OY VE YORUMLARINIZLA DESTEK OLURSANIZ SEVİNİRİM.
INSTAGRAM, TİKTOK VE YOUTUBE'DAN TAKİP ETMEK İSTERSENİZ; @MİSTYVİBE3
DAHA FAZLA KARAKTER TANITIMI VİDEOSU İÇİN INSTAGRAM VE TİKTOK;
“Bazen, karanlık kendi derinliğinde ışığı bulur. Ama ışık… karanlığa dokunduğunda, geri dönmek her zaman mümkün olmaz. Çünkü karanlık bir şekilde ışığa dokunur ve onu değiştirir.” —Lucas
Lucas
Esther ile yaptığımız anlaşma gereği, Lucia, Pedro’nun ileri seviye dövüş sınıfına katıldı. İzlemem gerekiyordu, evet. Ama bu başından beri bir görev değildi. Amacım Lucia’yı korumaktı. Koruyacaktım. Görev ya da değil, bu değişmez bir gerçekti.1
Pedro, akademinin en iyi eğitmenlerinden biriydi. Ama onu ben seçmemiştim. Bu sınıfta olmayı bile istememiştim. Mecburdum. Hayatımda her şey böyleydi zaten. Zorunluluklar, üzerime çöken sorumluluklar. Ama bir gün... bir gün özgür olacaktım. Ve o gün geldiğinde, her şey değişecekti. Daha iyi olacaktı. Daha güçlü olacaktım.
Sıraya geçerken düşüncelerim zihnimin karanlık koridorlarında dolaşıyordu. Telefonuma gelen mesaj, dikkatimi dağıttı. Öfkemi dizginlemeye çalışsam da kontrolsüz davranmam kaçınılmazdı.
Dişlerimi sıktım. Hızlıca cevap yazdım.
“Henüz aktaracak bir şey yok. Ayrıca her gün seninle iletişime geçeceğimi düşünmedin değil mi?”
Sorun oydu. Hayatımın en kötü yanı, her şeyin nedeni, içimdeki karanlığı büyüten kişi.
“Canın mı sıkılıyor? Yoksa benimle iletişime geçmek için başka bir sebebin mi var?”
Bir süre bekledi. Sonra gelen mesaj yüzümde kızgınlıkla yankılandı.
“Belki de sadece piyonlarımla oynamak hoşuma gidiyordur. Onların hayatlarını kontrol etmek... sırf yapabildiğim için öfkelerini izlemek.”
Ekranı öfkeyle kapattım. Parmağım ekranda daha fazla oyalanırsa, cihazı duvara fırlatabilirdim. O, fazlasıyla tehlikeliydi. Küçümsenemezdi. Bu dünyada karşılaştığım tek gerçek rakip hatta düşmandı.
Ve… Lucia’nın peşindeydi. Ama ben ona Lucia’ya ulaşma şansı vermeyecektim. Lucia benim için önemli olmasa bile onu durdururdum.
Bir dokunuşla irkildim. Liz’in parmakları kolumdaydı. Kolumu sertçe çektim. Yüzündeki beklenti, yerini hayal kırıklığına bıraktı. Sonra, benim umursamaz tavrımı gördü ve geri çekildi. Önemli olan tek bir şey vardı—Lucia. Başımı yavaşça kapıya çevirdim.
Işık gibi parlak, gökyüzünden süzülen bir yıldız kadar güzeldi. Zihnimde yankılanan öfkeyi sustururken, bakışlarımı ondan alamıyordum. Göz kamaştırıyordu. Adımını attığı her yerde etrafına hükmediyordu. Lucia...
Onu koruyacaktım. Her ne pahasına olursa olsun.
Lucia
Chloe ile birlikte öğleden sonra dövüş eğitimi için sınıfa doğru yola çıktık. Kapıdan içeri adım attığımda tanıdık yüzler gözlerime çarptı: Lucas, Liz ve diğerleri... Kalbim hafifçe sarsılırken Chloe’ye baktım. Şaşkınlığımı fark ettiğinden eminim, ama sadece omuz silkip yapacak bir şey olmadığını ima etti.
Gözlerimi tekrar sınıfta gezdirdiğimde Lucas ile göz göze geldik. Gözlerinin ardında tanıdık bir öfke vardı, ama o öfkenin ötesinde bir şey daha hissettim. Hayranlık... Bir de burada beni gördüğüne en ufak bir şaşkınlık duymadığını hemen anladım.
Chloe, yanağıma hafifçe dokunup “Başarılar,” diye fısıldadıktan sonra uzaklaştı. Lucas’ın gözleri hala üzerimdeyken, boş bir sıraya oturup derin bir nefes aldım. O bakışların yarattığı ağırlığı hissettikçe içimde huzursuzluk dalgaları yayıldı, ama bu his sıradan bir rahatsızlıktan çok daha fazlasıydı. Kalbimde bir sıcaklık, ruhumda yoğun bir baskı ve zihnimde büyük bir karmaşa... Lucas bende tam olarak böyle bir etki yaratıyordu. Ve ben, onun yarattığı bu çekime karşı koymaya çalışıyordum.
