Chloe’nin dairesine gittim. Kapıyı açtığında çıkmak üzerelerdi.

“Teşekkürler, Dante.” Bir an duraksadı, sonra panikle gözlerini kaçırdı. “Affedersin… Kimsenin bilmemesi gerekiyor, değil mi? Sana Lucas demeliyim.”

“Sorun değil. Bir süre ortalıkta olmayacağım.”

İçten bir şekilde gülümsedi. Ardından Carlo da yanına geldi. “İçeride, uyuyor.”

“Tamam.”

Onlar çıkarken ben içeri geçtim ve kapıyı kapattım. Bir süre salonda oturmayı düşündüm. Ama yapamadım. Yanında olmaya ihtiyacım vardı. Kokusuna. Onunla huzurlu bir uykuya.

Yavaşça odaya girdim. Üzeri açılmıştı. Ses çıkarmamaya özen göstererek onu örttüm. Sonra ayakkabılarımı çıkardım ve yanına uzandım. O kadar güzeldi ki. O kadar bana aitti ki.

Ona daha da yaklaştım, kokusunu içime çektim. Varlığımı hissetmiş gibiydi. Hafifçe kıpırdandı. Sonra elimi yakaladı ve koluma sarıldı. Fısıltısı yalnızca odada yankılanmadı. Kalbime kazındı.

“Sensiz ne yapacağım?”

Şaşkınlıkla ona baktım. Gözlerini açtı. O eşsiz orman yeşili gözler benimkilere kilitlendi.

“Seni uyandırmak istememiştim.”

Hâlâ koluma sarılıydı. Yüzlerimiz birbirine dönüktü. Bakışlarımda ne gördüyse, bir an bile gözlerini kaçırmadan beni inceledi.

“Sevdiğin birinin ellerinde kırılmak, diğer bütün savaşlardan daha zor geliyor.”

Aşk ve nefret arasında ince bir çizgi vardı. O ipte yürümeye devam edemezdiniz. Birini seçmek zorundaydınız. En kötü ihtimalle, biri diğerini beslerdi ve kaçınılmaz yıkıma yol açardı. Lucia şu an o çizgideydi.

“Neden, Dante?”

O tek kelimenin içinde bir dünya saklıydı.

“Neden sürekli benden uzaklaşıyorsun? Neden bana yaklaşmıyorsun? Neden bu haldeyiz? Bütün bu olanların, yaşananların sebebi ne?”

Ondan gerçekleri saklamak ağır bir yüktü. Her şeye rağmen, ben gerçekleri yalanlara tercih ederdim. Çünkü gerçek bizi özgür kılardı. Ama ya gerçekler bizi bir yere ulaştırmadığında? Ya gerçekler bizi yok edecekse? İşte bu nedenle… Söyleyemezdim. Eğer söylersem, Eduardo’nun elini güçlendirmekten başka bir işe yaramazdı. Elimi bıraktı.

O an, gözlerindeki orman yağmur bulutlarını çoktan üzerine çekmişti. Gözleri dolarken, kalbim paramparça oldu. O benim en büyük zaafımdı. Tek aşkımdı. Ve benim yüzümden acı çekiyordu. Onu göğsüme çekmeye çalıştım ama direndi.

“Bırak beni.”

“Bana karşı koymayı bırak, S. Bana ihtiyacın var.”

“Hayır, yok.”

Beni ittirse de uzaklaşmasına izin vermedim.

“Beni sevmiyorsun, Dante.”

“Çok seviyorum. Kelimelerin yetmeyeceği kadar çok.”

“Senden nefret ediyorum.”

“Edemiyorsun, S.” Nazikçe kendime çektim. Ama bu sefer sıkıca sardım. “Ayrıca, benden ancak bu kadar uzun süre uzak kalabilirsin, S. Sadece kaçtığını düşünebilirsin.”

Kollarımdan son bir çabayla kurtulmaya çalıştı. “Sana zaman vermekten ve her şeyin bu kadar karmaşık hale gelmesinden sıkıldım, Dante.”

Öfkesiyle baş ederdim. Ama benden gidişiyle değil.

“Nefes alamıyorum, Dante.”

Ona bir nefeslik alan tanıdım ama hepsi bu kadardı. Onu bırakamıyordum. “Benden kaçamayacağını anlayana kadar seni kollarımda tutacağım. Üzgünüm.”

