15. Bölüm

14

kitsudaphne
kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

OY VE YORUMLARINIZLA DESTEK OLURSANIZ SEVİNİRİM.

INSTAGRAM, TİKTOK VE YOUTUBE'DAN TAKİP ETMEK İSTERSENİZ; @MİSTYVİBE3

 

“Dünya yanar ama seni kimse benden alamaz.” – Viktor Volkov

Viktor

Vera, beni bu hayatta güçsüz hissettiren tek varlıktı. Onun varlığı, kaçınılmaz bir şekilde içimde fırtınalar koparıyor, görmezden gelemeyeceğim duyguların ağırlığını üzerime yüklüyordu. Ama bunların arasında en yıpratıcı olanı, onu kaybetme korkusuydu.

Eve doğru ilerlerken, kollarımda hissettiğim narin bedeni, içimdeki fırtınayı daha da şiddetlendiriyordu. Onu bırakma düşüncesi, tenimde bir gerginlik yaratıyordu; sanki parmaklarımı biraz daha sıksam kaybolup gidecekmiş gibi…

Kapıya ulaştığımızda, Ekaterina bizi karşıladı.

“Hoş geldiniz, efendim.”

“Hoş bulduk, Ekaterina.”

Vera ona gülümsemeye çalıştı ama o gülümseme, içinde taşıdığı kırılganlığı saklayamıyordu. O an, içimde derin bir yankı bıraktı. Bir şeyler sonsuza kadar değişmişti.

“Teşekkür ederiz, Bay Volkov. Kızımızı bize sağ salim getirdiniz.”

“Keşke bunlar hiç yaşanmasaydı.”

O cümleleri söylerken, bakışlarımı Vera’dan ayıramıyordum. Onu izlediğimi fark ettiğinde, masum gözleri benimkilere kenetlendi. O gözlerin derinliklerinde hala bir parça korku, bir tutam şüphe ve ince bir kırılganlık vardı. Ve bunu görmek, yüreğimi bıçak gibi kesti.

“Hadi Vera, odana gidelim. Dinlenmen gerekiyor.”

Adım atmaya çalıştı ama sendeledi. Tereddüt etmeden onu kollarıma aldım. Beni sakinleştirmeye çabalarcasına, “Başım döndü, Viktor,” dedi.

“Sorun değil, malysh. Fazla ayakta kalmasan iyi olacak.”

Onu sanki camdan bir bibloymuş gibi nazikçe odasına taşıdım. Hizmetçisi kapıyı açtı ve Vera’yı dikkatlice yatağına bıraktım.

“Sen şimdilik çıkabilirsin.”

“Elbette efendim, bana ihtiyacınız olursa seslenmeniz yeter.”

Hizmetçi odadan çıkıp kapıyı kapattığında, dolaba doğru ilerledim.

“Geceliğin burada mı?”

“Evet, ama şu an giymeyeceğim.”

“Elbiseyle rahat edemezsin, Vera.”

Hastanedeki anları düşündüğünü, kendini rahatsız hissettiğini biliyordum.

“Hastanedeki durum bir zorunluluktu, Viktor. Lütfen.”

Onu zorlamak istemiyordum. Duraksadım. “Kendi başına üstünü değiştirmeyeceğine söz ver. Başın tekrar dönebilir. Sana hastanede bir sürü ilaç verildi.”

“Endişelenme. Yardım isterim.”

Ona yaklaştım ve önünde durdum. Bakışlarındaki duygular iç içe geçmişti. Çözemedim.

“Akşam gelebilecek misin?” diye sordu, sesi neredeyse bir fısıltıydı.

“Neden sordun, malysh?”

“Seninle uyumayı seviyorum.”

Vera’nın kelimeleri, içimde yanmaya hazır bir ateş gibiydi. Ve o, farkında bile olmadan bu ateşe kıvılcımı çakıyordu. Çenesini nazikçe kavradım, yüzüne eğildim. Nefesi hızlanmıştı. Yaklaştıkça, bu ritim daha da hızlandı.

