34. Bölüm

33

kitsudaphne
kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

OY VE YORUMLARINIZLA DESTEK OLURSANIZ SEVİNİRİM.

INSTAGRAM, TİKTOK VE YOUTUBE'DAN TAKİP ETMEK İSTERSENİZ; @MİSTYVİBE3

 

DAHA FAZLA KARAKTER TANITIMI VİDEOSU İÇİN INSTAGRAM VE TİKTOK;

@MİSTYVİBE3

 

“Her adımında gölgen benim, malysh.” — Viktor Volkov

Viktor

Tam 36 gün, 864 saat, 51.840 dakika… Geçen her saniye içimde derin bir boşluk bırakıyordu. Zaman ilerliyordu ama ben olduğum yerde çakılıp kalmıştım. Vera olmadan eksiktim. Onsuz geçen her an, içimi kemiren bir azap gibiydi. Onu uzaktan izlemek yetmiyordu. Nefes alıyordu, yürüyordu, gülümsüyordu… Ama ben biliyordum. Gözleri boştu. Boşluktaydı.

Bu sadece benimle ilgili değildi. Mischa ile her gün konuşuyordum. Vera her gece kabus görüyordu. Ama yine de hayatına devam etmeye çalışıyordu. Herkesin başa çıkma yöntemi farklıydı. O, müziğe ve dansa sığınıyordu. Bense öfkeme.

O sabah, güneş bile doğmadan uyandım. Spor kıyafetlerimi giyip bodruma, spor salonuna indim. Koşu bandında geçen uzun dakikaların ardından ellerimi sardım, boks eldivenlerimi giydim ve kum torbasına yöneldim. Her bir yumruğum, içimdeki karmaşanın bir yansımasıydı. Her darbe, öfkemi, pişmanlığımı ve çaresizliğimi anlatıyordu. Ama hiçbir şey, içimdeki boşluğu doldurmaya yetmiyordu.

Sonunda durduğumda nefesim düzensizdi, göğsüm inip kalkıyordu. Eldivenleri fırlatıp attım ve odama çıkıp soğuk bir duşun altına girdim. Bugün Vera’yı görmeliydim. Bir şekilde.

Aşağı indiğimde Vadim kahvaltıyı hazırlamıştı. Andrei masadaydı. Aramız ne iyi ne de kötüydü. İkimiz de birbirimizin yaralarına dokunmamayı öğrenmiştik. Boris’le olan durumu işleri daha da karmaşık hale getirmişti ama kalmayı seçmişti. Bu ailedeydi artık. Gerçek anlamıyla.

Masaya oturduğumda Andrei başını eğerek selam verdi.

“Günaydın, efendim.”

“Günaydın.”

Vadim kahvemi doldurdu ve omletimi önüme koyduktan sonra geri çekildi. Tabağıma henüz dokunmamıştım ki Andrei sessizliği bozdu.

“Böyle devam edersen hastalanacaksın.”

Ona cevap bile vermedim. Umursamamamı bekliyordu, öyle de oldu. Başını hafifçe iki yana salladı ama konuyu uzatmadı. Zaten etrafımdaki herkes durumumu biliyor, üzerime gelmiyordu.

“Onu görmem lazım.”

“Tamam.”

Birkaç saniyelik bir duraksamadan sonra sordum:

“Mikhail’den haber var mı?”

“Henüz yok, Pakhan.”

Bu dünyada yapacağım son şey olsa da onu bulacak ve yok edecektim. Ama ne Voroninler ne de Kuznetsovlar bir iz bırakmıştı. Petrovlar ortadan kaybolmuştu. Ovechkinler ve Babaevler ise… onlara bedelini ödetmiştim.

Vladimir Vikhrov… Şimdilik gölgelerde kalacaktı ama her gün onunla konuşuyor, her detayı paylaşıyordum. Artık hayatımda konuşabileceğim tek kişi oydu.

Geçen gün bana söyledikleri hâlâ aklımdaydı.

“Eğer onu bırakırsan… kalbin de onunla birlikte yok olur, Viktor. Seni bir kere daha hayatta tutamam. Eğer Vera olmazsa, seni yitiririm oğlum. Bunu biliyorum. Ona kendini affettirmenin bir yolunu bul.”

“İkinci bir şansım olduğunu sanmıyorum, Vladimir. Onu çoktan kaybettim.”

“Saçmalama, oğlum. Gerçekten birbirini seven iki insan arasında şansın sayısı olmaz. Çünkü kalpler ayrılamaz. Aşk… bencildir. Diğer yarısını bulduğunda, inanıyorsa ondan kopamaz.”

“Onu zorlayamam. Onun istekleri, her zaman önceliğim olacak.”

Vladimir, derin bir nefes aldıktan sonra zihnime kazınan o son cümleyi söylemişti:

Her zaman bir seçim vardır, Viktor. Tek istediğin Vera… Hâlâ hiçbir şey yapmadan duracak mısın?”

Sözleri zihnimde yankılanırken kahvemi yudumladım. Bitirdiğimde arabaya geçtim. Andrei ile Vera’yı görmeye gidiyordum. Bugün dans provası vardı. Kimseye görünmeden, sessizce içeri süzüldüm ve sahneden uzak bir köşeye geçip oturdum.

Oradaydı. Benim narin balerinim, sahnede ışık saçmaya devam ediyordu. Her zamanki gibi… parlıyordu.

Sonra koreograf bir şey söyledi, Vera gülümsedi. O gülümseme… Karanlık dünyama sızan güneş ışığı gibiydi. En derin yaralarımı okşuyor, her şeyi yeniden anlamlandırıyordu. O benim güneşimdi. Ona asla söylememiş olsam da… Vera benim hayatımın en değerli parçasıydı. Öyle değerliydi ki gittiğinde, hayatımın anlamı kalmamıştı.

Sessizce izledim.

Her dönüşü, her adımı, her zarif salınışı. Sanki içinde susmayan bir melodi vardı. Onun hareketleriyle şekillenen, onun ruhuyla dans eden bir ezgi…

Sonra dans partneri geldi. Bedenleri uyumlu bir şekilde hareket etti. Eller birleşti. Gözler buluştu. Kıskançlık damarlarımda yavaşça yükseldi. İçimdeki her bir hücre isyan ediyor ve hepsi tek bir cümlede hayat buluyordu.

