OY VE YORUMLARINIZLA DESTEK OLURSANIZ SEVİNİRİM.
INSTAGRAM, TİKTOK VE YOUTUBE'DAN TAKİP ETMEK İSTERSENİZ; @MİSTYVİBE3
DAHA FAZLA KARAKTER TANITIMI VİDEOSU İÇİN INSTAGRAM VE TİKTOK;
“Bazı cevaplar korkunun gözlerinde saklıdır. Onu yenmek istiyorsan, bakışlarını kaçırmamalısın.”
Lucia
Huzursuz geçen bir gecenin ardından, bölük pörçük birkaç saatlik uykuyla gözlerimi açtım. Midemde tanıdık bir ağırlık vardı. Gerilim… Ne zaman huzursuz hissetsem, bedenim bu şekilde tepki verirdi. Saat epey ilerlemişti, bu yüzden vakit kaybetmeden yataktan kalktım. Aceleyle hazırlandım, eşyalarımı toparladım ve odamdan çıktım. Açlık hissini görmezden gelerek yemekhaneye uğramadan danışmanlar binasına, Chloe’nin yanına gitmek üzere yola koyuldum.
Hava, içimde kopan fırtınanın bir yansımasıydı. Gri bulutlar gökyüzünü kaplamış, okyanus bile solgun bir renge bürünmüştü. Yolun yarısına geldiğimde, ansızın içimi kemiren o tuhaf hisle irkildim. Biri beni izliyordu… Sırtımda soğuk bir ürperti hissettim. Çevreme göz gezdirdim, ama kimseyi göremedim. Yine de adımlarımı sıklaştırdım.
Panik… Mantığımı gölgede bırakan, kontrolümü elimden alan o tanıdık düşman.
İçimde yankılanan kaç ya da savaş emri karşısında düşünmeden ilki seçtim. Kaçmalıydım. Bacaklarımın beni taşıdığı hızda, nefesimi bile kontrol edemeden koşmaya başladım. Binanın girişine vardığımda, kapıyı hızla açarken içgüdüsel bir hareketle arkamı döndüm. Tam o an, sert bir çarpışmayla sarsıldım. Dengemi kaybettim ve yere savruldum. Benimle birlikte çarptığım kişi de yere düştü.
Başımı çevirdiğimde gözlerim Pedro’nun soğuk bakışlarıyla buluştu.
“Pedro… Özür dilerim,” diye fısıldadım.
O ise yüzüme dikkatle baktı, ifadesinde alışıldık bir sertlik vardı. Sonra sessizce ayağa kalktı ve elini uzatarak beni de kaldırdı.
Ne söyleyebilirdim? Korktuğumu mu? Hayır. Bunu itiraf edemezdim. Suskunluğum, gergin halim gözünden kaçmadı.
Gözlerimi kaçırdım. Kanıtlayamayacağım bir şeyden bahsetmek, sadece hislerime dayanarak açıklama yapmak zordu. Tam o sırada telefonum çaldı. Ekranda Chloe’nin adı belirdi. Pedro da görmüştü.
“Hadi, derse geç kalma,” dedi kayıtsız bir sesle.
Başımı sallayıp hızla yanından ayrıldım. Merdivenlere yöneldiğim sırada o, durmam için seslendi.
Merdivenlerde duraksadım ve ona döndüm. Gözleri doğrudan benimkilerle buluştu.
“Korktuğun her neyse, onu kontrol etmeyi öğrenmelisin,” dedi, sesi keskin ve sarsılmazdı. “Buraya güçlü olmak için geldin. Güçlü olmak, korkmamak değil, korkunu yönetebilmektir.”
Sözleri havada asılı kaldı. Haklıydı.
Pedro, hiçbir şey söylemeden arkasını döndü. Ben onun uzaklaşmasını izlerken, içimde hâlâ yankılanan sözleri düşünüyordum. Ama şimdi bunları düşünecek zaman değildi. Derin bir nefes alıp asansöre yöneldim. Chloe’nin kapısını çaldığımda, kapıyı yarı endişeli bir ifadeyle açtı.
“Geciktin, merak ettim canım.”
Yorgun bir gülümsemeyle içeri girerken başımı iki yana salladım. “Kusura bakma Chloe, gece pek iyi uyuyamadım.”
Kapıyı kapattığında, gözleri üzerimde gezinirken huzursuzluğumu fark etti. Kaşlarını hafifçe çattı. “Sorun değil. Ama iyi misin?”
Bir an tereddüt ettim. Ama Chloe’ye her zaman güvenirdim. “Biraz konuşalım mı?”