Daha fazla dayanamayıp arkamı döndüm. Gözlerimiz bir kez daha buluştu. Ama ben onu izlerken, fark ettim ki Liz de Lucas'a aynı şekilde bakıyordu. Beni fark ettiğinde... Kıskançlık ve öfke gözlerinden taşıyordu; hislerini gizlemek gibi bir niyeti de yoktu. Lucas o sırada benim Liz’e bakışlarımı yakaladı. Başını hafifçe çevirdiğinde Liz ile aralarında görünmez bir savaş yaşandı. Bir gerilim. Liz hemen geri çekildi. Bu savaşın kazananı başından belliydi.
Kendimi daha fazla utandırmadan önüme döndüm. Lucas'a tekrar bakmamak için kendimi zorladım, ama bu kolay değildi. Onun varlığı odadaki havayı büyük bir güçle dolduruyordu.
Pedro'nun sınıfa girmesiyle birlikte ortamın havası değişti. Onun sert adımlarının sesi keskin bir sessizlik yarattı. Derin bir nefes aldım. Artık dikkatimi tamamen derse vermeliydim ve odaklandım. Pedro, masasının önüne gelip bakışlarını tek tek üzerimizde gezdirdi. Sesi sert ve kararlıydı.
“Bir yıl boyunca silah ve dövüş konusunda eğitmeniniz olacağım. Benden öğrendiğiniz her bilginin karşılığını görmek isterim. Eğitim tarzımı bazılarınız zaten biliyor.”
Bakışları doğrudan bana çevrildiğinde içimde hafif bir gerginlik hissettim.
“Aramıza hoş geldin, Lucia,” dedi. Sözleri bir hoş geldin ifadesinden çok, uyarı gibiydi. “Zamanla eğitim tarzıma alışırsın.”
Sonra gözlerini sınıfta dolaştırdı. “Şimdi, ikili gruplara ayrılın ve bana yeteneklerinizi gösterin.”
Sınıfta bir anlık sessizlik oldu. Herkesin bir anda hareketlenmesiyle boğazımdaki gergin düğüm daha da sıkılaştı. Kendimi toparlamaya çalışırken, bu sınıfta ya da akademide geçireceğim zamanın kolay olmayacağını bir kez daha hissettim. Bu his, içimdeki tedirginliği daha da körükledi.
Herkes hızla eşleşti. Liz, tereddüt bile etmeden Lucas’ın yanına geçti. Ivy ve Aurelius ise çabucak birbirlerini buldular. Benim rakibim ise Marino oldu.
Daha önce bir kez dövüşmüştüm ve o da tamamen zorunluluktan kaynaklanmıştı. Bu yüzden dövüş tekniklerinde iyi olduğumu iddia etmek koca bir yalan olurdu. Tedirginliğim yüzüme yansımış olmalı ki etrafımdaki bakışları üzerimde hissedebiliyordum. Ne yapacağımı düşünmeye çalıştım ama bundan kurtulmanın yolu düşünmek değildi.
Tam o anda, Lucas göz ucuyla bana baktı. Marino’nun yanına gidip kulağına bir şeyler fısıldadı. Marino’nun tepkisi ise yalnızca itaatkar bir baş sallama oldu. Gözlerim istemsizce ikisinin arasında gidip geldi. Lucas… Nasıl oluyordu da bu kadar soğukkanlı ve kararlı bir şekilde herkesin üzerinde kontrol sağlayabiliyordu? Sanki her şeyi önceden biliyor, herkesi satranç tahtasındaki piyonlar gibi yönlendiriyordu.
Lucas tam anlamıyla bir bilmeceydi. Cevabını bir türlü bulamadığım, belki de asla bulamayacağım bir bilmece...
Pedro’nun sesi sınıfta yankılanınca herkes ring etrafında toplanmaya başladı. Geride kaldım. Chloe çoktan yanıma gelmişti. Onun sakinliği bile beni yatıştırmaya yetmiyordu.
“Ne yapacağım?” diye sordum, sesimdeki çaresizlik fısıltıya dönüşmüştü.
Pedro’ya baktıktan sonra bana döndü. “Sakin ol,” dedi. “Pedro sadece neler yapabileceğini görmek istiyor. Kendini zorlaman gerekmiyor.”
“Chloe, daha önce yalnızca bir kez dövüştüm ve bu bir zorunluluktu,” dedim çaresizce.
“Bu önemli değil. Rakibinin hareketlerine odaklan ve savunmada kal. Bu yeterli olacak. Tamam mı?”
Zoraki bir şekilde başımı salladım. “Peki.”
İçimdeki huzursuzluğu ona söylemesem de rezil olacağımdan emindim. Kalabalığın arasında Pedro’nun bakışları Chloe’yi buldu.
“Buradan izle Chloe. İnceleme ve değerlendirme yapman daha kolay olur.”
Chloe’nin sessiz bir baş sallaması Pedro’yu tatmin etti. Ayrılmadan önce bir kez daha bana fısıldadı. “Sakin ol, savunmada kal,” dedi.