O benimdi.

Ara verdiklerinde Vera, partneriyle birkaç kelime konuştu, sonra sahneden indi. Birkaç adım attı… ve beni gördü. Ayağa kalktım. İfadesi anbean değişti. Önce şaşkınlık. Sonra hüzün. O hüzün gözlerine çöktüğünde, nefesim sıkıştı.

Yanıma geldi. Sesi neredeyse fısıltıydı. “Burada… ne işin var, Viktor?”

Tam 36 gün. Onsuz geçen, bitmek bilmeyen 36 gün.

“Seni özledim.”

Bakışları bulutlandı. Kirpikleri titredi. Özlem… kalbe düşen bir alevdi. Dudaklardan dökülürken yakıcı olurdu. Bir şey söyleyecekti. Ama söylemedi. Sonra o bakışlarda bir şey değişti. Bir anda arkasını dönüp uzaklaştı.

Hayır. Bugün değil. Gitmesine izin veremezdim. Peşinden gittim ve soyunma odasına girerken, ben de içeri süzüldüm.

“Dışarı çık.”

Başımı iki yana salladım. Hüznü derinleşti. “Lütfen, Viktor. Beni yalnız bırak.”

Yapamazdım.

“Seni bıraktığımdan beri… uyuyamıyorum, yemek yiyemiyorum. Nefes alamıyorum, Vera.”

Sözlerim nefes nefese çıkıyordu. Belini kavrayıp kendime çektiğimde bana direnmedi. Ama teslim de olmadı. Çenesini tuttum. Gözleri, o güzel mavi gözleri üzerimdeydi.

“Sensiz delirmek üzereyim, Vera.”

Alt dudağını ısırdı. O an… Duramadım. Günlerdir içimde biriken öfke, hasret, aşk, tutku—hepsi bir anda açığa çıktı. Dudaklarını ele geçirdiğimde, bana direndi. Ama umurumda olmadı. Çünkü bu, Vera’nın Viktor’undan geriye kalan tek şeydi. Ona tutsak, ona aç, ona mahkum bir adam…

Onu kucağıma aldım. Makyaj masasına oturttuğumda, bacaklarının arasındaydım. Onu tamamen kendime çektiğimde, bir elim kalçasını buldu, diğeri ensesini. Sanki bir anlık bir boşluk olsa… onu sonsuza kadar kaybedecektim.

Bir de… Özlem yakıcıydı. Onun kokusu ise baş döndürücüydü. Günlerdir ilk kez nefes alıyordum. Leotardının omzunu sıyırmaya çalışırken, elleri göğsüme bastırdı. Beni itiyordu. Nefes nefese durdum. Gözlerini açtığında, öfke içindeydi. Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Ne yaptığımı fark ettim.

“Bunun için mi geldin Viktor?”

Haklıydı. Ne diyebilirdim ki?

“Özür dilerim.”

Utanç içimi kemirirken, hafifçe geri çekildim.

“Sadece… seni özledim, Vera. Kokunu, sıcaklığını, her şeyini özledim.”

Gözlerinde aşk vardı. Ama hüzün de. Ve sonra… sözleri bıçağın en keskiniydi.

“Artık olmaz, Viktor.”

İçimde bir şeyler kırıldı. Acıyla gülümsedim.

“Anladım.”

Birkaç adım geri çekildim. Saçlarını düzeltti. Makyajını kontrol etti. Hiçbir şey söylemeden arkasını döndü. Gidiyordu. Elini yakaladım.

“Bu kadar mı?”

Baktı. Derin, kararsız bir bakıştı. Ne söylemesini bekliyordum ki? Ama bırakmaya hazır değildim.

“Bu akşam yemeğe çıkalım.”

İtiraz edecekti. Elimi kaldırıp onu susturdum.

“Konuşmamız gereken şeyler var.”

Kaçış arıyordu. Bahanesi ne olursa olsun, kabul etmeyecektim.

“Sadece yemek Vera.”

Gözlerini kaçırdı. Ve fısıltıyla cevap verdi.

“Tamam. Sadece yemek.” Kolunu elimden zarifçe çekti. “Provaya geri dönmem gerekiyor.”

“Vera?”

“Efendim?”

“Sahnede büyüleyicisin, her zamanki gibi.”

Gözlerinde bir anlığına bir parıltı belirdi. Gerçek bir gülümseme değildi, ama yüzünde oluşan o kırılgan ifade… yeterince tatmin ediciydi. Sonra o parıltı söndü. Gözlerine gölge düştü. Ve karanlık… her şeyi içine çekti.

“Ama senin için dans etmiyorum, Viktor.”

Tek bir cümle. Keskin bir bıçak gibi kalbime saplandı. Derin. Anlam dolu. Bitişin zarif bir ifadesi.

Arkasını döndü ve gitti. O an yeniden anladım. Eğer biri gitmek isterse… onu asla durduramazsınız.

Koltuğa yığıldım. İki saat boyunca oradan kalkamadım bile. Sadece telefonumu çıkarıp Begovoy’daki restoranı aradım. Bu akşam için kapattım. Kimseye tahammülüm yoktu. Ve onunla… biraz yalnız kalmaya ihtiyacım vardı.

Kapı yeniden açıldığında, hem düşüncelerimin hem de Vera ile paylaştığım anıların ağırlığından sıyrılmaya çalışıyordum. Vera içeri girdiğinde yanakları hafif pembeleşmiş, teni terden parlıyordu. Ama bu… onu daha da çekici kılmıştı.

Beni odada görünce şaşırdı. Ama hiçbir şey söylemeden içeri girdi. Tokalarını çıkardı. Tütüsünü çözdü. Sonra banyoya yöneldi, eline birkaç kıyafet alarak. Kapıyı kapatmadan önce… bana baktı.

“Hemen hazırlanırım.”

Başımı salladım. Kapı kapandığında, koltukta dik bir pozisyona geldim. Su sesi açıldığında, içimdeki karanlık ve ilkel istekle savaşmak zorunda kaldım. İçeri giremezdim. O istemediği sürece… Hayatına dahil olamazdım. Ona dokunamazdım. Onu öpemezdim.

