OY VE YORUMLARINIZLA DESTEK OLURSANIZ SEVİNİRİM.
INSTAGRAM, TİKTOK VE YOUTUBE'DAN TAKİP ETMEK İSTERSENİZ; @MİSTYVİBE3
DAHA FAZLA KARAKTER TANITIMI VİDEOSU İÇİN INSTAGRAM VE TİKTOK;
“Her alev yakmaz, iyileştiren alevler de vardır.” — Dante Corvo
Dante
Son günlerde onu düşünmediğim tek bir an bile olmamıştı. Banyodan çıktım, havluyu belime sardım ve aynanın karşısında durdum. Ellerim lavabonun iki yanında destek ararken, göğsümden süzülen su damlaları birer birer yere düşüyordu. Tıpkı zihnimdeki dağınık düşünceler gibi...
Gözüm, sol kolumda duran jaguar dövmesine takıldı. Yıllar önce, Eduardo'yu yendiğim ilk anın ardından yaptırmıştım. Don Benito Costelli... Christian’ın büyükbabası. O zaman bana söylediği sözler hâlâ zihnimde yankılanıyordu.
“Jaguarları bilir misin, Dante? Besin zincirinin en tepesindedirler. Çünkü aç kaldıklarında, hayatta kalmak için otçul da beslenebilir ve her durumda ayakta kalırlar. Avlarına sessizce yaklaşırlar; öyle sessiz ki onlara 'İpek El' denir. Bir jaguarın avı, asla kaçamaz. Çünkü onun geldiğini göremez, hissedemez. Mayalar, jaguara 'zamanın ruhu' der. Bir gözü geçmişte, bir gözü şimdide... Sen de içinde bir jaguarın ruhunu taşıyorsun. Bazen o ruh bakışlarında parlayıp kayboluyor. Gerçek bir avcı, gerçek bir yırtıcısın. Bu gücünü iyi kullan.”
O gün, bu dövme yalnızca bir işaret değil, aynı zamanda ailemizin simgesi olmuştu. Siyah jaguar...
Zihnim geçmişin ağırlığından sıyrılırken, dövmeye bir kez daha baktım. Christian'la birlikte ilk dövmelerimizi o dönemde yaptırmıştık. Birkaç gün önce ise ikincisini... Sol göğsümde tek bir harf: S.
İçeri geçtim, hazırlandım. Siyah takım elbisemi giyip, parfümümü sıktığım anda kapı aralandı. Marino, elinde bir kutuyla içeri girdi.
“Evet efendim,” dedi saygıyla. “Ayrıca içinde Lucia, annesi, Chloe ve Carlo'nun fotoğraflarının olduğu dijital bir fotoğraf çerçevesi de bulduk. Getirmelerini emrettim. Yalnız kolye… kayıp.”
“Herkes sizi kahvaltıda bekliyor, efendim. Bu arada, ne zaman yola çıkacağız?”
“Bir saat içinde. Herkes hazır olsun.”
Marino odadan çıkarken, aynaya son bir kez daha baktım. Ardından yemek salonuna indim. Cortez ve Mia beni görünce yüzleri aydınlandı. Onlara günaydın dedikten sonra masanın başına geçtim ve hafif bir şeyler atıştırmaya başladım.
“Abi, ben de gelebilir miyim?” diye sordu Mia, gözleri umut dolu.
Bir an duraksadım. Emin olamamıştım.
“Lütfen... Onu görmek istiyorum,” dedi ısrarla.
“Peki, prenses,” dedim sonunda.
“Ben kahvaltımı bitirdim. Hemen hazırlanırım!”
Mia dışarı çıkarken Cortez bana döndü. Yüzündeki endişeyi gizleyemiyordu.
“Abi, sadece biz gitsek olmaz mı? Hem Eduardo da sana…”
Sözünü bitiremedi, ama ben onu yanıtladım.
“Onu görmezsem dayanamayacağım,” dedim.
Cortez her şeyin farkındaydı. Sevgiyi tanısa da bizimki gibi bir aşkla henüz tanışmamıştı.
“Onu riske atmayacağız, değil mi?”
“Elbette. Onu asla, hiçbir koşulda riske atmam. Lucia è la mia dea della luna... Luce della mia notte... Lucia benim ay tanrıçam... Gecemin ışığı...”
Gözlerime derin bir anlayışla baktı. Ardından sessizce kahvaltısına geri döndü. Mia geldiğinde kahvemi henüz bitirmiştim. Siyah, sade bir elbise giymişti; zarif ve hüzünlü görünüyordu. Ayağa kalktım ve ona doğru yürüdüm. Kolumu uzattığımda, tereddüt etmeden tuttu. Birlikte ağır adımlarla dışarı çıktık.
Bizi bekleyen araçlara yöneldik. Mezarlığa vardığımızda araçlardan indik. Adamlarımın bir kısmı çevreye dağıldı. Amatolar ile Morenolar güvenliği sağlamışlardı, ama bugün buraya Costelliler ile biz de gelmiştik. Bu yüzden güvenlik hepimizin sorumluluğundaydı. Özellikle Don Benito, hiçbir şeyi riske atmazdı. Adamları, çevrede adeta kuş uçurtmuyordu.
Carlo ve Adrian, babaları Antonio Amato ile birlikte bizi karşıladılar. Taziyelerimizi sunduk. Ayaküstü birkaç kelime edildiği sırada, Costelliler de yanımıza yaklaştı. Mia, Christian’ın kardeşleri Santo ve Mirabelle’in yanına yönelirken gözlerim, onu aradı. Ay tanrıçamı.
İşte o an, onu gördüm. Amy ve korumalarıyla birlikte ayakta duruyordu. Karanlık bir geceye doğan ay gibi... Vücudunu saran siyah elbisesi ve yüzündeki derin hüzne rağmen, eşsiz güzelliğiyle oradaydı.
Tüm sesler bir anda sustu. Çevremdeki dünya silikleşti. Gözlerim sadece ona odaklandı. Birinin koluma hafifçe vurmasıyla irkildim. Başımı çevirdiğimde Christian’ın bakışlarıyla karşılaştım. Bakışlarıyla uyarıyordu beni. O an Carlo ve Adrian’ın da bana baktıklarını fark ettim. İkisinin de gözleri öfkeyle parlıyordu, nefret dalgaları çevremizi sarmıştı. Haklı olabilirlerdi ama beni engelleyemeyeceklerdi. Kimse Lucia ile arama giremezdi.
“Biz de yerimize geçelim,” dedi Christian, sessizce.
Üçümüz yan yana yürürken Cortez, alçak bir sesle konuştu.
“Gerçekten çok güzel. Ona neden ay tanrıçası dediğini şimdi anlıyorum, abi.”
Christian suskundu. Lucia hakkında neredeyse her şeyi bilen ikinci kişiydi. Ama o an, ne Christian'ın sessizliği ne de Cortez’in hayranlığı umurumdaydı. Benim için tek gerçek, önümde duran tanrıçamdı.
Attığım her adımda kalbim biraz daha ağırlaşıyordu. O kadar zayıflamıştı ki… Yüzündeki solgunluk, gözlerinin altındaki mor halkalar uykusuz gecelerin acımasız izleriydi. Fakat beni en çok yaralayan, o büyüleyici yeşil gözlerdi. Artık bomboş bakıyordu. Donuktu.
İçimdeki öfke kabardı. Eduardo, başarmıştı. Bu psikolojik savaşın ilk adımında Lucia'yı mahvetmişti.
Sonra... bakışları benimkileri buldu. O an dünya yeniden sustu. Sadece biz vardık. Sadece acı. Lucia’nın önünde durduğumda zaman bir anlığına dondu. Dudaklarım aralandı ama kelimeler dökülmedi. Ne diyebilirdim ki? Hangi kelime bu acıyı dindirebilirdi?
“Lucia, ben...” diye fısıldadım.