Onun yanımdan uzaklaşmasını izledikten sonra Lucas ile Liz ringe çıktı. Liz’in tekniği kesinlikle iyiydi, ama Lucas… Lucas bambaşkaydı. Hamleleri keskin, akıcı ve saldırgan bir zekanın ürünüydü. Yorulmuş gibi görünmüyordu; Liz’in saldırılarını kolaylıkla savuşturuyor, bunu yaparken yüzündeki ifadesiz maske bana onu gerçek bir savaşçı gibi gösteriyordu. Dikkatlice her hamlesini izledim. Bu kadar kusursuz olmak için ne kadar çalışmış olabileceğini düşündüm.
Lucas, Liz’i etkisiz hale getirdiğinde nutkum tutulmuştu. Tüm dikkatim ikisinin üzerindeydi. Liz’in yüzündeki hayranlık dolu bakışlar Lucas’a dikilmişti. Lucas ise hiçbir şey olmamış gibi Liz’in yanından uzaklaştı. Duygularını gizlemek konusunda bu kadar yetenekli olması ürkütücüydü. Ve… etkileyici.
Pedro bir sonraki çifti çağırdı: Ivy ile Aurelius. Tam o sırada Lucas, ringden aşağı atladı ve bana doğru yürümeye başladı. Hareketlerini izlerken içimde büyüyen bir gerginlik hissettim. Beni geçip gitmesini bekliyordum ama onun yerine arkamda durdu. Çok yakınımdaydı. Dokunmuyordu, ama varlığı tenimde bir ağırlık gibiydi. Nefes alışverişlerini hissedebiliyordum; bu kadar yakın olması aklımı altüst etmişti.
Sonra, fısıldadı. Sesi, bir zehir kadar etkili ama aynı zamanda çekiciydi. Kalbim göğsümden çıkacakmış gibi atmaya başladı. “Daha önce dövüşmediğinden eminim,” dedi. “Ama ilk kuralı asla unutma: Rakibinin zayıf noktasını bul. Gözlerini rakibinin üzerinde tut ve hareketlerini izle.”
O sırada Pedro’nun işaretiyle Ivy ve Aurelius dövüşmeye başladı. Ama Lucas’ın sesi yine kulağımdaydı. “Marino’nun sağ bacağı güçsüzdür. Şimdi dövüşe odaklan ve bir şeyler öğren.”
Onun yanında kalmak bir şekilde sinirlerimi bozuyor, aynı zamanda beynimi uyuşturuyordu. Başımı kaldırmadan sordum, sesim bir fısıltı kadar cılızdı: “Bunları neden söylüyorsun?”
Gözlerini üzerimde hissettim. Duruşu, içimdeki baskı, her şey… Fazlaydı. “Neler yapacağını görmek istiyorum,” dedi.
Cevabı içimi karmaşık duygularla doldururken, bir adım geri çekildi. Yine de varlığı üzerimde kaldı. Zaman adeta ağırlaşıyordu ve onun burada olması tüm dikkatimi dağıtıyordu. Acaba benim üzerimdeki etkisinin farkında mıydı? İçimdeki ses, bunun farkında olduğunu ve bundan keyif aldığını söylüyordu.
Odaklanmaya çalıştım. Ivy ve Aurelius’un dövüşüne bakmaya zorladım kendimi. Ivy’nin enerjisi tükeniyordu ve bu, Aurelius için kolay bir zafer oldu. Pedro’nun beni çağırdığı an irkildim. Adım atmaya çalışırken bir el kolumu yakaladı. Lucas’tı. “Unutma,” dedi bir kez daha, sesi bu kez daha kararlıydı. “Sağ bacağı güçsüz.”
Boş bakışlarla ona döndüm. Beni serbest bıraktığında ringe doğru ilerledim. Marino’nun karşısına geçtiğimde, Lucas’ın söyledikleri zihnimde yankılanıyordu. Derin bir nefes aldım. Pedro’nun işaretiyle dövüş başladı.
Marino hızla saldırıya geçti. İlk yumruğundan kıl payı kurtuldum ama ardından gelen beklenmedik bir çelme ile yere düştüm. Nefesim kesilmişti. Ayağa kalkarken gözlerim, Lucas’ın bakışlarını yakaladı. Yüzündeki ifade beni dondurdu. Koyu bir öfke, Marino’ya doğru fırlayan zehirli bir ok gibiydi. Marino da bunu fark etmiş olmalı ki aniden savunmaya geçti. Gerginliği yüzünden okunuyordu. Bu, benim için bir fırsattı.
İlk hamlemi yaptım. Marino, yumruğumdan kaçındı. Ama Lucas’ın dediğini hatırladım. Sağ bacağı. Bütün cesaretimi topladım ve hedefime yöneldim. Güçlü bir tekme attım. Marino dizinin üzerine çöktü. Hemen ardından burnuna yumruğu indirdim. Gözlerimdeki şaşkınlıkla geri çekildim. Marino burnunu tutarken Pedro yanımıza geldi.
Pedro, Marino’nun burnunu inceledi ve sakin bir şekilde konuştu: “Kırık yok gibi, ama revire gitmelisin. Ivy, Aurelius! Marino’yu revire götürün.”