“Ben de senin kokunla uyumayı seviyorum, güneşim.”

Gözleri kapandığında içimde bir şeyler koptu. Onu böyle görmek... bu haliyle bana teslim oluşu... içimdeki tüm sınırları zorlayan, kontrolümü parçalayan bu çekici görüntüye tahammül edemedim.

“Mir kazhetsya prekrasneye, kogda ty so mnoy. Sen benimleyken, dünya daha güzel görünüyor.

Sesi, nefesi, varlığı... Vera, dünyama bir güneş gibi doğmuştu. Ve ben, ondan asla vazgeçemeyeceğimi biliyordum. Dudaklarına fısıldadığım her kelime, iliklerime kadar hissettiğim bir gerçeği yansıtıyordu. O benim için yalnızca bir aşk değildi—o, nefes aldığım her anın anlamıydı.

Nefesini dudaklarından çaldığımda, bana masum bir şekilde teslim oldu. Ellerim, istemsizce ensesindeki ipeksi saçlara gitti. O an, onu tamamen kendime hapsederek avuçlarımın içine aldım. Derin, sert bir öpücük... ve dudaklarından kaçan ismim... içimde var olduğunu sandığım son kontrol noktasını da yıktı.

Onu yatağa yatırırken, dudaklarıma esir hale gelen nefesi göğsümde yankılandı. Bu hisler… daha önce hiç yaşamadığım kadar derindi. Tutkuyla ve bir o kadar da bilinmezlik içinde kaybolmuş gibiydim. Hafifçe geri çekildiğimde, gözlerini açamadı bile. O an anladım—onun hisleri de benden farklı değildi.

Ellerimle yüzünü tuttum, parmaklarım yanağının sıcaklığında titredi.

“İçimdeki her bir hücreyi ele geçirdin, Vera.” Sesim fısıltıdan halliceydi, ama içimde yankılanan duygular gökyüzüne ulaşacak kadar güçlüydü. “Artık sensiz… olamam.”

Göz gözeydik ama bu, yalnızca iki insanın bakışlarının buluşması değildi. Kalplerimiz birbirine dokunuyordu. Bir elini yanağıma koydu, tenimi okşadı. Dudaklarını ısırdığında bakışlarını kaçırdı. O korku hâlâ gözlerinde parlıyordu. Ve bu... canımı yaktı.

“Yanımda olduğunda ya da uzağımda… bir daha asla korkmayacaksın, Vera. Bir daha kimsenin sana zarar vermesine izin vermeyeceğim. Bu, benim yeminim olsun.”

Üzerinden kalkarken, o da yatakta doğruldu. Gözlerinde hâlâ hislerinin ağırlığını taşıyan bir bulanıklık vardı.

“Bugün sadece dinlen,” dedim. “İşim geç bitse de gelmeye çalışacağım.”

İçimi aydınlatan bir gülümsemeyle başını salladı.

“Görüşürüz, Vera. “

“Görüşürüz, Viktor.”

Onu arkamda bırakmak zordu. Ama bugün, bedellerin ödenmesi gereken bir gündü. İçimdeki karanlık düşünceler, yalnızca Vera’nın güvende olduğunu bilerek dağılabilirdi.

Kapıyı ardımda kapattığımda, merdivenlerden indim ve evden çıktım. Dışarıda Orrel ve Borya beni bekliyordu. Soğuk ve kesin bir sesle konuştuğumda, ikisi de anında ciddileşti. “Gözünüzü ondan ayırmayacaksınız. Tek bir sorun olursa, derhal bana ulaşacaksınız.” Sözlerim keskin bir bıçak gibi havayı kesti. “Ve eğer bu sizin hatanız olursa... ikinizi de mahvederim.”

“Emredersin, Pakhan.”

Tam o anda Andrei yanımıza geldi. “Pakhan, gitmemiz lazım. Depoda bizi bekliyorlar.”

Bakışlarımı ona çevirdim. “Vera’nın evi için ekstra bir ekip ayarla. Orrel ve Borya ekip lideri olacaklar.”