Başını yavaşça iki yana salladı. Geri adım atarak benden uzaklaşmaya çalıştı. İçgüdüsel bir hareketle kolunu tuttum.
“Üzgünüm, S,” dedim kısık bir sesle.
Kelimeler hep yetersizdi. Yüreğimde biriktirdiğim her şey, ona ulaşamadan boğazımda düğümleniyordu.
Lucia, kolunu sert bir hareketle elimden kurtardı. Gözleri gözlerime saplandı.
“Bitti, Dante,” dedi. Sesi kırılgan ama kararlıydı.
Bu aşk, bu hüzün ve yaralar... hepimiz için fazlaydı. Çıldırmak üzereydim. Onu bu kadar yakınımda görmek, ama her şeyden vazgeçmiş olduğunu bilmek... daha da kötüsü ona yardım edememek... Bu çaresizlik beni paramparça ediyordu.
Onu kaybedemezdim. Hayır, böyle bir şekilde, sessizce ellerimden kayıp gitmesine göz yumamazdım. Etrafımızdaki kimseyi umursamadım. Belinden kavrayıp onu kendime çektiğimde, gözlerini kapadı. Vücudu, ilk kez ellerimde titremedi. Bir oyuncak bebek gibi, donuk ve soğuktu. Bu hali daha da katlanılmazdı. Çenesini tuttum, başını nazikçe kaldırdım.
“Bana bak, S,” diye fısıldadım.
Ama inatla gözlerini kapalı tutmayı sürdürdü. Yüzüne daha da yaklaştım, nefesim tenine değecek kadar. “Bana yeterince kızmıyorsun... nefret etmiyorsun...” dediğim an gözleri aniden açıldı. Bana, içinde fırtınalar saklayan o yeşil gözlerle baktı. Ama bu bakışta aşkın sıcaklığı yoktu. Sadece bir sonraki cümleme duyduğu keskin merak vardı.
“Oysa ben, tüm nefretini ve öfkeni hak ediyorum,” dedim.
Gözlerinde bir anlık kıvılcım parladı.
“Belki kendimi iyi saklıyorumdur,” dedi. “Belki senden ölesiye nefret ediyorumdur.”
Beni göğsümden iterek bir adım geri çekildi. Bakışları öfkeyle kararmıştı.
“Belki de seni görmek bile,” dedi sesi titreyerek, “içimdeki öfkeyi, acıyı... özellikle nefreti artırıyordur, Dante Corvo.”
Aile ismimi öğrenmişti. Bu önemli değildi. Ama öfkesi... onun kalbindeki bu yara... bu çok daha büyük bir sorundu.
“Artık seni görmek istemiyorum,” dedi keskin bir kararlılıkla. “Bir daha karşıma çıkma.”
Öne adım attım. Çenesini bir kez daha elimle kavradım. O sırada Carlo ve Adrian yanımıza gelmişti. Costelliler de yakındaydı. Sesim, neredeyse bir yemini fısıldar gibiydi:
“Sadece beni görmen için dünyadaki tüm ışıkları söndürür, tüm renkleri soldururum, S. İnan bana, bunu yaparım.”
Lucia'nın bakışları aniden bir boşluğa kaydı. Ne olduğunu o an kavrayamadım.
“Zaten bunu yapmadın mı, Dante?”
Gözleri Chloe’nin tabutuna yöneldiğinde içime keskin bir hançer saplandı. Onu nazikçe serbest bıraktım. Adrian hemen yanına gidip onu ön sıradaki sandalyelerden birine yönlendirdi. Ardından baktım, çaresizce.
Carlo, bana ters bir bakış attı. Sonra Amy’ye kolunu uzattı ve Antonio ile birlikte Lucia’nın yanına ilerlediler. O an Don Benito ile göz göze geldim. Yüzündeki çizgiler yorgundu ama bakışları netti.
“Ona biraz zaman ver, Dante,” dedi alçak bir sesle.
Yanıtlamadım. Zaten verecek zamanım kalmamış gibiydi.
“Tören başlayacak. Yerimize geçelim.”
Herkes, Don Benito Costelli’yi takip ederek yerlerine geçti. Ben ise, Lucia'nın tam arkasındaki sıraya oturdum. Beni hissetmişti. İrkildiğini, omuzlarının kasılmasından anlayabiliyordum. Ama ondan uzak duramıyordum. Duramayacaktım da. Hafif rüzgar, kokusunu bana taşıdığında gözlerimi kapattım. Kokusu burnuma doldu.
İçimde bir cehennem doğdu. Öyle bir cehennem ki, beni her zaman takip edecek ve yavaşça yok edecekti. Artık o cehennemin tek bir adı vardı: Lucia. Ben, her zaman onunla sınanacaktım.
Lucia
Onu karşımda görmek... İçimde dikiş tutmayan her yaranın yeniden açılmasına ve kanamasına neden oldu. Açıklamasını dinlemek istemiyordum. Çünkü göz ardı edemeyeceğim bir gerçek vardı: Beni bırakmıştı. Terk etmişti ve sonrasında yaşananlar... Artık mümkün değildi. Asla yanımda olmayan bir adam için üzülmemeliydim.
Öyleyse... neden kalbim hâlâ bu kadar acıyordu? Bir hançer, kalbimin tam ortasında dönüyor gibiydi. Her keskin dönüşünde acı biraz daha derinleşiyordu. Acıyı durdurmanın tek bir yolu vardı: hissetmeyi bırakmak. Eğer biraz daha hissedersem, paramparça olacaktım. İçimden bir ses, duyguların bir açma-kapama düğmesi olması gerektiğini fısıldadı. Varsa... onu bulmalıydım.
Adrian yanımda oturduğunda elimi tuttu. Sesi her zamanki gibi sakindi, ama tonunda taşıdığı endişeyi gizleyememişti.
“Giderek daha katı birine dönüşüyorsun, Lucia,” dedi. “Duyguların uçlarda yaşanması ne kadar tehlikeliyse... duygularını görmezden gelmek ondan daha risklidir. Son zamanlarda bu iki uç arasında gidip geliyorsun.”
Bakışlarımız buluştu. Adrian... Bana her zaman gerçeği gösteren, acıtsa bile ayna tutan bir dosttu. Haklıydı ama...
“Daha fazla hissedersem,” dedim fısıltıyla, “yok olmaktan korkuyorum.”
Carlo, Amy ve Antonio yanımıza daha fazla geldiğinde konuşmadık. Henüz yerlerine oturmuşlardı ki, Pedro ile babası Allesandro Moreno’nun yaklaştıklarını fark ettim. Carlo kısa bir süre önce bana, burada olan ailelerin geçmişine dair bilmem gereken her şeyi anlatmıştı. Bu yüzden şaşırmadım.
Tek şaşkınlığım... Pedro’nun benimle hiç iletişime geçmemiş olmasıydı. Gerçi, Carlo ile sık sık görüştüklerini biliyordum. Yine de bu uzaklık bana garip gelmişti.
Onlar bize doğru ilerlerken, arkalarında Allesandro ile aynı yaşlarda bir adam ile yanında genç bir kız olduğunu fark ettim. Adam muhtemelen Diego’ydu — Allesandro Moreno’nun sağ kolu ve onun kızı... Lydie.
Önümüzde durduklarında, Carlo ve ailesi ayağa kalktı. Bu yüzden Amy ile ben de yerimizden kalktık. Selamlaşmalar sırasında gözüm istemsizce Pedro’ya kaydı. Bakışları keskin ama bir o kadar da ilgiliydi. Lydie kulağına bir şeyler söylediğinde, bir süreliğine bakışlarını benden ayırmak zorunda kaldı. Onları incelerken, Allesandro Moreno dikkatini bana çevirdi.
“Sen de Lucia olmalısın,” dedi.
Carlo, elimi tuttu ve beni nazikçe yanına çekti. Allesandro Moreno ise elini uzattı. Kısa bir tereddütten sonra elini sıktım.