Üçü birlikte ringden çıkarken Liz’in bana öfkeyle baktığını fark ettim. Pedro önümde durduğunda onun bakışlarını göremedim. Pedro gözlerini üzerime dikmiş, yüzünde anlaması zor bir ifade vardı. “Bu işi daha önce yapmadığın belli,” dedi. “Ama içgüdülerin doğru. Sen kazandın.”
Bu raundu kazanmıştım. Ama bu zafer içimde bir boşluk bırakmıştı. Çünkü Marino’ya zarar vermek istememiştim.
Pedro aniden elimi tuttuğunda, hareket bile edemedim. Parmaklarımı inceleyip hafif ezilmiş bölgeye dokundu, hareketleri dikkatli ama kayıtsızdı. “Akşam eline buz uygula,” dedi, sanki önemsiz bir şeyden bahsediyormuş gibi. Gözlerini bile kırpmadan beni bırakıp uzaklaşırken, birden Lucas’ı karşımda buldum.
“İyi misin?” diye sordu, sesi sakin ama gözleri fırtınalıydı.
“Ona zarar vermek istememiştim,” diye mırıldandım, suçluluğun boğucu ağırlığını hissederek.
“Farkındayım,” dedi. “Ama bunun için kendini kötü hissetmemelisin. Bu bir dövüştü.”
“Ben böyle şeyler yapabilen biri değilim,” diye itiraz ettim.
“Kimseye saldırmam, dövüşmem ya da...” Sözlerim dudaklarımda kayboldu çünkü Lucas elini nazik ama kararlı bir şekilde yaralı elimin üzerine koydu. Hafifçe okşadı.
“Şartlar bazen bizi sınar,” dedi, sesi alçak ama kesin bir güç taşıyordu. “Kendimizi hiç istemediğimiz durumlarda buluruz. Önemli olan o koşullardan çıkabilmektir. Bunu yaparken bazen sınırlarımızı zorlamamız gerekir. Bunun için kendini üzme, Lucia.”
Bu sözleri ondan duymak… Bugün yaşadığım en büyük şaşkınlık buydu.
Lucas yanımdan ayrılmadan önce gözlerime öyle bir derinlikle baktı ki tüm dünyam sarsıldı. “Bir daha sana dokunmasına izin verme,” diye uyardı.
Soru dudaklarımdan döküldü ama cevaplanmadı. Gözlerindeki karanlık beni esir alırken, sessizce arkasını döndü ve gitti. Onun ardından bakakaldım.
Pedro, dersin geri kalanında Liz ve Lucas’a egzersiz yaptırdı. Yanıma geldiğinde, “Elini zorlama,” dedi, yüzünde alışılmadık bir ciddiyetle. “Bugün sadece egzersizleri göstereceğim.”
Tüm bu süre boyunca Lucas’ın sert ve merhametsiz bakışları üzerimizdeydi. Ama en çok benim üzerimde. O bakışlar bir avcının hedefini izleyişini andırıyordu. Avını izlerken asla dikkati dağılmayan bir avcı.
Bir ara Lucas’la göz göze geldim. Bakışlarındaki karanlık beni içine çekerken, içimde bir şeyler kırıldı. Bakışlarındaki sır her neyse çözümsüzdü. Anlaşılmazdı. Ben ne bilmece ne de sırları çözmekte hiçbir zaman iyi olmamıştım.
Bir de içimde susmayan o ses… Tek bir şey haykırıyordu. Ondan uzak dur! Bunu biliyordum, ama başaramıyordum.
Dersin sonlarına doğru, Marino, Ivy ve Aurelius sınıfa döndüler. Marino hızlı adımlarla Pedro’ya yaklaşıp bir kâğıt uzattı. Pedro kâğıdı inceledi, ardından Marino’ya baktı.
“Evet efendim, bir sorun yok. Hafif bir travma. Birkaç gün derse giremeyeceğim.”
“Geçmiş olsun,” dedi Pedro. “Daha sonra arayı kapatırsın.”
Marino yerine geçerken başımı öne eğdim. Onu yaraladığım için mahcup ve pişmandım. Ders bitene kadar bir kez daha onların tarafına bakmaya cesaret edemedim.
Pedro gidebileceğimizi belirttiği an, Chloe onun yanına doğru yöneldi. Pedro ile konuşmaya başladığında diğerlerinin sınıftan ayrıldığını gördüm. Hızla eşyalarımı toplarken, Lucas tam karşımda belirdi ve kalbimdeki ritim bir anda değişti. Bakışlarımız kenetlendiğinde tüm odağım o oldu.
Bakışları üzerimdeydi ve bu, bedenimdeki her kasın gerilmesine neden oldu. “Seni odana götürebilir miyim?” diye sordu.
Şaşkınlıkla bakakaldım. “Niye?”
Mantığım, eşyalarımı alıp gitmem gerektiğini söylüyordu. Fakat ayaklarım, bu basit komutu yerine getirmekte başarısızdı. Derin bir iç çekişle çantama uzandı. Hızla çantayı kendime çektim, bu küçük ama net hareketle mesafemi korumaya çalıştım.
“Teşekkür ederim ama gerek yok.”
Lucas, gözlerini bir an bile üzerimden ayırmadan konuştu. “Benden rahatsız mı oluyorsun, Lucia?”
