9. Bölüm

8

kitsudaphne
kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

OY VE YORUMLARINIZLA DESTEK OLURSANIZ SEVİNİRİM.

INSTAGRAM, TİKTOK VE YOUTUBE'DAN TAKİP ETMEK İSTERSENİZ; @MİSTYVİBE3

 

DAHA FAZLA KARAKTER TANITIMI VİDEOSU İÇİN INSTAGRAM VE TİKTOK;

@MİSTYVİBE3

 

“Bazı insanlar, kalbine attıkları düğümleri çözmeden çekip gider. Ama o düğümler hep orada kalır.” — Lucia

Lucia

O geceden sonra her şey değişmişti. Ya da… bir şeyler.

Lucas bana asla yaklaşmıyordu. Ama bir gölge gibi peşimdeydi. Nereye gitsem onu hissediyordum—derste, yemekhanede, danışmanların binasında. O bakışların üzerimde olduğunu bilmek, kafesinde çırpınan bir kuş gibi kalbimi sıkıştırıyordu.

Onun varlığı kadar yokluğu da içimde derin izler bırakıyordu. Yanında olmak içimi titretiyor, uzağında kalmak kalbimi paramparça ediyordu. Belirsiz bir umutla karanlık bir kaygı arasında gidip gelmek… beni mahvediyordu. Bazen derslerde farkında olmadan ona bakıyor, göz göze geldiğimizde utansam da içimde küçük, çılgın bir kıvılcım yanıyordu.

Ama… neden bana yaklaşmadığını bilmiyordum.

Antrenmanlarda bile benimle eşleşmiyordu. Eskisi gibi Marino veya Ivy ile dövüşmeye devam ediyordum. Yine de o bakışlar hep üzerimdeydi. Her mimiğimi, her hareketimi okuyordu. Ne düşündüğümü, ne hissettiğimi bildiğinden bir şekilde emindim. Ama bir adım bile atmıyordu.

Onun uzaklığının içimde bıraktığı boşlukla baş başa kalmıştım. Söylemek istediğim her kelime, o boşluğa düşüyor ve yankısı kalbime doluyordu. Zamanla her şeyi akışına bırakmaya, sonra görmezden gelmeye, en sonunda da yaşananların bir sanrı olduğunu düşünmeye başladım.

O gece hiç yaşanmadı. Bana o sözleri söylemedi. O duyguları hissettirmedi.

Kendi kendime tekrarladığım bu cümleler beni hiçbir yere ulaştırmıyor, kalbimi yatıştırmıyordu.

Ve ben yapabileceğim tek şeye odaklanıp… kendimi derslere verdim.

Sonraki ay Pedro ile özel dersler etkisini göstermeye başlamıştı. Pedro, sınıftaki resmiyetinin aksine, özel derslerde disiplinli ama samimiydi. Fakat bazen… bir anda o mesafeli ve sert tavrına geri dönüyordu. Bu değişimlerini anlamak zor olsa da ona ayak uydurmayı seçmiştim. Önemli olan kendimi geliştirmemdi. Ondan öğrendiğim teknik ve disiplin, okul derslerime de yansımaya başlamıştı.

Ivy ile karşı karşıya geldiğimiz dövüşte onu yendiğimde, Pedro yanıma gelip gülümsedi. “Tebrikler, Lucia.”

O an… kendimle gurur duydum. Ders bittiğinde Pedro beni yanına çağırdı. “Lucia, dersi bugün değil, yarın saat on birde yapalım. Sana bazı özel dövüş teknikleri göstereceğim.”

“Olur.”

“Yarın görüşürüz.”

“Görüşürüz.”

Pedro sınıftan çıkarken ben de eşyalarımı toplamak için sırama ilerledim. Liz ve diğerleri yanımdan geçip giderken bakışlarım Lucas’ı aradı. İşte oradaydı. Benim sıramın yanında, sessizce duruyordu.

Beni beklerken attığım her adımda, sanki bir avcı gibi pusuda bekliyordu. Bakışlarından yayılan karanlık, etrafımızdaki havayı ağırlaştırıyordu. Fırtına öncesi sessizlik gibiydi. Ama bu sessizlik... sustuğu her şeyi bana haykırıyordu.

Bazı şeyler yalnızca kalbe fısıldanır. Hissetmek için ruhun derinliklerine inmek gerekir. Lucas ile aramda tam olarak böyle bir bağ vardı. Kelimelere ihtiyaç duymayan bir anlayış.

Bir savaşın eşiğinde, ama aynı zamanda çoktan teslim olduğumuz bir barış anında karşı karşıya duruyorduk. Yanına geldiğimde çekilmesini bekledim. Boşuna bir bekleyişti. Geçmeme izin vermedi.

“Eşyalarımı alacağım, Lucas.”

Ona dokunmaya cesaret etmek bile büyük bir çaba gerektiriyordu. Ama ne yapacağımı anlamış gibi kolumu yakaladı. Bir anda beni kendine çekip belimi sardığında, nefesim kesildi.

“Ne yapıyorsun?”

“Ondan ders alıyorsun.”

Sesi, her zamanki gibi ürkütücü ve tehlikeliydi. Kalbim bir an duracak gibi oldu, sonra tekrar atmaya başladı. Yavaş. Dikkatli. Sonra öfkem açığa çıktı. Ona ters bir bakış attım.

“Bu benim kararım.”