Beraber koltuğa geçtik. İçimdeki düğümü çözercesine derin bir nefes aldım ve ona tüylerden, nottan bahsettim. Kelimeler döküldükçe, Chloe’nin yüzündeki endişe arttı. Hikâyemi bitirdiğimde, o düşünceli bir şekilde dudaklarını ısırıyordu.
“Ne düşünüyorsun?” diye sordum, sesim belirsiz bir titremeyle çıktı.
“Tüyler, not ve geçmişin... Hepsi bir araya gelince işin rengi değişiyor,” dedi usulca. “Bu durumu araştırmam gerek, canım. Carlo’ya da danışmalıyım.”
Adını ilk kez duyuyordum. “Carlo kim?”2
Chloe, hafifçe gülümsedi. Ama bu gülümseme, alışılmış rahat tavrının aksine belli belirsiz bir mahcubiyet taşıyordu.
“Akademiden bir arkadaşım. Bilgisayar uzmanı ve aynı zamanda davranış analisti.”
Sesi bir an duraksadı, gözleri başka bir şeyi anlatıyormuş gibi uzaklara daldı. Sonra, yüzüne yayılan hafif utangaç ifadeyle bana baktı. “Carlo benim için... özel biri.” Sözleriyle birlikte derin bir nefes aldı. “Ben onun için öyle miyim, emin değilim.”
Gözlerimi ona sabitledim ve içten bir gülümsemeyle konuştum. “Senin gibi özel ve değerli birini fark etmediyse, bu ancak onun kaybı olur, Chloe.”
O an, gözlerindeki ifadeye şahit oldum. Sevgiyle karışık bir minnettarlık. Ama aniden ciddileşti.
“Şimdi konumuz sensin,” dedi belirgin bir kararlılıkla. “Carlo ile konuştuktan sonra nasıl hareket edeceğimize karar veririz.”
Başımı salladım, ama içimdeki huzursuzluk hâlâ geçmemişti. “Ya takip edilme hissi?” diye sordum, sesi titreyerek çıkan kelimelerle. “Biliyorum, saçma gelecek ama…”
Chloe başını iki yana salladı. “Hayır, bu mümkün Lucia. Ama panikle ya da korkuyla hareket edemeyiz.” Elimi tuttu. Avuçlarının sıcaklığı, içimi saran o ürpertiyi bir nebze olsun yatıştırdı. “Sabırlı ol,” dedi, sesi güven veriyordu. “Çözeceğim.”
Ona gülümseyerek karşılık verdim. İçimdeki huzursuzluk tamamen kaybolmasa da, artık yalnız olmadığımı bilmek bir nebze de olsa içimi rahatlatıyordu.
“Bir şeyler yiyebildin mi?” diye sordu aniden.
Başımı iki yana salladım. “Hayır Chloe.”
“Öyleyse hadi, güzel bir kahvaltı edelim. Sonra derse geçeriz.”
Birlikte kahvaltıyı hazırladık, kısa süreliğine de olsa kafamı meşgul eden bu sıradan anın içinde kayboldum. O gün derslere ara vermedik, eve salata söyledik ve Pedro’nun dersine kadar çalışmaya devam ettik. Ardından akademiye gitmek için hazırlanmaya başladım.
Chloe de benimle ayağa kalktı, kararını açıklayan bir ses tonuyla konuştu. “Bugün seni akademiye ben götüreceğim. Hem gerçekten takip edilip edilmediğini anlayabilirim. Sonra da Carlo ile buluşacağım.”
Bunu beklemiyordum ama içimdeki minnettarlık, kelimelere dökülmeden önce bile yüzüme yansımıştı. “Olur Chloe.”
Yola koyulduk. Her adımda, o his bir gölge gibi peşimdeydi. Göğsüm sıkıştı. “O his… geçmedi,” dedim, fısıltıdan biraz daha yüksek bir sesle.
Chloe gizlice etrafı inceledi. Ardından bana baktı. “Lucia,” dedi alçak bir sesle. “Haklısın. Bir takipçin var.”
Tüm vücudum bir refleksle gerildi, kafamı çevirmek üzereydim ki Chloe hafifçe bileğimi sıktı. “Hayır. Yürümeye devam et, canım.”
Sözlerini sorgulamadım. Sadece yürüdüm. Akademiden içeri girdiğimiz anda ona döndüm. “Bu durum beni giderek daha fazla rahatsız etmeye başladı,” dedim, sesim endişeli çıkmıştı.
Chloe gözlerimin içine baktı, kararlı ve sarsılmaz bir ifadeyle. “Bana güven, her şey yoluna girecek,” dedi. “Şimdi dersine gir ve benden haber bekle.”