Dudaklarına yaklaştığımda başını çevirdi.

“Yapma.”

“Beni durdur o zaman.”

Kirpikleri titredi. Yaşlı gözlerinin ardında yorgunluk vardı. Acı vardı.

“Beni incitmeyi ne zaman bırakacaksın , Dante?”

“Seni incitiyor muyum?”

Başını salladı. “Seni anlayamamaktan yoruldum. Tükendim.”

“O zaman kendini bana bırak ve hiçbir şey düşünme. Her şeyinle benim olduğunu kabul et.”

Bir an nefesi düzensizleşti. Gözlerini kapadı. “Acılarım ve korkularım var, Dante. Ya beni her şeyimle kabul et, ya da...”

Sözünü tamamlamasına izin vermedim. Parmaklarımı ensesine götürdüm, hafifçe okşadım.

“Senin tüm korkuların ve acılarınla başa çıkarım. Hepsini yenerim. Artık hiçbir şey düşünme. Sen benimsin. Her zaman benim kalacaksın, S. Bu bir söz, bir yemin ya da bir itiraf değil. Bu yalın bir gerçek.”

Pes etmiş gibi içini çekti. Gözlerini kapattı ve başını göğsüme yasladı.

“Aşkın bir rol dağılımı varsa, Dante, ben çoktan kaybettim. Eli güçlü olan sensin. Öyle de kalacaksın. Sana karşı koyamıyorum, senden uzak duramıyorum. Sana çok kızgınım, acı çekiyorum ama aptal kalbim seni sevmekten vazgeçmiyor. Bu şekilde ne yapacağım?”

Parmaklarımı ensesinde gezdirdim. Masaj yapmaya başladım. Kasları gevşerken fısıldadım.

“Uyu, tatlı işkencem. Benimle sonra savaşırsın. Söz veriyorum, sadece kızmana değil, beni yenmene de izin vereceğim. Çünkü fark etmesen de, ben sana en başında yenildim. Beni en başında ele geçirdin.”

Nefesi düzenli bir hal aldığında uyuduğunu anladım. Elimi yüzüne götürdüm. Saçlarının arasından geçerken fısıldadım. “Seni seviyorum, S. Benim büyüleyici ay tanrıçam.”

Gözlerimi kapattım. Onun kokusuyla uykuya daldım. Sorular ve yanıtlar… Zorluklar ve engeller… Biraz daha bekleyebilirdi. Önemli olan, değerli olan sadece Lucia'ydı.

Benim eşsiz varlığım.

Lucia

Uyandığımda Dante yanımdaydı. Derin bir uykudaydı ama yüzündeki yorgunluk izleri hâlâ silinmemişti. Ne kadar zamandır uykusuzdu?

Sessizce nefes alıp verişini izledim. Yüz hatlarını inceledim. Güçlü, keskin ve fazlasıyla sertti. Ama bunların altında yatan bir şey vardı. Yorgunluk, baskı, savaş yorgunu bir adamın izleri...

Tam o sırada dış kapıdan bir ses geldi. Dante, ok gibi fırlayarak yataktan doğruldu. Kasları gerilmiş, gözleri tehlike arayan bir avcı gibi karanlık bir ifadeye bürünmüştü. Tetikteydi. Hep böyle miydi? Ben de doğrulup kolunu tuttum.

“Chloe ve Carlo olmalı.”

Bana bakmadan başını salladı ama vücudu hâlâ gergindi. Yavaş hareketlerle yataktan kalktı, ayakkabılarını giydi. Onu izlerken içimde tuhaf bir duygu kabardı. Bu kadar huzursuz uyuyan bir adam hiç huzurlu olabilir miydi?

Dolaba yöneldim, kendime rahat bir elbise aldım ve banyoya ilerledim. Kapıyı açmadan önce ona döndüm. Bakışları üzerimdeydi. Her zaman olduğu gibi.

“Hazırlanıp yanınıza gelirim.”

Yalnızca başını salladı. Sözcüklere ihtiyacı yoktu, bakışları fazlasıyla konuşuyordu. Hazırlandığımda salona geçtim ama Carlo’nun orada olmadığını fark ettim. Chloe beni görünce gülümsedi.

“Nasılsın, biriciğim?”