Sınıfın boş duvarlarında yankılanan cümlem, ikimiz arasındaki gerilimi iyice yükseltti. Gözlerimi inceledi. Bir şey arıyordu. Sonra dudaklarının kenarında o tanıdık, alaycı gülümseme belirdi.

Kolumu bırakıp geri çekildiğinde yüzündeki karmaşa ve endişeyi fark ettim. Sanki içinde bir savaş veriyordu.

Bir açıklama yapmasını bekledim. Bir kelime, bir neden. Aramızdaki bu belirsizliğe bir son vermesi için. Ama yapmadı. Çantasını omzuna atıp yanımdan geçerken, gözleri anlık olarak benimkilere değdi ve geçti.

Sessizliğin yükü üzerime çökerken, içinde bulunduğumuz bu karmaşa beni içten içe yok etmeye başlamıştı. Kapıdan çıkarken durdu. Başını hafifçe bana çevirdi. Beklenti dolu bakışlarım üzerindeydi.

“Bu duruma fazla alışma, S.”

Sonra gitti. Ardında yine o boşluğu bıraktı. Onun gidişini izlerken, Lucas’ın veda cümlelerini ne kadar sevdiğini fark ettim. Çünkü her zaman, en yıkıcı darbeyi sessizliğiyle vuruyordu. Onun ardından ben de sınıftan çıktım. Yemekhaneye bile uğramadan, doğruca odama gittim.

Yerde iki siyah tüy gördüğümde duraksadım.

Hiçlik Kayası’ndaki o günden beri siyah tüyler görmemiştim. Beynim hızla neden-sonuç ilişkisi kurmaya çalışırken, odamın önüne geldim. Yerdeki tüyleri aldım, inceledim. Sonra koridora göz gezdirdim.

Hiçbir şey. Tek bir ipucu bile yoktu.

İçimde yükselen huzursuzluğu bastırarak odama girdim. Ama o gece, her şeyin ağırlığı göğsüme çöktü, nefesimi daralttı. Erken yattım. Ertesi sabah, gözlerimi açtığımda gördüğüm ilk şey... masanın üzerinde duran o tüylerdi. İçimi yine o derin huzursuzluk kapladı.

Telefonum titrediğinde yerimden doğruldum, ekrana baktım. Chloe’ydi.

“Günaydın canım, hafta sonunu birlikte geçirmeye ne dersin?”

Mesaj yüzüme bir gülümseme yerleştirdi. Chloe, bu hafta moralimin bozuk olduğunu fark etmiş olmalıydı. Beni neşelendirmeye çalışıyordu.

“Sevinirim Chloe. Öğleden sonra gelebilirim. Pedro özel dersi bugüne aldı.”

“Olur canım, bekliyorum.”

Telefonu kapatıp hazırlanmaya başladım. Pedro ile dersimden önce seçmeli derslere katılmam gerekiyordu. Çantama gerekli malzemeleri yerleştirip kapıyı açtım. Önce yere baktım.

Hiçbir şey yoktu.

Ama gerginlik… hâlâ oradaydı. Üzerime yapışmış, beni bırakmayan bir gölge gibi. Korkular her zaman mantıksızdı ama bir kez kalbe kök saldığında, onları söküp atmak imkânsızdı.

Açlığımı fark ettiğimde yemekhaneye indim. Hafif bir şeyler atıştırdıktan sonra, derse geçtim. Bu yıl eskrim ve okçuluk alıyordum. Dersler bittiğinde Pedro ile danışmanlar binasının önünde buluştuk ve ormanlık alana doğru ilerlemeye başladık.

“Nereye gidiyoruz?”

“Ders çalışabileceğimiz bir açık alan var. Seni oraya götürüyorum.”

Yaklaşık yarım saat yürüdük. Ormanın içinde, ağaçların ortasında saklı bir açıklığa ulaştık. Daha önce buraya hiç gelmemiştim.

“Eşyalarını buraya bırakabilirsin.”

Dediği gibi yaptım. Pedro, uzun süredir kullandığım siyah bıçağı bana uzattığında, bakışları ciddiyetini koruyordu.

“Başlayalım.”

Bıçak dövüşüne başladığımızda, bana farklı teknikler göstermeye koyuldu. Hareketlerimiz giderek uyumlu hale geliyor, onun tekniğini içgüdüsel olarak öğreniyordum.

İlk dövüş zorluydu. Ayaklarım dengemi kaybedecek gibi olduğunda, Pedro anında kolumdan yakalayarak düşmemi engelledi. İkinci dövüş de en az ilki kadar sert geçti. Ama bir an geldi, küçük bir avantaj yakaladım—ve bıçağını düşürmeyi başardım. Bıçağı elime aldığımdan beri hiç bu kadar etkili kullanmamıştım.

İlk kez ona karşı kazanıyordum. Pedro’nun gözleri yüzümde gezindi. Gururlu bir bakış.

“Bu iyiydi, Lucia.”

Yerden bıçağını aldı. Önümde durdu. Bakışları benimkilere kilitlendiğinde, ifadesinde garip bir derinlik vardı. Bir şey söyleyecek gibiydi.

“Bu iki bıçağı da ben yaptım.”

Şaşkınlıkla ona bakakaldım.

“Kısa bir süre Uzakdoğu’da görevdeydim. Orada bir bıçak ve kılıç ustasıyla tanıştım. Bana eğitim vermeyi kabul ettiğinde önce kendi bıçağımı yapmam gerektiğini söyledi.”