Sorun rahatsızlık mıydı gerçekten? Evet, rahatsız oluyordum. Çünkü bu rahatsızlık, daha önce hissetmediğim bir yoğunlukla içimi sarmalayan o hislerden kaynaklanıyordu. O, varlığıyla kalbimde kaos yaratıyordu. Ama sesi... O ses, zihnimdeki her şeyin kontrolünü ele geçirmiş gibiydi. Buna karşı koyamayacak kadar zayıftım.
Lucas, beni inceleyen bakışlarıyla sessiz bir analiz yapıyordu. Elini uzattı ve ben ona izin vermedim. Ardından, sessizliği kendi bozdu: “Kendini koruma içgüdün var. Bu iyi bir şey.”
Yüzünü bana doğru eğdi. Nefesi, derin bir şelale gibi çevremde hissediliyordu. “Ama benden uzak durmana izin vermeyebilirim.”
Sözleri içimde yankılandıkça bir adım geri çekildim. Bakışlarımı ona dikerek cevap verdim: “O zaman sen benden uzak dur, Lucas. Bakışlarını da üzerimden çek.”
Çantamı omzuma atıp hızla yanından uzaklaşmayı düşündüm. Ancak bir adım bile atmadan, Lucas elini önümde kaldırdı. Bana dokunmamıştı bile, ama hareketimi durdurmayı başarmıştı.
“Gelecekte nelerin değişeceğini bilemeyiz, Lucia.” Sesinde karmaşık bir şefkat ve kararlılık vardı. “Üzgünüm ama dediklerini yapamam.”
Sözler boğazıma düğümlendi. Ona söyleyebileceğim hiçbir şeyin anlamı yoktu. Bu konuşma, sanki iki farklı dünyanın çarpışması gibiydi. Eğer bir oyunsa, ben bu oyunun bir parçası olmayacaktım. Ama Lucas, başka bir şey eklemekten geri durmadı.
“Karanlık her zaman ışığa dokunur ve onu değiştirir.” Sesi neredeyse bir fısıltıya dönüşmüştü. “Bu kez tam tersi olacak gibi hissediyorum.”
Her kelimesi, her hareketi bir satranç hamlesi gibi stratejik görünüyordu. Yine de, ne planladığını anlamakta başarısızdım. Ama bir gerçek vardı: Etkisinden kaçmam imkansızdı.
Arkasını dönüp gitmeye hazırlanırken, onu durduran bu kez ben oldum. Titreyen bir cesaretle, ilk kez koluna dokundum. Parmağım tenine değer değmez, dünya durmuş gibiydi. Lucas yavaşça döndü ve önce elime baktı. Sanki orada kalmasını istiyormuş gibi, anlık bir duraksama... Elimi hızla geri çektim.
Bakışları karanlık bir okyanusun dalgaları gibi üzerime yayıldı. Bilinmezlik ve bir parça ürkütücülük barındırıyordu. Ama şimdi, o gözlerde başka bir şey daha vardı: Merak. Beklenti. Bir sonraki adımımı görme arzusu.
“Sen benim için bir tehlike misin, Lucas?” dedim, kelimeler boğazımda düğümlenirken.
Sorum havada asılı kaldı. Zaman durmuş gibiydi. Lucas’ın yüzündeki ifadeler, hızlı bir değişimden geçerken, ben yalnızca kalp atışlarımı duyabiliyordum.
Lucas
Lucia’nın sorusu, içimde yankılanan bir çatlak gibi kalbime yayıldı. Sözleri ne kadar basit görünse de ardındaki etkisi, beni kendi duvarlarımın arasında sıkıştırıyordu. Yüzümde hiçbir şey belli etmemeye çalışsam da, onun cesareti beni kendine hayran bırakıyordu. Lucia, kesinlikle asi ve özgür bir ruha sahipti. İşte bu yüzden… her şey değişmek üzereydi.
Ona doğrudan bakarak, “Bunu kendin bulmalısın,” dedim, sesimdeki kararlılıkla. Kısa, keskin ve vurucu bir cevap. Ama yetmeyeceğini biliyordum. Ardından, yüzüme yayılan hafif bir gülümsemeyle ekledim: “Ve uyarımı dikkate al, Pedro’dan uzak dur. O sana göre değil.”
Kaşlarını çatıp bana baktı. “Anlamadım?”
“Dediğimi duydun,” diye karşılık verdim, sözlerim kasti bir meydan okuma gibiydi.
Bilmiyordu. Ona ne kadar yakın olmak istediğimi, ama aynı zamanda onu incitmekten nasıl korktuğumu bilmiyordu. Onu gördüğüm andan itibaren hayatımın odağı haline gelmişti. Ama bunu ona söylemek, beni içten içe yıkıyordu. Uzak durmam gerekiyordu. Onu korumak adına kendimi geri çekmem gerekiyordu. Ama her defasında bu savaşı kaybediyordum.
“Belki umurumda olan tek kişi sensindir,” dedim, bir anda. Kontrolüm dışında ağzımdan dökülen bu kelimeler, odadaki havayı ağırlaştırdı.
Sesi düşük ama sorgulayıcıydı. “Bu ne anlama geliyor?”