“İyiyim Chloe. İşlerinizi halledebildiniz mi?”

“Evet canım. Bu arada senin sağlığına kavuşmanı henüz kutlayamadık. Akşam yemeği için restoranda buluşalım dedik. Ne dersin?”

Kaşlarımı hafifçe kaldırdım. “Kim gelecek?”

O sırada Dante’nin bakışlarını üzerimde hissettim. Gergindi. Fazlasıyla.

“Adrian ve Pedro.”

Chloe'nin sözleri havada yankılanırken Dante'nin bakışları üzerimden bir an bile ayrılmadı. Okyanus mavisi gözleri karanlık bir fırtınaya dönüşmüştü.

“İyi olur Chloe. Carlo doğrudan oraya mı geçecek?”

“Evet canım. Benim de biraz işlerim var, buluşma saatine doğru eve gelirim.”

Başımı salladım. Chloe evden çıkarken, Dante’nin yanına ilerledim.

Bakışları üzerimdeydi ve alev alevdi. Aniden elimden tutup beni kendine çekti. Beklemediğim için dengemi kaybedip neredeyse üzerine düşecektim.

“Elbisen ilginçmiş, S.”

Kaşlarımı kaldırdım. “Nesi var, Dante?”

Bir elini sırtıma koydu. İşaret parmağını yumuşak hareketlerle sırtımda gezdirdi. Okyanus mavisi gözleri koyulaştı. Bir girdap gibi içine çekiyordu.

“Onu söylüyorum. Elbise yok gibi.”

Cümlesi içimde bir kıvılcım gibi patladı. Kıskanç Dante. Bu hali, beni böylesine sahiplenmesi bir takıntı gibiydi. Ama tehlikeli olan, benim de bundan hoşlanıyor olmamdı.

“Ben sevdim.”

“Ben sevmedim, S.”

Sırtımı okşayan parmakları nefesimi kesiyordu. Dengemi alt üst ediyordu. O her şeyi alt üst ediyordu. Gözlerim istemsizce kapandı. Ama o an dudağıma fısıldadığı kelimeler, içimde bir şeyleri paramparça etti.

“Benimsin. Bu gerçeği her an zihnine, kalbine ve tenine işleyeceğim. Ta ki tamamen benim olana kadar.”

Sonra beni öptü.

Dante’nin dokunuşları, içimdeki ateşi körüklüyordu. Mantığımın sesini susturdu, ruhumun en derin noktalarına dokundu. Karşılık verdiğim anda belimi kavradı, beni daha da kendine çekti. Dante...

Alevler onunla dans ediyordu. İçimde yakıcı bir yangın başlattı, beni saran tek gerçeklik o oldu. Daha önce yalnızca bir yara olduğumu hissettim ve onun dokunuşları ilacımdı. Beni her anlamda ele geçiriyordu. Boğazımdan kaçan sese engel olamadım. O an, beni daha sıkı sardı. Dante, beni içine çekiyordu.

Elim boynundan göğsüne indiğinde hırıltılı bir nefes aldı. İçimdeki bağımlılığı artırıyordu, kaçınılmaz bir şekilde ona mahkûm oluyordum. Boynuma indiğinde minik öpücüklerinin esiriydim. Sonra— Bir kopuş hissi. Elbisemin askılarından birini kopardığını anladım ve geriye çekildim.

“Artık bu elbiseyi giyemezsin.”

Gözleri tutku ve karmaşa doluydu. Ama daha fazlası vardı. Bir plan. Dante asla sadece hisleriyle hareket etmezdi. O, her zaman hesaplayan, düşünen, önceden gören bir avcıydı. Onunla her anın bir oyunun parçası olduğu kesindi. Bunu nasıl atlamıştım? “Beni bu yüzden mi öptün?” diye sordum, gözlerimi onunkilere sabitleyerek.

Tek eliyle çenemi kavradı. “Bunun tek bir sebebi var, S. Sadece seni istediğim ve senden uzak duramadığım içindi. Ama elbiseni sevmediğimi söylemiştim.”

“Yani her zaman senin istediğin şeyleri mi yapacağım? Yapmadığımda da karşılığı bu mu olacak?”

Gözleri derinleşti. Parmakları omzumdan koluma doğru süzüldü, dokunuşu bilinçli, sahipleniciydi.