“Hemen, Vulkan.”

Vulkan. Volkan. Bir zamanlar bana verilen bu lakap, içimde taşıdığım durdurulamaz gücü temsil ediyordu. Ben, Viktor Volkov’dum. Kara Kurt ve Sessiz Volkan.

Ve o volkan artık patlamaya hazırdı.

Araçlara bindiğimizde, içimdeki gerilim dalga dalga yayıldı. Andrei, güçlü ve sadık adamlarımızdan bir ekip kurarak, bugünden itibaren Vera’nın arazisini nöbetleşe koruyacakları bir sistem oluşturdu. Bu, içimdeki endişeyi tamamen yok etmeye yetmezdi. Ama en azından, onu koruyabileceğime dair küçük de olsa bir güvence veriyordu.

Andrei bir ara arkasını döndü, gözlerini bana dikti.

“En iyileri orada olacak.”

Başımı hafifçe salladım. Beni iyi tanıyordu. Şu an içimde kaynayan öfkenin farkındaydı. Ve bunun, beni yakıp kül etmeye hazır bir ateş olduğunu biliyordu. Kontrolü tamamen ele almadan rahatlamayacağımı da.

Depoya varana kadar bir daha konuşmadık. Boş araziye ulaştığımızda, araçtan indik ve depoya girdik. Yakalanan adam yerde kıvranıyordu. Ony, onu konuşturmak için epey zorlamıştı. Acı içinde inleyen adama ters bir bakış attım ve Ony’ye döndüm. Tek bir şeyi duymaya ihtiyacım vardı.

“Kim?”

Ony, her zaman olduğu gibi sert ama alçak bir sesle yanıtladı.

“Babaevler.”

Adamın sesi titrek ve yalvarıcıydı. “Yalvarırım, acıyın bana! Ben sadece bana söyleneni yaptım.”

Andrei öfkeyle iç geçirdi.

“Anlamayalım diye kendi adamlarından birini bile göndermemişler.”

Gözler üzerimdeydi. Adam sıradan biriydi. Ama en değerlime zarar veren sıradan biri… benim bedel ödetmem için bu geçerli tek sebepti. Birkaç adım attım ona doğru. Korkusu her adımımda büyüdü. Ony ve Andrei, iki yanımda, emrimi bekleyerek sessizce duruyorlardı.

“Beni tanıyor musun?”

Kafasını hızla salladı. Sonra titrek bir fısıltıyla ismimi döktü dudaklarından.

“Chyornyy Volk…”

Sesinde korku vardı. Bana adımla hitap etmek bile onun için cesaret gerektiriyordu.

“Lakabımı biliyorsun. Beni tanıdığını söylüyorsun. Eğer beni gerçekten tanısan, en değer verdiğim kişiye zarar vermeyi geçtim, onunla aynı yerde bulunmayı bile aklından geçirmezdin.”

Adam inledi. “Lütfen, dinleyin…”

Elimi kaldırdım ve onu susturdum. “Merhametim sınırlıdır. Ama senin gibi adamlara? Hiçbir zaman.”

Birkaç adım daha attım. Tam önüne eğildim, göz hizasına. “Bu arada,” dedim soğuk bir sesle, “Beni tanımlayan başka bir lakap daha var. Düşmanlarımın asla unutmadığı bir isim.”

Duraksadım. Gözlerine baktım. Sonra fısıltıyla söyledim. “Vulkan.”

Adamın gözleri irileşti. Yüzündeki dehşet, kelimelerden daha fazlasını anlatıyordu. Duymuştu. Kara Kurt ismi daha az bilinirdi ama Vulkan… O, Rusya’nın en karanlık köşelerinde bile korkuyla fısıldanan bir isimdi.

Doğruldum. Geri çekildim ve Ony ile göz göze geldiğimizde anında harekete geçti. İçimde tek bir düşünce yankılanıyordu: Vera’ya yapılanın dönüşü yoktu. Ama bedel ödenecekti.