Kalbime derin bir sızı çöktü. Yitirdiğim şey sadece aşk değildi. Hayattı. Güneş olmadan dünya nasıl yaşardı ki? Güneşim beni terk ettiğinde, benim de dünyam durmuştu.

Bir süre sonra, dışarı çıktı. Giyinmişti. Saçlarını taradı, kuruttu. Her hareketini izledim. Hafızama kazımak istercesine. Aynada gözlerimizin buluştuğunu fark etti. İç çekti. Sonra ayağa kalktı.

“Hazırım.”

Ayağa kalktım. Paltosunu aldım. Omuzlarına yerleştirdim. Kokusu… o harika koku burnuma dolduğunda, derin bir nefes aldım. İçime hapsettim. Sonra… Birlikte dışarı çıktık. Arabaya bindik.

“Nereye, Viktor?”

“Begovoy’daki restorana.”

Andrei başını salladı ve yola koyulduk.

Vera

Bugün kendimi zor kontrol etmiştim. Beni öpüşü, o dokunuşları... Onu çok özlemiştim. Ama bu hâli... Viktor’u tanıyordum. Kötüydü. Hem de her şeyden vazgeçecek kadar kötü. Zayıflamıştı, göz altları morarmıştı. Onu kendime çekip sarılmamak, başımı göğsüne yaslamamak için savaş veriyordum.

Ona aşıktım. Elimde değildi. Geçmiyordu. Korkular kadar aşk da geçmiyordu. Şimdi bir de bu mesafenin yarattığı gerilim ve özlem vardı. Ama yapamazdım. Ona gidemezdim. Ben izin vermediğim sürece o da gelemezdi. Tanrım… Bugün neredeyse ona teslim olacaktım. Yokluğu yakıcıydı. Varlığı da.

Beni izlediğini hissettim. Gözlerimiz buluştuğunda, içimde bir şeyler eridi. Yüzüm kızardı, hemen başımı çevirdim. Ama bir dakika bile geçmeden yanımdaydı. Bana dokunmasa da varlığını hissediyordum. Bugün kendini kontrol edemiyordu. Kulağıma eğildi.

“Vera, bir süre sana sarılabilir miyim?”

Öyle bir istekle sormuştu ki... Sesindeki yardım çığlığını duymuştum. Geçmişte olduğu gibi… O zaman da hayatında ben yoktum. Bensiz kalmıştı. Sanki doktordan ömür isteyen bir hasta gibi, ya da nefessiz kalmış biri gibi yalvarmasına dayanamıyordum. Bir kolunu belime doladım.

“Oldu mu?”

Belimi kavradı, beni kendine çekti. Aramızda boşluk kalmadı. Vücudum onunkine değdiğinde ürperdim.

“Şimdi oldu.”

Yol boyunca kıpırdamadım. Aramızdaki teması artıracak tek bir hareket bile yapmadım. Ona bakmadım. Bakarsam erirdim, yok olurdum. En kötüsü, ona teslim olurdum.

Hava kararırken yol tenhalaşmaya başladı. Şık bir restoranın önünde durduğumuzda, Viktor hızla arabadan indi ve benim tarafımdaki kapıyı açtı. Elini uzattığında tereddüt ettim. Ama tuttum.

Kapıda bizi karşıladılar.

“Hoş geldiniz efendim.”

“Hoş bulduk.”

İçeri girdiğimde restoranın bomboş olduğunu fark ettim ama bir şey demedim. Paltomu çıkardım, Viktor tuttu ve garsona verdi. Elini sırtıma koyarak beni masaya yönlendirdi. Cam kenarındaki masa özenle hazırlanmıştı. Ortada mumlar yanıyordu, kırmızı güller vardı. Romantikti. Viktor sandalyemi çekti, oturduğumda karşıma geçti. Siparişlerimizi verdikten sonra şef garson uzaklaştı.

“Nasılsın?”

Asla gerçek bir yanıt verilemeyen, basit ama ağır bir soruydu.

“Bilmiyorum, Viktor. Sen?”

“Ben de bilmiyorum.”

Sessizlik canımı yakıyordu. Bakışlarındaki kimsesizliğe ve yalnızlığa daha fazla dayanamayıp camdan dışarı baktım. Manzarayı izledim. Yemeklerimiz geldiğinde bile konuşmadık. O, yemeğini yarısında bırakıp geriye yaslandığında, endişeyle tabağına baktım. Sonra gözlerim onun gözlerine kilitlendi.

“Hasta olmaya mı çalışıyorsun?”

Bakışlarını tabağına indirdi. Cevap vermedi. İçine kapanmış bu hâlini fazlasıyla iyi tanıyordum. Sandığımdan da kötüydü. İç çekip derin bir nefes aldı. Sonra gözlerini tekrar kaldırdı. Karanlık Viktor geri dönmüştü.

“Beni merak etme, malysh.”

Bu kez gözlerini kaçıran ben oldum. Garson yanımıza geldiğinde Viktor’un içeceğini masaya bıraktı. Gitmeden önce bir isteğimiz olup olmadığını sordu. Cevap vermedik. Yalnız kaldığımızda Viktor içeceğinden bir yudum aldı, bardağı masaya bıraktı ve düşünceli bir şekilde konuşmaya başladı.

“Bana henüz bir cevap vermedin, Vera.”

Göz göze geldik. Ne istediğini biliyordum. Ama cesaretim yoktu. Hazır değildim.

“Senden zaman istemiştim.”

Viktor derin bir nefes aldı. Parmaklarını bardağın kenarında gezdirdi.

“Vera… ben artık dayanamıyorum. Bu belirsizliğe ama en çok sensizliğe.”

Gözlerimi kaçırdım. Kalbim göğüs kafesime sığmıyordu.

“Belki bir işaret bekliyorumdur, Viktor. Ama şu an sana istediğin yanıtı veremem. Sana gelemem.”

O her zaman güçlüydü. Her konuda dayanıklı, sabırlıydı. Ama şimdi sabırsızdı. Kırılgandı. Viktor Volkov dağılmıştı. O dağılan parçaların arasından karanlık, aşk ve hüzün yayılıyordu.