Kaçması gerektiğini ve ona izin vermem gerektiğini biliyordum. Ama artık imkânsızdı. Çünkü ben, Lucia’dan kaçamıyordum. Ona doğru bir adım attım. Her adım, içimdeki yangını daha da büyütüyordu. Ellerim kontrolsüzce hareket etti; çenesine uzandım. Parmağımın hafif dokunuşuyla, gözlerinde beliren karmaşayı net bir şekilde görebiliyordum. Ve kıvılcımları.
Gözlerindeki kıvılcımlar beni içine çekiyordu. O kıvılcımların içinde bir şüphe, bir korku ve kontrolsüz bir çekim vardı. Tehlikeyi hissediyordu. Çekimi de. O da benden uzaklaşamıyordu.
“Her şeyin bir zamanı var, Lucia,” dedim, sesim beklenmedik bir şekilde yumuşaktı ama taşıdığı kararlılık, her kelimeyi daha ağır kılmıştı.
Son bir kez ona baktım. Gözlerindeki çözülmesi zor ifade zihnimde yer etti ve yanından ayrıldım. Kapıya ilerlerken geriye dönüp bakmamak için kendimi zorladım. Ama kendimi dışarı attığımda bile içimdeki savaş dinmemişti.
Okyanus esintisi yüzüme çarptı, ama zihnimdeki karmaşayı yatıştırmaya yetmedi. Hava ılıktı, sakinleştirici olmalıydı. Ama içimde fırtınalar kopuyordu.
Bu kız… her şeyi alt üst ediyordu. Her şeyi imkânsız hale getiriyordu. Ve ben, hayatımda ilk kez böyle derin bir sarsıntı yaşıyordum.
Lucia
Chloe’nin yanına vardığımda, Pedro bize kısaca selam verip sınıftan ayrıldı. Chloe’nin yüzünde alaycı bir gülümseme belirdi.
“Oldukça... garip bir ders oldu,” dedi.
“Kimseye zarar vermek gibi bir niyetim yoktu,” dedim, mahcup bir şekilde. Sesimdeki titremeyi bastırmaya çalıştım ama olanların ağırlığı omuzlarıma çökmüştü.
Chloe, Pedro’ya duyduğu şaşkınlığı dile getirdi. “Ben de Pedro’nun böyle bir yanı olduğunu göreceğimi hiç düşünmezdim.”1
Ama onun şaşkınlığı benimkinden farklıydı. Öfkem hâlâ tazeydi. “Chloe, asıl mesele Pedro değil. Birini yaraladım.”
Bu sözlerimle sustu. Sonunda bana hak verdi. “Evet, zor bir gündü. Ama böyle şeyler bazen olur, Lucia. Kendine bu kadar yüklenme, tamam mı? Hem Pedro haklı, eline buz koymalısın. İstersen seni odana götüreyim. Yemekhaneden de buz alırız.”
Endişesi yüzünden okunuyordu. Gözlerindeki o sıcak bakış beni bir an rahatlatmış olsa da hemen ardından o eski tanıdık yalnızlık hissettiğim derinlerde tekrar belirdi. “Teşekkür ederim Chloe, ama kendim hallederim. Merak etme.”
Bana bir an bakıp ne diyeceğini düşündü. Sonra içten bir gülümsemeyle, “Bana ihtiyacın olursa haber verirsin, değil mi?”
“Pekâlâ. O zaman yarın sabah sekizde bana uğra, birlikte kahvaltı ederiz.”
Başımı salladım ve Chloe’nin yanından ayrıldım. O giriş kapısına yönelirken ben yemekhaneye doğru ilerledim.
Kapıdan içeri girdiğim anda Lucas’ı Liz’le hararetli bir tartışma içinde gördüm. Lucas’ın elinde buz torbası, bir sandviç ve süt vardı. Gözleri hemen benimkilerle buluştu.
Umursamaz bir tavırla ilerlemeye devam ettim. Ama Liz’in o nefret dolu bakışları sırtımda bir ağırlık gibi hissediliyordu.
“Canımı sıkmaya başladın, ufaklık,” diye tısladı Liz, buz gibi bir sesle.
Gözlerimi devirdim. Bu sözler beni artık etkilemiyordu. Ama sessizce uzaklaşma çabam Liz’in kolumu yakalamasıyla yarıda kaldı.
“Sana söylüyorum, Lucia,” dedi, sesi oldukça tehditkârdı. “Fazla göze batıyorsun. Yerini öğren. Yoksa sana haddini ben bildiririm. Ayrıca senden üstün olanlara saygı göster.”
Onun bu kadar düşmanca yaklaşımı beni çileden çıkarmaya yetti. “Size mi saygı göstermeliyim?” diye alaycı bir şekilde karşılık verdim.
Liz’in gözlerinde öfkenin ötesinde, karanlık bir şey vardı. Nefreti iliklerime kadar hissettim. Sanki canımı yakmak için sabırsızlanıyordu.
Tam o anda Lucas kolumu tuttu ve beni Liz’den uzaklaştırdı. Onun Liz’in önünde durduğunu gördüğümde, sesindeki kararlılık ve tehdit tonu ürkütücüydü.