Siyah alaşımlı bıçağı elinde çevirdi. Parmakları, metalin üzerinde yavaşça gezindi. “İlk olarak bu bıçağı yaptım. Ona bir ad vermemi söyledi.” Bakışları üzerimde gezindi. Ve konuştuğunda sesi bir fısıltı kadar hafifti. “Ona Siyah Kanarya adını verdim.”

Nefes bile almadan hikâyesini dinliyordum. İlgi çekici olmasının yanı sıra, Pedro’nun ilk kez hayatına dair bir şey anlattığını fark ettim.

“Eğitim bittikten sonra ikinci bıçağımı yaptım.” Diğer elindekini gösterdi. Derslerde hep bunu kullanıyordu. “Adı Tiger. Ustam eğitim bittiğinde her iki bıçağı incelememi ve farklarını anlatmamı istedi. Siyah Kanarya elime uygun değildi ama Tiger tam bana göreydi.”

Gözleri uzak bir hatıraya daldı. “Ustam beni dikkatle dinledi ve gülümsedi. ‘Bıçaklar ve kılıçlar, bedeninin bir uzantısı olmalı. Onlarla uyum içinde olduğunda, ruhun çeliğe işler, o da seni bir savaşta asla yalnız bırakmaz,’ dedi. Haklıydı.”

Sessizlik bir an için aramıza girdi. “Ona Siyah Kanarya ile ne yapacağımı sordum.” Bıçağı bana uzattığında, nefesim kesildi. “Karşına çıkan değerli birine hediye et, dedi. Ona iyi bakacak ve onunla uyumlanacak birine.”

Gözlerim onda kilitliydi, kalbim hızla çarpıyordu.

“Uzun zamandır bu bıçakla arandaki bağı izliyorum, Lucia,” dedi, sesi derin ve kararlı. “O, artık senin bir parçan. Bunu almanı istiyorum.”

İçimde bir şey düğümlendi. “Pedro…”

“Kabul edersen beni mutlu edeceksin. Ayrıca, ben de bu bıçağı hak eden birine verdiğim için huzur duyacağım.”

Bıçağa baktım. Sonra ona. “Bu senin için fazlasıyla özel, Pedro. Ben bunu alamam.”

Gözleri, içimdeki tereddüdü delip geçti. “Sen de özelsin, Lucia. Değerli, azimli ve yeteneklisin. Bu bıçağı hak ediyorsun.”

Kelimelerim yetersiz kaldı. Parmaklarım yavaşça uzandı, bıçağı avuçlarıma aldım. Metalin ağırlığı, parmaklarımın arasında bir sır gibi duruyordu. “Teşekkür ederim, Pedro. Bu hediyenin kıymetini bileceğim.”

“Bundan eminim.” Arkasını dönmeden önce, fısıldadığı cümleyi doğru duyduğumdan emin olamadım. “Seni her zaman korusun.”1

Sessizlik, cümlesini mühürledi. Kendi çantasını alırken, benimkini de getirdi.

“Bugünlük bu kadar yeter.”

Çantamı aldım ve sessizce geri döndük. Danışmanların binasının önüne geldiğimizde, onunla birlikte içeri adım attım.

“Chloe, kalmam için beni evine davet etmişti,” dedim, sesimde hafif bir tereddüt.

O, gülümseyerek yanıtladı ve beraber asansöre bindik. Kata vardığımızda asansörden indim ama kapıyı tuttum.

“Yaptığın benim için anlamlıydı. Onu yanımdan ayırmayacağım.”

Gözleri, benimkilere sabitlendi. “Farkındayım.”

“Senden öğreneceğim çok şey var.”

“Ve hepsini başaracaksın.”

Bugünkü an, hediye ve sözleri kıymetliydi. Ona gülümsedim. “Tekrar teşekkür ederim, Pedro.”

Gitmeden önce, son bir şey söyledi. “Unutmadan… onu yaran gibi koru. Yaralar nasıl ruhun derinliklerine işlerse, bıçaklar da yalnızca bedeninle değil, ruhunla bütünleşir. Onu bir yara gibi gör. Ruhunun parçası yap.”1

Sözleri, içimde yankılandı. Sadece başımı salladım.

“Sonra görüşürüz, Lucia.”

İsmimi ilk kez farklı bir şekilde tonlarken, geri çekildim. Asansör kapısı aramızda kapandı.

Bıçağa baktım. Pedro haklıydı. Bu bıçak çoktan benimdi. Sonra derin bir nefes aldım. Bıçağı çantama yerleştirip Chloe’nin kapısını çaldım. Her zamanki o neşeli cıvıltısıyla kapıyı açtığında, içimdeki tüm gerilim dağıldı. Gülümseyerek içeri adım attım.

Bizim için harika bir hafta sonu planlamıştı. Lezzetli yemekler, sürükleyici bir film ve tarifsiz bir dostluk… Onun yanında her şey o kadar doğal, o kadar içtendi ki, yıllardır tanışıyormuşuz gibi hissettim. Kapının önünde bulduğum o siyah tüyler ve bana hatırlattığı anılar bile aklıma gelmedi.

Pazar sabahı… Güneş yükselirken tembelce uyanıp kahvaltıyı birlikte hazırladık. Pedro’nun dünkü jestini anlatırken Chloe’nin yüzüne anlık bir gölge düştü. İçimde bir huzursuzluk kıpırdandı, ama o hemen toparlandı.1

Bıçağı eline aldı, parmakları soğuk metalin üzerinde gezindi. “Gerçekten çok güzel.”