“Kötü bir şekilde tanıştığımız için üzgünüm,” dedi. “Hepinizin acılarını paylaşıyorum.”
Elimi bıraktı ve Antonio'ya döndü.
“Yapabileceğim bir şey olursa, lütfen bana haber verin.”
“Elbette, Allesandro,” dedi Antonio.
Onlar uzaklaşırken, Pedro yerinden kıpırdamadı. Bana doğru bir adım attı. Çevremizdeki kimse, onu durdurmaya kalkmadı.
“Seninle konuşmayı çok istedim,” dedi kısık bir sesle, “ama yapamadım.”
Sözlerindeki içtenlik yüzünden başımı kaldırmak zorunda kaldım.
“Senin hayatında da birçok şey değişmiş,” dedim.
Bana hüzünlü bir bakış attı. Kalbimde hafif bir sızı hissettim.
“Sorun bu değil, kanarya,” dedi fısıldayarak. “Hüznünü görmek dayanılmazdı. Ama izin verirsen... bundan sonra yanında olmak istiyorum.”
Başımı önüme eğdim. Kalbimde beliren sarsıntıyı bastırmaya çalışıyordum. O anda Carlo araya girdi.
“Törene başlamamız gerekiyor.”
“Affedersin, Carlo,” dedi Pedro geri çekilerek.
Hepimiz yavaşça yerlerimize dönerken tören başladı. İçimde bir boşluk büyüyordu. Ben, o boşluğun içinde sessizce kayboluyordum. Vedalar her zaman ağır olurdu. Ama bu... Bu yaşadığım, şimdiye dek tattığım en ağır acıydı. Sesler bulanıklaştı, dünya silikleşti. Sadece Carlo’nun sesi kaldı geriye. Konuşurken gözlerimiz birbirine kenetlendi. Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken, içimde kırılan binlerce parçanın yankısını duyuyordum.
Tören biterken her şey sustu. Rüzgar bile. İnsanlar yavaşça uzaklaştı. Ben mezarın başında kala kaldım, zamanın bile nefesini tuttuğu o anlarda. Sonra… Dante’nin varlığını, bir işarete ihtiyaç duymadan hissettim. Tüm direncimi kaybetmişken, sadece akışa bırakabildim kendimi. Yanıma geldi. Elimi tuttu. Sıcak, sarsılmaz bir dokunuş. Aramızda ağır bir sessizlik örüldü.
“Bir gün gelecek, benimle konuşmak zorunda kalacaksın, S,” dedi, sesi buz gibi bir kararlılıkla.
Yavaşça döndüm ona. Bakışlarımda donmuş bir öfke vardı.
“O zaman senden uzak dururum, Dante,” dedim. Sesim bile kırılıyordu.
Gözlerinde karanlık bir gülümseme belirdi. “Her yerde karşına çıkarım, S.”
“Ben de senden...” dedim kısık bir sesle.
Yine yapıyordu. Yine kelimelerimi elimden alıyordu. Çünkü o, beni benden daha iyi tanıyordu. Savaşamazdım. Ne kadar denesem de.
“Senin ne yapacağını anlamak için ipuçlarına ihtiyacım yok Lucia. Senin varlığın, benim için bir kitap gibi. Her satırını ezbere biliyorum.”
İçime acı bir hüzün, yüreğime derin bir burukluk doldu.
“Evet... Birbirimizi çözmek için sözcüklere bile ihtiyaç duymadık, Dante. Ama bu kez... Bu kez beni bırakmak zorundasın.”
Henüz tanışmamış olsam da, kardeşi Cortez'i ve dostu Christian Costelli'yi yaklaşırken gördüm. Arkalarında Costelli ailesi... sessizce bekliyorlardı. Bizi ya da kaçınılmaz sonu bekliyorlardı.
“Beni bu cehennemden kurtaramazsın,” dedim. “Bu kez her yer alev içinde... ve ben ilk kez sıcaklığı hissetmiyorum. Kalbim yanıyor, ama bedenim buz gibi. Duman ruhumu sarıyor. Ağzıma is doluyor.”
Bir adım attı bana. Gözlerindeki öfke ve kararlılık bir fırtına gibi esiyordu.
“Her zamanki gibi yanılıyorsun, S. Ben buradayım ve bu hayatta en iyi yaptığım şey ne biliyor musun? İmkansızı mümkün kılmak. Pes etmemek. Kaçmamak.”1
Elini çeneme koydu, başımı kaldırdı. Yüzüme eğildi. Dünyadaki tüm acıyı, tüm savaşı, tüm inadını bakışlarına yükleyerek fısıldadı:
“Sana zaman veririm... ama seni asla yalnız bırakmam. Çünkü ben sensiz yaşayamam. Yaşamam. Denemem bile.”
Ben... Onsuz yaşamayı biliyor muydum sanki? Yoksa gerçeklerden kaçabileceğimi mi sanmıştım?
Bakışlarında bir şey değişmişti. Gözleri, dudaklarımda bir anlığına oyalandı. Yüzünde bastırdığı, ezici bir savaşın izleri belirdi. Sonra geri çekildi. Bir adım. Ardından adamlardan birine işaret etti. Siyah takım elbiseli adam sessizce yaklaştı, elinde bir kutu vardı. Kutuyu Dante aldı. Adam da hemen uzaklaştı.
Dante, kutuyu usulca açtı. İçindekileri gördüğüm anda kalbim bir anlığına durdu. Krizantem bileklik... ve Chloe’yle Carlo’nun benim için aldıkları dijital fotoğraf çerçevesi. İçinde annemin ve bizim fotoğraflarımız vardı. Anılarım... nefesim... geçmişim.
“Bunlar sana ait,” dedi Dante, sesi neredeyse fısıltıydı.
O an her şey netleşti. Dante beni seviyordu. Her zaman sevmişti. Her zaman da sevecekti.
O bilekliği verdiği günü hatırladım. O sözleri...
“Seni seviyorum, S. Her zaman seveceğim. Bu bilekliği daima kolunda görmek istiyorum. Sana olan aşkımı nasıl kalbinde taşıyorsan, bunu da öyle taşı. Olur mu?”
“Kolyeni bulamadım...” dedi, pişmanlıkla. “Üzgünüm.”
Titreyen ellerimle kutuyu aldım. Teşekkür etmek istedim. Ama kelimeler, boğazıma düğümlendi. Zaten biliyordu. Anlıyordu. Bir anlık cesaretle, parmak uçlarımda yükseldim. Beklemiyordu. Bu kez ne yapacağımı çözmemişti. Dudaklarına hafif bir öpücük kondurdum. Sarsıldı. Gözlerinde şaşkınlıkla karışık bir acı belirdi.
“Ölüme dokunan her aşk hikâyesi trajediyle son bulur, Dante Corvo,” dedim fısıltıyla. “Romeo ve Juliet gibi. Daha fazla yıkıma sebep olmayalım. Daha fazla trajediye sebep olmayalım.”
Arkamı dönmek üzereydim ki, elimi yakaladı. Sımsıkı.
“Sana daha önce de söyledim, S.” Sesi titriyordu, ama kararlıydı. “Sen benim tatlı işkencemsin. Bana vereceğin her acıya razıyım. Ama senden vazgeçmeye asla. Sana zaman vereceğim. Kullan onu. Çünkü bir gün...”
Sesi boğuldu. Gözlerinde bir yangın vardı.
“Bir gün kollarımda olacaksın. O zaman... seni bir daha asla bırakmayacağım.”
Parmaklarım kaydı avucundan. Beni bıraktı. Arkasını döndü ve gitti. Gözlerim, adımlarını takip etti. Costelliler'in yanına ulaştı. Sonra... sarışın bir genç kızın elini tuttu. On yedi, belki on sekiz yaşındaydı. Kız önce Dante’ye, sonra bana baktı. Utangaçtı. Masumdu. Mia... Dante’nin kız kardeşi olmalıydı.