İntikamın hiçbir şeyi geri getirmeyeceğini biliyordum. Bu, acıları dindirmezdi. Ama içimdeki karanlık, mantığa kulak asmıyordu. O karanlık, düşmanlarımın varlığını bir meydan okuma, karşımda durmalarını ise bir hakaret gibi görüyordu. Ve ben de buna bir son verecektim.

Sakin. Kontrollü. Ama acımasız bir planla.

Bir süre sonra… Ony’ye başımla işaret ettiğimde durdu. Sessiz, kararlı ve sadık bir askerdi. Aramızdaki anlaşma netti: Ben emrettiğimde saldırır, ben dur dediğimde dururdu.

Adama baktım. Öfkem hâlâ dinmemişti, ama o çoktan yere serilmişti. Acıyla kıvranıyor, düzensiz nefesler alıyordu. Yüzü kan ve ter içinde, bedeni titriyordu. Korku, açık kalan tek gözünde yankılanıyordu. Biliyordu. Ne geleceğini, neden burada olduğunu, neden kurtulamayacağını... Daha fazla acı vermek anlamsızdı.

Onları arkamda bıraktım. Andrei sessizce peşimden geldi, adımlarını benimkine uydurdu. Dışarı çıktığımızda, soğuk hava yüzüme çarptı ama içimdeki öfke henüz sönmemişti. Bir anlığına durdum. Konuştuğumda, sesim karanlık ve keskin çıktı.

“Babaevler…” Gözlerim, yaklaşan fırtınayı haber veriyordu. “Bu akşam sınırdan geçirilen araçlarına el koyun.”

Andrei sessizce başını salladı.

“Savaş mı istiyorlar? İntikam mı?” Yumruğumu sıktım. “Ne istiyorlarsa, onlara bunu vereceğiz.”

Telefonunu eline aldı, talimatı vermeye hazırdı ama ben konuşmaya devam ettim.

“Mikhail Voronin… onun restorana kaçta gideceğini öğren.”

Andrei, bir anlığına nedenini anlayamamış gibi bana baktı.

“Babaevler’in bu işin tek sorumlusu olduğunu mu sanıyorsun?” Sesim buz gibiydi. “Onlar sadece Voroninler’in artıklarıyla beslenenler. Bu iş, Voronin’in başının altından çıktı. Karşılık vermeyeceğimi mi sandın?”

Gözlerinde kısa süreli bir tereddüt vardı, ama sorgulamadı. Andrei düşünceli bir şekilde başını eğdi. “Haklısın, Viktor. Ama yanlış bir adım atmamalıyız.”

Ona doğru eğildim. “Endişelenme. Öfkemin mantığımın önüne geçmesine izin vermeyeceğim.”

Gözlerime baktığında, sonunda durumu kavradığını gördüm. Anlayış yerini bulmuştu. “En kısa sürede operasyon hazırlıkları başlamış olacak.”

Arabaya geçtik. Sacha bana döndü, gözleri her zamanki gibi dikkatli ve tetikteydi.

“Nereye, Pakhan?”

“Eve.”

İşlerimi düzene soktuktan sonra, üzerimdeki ağırlığı atmak için bir duş almam şarttı. Sonrasında Voronin ile yapacağım görüşme… Ve Vera. Kokusu hala aklımdaydı. Onun kokusuyla uyumak istiyordum.

Yolda Andrei, işlerin takibini yaparken yüzünde tereddütlü bir ifade belirdi. Konuştuğunda, sebebini anladım. “Ruslana Petrova ile akşam saat sekizde orada olacaklar.”

Bu daha iyiydi. Kadınlara ve çocuklara asla zarar vermezdim. Bunu herkes, özellikle adamlarım iyi bilirdi. Ama Mikhail Voronin, yaptıklarının bedelini anlamalıydı. Her eylemin bir sonucu vardı. Ve bunu unutmamasını sağlamanın bir yolu da onurunu yok etmekten geçiyordu. Bu akşam, ona yalnızca bir güç gösterisi sunmakla kalmayacak, gururunu yerle bir ederek unutamayacağı bir ders verecektim.