“Bugün yanıma neden geldin, Viktor?”

“Özledim, Vera. Seni deli gibi özledim.”

“Daha fazlası var.”

Alt dudağını gergin bir şekilde ısırdı. Parmaklarını masaya vurarak içindeki fırtınayı bastırmaya çalıştı.

“Sana ihtiyacım var. Hepsi bu. Kokunla uyumaya, seni kollarımda tutmaya, bir gece olsun kabus görmemeye ihtiyacım var.”

Bakışları benden uzaklaştı. O an kalbini de kapadı.

“Ama olmaz, biliyorum. Senin kafanı ya da kalbini karıştırmayacağıma söz vermiştim.”

Sesi boğuktu. Yorgun. O sırada Andrei hızlı adımlarla içeri girdi. Viktor’un yanına eğildi, kulağına birkaç kelime fısıldadı. Geri çekildiğinde ikisinin de gözlerinde aynı gerginlik vardı. Viktor sandalyesini geriye itti.

“Andrei, seni eve bırakacak, malysh. Benim şimdilik gitmem gerekiyor.”

Ayaklandığında ben de onunla birlikte kalktım.

“Viktor, nereye?”

Bakışları kısaydı. Soğuk.

“Sonra açıklarım.”

Andrei’ye başıyla bir işaret verdi. Sonra bir an bile tereddüt etmeden arkasını döndü ve hızla yanımdan uzaklaştı. Onu durdurmak istedim ama ayaklarım yere mıhlanmış gibiydi. Andrei’ye döndüm. Şaşkındım.

“Andrei, bir şey söylemeyecek misin?”

Bir an duraksadı. Sonra derin bir nefes aldı.

“Mikhail… ondan bir iz bulduk, Vera.”

Kalbime yayılan panik ve korku… anıları geri getirdi. Zaman geçse de duygular geçmiyordu. Yaşadıkların silinmiyordu. Geceler unutkandı. Ama insanlar… Daima hatırlardı.

Paltom getirildiğinde hızla giydim. Andrei’yi takip ettim. Bizi bekleyen araçlarla birlikte yola çıktık. Yol boyunca konuşmadık. Sadece Viktor’dan değil, Andrei’den de uzaklaşmıştım. Bağ evine vardığımızda ona hafif bir baş selamı vererek teşekkür ettim ve arabadan indim. Adımlarımı sıklaştırdım. Ama kaçamadım. Kolumdan yakaladı. Kendine çevirdi.

“Sensiz devam edemiyor.”

Kaşlarımı çattım.

“Anlamadım?”

Bakışları ciddiydi.

“Senin kadar kimseyi sevmedi, Vera. Onu iyi tanıyorum. Bir süredir ona zaman tanımaya çalışıyorum çünkü birbirimize çok benziyoruz. Ben de böyle anlarda yalnız kalmayı tercih ederim ama… iyi değil. Bu kez devam etmeyecek.”

Sesi kararlıydı. Ama içinde kocaman bir endişe gizliydi. Kolumu nazikçe bıraktı. Söylediklerini henüz sindirememişken devam etti.

“Ona geri dönmen gerektiğini söylemiyorum. Ama gerçekler bunlar.”

Bir an duraksadı. Elini saçlarının arasından geçirdi. Gülümsedi ama buruk bir şekilde.

“Yanından ayrılmamamın bir sebebi var, odamın yerini değiştirmemin de.”

Kaşlarımı çattım.

“Ne demek istiyorsun?”

Bir nefes aldı. Gözlerimin içine baktı.

“Her gece birkaç saat uyuyor. O uyuyana kadar ben nöbet tutuyorum, uyuduktan sonra da Ony görevi devralıyor.”

Yutkundum.

“Ne demek istediğini…”

Sözlerim havada kaldı.

“Kendine bir şey yapmaması için çabalıyorum, Vera.”

Sertti. Keskin. En çok da can yakıcıydı.

“Sen ne diyorsun, Andrei?”

“Bak, ben Viktor gibi değilim. Ben tesadüflere de kadere de inanırım. Karşılaşmanız kader yada tesadüftü, Vera. Sen de onun hayatına belki bir şey öğretmek için belki de bir anlam katmak için geldin. Birbiriniz için ne ifade ettiğinizi görebiliyorum ama siz… görmek istemiyorsunuz. Çabalamıyorsunuz. Vera, belki bana düşmez ama ona bir şans daha vermelisin. Bunu denemelisin. Sizinki gibi bir aşk için bu… ödenmesi ufak bir bedel.”

Başımı iki yana salladım.

“Bu hayata ait değilim, Andrei. Bu korkularla yaşayamam. Bu drama… benim için fazla.”

“Denemedin, Vera. Eğer ona bir kez—”

“Şans veremem, Andrei!”

Sesim yükselmişti. Andrei şaşırdı.

“Yapamam. Anlamıyorsun. Boğuluyorum! Her gece o anları tekrar yaşıyorum. Viktor’un aşkından ölsem bile—ki emin ol, ölecek haldeyim—ona gidemiyorum. Bana gelmesine izin veremiyorum. Andrei, yok oluyorum! Ama onunla Vera olamıyorum.” Nefes nefeseydim. Göğsüm inip kalkıyordu. “Onun yanında dönüştüğüm kişi… beni korkutuyor. Bu endişeler bana yabancı.”

Gözlerim doldu. Bir hıçkırık boğazımdan kaçtı. Andrei mırıldanırcasına sorusunu yöneltti.

“Kalbin ne diyor, Vera?”

Gözlerimden yaşlar süzülürken dişlerimi dudaklarıma bastırdım.

“Bazen düşünmek her şeyi mahveder, Vera. Bazen sadece arayacaksın. Konuşacaksın. Ona gideceksin. Hepsi bu.”

Başımı çevirdim.

“Bu söylediklerin… hâlâ kurtarılacak bir şey varsa işe yarar, Andrei.”

Bana uzun uzun baktı. Sonra cebinden bir kâğıt çıkardı.

“Buradan gitmek istersen, beni ara.”

Kâğıdı boş bakışlarla inceledim. Sonra elime tutuşturdu.

