OY VE YORUMLARINIZLA DESTEK OLURSANIZ SEVİNİRİM.
INSTAGRAM, TİKTOK VE YOUTUBE'DAN TAKİP ETMEK İSTERSENİZ; @MİSTYVİBE3
DAHA FAZLA KARAKTER TANITIMI VİDEOSU İÇİN INSTAGRAM VE TİKTOK;
“Aşk… Hem en büyük kurtuluşum, hem de en derin yaram. Kalbimdeki boşluğu dolduran da o, beni karanlık uçurumlara sürükleyen de. Belki de aşk, yalnızca acının başka bir yüzü ve ben onun her iki yönünü de iliklerime kadar hissediyorum.” —Lucia
Lucia
Uyandığımda, dünkü gerilimi hâlâ hissediyordum. Heyecanı da... yakıcılığı da. Dante’yle yemeğe çıkmak istemezken, onunla yalnız kalmayı ne kadar özlediğimi inkâr edemiyordum. Zihnimde dolaşan çelişkiler, içsel bir kaosa evriliyordu. Tam o sırada telefonuma bir mesaj düştü.
Dante… Her zamanki gibiydi. Telefon numaramı çoktan bulmuş, bana sormadan, benden bir yanıt beklemeden hayatıma sızmıştı. Yine. Onun bu sahiplenici tavrı, ne yazık ki geçmiyordu. Düzelmiyordu. Özellikle de bu hâldeyken, artık beni sinir etmeye başlamıştı.
Asla yanımda olmayan, belki de asla yanımda kalmayacak olan bir adam… bana böyle davranamazdı. Beni kendine ait kılamazdı. Özellikle de canımı bu kadar yakmışken.
“Hayatıma bu şekilde sızmaya çalışma, Dante Corvo.”
“Sen benim hayatımı ele geçirmişken, bunu söylemen ironik, S.”
Beni aradığında önce açmak istemedim ama içimdeki bir ses, onun aramaya devam edeceğini fısıldıyordu. O sesi dinledim ve telefonu açtım.
“Nefret de bir duygudur, S. Çoğunlukla tam karşısında aşk durur.”
Burnumdan soluyordum. Acilen sakinleşmem gerekiyordu. Gözlerimi kapadım ve derin bir nefes aldım. “Beni neden aradın, Dante?”
“Birkaç dakika içinde hediyen getirilecek, S. Onu haber vermek istedim.”
Cümlemi tamamlayamadan kapı çaldı. Hizmetçilerden biri elinde bir kutuyla içeri girdi.
“Günaydın efendim. Bay Dante Corvo bu hediyeyi size yollamış.”
Ağzım açık bakakaldım. Sonra kutuyu bana getirmesini işaret ettim.
“Ben telefondayken hediyeni açmanı rica etsem, bunu yapar mıydın?”
Hizmetçimiz hediyeyi yatağa bırakıp bana baktı.
“Çıkabilirsiniz, teşekkür ederim.”
“Rica ederim efendim. Bu arada herkes kahvaltıda.”
Odada yalnız kaldığımda, Dante’nin cevabını beklemeden kutuyu açtım. Baloya gittiğimiz akşam giydiğim kıyafetin aynısı kutudaydı. İlk dansımız… aşkımızın yansıması… o gece... her şey, tüm anılar zihnime doldu.
“Kıyafetin aynısını yaptırdım. Senin için. Bu akşam bu elbiseyi benim için giyer misin, tatlı işkencem?”
Bir an sessizlik oldu. Dante yeniden konuştuğunda, sesindeki tutku kadar aşkı da saklamıyordu. Bu, içimi titretti.
“Bilekliği de kolunda görmek isterdim. Ama seni hiçbir konuda zorlamayacağım. Sana daha önce de söyledim, S. Seni asla bırakmasam, senden asla vazgeçmesem de bana kendin gelene kadar seni bekleyeceğim. Beklerim. Her zaman.”
“Dante… bazen öyle inatçı oluyorsun ki.”
“Gerekirse zorlarım. Senin için her şeyi göze alırım.”
“Kararımı sonra bildireceğim.”
“Bekleyeceğim, tatlı işkencem. Sonra görüşürüz. Yalnız...”
Hattın diğer ucundan bir gülümseme duydum. O gülümseme… ona ait olan o ifade, gözümde canlandığında kalbim göğüs kafesimde çırpındı.
“Hayır yanıtını bir cevap olarak kabul etmiyorum.”
“Sinir bozucusun, Dante Corvo.”
Telefonu yüzüne kapattığımda öfkeliydim. Kutuyu yeniden incelerken, ayakkabı kutusunun yanına düşen bir not fark ettim. El yazısıyla yazılmıştı.
Bana dans ederken söylediği sözlerdi. Kalbim sadece çırpınmıyor, Dante diye haykırıyordu. Onu susturmak... zordu. Görmezden gelmek de. Ama yaptım. Kutuyu öylece bıraktım, hazırlandım ve kahvaltı için yemek salonuna indim.
Herkese “günaydın” dedikten sonra yerime geçip oturdum. Bugün masada günlük sohbetlerden çok iş konuşuluyordu. Sessizce onları dinleyerek kahvaltımı bitirdim. Ardından Carlo ve babası masadan ayrıldılar. Adrian ise bizimle kaldı ve birlikte bir kahve içtik.
Adrian’ın sözleriyle başımı kaldırdım. Şaşkındım, ama olmamalıydım. Elbette biliyorlardı. Bu evde içeri giren herkes, her şey incelenirdi.
“İlk balo için aldığı kıyafetin aynısını.”
Adrian, düşünceli bir şekilde kahvesini yudumladı. Sessizce geçen birkaç saniyenin ardından yeniden göz göze geldik. Bakışları ciddiydi. Gergindi.
“Ona geri dönecek misin, Lucia?”
Şaşkınlıkla ona baktım. Ben de en az onun kadar gergindim. Ciddiydim. Öte yandan... bu sorunun cevabını bilmiyordum. Belki de artık kalbimin konuşmasına izin veremiyordum.
“Her şeyi zaten biliyorsun, Adrian. Tüm yaşananları. Onun yanımda olmadığı anları. Bunu sorman...”
“Sadece bir cevap bulmanı sağlamaya çalışıyorum. Kafan karışık. Kalbin de öyle. Düşünmeni sağlarsam durumu aşarsın. Kabullenir ya da yoluna devam edersin, Lucia.”
Sözlerim acımasızdı. Bencildim. Mia’yı kastetmiştim. Hâlâ onunla olan hikâyesinin ne olduğunu bilmiyordum. Ama canım yanarken artık ben de can yakıyordum.
Adrian yüzüme baktı. Gergin bir şekilde başını salladı ve ayağa kalktı.
“Bilmediğin konularda konuşmamalısın.”
Tam arkasını dönmüştü ki durdu. Sesi, alışık olduğumdan daha mesafeli ve soğuktu.
“Akşam yemeğe çıkacaksan eğer, bize haber vermen gerekiyor. Korumaları ayarlamalıyım.” Sonra Amy’ye döndü. “Bana ihtiyacınız olursa ararsın, Amy. Bugün restoranları dolaşmam gerekiyor.”
Bana son bir kez baktı. Gözlerinde öfke vardı. Bense gururluydum. İkimiz de başka bir şey söylemeden, Adrian çıkıp gitti.
“Peki, Dante ile yemeğe çıkacak mısın?” diye sordu Amy, ardından.
“Bugün seninle konuşmak epey keyifli.”
Ona sert bir bakış attığımda gülümsedi.
“Kızma, sadece kafanı dağıtmaya çalışıyorum.”
Kafamı dağıtmak... Amy aslında iyi bir noktaya değinmişti. Eskiden kafamı toparlamak için yaptığım tek bir şey vardı: Koşmak. Uzun zamandır koşmamıştım.
“Ben biraz koşacağım, Amy. Düşünmemi ve kafamı toplamamı sağlıyor.”
“Olur canım. Sonra seninle bir çay içeriz belki.”
Başımı salladım ve onu arkamda bırakarak salondan ayrıldım. Odama çıktım. Koşu kıyafetlerimi giydim, saçımı topladım ve kulaklığımı taktım. Hazırdım. Her zaman beni takip eden korumama, koşuya çıkacağımı söyledim.
Sonra koruya çıktım. Sadece koştum. Yorulana kadar. Düşüncelerimden kaçmak ister gibi. Bacaklarım kesildiğinde, bir mola vermem gerektiğini anladım. Nefesimi toparlamaya çalışırken, ileride birini gördüm. Önce panikledim. Sonra kim olduğunu fark ettim. Pedro.
Amato ve Morenolar, komşu sayılabilirdi. Arazi oldukça büyüktü ve iki ailenin ortak işleri çoktu. Antonio Amato, yani Carlo’nun babası ile Alessandro Moreno, yani Pedro’nun babası, çocukluklarından beri arkadaştılar. Ev ve arazilerini de ortak korumaya karar verdiklerinde burayı satın almışlardı. İki büyük malikane, ortasında geniş bir koru ve arkada üzüm bağlarıyla çevrili bu yer, yıllar içinde muazzam bir araziye dönüşmüştü.
Adım seslerimi duyan Pedro bana döndüğünde gülümsedi. Ayağa kalkacaktı ama elimi kaldırarak onu durdurdum. Yanına oturdum.