Eve vardığımda üstümdekileri hızla çıkardım ve duşa girdim. Suyu soğuğa çevirdim. Yıllardır içimde sönmeyen, küllenmeyen bir kor yanıyordu. Her an alevlenmeye hazır, sabırsız bir ateş… Vera, varlığıyla kalbimdeki buzları eriten tek kişiydi. Ama onu kaybetme korkusu… içimdeki koru alevlendiren, o yangını durmadan körükleyen en büyük ateşti.

Onu korumalıydım. Her şeyden. Bu dünyanın pisliğinden, karanlığından, hatta belki… kendimden.

Alnımı soğuk mermere dayadım. Ondan uzak duramayacağımı biliyordum. Bu artık bir seçenek bile değildi. Onun masum, narin ama hayatıma güneş gibi doğan varlığı… O benim vazgeçilmezimdi.

Tek istediğim, yanında olmak, ona sarılmak, kokusunu içime çekerek uyumaktı.

Suyu kapattım, belime bir havlu sardım ve dışarı çıktım. Giysi odama ilerledim, yeni bir takım elbise seçerken gözlerim boş kalan dolaplara takıldı. Bir anlığına Vera ile yaşamanın nasıl olacağını düşündüm.

Belki bir gün… mümkün olurdu.

Hazırlığımı tamamladığımda merdivenlerden indim. Vadim kapıda bekliyordu. “Gece gelmeyeceğim Vadim, kahvaltı hazırlamana gerek yok.”

“Tamam efendim.”

Başımı hafifçe salladım. “Görüşürüz.”

“Görüşürüz, efendim.”

Dışarı adım attım. Araç çoktan hazırdı. Sacha ve Andrei yerlerini almış, bekliyorlardı. Kapıyı açıp içeri girdim. Sacha, komut beklemeden motoru çalıştırdı. Andrei, başını hafifçe çevirip konuştuğunda, yeni haberleri aldım.

“Mikhail henüz gelmemiş, Pakhan. Önden bazı adamlarımızı restorana gönderdim. Çevreyi kontrol altına aldık.”

“İyi düşünmüşsün, Andrei.”

Gerisini konuşmaya gerek yoktu. Manzarayı izlerken kafamda dönüp duran planların ağırlığıyla sessizce ilerledik. Restoranın önünde durduğumuzda Andrei ile birlikte araçtan indim. Kapıdaki görevli bizi gördüğü anda hızla telefonuna uzandı. Ama Andrei ondan önce davrandı. Telefonu aldı ve tek hamlede kırdı.

“Zaten bizi görecekler,” dedi Andrei buz gibi bir sesle. “Aramana gerek yok.”

Görevli afalladı. “Ef… efendim…”

Ona dönüp bakmadım bile. İçeri doğru ilerledik ve bir garson bizi anında gördü. Garsonun adımlarındaki tereddüt, korkusunu ele veriyordu. Yüzü endişeyle gerildiğinde adımı fısıldadı.

“Bay Volkov…”

Elimi kaldırarak susturdum. “Ruslana Petrova nerede?”

Garson, korkudan bayılacak gibiydi. Panik, yüzündeki her kası gerginleştirmişti. Ama sonunda boyun eğmişçesine önden yürümeye başladı. Sessizlik içinde, restorandaki özel localardan birine ilerledi ve kapıyı açtı. Ruslana Petrova yani Mikhail Voronin’in sevgilisi, beni gördüğünde gözlerindeki şaşkınlığı gizleyemedi.

Garsona döndüm, sesim sertti ama sakindi. “Restoranı en kısa sürede boşalt. Müşterileri gönder.”

Adam, emri sorgulamadı bile. Derhal uzaklaştı. Andrei’ye başımla işaret verdim. Tek bir anlamı vardı: Adamları yoldan çekin. Voronin’in adamları henüz ortalıkta görünmüyordu, ama az sonra etrafımızı sarmaya çalışacaklardı.