Onların bakışmasını izlerken, yanımda birinin varlığını hissettim. Başımı çevirdiğimde Adrian’ı gördüm. Bakışları, Mia’nın üzerindeydi. O an... Hatırladım.
“Aşık olduğun kız...” dedim fısıltıyla.
Başını hafifçe salladı. “Evet, o,” dedi. Sesi bir yara gibi. Bir umut gibi.
“Umarım her şey yoluna girer, Adrian.”
Göz göze geldik. O da bana aynı dileği fısıldadı. “Umarım sizin için de.”
Bir şey söyleyecektim, ama o beni susturdu.
“Ona deli gibi aşıksın, Lucia. Bakışlar yalan söylemez.”
İçim yandı. Kelimeler demir gibi ağırlaştı.
“Ama hayatta bazı şeyler imkansızdır, Adrian.”
“Ben Dante Corvo’yu tanıyorum. Seni de.”
Mezara bir kez daha döndüm. Elimi Chloe’nin adının yazıldığı taşta gezdirdim.
“Seni çok özleyeceğim, Chloe.”
“Ben de...” dedi Carlo, arkadan. Dönmedim. Son bir kez dua ettim içimden. Belki bir yerlerde Chloe işitirdi. Belki bir yerlerde beni duyardı...
Sonra Carlo kolumdan tuttu. Yavaşça park alanına doğru yürüdük.
Yaralar ne zaman iyileşir, bilmiyorum. Tek bildiğim, sonraki altı ay boyunca kendimi o küçücük odaya hapsettim. Tam altı ay…
Kimseyle konuşmadım. Kimseyle bağ kurmadım. Hatta Carlo'nun bulduğu psikiyatrist bile beni konuşturmayı başaramadı. Çünkü bazı acılar anlatılamazdı. Sadece sessizlikte yankılanırdı.
Bazı günler iyi geçse de bazı günler en dipte süründüm.
O sabah gözlerimi açtığımda, güneş ışıkları odama altın iplikler gibi süzülüyordu. Bugün bir şey değişmişti. Bir şeyler belki de ben… Bir süre o büyülü manzarayı izledim; sonra hazırlanıp balkona çıktım. Koruluğun yemyeşil sessizliğine bakan balkonda durup, ciğerlerimi taze sabah havasıyla doldurdum. Uzun zamandır hissetmediğim bir huzur, içimde ürkek bir kıpırtı gibi kendini gösterdi.
Odamın kapısı usulca aralandı. Başımı çevirdiğimde Amy'nin nazik adımlarla içeri girdiğini gördüm.
“Günaydın, canım. Nasılsın?” diye sordu, sesi bir meltem gibi hafifti.
“Günaydın, Amy. Bugün... biraz daha iyiyim,” dedim. Ona hafifçe gülümsedim. “Sen?”
Amy dikkatle yüzüme baktı, sonra sıcak bir tebessümle karşılık verdi. “Seni böyle görmek beni mutlu ediyor,” dedi içtenlikle.
Manzaraya döndük ve bir süre kelimelere ihtiyaç duymadan o anın tadını çıkardık. Sonra Amy’nin sesi aramıza usulca karıştı:
Hazırlandım ve birlikte salona indik. Herkes oradaydı. Adrian ve Carlo beni görünce yüzleri aydınlandı, sanki kayıp bir şeyi bulmuş gibi. Herkese günaydın dedikten sonra Amy ile yerlerimize geçtik. Kahveler servis edilirken babası, Carlo'ya döndü:
“Doğum günün yaklaşıyor. Evde bir davet verelim. Hem geri dönüşünüzü de kutlamış oluruz.”
Carlo tereddütle bakışlarını kaçırdı. Göz göze geldiğimizde sessiz bir endişe arasında köprü kurduk.
“Bu durumda... uygun olmayabilir,” dedi alçak bir sesle.
Antonio, ciddiyetle devam etti: “Davetler, aileleri bir araya getirir. Hem bu etkinlikler iş dünyası için de önemlidir. Düşün.”
Carlo ve Adrian, ailelerinin mirasını devralmışlardı. Bağlı oldukları yapının karmaşık ağları, onların omuzlarına ağır bir sorumluluk yüklüyordu. Davetler de sadece sosyal etkinlikler değildi; güç ve sadakat gösterisiydi.
“Ben çalışma odasında olacağım,” dedi Antonio.
Carlo babasına baktı: “Bugün Lucia ve Amy’yi dışarı çıkaracağım.”
Carlo başını hafifçe salladı. Antonio, giderken bize kısa bir selam verdi ve sessizce odadan çıktı. Ben ise portakal suyumu yudumladım, Carlo’nun üzerimde asılı kalan endişeli bakışlarını iliklerime kadar hissettim. Dayanamayıp sessizliği bozdum.
“Acılar için bir zaman dilimi yok, Carlo,” dedim yumuşak bir sesle. “Bunun bir doğum günü kutlaması olmayacağını biliyorum. Lütfen... yapman gerekeni yap.”
Carlo başını eğdi. “Düşüneceğim, Lucia. Bu arada bugün dışarı çıkalım mı?”
Kırık bir gülümsemeyle yanıt verdim. “Nereye?”
“Güzel bir öğle yemeği... belki biraz alışveriş, sinema?”
“Öğle yemeği olabilir,” dedim nazikçe.
Amy araya girdi, sesi umut doluydu: “Bir de kuaföre gitsek harika olurdu.”
Amy’ye döndüm. Gözlerinde hem benim hem de kendi adına küçük bir sevinç kıvılcımı gördüm. Aylardır yanımda durmuş, benim gölgemde beklemişti. Ona bunu borçluydum.
Adrian hızlıca uzaklaştı, programı ayarlamak için birilerine telefon ediyordu. Carlo kahve fincanını eline aldı, yüzüme bakarken sesi derin bir endişe taşıyordu:
“Dante’yi artık kontrol edemiyorum.”
Sözleri havada asılı kaldı. “Anlamadım?”
Uzun bir süre durdu. Sonra gözlerini kaçırmadan devam etti: “Onu senden uzak tutmak için elimden geleni yaptım. Ama artık... ne Christian ne de ben onu durduramıyoruz.”
Portakal suyumu usulca yudumlarken içimdeki karanlık kıpırdandı. Ama cevap vermedim. Sessizce izin isteyip yanlarından ayrıldım. Odamın kapısını kapattıktan birkaç dakika sonra Amy yanımdaydı. Sessizce yanıma oturdu. Gözlerinde merhamet vardı, ama aynı zamanda cesurca bir merak.1
“Onunla arandaki gerçek sorun ne, Lucia?”1
Sözleri, içerimde uzun zamandır kapalı duran kapıları zorladı. Bir sessizlik anı boyunca kelimeler boğazımda şekillendi. Sonunda, çatlak bir sesle konuştum:
“Beni bıraktı... o akşam. Sonra da...”
Amy’nin gözleri yumuşadı. “Onu suçlamıyorsun, değil mi?”
Başımı kaldırdım. Onun sıcak bakışlarına sığındım.
“Bilmiyorum. Belki de suçluyorum, Amy.”
Derin bir nefes aldım. Sözcükler şimdi daha da ağırdı.
“Eğer o gece gitmeseydi, yanımda kalsaydı... dışarı çıkmazdım. Chloe beni takip etmezdi. Ben...”
Amy hafifçe elimi tuttu. “Lucia, bunu kendine yapma. 'Keşke'ler kalbin yüküdür. O gece Dante yanında olsaydı bile, her şey yine de yaşanabilirdi.”1
Odada yalnızca kalplerimizin ağır vuruşları ve söylenmemiş acıların sessiz yankısı kalmıştı.
“Sonraki zaman diliminde de yoktu. Buraya döndüğümüzde. O zaman neredeydi?”
Amy'nin sessizliği, cevapsız kalan sorular gibi havada asılı kaldı. “Bunu yanıtlayabilecek tek kişi Dante,” dedi sonunda.