“Yeter, Liz,” dedi. “Bir daha bu tavırlarına katlanmayacağım.”
“Lucas… ama o, Marino’ya zarar verdi,” diye itiraz etti Liz.
“Bilerek yapmadım,” dedim, sesim güçsüzdü.
Liz, sert bir ses tonuyla, “Fark eder mi?” diye sordu.
Cevap vermeye fırsatım olmadı. Çünkü Lucas kolumu daha sıkı tuttu ve beni hızla yemekhaneden çıkardı.
“Nereye gidiyoruz?” diye sordum, onun bu ani hareketine anlam veremeden.
Cevap vermedi. Asansörlerin olduğu alana vardığımızda durdu. Kararlı bakışları ve sessizliği beni diken üstünde bırakıyordu.
Asansör geldiğinde Lucas hiçbir şey demeden içeri girdi ve doğrudan odamın olduğu katın düğmesine bastı.
“Odana gidiyoruz. Dinlenmen gerekiyor,” dedi, sesi kesin ve tartışmaya kapalıydı.
Kaşlarımı çattım. “Odamın yerini nereden biliyorsun?”
Tam o sırada birkaç öğrenci içeri binmek üzereydi. Ama Lucas’ı görünce duraksayıp geri çekildiler. Sessiz bir şekilde uzaklaştılar. Asansörün kapıları kapanırken, Lucas sonunda bana döndü.
Sorularıma yanıt verip vermeyeceğini bilmiyordum ama aklımdaki düşünceyi bastıramadım. “Neden benimle geliyorsun, Lucas?”
Gözleri bir an için benimkilere kilitlendi, ardından sessizce elimi yakaladı. Elimi nazik ama ürkütücü bir dikkatle inceledi.
“Elin şişmeye başlamış. Acıyor mu?”
Başımı olumsuz anlamda salladım. Sonra okyanus mavisi gözler tekrar gözlerimi buldu. O bakışları… derin ve karanlıktı. Sanki okyanusun dibine bakıyordum. Orada sırlar saklıydı, erişilemez sırlar. Eğer orada fazla kalırsam, bir daha yüzeye çıkamayacağımdan emindim.
Lucas’ın sesi bu düşüncelerimi böldü. Soğuk, otoriter ve sert bir tondaydı. “Bir daha asla kendine zarar vermeyeceksin.”1
Bu sözler karşısında sessiz kaldım. Kalbim aniden hızla çarpmaya başladı. Elimi bırakıp çenemi nazikçe tuttu, yüzümü ona çevirdi.
Bu kadar yakın olmak beni yine rahatsız etmişti. Yanıt vermek yerine yüzümü çevirdim. Sessiz kalmayı tercih ettim. Kata gelene kadar bir daha ona bakmadım, ama o ağırlık hissini üzerimden atamadım.
Odamın olduğu katta asansörden indiğimizde, Lucas kararlı adımlarla kapıma yöneldi. Ona ayak uydurmak zorunda kaldım. Cebimden oda kartımı çıkardım. Kapıyı açtığımda benden önce içeri girdi ve elindekileri masanın üzerine bıraktı.
Onun bu kadar rahat hareket etmesini şaşkınlıkla izlerken önümde durdu. “Telefonunu aç,” dedi bir emir verir gibi.
Soru sormaya yeltenmemi görmezden geldi. Elini uzattı. “Telefonunu aç, Lucia.”
Bir an durakladım. Mantığım ona direnmem gerektiğini söylüyordu ama parmaklarım telefona uzandı. Telefonu çıkardım ve ona uzatmak üzereydim ki onun otoriter sesini tekrar duydum.
Sertçe nefes verdim. “Sana söyleyeceğimi sanmıyorum.”
Lucas küçük bir tebessümle karşılık verdi. O gülümseme, yüzünde sadece bir an için belirdi ve hemen kayboldu. “Şifreyi gir, Lucia.”
“Benimle böyle konuşamazsın, Lucas. Ben Liz değilim.”
Gülümsemesi geri geldi, bu kez daha etkileyiciydi. Ama yine de itaatkârca ekran kilidini açıp telefonu ona uzattım. Mantığım çığlık atıyor olsa da hareketlerim ona boyun eğmişti.
Lucas hızla bir şeyler yazdı, sonra telefonu masanın üzerine bıraktı. “Telefonunda artık numaram kayıtlı. Bana ihtiyacın olursa ararsın.”
Kaşlarımı çattım. “Seni neden arayayım ki, Lucas?”
Ağzımdan çıkan bu basit soru, zihnimde yankılanan daha karmaşık bir soruyu gizliyordu: “Bana neden böyle davranıyorsun, Lucas?”
Lucas gözlerini üzerime dikti. Bir an için sessiz kaldı, ama bakışları tüm cevapları biliyormuş gibi derin ve ürkütücüydü. O an, Lucas’ın ne düşündüğünü asla tam olarak anlayamayacağımı fark ettim.
Bana bakışlarında bir şey vardı. Görünmez, tarif edilemez ve beni çaresiz bırakan… Yanaklarımın alev alev yandığını hissettim. O sırada hiç beklemediğim bir şey yaptı. Çantamı nazikçe alıp yere bıraktı, ardından elimi tutarak beni sandalyeye oturttu. Parmaklarının sıcaklığını hissettiğimde, içimde yankılanan bir şeyler vardı—tarif edemediğim, ancak reddedemeyeceğim bir çekim.