Bakışları benimkini bulduğunda, gözlerinin ardında saklı bir şey vardı.

“Bir sorun mu var?”

“Hayır canım.” Gülümsedi. “Bu güzel bir hediye… Pedro da senin bunu hak ettiğini düşünüyor ve ben de öyle.”

“Teşekkürler, Chloe.”

Kahvelerimizi bitirdiğimizde ayağa kalktım. “Artık gideyim, sen de dinlen. Yarın görüşürüz.”

“Bu gece de kalabilirsin.”

“Başka zaman yaparız, olur mu?”

“Elbette.” Gülümsedi. “İyi ki geldin.”

“İyi ki çağırdın, Chloe.”

Onu yanağından öpüp evden ayrıldım. Odaya döndüğümde bir süre duşun sıcak buharında kayboldum. Sonra biraz kitap okudum. Vakit ilerledi, karnım acıkmaya başladığında odadan çıkmak üzereydim ki… Gözüm masanın üzerinde duran bıçağa takıldı. Tereddütsüz elime aldım. Kınıyla birlikte bacağıma sardım.

Telefonumu cebime atıp yemekhaneye indim. Saat erkendi, içerisi neredeyse boştu. Tepsimi alıp en kuytu köşeye geçtim. Bıçağı masanın üzerine bıraktım. Çorbamın kaşığını kaldırıp yavaşça içmeye başladım.

İşte o an, arkamdan gelen tanıdık bir ses, tüm dinginliğimi yerle bir etti.

“Ders alman yetmedi, bir de hediye mi kabul etmeye başladın?”

Elimdeki kaşığı düşürüyordum neredeyse. Boğazımdaki lokmayı yutamayıp öksürdüm.

Lucas. Yine en beklenmedik anda, en zayıf anımda karşıma çıkmıştı. Her defasında biraz daha kontrolümü kaybediyordum.

“Lucas?”

Gayet rahat bir ifadeyle tepsisini masama bıraktı ve tam karşıma oturdu. Çevremizdeki birkaç kişinin bakışlarını hissettiğim an, içimde ince bir gerilim dalgası yükseldi. Ama Lucas… O, etrafımızdaki insanları umursamıyordu.

Bakışları doğrudan üzerimdeydi. Soğuk. Çözülmesi imkânsız.

“Yemeğini bitir, Lucia. Son zamanlarda epey zayıfladın.”

Onun bu soğuk ama sahiplenici tavrı… Kendine olan özgüveni… Son zamanlarda beni giderek daha fazla rahatsız ediyordu. Ne düşündüğünü bilmiyordum. Ne hissettiğini çözmem imkansızdı.

Sorduğum sorular yanıtsız kalıyor, bana karşı olan uzak tavrının sebebini bir türlü anlayamıyordum. Özellikle de… yakınlaştığımızı sandığım o akşamdan beri. İçimdeki hisler birer birer ayaklanıyordu. Ama öfke hepsini bastırdı. Patlama noktasına ulaşmıştım artık. Daha fazla dayanamadım.

“Beni inceleme hakkına sahip değilsin, Lucas.” Sesim buz gibiydi. “Ayrıca masamdan kalk. Seninle konuşmak—”

O alaycı gülümsemesiyle sözümü kesti. “Üzerinde adının yazdığını görmüyorum, S.”

Aylar önce söylediğim cümleyi… bana karşı kullanmıştı. İçimde bir şeyler çatırdadı. Lucas, gözlerini benden ayırmadan sandalyeye yaslandı.

“Beni burada istemiyorsan… zorla kaldırman gerekecek.” Başını yana eğdi, gülümsemesi durumdan hoşnut tavrıyla derinleşti. “Ve… bunu nasıl yapacağını gerçekten merak ediyorum.”1

Tüm vücudum gerilmişti. Yemeğime dönmek istedim ama içimdeki gerginlik, huzursuz bir fırtına gibi kabarıyordu. O kadar öfkelenmiştim ki, Lucas’a haddini bildirmek için yanıp tutuşuyordum.

“Bana sürekli emir vermekten de vazgeç.”

Lucas, tepkime çekici bir gülümsemeyle karşılık verdi. Çorbasından bir yudum aldı, sonra o keskin bakışlarını üzerime dikti.

“Zaten dinlemiyorsun, değil mi, S?”

Sesi, tüylerimi diken diken edecek kadar sakindi. İma ettiği şey ise yalnızca yemek değildi. Pedro ile çalışmamdan da bahsediyordu.

“Hepinizden gerideyim, Lucas.” Gözlerimi kaçırmadan konuştum. “Bu yüzden Pedro ile çalışmaya karar verdim. Ne yapmamı bekliyordun? Eğitim alıp güçlenmem—”

“Bunu daha önce de konuştuk.” Sözümü kesti. “O, senin için yanlış seçim.”

Çenesini sıkıyordu. Şu an ikimizde gergindik.

“Doğru olan sen misin?”

Sözler ağzımdan düşünmeden dökülmüştü. Anında pişman oldum. Göz göze geldiğimizde yanaklarımın yandığını hissettim. Lucas derin bir nefes aldı, belli belirsiz başını iki yana salladı. Onu kızdırmış mıydım, yoksa damarına mı basmıştım? Yemeğine döndü. Her zamanki gibi, istemediği sorulara asla cevap vermiyordu.