İçimi çektim. “Mesele sadece bunlar da değil Amy, Benden sürekli uzaklaşması... Bana, kendi karanlık gerçeklerini hiç anlatmaması...” Amy’ye döndüm; sözlerimi yutkunarak, acıyla söyledim: “Sen olsan, güven sorunları yaşamaz mıydın Amy?”
Gözlerinde bir kırılma oldu, bakışları uzak bir boşluğa kaydı. “Sanırım yaşardım,” dedi, sesi titrek bir kabullenişle. “Ama senin yaptığın gibi hareket etmezdim, Lucia.”
“Peki sen ne yapardın?” diye sordum, sesimde çaresiz bir meydan okuma.
“Kaçmazdım.” Sesi, umutsuzlukla karışık bir kesinlik taşıyordu. “Hayattan saklanmazdım. Üzgünüm ama bunu bir dostun olarak söylemeliyim... Sen bizden bile saklanıyorsun, Lucia. İyileşmek istemiyorsun.”2
Sözleri içimde bir kıvılcım gibi patladı. Sinirle ayağa fırladım. “Sen nereden bileceksin ki Amy?” diye bağırdım. “Hayatımı, kayıpların üzerimde bıraktığı ağırlığı, o adada yaşadıklarımı…”1
Bakışlarında öfke yoktu. Sadece saf, dokunaklı bir merhamet vardı. O merhametin içinde de derin bir hüzün.
“Biliyorum,” dedi sessizce. “Seni düşündüğünden çok daha iyi anlıyorum.”
Şaşkınlıkla ona baktım. Bakışlarımı yere kaçırmadım. O ise başını eğdi, sesi bir fısıltı gibi alçaldı.
“Annemle babamı... çocuk yaşta bir trafik kazasında kaybettim,” dedi. “Ben de senin gibi yetim büyüdüm, Lucia. Kimsesizliğin ne demek olduğunu, geceleri bastıran o dayanılmaz yalnızlığı... çok iyi bilirim.”1
Sözleri beklenmedik bir şekilde yüreğimi kavradı. Yanına çömeldim, ona yaklaşırken kelimelerini bölmemek için sessiz kaldım.
“Kaçmadım,” dedi nazik bir kararlılıkla. “Elimden gelen her şeyi yaptım. Hayalim... hemşire olmaktı. İnsanların hayatına dokunmak, onları iyileştirmek... Umudu yeniden aşılamak.”1
Gözlerinde bir parıltı vardı, o an geçmiş ile bugün arasında bir köprü kuruldu.
“Başardım,” diye devam etti. “Hastanede çalışmaya başladığımda... hayatım ilk defa düzene girmiş gibiydi. Dostlarım vardı, sosyal bir hayatım vardı. Sonra… aşık oldum.”
Gözleri benimkilerle buluştu. O anda, içinde saklı tuttuğu büyük acıyı ilk kez bu kadar çıplak gördüm. Bir yara gibi, hiç kabuk bağlamamış bir geçmiş gibi.
“Hayatın yalnızca acımasız değil, ironik de olduğunu o zaman öğrendim, Lucia. Nişanlandık. Bir yıl sonra ilk tatilimize çıktık. Bir araba kiralamıştık... Arabalara onun sayesinde yeniden binmeye başlamıştım. Çocukluğumdan beri, yani o kazadan sonra, korkudan binememiştim. Ama onunla... her şey farklıydı.”
Sustu. Derin bir nefes aldı. Sonra kelimeler paramparça birer anı gibi döküldü dudaklarından. “Her şey güzeldi. Her şey... ta ki, alkollü bir sürücünün hayatımıza çarpıp her şeyi yerle bir ettiği o ana kadar.”
Boğazından kaçan bir hıçkırık, sözlerinden daha çok şey anlattı. Gözlerim doldu. Tereddütsüz elini tuttum, konuşamasam da varlığımı hissettirdim.
“Onu kaybettim,” dedi. “O günden sonra hiçbir şey... hiçbir şey eskisi gibi olmadı.”
“Çok üzgünüm, Amy...” diye fısıldadım. Sesim, onun kırık hikayesinin ağırlığında neredeyse kayboldu.
“İyileşmek... her zaman zordur. Bazen, mümkün değilmiş gibi görünür. O an, ben de karanlıkta kaybolmuştum Lucia. Öyle ki, tutunacak tek bir dalım bile yoktu. Ailem... ailem olmasını istediğim adam artık yoktu.”
Sesi hala titriyordu, devam etmeden önce derin bir nefes aldı.
“Seni iyileştiren doktorumuz, kaza sonrası beni bulduğunda,” diye fısıldadı, “yaşamdan bile vazgeçmiş bir haldeydim. O, elimden tuttu, dostluğunu ve tüm iyi niyetini sundu bana. Uzun zaman aldı ama, yavaş yavaş yaşama tutunmaya başladım. İşime döndüm. Arkadaşlarım hep yanımda oldu, herkes bana destek verdi. İki yıl sonra, sizlerle tanıştım.”
Bana baktı, gözlerinde eski yaraların kırılgan izleri vardı.
“Seni ve içindeki hüznü o zaman da gördüm Lucia. Yaraların iyileşmemişti... Sadece üzerini ince bir örtüyle kapatmıştın. Chloe ile uzun uzun konuştuk. Benim gördüklerimi o da fark etmişti. Acılar asla birbiriyle mukayese edilmez... ama bazen benzer acılar, iki insanı birbirine tanıtır. Ben de seni acılarından tanıdım. O zaman… Chloe, hep yanında olmam için bana söz verdirdiğinde... yaşanan trajediden sonra hayatta kalmamın sebeplerinden birinin bu olduğunu anladım. Bir zamanlar, birileri bana ışık olmuştu. Benim de bir başkasına ışık tutma vaktim gelmişti.”1
Duraksadı, bakışlarıma dolan karanlıkla yüzleşti.
“Karanlıktasın, acı çekiyorsun, nefes almak bile seni zorluyor. Ama sana ışık olmak için buradayım, hepimiz buradayız. Sen de biraz çabala, ne olur. Yaraların hepimizin gözleri önünde, ama inan bana, Carlo’nun da yaraları var. O da buna rağmen çabalıyor. Chloe’yi asla unutmayacaksın... ama onun hatırasını kalbinde taşırken, kendinden vazgeçme. Kendi hayatından vazgeçme. İnan bana, o da bunu istemezdi.”
Gözlerimden süzülen yaşları, nazik bir dokunuşla sildi.
“En önemlisi de sevgiden asla vazgeçme. Kimseyi hayatından bu kadar kolay çıkarma, bebeğim.”
Oturduk, sessizce. Gözlerimdeki yaşlar kuruyana dek...
“İyileşmek, sandığımdan da zormuş, Amy,” dedim kısık bir sesle.
Bazı yaralar vardı ki, zamanla değil, sevgiyle iyileşirdi. Bazı yaralar ise… düzelmezdi.
“Bazı durumlarda,” dedi Amy yumuşak bir tonla, “iyileşmeyi beklemek hata olur Lucia. Biz buna, yola devam edebilmek için gerekli gücü bulmak diyoruz. Ya da hayatın dengesini kabul edip, bu şekilde yaşamayı öğrenmek.”
“Ya dengen bir kişinin varlığına bağlıysa?” diye sordum, boğazımda düğümlenen kelimelerle.
Dudaklarını büzdü, gözleri hüzünle doldu. “Onu bu kadar çok mu seviyorsun?”
“Evet,” dedim, neredeyse bir fısıltı gibi. “Ama onu sevmeyi istemiyorum.”
“Aşk,” dedi, “dengini bulmaktır. Sevdiğinle yakaladığın en güzel dengesizlik halidir. Ondan vazgeçme.”
Gözlerimin derinliklerine baktı, sanki ruhumu okuyordu.