Derin bir nefes aldım. “Tamam Chloe. Sen de kendine dikkat et.”
Gülümsedi, ama gözlerinde bir gölge belirdi. “Merak etme, canım.”
Chloe asansöre geçerken, ben de Pedro’nun sınıfına doğru ilerledim. Zihnim hâlâ takip edilme hissinin yarattığı huzursuzlukla doluydu, ama en çok Chloe’yi düşünüyordum. O, benim için uğraşıyordu. Beni koruyordu. Peki kimden?
Sınıfa girdiğimde, Liz ve ekibinin gözleri üzerimdeydi. Onların soğuk ama keskin bakışları üzerimdeyken sessizce sırama geçtim ve dersin başlamasını bekledim. Birkaç dakika sonra Pedro içeri girdi. Her zamanki soğukkanlı ve otoriter tavrıyla bugünkü dersin teorik olacağını belirtti.
Beklemeden derse başladı. Ama ne kadar çabalasam da odaklanamıyordum. Kelimeler havada süzülüyor, ama beynime ulaşmıyordu. Aklım sürekli içinde bulunduğum durumun belirsizliğindeydi.
Gözlerim farkında olmadan boşluğa daldığında, Pedro’nun bakışlarını üzerimde hissettim. Bakışlarım onunkileri bulduğunda, dikkatli bir şekilde beni inceleyen soğuk bakışlarıyla karşılaştım.
Ara verildiğinde, tam karşımda dikildi. “Son kez soruyorum,” dedi, sesi kararlıydı. “Neyin var, Lucia?”
Ağzımı açtım, ama tam konuşacakken sınıfın kapısı açıldı. İçeriye, Pedro’dan biraz daha kısa, kumral saçlı ve yeşil gözlü bir adam girdi. Pedro’nun yüzündeki şaşkınlığı ilk kez bu kadar belirgin görüyordum. “Carlo?”
Nefesimi tuttum. Bu adam, Chloe’nin bahsettiği kişi o muydu?
Şaşkınlıkla ona döndüğümde Pedro yanımdan ayrıldı. Carlo’nun yanına gittiğinde, aralarında kısa ama anlam yüklü bir konuşma geçti. Carlo ona bir şey söyledi ve Pedro, ifadesini değiştirmeden başını sallayarak onunla birlikte sınıftan çıktı.
Bir şey mi olmuştu? Boğazıma bir şey düğümlendi. Hemen telefonumu çıkardım ve ekranı açtığımda bir mesaj bildirimiyle karşılaştım.
“Takipçiyi şimdilik kaybettim ama peşindeyim. Hafif bir yara aldım. Lütfen endişelenme, birkaç gün içinde toparlarım. Bu sürede Pedro’nun danışmanlığını üstlenmesi için Carlo onunla görüşmek için sınıfa gelecek. Ona güvenebilirsin. Akşam seni ararım.”
Kalbim hızlandı. Chloe yaralanmıştı.
“Geçmiş olsun Chloe, umarım söylediğin gibi iyisindir. Akşam aramanı bekleyeceğim. Lütfen kendine dikkat et ve bana ihtiyacın olursa ara.”
Mesajı gönderdim ama bir daha yanıt gelmedi. Tam o anda, iki farklı bakışın üzerimde olduğunu hissettim. Başımı telefondan kaldırdığımda, Marino ve Liz’in dikkatle beni izlediğini gördüm. Liz telefonunu eline alıp birine mesaj atarken, Marino da telefonunu alıp uzak bir köşeye çekildi ve birini aradı. Neler olduğunu sorgulamadım. Bakışlarımı hızla kaçırdım. Aklımdaki soruların ağırlığı, içimdeki huzursuzluğu katlanılmaz bir hâle getiriyordu. Bir de yeni sorularla uğraşamazdım.3
Pedro birkaç dakika sonra sınıfa geri döndüğünde, yüzünde en ufak bir değişiklik yoktu. Hiçbir şey olmamış gibi, dersi aynı sakin ve otoriter tavrıyla sürdürdü. Dersi yarım saat erken bitirdiğinde, içimdeki sessiz minnettarlıkla eşyalarımı toplamaya başladım. Herkes çıkarken, ben de Pedro’ya doğru ilerledim.
“Bugün ek ders yapmayacağız,” dedi, gözlerini benden ayırmadan. “Ayrıca birkaç gün boyunca danışmanlığını ben üstleneceğim.”
Sesi her zamanki gibi kontrollüydü.