Aramızda konuşulmamış, havada asılı kalan onca şey varken, hiçbir kelime bu anı ya da aramızdakileri açıklamaya yetmiyordu. İçimden ağır bir nefes verdim, çorba kasesine baktım.

Sessizlik, ağır bir yük gibi üzerime çökmüştü. Zaman, sonsuz bir boşluğa uzanıyor gibiydi. Daha fazla dayanamadım. Ayağa kalktım. Lucas, hiçbir şey söylemeden hareketimi izledi. Sonra aynı sessizlik içinde o da kalktı. Bir kelime bile etmeden tepsisini alıp uzaklaştı. Onu takip ettim. Yemekhaneden çıktık, ağır adımlarla asansörlere yöneldik.

Asansör geldiğinde, benimle içeri girdi. Tam o anda birkaç kişi daha binmek için hamle yaptı, ancak Lucas’ı gördüklerinde tereddüt edip geri çekildiler. Sonra kapı ağır çekimde kapandı. Asansör, içimizi kemiren bir sessizliğe gömüldü. Fazla sessiz…

Lucas, aniden başını eğdi, bakışları sol bacağıma kilitlendi. Gözleri bıçağı bulduğunda, yüz hatları kasıldı. Çenesindeki kaslar gerildi, parmakları farkında olmadan sıkıldı.

Bakışları… Fırtına öncesi gökyüzü gibi. Karışık, derin ve tehlikeli. Bir şey söylemesini bekledim. Ama sustu. Yalnızca beni izledi.

Asansör katımıza ulaştığında, kapı açılır açılmaz neredeyse nefes bile almadan dışarı adım attım. Kaçmak istedim. Lucas’tan… Hislerimden… O bakışlarının ağırlığından…

Ayak sesleri beni takip etti. Arkamdan gelen o ritmik yankılar içimde ince bir ürperti gibi dalgalandı. Adımlarına kulak verdikçe anladım… Gelmesini istemiyordum. Çünkü beni yine kendine hapsedecekti. Çünkü bunu başaracaktı. Artık çok geçti.

Odamın kapısını açtığım anda, daha ne olduğunu bile anlamadan bileğimi kavradı. Hiçbir tereddüt göstermedi ve beni içeri çekti. Kapı kapandığında sırtım sertçe tahtaya çarptı. Nefesim düzensizleşti. Gözlerimi kapattım.

Onun beni bu kadar etkilememesi gerekiyordu. Ama etkiliyordu. Hem de en zayıf noktalarımdan. İçimdeki duygularla baş edemiyordum. Onu görmezden gelemiyordum.

“Senin için doğru olan tek kişi benim.”

Sesi, alçak ve kendinden emindi. Ilık nefesi tenime çarptığında, içimdeki her şey daha da karmaşıklaştı. Kalbim çılgınca göğsümde çırpınırken, ilk kez kendimi onun karşısında çaresiz hissettim. Bir eli yavaşça sol bacağıma dokundu. Gözlerimi yavaşça araladım. Bıçağımı eline almıştı. Siyah kanaryayı inceliyordu.

“Demek Siyah Kanarya bu.”

Şaşkınlıkla dudaklarım aralandı. “Adını nereden biliyorsun?”

Bakışları derin ve sorgulanamaz bir otoriteyle üzerime kilitlendi. “Artık bana böyle sorular sormamalısın, S.” Bıçağı masaya bıraktı. Sonra—hiç duraksamadan—aramızdaki tüm mesafeyi kapadı.

“Seninle ilgili her şeyi bilmek zorundayım.”

“Niye, Lucas?” Göğsüne elimi koydum, daha fazla yaklaşmasını engellemeye çalıştım. “Niye bilmek zorundasın?”

Lucas, elimi hafifçe itti. Onun için mesafe bir seçenek bile değildi. Bir eli belimi kavradığında nefesim kesildi. Parmakları tenimde kayarken, içimde bir şeyler alev aldı. Ama yalnızca ben değildim. O da aynı savaşı veriyordu. Bunu, bana her yaklaştığında gözlerindeki ince değişimde görebiliyordum.

“Esas soruyu sormadın.”

Birini tanımadan onun ne hissettiğini bilmek… garipti. Ama Lucas için… değildi. Çünkü aramızdaki hiçbir şey normal ya da sıradan değildi. Bu çekim. Başından beri kalplerimiz arasında oluşan görünmez bağ. Onu yıllardır tanıyormuşum gibi hissetmem. Tüm bunların yankıları sadece bende değil, onda da vardı.

Bakışlarında. Söylemediklerinde. Tavrında. Ve sustuğu her an, tüm cevaplar gözlerinin içinde saklıydı.

“Neden bana bu kadar yakın ama bir o kadar uzaksın, Lucas?”

Gözleri, bıçak kadar keskin bir zekâyla ışıldadı. Sonra, sesini alçaltarak fısıldadı: “Hayatımda gördüğüm en özel, en eşsiz, en güzel varlıksın, S.”2

Kalbim durmuştu. Ona doğru kanat çırpan kuş, bir anlığına hangi yöne gideceğini bilemedi. Lucas bir adım geri çekildi. Ama o an… Bunu yapmak için ne kadar zorlandığını yüzündeki sert çizgilerden okuyabiliyordum.

“Her şeyi… bir gün konuşacağız.”