Andrei hemen harekete geçti. Ben ise gözlerimi Ruslana’ya çevirdim. Derdim onunla değildi. Ama Mikhail Voronin… Onunla hesabımız henüz kapanmamıştı.

“Benimle gel, Ruslana.”

Kadın gözlerini kıstı. “Viktor?”

“Gel. Sana zarar vermeyeceğim.”

Bu bir yalan değildi. Zaten asla yalan söylemezdim. Düşmanlarıma bile.

“Sen kadın ve çocuklara asla dokunmazsın.”

“O zaman benden korkmana gerek yok.”

Ama endişesi başkaydı. Mikhail’den korkuyordu. “Mikhail’in yapacaklarından endişeleniyorum, Viktor.”

Ruslana, bu dünyanın kurallarını biliyordu. Bu dünyaya, bizlere yabancı değildi. Nasıl davranması gerektiğini iyi bilirdi.

“Ne yaptı?”

Bakışlarım buz kesti. “En değerlime zarar verdi.”

Uzatmadı. Sessizce benimle dışarı çıktı. Restorandaki masalardan birine oturduk.

Garson, çoktan dediğimi yapmıştı. Müşteriler, mekânı terk etmişti. Adamlarım diğerlerini giriş kısmında toplamış, kapıda bekliyordu. Andrei ise tam karşımda, Ruslana’nın arkasında durup emrimi bekliyordu. Her şey kontrolüm altındaydı.

Ve tam o anda… Kapı açıldı. Mikhail Voronin… Her şeyi bildiğini gösteren bir ifadeyle içeri girdi. Adamlarının benim tarafımdan etkisiz hale getirilmiş olmasını görmek… onu kızdırmıştı. Öfkesinin dalga dalga yayıldığını hissedebiliyordum. İlerledikçe yüzündeki gerilim arttı. Sonra, Ruslana’yı gördü. Ve hemen arkasında, emrimi bekleyen Andrei’yi.

Her şeyi soğukkanlılıkla izledim. Bu sadece bir güç gösterisi değildi. Bu bir had bildirmeydi, bir uyarıydı. Ve bunu, onun hayatındaki kadının gözü önünde yapıyordum. Karşımda dururken, çaresizliğini saklayamayacak, gururunun ayaklarımın altında ezilişine tanık olacaktı. Voronin, yanıma geldiğinde gerçeği anlamıştı. Bunu, yüzüne oturan sert ifadeden okuyabiliyordum.

Sessizlik. Aramızda, keskin bir bıçak gibi duruyordu. Sonunda, sesi buz gibi bir tınıyla yükseldi. “Beni tehdit mi ediyorsun, Volkov?”

Gözlerimi ona diktim. “Sınır çiziyorum. Ve hatırlatıyorum, Voronin.”

Bakışları Ruslana’ya kaydı. O bakışlarda asla merhamet yoktu. Soğuk, acımasız… Tam da Mikhail Voronin gibi.

“Ben asla kadın ve çocuklara zarar vermem.” Bunu o da biliyordu. Ama onun değerleri… çok farklıydı. Ayağa kalktım. “Bir daha değerlilerime dokunursan…” Gözlerinin içine baktım. “Seni yok ederim.”

Bir an, sinsi bir ifade belirdi yüzünde. “Sana hiçbir şey yapmadım.”

Kaşlarımı kaldırdım. “Öyle mi, Voronin?”

Gözlerimiz buluştu. Aramızda soğuk savaş başlamıştı bile. Voronin’in yüzündeki o taş duvarın çatlarken çıkardığı sesi duyabiliyordum.

“Sana zarar vermek için kimseyi kullanmam Mikhail. Sadece senin karşına çıkarım.” Bir adım daha attım. “Ama beni zorlama, çünkü gerektiğinde ne kadar acımasız olabildiğimi gördün.”

Bunu sessiz, ama tehlikeli bir kesinlikle söyledim. “Bu gece sadece bir uyarıydı.”

“Bir de uyarının sebebini söyleseydin, Viktor.”

Bu kez alaycı bir gülümsemeyle karşılık verdim. “Sebebini bildiğine eminim.” Bakışlarımı üzerine sabitledim, sesim buz gibi çıkarken ciddiyetimi korudum. “Bir daha karşıma çıkma, Mikhail.”

Öfkesi gözlerinde parladı. Karanlık dalgalar gibi üzerime doğru ilerleyen bir tehdit gibiydi. “Beni karşına alma Viktor Volkov.”

Sesimdeki keskinlik havada bir kılıç gibi asılı kaldı. “Bu geceyi unutma Mikhail Voronin. Bir yanlış daha yaparsan... sonuçları kaçınılmaz olur. Ve beni tanıyorsun. Unutmam. Affetmem. Ama en önemlisi...” Oradan ayrılmadan önceki son sözlerim havayı ağırlaştırdı. “Bedel ödetirim. Ve o bedeller ağır olur.”

Ona sırtımı dönüp ilerlerken gerilim tenimi kesen bir bıçak gibi hissettirdi. Öfkesini bastırmak için kendini zorladığını biliyordum. Tam birkaç adım atmıştım ki sesi arkamdan yankılandı: “Onun senin için bu kadar değerli olduğunu bilmiyordum.”

Duraksadım. Yüzümü ona dönmedim, ama her kelimesi beni sabrımın sınırına getiriyordu. Tatmin olmuş bir ifadeyle konuştuğunu duyabiliyordum.

“Vasiyeti duydun mu, Volkov?”

Bu kez ona baktım. Sesi karanlık bir zehir gibi havaya yayıldı. Sonra kahkaha attı. Çirkin, canımı sıkan, sınırlarımı test eden bir kahkaha.

“O benim gelinim olacak, Volkov.”1

İçimde bir volkan patlamaya hazırdı. Parmaklarım istemsizce yumruk haline geldi ama kontrolü elden bırakmayacaktım. Ne yapacağımı kestiremediğinden emin olmalı ve en beklemediği anda saldırıya geçmeliydim. Şu an değil. Derin bir nefes aldım, sonra kelimelerim sessiz bir tehdit gibi döküldü:

“Her şeyin bir zamanı var, Voronin. Ne önce ne de sonra. Ama zamanı geldiğinde... sonuçları unutmamanı sağlayacağım.”

Yüzündeki ifade anında değişti. Ne düşündüğünü, hangi anıları hatırladığını biliyordum. Daha önce neler yapabileceğimi görmüştü. Tahmin ediyordu. Ve ben sabrın en büyük silah olduğunu biliyordum. Sun Tzu der ki, “En büyük savaşlar düşmana boyun eğdirerek kazanılır.”

Ben de kazanacaktım.

Restorandan çıktığımda hava ne kadar soğuk olursa olsun, içimdeki yangını söndüremiyordu. Arabaya geçtiğimde Andrei de arkamdan geldi ve ön tarafa geçti.

“Vera’ya gidiyoruz, Sacha.”

Sacha başını saygıyla eğdi, motorun homurtusu geceye karışırken gazı bastı. Dışarıyı izledim. Ama görmüyordum. Kafamda sadece tek bir şey vardı.

Vera benimdi. O lanet adamın değil.

Kendi oyunumuzu oynayacaktık. Ben de. Voronin de. Ama ben her hamleyi kusursuz bir ustalıkla yapacaktım. Konuştuğumda sesimdeki kararlı ton belirgindi.

“Yarından itibaren Voroninler ve yanlarında yer alan tüm ailelerle ilgili bana detaylı bilgi getireceksiniz. Daha derin ve gizli bilgilere ihtiyacım olacak, Andrei.”

Andrei, “Emredersin, Pakhan.” diyerek başını eğdi.

Ben Voronin değildim. Onlar gibi kör öfkeyle hareket etmezdim. Ben aklı kullanırdım. Stratejiyi. Vladimir Vikhrov bana bunu öğretmişti. “Gerektiğinde en güçlü ol. Ama gerektiğinde savaş. Gücünü asla boşa harcama.”