“Bazı hikayeler asla bitmez, bebeğim.” Yavaşça ayağa kalktı, eliyle bana nazikçe dokundu. “Bir saat içinde çıkacağız.”
Odanın sessizliğinde yalnız kaldım. Komodine ilerledim, çekmeceyi açtım. Dante'nin bana aldığı bilekliği çıkardım. Uzun bir süre, düşünceli bir şekilde ona baktım. Amy haklıydı. Ama... Dante, içimde bir kördüğümdü. Bilekliği sanki elim yanmış gibi çekmeceye geri fırlattım.
Sonra hazırlanmaya başladım. Giysi dolabına yürüdüm. Carlo benim için bir sürü kıyafet almıştı. Keten bir şort ve ince askılı bir bluz seçtim. Siyah Converse ayakkabılarımı giydim. Saçlarımı taradım, nasılsa yakında kestirmem gerekecekti. Çantamı hazırlayıp hafif bir parfüm sıktım ve odadan çıktım.
Merdivenlerden inerken, Adrian oradaydı. Beni görünce gülümsedi.
“Tarzını sevdim,” dedi samimiyetle.
Az sonra Carlo yanımıza geldi. Üzerimdeki kıyafetleri dikkatle inceledi, kaşlarını çattı.
“Elbise giymemi mi tercih ederdin?” diye sordum, hafifçe gülümseyerek.
“Evet,” dedi tereddütsüz, sonra yumuşadı, “ama her halinle güzelsin, bebeğim.”
Tam o sırada, Amy merdivenlerden indi. Üzerinde yazlık, nar çiçeği renginde bir elbise vardı. Saçlarını açık bırakmıştı; hafif bir makyajla güzelliği daha da belirginleşmişti. Yanımıza geldiğinde içten bir gülümsemeyle parlıyordu.
Carlo sadece başını sallayıp önden dışarı çıkarken, Adrian ile birbirimize baktık. Bu tavrına bir anlam verememiştik. Sonra Amy’ye döndüm.
“Çok güzel görünüyorsun, Amy,” dedim içtenlikle.1
“Sen de canım,” diye karşılık verdi.
Adrian'ı takip edip dışarı çıktığımızda, Carlo'nun arabasına geçtim. Amy bir an için ne yapacağını bilemedi; gözlerinde kısa bir tereddüt belirdi. Adrian'ın ona seslenmesiyle, tereddütü dağıldı ve onun arabasına yöneldi.
Yola çıktığımızda, içimde kabaran huzursuzluk dalgasını daha fazla bastıramadım.
“Bir sorun mu var?” diye sordum.
Carlo kısa bir an için bakışlarını yoldan ayırdı. “Anlamadım, bebeğim,” dedi.
“Amy ile aranda bir sorun mu var?” Sözlerim, içeriden gelen bir endişenin fısıltısı gibiydi.
Gözleri bir an dalıp gitse de kendini hemen toparladı. “Hayır, yok,” diye karşılık verdi.
Başka bir şey söylemedi. Sessizliğinin ardında sakladığı düşüncelere saygı duyarak, ben de sustum.
Şehir merkezine vardığımızda Carlo ve Adrian bizi bir kuaför salonunun önünde bıraktılar. Amy, bakımlarını yaptırırken saçlarını da kestirmeye karar verdi. Katlı bir kesimi tercih etti. Ben ise saçlarımı omuz hizasında kestirip ön kısımlarına hafif bir hareket katılmasını istedim. Sonuç, beklediğimden çok daha iyi olmuştu; aynaya her bakışımda hafif bir tebessüm doluyordu içime.
Uzun süredir ilk defa, sıradan bir gün yaşıyor olmak tarifsiz bir ferahlık hissi veriyordu. Ne var ki böyle anlarda, kalbimde sessiz ama yoğun bir vicdan azabı filizleniyordu. Huzurun getirdiği yük bazen, acının kendisinden bile daha ağır olabiliyordu.
Amy’yi beklerken, kuaför salonunun kapısından iki genç kız girdi. Cenaze töreninde ikisini de görmüştüm; biri Christian Costelli’nin kız kardeşi, diğeri ise Dante’nin kız kardeşiydi. Gözleri beni bulduğunda, ikisi birden yanıma geldiler. Nazik bir şekilde ayağa kalktım.
Sarışın olanı elini uzattı. “Sizinle tanışamamıştık. Adım Mia Corvo.” Yanındaki kıza dönerek tanıttı: “En yakın dostum Mirabelle Costelli. Nasılsınız?”
Aralarındaki sıcaklık ve samimiyet hemen hissediliyordu. İkisi de mahcup bir gülümsemeyle bana bakarken, ben de onlara gülümsedim.
“Tanıştığıma memnun oldum. İyiyim, siz?”
Mia’nın içtenlikle gülümsedi, Mirabelle ise hafifçe kızardı. Masumiyetleri, etrafımda bir anlığına ışık gibi parladı.
“Biz de iyiyiz,” dedi Mia. Ardından ekledi: “Saçınız çok güzel olmuş.”
Samimi bir tebessümle cevap verdim. “Bana sadece Lucia diyebilirsin. İkiniz de.”
Bu sözlerim üzerine Mia’nın yüzü heyecanla aydınlandı, Mirabelle’in utangaçlığı ise daha da belirginleşti.
“Oturmaz mısınız?” diye nazikçe teklif ettim.
“Aslında vaktimiz var,” dedi Mia, Mirabelle’e bakarak. “Ne dersin?”
Mirabelle başını salladı. “Olur.”
Zaman su gibi akıp geçti. Onlarla sohbet ederken, hangi okula gittiklerini, Santo ve Eliana ile olan değerli dostluklarını, Mirabelle’in el sanatlarına olan ilgisini ve Mia’nın el becerileri konusundaki başarısız ama neşeli denemelerini dinledim. Bu sıradan sohbet, ruhumun derinliklerine huzur yayıyordu.
Amy yanımıza geldiğinde, Mia'nın anlattığı komik bir hikâyeye gülüyordum. O an, yüreğimdeki bütün kasvetin, bir süreliğine bile olsa, hafiflediğini hissettim. Bu küçük ama kıymetli anlar, hayatımda silinmez izler bırakıyordu.
Amy ile göz göze geldiğimde bakışlarındaki sıcaklığı hissettim. “Mia ve Mirabelle ile tanışmadın değil mi?”
İçten ve nazik bir gülümsemeyle kızlara döndü. “Tanıştığıma memnun oldum.”
İkisi bir ağızdan konuştular. “Biz de.”
O sırada içeri aynı anda Carlo ve Adrian ile birlikte Dante girdiğinde nefesim kesildi. Mia bana baktı ve mırıldandı: “Abim de bizi bekliyordu.”
Bakışları anında beni buldu. Yanımıza geldiklerinde, gözlerini üzerimden kısa bir süreliğine çekti. “İşiniz bitti mi, Mimi?”
Ona taktığı ad hoşuma gitmişti.
Mia bana döndüğünde bir an ne diyeceğini bilemedi.
“Konuşmaya daldık ve sanırım işinizi engelledim.”
Cümlem biter bitmez Mirabelle o çekingen tavrıyla araya girdi:
“Hayır, başka bir zaman da gelebiliriz. Sorun değil.”
Mia abisine baktı; sanki bir şey söylemek istiyor ama onun izni gerekiyormuş gibi görünüyordu. Dante ona baktı ve dudağının kenarında beliren o ince gülüş yine kalbimi delip geçti. Sonra konuştu:
“Neden bir öğle yemeği yemiyoruz Carlo?”
Carlo’nun bakışları anında beni buldu. Adrian ile Amy sessizce beklerken, ne diyeceğimi bilemedim. Mia koluma dokunduğunda ona döndüm.
Masum ve beklenti dolu bakışlarla ikisi de gözlerini üzerime dikmişken hayır diyemedim. “Peki.”