Sadece sustum. Cümlesinin devamını bekledim. Ama o, gözlerimin içine bakarak birkaç saniye bekledi. Sonra, kelimeleri yavaşça ve ölçerek seçti: “Bir süre buralarda olamayacağım.”

Kaşlarım çatıldı. İçimde tuhaf bir rahatsızlık yükseldi. “Bir yere mi gidiyorsun?”

“Evet. Ama döneceğim.”

Garip. Gitmesini istemiyordum. Kalmasını isteyecek cesaretim de yoktu. Ama… Yanımda olmadığı her an içimde bir boşluk oluşuyor, huzursuzluğum kontrol edilemez bir şekilde büyüyordu. Lucas bunu fark etti. Beni ve hislerimi her zaman fark ediyordu. Gözleri bakışlarıma kilitlendi, dudaklarının kenarı belli belirsiz kıvrıldı.

“Şu bakışların yok mu, S…”

Cümlenin devamını getirmedi. Ama ben devamını hissettim. Derin bir nefes aldı, ardından bakışları masanın üzerinde duran bıçağa kaydı. Siyah Kanarya.

“Şimdilik ondan ders almana göz yumacağım ama…” Sesinde tehditkâr bir yumuşaklık vardı. “Onunla mesafeni ayarlamalısın. Seni her zaman izleyeceğimi unutma. Her zaman etrafında olacağımı.”

Sonra, çenemi yakalayıp yüzümü kendine yaklaştırdığında nefesim kesildi. Beni inceliyordu. Bakışları, ruhumun derinliklerinde geziniyor gibiydi. Başım dönmeye başladı. Kokusu, varlığı, sesi… Bütün duygularım birbirine karışıyordu.

“Bu halin o kadar tatlı ki…”

Nefesinin hızlandığını fark ettim. Beni öpmek üzere olduğunu da. Sesindeki derinlik, gözlerindeki fırtına…

“Senden uzak durmak gitgide daha zorlaşıyor.”

Kelimeleri içime işledi. Sınırları yıkmak istercesine, anlık bir cesaretle fısıldadım: “O zaman uzak durma.”1

Bir nefeslik an. Gözleri karardı. Çenemdeki tutuşu sertleşti.

“Bana ne yaptığın hakkında en ufak bir fikrin yok.”

Peki o bana ne yaptığını biliyor muydu?

Parmakları yüzümde gezindi. Hafif… Kırılgan… Ama derin. Bakışlarındaki yoğun duygu iliklerime işledi, titrediğimi hissettim. O da fark etti. İçimde utanç dalgalandı. Beni zorlamak istemiyormuş gibi yavaşça geri çekildiğinde, onun da en az benim kadar dağılmış olduğunu görebiliyordum.

“Fazla masumsun.”1

Başını hafifçe salladı. Sanki aklında tartışılmaz bir düşünce vardı ama bunu dile getirmek istemiyordu. Derin bir nefes daha aldı ve geri çekildi.

“Gitmem gerekiyor.”

Kapıya yöneldiğinde dayanamayıp seslendim: “Ne zaman döneceksin?”

Dudağının kenarı hafifçe kıvrıldı. “Beni özlediğinde, S.”2

Cümlesi havada asılı kaldı. Arkasından bakarken, o boşluk hissi daha da büyüdü.

Bir süre olduğu gibi kaldım. Sessiz, çaresiz, yutkunamayacak kadar karışık. Fark ettiğim şey, beni paramparça etti. Lucas… Kalbime düğüm atıyordu. Çözmeden gidiyordu.

Ben… O düğümlere dolanıyordum. Hem de her seferinde.

Yatağa oturduğumda, tek düşünebildiğim buydu.

Lucas

Adadan ayrılmam gerekiyordu. Ama kalbimi orada bırakmıştım. Ondan uzak kalmanın imkânsız olduğunu uzun zaman önce anlamıştım. Ama bugün… Bugün her şey daha da zorlayıcıydı.

Yanımdayken, ona dokunmamaya çalışmak… Bana bu kadar yakınken onu kendimden uzak tutmak… Bu, verdiğim en ağır savaştı.

Bir de etrafındaki tehlike…

Onu korumak için çoktan harekete geçmiştim. Ama bu, basit bir plan değildi. Sürecin içine dâhil olan çok fazla faktör vardı. İnsanlar, oluşturulması gereken koşullar, alınması gereken kararlar… Hepsi, dikkatlice hesaplanmalıydı. Zaman… en çok ihtiyaç duyduğum şeydi. Ve buna sabrım olup olmadığını bilmiyordum.

Yine de benim için tek bir şey önemliydi. Lucia’yı kurtarmak.

Şimdilik hayalbazın söylediklerini yerine getiriyormuş gibi görünüyordum. Ama gerçekte yaptığım tek şey, onu bir gün tamamen denklemden çıkarmaktı.

Helikopterin indiği noktaya ilerlerken Marino’yu beklerken buldum. 2

“Bana ihtiyacınız olacak mı?”

Sesinde her zamanki gibi kesin bir disiplin vardı. Başımı iki yana salladım.

“Hayır. Burada kalman gerekiyor. Gözüm, kulağım olacaksın.”

“Elbette, efendim. Dönüş tarihiniz belli mi?”

“Uzun sürmez.”

Helikoptere binmeden önce bir an durdum. Marino’ya döndüm. “Onu Pedro’dan uzak tutmaya çalış.”

Gözlerinde bir anlık anlayış belirdi, başını salladı.

Helikoptere geçtiğimde… Şimdiden geri dönmek istiyordum. Ama olmazdı. Gözlerimi kapadım. Lucia… Benim ay tanrıçam. Beni yakan, karanlık gecemi aydınlatan ışığım.

Ben diğer insanlar gibi değildim. Yetişme koşullarım sert, acımasız, katıydı. Bazen vahşi koşullar içinde hayatta kalmak için savaşmak zorunda kalmıştım. O yüzden her zaman soğuk, mesafeli oldum. Kendime duvarlar ördüm. Çok az kişi o duvarların arkasına geçebildi.1

Lucia… O, duvarlarımı delmemişti. Yıkmıştı. Kalbime düğüm atan tek kişiydi. Ben, o düğümlere dolanıp kalıyordum. Ne kadar uzağa gidersem gideyim, iplikler kopmuyordu. Ona takılı kalmıştım. Bu geçici değildi. Ben, ona aşıktım. Ve artık ondan uzak durmayacaktım.

Gözlerimi açtım, manzaraya daldım. Gökyüzü ne kadar genişse, içimdeki hisler de o kadar derindi.

Bazı duygular sessizdi. Özellikle benimkiler. Ama ben… Sessizliğin en büyük haykırış olduğunu, Lucia hayatıma girdikten sonra anladım.

Lucia

Uzun bir süredir yoktu. Onu sadece bakışlarımla değil, kalbimle de arıyordum. Ama bulamıyordum.

O süre boyunca tek yapabildiğim, derslerde ilerlemekti. Yine de… Hayatta yerimde sayıyormuş gibi hissediyordum.

Onu özlemek… Bir tür rutin işkenceye dönüşmüştü. Geceleri rüyalarımın içine sızıyordu.
Adada, onu görüyor, yanına gitmeye çalışıyordum… Ama ulaşamıyordum. Silueti bir görünüyor, bir kayboluyordu. Koşsam olmuyordu… Elimi uzatsam da… Tutamıyordum. Her gece nefes nefese uyanıyor, tekrar uyuyamıyordum.

Lucas… O, bir fırtına gibi hayatıma girmişti. Ne ondan kaçabiliyordum… Ne de içimde büyüyen duygulardan.

Beni derinliklerine çeken karanlık bir okyanustu. Ben de… Boğulmak üzereydim. Ne Lucas duruyordu… Ne onun çekimi… Ne de duygularım. Hepsi beni yavaş yavaş okyanusun derinliklerine batırıyordu. Ama geri dönmek artık mümkün değildi.

O hafta, her zamankinden daha kötüydüm. Chloe, derste bir ara elime dokundu.

“İyi misin?”

Dalgın bir şekilde başımı salladım.

“Bugün bir değişiklik yapalım.” Sesine hafif bir neşe katmaya çalıştı. “Erken ara verelim ve restorana gidelim. Ne dersin?”

“Bilmem.”

“Hadi ama, beni kırma.”

Derin bir iç çektim. “Peki.”

Onu takip ettim ve evden çıktık. Restorana vardığımızda henüz kimse yoktu. Chloe bizim için lazanya sipariş ettiğinde ise hiçbir şey hissetmedim. Oysa… lazanyayı severdim. Normalde… Ama şu an hiçbir şey umurumda değildi. Chloe’nin beni neşelendirmek için gösterdiği çaba bile.

“Artık anlatacak mısın?”

Sesi sakindi. Ama içinde, cevabı bir şekilde benden daha iyi bildiğini anlatan o samimiyet ve derin kavrayış vardı. Bir an, ne söyleyeceğimi düşündüm. Sonra aklıma gelen ilk cümle, ağzımdan kaçtı.

“Lucas nerede, Chloe?”

Hafif bir gülümseme yüzünü aydınlattı. “Bir görevde olduğunu duydum.”

Kaşlarımı çattım. “Öğrenciyken mi?”

“Onun durumu özel, Lucia. Statüsü de.”1

Bu cümle… Bir anlam ifade etmeliydi. Ama etmiyordu. Sorgularcasına ona baktım.

“Üzgünüm,” dedi. “Ayrıntıları ben de bilmiyorum. Ama nerede olduğunu öğrenebilirim.”

“Hayır, teşekkür ederim.”

Alt dudağımı kemirdim. Başımı öne eğdim. “İsteseydi beni arardı, değil mi?”

Fısıltı gibi, titrek bir sesle… Ama… Chloe duymuştu. Ve bu cümle, içimde saklamaya çalıştığım duyguların ağır gerçeğiydi.

Chloe elimi tuttu. İçten, dostça. “Ona âşık oldun.”2

Bakışlarımı kaçırdım.

“Duygularını benden saklamana gerek yok, Lucia.” dedi usulca. “Ayrıca bunda utanılacak bir şey de yok.”

Bilmiyordu. Benim için her şey fazlasıyla karışıktı. Hatta… bazı şeyleri dile getirmek, bazen bir imkânsızlık gibiydi. Zordu. Özellikle de bana ne kadar farklı davranırsa davransın, aramızda söylenmemiş onca şey varken…

İçimi çektim. Söyleyeceklerim boğazıma düğümlendi. “Chloe, aşk neden bu kadar zor?” Gözlerim boşluğa daldı. “Güzel olması gereken bir şey neden insanı bu kadar zorluyor? Özellikle Lucas… her şeyden zor.”