“Evet, Chloe mesaj attı,” diye karşılık verdim. Sözler, dilimin ucunda birikmişti. İçimde tutamadım. “O gerçekten iyi mi, Pedro?”
Endişemi ve sabırsızlığımı fark etmişti, buna rağmen ifadesi değişmedi. Her zamanki gibi soğukkanlı, mesafeliydi.
“İyi olacak,” dedi sonunda. “Ama sen biraz sakin olmalısın.”
Başımı eğdim. Ortada büyük bir sorun varken endişelenmem gayet normaldi, değil mi?
Adımı söylediğinde başımı kaldırdım ve göz göze geldik.
“Carlo, iyi olduğunu söyledi. Basit bir yaralanma ve iyileşecek.”
Bir anlık sessizlik oldu. Sonra beklemediğim bir şey oldu. Koluma hafifçe dokundu. Bu, Pedro için sıradan bir hareket değildi. Onun soğuk duvarlarının ardında bir yerlerde, anlayışlı bir yanın var olduğunu hatırlatan bir dokunuştu.
“Aranızda bir dostluk bağı olduğunun farkındayım,” dedi. “Endişelenmekte haklısın. Ama ona bu şekilde yardım edemeyiz. Güçlü kalmalısın.”
Derin bir nefes aldım. “Haklısın,” dedim kısık bir sesle. “Sadece… Chloe benim yüzümden yaralandı ve o… benim için gerçek bir dost. Bir anlığına kendimi kontrol edemedim.”
Pedro hafifçe gülümsedi. Bu da her zaman yaptığı bir şey değildi.
“Her şey yoluna girecek,” dedi sakin ama kesin bir sesle. “Hadi şimdi odana gidelim.”
Başımı iki yana salladım. “Ben gidebilirim.”
İtiraz etmeye çalışmadım bile. Beraber sınıftan çıktık ve sessizce asansörlere ilerledik. Asansör kapıları sessizce kapandığında Pedro bana döndü. “Yemekhaneye uğrayalım,” dedi, sesi her zamanki gibi sakindi. “Yiyecek bir şeyler almanı beklerim.”
Bu düşünceliliği için minnettardım. “Teşekkür ederim,” dedim kısık bir sesle.
Yemekhaneye vardığımızda, Pedro içeri girmedi. Kapının hemen dışında bekledi. Kendime akşam için birkaç şey aldıktan sonra tekrar yanına döndüm ve birlikte odama doğru yürüdük. Kapıyı açarken Pedro içeriye göz gezdirdi. Her zaman tetikteydi. Kapının eşiğinde durdu, bakışlarını bana çevirdi.
“Herhangi bir sorun olursa beni araman yeterli, Lucia.”
Yanıt vermedim. Sadece ona baktım. Onunla aramızda bir süredir bir güven bağı oluşmaya başlamıştı, ama bu bağ hâlâ mesafelerle örülüydü. Bu mesafenin ardında ne olduğunu bilmek istiyordum. Pedro, düşüncelerimi anlamış gibi başını hafifçe yana eğdi.
Birlikte gülümsedik. Ama bu an çabuk geçti, çünkü hemen ardından ciddileştim.
“Sana tamamen güvenebilir miyim?”
Cevabı düşünmeden verdi. “Bunun yanıtını ancak sen verebilirsin, Lucia.”
Durgunlaştım. O, beni cevaplarımla baş başa bırakmayı seviyordu. Bir süre sessizlik oldu. Sonunda konuşan yine o oldu.
“Öyleyse bana güvenmeyi seç,” dedi, bakışlarını benden ayırmadan. “Ayrıca sana güvenmemen için bir sebep de vermedim, değil mi? Yani hem mantıken hem de içgüdülerin açısından bana güvenmen yanlış olmaz.”
Başımı hafifçe salladım. Haklıydı.
Pedro, çalışma masama ilerledi ve görünmeyen bir noktasına küçük bir dinleme cihazı yerleştirdi. Sonra yanıma gelip elime küçük bir panik butonu bıraktı. Hoşnutsuzluğumu fark ettiğinde, sesi daha ciddi bir tona büründü.
“Bu geçici bir önlem, Lucia. Biraz sabret.”
Derin bir nefes aldım. “Peki.”
Beni dikkatle süzdü. “Yarın sabah sekiz buçukta akademi girişinde olurum,” dedi. “Teorik ders için eve geçeriz.”
Onu ve söylediklerini sorgulamamak en iyisiydi.
Beni süzdü, sonra başını salladı. “İyi geceler.”
Kapıdan çıkarken bir an durdu ve bana son bir kez baktı.