Mirabelle ve Mia sevinçle yanımdan geçip giderken, Amy beni bekledi ve koluma girdi. Carlo kapıyı bizim için tutarken Adrian bize gülümsedi.
“İkiniz de harika görünüyorsunuz.”
Carlo kapıdan geçerken yine Amy’ye, evden çıkmadan önceki gibi bir bakış attı ve sessizce arabalara geçtik. Marinaya geldiğimizde sahil şeridinde etkileyici restoranlar olduğunu gördüm. Carlo bizi en köşedeki ve en etkileyici olanına yönlendirdi.
“Aileme ait bir restoran zinciri.”
Gülümsedim ve restorandan içeri adımımı attım. Carlo ve Adrian’ı gören herkes saygıyla yanımıza geldi. Denize bakan bir masa çoktan bizim için hazırlanmıştı. Carlo ve Adrian karşılıklı otururken, Amy ve Mirabelle yanıma gelmişti. Dante karşıma, Mia ise abisinin yanına geçmişti.
Tesadüfler bazen fazlasıyla yakıcı olabiliyordu. Dante’ye bakmamak için menüyle ilgileniyormuş gibi davrandım. Bir süre için bu beni oyaladı. Sonra konuşmaları dinlemeye başladım. Mia ile Mirabelle’in sohbeti hepimiz için eğlenceli ve şirindi.
Yemeğin ortalarına doğru Carlo’ya sonra Amy’ye fısıldadım: “Tuvalete gideceğim.”
Amy hemen sordu: “Benim de gelmemi ister misin?”
O sırada Dante’nin telefonu çaldı.
“Müsaadenizle, bunu açmam gerekiyor.”
O benden önce kalkıp giderken ben de restorandan içeri girdim. Tuvaletten çıktığımda karşımdaydı. Dante Corvo. Her zamanki özgüvenli ve erkeksi tavrıyla beni bekliyordu. Onunla yüzleşmeyi geçtim, konuşacak halim bile yoktu. Derin bir nefes alıp yanından geçip gitmek istedim. Boşuna. Kolumu yakaladığı anda beni tenha bir yere çekti ve her zaman yaptığı gibi kaçış yollarımı kapattı.
“Bu kadar zaman yeterli oldu mu?”
Dante'nin sorusu aramızda yankılandı. Yanıtlayamadım bile. Sadece boş gözlerle ona baktım.
“Daha fazla senden uzak duramayacağım, tatlı işkencem.” Sesi alçak ve yoğun duygularla doluydu. “Şimdi, tek bir sorum olacak.”
Bakışları dudaklarımdaydı. Hipnotize olmuş gibiydi.
Titredim. Yutkundum. Ama konuşamadım. Tüm tepkilerimin farkındaydı. Sonra, yapmamam gereken bir şey yaptım: Alt dudağımı ısırdım. Bir eli belimi kavradı. Yaklaştı.
Dudaklarıma eğildiğinde fısıldadığı şey, nefesimin düzensizleşmesine neden oldu:
“Ben seni çok özledim. Her bir hücremle.”
Dudakları dudaklarıma kapandığında, düşünmek istemedim. Uzun süredir düşüncelerim kötü duyguların esiriydi. Ayrıca... itiraf etmek zor olsa da onu çok özlemiştim. Dudaklarımı araladığımda, boğazından derin, hırıltılı bir ses çıktı.
Beni kendine daha fazla yaklaştırdı ve öpücük daha da derin, daha da yoğun bir hal aldı. Her şey onunla doğru geliyordu. Aşk. Tutku. Yaşam. Dahası, her şey onunla anlam kazanıyordu.
Uzun süredir hissetmediğim alevler yeniden etrafımızdaydı. Tenimdeydi. Beni kendine daha sıkı bastırırken, kokusu bile aklımı başımdan almaya yetiyordu. Dudakları dudaklarımdan çekildiğinde bile, gözlerimi açamamıştım.
“Karşı konulmaz bir güzelliğin var, S. Beni mahvediyorsun.”
Bir eli belimden kalçama doğru kayarken, ağzımdan kaçan çaresiz sese engel olamadım.
Bir elimi göğsüne koydum, soluk soluğa.
Kulağıma eğildi, sesi adeta bir fısıltıydı.
“Daha önce de söyledim, S. İyileştiren alevler de var.”
“Sen de beni yakıyorsun, tatlı işkencem. Ama... bir şikayetim yok.”
Başımı kaldırıp gözlerine baktığımda, içimdeki aşkın aramızdaki sorunlardan da, karanlığımdan da büyük olduğundan emindim. Yan tarafımızdan gelen sesle irkildim. Başımızı o yöne çevirdiğimizde Carlo'nun bize doğru geldiğini gördük.
Dante
Kollarımdaydı. Altı aydır süren o dayanılmaz özlemden sonra, sonunda onu yeniden hissedebiliyordum.
Lucia... Uzun zamandır benden uzaktı; bedeni, ruhu, kalbi... Her şeyiyle başka bir yerdeydi. Ama şimdi... Şimdi sadece kollarımda değildi, kalbini de bana açmıştı.
Bu haliyle karşımda durması, neredeyse aklımı kaybetmeme sebep oluyordu.
Söylediği her kelime, bedenimdeki alevleri harlamış, içimdeki yangını büyütmüştü. Dünya durmuştu. Ben sadece onu hissediyordum. Lucia’yı... bana hissettirdiklerini...
Dikkatim, büsbütün ona odaklanmışken bile, yanımıza birinin yaklaştığını fark ettim. Bir ses, Lucia’nın adını fısıldadı. Hemen başımı çevirdim. Carlo’ydu. Lucia, dalgın bir şekilde benden uzaklaştı. Carlo’nun yanında duraksadı, Carlo ona bir şeyler fısıldadı ve ardından Lucia gözden kayboldu. Carlo ise olduğum yere doğru birkaç adım attı. Bakışlarında öfke vardı.
“Bunu yapma, Dante,” dedi, sesi bastırılmış bir öfkeyle.
“Ondan uzak durmayacağım, Carlo,” dedim, kararlılıkla.
“Onu delirtmek mi istiyorsun?” diye sordu, kaşları çatılı.
Başımı hafifçe iki yana salladım.
“Sakin, durgun ve donuk haliyle başa çıkamıyorum. Delirmesine ihtiyacım var, Carlo.”
Ceketimi düzelttim. Ona son bir kez baktım, geçip gitmeden önce. Sesim buz gibiydi.
“O benim. Sakın onu benden uzaklaştırmaya çalışma.”
Bir anda kolumu yakaladı. Parmakları, ceketimin kumaşını kırıştırarak sıktı. Carlo’yu hiç bu kadar agresif görmemiştim.
“Her durumda onun iyiliğini ve mutluluğunu düşüneceğimi söyledim,” dedi, dişlerinin arasından.
“O zaman sorun ne?” diye sordum, sesimi alçaltarak.
“Onu zorlama, Dante Corvo. Onunla oynama.”
İçimdeki sabır ipliği kopmak üzereydi. Sert bir hareketle kolumu çekip kurtardım.
“Bunu bir oyun mu sanıyorsun?” dedim öfkeyle. “Ona aşığım ve peşini bırakmayacağım. Beni affedene kadar durmayacağım.”
Carlo, gergin bir şekilde başını salladı. Hiçbir şey söylemeden arkasını dönüp tuvaletlerin olduğu tarafa ilerledi. Masaya dönerken, Lucia’nın bakışlarının uzaklaştığını fark ettim. Bir şeyler olmuştu. Adrian, Lucia’daki değişimi hemen anlamıştı. Yerime geçerken, gözleri beni delip geçti.
“Artık kalkalım mı?” diye sordu, sesi gergindi.
Mia hemen atıldı. “Henüz tatlılar gelmedi.”
Bakışlarımı Mia’ya çevirdim. Gözlerimle onu susturmaya çalıştım. Burada daha fazla kalmamalıydık.