Bir süre hiçbir şey söylemeden birbirimize baktık. Pedro’yla konuşmak her zaman hem kolay hem de zor olmuştu. Onun yanında olmak, içimde eskiye dair bir huzur taşırken bir yandan da kırık anıların ağırlığını getiriyordu. Uzun zamandır konuşmamıştık. Bu sessizlik, aramızdaki dengeleri yine değiştirmişti. Sözlerin nereden başlaması gerektiğini ikimiz de bilmiyorduk.
“Seni aramadığım için bana kızgınsın, değil mi Lucia?”
“Kızgınım diyemem ama nedenini merak ediyorum.”
Pedro başını önüne eğdi. Gözleri toprağı inceler gibi sabit bir noktaya takılmıştı.
“O gece seni o halde görmek… beni mahvetti,” dedi kısık bir sesle. “Eski Lucia olarak kalamayacağını bilmek canımı acıttı.”
Sonra başını kaldırıp gözlerime baktı. Gözlerindeki o tanıdık bakış, içimde sakladığım bütün duyguları uyanmaya zorladı.
“Karanlığa dokunacaktın. Bir şekilde.” Yanağıma hafifçe dokundu. Ne geri çekildim ne de bir şey söyledim. Sadece konuşmasını bekledim. Devam etti. “Dokundun da.”
İç çekti, o derin, yılların içinde biriken bir yorgunlukla. Sesi ağırlaştı. “Yanında olmayı o kadar çok istedim ama Carlo… daha doğrusu hepimiz, beni görmenin seni tetikleyebileceğini düşündük. Travmanı tetikleyebilirdim, kanarya. O anılarda ben de vardım çünkü.”
Elini yanağımdan çekerken, bakışlarıma derin bir hüzün yerleşti. Cümleleriyle birlikte içimde bir boşluk oluştu. Kelimeleri acı veriyordu, ama aynı zamanda anlayış da barındırıyordu.
“Sana asla zarar verebilecek bir şey yapmam. Hüznünü görmek ağır gelecekti ama ben… ben senin hüznüne katkı sağlarsam, kendimi asla affetmeyecektim. Bu yüzden gelemedim. Gelmedim. Yine de üzgünüm.”
Bir süre sustuk. Sözler havada asılı kaldı. Ama ben daha fazla tutamadım içimde. Ondan gizlediğim çok az şey vardı. Bu da onlardan biri olmasın istedim.
“Sana öfkeli değilim. Olmadım. Ama Dante… ona karşı öfkem dinmiyor.”
“Beni o gece bırakmasaydı… her şey farklı olabilirdi. Bunu Amy ile de konuştum ama… Pedro, o gece bana veda etmeseydi, peşinden gitmeyecektim. Dışarı çıkmayacaktım. Chloe peşimden gelmeyecekti. Sadece bu da değil... beni yine arkasında bırakması... her şey fazla geldi.”
“Ona soracak cesaretim yok. Cevabını dinleyecek sabrım da. En çok da inancım yok. Zaten ona bir kez daha inanırsam ve kalbimi bir kez daha kırarsa… ne yaparım bilmiyorum Pedro.”
Pedro başını salladı, bakışları durgunlaştı. Ardından dudaklarını araladı.
“Hikâyelerin her zaman birden fazla bakış açısı vardır, kanarya. Onu dinlemelisin. En azından ona bir kez bu soruyu sormalısın. Cevabına inanıp inanmamak, ona yeniden güvenmeyi seçmek sana kalmış. Ama dinlemeden yargılama. Bunu kimseye yapma.”
Duraksadı, sonra sesi kararlı bir tona büründü.
“Ayrıca ön yargılar her zaman yanlıştır. Kalbin kırıkken asla karar verme, dinle. Karşındakini, içgüdülerini, mantığını her zaman dinle ve karşılaştır. Bir tutarsızlık varsa, ortada bir yalan vardır. Ya da yanlış olan herhangi bir şey. Sonra sağduyulu şekilde karar ver.”
“Dante’den hoşlanmadığını sanıyordum.”
“Hoşlanmıyorum. Ama bu, doğruları söylemeyeceğim anlamına gelmez.”
Ona gülümsedim. Başımı yavaşça salladım. Pedro her zaman böyleydi. Dürüstlüğü kendine ilke edinmiş, içinde ne varsa dışına yansıtan biriydi. Sözleri hep gerçek olurdu. Acıtsa bile.
“Yeni hayatıma alışmaya çalışıyorum.”
İç geçirdi. Derin bir nefesle geçmişin ağırlığını taşıyan bir adamın yorgunluğuydu bu.
“Bazı hatıralarım silinmiş gibi ama geldiğimden beri bir şeyler hatırlamaya başladım.”
“Yoğun bir toz bulutunun ya da bir sisin içinden çıkmaya çalışan anılar gibi. Örneğin bu koruyu… çocukken burada koştuğumu ve birkaç kez yaralandığımı hatırlıyorum. Sonra evin giriş kısmını… henüz araziye girerken tanıdım. Evin bazı odalarını da. Böyle şeyler işte.”
“Peki babanı ya da evdekileri?”
“Ufak tefek anı kırıntıları var.”
“Carlo bana annenin doğum sırasında öldüğünü söylemişti.”
“Evet. Ona dair hiçbir anımın olmamasını anladım.”
Başını yavaşça salladı. Sessizliği onay gibiydi.
“Geri kalan her şeye alışmak… ve aslında kendi hatıralarıma tam olarak sahip olamamak garip geliyor. Lydie bana yardımcı olsa da… her konuda yabancılık çekiyorum.”
“Lydie, yanınızda gelen kızdı, değil mi?”
Bakışları uzaklara kaydı. Sustuk. O sustuğunda, ben de sustum. Daha fazla konuşmak istemediğini anlamıştım. Sonra saatine baktı ve ansızın ayağa kalktı.
“Üzgünüm ama gitmem lazım. İşlerim var.”
Ben de ayağa kalktım. Yan yana bir an durduk.
Bana döndü. O tanıdık, yarım gülümsemesi yüzüne yerleşti.
“Arada koşuya çıkarsan haber ver. Burası ortak nokta gibi, bir buluşma noktası gibi olur. Konuşuruz. Ne dersin?”
Gülümsedim. İçim biraz ısındı.
Gözlerinin içine baktım. Ciddiydi.
Pedro yanımdan ayrılırken ben de geriye döndüm. Eve kadar koştum. Havanın serinliği tenimde, kalbimin hızlı atışlarıysa içimde yankılanıyordu. Epey yorulmuştum. Hemen duşa girdim; sıcak su bedenimden çok zihnimi rahatlattı. Ardından bir havluya sarınıp hazırlandım. İşimi bitirdiğimde, Amy’nin odasına ilerledim.
Birkaç saat sohbet ettik. Bir şeyler atıştırdık, çay içtik. Onunla geçirdiğim bu zaman dilimleri bana terapi gibi geliyordu. Amy’nin sesi, gülüşü, hayata dair söyledikleri; hepsi birer iyileşme dokunuşuydu. Sonra onu yalnız bıraktım ve odama geçtim. Düşünmek için. Karar vermek için.
Kutu hâlâ oradaydı. Öylece duruyordu. Ona uzandım, kapağını açtım ve içindekilere bir kere daha baktım. Elbiseyi çıkardım, aynanın karşısına geçtim. Üzerime tuttum. O gece gözümde canlandığında, kalbim tekledi.
Elbiseyi bırakırken Pedro’nun söylediklerini düşündüm. Derin bir nefes aldım. Zihnim karmaşıktı ama içinde bir yerden yankılanan dürüst bir sese kulak vermek istedim. Sonra telefona uzandım ve mesaj attım:
Anında çevrimiçi oldu. Bekliyordu, hazırdı.
“Yedide sizin evde olacağım, tatlı işkencem.”
İçimdeki sesleri susturamadım. Parmaklarım, düşünmeden klavyeye uzandı.
Yanıtlamadım. Üç küçük nokta belirdi ekranda. Kalbimi ve zihnimi aynı anda karıştıracak bir şeyler geliyordu. Bekledim. Sonra mesaj geldi. Nefesim kesildi.
“Bizi kimse ayıramaz demiştim, buna senin bile gücün yetmez. Akşam görüşürüz, tatlı işkencem.”
Ekrana bakıp kaldım. Telefonu usulca yatağın üzerine bıraktım. Bu kadardı. Bu kadar kolaydı. Kalbimi yok etmesi de, içimi titretmesi de.
Akşama kadar kitap okudum. Aklımı Dante’den uzaklaştırabilecek her şeyi yapmaya çalıştım. Saat altıyı geçe, midemde kelebekler uçmaya başladı. Ne yaparsam yapayım bunu engelleyemiyordum. Sakinleşmek için hazırlıklara başladım. Saç, hafif bir makyaj... Tüm bunları yaparken hareketlerimi bilerek yavaşlattım. İçimdeki dalgaları bastırmak için zamana ihtiyacım vardı.
Hazırlıklarımı tamamladığımda saat yediye geliyordu. Bilekliği takıp takmamayı düşündüm ama vazgeçtim. Bu fazlasıyla anlamlı olurdu. Çantamı alıp merdivenlerden indim. Kapıda Carlo ve Adrian vardı. Amy de yanlarındaydı. Sonra... onu gördüm.
Koyu renk takım elbisesinin cebine kırmızı bir mendil iliştirmişti. Aynı balodaki gibi. Elbisemle aynı renk. Çok yakışıklıydı. Benim gibiydi. Ama değildi. Bakışları beni bulmadı. Yakaladı. Her zaman bunu yapıyordu. Gözleriyle bile beni sahipleniyordu. Kalbimdeki kuş, şakımaya başladı. Ellerimle onu bir kafese sokmak istedim. Yapamadım.
Carlo, merdivenlerin başına gelip elimi tuttu ve nazikçe öptü.
Adrian ve Amy’nin yanına ilerlediğimizde, ikisi de baştan aşağı dikkatle süzdü beni. Gözlerinde hayranlık, dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme vardı. Ama Dante... Onun bakışları bambaşkaydı. Gözlerini üzerimden çekemiyordu; büyülenmişti, evet. Ama o bakışlarda sadece arzu yoktu. Bir şey daha vardı. Gerginlik. İçinde bir yerde kırılmaya hazır bir ip gibi, incecik bir sabır çizgisi...
Yüz hatları kasılmıştı. Çenesi kenetlenmişti. Nefesini tuttuğuna yemin edebilirdim. O an ne olduğunu anlayamadım, ta ki bakışlarının bileklerime kaydığını fark edene kadar. Bileğim... Bilekliğimi arıyordu ama ben takmamıştım.
Gözlerindeki ifade değişti. O tanıdık koyuluk, karanlık bir öfkeye evrildi. Sessiz, ama yakıcı. Sanki içten içe bir şeyleri yutuyordu—bir hayal kırıklığını, belki de sadece benden duyduğu bir eksikliği.
Soru Adrian’dan gelmişti. Ses tonu buz gibiydi. Carlo da ondan farksız değildi. Dante bakışlarını üzerimden çekti.
“Gecikmeyiz. Bu cevap senin için yeterli mi?”
Dante… her zamanki gibi tehlikeliydi. Sınır tanımıyordu. Carlo ve Adrian ona öfkeyle bakarken, aldırmadı. Elini uzattı ve bileğimden tutup beni kendine çekti. O an derin bir nefes aldığını fark ettim. Sonra eli belimi kavradı. Tutuşu doğaldı. Rahattı. Sanki... hep oradaymış gibi. Neden ona ve bu tavırlarına bu kadar alışıktım? Niye birbirimize bu kadar ait gibiydik?
“Mükemmel görünüyorsun, tatlı işkencem.”
Elimi göğsüne koydum ve hafifçe ondan uzaklaştım. Uzaklaşmasam, kendimi kontrol edemezdim. Kokusu bile başımı döndürmeye yetiyorken, yakınlığı dayanılmazdı. Ama hâlâ cevaplanmamış sorular vardı. O sorularla baş başayken, ona yaklaşamazdım.
Başımı salladım. Diğerlerine döndüm.
“İyi eğlenceler, bebeğim. Bir şey olursa beni ara.”
Carlo’ya gülümsedim, Adrian ve Amy’ye el salladım. Dışarı çıktık.
Kapıda siyah bir Lamborghini bekliyordu. Göz alıcıydı. Güçlü ve vahşi. Aynı onun gibi. Bakışlarımı fark etti ve gülümsedi.
“Huracán. Kasırga anlamına geliyor.”
Arabaya ilerledik. Önce benim tarafımdaki kapıyı açtı ve oturmama yardımcı oldu. Sonra şoför koltuğuna geçti. Ben, içimde kıpır kıpır dolanan duyguları bastırmak istercesine arabayı incelemeye koyulmuştum. Dante, sessizce gaza bastı ve yola çıktık. Hafif bir müzik çalıyordu. Sözsüz, ama sanki içimizdekileri anlatıyordu.
Bir süre sonra kafamı çevirdim. Düşüncelerimi bastırmak için manzarayı izlemeye başladım. Şehir ışıkları yavaş yavaş geride kalırken, içimdeki fırtına giderek büyüyordu. Yaklaşık yarım saat sonra şehir merkezindeydik. Bir restoranda duracağımızı sanıyordum ama yanılmıştım. Dante, hiçbir yerde durmadı. Yol uzadıkça uzadı. Ardından bir patika yola saptı.
Bu civarda çok güzel bağ evleri olduğunu duymuştum. Dante patika yolu takip ettikçe karşımıza büyüleyici bir atmosfer çıktı. Şirin, ama etkileyici bir bağ evi. Yaklaştıkça fark ettim; buradaki korumalar bizi takip edenlerden bile fazlaydı. Dante, her konuda kontrolü severdi. Bu da kanıtıydı.
Aracı evin girişine yakın bir yere park ettiğinde bana döndü.
“Burası Costelliler’e ait. Çocukluğuma ait güzel anılarla dolu. Bu akşam seni buraya getirmek istedim. Umarım beğenirsin.”
Yanıtımı beklemeden arabadan indi. Kapıyı açtı ve kolunu uzattı. Bazen beni sinirlendirse de centilmen tavırlarına bayılıyordum. Bakışlarımı kaçırdım. Ona etkilendiğimi göstermek istemiyordum.
Evin içine girdiğimizde yaşlı bir çift bizi karşıladı. Kahya ile eşi… Sıcak ve içtendiler. Dante ile ayaküstü sohbet ederken ben evi inceliyordum. Lüks ama abartısızdı. En güzel yanıysa bir aile evi sıcaklığı taşımasıydı. Tam anlamıyla bir yuva gibi.
Dante yanıma geldiğinde kolunu yine belime doladı. Bakışları üzerimde gezindi.
Bakışlarında bir titreşim oldu. Hemen kaybolsa da, içindekileri bana fazlasıyla anlattı. Özlem… Onun karanlık yanı kadar hüzünlü bir yanı da vardı. Bu beni üzmüştü. Elimi yanağına koydum. Belli belirsiz. Gözlerini kapadı. O an fark ettim… benim karşımda bir şekilde savunmasızdı.
“Geliyoruz, nonna (anneanne).”
Bahçeye doğru ilerlerken bana gülümsedi.
“Hepimize torunu gibi davrandı. Biz de ona nonna diye hitap ettik.”
“Çok tatlı bir çift. İyi insanlar oldukları da belli.”
“Don Benito, yani Christian’ın büyükbabası, onları ailesi gibi görür. Tabii Costelliler de. Zamanla benim için de bir aile gibi oldular.”
Bizi çağırdıklarında beklemeden bahçe kısmına ilerledik. Bağın kenarındaki çardak minik ışıklarla süslenmişti. Masa ve ambiyans, oldukça romantikti. Dante sandalyemi çekti. Karşısına geçip oturdum. Masadaki yemekler taze ve lezzetli görünüyordu. Ve oldukça fazlaydı.
“Dante, bir ihtiyacınız olursa beni çağır oğlum.”
“Lütfen nonna, git ve dinlen. Her şey için teşekkür ederiz.”
Bize gülümsedi ve ağır adımlarla içeri döndü.
“Don Benito onlar için arazide bir ev inşa ettirdi. Bu evin hemen arkasında.”
Başımı salladım. Ama cevaplamadım. İlk kez heyecanlı gibiydi. Kontrollü ama sabırsız. Belki de konuşacağımız konuların ağırlığı yüzündendi. Beni tanıyordu. Bu gece yanımda oluşunun sebebinin sorulara aradığım yanıtlar olduğunu biliyordu.
Ayağa kalktı. Yemeği kendisi servis etmeye başladı. Şaşkınlıkla izledim. Karşıma geçip oturduğunda, lazanyadan bir çatal aldım. İlk yudumda neredeyse gözlerim kapandı.
Bakışlarım bir anlığına uzağa kaydı. Eski anılar… Annem ve Chloe ile olanlar… Birlikte yemek yapmayı özlemiştim. Özellikle Chloe ile. Kahvaltı hazırlarken söylediği şarkıları, bulaşık yıkarken yaptığımız saçma ama tatlı sohbetleri… Çatal elimden düştüğünde anılardan sıyrıldım. Yanağıma bir damla yaş süzüldüğünde, Dante’nin yüzündeki endişeli ifadenin nedenini anladım.
Yanağımdaki yaşı sildim. Tek bir kelime döküldü dudaklarımdan.
Bu kelimenin içinde saklı yüzlerce soru vardı. Hepsini duydu. Ama tavrı… belli ki cevaplamayacaktı. Onu tanıyordum. Onu kendimden biliyordum.
“Beni buraya neden getirdin, Dante Corvo?”
“Herhangi bir yere de yemeğe gidebilirdik. Bana doğruyu söyle, Dante.”
Başını önüne eğdi. Sesi alçaldı.1
“Benim için ne kadar özel ve vazgeçilmez olduğunu anlatmaya çalışıyorum, S.”
İçini çekti. Hafif bir meltem esintisi tenimi okşadı. Hava bu gece harikaydı. İçimizde esen fırtınaya inat, dışarısı sakindi.
“Hayatımın tam merkezindesin. Seni herkese göstermek, kendimi ve kalbimi sana açmak için her şeyi yapmaya çalışıyorum.”
“Bunun yerine gerçekleri konuşsak?”
“Olmaz. Her şeyin özellikle sözlerin bir zamanı var, S.”
“Belki de artık söz konusu olan senin bana vereceğin zaman ya da gerçekler değildir. Belki bundan sonra sadece benim o gerçekleri isteyip istemeyeceğim ya da sana zaman tanıyıp tanımayacağım önemlidir.”
Korkuyla yutkundu. İlk kez böyle görüyordum onu. Ne olursa olsun, ciddiydim. Gözlerinde bunu anlamanın verdiği korku vardı. Yine de sustu. Artık bu sessizlik boğucu geliyordu. Dayanamadım ve ayağa kalktım.
“Benimle gerçekten konuşmayacaksan bir daha bana gelme, Dante. Şimdi buradan—”
Tam o anda, arkamızdan gelen sesler dikkatimi dağıttı. Christian, Mirabelle ve Santo Costelli… Cortez ve Mia Corvo… Buradaydılar. Dante ile göz göze geldiğimde, biraz önceki cümlesinin gerçek anlamını kavradım.
“Seni herkese göstermek, kendimi ve kalbimi sana açmak için her şeyi yapmaya çalışıyorum.”2
Beni, ailesiyle ve ailesi kadar değer verdiği insanlarla tanıştırıyordu.
Christian önden yürüdü ve önümde durdu. Yüzümdeki gerginliği fark etmişti. Dante’ye baktığında, her nasılsa her şeyi anlamış gibiydi. Sonra bana döndü ve elini uzattı.
“Merhaba Lucia. Seninle tanışma fırsatımız olmadı. İsmim Christian Costelli.”
Oldukça kabaydım ama aldırmadım. Gülümsedi. Oldukça yakışıklı bir adamdı. Lakabının Ares, yani savaş tanrısı olduğunu duymuştum. Costelliler, baş liderdi ve Christian’ın bir gün o konuma geçmek için yetiştirildiğini biliyordum.
Üzerimdeki elbiseyi inceledi. Gözleri kocaman açılmıştı.
“Bu akşam büyüleyici görünüyorsun.”
Utangaç ve tatlıydı. Her zamanki gibi.
Bu söz, Santo Costelli’ye aitti. On sekiz yaşlarında, abisi kadar yakışıklı ama daha utangaç bir genç adamdı. Utangaçlığını hissetmeme rağmen, beni o kadar dikkatle süzüyordu ki şaşırmıştım. Esas ilgimi çeken şey, bir gözünün mavi, diğerinin yeşil olmasıydı.
“Adım Santo Costelli. Sizinle tanıştığıma memnun oldum.”
Gülümsemeye çalıştım. Ardından Mia yanıma geldi ve bana sarıldı.
Gerginliğimi fark etmişti. Algıları yüksek ve zeki bir kızdı.
Samimi bir şekilde konuştuğumda gözleri parladı. Hemen ışık dolu bir gülümseme sundu bana.
“Ben de iyiyim. Abimle de tanışmadın.”
“Merhaba Lucia. Adım Cortez Corvo.”
“Hadi hepimiz oturalım. Nonna harika şeyler yapmış.”
Christian’ın sözüyle herkes yerini aldı. Kızlar, Santo ile içeriden tabak, bardak ve çatal bıçak getirmek için mutfağa geçtiler. Bu sırada Christian’ın bakışları üzerimdeydi. Yüzümü inceliyordu. Tıpkı Santo gibi, ilgiliydi. Göz göze geldiğimizde bakışlarını çevirmedi. Dante gibi egosu biraz yüksekti.
“Her zaman yanında olacağımızı bilmeni istiyorum.”
Madem açık konuşuyorduk, ben de buna uygun davranıyordum. “Sanırım Dante yüzünden.”
Bu cümlesinden sonra, Christian ile Dante arasında kısa, ama anlamlı bir bakışma yaşandı. O sırada Mia ve diğerleri masaya geldi. Christian, masanın başına geçerken Mia yanıma, Mirabelle onun karşısına oturdu. Cortez ile Santo da karşılıklı yerleştiler. Kızlar, sohbetin içine her zamanki gibi neşelerini katmış, etrafa kahkahalarla karışan bir sıcaklık yaymışlardı. Ben dinlemeyi tercih ettim.
Bu kez Santo’nun da katıldığı sohbet beni epey güldürdü. Onun bu kadar rahat olmasını beklemiyordum. Keyfimi kaçıran tek şey, Christian, Cortez ve Dante’nin üzerimde gezinen yoğun bakışlarıydı. Özellikle Dante’ninkiler… Hayranlık, tutku, özlem, gerginlik, aşk ve korku… Her şey birbirine karışmıştı.
Bir ara müsaade istedim. Ama tuvaletin yerini bilmediğim için Dante de benimle gelmek zorunda kaldı. İçeri doğru ilerlerken, eli her zamanki gibi belimdeydi.
Bakışlarımı gördüğünde pes etti. Elini çekti. Sessizce birinci kata ilerledik. İçeri girmeden önce Dante’ye döndüm. Gözlerim, onun gözlerinin içine saplandı.
“Bu yemeğin tek sebebi beni herkesle tanıştırmak mıydı?”
“Evet ve hayır. İlk yarım saat içinde kaçacağının, en azından kaçmaya çalışacağının farkındaydım.”
Her şeyi bilmesinden nefret ediyordum. Beni tanımasından da… Kapıyı yüzüne çarparcasına kapattım. Aynanın karşısına geçtim. Yüzüm kızarmış, ellerim titriyordu. Öfkeyle dolup taşan kalbim, boğazımdaki düğümü sıkıyordu adeta. Bana hiçbir şey söylememişti… ama beni bu kadar iyi biliyordu. Beni hayatına alır gibi yapıp, tüm gerçekleri saklıyordu. Bu… bu sevgi değildi. Öyle değil mi?
Tam o sırada, arkamdaki duvarda yer alan nişte bir nesne gözüm takıldı. Dehşetle döndüm. İki siyah tüy… Oradaydı. Titreyerek ilerledim. Elime aldığımda yine bir not iliştirilmişti üzerine.
“Sana verilen rolleri oynamıyorsun, kendi rolünü de seçmiş değilsin. Söyle bana, S… Aynaya baktığında sadece suretini mi görüyorsun, yoksa geçmişin gölgeleriyle şekillenmiş bir yabancıyı mı? Sen kimsin, gerçekten?”
Nefesim ciğerlerimde asılı kaldı, sanki zaman bir anlığına dondu. Kalbime, katranı andıran ağır bir karanlık çöktü — tanıdık ama her defasında farklı bir ağırlıkla gelen o karanlık. Annemi ve Chloe’yi yitirdikten sonra değişmiştim. İçimde büyüyen boşluğu inkâr etmeyi bırakmış, onunla yaşamayı öğrenmiştim. Fakat bu an... başka bir şeydi. Daha derin, daha işgalci.
Mantığım, üzerine dökülen koyu katran gibi yavaşça karardı; neyin doğru, neyin gerçek olduğunu ayırt edemez hale geldim. O anda, geçmişin hayaletleri zihnime üşüştü. Dante’nin yokluğunda… bir başka acı gelip karşıma dikilmişti. Aldığım her yara, peşimdeki takipçi, Chloe’nin ölümü… Hepsi, onun beni geride bıraktığı zamanlara denk geliyordu.
Bir de tüyler… o tüyler. Her biri bir işaret gibiydi. Onları bulduğumda, hep oradaydı — ya yakınımda, ya da gölgelerime değecek kadar uzakta. Rastlantı mıydı bu, yoksa daha büyük bir şeyin sessiz fısıltısı mı?
Şimdi, kendime tek bir soru sorabiliyordum: Ne gerçekti, ne hayal? Ve bu karanlığın içinde, hâlâ inanmam gereken bir anlam kalmış mıydı?
Kapıyı hızla açtığımda karşımdaydı. Gözlerindeki endişeyi görmek istemiyordum. Elimdeki siyah tüyleri kaldırdım. Gözleri karardı. Sert adımlarla yanına gidip tüyleri göğsüne bastırdım.
“Tüm bunlar ne demek, Dante Corvo?”
“Benden her gittiğinde yaralandım. Ya da Chloe yaralandı. Ne zaman beni arkanda bıraksan, kötü bir şey yaşandı, Dante. Sonuncusunda… Chloe öldü. O gece ben de ölebilirdim. Eğer bana o gece veda etmeseydin… arkandan gelmeyecektim. Chloe beni takip etmeyecekti. Kaçırılmayacaktık.”
“Şimdi, aylar sonra karşıma çıkıyorsun. Beni bu eve getiriyorsun. Peki karşımda ne buluyorum? Bana bir açıklamadan fazlasını borçlusun, Dante Corvo!”
Elimdeki tüyleri aldı. Notu okuduğunda, gözleri dehşetle açıldı. Sonra gözlerini benimkilere kilitledi.
“Sana zarar verebileceğimi nasıl düşünürsün?”
“Her şeyi çözeceğim, Dante Corvo. O güne kadar karşıma çıkma!”
Beni durdurdu. Kollarına hapsetti.
“Sana asla zarar vermedim, S. Vermem.”
Öfkeliydim. Ona tekme atmaya çalıştım. İkincisinde başardım. Beni kısa bir an için bıraktığında hemen uzaklaştım. Ama fazla ilerleyemedim. Beni yakaladı, kendine çekti. Sırtım göğsüne yaslandı. Eskiden olduğu gibi… yine onun kollarındaydım.
“Kendine bunu yapma. Sinirlenme, üzülme. Sana her şeyi sunacağım demiştim, S. Bu asla değişmedi.”
O sırada Christian karşımızda belirdi. Dante’nin kollarında çırpınıyordum. Christian’ın yüzü şaşkın, ama endişeliydi.
“Bu eve kimin girdiğini bul. Bugün, dün…”
Dante, beni bırakmadan arkamızdaki bir yeri işaret etti. Christian, oraya gidip geri döndüğünde elinde tüyler ve bir not vardı. Okumuştu. Öfkesini gizlemiyordu. O an… Dante ile ne kadar benzediklerini ilk kez fark ettim.
“Son kez söylüyorum Dante, beni bırak.”
Ama bırakmak yerine beni kendine çevirdi. “Yapma bunu bize.”
“Bu duruma sebep olan sensin. Sana daha önce de söyledim. Gerçeklere ihtiyacım var. Benden sakladığın her şeye…”
“Canım istediği için mi böyle davrandığımı sanıyorsun? Hayır güzelim. Tek sebebi seni korumam.”
“Bana bir şey söyle, Dante. Tek bir gerçek.”
Dudakları ip gibi gerildi. Dudaklarından çıkmak için sabırsızlanan cümleleri hissedebiliyordum, ama sustu. Çıldırmak üzereydim. İçimdeki acıyı tutan dikişler, hızla gerildi. Acı… karanlık kadar derin ve yoğundu. Dikişler patladı. Kan, tüm hücrelerime yayıldı.
Son sözler, birbirini seven insanlar içindi. Chloe ile benim için. Ama ben, onun son sözlerini bile duyamamıştım. İçimde hiç susmadan haykıran o ses… bunun sadece kaderin hatası olmadığını söylüyordu.
Dante’yi göğsünden sertçe ittim. Her ikisine de sırtımı döndüm. Merdivenlere yöneldim ve diğerlerinin yanına gittim. Masadaki çantamı alırken gülümsemeye çalışsam da yüzümdeki buruk ifade kimsenin dikkatinden kaçmadı.
“Üzgünüm, ama gitmek zorundayım.”
“Lucia iyi misin? Yüzün bembeyaz.”
Yavaşça ona döndüm. Sesim, olması gerekenden daha kısıktı.
Arkamdan gelen ayak sesleriyle birlikte içime bir telaş düştü. Kalbim hızlandı. Bu güzel akşam için herkese teşekkür etmeliydim. En azından bir veda edebilmeliydim.
“Bu güzel akşam için hepinize teşekkür ederim.”
Tam arkamı dönmüşken, fazla uzaklaşamadan bir el kolumu yakaladı. Bakmadan bile onun Dante olmadığını biliyordum.
Christian karşımdaydı. “Seni ben bırakacağım.”
Diğerlerine dönüp kısa bir açıklama yaptı.
Dante’nin yüzüne bakmak istemiyordum. Yalnız içimdeki merak, kontrol edemediğim o his beni zorladı. Gözlerim onu buldu. Bakışlarında bir parça ölmüştü sanki. Ama öfke… her zamanki gibi oradaydı. Karanlığı gibi.
Christian’la birlikte arabasına ilerledik. Adamlarımız da hareketlendi. Kapımı nazikçe açtı. Hareketleri kontrollü ve özenliydi. İçeri geçtiğimde, yanımdaki koltuğa oturdu.
“Onu dinlemeyeceğini görüyorum. Peki, beni dinleyecek misin?”
Direksiyonu kavrarken iç geçirdi. “Tanrım… hayatımda tanıdığım en inatçı ve dik başlı ikinci kadınsın.”
Arabayı çalıştırırken söylediği bir cümle kafamı karıştırdı.
“Ailenden gelen bir özellik sanırım.”
Bir anda başımı ona çevirdim. Ailemi tanımıyordu ki. Beni bile tanımıyordu. Başka bir şey söylemedi. Sessizce arabayı bağ evinin çıkışına yönlendirdi. İçimde öfke… kabaran dalgalar gibiydi. Camdan dışarıyı izledim. Eve varana kadar tek kelime etmedik.
Eve vardığımızda, arabadan inmeden kolumu yeniden yakaladı.
“Benimle konuşmuyorken, tahminlerde ve çıkarımlarda bulunmam sana garip mi geliyor, Christian?”
“Sana anlatamamasının bir nedeni var, Lucia. Seni koruyor.”
Yüzünü dikkatlice inceledim. Dudaklarımın kenarında acıdan doğan alaycı bir gülümseme belirdi — iradem dışında, kendiliğinden.
“Biliyorsun, değil mi? Bana anlatmadığı her şeyi biliyorsun.”
Gözlerinde acı vardı ama sesi sakindi.
“Sana tek bir şey söyleyeceğim, Lucia. Dante seni ölesiye seviyor. Bu hayattaki en büyük planı seni kurtarmak.”
“Kimden? Doğru soruları sormazsan, doğru yanıtlara erişemezsin.”
Of… ikisi de aynıydı. Christian’ı tanımadan bile ona sinir olmayı başarmıştım.
“Tamamı bana ait olmayan bir sır taşımak zorundayım, Lucia. Bu yüzden sana söyleyemem. Ama Dante seninle konuştuğunda… onu dinle.”
“Bir başkası sana bunları anlatmamalı.”
Sorgulayan bakışlarımı gözlerine diktim.
“Çünkü gerçekler sandığından daha korkutucu. İnan bana… gerçekleri duymak istemeyeceksin.”
“Ben her zaman gerçekleri tercih ederim. Yalandan daha korkutucu bir şey olmadığına inanırım.”
“Var, Lucia. Senin hikayende… gerçekler, yalanlardan daha korkunç.” Kolumu yavaşça bıraktı. “Şimdi hepimize, hatta hayata öfkelenmeyi kesmelisin. Ağır şeyler yaşadığını biliyorum ama yanında olacağız. İstesen de istemesen de. Ayrıca ondan uzaklaşma. Çünkü sensiz yok oluyor. Hiç oluyor, Lucia. Bunu ona yapma.”
Sözleri öyle içten gelmişti ki… bir an duraksadım. Onun kendi hikayesini merak ettim.
“Hiç oluyor… Sen de bunu yaşadın, değil mi Christian Costelli?”
“İyiliğin için fazla zekisin.”
Başını önüne eğdi. Gözleri boşluğa daldı.
“Kalbini verdiğin kişi seni görmüyorsa… görmek bile istemiyorsa… ve kader sizi her adımda birbirinizden uzaklaştırıyor hatta ayırıyorsa… hiçliğe karışıyorsun, Lucia. Ben yıllardır bu hâlde yaşıyorum.”
Bir şey söylemek üzereydim ki, elini kaldırıp beni susturdu.
“Carlo ve Adrian’ı daha fazla endişelendirme.”
Camdan dışarı baktım. İkisi de kapının önündeydi. Bekliyorlardı. Endişeyle.
“Beni bıraktığın için teşekkür ederim.”
Muzip bir tavırla gülümsedi. İstemesem de, ben de gülümsedim. Arabadan inip Carlo ve Adrian’a yaklaştım. Beni gördüklerinde ikisi de tepkilerini gizleyemedi.
“Seni neden Christian bıraktı?”
İçeri geçtik. Çalışma odasına yöneldik. Saklamadan, tek bir detayı atlamadan bu akşamın tamamını anlattım. Ama yorgundum. Ruhum, bedenimi yavaşça yere çekiyordu. İzin istedim ve odamın yolunu tuttum. Elbisemi hızla çıkardım ve kendimi duşa attım. Suya değil, unutuşa ihtiyacım vardı. Ama zihnim… hep aynı yere takılıyordu.
Dante. Siyah tüyler. Not ve o sorular.
Yatağa uzandım. Gözlerimi kapattığımda tek bir şeye emindim. Esther Vipera’yı en kısa sürede bulacaktım. Gerekirse bunun için dünyanın altını üstüne getirecektim.
Karanlık beni kollarına uykudan önce aldı. İçimdeki ışık söndü ve alevler yok oldu.
Dante yokken, ateş asla olmuyordu.
Dante
Christian’la göz göze geldiğimizde, hiçbir şey söylememe gerek kalmadı. Gözlerimden her şeyi okudu. Lucia’yı yalnız bırakma. Bu kadar.
Birlikte evden çıkıp gittiklerinde, Mia’nın sesi beni düşüncelerimden çekip aldı.
Sertleşen ses tonumu bastırarak yanıt verdim.
“Biz biraz Cortez’le içeride olacağız. Endişelenmeyin.”
Cortez, endişesini gizleyemeden hızla ayağa kalktı ve peşim sıra geldi. Çalışma odasına girdiğimizde elimdeki siyah tüyleri ve notu ona uzattım. Okur okumaz öfkelendi. Onun öfke kontrolü her zaman benden berbattı. Sabırsızdı. Hemen harekete geçmek isterdi.
“Bu yüzden gitti. Peki… babam… yani Eduardo, buraya geleceğimizi nasıl bilebilir abi?”
Gözlerimi kaçırmadan konuştum.
Zaten bizi takip ettirdiğini biliyorduk ama bu başka bir seviyedeydi. Fazlaydı. Söyleyecek bir şey bulamadım çünkü zihnimde binlerce ihtimal dönüp duruyordu. O anda telefonum titredi. Ekrandaki mesajı okuduğumda, göğsümde buz gibi bir şey çözüldü.
“Benimle yeni bir oyuna hazır mısın, Dante Corvo? Yalnız bu sefer bir fark var. Artık karanlıkta göz kırpmayacağım. Lucia’yı da karanlıkta bırakmayacağım.”
Parmaklarım klavyeye kilitlendi. Yanıtımı tereddütsüz yazdım.
“Ona bir kez daha zarar verirsen seni mahvederim. Ortada oyun falan kalmaz.”
Yeni bir mesaj geldi. İçimdeki her şeyin buz tuttuğu anlardan biriydi.
“Dikkat et oğlum… Yoksa Lucia’yı kaybedeceksin. Her anlamda.”
“Sakın ona dokunma Eduardo. Sakın ona yaklaşma. Bu son uyarım.”
Gönderdim. Ama mesaj iletilmedi. Hattını yine değiştirmişti. Tam da onun tarzı. Eduardo… Bir canavardan farksızdı. Gölgelerde saklanan, iz bırakmayan, kendini karanlığa ustalıkla gizleyen bir yaratık. Onu gerçekten bulabilecek kadar güçlü olsaydım, bu işi yıllar önce bitirirdim.
Bir kez geçmişte onu alt ettim. Ama kaçmasına engel olamadım. Ne ben, ne de diğerleri… Başımı çevirdim, Cortez’e baktım. Sessizce onayladım.
Başımı salladım. Kararımı verdim.
“Hadi, herkesi alalım ve buradan gidelim. Şimdilik burada yapacağımız bir şey yok.”
“Bu gece kimse bir şeyden şüphelendiğimizi anlamamalı. Yarın sabah özel bir ekip buraya gelecek. Ayarlayacağım.”
“Peki abi. Önce Costelli malikanesi mi?”
Cortez ve ben herkesi topladık. Arabalara geçtik. Diğerleri Cortez’in yanındaydı. Yolda Christian aradı. Malikaneye doğru yola çıktığını söyledi.
Malikaneye vardığımızda yorgunluk hepimizin üzerine çökmüştü. Mia, sessizce Mirabelle’in odasına yöneldi; Santo ise bir kelime etmeden kendi odasına çekildi. Ev, kısa sürede ağır bir sessizliğe büründü — nefes alan ama konuşmayan bir sessizlikti bu. Kimseyi rahatsız etmeden çalışma odasına geçtik. Koltuklara oturduk; hava gergin ama bekleyiş doluydu.
Sessizliği ilk bozan Christian oldu. Lucia’yla yaptığı konuşmaları, en ufak ayrıntısına kadar anlatmaya başladı. Ben de cebimden telefonu çıkardım. Eduardo’nun mesajlarını gösterdim. Siyah tüyleri ve notu zaten biliyorlardı. Hepsinin anlamı bizim için açıktı. Bir tehditti. Açık ve net.
Düşüncelerimizin sessizliğinde kaybolmuştuk ki, Cortez’in telefonu çaldı. Tereddütsüz dışarı çıktı. Christian bir süre konuşmadı, sadece gözlerini kaçırmadan baktı. Sonra başını yavaşça bana çevirdi. Yüzünde tanıdık bir ifadeyle karışık bir gülümseme vardı — içinde özlem saklıydı… ve yıllardır değişmeden duran o kederli bakış.
“Bu gece Lucia’ya bir şeyleri söylememekte zorlandım. Sen bunu uzun bir süre nasıl başardın?”
“Hayatı söz konusu, Christian. Ne yapabilirdim ki?”
Bir an sustu. Sonra fısıltıya yakın bir sesle devam etti.
“Ona kendini nasıl affettireceksin? Bir yolunu bulacağından eminim ama.”
Gözlerim karardı. Kararım kesindi.
Yanıtlamadım. O da konuyu uzatmadı.
Başımı salladım. “Ben burada olacağım. Nasılsa uyuyamıyorum.”
Cortez odaya dönünce, Christian ayağa kalktı.
“Cortez, bu gece burada kalıyorsunuz. Seni misafir odalarından birine götüreyim.”
Cortez bakışlarını bana çevirdi; gözlerinde sessizce sorulan sorular vardı. Cevap vermedim, sadece Christian’ı onaylarcasına başımı hafifçe salladım. Konuşmaya hazır olmadığımı anladı — daha fazlasını zorlamadı. Ardından, sessiz bir anlaşmayla Christian’la birlikte odadan çıktılar.
Ben… tüm gece düşündüm. Her ihtimali tarttım; her riski, her acıyı. Sonunda harekete geçmeye karar verdim. Özel bir ekip kurdum. Sabah altıda, hepsi bağ evine doğru yola çıktı. Yeni işe aldığımız adamları ise farklı bir ekip gölge gibi izleyecekti. Öte yandan, uzun süredir bizimle çalışanlar dijital gözetim altındaydı. Bilgisayar uzmanlarım, attıkları her adımı, yazdıkları her mesajı takip edecekti. Güven, artık yalnızca bir duygu değildi — doğruluğu kanıtlanması gereken bir veriydi.
Saat yediye doğru alt kattaki banyoya indim. Kendime çeki düzen verdim. Sonra Christian ve Cortez’e mesaj attım. Durumu bildirdim. Bir süre Lucia’nın yanında olacağımı söyledim. Sonra evden çıktım. Arabama atladım ve Amato malikanesine doğru yola çıktım.
Onsuz olamıyordum. O benim tatlı işkencemdi. Vereceği her acıya en başından razıydım. Ama yokluğuna asla.2
Lucia
Sabah güneşinin odama dolmasına rağmen içimdeki karanlık yerinden bile kıpırdamadı. Işık, bazı karanlıkları aydınlatamazdı. Hele ki o karanlık, içinden büyümüşse… Dante, karanlığımı büyütüyordu. Hem de her seferinde.
En önemlisi de, böyle sevilmek yorucuydu. Onun sıcaklığına teslim olmakla, kendi sınırlarımı korumak arasında ince, yıpratıcı bir çizgide sıkışıp kalmıştım. Seviyordum onu — bunu inkâr edemezdim. Yine de içimde eksik bir şeyler vardı. Kalbimi böylesine sahiplenen bir adamın, aklımda hâlâ cevap bulamamış sorular bırakması… belki de en çok orası canımı yakıyordu.
Yatakta oyalanmadım. Uykusuzdum zaten. Vücudum yataktan kalktı ama aklım hâlâ dün geceyle boğuşuyordu. İçim huzursuzdu. Esther’in bana ya da sevdiklerime bir şey yapmasına bir daha izin veremezdim. Onu bulmalıydım. Gerekirse tek başıma da olsam, bu savaşı verecektim.
Askılı bir bluz geçirdim üstüme. Altına mini etek ve spor ayakkabılarımı giydim. Saçlarımı yarım topladım, telefonumu kaptım ve odadan çıktım. Kahvaltıya indiğimde Antonio dışında herkes masadaydı. Masadaki sessizlik boğucuydu. Ben gelince daha da belirginleşti. Belli ki konuşuyorlardı ve ben gelince sustular.
Yerime geçip oturdum. Kendime bir kahve aldım. Henüz bir yudum bile içememiştim ki, içeri görevli biri girdi. Carlo’nun yanına eğilip fısıltıyla bir şey söyledi.
“Neden burada olduğunu da söyledi mi?” diye sordu Carlo.
Carlo’nun gözleri bana döndüğünde, içime doğan şeyin doğru olduğunu anladım.
Başını salladı. Ayağa kalktım.
“Bu durumla benim ilgilenmeme izin verir misin?”
“Yapma bebeğim. Birbirinize iyi gelmiyorsunuz.”
“Bunu onun da anlamasını sağlarım. Belki.”
İç çekti. Yüzündeki ifadeden beni durdurmak istediğini biliyordum ama artık çok geçti. Arkamı dönüp yürüdüm. Peşimden geleceğini biliyordum ama yine de durmadım.
Evden dışarı çıktığımda… karşımdaydı. Dünkü kıyafetleri üzerindeydi. Yorgun, bitkin, hatta biraz… çaresizdi. Yanına kadar yürüdüm. Önünde durdum. Sustum. O konuşmadı. Bakışları kıyafetlerime kaydı. Sonra kaşları çatıldı. Sertleşti.
“Buraya bunu söylemek için mi geldin?”
“Seninle konuşmam gerekiyor, S.”
“Sana yalvarmamı mı istiyorsun? Onu da yaparım.”
Donakaldım. Karşımda yorgun değil, çaresiz bir Dante vardı. O kadar tanıdık ve bir o kadar da yabancıydı ki ne yapacağımı bilemedim.
“Lütfen benimle gel, tatlı işkencem.”
Beni böyle çağırdığı her an, içimde bir şey kırılıyordu.
Arkamdan gelen sesle irkildim. Carlo’ydu. Sonra başka ayak sesleri duyuldu. Adrian da yanımızdaydı.
“Lucia ile özel olarak konuşmam gerekiyor.”
İkisi de Dante’nin yüzüne baktı. Şaşkındılar. Benim kadar.
“Neyin var?” diye sordu Adrian.
Dante susacak gibi oldu. Ama birkaç saniye sonra, neredeyse bir fısıltıyla konuştu.
Bakışlarını tekrar bana çevirdi. Gözlerindeki yorgunluk içimi parçaladı. İyi değildi. Bunu inkâr edemezdim.
Dudaklarımı kemirdim. O hali… o bitkin, ama hâlâ beni isteyen hali… Geri dönmemi imkânsızlaştırıyordu. Hem merak, hem vicdanım ele geçirmişti beni.
Yüzünde bir şey belirdi sanki. Bir duygu… ama yakalayamadım. Donuktu. Çok donuktu. Carlo’ya döndü.
“Dün akşamki gibi olmayacak. Emin olabilirsin.”
Carlo bakışlarını onun üzerine dikti. Dudakları aralandığında, sesi yumuşak değildi; kelimeleri, içini yıllarca oymuş bir gerçeğin sivriliğiyle döküldü.
Elimi nazikçe tutup beni arabaya doğru götürdü. Kapıyı açınca içeri girdim. Yanıma geldiğinde hareketleri de kendi kadar donuktu. Arabayı çalıştırdı ve yola çıktık. Bu kez “Nereye gidiyoruz?” diye sormadım. Hatta, ilk kez merak bile etmedim.
Yol bir anda değişti. Asfalt yerini çakıllı, dar bir yola bıraktı. Etrafımızı çalılıklarla çevrili ağaçlık alanlar sarmaya başladı. Navigasyon sinyali kesilmişti, telefonumda hâlâ şebeke vardı ama sinyal zayıftı. Sessizliğin içindeydik. Arabanın motor sesi dışında hiçbir şey duyulmuyordu. Ne kuş, ne rüzgâr, ne insan sesi.
Yol, birkaç kilometre boyunca kıvrılarak devam etti ve sonra sanki haritadan silinmiş bir bölgeye girdik. İki yanda uzun çitler yükseliyordu. Elektrikli tel olup olmadığını bilmiyordum ama dışarıdan bakıldığında, net bir sınır çizilmişti. İçerisiyle dışarısı arasında görünmez bir çizgi vardı artık. Biz, o çizgiyi çoktan geçmiş durumdaydık.
Sanki gözle görülemeyen bir gözetleme vardı üzerimizde. Camın dışına baktım. Etrafta tek bir insan yoktu ama birileri bizi izliyormuş gibi bir his vardı içimde. Her yerde adamlar olduğuna emindim ama bunu ispatlayamazdım.
Koruluklar... Ucu bucağı olmayan üzüm bağları... Her şey düzenli, sessiz ve kontrol altındaydı. Yaşam belirtisi yoktu ama tam da bu yüzden bu kadar rahatsız ediciydi. Doğa gibi görünen her şey, belli ki titizlikle planlanmıştı.
İşte o an, içimde yükselen soğuk bir ürperti omurgamdan aşağı indi. İçgüdülerim sessiz çığlıklar atıyordu. Arabanın içinde olmama rağmen kendimi dışarıdan izleniyormuş gibi hissettim. İlk defa açık bir korku sarmaya başladı içimi.
“Burası neresi?” diye sordum, sesi titreyen benliğime rağmen.
“Costelli, Corvo ve Sargazzo arazisi,” dedi. “Gözlerden uzak, bilinmez ve bize ait. Bizim dışımızda ya da bilgimiz dışında henüz giren biri olmadı.”
Bu cümle, az önce içimde beliren karanlık hislerin özetiydi. Sağ tarafa saptık. Yaklaşık on dakika sonra, geniş bir demir kapıya geldik. Araç yavaşladığında otomatik sistem devreye girdi. Plaka tanıma sistemi ışıkla yanıp söndü, ardından kapılar ağır ağır açıldı. Yoldan çıkıp özel mülke girdiğimizde, arazinin ne kadar büyük olduğunu ancak o zaman fark ettim. İki tarafımızda hareket sensörlü güvenlik kameraları yerleştirilmişti. Her biri gece görüşlü, çevresel ısıyı algılayabilen türden.
Göz alabildiğine uzanan arazinin sağ tarafında üzüm bağları, sol tarafında ise sık ormanlık alan vardı. Doğal yapı bozulmadan, neredeyse bir gözetleme labirentine dönüştürülmüş gibiydi. Aracın içinde sessizdim ama içimdeki huzursuzluk her adımda büyüyordu. Haklıydı. Buraya izinsiz giren biri olsaydı, saniyeler içinde fark edilirdi.
Yol kıvrıldığında karşımda devasa bir yapı belirdi. Malikane, modern mimariyle inşa edilmişti ama dış cephesi doğal taşlarla kaplanmıştı. Hem gösterişli hem de çevreye uyumlu bir yapıydı. Çevresi güvenlik duvarlarıyla çevrilmiş, köşe noktalarına drone iniş rampaları bile eklenmişti. Ana girişin hemen önünde iki silahlı koruma nöbet tutuyordu. Bahçede ise birkaç eğitimli köpek, alanı devriye geziyordu.
Eve girmeden önce, giriş paneline yaklaştı. Avuç içi tarayıcıya elini yerleştirdi. Ardından göz tarama sistemi devreye girdi. Parmak izini de tanıttıktan sonra, ekran parladı.
“Erişim onaylandı. Hoş geldin, Dante.”
Kapı otomatik olarak açıldı. İçeri adım attığımızda zeminden tavana kadar uzanan geniş dijital ekranlar dikkatimi çekti. Ev bir yapay zekâ sistemiyle entegre çalışıyordu. Işıklar, ısı dengesi, güvenlik kameraları, hatta camların opaklığı bile tek merkezden yönetiliyordu. Hiçbir şey rastlantısal değildi.
“Bu sistem...” dedim, gözlerimi büyüterek etrafı süzerken.
“Tam otomasyonlu. Evin tüm kontrolü entegre yazılımla sağlanıyor. Güneş paneli destekli elektrik sistemi var. Uydu bağlantısı üzerinden sürekli veri alıyor. Kimse izinsiz yaklaşamaz.”
“Bugün kimse ortalıkta olmayacak.”
Elimi yakaladı ve beni merdivenlere götürdü. İki kat çıktık. En üst kata.
“Kardeşlerim alt katta kalıyor. Bu kat tamamen bana ait,” dedi.
Koridorun sol tarafındaki odaya ilerledik. Kapıyı açtığında bir yatak odasıyla karşılaştım. İçeri adım atar atmaz, içimde beliren panikle baş edemedim. Ama gözlerim odanın detaylarına takıldı, bakmadan edemedim.
Oda, sanki onun iç dünyasının bir yansımasıydı; karanlık, kusursuz bir düzen içinde ama dokunulmaz bir soğuklukla çevriliydi. Modern çizgilerle tasarlanmıştı, her şey olması gerektiği gibiydi ama fazlasıyla mesafeliydi. Köşelere yerleştirilmiş birkaç kişisel eşya ise sanki geçmişinden arta kalan, zamanla silinmiş anıların gölgesiydi.
Yatak başında duran metal çerçevede, solmuş bir çocukluk fotoğrafı dikkatimi çekti. Cortez, Mia ve Dante yan yanaydı. Ama Dante’nin yüzünde ne bir gülümseme vardı ne de masumiyet. Sanki çocuk bile olmamıştı. Ya da çok erken büyümek zorunda kalmıştı. Sonra ona döndüm.
“Niye buradayız?” diye sordum, sesim biraz daha tiz çıkmıştı.
Kapıyı kapattı. Kilidi çevirdiğinde panik daha da arttı içimde.
“Beni dinlemeden bu odadan gidemezsin, S.”
“Dinleyeceğim, ama önce kilidi aç.”
“Hayır. Şimdi istediğin yere geçebilirsin.”
Üzerime yürüdüğünde korkuyla geriye çekildim. O durmadı. Ben de. Beni ittiğinde yatağa düştüm. Onun yatağına. Sonra kalbimin boğazımda atmasına neden olan bir şey yaptı. Ceketini çıkarıp yere fırlattı. Ardından gömleğinin düğmelerini yavaşça açmaya başladı. Gözlerimi kapadım. Bu, onu sporda ya da dövüşte görmem gibi bir şey değildi. Yanaklarım alev alevdi. Göreceklerime hazır değildim. Her ne planlıyorsa, hiçbir şeye hazır değildim.
Ayak seslerini duydum. Önümde durduğunu hissettim.
Başımı iki yana salladım. Çenemi kavradı.
Onu dinlemedim. Belki vazgeçerdi. Her ne yapıyorsa dururdu.
Dudakları dudaklarıma kapandığında, ilk kez aşk yerine çaresiz bir çırpınış vardı içinde. Ümitsizliğinin tadını alabiliyordum. Buna rağmen yakıcıydı. İç acıtıcı ama alevler tenimi yakmaya başlamıştı. Hafifçe geri çekildi ve dudaklarıma doğru fısıldadı.
“Bana bakman gerekiyor, tatlı işkencem.”
Gözlerimi yavaşça araladım. Odanın loş ışığında neyle karşılaşacağımı bilmeden başımı çevirdim. Bakışlarım onun gözlerine takıldığında, zaman bir anlığına durdu. Sessizliğin içinde nefes alışlarımızın sesi yankılandı.
Yavaşça doğruldu. Gövdesi üzerindeki örtü kayarken, soluk tenindeki izler birer birer görünür hâle geldi. Kolları… Göğsü… Omuzları… Morluklar, çürükler, dikiş izleriyle doluydu. Her biri başka bir savaşın, başka bir gecenin sessiz tanığıydı.
Hayatta her zaman beklenmeyene hazırlıklı olmak gerekirdi. Fakat bunu… bunu beklemiyordum.
“Sana ne oldu?” Sesim titredi. Kalbimse çoktan boğazıma çıkmıştı.
“Gerçeği istedin,” dedi gözlerini gözlerime dikerek. “Ve ben sana zarar vermeyecek tek gerçeği sunuyorum.”
“O gece yanına gelememe sebebim buydu.” Gözleri bir anlığına uzaklara kaydı. “Sadece siz kaçırılmadınız.”
“Ne?” Sesim bir çığlık gibi yükseldi ama tınısı, odanın soğuk duvarlarında sönümlenen bir yankı gibi zayıftı. “Sen ne diyorsun Dante?”
“Yanına aylarca bu yüzden gelemedim. İstediğimden değildi.”
“Kim?” dedim neredeyse fısıltıyla. Cevap almak istiyordum. Gerçek, bütün ağırlığıyla üzerime çökmüştü.
“Doğru soruları sormaya başladın,” diye mırıldandı. Yüzünden acı dolu bir ifade geçti. “Ama bu doğrudan sana söyleyebileceğim bir şey değil.”
Çenemi tuttu. Öfkemin yükseldiğini fark etmişti ama benden bir adım öndeydi. Yüzüme eğildi, gözlerini gözlerime sabitledi.
“Sana istediğin gerçeği vereceğim ama soru soramazsın. Ben ne kadarını sunuyorsam onunla yetinmek zorundasın. Şimdilik.” Dudakları tehlikeli bir kararlılıkla kıvrıldı. “Beni anladın mı, tatlı işkencem?”
“Düşmanımız ortak. Tüm bilmen gereken bu.” Bir an durdu. “Bir de… seni asla yalnız bırakmayacağım gerçeği.”
Dudaklarım hafifçe aralandı. O kadar derin bir şey söylüyordu ki, kelimelerin ardında sakladıklarını hissetmek mümkün değildi.
“Esther’den mi bahsediyorsun?” dedim, farkında olmadan.
Kaşları çatıldı. “Soru soramayacağın konusunda anlaşmıştık.”
“Üzgünüm. Tüm anlatabileceğim bu. Şimdi… bana inanıyor musun?”
Bir an sessizlik oldu. “Peki ya tüyler… ve diğer her şey? Yaşananlar?” dedim yine de, ne kadar susmam gerektiğini bilsem de.
“Seni koruyacağımı, hatta senin için öleceğimi bilen bir düşmanımız var, Lucia. Bu yüzden beni senden uzaklaştırdığı zamanlarda… o acılar yaşandı. Hepsi bir mesajdı ve sen, o mesajların ortasında bırakıldın.”
Başımı önüme eğdim. Ne kadar öfkeli olursam olayım, iç sesim hâlâ ona güvenmem gerektiğini fısıldıyordu. Kalbimse zaten çoktan kararını vermişti. Ayağa kalktım. Sessizce yanına ilerledim. Yara izlerine dokundum. Yaralarına dokunduğumda, gözlerinin bir anlığına karardığını gördüm. Belki de acı, dokunuştan değil; hatırlattığı anılardan geliyordu. Parmaklarım teninde gezinirken kalbim yavaşlamadan çarpıyordu.
“Acıyor mu?” diye sordum fısıltıyla.
“Acıyla baş ederim, S.” Gözlerini gözlerime dikti. “Her zaman ettim. Ama yokluğunun verdiği acıyla… baş edemiyorum.”
Kalbim kırılmakla yanmak arasında sıkışıp kalmıştı. “Dante…”
Gözlerini kapattı. “Günlerdir az uyuyorum ama son iki gündür hiç uyumadım. Bir süre yanımda kalsan ve…”
Kalbim ne istiyorsa, ona teslim oldum. Ayakkabılarımı çıkardım. Bu kez onu elinden tutan bendim. Sessizce yatağa uzandım, onu bekledim. Ayakkabılarını, kemerini çıkardı. Yavaşça yanıma uzandığında, arkamı döndüm. Bir kolunu başımın altına yerleştirdi, diğer koluyla beni karnımdan kendine çekti. Tüm bedenim onun sıcağına yaslandı. Kollarındaydım ama özgür değildim. Kalbim, onun esaretine rıza göstermişti. Bu, hiç de adil bir savaş olmayacaktı.
“Bu… beni affettiğin anlamına mı geliyor?”
“Henüz değil,” dedim yavaşça. “Ama sana dayanamadığım anlamına geliyor, Dante Corvo.”
Başını boynuma yasladı. Sıcak nefesi tenimde gezinirken, kalbim tek bir ritim bile atlamadan hızlandı.
Boynuma dudaklarını bastırdığında, vücudumda ince bir ürperti yayıldı. Ama o durmadı. Öpücükleri açgözlüydü… bir o kadar da şefkatli. İçten, dürüst ve sahipleniciydi. Sanki o an yalnızca benim varlığım dünyadaki tek gerçekti.
“Biliyor musun, S? Bu odaya daha önce kimse girmedi.”
Nefesini boynumda gezdirirken kokumu içine çekti. Ardından kulağıma doğru eğildi.
“Bu odada istediğim tek kadın sensin ve sen benim olana kadar durmayacağım.”
İçimde titreyen bir şey vardı. Bu kadar net oluşu korkutucuydu ama bir o kadar da etkileyici. Derin bir nefes aldım.
Beni kendine çevirdiğinde, parmaklarıyla belimden kalçama, oradan bacaklarıma doğru inen dokunuşu sabırsız ve arzuluydu. Ellerini yakaladım. Kontrolü ele almaya çalışsam da onun niyeti açıktı.
“Eteğinden cidden nefret ettim.”
“Ne istersem onu giyerim, Dante Corvo.”
Gülümsedi. Ama bu gülümseme… artık tanıdığım o Dante’ye aitti. Erkeksi, tehlikeli ve karanlık. Aynı zamanda baştan çıkarıcı.
“Benim istediklerimi giymek zorunda kalacağın zamanların gelmesini istiyorum. Bir an önce.”
Ona baktım, alaycı bir gülümseme dudaklarının köşesinde belirdi. Sözlerim havada asılı kaldı, ama o, yanıt vermeden sessizce başını çevirdi. Beni tekrar döndürdü. Sırtım yine göğsüne yaslandı. Karnımdaki eli, bluzumun altına süzüldü. Tenimle buluştuğunda, içimden bir ürperti geçti. Dokunuşu nazikti ama derin… bir nevi sahiplenici. Nefesim düzensizleşti.
“Uyu, tatlı işkencem. Benim de biraz kokunla uyumama izin ver.”
“Sana dokunmayacağım, sen istemediğin sürece. Ama seni hep koruyacağım, ömrümün sonuna kadar. Ve ne kadar inkâr edersen et, bir gün benim olacaksın. Sonsuza kadar.”
Gözlerimi kapatmak istedim ama dudaklarımda hâlâ bir soru vardı. Birkaç saniyelik sessizlikten sonra konuştum.
“Bunları daha sonra konuşalım mı, Dante?”
“Bunlar büyük sözler. Şimdiden bunlardan bahsetmemek en doğrusu olacak. Zamana bırakalım. Sonraki günler neler gösterecek, görelim ve birbirimize şartlar koşmayalım. Birbirimizi zorlamayalım.”
Bir süre sessiz kaldı. Sonra sesinde alışılmadık bir ciddiyetle konuştu.
Adını fısıldadım, ama içinde ne hayır ne evet vardı. Sadece onun adıydı, boğazımda takılı kalmış, kalbimle dudaklarım arasında yankılanan.
“Benim ol, S. Ben de yaralarımızı iyileştireyim.”
“Seni ikna edene kadar durmam.”
“Senin hastanım, tatlı işkencem. Bana acı bile versen, acıyı da severim. Bu beni mazoşist biri yapsa da durum bu. Şimdi uyu.”
Gözlerimi kapadım. Kollarında huzurluydum. Her şey olması gerektiği gibiydi. Birbirimize uyumlu, ama kırılmış mıknatıs parçaları gibiydik. Sürekli birbirimize çarpacak, birbirimizi çekecek ve ne kadar uzaklaşırsak uzaklaşalım hep geri dönecektik. Sanırım artık bunu kabullenmenin zamanıydı.
O an kulağıma fısıldadığı sözlerse her şeyi ateşe verdi.
“Kayıp cennetimsin. Kalbim hep senin verdiğin huzuru arıyor. Ama aynı zamanda cehennemimsin, S. Yokluğun da varlığın da yakıyor. En çok aşksın. Ben hep seninle sınanacağım belki… ama sen beni sınama. Yanımda ol ve beni sev. Sana bu dünyadaki her şeyden daha çok ihtiyacım var.”
Kokumu bir kez daha içine çektiğinde, ben dağılmak üzereydim. Ama o… beni gerçekten dağıttı.
“Herkes kaderine koşar, S. Ama ben sadece sana koşacağım. Çünkü kaderim sensin.”
Okur Yorumları | Yorum Ekle |