“Hayat çoğunlukla karmaşık sorularla dolu olsa da cevaplar bazen en basit hâliyle onları bulmamızı bekler. Er ya da geç cevaplara ulaşacağız. Bize ve en çok da kendine güven.”1
Söylediklerinin ne kadar doğru olduğunu düşündüm. Yanıtlamamı beklemeden gitti. Ardından kapıyı kilitledim ve hemen Chloe’yi aradım. Telefon ikinci çalışta açıldı.
“Sen bu hâlde iken pek iyi sayılmam.”
Hafifçe güldü. “Hafif bir yara aldım canım, düştüm. Bileğim burkuldu, vücudumda birkaç çürük ve çizik var ama başka bir şey yok.”
Biraz olsun rahatlamış olsam da içimdeki huzursuzluk geçmemişti. Bu belirsizlik, Chloe’nin benim yüzümden yaralanması, onun varlığının benim için taşıdığı anlam… Hepsi omuzlarıma ağır bir yük gibi çökmüştü.
Chloe’nin sesi yumuşaktı, ama kararlıydı. “Ben senin danışmanınım, Lucia. Bundan da öte, seni kardeşim gibi görüyorum. Sence böyle bir durumda hiçbir şey yapmadan bekler miydim?”
Sustum. Bunu biliyordum. Ama kimsenin, özellikle benim için değerli olan kimsenin zarar görmesini istemezdim. “Haklısın ama…”
“Sakın bir şey söyleme,” diye araya girdi. “Sen de benim için aynısını yapardın. O yüzden bu konuyu uzatmayalım ve kendini sakın suçlama, tamam mı? Birkaç güne yanında olacağım. Şimdi hiçbir şey düşünme ve bu olayı çözmemiz için bize biraz zaman ver.”
Gözlerimi kapattım, derin bir nefes aldım. “Peki, Chloe.”
“Lütfen, bir şey düşünmeden rahatça uyu. Pedro ile derslerini de aksatma.”
Gülümsedim. “Olur. Sen de beni aramayı ihmal etme.”
“Tamam canım. Şimdilik kapatıyorum. Yarın görüşürüz.”
“Görüşürüz Chloe. Tekrar geçmiş olsun.”
Telefonu kapattığımda, içimdeki baskı biraz olsun hafiflemişti. Ama hâlâ cevapsız kalan çok fazla soru vardı. Ve ben, o cevapları bulana kadar huzur bulamayacağımı biliyordum.
Bir şeyler atıştırdıktan sonra bir kitap alıp yatağa uzandım. Kitabın sayfaları parmaklarımın arasından kayarken farkına bile varmadan uykuya teslim olmuştum. Yorgunluk bedenimi ele geçirmişti. Ama gece, zihnim bana huzur vermedi.
Sabaha karşı soluksuz bir korkunun içinde gözlerimi açtım. Bir gölgeden kaçıyordum. Karanlık bir sokakta, ayak sesleri peşimde yankılanıyordu. Kalbim hızla çarpıyor, nefesim kesiliyordu. Gölge üzerime kapanmadan önce irkilerek uyandım. Göğsüm inip kalkarken elim telefona uzandı. Saat kaçtı? Ekran ışığı karanlığı yardığında iki yeni mesajla karşılaştım. Lucas.
“Odanda olduğunu biliyorum, sanırım uyuyakaldın. İyi geceler, güzelim.”
Bu belirsizlik, bu karmaşa… fazla değil miydi? Lucas’la aramızdaki şey bir fırtına gibi, ne zaman dinip ne zaman kopacağını kestiremediğim bir girdaptı. İçimdeki ağırlıkla mesajı yanıtladım.
Anında çevrimiçi oldu. Ve saniyeler sonra telefonum çaldı. Şaşkındım. Tereddütsüz açtım.
“İyi olmamana sebep olan şey ne?”
Bu soruya verecek bir cevabım var mıydı? Ya da cevabı gerçekten biliyor muydum? Yutkundum ve bir süre sessiz kaldım. Bu kez ben sorusunu görmezden geldim.
“Bu saatte uyanıksın,” dedim sonunda.
Onun gülümsediğini hissedebiliyordum. “Sen de öyle, S.”
Sessizlik aramıza düştüğünde yanıtımı beklediğinin farkındaydım.
“Sorumu yanıtlamanı bekliyorum.”
Gözlerimi kapattım. Derin bir nefes aldım. Gerçek, dudaklarımdan döküldü. “Chloe yaralandı.”
Bir anlık duraksama. Sonra sesi daha yumuşaktı. “Neden?”