“Seni kıskanıyorum.” Sesinde karanlık bir fısıltı vardı. “Ve kimsenin sana benim gibi bakmasını istemiyorum. Bu bir suç mu?”

Onun yerine sadece gülümsedim.

“Elbisemi değiştirip yanına geleceğim.”

Ama Dante'nin oyununda yalnızca bir piyon olmayacaktım. Onu şaşırtmanın zamanıydı. Dolaptan daha cesur bir elbise seçtim. Öncekinden biraz daha kısa, daha iddialı. Aynaya baktım ve hafifçe gülümsedim. Oyun başlamıştı.

Salona döndüğümde Dante koltuktaydı ve gözlerini üzerimden ayırmadı. Önce bakışlarında karanlık bir şok dalgası oluştu, ardından kaçınılmaz bir gülümseme yayıldı yüzüne. Kontrolünü kaybetmeyecekti, ama etkilenmişti.

Tam önünde durup yüzünü ellerimin arasına aldım. “Beni de kendine benzettin. Mutlu musun, Dante?”

Gülümsemesi daha da derinleşti. “Kontrol edilemez haline bayılıyorum, S.” Beni baştan aşağı süzdü. “Bu elbiseden diğerinden daha çok nefret ettim.”

“O zaman elbise görevini tamamladı, Dante.”

Öpmeden uzaklaştım. Oyun sadece onun kurallarına göre oynanmayacaktı. Televizyonun altındaki çekmeceyi açarken arkamdan bana baktığını hissedebiliyordum.

“Seninle film izlemeyi özledim.”

Geriye yaslandı ve izlemeye koyuldu. Beni izlemeye. Romantik bir film seçtiğimde dudaklarının kenarı kıvrıldı, ama tek kelime etmedi. Yanına oturduğumda kolunu omzuma attı, bedenimi kendine çekti.

“İzlemek zorundasın.”

“Elbette, tatlı işkencem.”

Sonuna kadar, yalnızca benim için izledi. Film ilerledikçe konuşmadan yanımda kaldı. Sadece varlığı bile bir fırtına gibi hissediliyordu. Ama sonra beklenmedik bir şekilde sordu: “Romantik filmlerin neyinden bu kadar etkileniyorsun?”

Gözlerimi kırpıştırdım. Cevap basitti. “İhtimaller, beklentiler, aşk, hayaller ve umut gibi şeyler var... Bunlardan nasıl etkilenmem?”

Bakışlarında gölgeler belirdi. Bir an yanlış bir şey söyleyip söylemediğimi düşündüm.

“Kabuslar her şeyden daha gerçek olduğunda bile mi?” Sesi, ruhuma işleyen bir bıçak gibi soğuktu.

Kaşlarımı çattım. “Bu ne demek?”

Yüzümü ellerinin arasına aldı, gözlerini gözlerime sabitledi.

“Hayallerin bazen gerçekleşmediği bir hayattayız, S. Sen de kabusları, travmaları ve acıları biliyorsun. Buna rağmen nasıl inanıyorsun?”

Dante'nin içindeki karanlık, onun her zerresine işlemişti. Umut onun için bir masaldı. Bunu anlayabiliyordum. Ona yumuşak bir sesle fısıldadım.

“Bazen sadece inanırsın, Dante.”

Derin bir nefes aldı. Gözleri beni anlamaya çalışıyormuş gibi inceledi. Sonra daha derin bir soru sordu:

“Peki, bir gün bana da inanır mıydın?”

Sesi fazla derindi. Sadece bir soru değildi. Bir itiraf mıydı? Ya da zor bir gerçek?

Bir elimi hafifçe onun elinin üzerine koydum. “Bir insan bir şeye inanmak istediğinde… bazen bir yalana bile inanıyor, Dante. Ama bunun için güven gerekiyor. Bazen de sevgi.”

Sustu. Geriye çekildi. Düşünceli bir şekilde.

“Sen de denemelisin Dante.”

Yanıtlayacağını düşündüğüm an, kapı çaldı. Chloe gelmişti. Gülümseyerek içeri girdi.

“Ben hemen hazırlanırım.”

“Olur Chloe.”

Dante düşüncelere dalmışken sessizliği bozmadım. Chloe hazırlanmayı bitirip yanımıza geldiğinde, restorana gitmek için kalktık. Giydiğim son elbiseyle aşağı indim. Restorana varmadan hemen önce bileğimi yakaladı ve beni durdurdu.

“İnatçılığın her zaman hoşuma gitmiyor.”

Sadece gülümsedim. Ayaklarımın ucunda yükseldim ve yanağından hafifçe öptüm. “Bana emir veremeyeceğini biliyorsun, değil mi?”

İçini çekti. Gözlerinde hem teslimiyet hem de kabullenmek istemediği bir gerçek vardı.

“Evet.”

“O zaman tartışmayalım ve şu anın tadını çıkaralım.”

Kısa bir sessizlik. Sonra sadece bir kelime fısıldadı: “Peki.”

Ama yüzü asıktı. Öfkeliydi ve tavrımdan rahatsız olmuştu. Dante genelde rahatsızlığını kelimelerle ifade etmezdi. Sessizliği bazen en büyük fırtınaydı. Birlikte içeri girdiğimizde Pedro ve Adrian’ın yüzlerindeki farklı gülümsemeyi fark ettim. Sanki beni şaşırtacak bir haber bekliyormuş gibi bakıyorlardı.

“Yeni müdür göreve başlayalı iki ay oldu,” dedi Pedro. “Dosyanı incelemeye aldığını bugün öğrendim.”

Kaşlarımı çattım. “Bu ne anlama geliyor?”

Pedro hafifçe gülümsedi. “Altı ay sonra üst kurul toplanacak, Lucia.”

Hala tam olarak anlamıyordum.

“Altı ay sonra 19 yaşında olacaksın,” diye devam etti.

“Ve?”

Pedro’nun bakışları diğerlerine kaydı. Sanki ortada bilmem gereken ama bir tek benim bilmediğim bir sır vardı.

“Kurul mezuniyet sınavını öne çekebilir.”

Bir an tüm gerçekliğiyle kavrayamadım. Ama Chloe’nin yüzündeki neşeyle Adrian’ın gülümsemesi birleşince, ne demek istediklerini fark ettim.

Bu, özgürlüğe giden bir kapıydı.

İçimde bir kıpırtı yükseldi, belki de umut. Gözlerim, bilinçsizce Dante’yi aradı. Ama o, diğerleri gibi gülümsemiyordu. Yüzündeki her çizgi gergindi. Bir şey hissediyordu. Ama bunu saklamaya çalışıyordu. Herkes sözlü tebriklerini sunarken, Dante tek kelime etmedi ve aniden ayağa kalktı. Telefonunu işaret etti. “Birkaç dakika içinde dönerim.” dedi, sesi fazlasıyla kontrol altındaydı.

Gidişini izledim. İçimde tanımlayamadığım bir huzursuzluk vardı. Neler oluyordu?

Chloe omzuma hafifçe dokundu. “Seni iyi eğitmemiz gerekiyor.”

Ona gülümsedim ama düşüncelerim Dante’deydi. Tepkisinin nedenini çözemiyordum. Bir şeyleri mi saklıyordu? Yoksa… bu tepkisinin altında daha önemli bir sorun mu vardı? Gözlerim, restoranın çıkış kapısına yöneldi.

Onu takip ettim.

Dante

Bir şeyler oluyordu. Bu kez, ona geç kalmayacaktım. Marino’yu aradım. Telefonu açar açmaz doğrudan sordum: “Lucia’nın mezuniyet sınavı erkene mi alındı?”

Sesindeki gerilim açıktı. “Bugün seni bu yüzden aradım, patron.”

“Ayrıntıları anlat.”

Kısa bir sessizlik oldu. Marino her zaman konuşmadan önce düşünürdü. Sonra, sesi keskin bir ciddiyetle yankılandı:

“Yeni müdür, Eduardo’nun piyonlarından biri. Üst kuruldan özel bir izin çıktı. Lucia ilk sınava değil, mezuniyet sınavına alınacak. Lucia’nın derslerdeki başarısı, son olayda gösterdiği cesaret ve soğukkanlılık gibi gerekçeler öne sürüldü. Sonuç olarak, sınav öne çekildi.”

İçimde, kontrol etmekte zorlandığım bir öfke yükseldi.

“Bunun olmasını önlememiz gerekiyor. Ya da...” Derin bir nefes aldım. “Sınavı bizim gerçekleştirmemiz gerekiyor.”

Marino, Eduardo’nun gölgesinden bu kadar kolay sıyrılmanın imkansız olduğunu biliyordu.

“Eduardo’ya belli etmeden bunu nasıl başaracağız?”

“Çok fazla adama ihtiyacımız olacak, Marino.” Sözlerim keskin ve netti. “O süre içinde Lucia’yı ikna edebilirsem, buradan götüreceğim. Ama onu zorlayamam. Yine de tehdit büyürse…” Cümleyi tamamlamaya gerek yoktu. Marino anladı.

“Acil durum planı için hazırlıklara başlayalım mı?”

“Başlat. Ama sessizce.”

“Emredersin, patron.”

“Ve… Bana daha fazla bilgiyle gel.”

“Uğraşıyorum.”

Telefonu kapattığım anda arkamda birinin durduğunu hissettim. Lucia.

“Neler oluyor, Dante?”

Sesinde şüphe vardı ve... kırılmış bir güven. Konuştuklarımın ne kadarını duyduğunu bilmiyordum. Sadece bekledim.

“Neden daha fazla adama ihtiyacın var? Niye beni buradan götürmeye çalışıyorsun?” Yanıma geldi, gömleğimin yakasına yapıştı. “Tehdit dediğin ne?”

Elbette en önemli kısmı duymuştu. Sustum. Ne kadar uzun sürerse o kadar kötü olacağını bile bile. Gözlerinin içindeki öfke, hayal kırıklığına dönüştü.

“Eğer konuşmayacaksan, hayatımdan çıkıp git, Dante. Çünkü artık sustuğun hiçbir şeye tahammülüm yok.”

Her kelimesi, keskin bir bıçak gibi üzerime saplandı. Konuşamazdım. Bu, onu korumanın bir başka yoluydu. Bana kızmasına bile razıydım. Ama yapamazdım.

“Git, Dante. Bir daha bana gelme. Bitti.”

Arkasını döndüğünde, kolunu yakaladım. “Bitmedi.”

“Sana inanmamı istiyorsun, ama güvenimi her seferinde yıkıyorsun. Bir enkazın içindeyim, her şey kırık dökük. Bu yıkıntılar arasında sana nasıl inanabilirim, Dante?”

Gözlerindeki buruk hüzün, yerini alaycı bir ifadeye bıraktı.

“Artık sana güvenmiyorum. Bu yüzden seni dinlemeyeceğim ve yanında durmayacağım, Dante. Elveda.”

O an, kalbime saplanan bıçak... Orada tam tur döndü. Kanattı. Onu sevmek, en büyük savaşları vermekti. Ama en acı olanı, onun bana sırtını dönmesiydi. O giderken, içimde ölümün izleri vardı. Sözsüz bir ağıt yankılanıyordu.

Ama bildiğim tek bir şey vardı: Ona güveni vermezsem, bana dönmezdi. Bu ancak gerçekleri sunmakla olurdu. Ve ben ona gerçekleri sunamazdım. Şu an değil. Yine de, onu son nefesime kadar koruyacaktım. Telefonumu çıkardım ve ona tek bir mesaj attım.

“Sen benim kabuslarımı rüyalara çeviren tek kadınsın. Sensiz devam edeceğimi sanmıyorsun, değil mi? Ya da elini bırakacağımı?”

Birkaç saniye sonra, zamanın durmasına neden olan o cümle geldi: “Ben artık inanmayı seçmeyeceğim.”

O dakika, Lucia’nın benden kopuşunu izledim. Her adımı içimde bir yara açarken, her nefesiyle var olduğum tek aşkımın avuçlarımdan kayıp gitmesine sessizce tanıklık ettim. Onu durdurmadım. Durduramazdım. Çünkü biliyordum… gerçekler olmadan elimi bir daha tutmazdı.

Bir kalbe dokunduğunuzda, yalnızca bir insana değil, kaderinize mühürlenmiş bir yazgıya adım atarsınız. Ben… ona sonsuza kadar bağlıydım. Ellerimi bıraksa da, beni istemese de, benden kaçsa da… Onu asla bırakmayacaktım. Çünkü onsuz geçen her an, yalnızca var olmaktı—ama asla gerçekten yaşamak değildi.

 

Bölüm : 26.09.2024 21:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...