Buz uygularken elimin üzerine minik bir öpücük kondurdu. Kalbimdeki ritim değişti, sanki bir tel kopmuş ve yerine bambaşka bir melodi başlamıştı. Onunla aramda daima orada olan, fakat asla tamamen açıklanamayan bir bağ oluşmaya başlamıştı. Bu bağ, üzerimde görünmez bir zincir gibi geriliyordu.
Devamını getiremedim. Bazı sorular, yanıtları kadar tehlikeliydi. Ve ben o yanıt için hazır değildim. Bunun yerine, cevabına katlanabileceğim bir soru sordum.
“Liz bana neden bu kadar öfkeli?”
Lucas’ın bakışları bir anlığına sertleşti, ama sonra yüzüne sakin bir ifade yerleşti. “Bu başka bir günün konusu,” dedi alçak bir sesle. “Şu an önemli olan sensin.”
Beni şaşırtan bir hareketle elimi tekrar tuttu, nazikçe öptü. Yanaklarım bir kez daha kızardı. İçimde onun da aynı duyguları hissettiğine dair bir umut kıpırtısı yükseldi, ama belki de sadece hayal gücüm beni ele geçiriyordu.
Söyleyecek bir şey bulamamanın verdiği şaşkınlıkla dudaklarım aralandı. Bakışlarındaki yoğunluk beni esir alırken, her sözü üzerimdeki etkisini artırıyordu. Gözleri yüzümde gezinirken, ifadesi koyulaştı.
“Keşke bu kadar masum olmasaydın, Lucia,” diye fısıldadı. Sesi derin bir iç çekişle son buldu. Kalbim sıkıştı. Ne demek istediğini sorgulamaya cesaret edemedim. Onu göğsünden hafifçe ittim ve ayağa kalktım.1
“Her şey için teşekkür ederim, Lucas. Gerisini ben hallederim,” dedim, sesi titreyen bir kararlılıkla.
Ama o, aramızdaki mesafeyi azaltma zahmetine bile girmeden öylece önümde durdu. Çenemi tutup beni ona bakmaya zorladı. Gözlerindeki keskin kararlılık nefesimi kesti.
“Bir daha yaralandığını görürsem, kimin hatası olduğuna bakmam,” dedi. “Karşı tarafı mahvederim.”1
Sözcükleri ruhuma bir yemin gibi işlendi. Sözlerinde yalnızca bir tehdit değil, daha derin, anlaşılması zor bir gerçeklik vardı. Tehlikeyi çağrıştıran bir şey… İçimde onun kararlılığının ardında saklı bir ürperti hissettim. O beni önemsiyordu, ama neden?
“İyi geceler, S,” dedi, sesi hem bir veda hem de bir vaat gibi.
“S mi?” diye sordum, ne demek istediğini anlamaya çalışarak. Dudaklarına yayılan o minik gülümseme kalbimi titretti.
“Işığın o kadar parlak ki,” dedi alayla karışık bir ciddiyetle, “ancak bir ay tanrıçası olabilirsin. Yani… Selene…”2
Kalbim delicesine çarparken, söylediklerinin yankısı zihnimin duvarlarına çarptı. Nefesim kesildi. Kapıdan çıkarken yalnızca ona bakabildim. Ardından kalan tek şey, yankılanan bir isimdi. Selene.
Lucas
Odadan çıkarken zihnimde yalnızca o vardı—Lucia. Her düşüncem, her nefesim ona kilitlenmişti. Ona “S” dememeliydim, ama kendimi durduramadım. O kadar parlaktı ki, varlığı gecemi yarıp geçen bir ay ışığı gibi içime doluyordu. Karanlığımda yankılanan tek fısıltı oydu.
Onun bu kadar yakınında olmak… İçimdeki karanlığın farkında olmama rağmen, kendimi durduramayışım beni korkutuyordu. Bir yanda onu koruma içgüdüsü, diğer yanda incitme ihtimalinin ağırlığı… Parmak uçlarıma kazınan o kısa temas, içimde geri dönüşü olmayan bir yankı yaratmıştı. Artık bu hislerden kaçış yoktu.
Buraya geliş amacım netti; Lucia’yı korumak ve onun zarar görmesini önlemek. Ama işler çoktan kontrolden çıkmıştı. Onun varlığı her şeyi değiştirmişti. Ve ben, farkına bile varmadan en zayıf yerimden vurulmuştum.
Henüz bilmiyordu… Ben onun için her şeyi göze alabilecek kişiydim. Alacaktım da. Beni hayata bağlayan, karanlığımın ortasında bana bir kalbim olduğunu hatırlatan tek gerçekti o.
Eğer kaderin bana sunduğu bu ışığı kaybedersem, her şeyi yitirirdim. Ve ben… bunun olmasına asla göz yummayacaktım.
“Işığın o kadar parlak ki, ancak bir ay tanrıçası olabilirsin. Yani Selene...” — Lucas
Okur Yorumları | Yorum Ekle |