Tereddüt ettim. Ona her şeyi anlatmalı mıydım? Lucas… ona güvenmek içgüdülerim kadar, mantığım ve kalbim için de doğaldı. Ama kelimeler yine boğazımda düğümlendi.
“Bana her şeyi anlatabileceğini biliyorsun, değil mi?”
“Lucia, lütfen… susman bana iyi gelmiyor.”
Aslında ben, ona çok daha fazlasını söylemek istiyordum. Ama dudaklarımdan kaçan kelimeler, zihnimden bile hızlıydı.
“Bana da yokluğun iyi gelmiyor.”
Sözlerin ağzımdan çıktığı anda yanaklarım alev aldı. Hattın diğer ucunda bir sessizlik. Ama öyle bir sessizlik ki… her şeyi anlatıyordu.
“En kısa sürede yanına geliyorum.”
Başka hiçbir şey söylemedim. O da.
Telefon kapandığında ekrana düşen tek bir mesaj kalbimi göğsüme zincirledi.
“Kalbime bir düğüm attın, S. Çözemiyorum, giderek sana daha çok dolanıyorum ve bundan pişman değilim.”2
O an anladım. Kalbimden onun kalbine uzanan yolda, o kuş misali kanatlarını çırpmıştı. Ve ben… Ben artık ondan kaçamayacaktım.
Lucas
Bana da yokluğun iyi gelmiyor.
O tek cümle... Basit ama yıkıcı. Aklımı başımdan almış, kalbime derin bir ok saplamıştı. Daha fazlasına gerek yoktu. Sözcükler, sessizce fısıldanan itiraflar gibiydi. Hiçbirinden kaçamıyordum.
Lucia. İçimdeki çözümsüz ve derin karmaşanın adıydı. Giderek vazgeçilmezim oluyordu. Ondan kaçmayı denemiştim, uzak durmayı, mantıklı olmayı… Ama artık hepsi anlamsızdı. Ondan yeterince uzak kalmıştım. Şimdi ona dönme vaktiydi.
Kapı çalındığında içeri giren Cortez oldu. Karşıma geçip oturdu, bakışlarımı yakalamaya çalıştı. Kısa sürede orada ne bulduğunu anladım. Gözleri alaycı bir ifadeyle parladı ama sesindeki samimiyet değişmedi.
Bir an duraksadım. Sonra tereddütsüz söyledim: “Lucia.”
Ona Lucia’nın kim olduğunu anlatmaya hazır değildim. Henüz değil. Cortez başını salladı, gözlerinde saklı bir merak vardı.
“Bir gün tanışmak isterim. Bu mümkün olacak mı?”
Derin bir nefes aldım. “Sanırım.”
Cortez’in yüzünde değişik bir ifade belirdi ama kısa sürede kabullendi. Beni tanıyordu. Kararlarımın ve yaptıklarımın her zaman bir nedeni olduğunu biliyordu.
O da benimle birlikte ayağa kalktı.
“Nasılsa buradaki işleri hallettik, Cortez.”
“Seni çağırmak istemezdim ama durumu sen de gördün. Geldiğin için teşekkür ederim.”
Gülümsedim. “Elbette gelecektim. İşin içinden çıkamadığında ya da bana ihtiyacın olursa ara.”
Kapıya yöneldim. Ama bir an duraksadım. Cortez’e baktığımda, çoktan ne düşündüğümü anlamıştı bile.
“Ona neden gitmen gerektiğini ben anlatırım.”
Başımı salladım. “Sonra görüşürüz, Cortez.”
Yanından ayrılıp odama ilerledim. Telefonumu çıkarıp koruma şeflerimizden birini aradım.
“Uçak ve helikopteri hazırla. Hemen.”
Lucia’ya mesaj atmadan önce zaten Marino her şeyi anlatmıştı. Her detayı biliyordum. Ama onu aramamın gerçek sebebi başka bir şeydi. Sesini duymak. Bana ihtiyacı olup olmadığını anlamam için bu yeterliydi. Ama Lucia bana daha fazlasını verdi. O tek cümle… İşte bu, geri dönmem, ona doğru koşmam için yeterliydi.
“Adaya dönüyorum. Her şey kontrol altında mı?”
“Evet efendim, hiç merak etmeyin. Yalnız bir şey var.”
Ne geldiğini tahmin edebiliyordum. Sesimdeki sabrı koruyarak sordum.
“Pedro, bu birkaç gün Bayan Lucia’nın danışmanı olacak.”
İşte bu… canımı sıkmıştı. Pedro belki akademide saygın bir isimdi ama ben onun ne kadar ileri gidebileceğini biliyordum.
“Ben akşama doğru adada olurum. Peşlerinde ol, Marino.”
Telefonu kapattım. Üzerimi değiştirdim ve aşağı indim. Cortez girişte beni bekliyordu. Arabaya binmeden önce ona döndüm ve onunla vedalaştım. Ardından araca geçtim ve yola çıktım. Yol boyunca zihnimde fırtınalar koptu. Telefonumu açıp hayalbaza kısa bir mesaj attım.
Gördü. Ama yanıt vermedi. Beklemiyordum da zaten. Bu sessizlik, içinde bulunduğum karanlığın bir yansımasıydı. Ben sadece dışarıdaki düşmanla savaşmıyordum. O düşman aynı zamanda içerideydi. Gölgelerde saklanan ve hiç yorulmayan biriydi. Dinlenmiyor, geri çekilmiyordu. Bir gölge oyunuydu bu. Ve ben, karanlıkta el yordamıyla ilerliyordum.
Ama bir gün… Bir gün, her şey geride kalacaktı.
Telefonumu tekrar elime aldım ve hayatımdaki en değerli insanlardan birine, Christian’a mesaj attım.
“Adaya dönüyorum, yakında görüşürüz. Gözün bizimkilerin üzerinde olsun.”2
“Elbette, kendine dikkat et ve en kısa sürede dön.”
Havalimanına vardığımda bizim için hazır bekleyen uçağa bindim. Yolculuk boyunca gözlerimi dinlendirmeye çalıştım ama zihnim Lucia’nın etrafında dönüp duruyordu. Hostes beni uyandırdığında uçağın inişe hazır olduğunu belirtti. Uçaktan indiğimde helikopter hazırdı. Son bir saatlik yolculuk için yerime geçtim.
Nihayet… adadaydım. Adanın üzerindeki gökyüzü çoktan kararmıştı. Geldiğimde Marino ve diğerleri beni karşılamak için hazırdı. Helikopterden iner inmez selam verdiler. Ama ben yalnızca bir şeyi merak ediyordum.
Sırt çantamı Marino’ya uzattım ve diğerlerine döndüm. “Siz görev yerlerinize dönebilirsiniz.”
Hepsi saygıyla başlarını sallayıp dağıldılar. Marino, diğerleri uzaklaşırken bana döndü. “Olağanüstü bir durum yaşanmadı.”
Başımı salladım. “Tamam. Yanına gideceğim. Sonra görüşürüz.”
Geri çekildi. Ben ise Lucia’nın odasına doğru hızla ilerledim. Kapıyı çaldım. Açtığında… Gözleri şaşkınlıkla büyüdü. Bir an, onu seyrettim. Ne diyeceğini bilemiyordu. Bu hali hoşuma gitmişti. Davet etmesini beklemeden içeri girdim ve ona sarıldım. Tereddüt etmeden. Anında teslim oldu.
Lucia’nın nefesi kesildi. Soru, odadaki havayı daha da ağırlaştırdı. Geri çekildi ve o büyüleyici orman yeşili gözleriyle bana baktı. İçindeki duygular, zihnindeki savaş, her şey apaçık ortadaydı. Bu beni mahvetti. Çok yakıcıydı.
O, her haliyle bir mucize gibiydi. Çenesini avucumun içine aldım, başparmağımı hafifçe tenine sürttüm. Onu kendime doğru çekerken sesi fısıltıya dönüştü.
Kirpikleri titredi. Gözlerinde beliren merak, onun şu anda duyduğu her kelimeyi zihnine kazıdığını gösteriyordu.
“Ateşin etrafında dönerler,” diye devam ettim. “Ateş küçüldükçe daha da yaklaşırlar. En sonunda kanatları tutuşur, yanarak ölürler.”1
Lucia gözlerini kocaman açtı. Nefesini tuttuğunu hissettim.
“Ama bu onları ateşin cazibesinden korumaz.”
Parmaklarımı çenesinden boynuna doğru kaydırdım. Onun tenine dokunmak… cehennemin en derin yerine bile düşsem vazgeçemeyeceğim bir şeydi.
“Senden uzak duramıyorum, S.” Gözlerimi gözlerine kilitledim. “Bunu başaramayacağım.”
Yutkundu. Gözleri dudaklarıma kaydı. Sözlerime inanmakla kalmamış fazlasıyla etkilenmişti. Ama zihninde hala savaş verdiğini görebiliyordum.
“Buraya… benim için mi geldin?” diye fısıldadı.