“Sonra da yiyebiliriz,” dedi, sesi titreyen sabrımı zorlayarak.
Masadaki hava, kelimelere dökülmeyen bir gerginlikle doluydu.
“Carlo gelsin, sonra gideriz,” dedim, usulca.
O sırada Mia, hafifçe yerinde kıpırdandı.
“Abi, bu gece Mirabelle ile vakit geçirmek istiyorum. Santo ve Eliana da yanımızda olacak. Onların yanında kalabilir miyim?”
Kaşlarımı çattım. Bu tür şeyleri önceden konuşmamız gerekirdi.
“Costelliler’in haberi var mı?” diye sordum, tonumu yumuşatarak.
Mirabelle, hemen araya girdi. “Var. Hem Eliana’nın sınav sonuçlarını bekleyeceğiz.”
“Juilliard’a başvurmuştu, değil mi?”
Tam o sırada Carlo yanımıza geldi. Masaya yaklaşırken, üzerindeki gerginlik az da olsa dağılmış gibiydi.
“Kimden bahsediyorsunuz?” diye sordu, merakla.
“Eliana’dan,” dedim kısa bir yanıtla.
Carlo, anlamış gibi gülümsedi ve Lucia’ya döndü. “Eliana Sargazzo. Mükemmel bir piyanist. Belki bir gün dinlersin.”
Başımı hafifçe eğdim. “Dinlemek isterim,” dedi samimiyetle.
O anda gözlerim, Lucia’nın yüzünde gezinip durdu. Gülümsüyordu, evet... ama o gülüşün ardına saklanan kederi görebilmek için onu benim kadar iyi tanımak gerekirdi. Bakışlarımız buluştuğunda, yüzündeki solgunluk bir anlığına daha da belirginleşti. Sonra hızla gözlerini kaçırdı, sanki acısını gizleyebileceğini sanıyordu.
İçimde bir şey kırıldı. Beni hemen affetmesini beklemiyordum. Ama vazgeçmeye de niyetim yoktu. Hiçbir şey olmamış gibi davranmak, ona daha çok zarar verirdi. Yanında durarak, bekleyerek iyileştirecektim.
Hesap ödendi. Hep birlikte restorandan çıktık. Ben birkaç adım geriden yürüyordum. Gözlerim, Lucia'nın her hareketinde takılı kalıyordu. Arabaya binmeden önce bir fırsatını yakaladım. Adımlarımı hızlandırdım ve ona yetiştim. Kolundan hafifçe tuttum.
Carlo, bir şey söylemek için hamle yaptı, ama ona öyle bir bakış attım ki, ağzını açmadan vazgeçti. Sessizce arabaya yöneldi. Lucia'nın gözleri ikimiz arasında gidip geldi. Kararsızdı. Çekinerek de olsa bana döndü.
“Yarın akşam benimle yemeğe çık,” dedim yumuşak ama tartışmaya yer bırakmayan bir sesle.
Çenesini nazikçe tuttum, başını kaldırmaya zorladım.
“Gözlerini benden kaçırma, S.”
Gözleri orman gibi derin, fırtına öncesi gökyüzü gibi kapalıydı.
“Neden?” Sesimde, onu anlayabilmek için duyduğum çaresiz istek vardı.
Elim, onun narin çenesinden aşağı süzülerek boğazına kaydı. Parmaklarım, nabzının attığı noktayı buldu. Yıllar boyu öğretilmiş bir içgüdüyle, birinin korkusunu, heyecanını, yalanını o atışlardan ayırt edebilirdim. Eduardo Corvo beni bir silah gibi yetiştirmişti. Ama konu Lucia olduğunda, mesele yalnızca bir yetenekten ibaret değildi — o benim tek odağım, tek istisnamdı.
İçimde bir şey kırıldı o anda. Ama gerçek sorun bu değildi.
“Daha önce de söyledim, tatlı işkencem. Seninle ilgili yalnızca gerçeklere tahammülüm var. Bir daha dene.”
Sözleri havada asılı kaldı; gerçeklikten çok uzak, yalnızca bir savunma gibi.
Başını kaldırdığında, göz göze geldik. O gözlerde daha önce ışıldayan sıcaklık yoktu artık. Sanki sonsuz bir geceyi izliyordum; yıldızsız, ışıksız, tarifsiz bir boşluk. Biliyordum, bu ifadeyle söyleyeceği her kelime, bir hançer gibi saplanacaktı içime. Ama o sustu.
Derin bir nefes aldı ve yavaşça geri çekildi.
“Beni bir daha bırakmayacağına inanmıyorum, Dante Corvo.”
Nabzı... sabitti. Vuruşu kararlıydı. Bir an için, yalnızca bir an... kalbim göğsüme sığmadı. Parmaklarım gevşedi, onu bırakmak zorunda kaldım.
“O zaman sana aksini ispatlamam için zaman ver,” dedim.
“Ya da… beni kendi halime bırak.”
Sözleri bıçağın keskin kenarı gibiydi, soğuk ve acımasız. İnatçılığına hayran olsam da beni böyle görmezden geldiği anlar... İşte o anlar en zehirli darbelerdi.
“Yarın seni saat sekizde almaya geleceğim, S.” dedim yavaşça. “O saate kadar hazırlanırsan, sevinirim.”
Ona doğru eğildim, saçlarının kokusunu içime çektim. Son kez kendime çektim.
Kulağına bir fısıltı bıraktım, sözlerim tıpkı bir yemin gibi ağırdı.
“Yoksa... seni kendim hazırlamak zorunda kalırım.”
Nefesini tuttu, ama bırakmadan geri çekildi. Onu kolundan yakaladım, nazik ama kesin bir hareketle Carlo’nun aracına yönlendirdim. Kapıyı kapatmadan önce Carlo’ya döndüm.
“Yarın Lucia ile yemeğe çıkıyoruz.”
“İzin verme…” diye fısıldadı Carlo, sesi tehdit ile rica arasında gidip geliyordu.
“İzin istemedim,” dedim soğukkanlılıkla. “Sadece durumu bildiriyorum. Yarın görüşürüz.”
Kapıyı kapatırken, Lucia’nın mı yoksa Carlo’nun mu bana daha çok öfkeli olduğunu bilemiyordum. Ama bildiğim bir şey vardı: söylediğim şey yalın bir gerçekti. Lucia’nın o korkutucu sakinliğiyle başa çıkamazdım. Çünkü o haliyle benden uzaklaşır, duvarlar örerdi aramıza. Soğuk bakardı. En kötüsü… beni sevmeyebilirdi.
Onun delirmesine ihtiyacım vardı. Belki kızmasına… belki bağırmasına… hatta canımı yakmasına. Her şeye razıydım. Yeter ki bir tepki versin. Yeter ki gözlerinde o unutamadığım aşkı, o tarifsiz tutkuyu yeniden göreyim.
Arabama geçtiğimde Mia bana döndü, gözleri merakla parlıyordu.
“Çok güzel,” dedi hafifçe gülümseyerek.
“Öyle,” diye karşılık verdim kısaca.
Ona sert bir bakış attım, Mia ise cevabımın ağırlığını hissetmiş gibi anında yumuşadı. Gülümseyerek yanağımdan bir öpücük kondurdu. İçimdeki buz kütlesi çatladı.
“Özür dilerim abi,” dedi usulca. “Sadece... yine birlikte misiniz, onu merak ettim.”
Sözlerim sanki bir sözleşme, bir kader beyanı gibi havada asılı kaldı.
“Bu harika,” dedi Mia, yüzünde tatlı bir sevinçle.
Arabayı çalıştırırken, yola çıkarken, Mia son kez bana döndü. Sesi, gece kadar yumuşak ve meraklıydı.
Gaza bastığımda, dudaklarımdan bir fısıltı döküldü. Kalbimin tam içinden kopup gelen bir cümleydi bu:
Ve mahvedecektim. Bunu ikimiz de biliyorduk.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |