44. Bölüm

K4

kitsudaphne
kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

OY VE YORUMLARINIZLA DESTEK OLURSANIZ SEVİNİRİM.

INSTAGRAM, TİKTOK VE YOUTUBE'DAN TAKİP ETMEK İSTERSENİZ; @MİSTYVİBE3

 

DAHA FAZLA KARAKTER TANITIMI VİDEOSU İÇİN INSTAGRAM VE TİKTOK;

@MİSTYVİBE3

 

“Oyunlar ne zaman oyun değildir, biliyor musunuz? Oyunculardan biri oynamak istemediğinde…” — Lucia

Lucia

Cumartesi sabahı, günün ilk ışıklarıyla birlikte uyandım. Oyalanmadan hazırlandım ve Amy’nin odasına doğru yürüdüm. Kapısını çaldım. İçeriden bir ses gelmedi. Birkaç saniye bekledim, sonra kapıyı yavaşça araladım. Amy, uzun zamandır görmediğim kadar dalgın ve huzursuz görünüyordu. Gözlerinin altı morarmıştı, saçları dağınıktı, uykusuzluğu neredeyse tenine kazınmış gibiydi.

“Kusura bakma canım, hemen hazırlanıyorum,” dedi, sesi çatallıydı.

“Sorun değil Amy. Seni beklerim.”

İçeri girip kapıyı kapattım. Koltuğa oturdum. O, hiçbir şey söylemeden yanımdan geçti. Kısa bir süre sonra elbisesini giymiş, aynanın karşısında saçlarını tarıyordu.

“İyi misin?” diye sordum yumuşak bir sesle.

Aynadan bana baktı. Gözlerinde titrek bir gölge vardı.

“Evet canım, sen?”

Yanına ilerledim. Elindeki tarağı usulca aldım ve saçlarını ben taramaya başladım. Parmaklarım, saçlarının arasından geçerken kelimeler dudaklarımdan döküldü.

“Ben iyiyim, Amy. Ama sen hiç iyi görünmüyorsun. Benden saklama lütfen. Ne oldu?”

Bir an sustu. Dudakları aralandı ama sözler gelmedi. Başını öne eğdi. Sessizliğin içinde nefes alışları hızlandı.

“Carlo ile tartıştık,” dedi sonunda, sesi neredeyse bir fısıltıydı.

“Ne? Neden?”

“Onunla konuşacağımı söylemiştim. Dün yanıma geldi… konuşmak, yarım bıraktığımız konuyu tamamlamak için.” Derin bir iç çekti. “Konu en başta sendin. Sonra kayıplar konuya dahil oldu. Öfkesi yoğunlaştı ve bana bağırdı. Chloe’nin kaybını hafife aldığımı söyledi.”

Sustu. Bu kez suskunluğu pes ediş gibiydi. Nefesini tuttu, gözlerini kaçırdı.

“Kayıpları biliyorum, Lucia. İnsan birini kaybedince, bir parçası onunla birlikte ölür. Ama Carlo... Beni anlamamasını geçtim, beni suçlaması çok ağrıma gitti. Oysa ona yalnızca Chloe’nin onun için ne kadar değerli olduğunu bildiğimi söyledim. Bu kaybı henüz atlatamadığını, kendine bunun için asla izin vermediğini ve yas sürecini tamamlamadığını belirttim. Bu sözlerden sonra… bir öfke patlaması yaşadı.”

“İnanamıyorum,” dedim, kalbim daralarak.

“Ben de.”

Amy, yüzünü bana çevirdi. Bileklerimi tutarken gözleri doluydu. “Bana buradan gitmemi söyledi. Dünden beri işlerimi ayarlamaya çalışıyorum. Ben...”

“Gitmiyorsun, Amy.” Sözlerim keskin ve kesin çıktı.

“Lucia, artık olmaz.”

Tarağı ellerine bıraktım. Arkamı döndüm. Onun seslenişini duysam bile durmadım. O an Carlo’nun sınırı aştığını biliyordum ve müdahale etmem gerektiğini.

Yemek salonuna indiğimde, onu yalnız başına kahvaltı ederken buldum. Masanın ucunda oturuyordu. Gözleri beni bulduğunda donuk bir öfkeyle parladı. Sanki içinde tuttuğu fırtına, varlığımla birlikte kabarmıştı. Masaya doğru yürüdüm, karşısında dikildim.

“Amy’yi göndermene izin vermiyorum.”

Çatalını ve bıçağını ağır bir şekilde bıraktı. Sandalyeye yaslandı, yüzündeki ifade taş gibi soğuktu. “İstediğimi yaparım. Burası benim evim.”

“Sana ne oldu, Carlo?”

“Hiçbir şey.”

Fakat bir şey seziyordum. Gözlerinin içindeki kasvet, kalbine çöken karanlık bana yalan söyleyemezdi.

“Bu halin… bu tavırların… artık dayanamıyorum. Son günlerde seni tanıyamıyorum. Ne değişti? Yanında olmamı mı istemiyorsun? Sana yük mü oldum? Söylesene Carlo!”

“Kapa çeneni, Lucia!”

Sert ve acımasız sesi odada yankılandı. Ama geri adım atmadım. Ellerimi masaya sertçe vurdum, öfkemin beni ele geçirmesine izin verdim.

“Öfkeni bana yönelt ve masum insanlara zarar verme. Derdin benimle, o yüzden benimle konuş! İçindekileri dök. Söyle de rahatla!”

Gözleri bir anlığına titredi. Sanki kelimeler, içine sakladığı acının en hassas yerine dokunmuştu. Ama yine de hiçbir şey söylemedi. Sessizlik arasında, kırılmış bir kalbin yankısı duyuluyordu.

Sonra… aniden ayağa kalktı. Yanıma gelip önümde durduğunda, odanın içi birdenbire daraldı. Hava ağırlaştı, nefes almak fazlasıyla zorlaştı. İkimiz de suskunduk ama suskunluklarımız farklıydı. Onunki öfkeyle yoğrulmuş bir inkâr, benimki ise anlamaya çalışan bir sabırdı.

O kadar karanlıktık ki, odanın enerjisi değişti. Dışarıdan gelen tıkırtı, ardından hafifçe aralanan kapı ve içeri adım atmak üzere olan iki hizmetçi... Göz göze geldiğimiz anda, bir şey hissetmiş olacaklar ki, hiçbir şey demeden telaşla geri çekildiler. Kapı sessizce kapandı.

Çenemi tek eliyle kavradı. Parmaklarının titrediğini hissettim. “Sorun sen değilsin, benim.”

Gözlerimin içine bakarken söyledi bunu. Ama kelimelerin arkasındaki kırık yankıyı duydum. Kaçmak isteyen, ama kaçamayan bir adamın sesi gibiydi. “Bunu bana açıklamak zorundasın.” dedim, sesim düşündüğümden daha sakin ama kararlıydı.

Bakışları donuklaştı. Kafasının içinde fırtınalar kopuyordu, bunu görebiliyordum. Dudaklarını araladı, bir şey söyleyecek gibi oldu ama sustu. Sonra kısık bir sesle fısıldadı:

“Ondan... Ondan etkilenmeye başladım Lucia.”1

Gözlerimi kaçırmadım. Sözleri, göğsümün tam ortasına saplansa da acı değildi bu, daha çok bir fark edişin sızısıydı.

Bir adım geri çekildiğinde, yüzündeki duygular birer birer ortaya çıktı. Utanç. Pişmanlık. Öfke. Ama bu öfke bana değil, kendineydi. Chloe’yi kaybedeli neredeyse bir yıl olmuştu. Yaraları hâlâ açık, hâlâ kanıyordu. Oysa bu durum… Şimdi onu daha iyi anlıyordum. Kalbini açtığında, gerçek Carlo’yu görebiliyordum.

Elimi uzattım, koluna dokundum. Yavaşça elini tuttum. “Bana bak Carlo.”

Başı öne eğikti, gözlerimin içine bakmaya cesaret edemedi. Dizlerinin bağı çözülecek gibiydi.

“Lütfen.”

Gözlerimiz buluştuğunda hüznünü gördüm. En çok utancını... İçindeki parçalanmışlığı, elinden kayıp giden kontrol duygusunu.

“Sorun değil.” dedim yumuşakça. “Bunun için sana hiçbirimiz kızmayız. Kimse seni eleştirmez. Çünkü biz, derin acıların neye dönüştüğünü biliyoruz. Bazen başka birine bağlanmak, kalbin yükünü hafifletmenin tek yoludur. Ama... duygularından emin olmadan bir adım atmamalısın. Amy gerçekten iyi biri. Kalbi güzel. Chloe gibi... masum, değerli.”

Yutkundu. Parmaklarını sıktı ama ses çıkarmadı.

“Eğer bu sadece yalnızlık ve çaresizlikten ibaretse, ona bir adım atma. Amy’ye bunu yapma. En önemlisi de ona bu şekilde davranma. Sırf kendine kızdığın için başkasını cezalandırma.”

Derin bir nefes aldım. Sözlerimi kalbine indirebilmek için duraksamadan devam ettim.

“Ayrıca söylediğin her şey için de özür dilemelisin. Hak etmediği şeyleri yükledin omzuna.”

Bakışları hüzünle doldu.

“Biliyorum.” dedi, sesi çatallıydı. “Haklısın.”

Beni kendine çekti. Sarıldığında kalbinin ağırlığını hissettim. Sanki yıllardır taşıdığı yükü ilk kez bırakmak istiyordu.

“Üzgünüm bebeğim.”

Saçlarını okşadım. “Hepimizin iyileşmek için zamana ihtiyacı var Carlo. Ama bu süreçte... etrafımızdaki insanları kırmadan devam etmeliyiz. Acı çekiyor olabiliriz ama bu, başkalarını da yaralamamız gerektiği anlamına gelmiyor.”

Alnımdan öptü. Ardından usulca geri çekildi. “Deneyeceğim.” dedi.

Tam o anda kapı açıldı. Adrian ve Amy aynı anda içeri girdiler. Carlo’ya baktım. Gözleri bana dönüktü ama aklı hâlâ biraz önceki sözlerdeydi. Sonra bakışlarımın altındaki anlamı fark etti.

“Amy... biraz konuşabilir miyiz?”

Amy başını salladı. Carlo onun yanına ilerledi. Onlar dışarı çıkarken Adrian bana döndü. Bakışlarında merak yoktu, yalnızca bir teyit vardı. Çoktan anlamıştı.

“Bir şeyler olduğunu fark etmiştim.” dedi.

“Şimdilik bunu dile getirme.”

“Aramızda kalacak.” dedi sadece. “Endişelenme.”

Az sonra mutfaktan kahvaltı tabakları geldi. Amy ile Carlo aramıza döndüğünde, karşılıklı oturup sessizce yemeğe başladılar. Carlo’ya baktım. Başını hafifçe salladığında, sorunu hallettiğini anladım. Her şey biraz zaman alacaktı. Ama en azından bir adım atılmıştı. En azından kimse daha fazla incinmeden...

Hepimiz sessizce bir şeyler atıştırdık. Sözler az, düşünceler çoktu. Ama bu sessizlik, huzursuz bir sükûnet gibiydi. Fırtınadan önceki o keskin durgunluk...