Parmak uçlarımı ensesinde gezdirdim. “Senin için…” Sözlerimi tartarak devam ettim. “Ve sen istediğin için geldim, S.”
Dudakları hafifçe aralandı. Onu öpmek için delirdim. Ama korkutamazdım. İçimi çektim, kendimi zorlayarak geri çekildim.
“Zaten başka şansım yok, S.” Onun o göz alıcı bakışlarında kaybolarak devam ettim. “Sen benim ateşimsin. Senin pervanenim. Yansam da yanından ayrılamam. Çünkü ben… seni gördüğüm anda yanarak ölmeyi kabul ettim.”
Bunu duyduğunda gözleri ışıldadı. İçindeki çelişkileri bir kenara itmek istiyordu ama hala tereddüt ediyordu. Fısıltı gibi bir sesle adımı söyledi. “Lucas…”
Titreyen parmaklarını yanağıma koydu. Dokunuşu, içimdeki fırtınayı daha da körükledi.
Gülümsedim. Parmaklarımı ensesinden kaydırıp sırtına yerleştirdim. “Başından beri yanındaydım, güzelim.” Dudaklarına biraz daha eğildim. “Üzgünüm, S,” dedim, sesi titreyen nefesini tenimde hissederek. “Ama artık benden uzak durmana izin veremem. Beni kendinden uzak tutmana da.”
Nefesi hızlandı. Gözlerini kapadı. Bekledi. Ama onu öpmedim. Onu bana gelmeye zorlamayacaktım. Beni seçmesini bekleyecektim. Gözlerini tekrar açtığında, içindeki sorular hala oradaydı.
“Yine de… seni zorlamayacağım. Bana gelmeni bekleyeceğim, S.”
Geri çekildim. Gözleri bana hala kilitliydi. Şimdi gerçeğe dönme zamanıydı.
“Şimdi bana neler olduğunu anlatmak ister misin?”
Derin bir nefes aldı, kendini toparlamaya çalıştı. Sonra yavaşça konuşmaya başladı. Tüyler… geçmişindeki o karanlık hatıra… ve not. Bana güvenmesi hoşuma gitmişti ama… Lucia durumun ciddiyetini henüz tam anlamıyordu. Çünkü bilmiyordu ve şu an öğrenemezdi. Ama ben anlıyordum. Ve nedenleri de biliyordum.1
Ayağa kalktım. Karşısına geçip gözlerinin içine baktım. “Bir tek bana güvenmeni istesem, fazla şey mi istemiş olurum, S?”
Sorgulayıcı bir ifadeyle başını kaldırdı. “Bunu şimdilik yanıtlamazsam ne olur?”
Gülümsedim. “Sana her konuda zaman tanırım. Seni her zaman sabırla beklerim.”
Hüzünlü ama içten bir gülümsemeyle karşılık verdi. Dudaklarının kenarında asılı kalan burukluk, içimde bir şeyleri kırdı.
“Bunları anlatman bile benim için önemliydi, S.” Sesim daha yumuşaktı. “Her şeyi halledeceğim.”
Gözleri hafifçe doldu. “Teşekkür ederim, Lucas.”
Başımı eğdim. “Şimdi rahatça uyu.”
Ayağa kalktı. “Gidiyor musun?” diye sordu. Bakışlarında koyu bir beklenti vardı.
Gülümsedim. Ama bu sefer gülümsememde yalnızca karanlık bir arzu vardı. “Bugün bana neler yaptığını bilsen, bu konuşmaya devam etmezdin.”
O da gülümsedi. Ama bu seferki içten ve güzeldi. Gözlerindeki ışığı gördüğümde, içimde bir şeylerin tamamlandığını hissettim.
Elimi uzattım. Yanağını okşadım. Sonra parmaklarım saçlarına kaydı. “Çok güzelsin, S.” Sesim alçaldı. “Özellikle güldüğünde.”
Yanakları kızardığında bakışlarını kaçırdı. Bu hali fazlasıyla dikkat dağıtıcıydı. Buradan bir an önce gitmeliydim.
“İyi geceler,” diye fısıldadı.
Kapıdan çıktığımda, kalbimdeki yangın bedenime yayıldı. Artık ondan uzak duramazdım. Durmayacaktım.
Çünkü Lucia benim kaderimdi. Ve kaderimden asla kaçmayacaktım.
Bazı savaşlar sessizlikle verilir, bazılarıysa ateşle. Ben ikisini de tattım. Lucia’yı içimden taşımanın sessizliğiyle yanmayı da öğrendim. Ne kadar kaçarsam kaçayım, bu yangından kurtulamayacağım.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |