1. Bölüm

P

kitsudaphne
kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

OY VE YORUMLARINIZLA DESTEK OLURSANIZ SEVİNİRİM.

INSTAGRAM, TİKTOK VE YOUTUBE'DAN TAKİP ETMEK İSTERSENİZ; @MİSTYVİBE3

 

DAHA FAZLA KARAKTER TANITIMI VİDEOSU İÇİN INSTAGRAM VE TİKTOK;

@MİSTYVİBE3

 

“P” yani Prolog, edebi eserlerde önsöz anlamına gelir, tüm kitaplarımın giriş kısmında bu harfi göreceksiniz.

Sevgiler.

 

Bu kurguda geçen kişi ve olayların herhangi bir gerçek kişi, kurum ya da kuruluşla ilgisi bulunmamaktadır. Hepsi hayal ürünüdür.1

 

“Sırlar her zaman gözler önünde saklanır.”

Her şeyin başlangıcı…

Beni çağırdığında bir şeylerin değişeceğini biliyordum. Hayır, her şey değil. Bazı şeyler sabitti, değişmezdi. Mesela güven. İkimiz de birbirimize asla güvenmedik. Sevgi mi? Zaten hiç olmamıştı. Ben onun cehennemiydim—her baktığında daha da nefret ettiği, kendi nefretini bende görmekten deliye döndüğü cehennem. Bu yüzden benim hayatımı cehenneme çevirmekte ustaydı.

“Geldin.”

“Çağırdın.”

Odasına girdiğimde alaycı bir gülümseme yerleşmişti yüzüne. Masasına oturdu, işaret parmağıyla ritmik bir şekilde tahtayı tıklatmaya başladı. Onunla aramızdaki benzerlikler içimi bulandırıyordu, ama elimde değildi. Beni o yetiştirmişti. Her şeyi bana öğreten oydu.

“Onun sonunda buldum,” dedi.

Bu cümle beklemediğim bir darbe gibi indi. Bana hazırladığı cehennemlere bile daha hazırlıklıydım. Ama bu… Bu durum…

“Nerede ve nasıl?”

“İyi saklamış,” dedi gözlerini kısmadan. “Ama benim gözümden kaçacak kadar değil. Uzak bir yerde, insanların bile unuttuğu bir yerde onu buldum. Gözleri tıpkı annesi gibi, ama o bakışlar… Bakışları farklı. Ruhunun gücünü saklayıp, inatçılığını haykırıyor.”

Parmağının ritmik hareketi birden durdu.

“Artık her şeyin başlangıcındayız,” dedi, başını sandalyesine yaslayarak. “Bunca yıl, onca araştırmadan sonra onu bulmak…”

“Annesi?” dedim.

“Öldü. Kanserden.”

Yüzünde saklı bir hüzün aradım ama o bir canavardı. Yıllar geçtikçe acımasız yönü daha fazla açığa çıkıyordu. Sandalyesini bana doğru döndürdü. Gözlerinde o tanıdık kıvılcım parlıyordu.

“Kızı merak etmiyor musun?”

Ediyordum. Hem de yıllardır. Ona acı çektirebilen tek kişi bu kızdı. Takıntısıydı. Ama bunu ona belli etmek, aramızdaki tüm dengeyi altüst etmek olurdu. Oyun böyle oynanmazdı. Ondan öğrendiğim bir şey varsa, duygularını gizlemek bir güçtü. En büyük güç.

“Fazla zamanım yok,” dedim.

Bir kaşını kaldırdı, dudaklarının bir kenarı alayla kıvrıldı. O asla gülümsemezdi. Sadece bir ifadesizlikten doğan o tehlikeli kıvrım… Şimdi olduğu gibi.

On sekiz yaşındaydım. Bu yaşta önemli bir dersi öğrenmiştim: Sevgiyi tanımayanlar veya sevemeyenler içten gülmeyi de bilmezdi.

Onun gibi. Benim gibi.

Ama beni bir canavara dönüştüren oydu. Yine de sevgiyi ondan daha iyi biliyordum. Çünkü kardeşlerim vardı. Onlar olmasaydı, karşımda oturan adamdan bir farkım kalmazdı. Şimdi ikimiz buradaydık. Güçlü, zeki, hırslı iki canavar. Rakip. Düşman. Her zaman tetikte.

Bir dosya fırlattı önüme. Derin bir nefesle açtım kapağını. Ve onu gördüm.

Kalbim o saniye alevler içinde kaldı. O gözler. O güzellik… Fazlaydı. Fazla çarpıcı. Bir kalp yeniden ne zaman atmaya başlar? İşte o saniye benimki başladı.

“Güzel değil mi?”

Yüzümdeki ifadeyi o anlık bile olsa ondan saklayamadığımı biliyordum. Hızla kendimi toparladım. Ona istediği hiçbir şeyi vermeyecektim. Bazen beklediği yanıtları da.

“Ona ne yapacaksın?”

“İntikam,” dedi gözlerini kaçırmadan. “Babasından alamadığım tek şeyi kızından alacağım.”

“Hayatta olan bir ailesi var,” dedim.

“Ama kız bunu bilmiyor,” diye cevap verdi. “Kendi kimliğinin farkında değil.”

Her şey çoktan başlamıştı. Yalnız bu başlangıç, hepimizi kim olduğumu unutacak kadar derin bir sona sürüklüyordu. Geriye dönüp bakamayacak kadar karanlık bir yoldu bu, ama bir kez adım atıldığında, geri çekilmek mümkün olmayacaktı. Her şey değişecekti.

Kızı bu denklemden kolayca çekip çıkarabilirdim. Ama bunu düşünmekle yapabilmek arasında bir uçurum vardı ve onun bu uçurumları nasıl aştığını çok iyi biliyordum. O, sadece bir rakip ya da düşman değildi. O, bir oyunbazdı. Hilekâr, ince zekâsıyla tehlikeli bir hayalbaz. Her şey imkansız gibi görünüyordu, ama imkansız yalnızca zaman ve sabır gerektirirdi. Ve zaman ne kadar uzun olursa olsun, ben imkansızı imkâna çevirecektim.

Ayrıca, ikimiz aynıydık, karanlıklarımız da. O da benim gibi karanlıkta kaybolmuş bir ruhtu. Ve bazı oyunlarda, sadece sabır değil, aynı zamanda karanlık da bir avantajdı. Bu karanlık, birbirimize karşı oynadığımız oyunun gizli gücüydü. Ben, o gücün nasıl kullanılacağını çok iyi biliyordum.

“Ama ben artık onun kim olduğunu biliyorum.”

Elleri çenesinin altında birleşti. Gözleri karanlık bir gecenin son ışığını yutması gibi bakıyordu bana.

“Bunu yaptığın an kız ölür.”

Boğazım düğümlendi. Söylediği her şeyi yapardı. Eğer ben oyununu bozarsam… daha fazlasını da… Bu yüzden süreci başından itibaren şekillendirmeliydim. Yoksa… Sonuçlarını görmek istemiyordum.

“Benden ne istiyorsun?”

Sözleri sessizlikle dolan odaya yankılandı: “Onu akademiye gönderdim.”

“Hayır.”

“Evet.”

“Neden?”

Küçük bir gülümseme yüzüne yayıldı, alaycı ve rahatsız edici bir şekilde.

“Sırlar daima gözler önünde saklanır. Bu bir sırrı saklamanın en güvenilir yoludur. Kimse onu bulmamalı… Henüz. İstediğim anda ve ancak ben izin verdiğimde bulabilirler.”

“Peki sonra?”

“İntikam demiştim,” dedi gözlerini kaçırmadan. “Sonunun ne olacağını düşünüyorsun?”

Alt çenem sıkmaktan ağrıyordu. Bu, öfkemi bastırmanın karşılığıydı.

“Ondan etkilenmediğine emin misin?” diye ekledi aniden.

“Sorumu cevaplamadın.”

“Sen de benimkini,” dedi aynı alaycı tavırla.

O gülümsemeyi her gördüğümde, üzerine atlayıp onu boğmamak için kendimi zor tutuyordum.

“Akademiye geri dönüyorsun,” dedi bir emir verircesine. “Kızı gözlemleyecek ve bana rapor vereceksin. Yanına istediğin kişileri alabilirsin. Ama…”

Sözünün bitmediğini biliyordum. Sustum.

“Onunla yakınlaşmayacaksın. O benim avım.”

Zihnimde bir cümle yankılandı, kalbimin derinliklerine inip beni sarsan bir cümle: Onu av yapmayacağım.

“Ailesinden birinin öğrenemeyeceğini mi düşünüyorsun? Bu, düşündüğünden çok daha aptalca.”

Bir an durdu, yüzünde zaferle karışık bir ifade vardı.

“Şüphelenmedikleri bir şeyi araştıracaklarını mı sanıyorsun? İkisinin de öldüğünü düşünüyorlar.”

“Kız onu andırıyor ayrıca sol gözündeki o küçük lekeyi gördün mü? O leke ve göz rengi babasıyla aynı—bunlar doğrudan kan bağıyla geçer. Eğer ben fark edebiliyorsam, abisi fark etmeyecek mi sanıyorsun?”

Bir an durdu. Söylediklerimi tartıyordu. Sonra gerçeğin ağırlığı üzerine çöktü.

“İnsanlar gözünün önünde olmadıktan sonra hiçbir şeyi fark etmezler,” dedi bir süre sonra.

“O zeki ve dikkatli bir adam. Fark edecektir.”

“O zaman dikkatini dağıtırım,” dedi soğuk bir sesle.

Başımı bir tepki olarak salladım. Bu onun oyunuydu ve biz sadece oyunculardık. Durmayacaktı.

“Şimdi akademiye dön,” dedi arkasına yaslanarak. “Sadece dediklerimi yap.”

Ayağa kalktım. Takım elbisemin kolunu düzelttim ve sesime alaycı bir ton kattım: “İşler her zaman senin istediğin gibi gitmeyecek.”

Sandalyesinde geriye yaslanırken kendinden emin bir şekilde beni süzdü.

“O durumda ya işlere ya da kadere müdahale ederim.”

“Ben de sana ve yapacaklarına müdahale ederim,” dedim, gözlerimi kaçırmadan.

Gülümsedi. O gülümseme geçmişten gelen tüm kabusları geri getirdi. Ama bu kez farklıydı. Çünkü artık kabuslardan korkan bir çocuk değildim.

“Her zaman düşmanımsın. Bunu sakın unutma. Şimdi git.”

Ona doğru eğildim, ellerim masanın üzerindeydi. Sözlerim fısıltı kadar alçak ama keskin bir bıçak gibiydi: “Kardeşlerime dokunursan seni mahvederim.”

Bir anlık sessizlik oldu. Sonra, sadece alaycı bir tavır takındı.

“Oyunun seyrini değiştirmek istersen karşında beni bulacaksın,” dedim. “Dediğin gibi, biz her zaman düşmanız. Masanın karşılıklı taraflarında olduğumuz gibi, hayatta ve oyunlarında da karşında olacağım.”

“Seni yanımda tutmanın yolunu her zaman bulurum,” dedi, sesi karanlık bir sır gibi yankılanarak.

Ama artık onun oyunlarına teslim olmayacak kadar güçlüydüm.

Burnumdan soluyarak doğruldum. Masadan dosyayı kaptım ve odadan çıktım. Adımlarım koridorda yankılanırken düşüncelerim öfkeyle çalkalanıyordu. Arabaya yöneldim, kapıyı açıp arka koltuğa oturdum. Motorun sesi duyulur duyulmaz, hava çoktan ağırlaşmıştı. Havalimanına doğru yola çıktık.

Ön koltukta oturan Marino omzunun üzerinden bana baktı.

“Plan ne, patron?”

Cevap vermek için birkaç saniye bekledim. Derin bir nefes aldım ve dışarıya bakarken konuşmaya başladım: “Yenisini hazırlamam gerekecek.”

Cümlemden bir şey anlamadığı her halinden belliydi. Kaşları çatıldı, yüzüme dik dik baktı.

“Akademiye geri dönüyoruz,” dedim nihayet. “Liz, Ivy ve Aurelius’u bilgilendir. Bir kızın peşinde olacağız.”

Marino’nun yüzü bir anda merakla gölgelenmişti.

“Kimin?”

Sessizce dosyayı ona uzattım. Marino hızla aldı, kapağını açtı ve göz gezdirmeye başladı.

Kahretsin!

Sayfaları çevirirken yüzü daha da geriliyordu. Parmağının ucuyla dosyadaki bir fotoğraf üzerinde durdu.

“Haberi var mı?”

Başımı iki yana salladım.

“Sanmıyorum. Olsa, onu çoktan arar hatta bulurdu.”

“Bu işin sonu iyi bitmeyecek,” dedi gözlerini dosyadan ayırmadan.

Derin bir nefes aldım ve başımı salladım. Haklıydı. Ama bu, planlarımı değiştirecek değildi.

“Peki biz kimin tarafındayız?”

Bu soru gereksizdi. Cevap zaten belliydi. Bakışlarımı ona çevirdim ve yüzündeki ifadeden doğruyu anladığını gördüm. Marino yavaşça başını salladı.

“Geçmişin hayaletleriyle savaşacağız, değil mi? Ama kim bir hayaletle savaşabilir ki?”

“Sadece bir avcı.”

O andan itibaren havalimanına kadar bir kelime daha konuşmadık. Uçağa bindiğimizde, planımın ana hatlarını kafamda netleştirmiştim. İtalya’ya döndüm ve birkaç gün boyunca işlerimi yoluna koydum. Bir kısmını kardeşimle Christian’a devrettim. Hazırlıklar tamamlanır tamamlanmaz akademiye geri döndüm.

Akademi, bıraktığım gibiydi: boğucu, sıkıcı ve tekdüze. Ama burada bulunmamın bir sebebi vardı. Gözlemlemek. Raporlamak. Ve gerektiğinde harekete geçmek.

Birkaç gün geçti. Sonra… Onu gördüm.

Adaya geldiği gün, o fotoğraftaki kız karşımdaydı. Güzelliği, onu ilk gördüğüm anda beni sersemletmişti. Ama gerçek… fotoğraftaki halinden çok daha etkileyiciydi.

Nefesim kesildi. Başım döndü.

Sonra bakışlarını fark ettim. O bakışlar… Yanılmamıştım. Özgür ve durdurulamaz bir ruhun pırıltılarını taşıyordu. İnce bir tehlike, kararlı bir hırs ve acıyla yoğrulmuş bir güç vardı o gözlerde.

O an zihnimde tek bir düşünce yankılandı: Bu kız… ya başlangıcım ya da sonum olacaktı.

Ama ne olursa olsun, ondan uzak duramayacağımı o saniye anlamıştım.

Bazı karşılaşmalar, kaderin en tehlikeli oyunudur. Bazı savaşlar kaybetmeye mahkûm doğar. Kaderimde onu kurtarmak mı, yoksa mahvetmek mi yazılıydı, bilmiyordum. Ama bir şeyden emindim: Eğer bu oyun sona erecekse, kazanan yalnızca o kız olmalıydı. Çünkü onu kurtaramazsam, kendi karanlığımda kaybolacaktım.

Bölüm : 06.09.2024 13:47 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...