Yemekten sonra ben, Amy ve Adrian ile büyük salona geçtim. Burası, davetler için kullanılan ve ihtişamıyla göz kamaştıran salondaydı. Kristal avizeler tavandan sarkıyor, duvarlardaki altın yaldızlı çerçeveler gün ışığını bile parıltıya dönüştürüyordu. Salonda hummalı bir hazırlık vardı. Görevliler son dokunuşları yapıyor, masalar düzenleniyor, müzik sistemi test ediliyordu.

Adımlarım kararlıydı, her detaya gözüm takılıyordu. Çiçeklerin yerleşimi, masa düzeni, garsonların kıyafetleri... Her şey kusursuz olmalıydı. Adrian, biraz geride durmuş beni izliyordu. Gerektiğinde müdahale ediyor ama çoğunlukla sessizliğini koruyordu. Yanıma yaklaştığında, sesi yumuşak ama netti.

“Organizasyon işinde iyisin.”

Başımı çevirip ona gülümsedim. Söylediği şey ufak bir iltifat gibi görünse de, gözlerinin içindeki onay bana güven verdi. Kalan işleri hızla hallettik ve işimiz bittiğinde Adrian bizimle birlikte odaya kadar yürüdü. Elbiselerimiz gelmişti. Özenle ütülenmiş, özel kumaş torbalar içinde, büyükçe bir odalara götürülmüştü. Her biri özel dikimdi, her biri zarafetin ve gücün birleşimini temsil ediyordu.

Kuaför ise iki saat içinde gelecekti. Önce Amy’nin odasına geçtik. Oda, lavanta kokulu mumlarla yumuşatılmış, iç açıcı bir kokuyla doluydu. Hafif bir şeyler atıştırdık ama içimdeki gerginlik boğazımdan geçen her lokmayı taş gibi ağırlaştırıyordu. Bu davet… Dante’nin gelişi, hatta Carlo ile bu durumu netleştirememek… Hepsi beni tedirgin ediyordu. Buna rağmen Amy ile olan sorunun çözülmüş olması bir nebze de olsa beni rahatlamıştı. Amy daha iyiydi. Sabaha göre gözlerinde kırılgan da olsa bir umut ve neşe vardı.

Az sonra Adrian vedalaşarak odadan çıktı. Ardından hazırlıklara başladık. Kuaför ve makyaj ekibi tam zamanında geldi. Saçlarım için hafif dalgalar yaptırdım, ardından üst kısmı özenle geriye doğru toplatıp gümüş tokayla sabitledim. Tokada, Corvo ailesinin armasından esinlenilmiş zarif bir kartal deseni vardı. Makyajım doğal ama vurguluydu; bakışlarımı belirginleştiren toprak tonları, dudaklarımda sade ama güçlü bir pembe...

Amy ise örgü topuz modelini tercih etti. Boynunun zarif hattı ortaya çıkmış, zümrüt taş detaylı küpeleriyle birleşince göz kamaştıran bir silüet oluşturmuştu. Onun makyajı benden biraz daha yumuşaktı; pastel tonlarda, kırılgan ama asil bir dokunuşla...

Hazırlıklarımız uzun sürse de buna değmişti. Elbisem, omuzdan aşağı süzülen saten kumaşla bedenime zarifçe oturmuştu. Sırtı yarı açık, önü ise sade ama çekici bir dekolteyle tamamlanmıştı. Amy’nin elbisesi ise dantel detaylarla süslenmiş, klasik ama etkileyici bir modeldi. Sonunda aynaya baktığımda, içimde yükselen duygu tam olarak gurur değildi… belki de kabul. Kendimi ilk kez tam anlamıyla bu dünyanın bir parçası gibi hissetmiştim.

Merdivenlerden indiğimizde Antonio ve Carlo ayakta sohbet ediyorlardı. Adrian ise son kontrolleri yapıyordu. Gözleri bizim üzerimize kaydığında üçü de gülümsedi. Yüzlerinde şaşkınlıkla karışık bir hayranlık vardı.

Yanımıza geldiklerinde Carlo, elini yüzüme uzatıp yanağımdan öptü.

“Çok güzelsin, bebeğim.”

“Teşekkür ederim, Carlo.” dedim, gözlerinin içine bakarak.

Adrian ve Antonio da hem Amy’ye hem bana iltifatlarını sundular. Amy’nin gözleri ise yalnızca Carlo’daydı. Carlo, ona yalnızca kısa bir gülümsemeyle karşılık verdi. Ama bu, Amy’nin yüzünde bariz bir rahatlama yarattı. Derin bir nefes verdi. Belki de içinde tuttuğu fırtınanın yavaşça dinmeye başladığını hissetmişti.

Yaklaşık yarım saat sonra, ilk konuklar evin geniş bahçesindeki mermer geçitten giriş yapmaya başladılar. Bahçe, mumlarla aydınlatılmıştı. Beyaz çiçeklerin kokusu geceye karışıyor, kristal süslemeler ay ışığında parlıyordu.

Carlo kulağıma eğildi. Sesi buz gibiydi.

“Dante de gelecek, Lucia. Bir kez daha hatırlatacağım: Onunla yakınlaşmanı istemiyorum.”

Başımı çevirdim, gözlerine baktım. Ciddiydi. Öfkeyle karışık bir koruma duygusu vardı bakışlarında. Sessizce iç geçirdim. Bu gerginliği şu an değil, sonra konuşmalıydık. Yüzümü tekrar çevirip ilk gelen konukları karşılamaya başladım.

Carlo, herkese beni “manevi kız kardeşi” olarak tanıtıyordu. Göz temasları ve beden dilleri saygılıydı, ama herkesin zihninde bir soru işareti geziniyordu, bunu hissedebiliyordum.

Sonunda beklenen haber geldi: Costelliler ve Corvolar aynı anda eve giriş yapmıştı. Carlo’nun omuzları bir an gerildi, sonra hemen kendini toparladı. Kalabalığın içinden gelen kişiyi ilk fark eden ben oldum: Don Benito.

Önce Antonio ile selamlaştı. Ardından tek tek diğerlerine döndü. En son bana geldiğinde birkaç saniye boyunca sadece yüzüme baktı. Yüz ifadesi yumuşaktı. İlk seferki gibi, içten bir gülümsemeyle selamladı beni.

Ailesi arkasında duruyordu. O ise ellerimi tuttu, avuçlarının sıcaklığı içimi ısıttı.

“Mia cara ragazza, sei perfetta.” (Sevgili kızım, mükemmelsin.)

“Grazie.” dedim, başımı eğerek. (Teşekkür ederim.)

Kalabalık susmuştu. Etrafımızdaki herkes bu diyalogu izliyordu sanki. Don Benito’nun yalnızca bir lider değil, bir figür olarak da ağırlığı vardı. Saygıyı gücüyle değil, karakteriyle kazanmıştı. Onun bir kişiyle bu kadar içten konuşması… elbette dikkat çekici olmalıydı.

Beni kendine doğru biraz çekti. Gözlerimin içine bakarken sanki zihnimin derinliklerine kadar indi. “Sei così innocente. Ma dentro c'è una profonda oscurità. Com'è possibile?” (Çok masumsun. Ama içinde derin bir karanlık var. Bu nasıl mümkün olabilir?)

“Sono una persona diversa.” (Ben farklı biriyim.)

Bir an sessizlik oldu. Sonra sesi alçaldı, kelimeleri özenle seçilmişti.

“Se un giorno sarai al buio, non troverai la forza di combattere e avrai paura, vieni a casa mia. La nostra porta sarà sempre aperta per te. Farò del mio meglio per aiutarti.”
(Bir gün karanlıkta kalırsan, mücadele edecek gücü bulamazsan ve korkarsan, evime gel. Kapımız sana her zaman açık olacak. Sana yardım etmek için elimden geleni yaparım.)

Boğazım düğümlendi. “Da dove?” (Neden?)

Bana yumuşak bir gülümsemeyle baktı. Cevabı basitti. Kısa ve etkili.

“Bir gün anlayacaksın.”

“Teşekkür ederim.”

Elimi dudaklarına götürdü ve nazikçe öptü. Ardından beni Armando ve Julia Costelli ile tanıştırdı. Christian, Santo ve Mirabelle’in anne babasıyla... Hepsinin gözlerinde kibir değil, içtenlik vardı. Değerli insanlardı. Artık farkındaydım: Bu gece, sadece bir davet değildi. Bu gece, kartlar yeniden dağıtılıyordu. Bu bir gösteriydi.

Mirabelle ve Santo ile kısaca selamlaştık. Her zamanki gibi sıcakkanlıydılar. Yüzlerinde içten bir tebessüm, beden dillerinde zarafet vardı. Ama onların hemen ardından gelen figür, ortamın tüm havasını değiştirdi. Christian. Adımlarını yavaşça atarak önüme geçti. Arkasında ise… Dante duruyordu. Gölgelerden çıkmış bir karanlık gibi. Sessiz, fakat varlığıyla yankı uyandıran.

Christian bana baktığında gülümsedi. Kendine özgü. Öyle ki gülümsemesi, yarı ciddiyet yarı oyun barındıran bir muğlaklıktaydı. Dante gibi.

“Bu gece bana bir dans ayırmanı bekliyorum.”

Gözlerimi kaçırmadan yanıtladım.

“Emin değilim, Costelli.”

Adını bu şekilde söylemediğimde, dudaklarının kenarını yukarı kıvırdı. Bu ifadesi de tıpkı Dante’ye benziyordu. Aynı kibirli özgüven, aynı gizlenmeyen meydan okuma…

“Son konuşmamız yarım kalmıştı. Belki tamamlarız, S.”

“Belki.”

Yanımdan geçerken Dante’ye döndü. Gözleri istemsizce Dante’yle buluştu. O an… çok kısa bir anlığına da olsa, aralarında sözsüz bir anlaşma oldu. Sessiz bir dilde, kimsenin anlamayacağı cümlelerle konuştular. Onların iletişimi, başkalarının çözemeyeceği bir denklem gibiydi. Karmaşık, iç içe geçmiş, tedirgin edici. Birbirlerini çok iyi tanıdıklarını o an daha iyi anladım.

Dante başını salladı ve Christian, Adrian ve Carlo’nun yanına doğru yöneldi. Dante’nin bakışları ise beni buldu. Gözleri, derinlikli bir gece gibi üzerimde gezindi. Ardından tek bir adım attı. Sonra bir diğeri. Sonunda karşıma geçti. Hiçbir şey söylemeden gözleri bir kez daha üzerimde dolaştı. Tenimi sıyıran bir bakıştı bu. Sonra elimi nazikçe tuttu. Dokunuşu bir vaat gibiydi. Ardından beni kendine çekti.

Yanağıma öpücüğünü bıraktığında, nefesim göğsüme saplandı. Ama asıl yangın, kulağıma fısıldadığı cümleyle başladı.

“Bu gece tüm dansların benim, S. Kimseye dans sözü vermesen iyi olur.”

Nefesi tenime değdiğinde, istemsizce titredim. Geri çekilmek istedim ama vücudum onu dinlemiyordu. Kaslarım kilitlenmişti. Kalbim boğazıma çarpıyor, tüm vücuduma yayılan sarsıntıyı bastırmakta zorlanıyordum.

“ Ayrıca ‘mükemmel’ kelimesi bile yanında sönük kalıyor, S. Göz kamaştırıyorsun.”

Bu sözleri söylerken sesinde ne romantizm ne de tatlı bir iltifat vardı. Aksine, içgüdüsel, sarsıcı bir dürüstlük… belki de biraz sahiplenme.

Geri çekildiğinde nefes almaya çalışsam boşunaydı, çünkü her hücrem titriyordu. Ne yaptığımı bilmeksizin başımı eğdim. O sırada Mia sarıldı bana. Ona karşılık vermeye çalıştım, kendimi toparlamam gerekiyordu. Ama Dante’nin bakışlarının hâlâ üzerimde olduğunu hissedebiliyordum. Göz göze gelmesem bile, tenim karıncalanıyordu.

Görmezden gelmeyi seçtim ve biraz sohbet ettik; Cortez, Mia ve birkaç konukla. Yalnız zihnim orada değildi. Zihnim hâlâ o fısıltıdaydı. “Bu gece tüm dansların benim.” Kalbim o cümlenin yankısıyla çarpıyordu.

Bir süre sonra Dante ve diğerleri kendileri için ayrılan masaya geçtiler. Carlo’nun bakışları, Dante'nin üzerinde asılı kalmıştı. Gözleri onu adeta parçalayıp içine bakmak ister gibiydi. Fakat Dante… o rahatlığın ete kemiğe bürünmüş haliydi. Sadece gergin değil, aynı zamanda meydan okuyordu. Ne Adrian’a, ne Carlo’ya, ne de kurallara boyun eğmeye niyeti yoktu.

Tam bu tansiyonun içinde, son misafirlerimiz – Morenolar – bahçeye giriş yaptı. Onlarla da selamlaştık. Pedro beni Lydie ile tanıştırdı. Zarif, utangaç ama içten bir genç kadındı. Üçümüz kısa bir sohbet ettik ve Lydie’nin Pedro’ya her bakışında içinde bir kıvılcım doğduğunu fark ettim. Aralarında görünmez ama sağlam bir bağ vardı. Pedro adına içtenlikle sevindim.

Masamıza geçtiğimizde Antonio kısa ama etkileyici bir konuşma yaptı. Ardından yemekler gelmeye başladı. Klasik müzik fonda çalıyor, gümüş tabaklarda yiyecekler adeta parlıyordu. Bahçede asılı duran ışıklar rüzgarla hafifçe sallanıyor, ortam masalsı bir hava taşıyordu.

“Her şey harika.” dedi Pedro.

Adrian, hafif bir tebessümle söze girdi.

“Organizasyon Lucia’ya ait.”

“Öyle mi? Bu mükemmel Lucia.” Pedro’nun sözleri yürekten geliyordu.

Etraftan gelen takdir dolu sözler beni mutlu etmişti. Ama Carlo’nun sessizliğine takıldım. Yüzündeki o tanıdık gerginlik... içime bir diken gibi battı. Bir süre herkes yemekle meşgul oldu. Biz de. Dans müzikleri başladığında, Carlo ayağa kalktı. Sert ama ölçülü bir hareketle elini bana uzattı.

“İlk dans önemlidir. Dansı seninle açacağım, bebeğim.”

Kalbim yerinden fırlayacak gibiydi. Elimi uzattım ve birlikte dans pistine ilerledik. Müzik başladığında, beni zarifçe kendine çekti. Sanki herkesin gözü üzerimizdeydi. Ama o an, kimse umurumda değildi. Çünkü o huzursuz an aramızda asılı kalmıştı.

“Yüzündeki gerginliğin sebebi ben miyim?”

“Evet, Carlo.” dedim, gözlerimi kaçırmadan.

“Seni korumaya çalışıyorum.”

“Hayır, müdahale ediyorsun.”

Beni döndürüp tekrar kendine çekti. Parmakları belimi sıktı, yüzüme yaklaştı.

“Üzgünüm, ama seni bir daha üzerse dağılacaksın, Lucia. Ve ben seni artık üzgün görmek istemiyorum.”

“Seni anlıyorum ama... sonuçta her şey bir varsayım değil mi?”

Sustu. Gözlerini kaçırdı. O an onun da savaş içinde olduğunu fark ettim.

“Öyle... sanırım artık birçok şeye tahammülüm yok.”

Konuşmadık. Müziğin ritmine teslim olduk. Ayaklarımız zemini süzülürken kelimeler gereksizleşti. Dans bittiğinde elimi nazikçe tuttu ve beni yerime kadar götürdü. Ardından Amy’yi dansa kaldırdı. Onlara bakarken Carlo’nun beden dilindeki ölçülülüğü fark ettim. Nazikti, kibar ve centilmendi. Ama içinde bastırdığı şeyler vardı. Göz göze geldiğimizde… bakışları bir şey söylüyordu. “Affet beni.” der gibi... Ben sadece başımı eğdim.

O esnada bakışlarım tek bir kişiyi buldu. Yüreğim, o gece başka bir dansa hazırdı. O dans… hâlâ gözlerini üzerimden çekmeyen, karanlıkla sarılı bir adamla gelecekti.

Dante

Carlo da Lucia da gergindi. Üstelik bu gerginlik her hareketlerine sinmişti. Konuşurken, gülerken, dans ederken... Hele o son bakış. İçimi delen bir şey vardı orada. Henüz ne olduğunu bilmiyordum ama bir şeyden emindim—bu gerilimin tek nedeni ben değildim.

Sonra Lucia’nın bakışları beni buldu. İçine çeken derin bir girdap gibiydi. Sadece düştüm.

“Sen dansa kaldırmazsan, ben Lucia’yı dansa kaldıracağım.” Christian’ın sesi alaycıydı ama içinde beni tetikleyen o tanıdık meydan okuma da vardı.

“Beni kızdırmayı deniyorsan başarılı oldun.” Sesim biraz fazla sert çıkmıştı. O ise sadece gülümsedi.

“Seni teşvik ediyorum. Git ve onunla konuş, Dante Corvo.”

“İstediğim şarkıyı çalmalarını söyle o zaman, Christian Costelli.”

“Merak etme, hemen hallediyorum.”

Christian müzisyenlerin olduğu tarafa yönelirken ben Lucia’ya doğru ilerledim. Bakışları yine önündeydi. Düşünceliydi. Nedenini bir şekilde öğrenmeden rahat edemeyecektim. Kararlı adımlarla yanına gittim. Oysa kalbim… çoktan kaotik bir ritim tutturmuştu. Elimi uzattığımda irkildi. Gözleri bir anlığına boşluğa daldı, sonra benimkileri buldu.

“Dans edelim mi?”

Gözleri bir an Carlo’ya kaydı. İç çekti. Ardından bakışlarını yeniden bana çevirdi. Elini bana uzattı.

“Olur, Dante.”

Elini tutar tutmaz aramızdaki tüm mesafeyi sildim. Onu dans pistine çekerken, Carlo ve Amy de masaya dönüyordu. Göz göze geldiğimizde öfkesi üzerime ok gibi saplandı. Ama hiçbir şey söylemeden yanından geçip gittim.

Şarkının ilk notaları salonu doldurdu: Carrousel– Amir ve Indila. Kalbimin ritmiyle aynı anda yankılanan melodilerdi bunlar. Lucia’yı kendime çektiğimde, gözlerini kapattı. Avuç içlerimiz birleşti. Elim beline kayarken onu nazik ama sahiplenen bir tutuşla sardım. Adımlarımız ağır olsa da uyumluydu. Birbirimizin nefesi kadar yakındık.

“Bu benim sana olan aşkımın şarkısı, Lucia,” diye fısıldadım. “Biz... ne olursa olsun buyuz.”

Sırtına düşen elim yavaşça beline doğru kaydı. Parmak uçlarım ritmik, neredeyse titrek bir cesaretle ona dokunuyordu. O temasla son direncim de dağıldı. Aramızda hâlâ çözülmemiş onca şey varken, bedenlerimiz her şeyi çoktan çözmüştü. Kalplerimiz zaten bir karara varmıştı.

“Ayrılamayan, kavuşamayan, ama birbirini delice özleyen iki aşığız biz,” dedim. “Sen benim ilk aşkımsın. En özelimsin ve hep öyle kalacaksın.”

Lucia başını göğsüme yasladı. Bir an olsun kıpırdamadı. Kalbimin atışlarını dinledi.

“Seni deliler gibi seviyorum, Lucia. Kalbime sığmayan, ruhuma kazınan... bağımlısı olduğum tatlı işkencemsin. Sen... bensin. Benimsin.”

Lucia

Tanrım, Dante... Başımı kaldırıp o yakıcı gözlere baktığımda… kalbim tekledi.

Ona olan aşkım ruhumu da bedenimi de yakıyordu. Sanki her dokunuşunda hem yara açıyor hem de o yarayı sarıyordu. İnsanların başkalarında açtığı yaralar olurdu. Bazıları o yaraya sadece tuz basardı. Ama Dante... O bambaşkaydı. Zehir gibi görünen bir merhem gibiydi. Acıtıyordu, evet. Diğer yandan iyileştiriyordu da. Dante, kendi yaralayıp sonra yaralarını sarmak isteyen o adamlardandı. Tehlikeli, karanlık, ama bir o kadar da vazgeçilmez.

“Dante...”

Adını içimden fısıldadığım o an, bileğimden tuttu ve bedenimi bir kez kendi etrafımda döndürüp nazikçe ama kararlı bir hareketle kendine çekti. Nefesim kesildi. Başım döndü. Her hareketi, her kelimesi sanki sinir uçlarıma dokunuyordu. Göz göze geldiğimizde zaman durdu. Onun gözlerinde de aynı fırtına vardı. Aynı yakıcı yoğunluk. Aynı çaresizlik.

“Söyle, tatlı işkencem...”

Ses tonu... o hitap şekli. Kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu. Sanki sadece bana, sadece bu ana özel bir kelimeydi. Öyle derinden, öyle yavaş söyledi ki bir an konuşamadım. Oysa içimde bir şeyler bağırıyordu.

Yutkundum. Sonunda kelimeler dudaklarımdan döküldü. Ama bu kelimeleri söyleyen sanki ben değildim. Başka bir versiyonumdu. Daha kırılgan. Daha çıplak.

“Kalbim ellerinde, Dante. Sevenin kalbi hep sevdiğinin ellerindedir. Çünkü ona emanettir. Eğer o kişi seni senin onu sevdiğin gibi seviyorsa kalbine iyi bakar. Ama eğer sevmiyorsa… o zaman kalbin onun ellerinde ölür. Sen de yavaş yavaş yok olursun.”

Gözlerim ona kilitlenmişti. İçimde hâlâ kırıklar vardı.

“Sonra o boşluğu adına aşk dediğimiz şeyle kaplamaya çalışırız. Ama ne yaparsak yapalım, o boşluk dolmaz. Çünkü orada artık sen yoksundur. Geriye sadece... senden ibaret bir boşluk kalır.”

“Yanılıyorsun,” dedi, sesi kararlıydı. “Kalplerimiz hâlâ birbirimize emanet. Seni hiçbir aklın alamayacağı, hiçbir kalbin anlayamayacağı büyüklükte bir aşkla seviyorum.”

Sözleri içimi ısıtmakla kalmadı, bir anda tüm duvarlarımı sarstı. Yine de...

“Artık hiçbir şeyden emin değilim, Dante.” Başımı iki yana salladım. “Bu aşk… içimdeki aşk beni bile aştı. Kendi kalbimin esiri oldum. Aşk, içimde her geçen gün daha fazla kördüğüm oluyor. Çözmeye çalıştıkça o düğüm beni içine çekiyor. Mahvoldum. Seni isteyen yanımla, senden uzak durmam gerektiğini haykıran yanım arasında sıkışıp kaldım.”

Söyleyeceklerim boğazımda düğümlenmişti ki beni bir kez daha kendi etrafımda döndürdü. Elimi daha sıkı tuttu. Sanki bir daha bırakmak istemezmiş gibi.

“Bu aşkı bitirmeye asla gücün yetmeyecek, S,” dedi karanlık ama kararlı sesiyle. “Ne senin ne de diğerlerinin buna gücü yetmez.”

Vücudunu bedenime yaklaştırdı. Kalbim onunkiyle aynı ritimde atıyordu artık. Bir eli tekrar sırtımdan belime doğru indi. Parmak uçları tenime dokunduğu anda içimden bir inilti yükseldi ama dışarı çıkmasına izin vermedim. Alt dudağımı ısırdım. Susturulması gereken tek şey acıydı, oysa şu an içimdeki şey... acı değildi.

“Zaten,” dedi yavaşça, gözlerime bakarak, “aşk melodiler bittiğinde biter. Ve melodiler... hâlâ çalıyor.”

Dudakları dudaklarıma yaklaştı. Göz göze geldik. Aramızda bir sıcaklık dalgası yayıldı.

“Aramızdaki alevler… asla sönmedi. Her seferinde daha da körükleniyorlar.”

Nefes alamıyordum. Gözlerim doldu. Kalbim, aklım, vücudum – her şeyim aynı anda tepki veriyordu ona. Bir kez daha döndürdü beni, ardından usulca durduk. Aramızda bir mesafe kalmamıştı. O an söylediği sözler kalbimin tam ortasına saplandı.

“Seni bu gece herkesin önünde mühürlüyorum.”

Dudakları dudaklarıma değdi. Bir eli saçlarıma gömüldü. Öpücük... Tutkulu ama kısa. Yakıcı ama yumuşak. Yaşatmayan ama nefes aldıran bir öpücüktü.

Geri çekildiğinde şarkının son melodileri hâlâ aramızda yankılanıyordu. O melodiler gibi... biz de henüz bitmemiştik. Bitmeyecektik.

“Ben kurucu liderlerden biriyim, S.”

Sesi kulaklarımda yankılandı. Sertti. Sahipleniciydi. Gözlerimin ta içine bakarak devam etti:

“Bu gece yalnızca herkese benim olduğunu göstermedim. Bu gece bir daha kimsenin sana dokunamayacağını söyledim. Corvo, Costelli ya da Sargazzo… hiçbir liderin seçtiği kadına bir başkası bakamaz, dokunamaz. Seni mühürledim, tatlı işkencem.”
Bakışlarıma karanlık bir hüküm giydirdi. “Şimdi… gecenin sonuna kadar kararını bekliyor olacağım.”

Son kelimesiyle elimi avuçlarının içine aldı. Dudaklarını elime yaklaştırdı, öptü. Dudakları hâlâ tenimdeyken içimde bir yer kıvrıldı. Kalbim, kendi ritmini unuttu. Sonra beni usulca masaya götürdü. Gözlerimi ondan alamıyordum ama bedenim hâlâ öpücüğünün etkisindeydi. O uzaklaşırken, ciğerlerim daraldı, içimdeki alev sönmek yerine büyüdü.

Masadaki bardağı elime aldım. Bir yudum. Yetmedi. Tamamını içtim. Ama ne susuzluğum geçti, ne içimdeki yangın söndü. Çünkü düşünceler zihnimde çarpışıyordu. Carlo’nun bana söyledikleri. Dante’nin karanlık, tutkulu sözleri. İkisi de zihnimde dönüp duruyor, birbirine karışıyordu.

Kalbimdeki baskı dayanılmaz hâle geldiğinde ani bir refleksle ayağa kalktım. Amy’nin sesi, Adrian’ın gülüşü—hepsi arka planda silikleşti. Hiçbiri bana ulaşamıyordu. Bir adım, bir adım daha… Hızla eve yöneldim.

Ayak seslerim mermer zeminde yankılandı. İçimde çalan melodi Dante’nin teni gibi üzerime sinmişti. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Kulaklarımda uğultu vardı; sanki bedenimle ruhum birbirinden ayrılmak üzereydi.

Odamın kapısını açtım. Ve… Gördüğüm şeyle dizlerim çözülür gibi oldu. Yatağımın üzerinde iki siyah tüy ve bir not.

Yavaşça yaklaştım. Ellerim titreyerek notu aldım. Gözlerim satırlara takıldı:

Paraselsus, “Tüm maddeler zehirdir, ilacı zehirden ayıran dozudur,” demiştir. Neden biliyor musun, kanarya? Her şeyin bir zehre dönüşebileceğini, her şeyin fazlasının zarar oluşturabileceğini belirtmiştir. Ne içtiğine dikkat etmeliydin. Şimdi… oyun yeniden başlasın.

Nefesim göğsümde sıkıştı. Sanki tüm vücudum donmuştu. Bir şey vardı o içecekte. Bir zehir. Gerçek, acı, karanlık bir tehdit.

Dizlerimin üzerine çöktüm ve yavaşça yere yığıldım. İçimde hapsolmuş tüm nefesi bir anda bıraktım. Arkamda biri vardı. Belki de birileri. Ama sesleri duyamıyordum artık. Duyularım geri çekilmişti. Sadece not, tüyler ve boğazıma kadar yükselen korku.

Biri… Biri bana gerçekten zarar vermek istemişti.

Oyunlar ne zaman oyun değildir, biliyor musunuz? Oyunculardan biri oynamak istemediğinde…

Ben... Ben artık oynamak istemiyordum.

Bu kuralına uymadığım, başkasının yazdığı kirli oyunlarda piyon olmak istemiyordum.

Ben artık oyun kurucu olmak istiyordum.

Gözlerim kapanmadan önce zihnimde tek bir isim yankılandı: Esther.

Dante

Lucia’nın masadan kalkışı, sıradan bir yürüyüşe benzemiyordu. Omuzları gergindi. Adımları, ardında fırtına bırakıyordu. Gözlerindeki kırılganlık yerini donuk bir boşluğa bırakmıştı.

Bir şeyler… oldukça ters gidiyordu. İçimdeki bütün hücreler alarm verdi. Ayağa kalkmam saniyeler sürdü.

“Dante?” Amy’nin sesi geriden geldi.

“Ne oldu?” diye sordu Adrian.

“Bir şey… yolunda değil,” dedim.

Carlo ve Christian’la göz göze geldik. Hiçbir şey söylemeden harekete geçtik. Lucia evin içine dalarken ben çoktan peşindeydim. Arkamdan gelen ayak sesleri uğultuya karışmıştı. O an sadece Lucia vardı. Onun adımları, onun sarsılan omuzları, onun sessiz çığlığı.

Odasının kapısı açıktı. İçeri girdiğimde zaman durdu. Ciğerimdeki nefes düğümlendi. Kalbim bedenimden ayrılıp ayaklarımın altına düştü sanki. Lucia, yerdeydi. Yatağın hemen önünde… Bacakları altına kıvrılmış, bir not elinde. Yanında siyah tüyler—karanlık bir imza gibi. Gözleri açıktı ama ruhu başka bir yerdeydi.

“Lucia!” Yanına diz çöküp onu kollarıma aldım. Tenine dokunduğumda, içimdeki buz kesmiş öfke damarlarımdan taşmaya başladı. “Tanrım… Beni duyuyor musun?”

Ellerim saçlarında, yüzünde, nabzında… Yaşıyordu ama sınırdaydı. Arkadan gelen ayak sesleri arasında Amy’nin çığlığı yükseldi. Adrian hızla içeri girdi. Carlo, eşikte dondu kaldı. Christian’ın bakışları Lucia’nın üzerindeydi.

“Onu hemen buradan götürmeliyiz,” dedim. “Doktoru ara, bizimle hastanede buluşsun.”

Christian hemen telefonunu çıkardı ve biraz uzaklaştı. O sırada Cortez odaya koşarak girdi. “Biri içeceğine bir şey koymuş. Onu bul… ve bana getir.”

Cortez başını salladı. Odadan çıktı. O sırada Lucia’nın dudakları aralandı.

“Esther…”

Sesi bir fısıltıydı. Ama benim için bir mucizeydi o nefes.

“Dayan güzelim… ne olur dayan,” diye fısıldadım. Onu daha sıkı sardım, sonra kucağıma aldım.

O an artık sadece o vardı. Nefesi, kalbi, yaşaması…

“Arka kapıya araç getirilsin!” diye bağırdım. “Biriniz bardağı alıp bizimle gelsin. Ve…” Gözüm Carlo’ya kaydı. “Sen burada kal.”2

“Ama—”

Daha fazlasını dinlemedim. Vakit yoktu. Sonra Christian önden çıktı, ben arkasından Lucia’yla birlikte. Arabaya bindik. Arka koltukta Lucia’yı kollarıma sardım, kalbini kalbimde taşıdım.

Christian neredeyse son hızla merkeze iniyordu. Her saniye, bir ömürden fazlaydı. Hastaneye ulaştığımızda doktorlar hazırdı. Bardağı teslim ettim. Zehrin analizini hemen başlattılar. Henüz özel bir panzehir yoktu ama Lucia’nın yaşaması için gereken her şey başlatılmıştı.

Odanın dışında beklerken, içimdeki öfke bedenime sığmıyordu. “Harekete geçeceğini söylemişti…”

Dişlerimi sıkarak her kelimeyi parçaladım.

Christian omzuma dokundu. “Sakin ol Dante. O iyileşecek.”

“Gözlerimin önünde onu öldürmeye çalıştı Costelli. Ve bu ikinci kez. Sakin mi olmalıyım?”

Christian’la göz gözeydik. Bakışlarını kaçırmadı. Sakin, temkinli ama… her şeyin farkında.

“Her şeyi yoluna sokacağız. Bana güven,” dedi.

O esnada telefonum titredi. Mesaj bildirimine baktım.

“Ondan uzak dur demiştim.”

Elimdeki telefonu karşı duvara fırlattım. Paramparça oldu.
Christian sesini çıkarmadı. Öfkemi nasıl yaşadığımı, o sessizliğin içinde nasıl yandığımı biliyordu.

O an… içimdeki karanlık öne çıktı. Zihnimden tek bir cümle geçti.

“Beni öldürmeyen her ihanet, bir gün Eduardo’yu yakacaktı.”

Bölüm : 15.09.2024 20:09 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...