Bu bir savaş değildi. Bu bir akıl oyunuydu. Ve kazanan ben olacaktım.

Vera’nın evine vardığımızda saat on bire yaklaşmıştı. Ivan kapıyı açtı.

“Efendim, Bayan Vera uyuyor.”

Başımı salladım.

“İstediğiniz bir şey var mı Bay Volkov?”

Gözlerimi ona diktim. “Hayır. İyi geceler, Ivan.”

“Size de, efendim.”

Sessizce merdivenleri tırmandım. Kapının önünde durup bir an nefesimi tuttum. Vera içerideydi. Güvende. Yanında olacaktım, onu bırakmayacaktım. Ama yine de içimdeki huzursuzluk dinmiyordu.

Yavaşça kapı kolunu tutup açtım ve içeri girdim.

Vera tüm güzelliğiyle karşımdaydı. Yatakta, derin bir uykunun kollarında huzurla yatıyordu. Sarı saçları yastığa dağılmış, yüzü masumiyetin en saf halini yansıtıyordu. İçimdeki fırtına, sadece ona baktığımda biraz olsun diniyordu.

Kapıyı sessizce kapattım. Ceketimi ve gömleğimi çıkardım. Ama pantolona dokunmadım. Sabah gözlerini açtığında onu utandırmak ya da rahatsız etmek istemiyordum. Ayakkabılarımı çıkardım ve yatağın kenarına oturdum. Bir süre sadece izledim. O huzurla nefes alırken, ben bir savaşın ortasındaydım.

Voronin’in son sözleri zihnimde yankılanıyordu. “O benim gelinim olacak, Volkov.”

İçimdeki öfke yeniden kabardı. Bıçak sırtında duran sabrım bir an tökezledi.

“Seni kimse benden alamaz, güneşim.”

Elim, kendi iradesiyle hareket etmiş gibi, yumuşak tenini buldu, ardından saçlarını. Parmaklarım ipeksi saçlarının arasında dolaştı. Kendimi tutamadım ve dudaklarına hafif bir öpücük kondurdum. O an gözleri aralandı.

“Viktor…”

Sesi uykulu ama tanıdık bir sıcaklıktaydı.

“Benim, malysh.”

Hafifçe gülümsedi. Gözlerinde beni kendine bağlayan o bakış… Beni hep ait olduğum yere çeken o bakış…

“Geldin.”

O gülümseyince kalbimde sertleşen tüm taşlar bir anda paramparça oldu. “Sana her zaman koşarak gelirim, Vera.”

Yanına uzandım. Yeniden gülümsedi ve başını göğsüme yasladı, ben de kollarımı onun etrafına doladım.

“Uyumalısın, güneşim. Yanında olacağım, her zaman.”

Başını hafifçe kaldırıp bana baktı. “Bu bir söz mü?”

Beni tanıyordu. Söylediğim hiçbir şeyi havada bırakmayacağımı biliyordu.

“Elbette, Vera. Seni asla yalnız bırakmayacağım.”

İç çekti. Gözleri yeniden kapanmaya başlarken mırıldandı:

“Umarım, Viktor. Çünkü sana…”

Son kelimeleri o kadar fısıltıydı ki, ne dediğini duyamadım. Ama önemli değildi. Nefesi yavaşlayıp, yeniden uykuya daldığının sıcaklığına bürünürken, ben sadece onu izledim. Onun kokusunu içime çektim. Varlığı her şeyi susturdu. İçimdeki öfkeyi, savaşı, intikamı… Sadece onunla birlikteyken iyi hissediyordum. O ruhuma dokunuyor, en güzel duyguları hissetmemi sağlıyordu.

Sessizce gözlerimi kapattım ve Vera’nın sıcaklığına sarıldım. Uykunun beni içine çekmesine izin verirken, tek bir şeyden emindim: Onu koruyacaktım. Ne pahasına olursa olsun.

Dünya yansa da, yerle bir olsa da… Onu benden kimse alamazdı.

Bölüm : 19.09.2024 23:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...