Chloe sandalyesine yaslandı, bakışları üzerimde sabitti.

“Aşk…” dedi, sesi neredeyse fısıltı kadar yumuşaktı. “Birini kendinden daha fazla sevmektir. Onunla tek ruh, tek beden olmak demektir. Onu her şeyden, hatta kendinden bile önde tutacak kadar sevmek...”

Gözleri derin bir anlamla parladı. “Aşk, kalbini de, mantığını da zorlayan bir savaştır. Birbiriyle çelişen duygular arasında sıkışıp kalırsın. Elin kolun bağlanır, nefesin daralır. Sonra hayatın kendi zorlukları eklenir bu kaosa. Tüm bunlar aşkı zor kılar. Sonunda aşk senden… bir adım atmanı bekler. Ama o adım… tüm hayatını değiştirecek bir kelebek etkisi yaratır.”

Bakışları üzerime kilitlendi. “Peki, sen bu adımı atmaya hazır mısın?”

Bilinmezlik içimi ürpertti. “Bunu nasıl anlayacağım?”

“Önce o kişinin buna değip değmediğine karar vermelisin. Seni hak edip etmediğine. En önemlisi… seni sevip sevmediğine.”1

Garson siparişlerimizi getirdiğinde konuşmamız kesildi. Yemekler önümüze konurken Chloe’nin sözleri zihnimde yankılanıyordu. Servis yapıldıktan sonra, Chloe konuşmasını sürdürdü.

“Lucas… diğerlerinden farklı. Onu gözlemleme şansım oldu. Özellikle dövüş eğitimlerinizde… Sana bakışındaki anlam… Sen onun için özelsin Lucia. Kıymetlisin.” Hafifçe gülümsedi. “Eğer aranızda bir şey olursa… onaylarım.”

Gözlerim buğulandı ama karşılık olarak yalnızca gülümsedim.

“Şimdi yemeğini ye. Yakında her şey düzene girecek, göreceksin.”

“Nereden biliyorsun?”

İç çekti, sonra hafifçe göz kırptı. “İçime doğuyor.”

O gece Chloe’nin yanında kaldım. Pizza, romantik bir film ve bana sürpriz olarak aldığı dondurma… Küçük ama mutluluk veren şeylerdi. Annem öldüğünden beri ilk kez birinin içtenlikle beni sevdiğini hissediyordum. Chloe benim ailemdi.

Gece olduğunda hemen uykuya daldı ama ben… dönüp durdum. İçimde bir sıkıntı vardı. En sonunda sessizce salona geçtim. Balkona çıktığımda gecenin serinliği tenime vurdu. Ama içimdeki karmaşa dinmiyordu.

Lucas. Düşüncelerimden ve ondan hiçbir zaman kaçamıyordum. Dayanamadım. Telefonu elime aldım ve numarasını çevirdim. Açmadı. İçimde garip bir burukluk oluştu. Oysa arayabileceğimi söyleyen kendisiydi. Tam telefonu bırakıyordum ki ekran aydınlandı. Arayan oydu. Açtım.

“Beni mi özledin, S?”2

O sesi… O erkeksi, içten ama hafif alaycı ton…2

Kalbim yalnızca bir kelimeyle cevap verdi: Evet. Ama dudaklarımdan dökülen farklıydı. “Neredesin?”

Tam bir sessizlik. Sonra sesi daha karanlık, daha derin geldi. “Cehennemin dibinde.”1

“İyi misin?”

“Değilim, ama sesini duymak iyi geldi.”

İçimde bir sıcaklık yayıldı. “Ne zaman döneceksin?”

“Birkaç gün içinde yanındayım.”

Derin bir nefes aldı. “Bu arada hava serin, S. Üşütmeni istemem. Chloe’nin yanına dön ve uyumaya çalış.”

Şaşkınlıkla olduğum yere mıhlandım. “Sen bunu nasıl…” Ama cümle yarım kaldı. Çünkü ikimiz de cevabı biliyorduk. Nefesim düzensizleşti. “Bazen tam bir fırtına gibi esiyorsun ve her şeyi dağıtıyorsun, Lucas.”

Sessizlik. Sonra sesi değişti. “Senin de benden bir farkın yok, S. Aslında bir fark var.” Duraksadı. “Sen beni de, içimdekileri de dağıtıyorsun. Bir kasırga gibi… Beni kendine katıyorsun.”

Yutkundum.

“İçeri geç ve uyu, güzelim. Yakında yanında olacağım.”1

Gözlerimi kapattım. “İyi geceler, Lucas.”

“İyi geceler, S.”

Telefonu kapattım, ama içimdeki ürperti hâlâ geçmemişti.

Bilinmez bir içgüdüyle balkona yöneldim ve aşağıya baktım. Karanlıktan başka bir şey göremesem de orada bir şey vardı. Bir his. Bir gölge. Kendi kuruntum olduğunu düşünüp içeri geçtim.

Ertesi gün, dersler bittiğinde yemekhanede hızlıca bir şeyler atıştırdım. Sonra odama çıkmak için asansöre bindim. Kapımın önüne geldiğimde, kalbim aniden hızlandı.

Siyah tüyler. İki tane ve bir not.

Titreyen ellerimle kağıdı çevirdim. Gözlerim kelimeleri seçtiğinde içimdeki soğukluk katlandı. “Alea iacta est.” (Zarlar atıldı ve geri dönüş yok.)2

Bölüm : 24.09.2024 17:28 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...