“Belki birbirinizden uzak olursanız bir şeyler düzelir. Viktor yeni bir hayata başlar. Belki biri…”

Kâğıdı sinirle buruşturup elime aldım. Bir şey söylemeden arkamı döndüm ve hızla uzaklaştım. Odaya girdiğimde Mischa ve Mira’yı bile umursamadan çantamı ve ayakkabılarımı yere fırlattım. Öfkem geçmiyordu.

Onu… bir başkasıyla… Tanrım, düşüncesi bile lav gibi içimi yakıyordu. Aşk geçmiyordu. Tutku da. Ama en çok… Viktor Volkov geçmiyordu. Beni çoktan ele geçirmişti. Onsuz esas ben devam edemiyordum. Tek isteğim, göğsüne uzanıp yatmaktı. Kollarını üzerimde hissetmekti. Ama uzağımda olduğu her an nefessiz kalıyordum.

Hayatımızda olan her şey… içimizdekilerin bir yansımasıydı. Ben bir aynanın kırık parçaları gibi dağılmaya başlamıştım. Dağılırken kendimi kesiyor, kendime batıyor, canımı yakıyordum. Paramparçaydım. Parçalarım toparlanmayacak haldeydi. Böyle nereye kadar ilerleyebileceğimi bilmiyordum.

Aşkın asla bir son kullanma tarihi yoktu.

Ama her zaman can yakıyordu.

Viktor

Amcamı Dmitriy’nin yanında gördüğümde, işlerin daha da ciddileştiğini anladım.

“Hoş geldin, oğlum.”

“Merhaba, amca.”

Dmitriy kolumu sıktı, yüzümü inceledi. Sonra bilgisayarı bana çevirdi.

“Murmansk limanından bugün ayrılan bir gemide biri onu görmüş. Henüz kesin değil.”

Sert bir ifadeyle ekledi:

“Yalnız mıymış?”

“Değildir. Eğer oysa.”

Sabrımın tükendiğini hissettim. Çenemi sıktım.

“Bu kadar mı?”

Dmitriy kaşlarını çattı.

“Anlamadım?”

“Elimizdeki tüm bilgi bu kadar mı, Dmitriy?”

Gözlerini kaçırdı.

“Üzgünüm, Viktor. Mikhail güçlü bir düşman. Ulaştığımız bilgiler henüz yetersiz ama zamanla—”

Elimi masaya koydum. Sakin kalmaya çalışıyordum ama… artık yetmiyordu. Hiçbir bilgi, hiçbir gelişme, hiçbir şey yeterli gelmiyordu.

Amcamla Dmitriy’nin bakıştığını fark ettim.

“Dışarı çık, Dmitriy. Beni Viktor’la yalnız bırak.”

“Peki, baba.”

Dmitriy saygılı bir şekilde yanımızdan ayrıldı. Amcam, karşısındaki koltuğu işaret etti.

“Gerek yok.”

“Otur, Viktor.”

Gergin bir şekilde söyleneni yaptım.

“Vera’nın senin için ne ifade ettiğinin farkındayız. Onsuz nasıl dağıldığının da. Ama artık kendini toplamalısın, Viktor. Hepimiz senin için endişeliyiz.”

Başımı önüme eğdim.

“Onunla konuştun mu?”

“Bugün onunla yemekteydim.”

Başımı hızla kaldırdım.

“Bilmiyorduk, biz—”

Derin bir nefes aldı.

“Bilseydim, seni çağırmazdım, oğlum.”

Bakışlarıma karşılık verdiğinde içinde samimiyet gördüm. Ama içimdeki boşluğu doldurmadı.

“Sorun değil. Zaten yanımda zoraki duruyor gibiydi.”

Amcam hafifçe öne eğildi, yüzümü inceledi.

“Evi biliyor mu?”

Başımı iki yana salladım.

“Henüz söylemedim, amca.”

Bir süre düşündü. Sustuk. Sonra konuştuğunda, her kelimesi yeniden kanattı.

“Umut yaşatır, evlat. Sen umudunu kaybetmişsin. Ya da onu Vera’da bırakmışsın. Bir şekilde onu yeniden bulmaya ya da oluşturmaya çalış. Böyle giderse—”

Devam etmesine gerek yoktu. Cevap önümdeydi.

Yaşayamazdım.

Bakışları uzaklara daldı.

“Ben asla umudumu yitirmem, Viktor. Neden biliyor musun? Sanılanın aksine umut mucizeleri cebinde taşır. Ve umut daima doğru zamanda karşılık verir. Bu yüzden umudu sol cebimde taşırım.”

Bakışları bana döndüğünde içtenlikle gülümsedi.

“Bu hikâye henüz bitmedi, Viktor Volkov. Sen de umudu sol cebinden eksik etme. Bu ihtiyarı dinle ve söylediğime inan.”

Başımı salladım ama… bir insan tamamen karanlıkta kaldığında, güneş artık onu aydınlatmadığında, kalbi daha fazla dayanamadığında… ne olurdu?

Umut da yoktu. Aşk da. Vera da.

“Gösteri ne zaman?”

“Bir ay sonra.”

“Bize en önden yer ayırttır.”

“Olur, amca.”

Ayağa kalktım, ceketimi düzelttim. Tam arkamı dönmüştüm ki sesi yankılandı.

“Herkes seni çok özledi. Kendini toparlamanı artık beklemeyeceğim. Hafta sonu bize yemeğe geliyorsun. Sofi için bunu yapmalısın.”

Gözlerimi kapattım. “Peki, amca.”

Oradan ayrıldım. Kimseyle vedalaşmadım. Kalbimdeki karanlık, bedenimden taşıyordu.

Eve gittim. Ama burası artık bana ait değildi. Vera’nın kokusunu hâlâ alabildiğim odaya girdim. Yatağımıza. Dolaba yöneldim. Gözlerim geride bıraktığı elbiselere kaydı. Bir hırkada kokusu hâlâ vardı. Ceketimi ve ayakkabılarımı çıkardım. Yatağa uzandım ve hırkaya sarıldım.

O gece, ilk kez kâbus görmedim. Ama bu, rüyalarımın güzel olduğu anlamına gelmiyordu.

Vera

On beş gün. Sadece on beş gün kalmıştı.

Giselle için prova yaparken zaman göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor, herkesin gerilimi giderek artıyordu. Sakin kalmaya çalışıyordum ama… olmuyordu.

Tek güzel haber, Jack ve Frannie’nin gösteriden önce yanıma gelecek olmasıydı. İkisini de çok özlemiştim. New York’taki gösteriye ara verilmesine az kalmıştı ve benim performansım sırasında yanımda bulunmak istediklerini söylediklerinde sevinçten havalara uçmuştum.

Ama geliş nedenleri sadece bu değildi. Viktor’dan ayrıldığımı biliyorlardı. Ve beni tanıyorlardı. Onlara her şeyi anlatmamıştım, acımı, kırıklıklarımı, yaşadığım korkuyu saklamıştım ama… beni okuyorlardı. Dağıldığımı, içimdeki boşluğu fark ediyorlardı. Uçak biletlerini jest olarak ben almıştım. Onlar gelene kadar heyecanım geçmedi. Her gün provalara odaklanıyordum ama bir yanım özlemle ve sabırsızlıkla doluydu.

O sürede Viktor’u görmemiştim. Sesini duymamıştım. Ama son zamanlarda… elim telefona gidiyor, ama arayamıyordum.

O sabah uyandığımda, yoğun bir mide bulantısıyla yataktan doğruldum. Kusmadım ama midem taş gibi ağırdı. Halsizdim. Bu ara kendimi çok zorluyordum, farkındaydım. Çünkü Giselle benim için önemliydi. Gösterinin ilk gecesi de öyle. Ama günlerdir yorgun hissediyordum, bitkindim. Sanırım… kendimi fazla hırpalamıştım.

Üzerimi giyinip aşağı indiğimde, Mira kahvaltıyı hazırlıyordu. Beni görür görmez yüzü aydınlandı.

“Günaydın, sevgili kızım.”

“Günaydın, Mira.”

Beni dikkatle süzdü, sonra kaşlarını çattı.

“Neyin var?”

“Midem bulanıyor.”

İçini çekti.

“Son günlerde çok gergin ve yorgunsun, Vera. Hiç beni dinlemiyorsun.”

Beni masaya oturttu.

“Bir şeyler yemeden çıkmıyorsun ve bugün eve erken geliyorsun.”

Mira… Mira her zaman böyleydi. Koruyucu, şefkatli, sevecen. Ve ben… benim buna ihtiyacım vardı. Özellikle Viktor hayatımda yokken. Özellikle… yuvamı kaybetmişken. Mutluluk ellerimden kayıp gitmişken.

“Olur Mira, bugün erken gelmeye çalışırım.”

“Hayır. İzin alıp erken gel.”

Gülümsedim.

“Peki.”

Önüme koyduğu tabaktakilerden birkaç lokma aldım, sıcak çayı içtim. İyi gelmişti.

Provalara gittiğimde, direkt odama geçtim ve hazırlanmaya başladım. Annemin bilekliğini elime aldım. Her zamanki gibi parmaklarım arasında çevirdim, içimde bir sıcaklık yayıldı. Bilekliği dudaklarıma götürdüm, hafifçe öptüm. “Yanımda ol,” diye fısıldadım.

İlk birkaç saat iyiydim. Sonra… Sonra işler kötüleşti. Başım döndü. Midem yine bulandı. Maksim ve Olga yanıma geldiler.1

“İyi misin?”

Zorla gülümsedim.

“Sabahtan beri biraz rahatsızım.”

Maksim endişeli bir şekilde baktı.

“Seni doktora götürelim mi?”

Derin bir nefes aldım. Gülümsemeye çalıştım ama olmadı.

“O kadar kötü değilim. Bugün dinlensem… belki iyi gelir.”

Maksim tereddüt etti.

“Seni eve götürecek biri var mı? Yoksa ben—”

“Sağ ol, Maksim. Var.”

“Tamam, Vera. Eve git, dinlen. Ben seni sonra ararım.”

Başımla onayladım ve soyunma odasına yöneldim. Zorlukla giyindim. Merdivenlerden inerken nefesimi düzenlemeye çalıştım. Borya ve Orrel kapıdaydı. Beni gördüklerinde şaşırdılar.

“İyi misiniz, Bayan Vera?”

“Biraz rahatsızım, Borya. Eve gidelim.”

Orrel gözlerini kıstı.

“Emin misiniz? Belki bir hastaneye gitsek—”

Başımı iki yana salladım.

“Kötüleşirsem söylerim.”

Borya kapıyı açtı, araca bindim. Tam o anda, Orrel’in telefonunu çıkardığını ve hızla bir mesaj yazdığını gördüm. Mideme bir taş oturdu.

“Viktor’a mı haber verdin?”

Orrel gözlerini kaçırdı.

“Üzgünüm, Bayan Vera. Pakhan… bunu bizden öğrenmezse—”

Devamını getirmedi. Gerek yoktu. Çünkü biliyordum. Çıldırırdı. Bir de onları mahvederdi.

Görmezden gelmeye çalıştım. Sonra Borya arabayı çalıştırdı. Bağ evine doğru ilerlerken gözlerimi kapattım. Başım dönüyordu. Midem hâlâ bulanıyordu. Ama en kötüsü içimdeki huzursuzluktu.

Eve vardığımızda, Viktor’un arabasını kapıda gördüm. Sanırım buraya uçarak gelmişti. İçimde bir şey sıkıştı. Orrel’e ters bir bakış attım ama umursamadı bile. Belki de haklıydı. Viktor’u gerçekten öfkeliyken sadece bir kez görmüştüm. Öfkesinin hedefi olmayı… kimse istemezdi.

Arabadan indim, eve doğru ilerlerken kapı açıldı. Viktor. Gözleri beni buldu. Bir saniye bile durmadan, hızla yanıma geldi. Yüzümü inceledi ve ne olduğunu bile anlamadan… Beni kollarına aldı.

“Viktor!”

Hiçbir şey söylemedi. Sadece beni odama taşıdı. Sert adımlarla içeri girerken, kalbim öfkesinin altında yatan başka bir şeyi fark etti. Korku. Beni yatağa yatırdığında Mira içeri girdi. Ayakkabılarımı çıkarmaya başladığında Viktor geri çekildi ama gözleri üzerimdeydi.

“Vera, iyi misin kızım?”

“Midem kötü, Mira.”

“Sana şimdi çorba yapıyorum. Bir de midene iyi gelebilecek bir çay hazırlayacağım.”

Mira, Viktor’a baktı. Viktor, Mira’ya. Sessiz bir anlaşma yapmış gibiydiler. Sonra Mira çıkıp gitti. Viktor yanıma oturduğunda, eli ateşim olup olmadığını kontrol etmek için alnıma dokundu. Titredim. Ama bu, hastalıktan değildi.

“Neyin var, malysh?”

Gözlerimi kapattım.

“Bana böyle seslenmesen olmaz mı?”

Son görüşmemizden beri o da değişmişti. Daha yorgun, daha sert, daha… kaybolmuştu. Benim gibi.

Derin bir nefes aldı.

“Peki, Vera. Nasıl istersen.”

Elini geri çekti. Ama dokunuşu tenimde kaldı.

“Ateşin yok. Belki yediğin bir şey dokundu?”

Omuz silktim.

“Bilmiyorum, Viktor.”

Derin bir nefes verdim.

“Hasta olduğum için mi geldin?”

Söylemediklerim havada asılı kaldı. Viktor gözlerini gözlerime kilitledi.

“Ben sana her zaman gelirim, Vera.”

Bir an gözlerini kapattı. Açtığında… içimde bir şey kırıldı.

Keşke beni çağırsan.”

Dudaklarımı sımsıkı kapattım. Çünkü konuşursam… Onu çağıracaktım. Ona ihtiyacım olduğunu söyleyecektim. Çünkü kırık kalbim konuşursa… tek bir gerçeği haykıracaktı. Hem de defalarca.

“Sana aşığım, Viktor Volkov.”

Elini yüzüme götürdü. Parmakları hafifçe yanağımda gezindi.

“Biraz dinlen. Bugün buradayım.”

Panikle gözlerimi açtım.

“Viktor—”

Başını iki yana salladı.

“Bugün beni yanından gönderemezsin. İyi olduğunu görene kadar buradayım.”

Bakışlarındaki kararlılığı tanıyordum. Vazgeçmeyecekti. Bunu tartışamazdım. Derin bir nefes aldım, gözlerimi kapattım. Bir süre saçlarımı okşadı. Sonra üzerimi örttü ve uzaklaştı. Ama gitmediğini biliyordum.

Uyuyakaldım.

Uyandığımda oda karanlıktı. Gözlerimi ovuşturdum, doğruldum. O anda, biri hızla yanıma geldi.

“Vera…”

Komodindeki ışık açıldığında Viktor’u gördüm. Yatağın kenarına oturmuştu.

“İyi misin?”

Sesi hâlâ endişeliydi. İçimde bir şey sarsıldı.

“Uyumak iyi geldi, Viktor.”

Ama o hâlâ öyle bakıyordu. Endişeli. Yorgun. Uykusuz. İşte o an, kalbim mantığımdan önce hareket etti. Henüz tam uyanmamıştım. Henüz düşünmüyordum. Henüz… sonuçlarını hesaplamıyordum. Sadece gözlerindeki o bakışa dayanamadım. Parmaklarım yakasına uzandı. Bir saniye sonra… Viktor’u kendime çektim. Ve öptüm.

Sadece gözlerim değil, mantığım da hızla uyandığında dudaklarımı ondan kopardım. Ama Viktor… durmadı. Beni kendine çekti, dudaklarını yeniden dudaklarımda hissettiğimde, öfkesini, aşkını ve acısını tattım. Kaçmadım. Kaçamazdım.

Dudaklarımı araladım, parmaklarımı boynuna geçirip onu kendime çektim. Ama geçmiyordu. Acı da aşk da azalmıyordu. Boğazımdan çıkan çaresiz ses onu daha da çıldırttığında, beni yatağın üzerinde kaydırıp üzerime çıktı.

Ama o an bile… Çaresiz ve umutsuzdu. Yine de durdu. Göğsü hızla inip kalkarken, kısık bir sesle sordu:

“Durmamı istiyor musun?”

Hayır. İstemiyordum. Düşünmek bile istemiyordum. Onu kendime çektim. Boğazından kaçan iniltiyle kontrolünü yitirmesini izledim. Önce benim üzerimdekileri çıkardı, sonra kendisininkileri.

Dudaklarımız yeniden buluştuğunda artık sadece birbirimize aittik. Uzun zamandır içimde boğuştuğum duyguların ötesindeydi bu. Sadece tutku değildi. Aşkın tutkusuydu. Aramızdaki şey tam olarak buydu. Ona aittim. Her zerremle.

Dokunuşları, öpüşleri, tenimde bıraktığı izler… Hırıltılı nefesi, ismimi fısıldayışı… Her şey onunla güzeldi. Onunla özeldi. Yanıma uzandığında nefesimiz düzensizdi. Beni kendine çektiğinde göğsüne yaslandım. Kolunu belime doladı, bir elini kalçama bıraktı. Düzensiz nefesini ve hızla atan kalbini dinledim. Benim için en güzel melodi onun kalp atışlarıydı. İçimdeki her şey, ona gitmem için haykırıyordu.

“Üzgün olduğumu söylememi bekleme.”

Cümlelerinin devamını bekledim.

“Seni çok özledim.”

Gözlerimi kapattım.

“Ben de.”

Gerçeği dile getirmek, bazen gerçeğin kendisinden daha ağır geliyordu. Başımı kaldırdım. Göz göze geldik.

“Vera…” Sesi titredi. “Yalvarırım bana gel. Benim ol. Sensiz…”

Parmaklarımı dudaklarına bastırıp onu susturdum.

“Bir işaret bekliyorum.”1

Bakışları koyulaştı. Gözleri bir anlığına boşluğa dalıp geri döndüğünde, içimde bir şeyler koptu. O gözler… İçinde bir volkan saklayan o bakışlar beni bulduğunda, kalbim hızla atmaya başladı.

“Seni bırakamıyorum,” diye fısıldadı. “Aklımdan çıkmıyorsun. Her an peşindeyim, malysh. Gölgen gibi. Aklım çıkıyor, sen içimden çıkmıyorsun.”

Beni yatağa yatırdı, bedenini hafifçe üzerime bıraktı.

“Seninle yaşadığım şeyler…” diye devam etti, sesi kısık ve sertti. “Özellikle aşk… Daha önce böylesini tatmadım.” Dudaklarıma eğildi. “Seni asla bırakmayacağım.” Öfkesine tutunarak bana yaklaştı, beni öptü. “Gitmene izin vermeyeceğim.”

Konuşmama müsaade etmeden dudakları beni buldu. Savunmasızdım. Her açıdan. Ben de ona izin verdim.

“Benimsin, Vera.”

Son bir güçle ellerimi göğsüne koyup onu durdurdum.

“Viktor… lütfen.”

Biraz geri çekildi.

“İyi değildim. Özür dilerim ama ben sadece…” Cümleyi tamamlayamadan sesi karşıladı beni.

“Sakın bu cümleye devam etme. Bu kez değil.” Çenemi nazikçe tuttu. “Senden vazgeçemiyorum, Vera.” Burnumun ucuna, yanaklarıma, alnıma öpücükler bıraktı. “Sensiz yaşayamıyorum, güneşim.”

Dudaklarımın üzerine son bir öpücük kondurduğunda gözlerimi bile açamıyordum. Beni ele geçirmişti. Yine.

“Benim ol.”

Düşünme yetimi elimden almıştı. Konuşma yetimi de. Gözlerimi açabildiğimde ona baktım. Boş, çaresiz bir ifadeyle.

“Şimdi konuşma. Önce düşün. Ama bu kez uzağında olmayacağım.”

Alt dudağımı ısırdığımda gözleri hemen oraya kaydı.

“Bu kez seni dinlemeyeceğim.” Sesi sertti. “Neden biliyor musun?”

Kaşlarımı çattım. Bir şeyler değişmişti.

“Neden, Viktor?”

Sustu. Gözleri karanlıktı, ama içindeki ateşi görebiliyordum.

“Çünkü uykunda söylediklerin gerçekti, Vera.”

Nefesim göğsümde düğümlendi. Gözlerim büyüdü.

“Ne... Ne söyledim?”

Adım adım yaklaştı. Her kelimesi, damarlarımdan geçen kanı ısıttı.

“Bana âşık olduğunu... Bensiz nefes alamadığını...” Bakışları dudaklarıma kaydı. Parmak uçları çenemi tuttu, yüzümü kendisine kaldırdı. “Her seferinde biraz daha dağıldığını. Ama benden vazgeçemediğini.”

Son kelimeleriyle birlikte dudakları benimkileri buldu. Sıcak nefesi tenimi yaladığında ürperdim. Titredim. Ama geri çekilmedim. O beni tamamen kendine çekti. Hayır. Beni kendine hapsetti.

“Ben seni toplarım, Vera. Dağılan parçalarını birleştiririm. Ama şunu bil ki, biz ancak birlikte olduğumuzda tamamlanabiliriz. Ben sensiz yarım kaldım. Sen bensiz yarımsın. Bunu kabul et.”

Gözlerim doldu. İçimdeki aşk da acı da haykırıyordu. İkisi de fazlaydı. Taştılar.

“Ağlama, Vera.” Sesi yumuşaktı. Yaralarıma dokunan bir fısıltı gibi. “Yalvarırım, ağlama.”

Sonra tekrar beni öptü. Bu kez direnmedim. Kollarımı boynuna doladım, kendime çektim. Düşünmeyi bıraktım. Kendimi ona teslim ettim. O gece yanımda kaldı. Birlikte yemek yedik. Sonra beni yıkadı. Parmakları saçlarımın arasına karıştı, yavaşça taradı. Kalbim ona koşarken, gözlerimdeki aşkı gizleyemedim. Yanıma uzandığında, kollarını bedenime doladığında... O gece ilk kez korkuyla çığlık atıp uyanmadım. Sabah olduğunda, göğsüne yaslanmıştım. Gözleri çoktan açılmıştı.

“Günaydın, bebeğim.”

“Günaydın, Viktor.”

“Daha iyi misin?”

Duraksadım. Mide bulantım yoktu. Göğsümdeki boşluk acıtmıyordu.

“İyiyim. Ya sen?”

Kirpiklerini kırptı. Hafifçe gülümsedi.

“Uzun süredir uykusuzdum. Kokunla uyumak… iyi geldi.”

Yüzündeki yorgunluk azalmıştı. Göz altındaki gölgeler kaybolmuştu.

“Sen uyurken Maksim aradı.” Gözlerini benden ayırmadı. “Birkaç gün dinlenmeni istedi.”

“Ama—”

“Vera, lütfen. Bir sorun yok. Birkaç gün dinlen. Kendini daha iyi hissettiğinde gidersin.”

Derin bir nefes aldım. “Peki, Viktor.”

İlk başta itiraz ettim. Ama o birkaç gün… bana iyi geldi. Çok iyi. Viktor bir an bile yanımdan ayrılmadı. Konuşmadığım her şeyi duydu. Ama hiçbir zaman cevabı almak için zorlamadı. Ben tamamen iyileştiğimde, provalara geri döndüm. Daha güçlüydüm. Daha tamamlanmış bir haldeydim.

Gösteriye üç gün kala Jack ve Frannie Moskova’ya geldi. Heyecanım doruktaydı. Ama asıl mutluluk… onların yanımda olmasıydı. Kelimelerle anlatamayacağım kadar büyük bir huzurdu bu. O günlerde Viktor da onlarla bir bağ kurdu. Sınırları zorlamadan, ama hep yanımda durarak.

Her akşam aynı masada buluştuk. Paylaşılan yemekler, kahkahalar, anılar… Eski günlerin sohbetleri iliklerime kadar işledi. Gösteriden sonra Moskova’yı adım adım keşfetmeye karar verdik. Ama bunların hepsinden daha önemli bir şey vardı…

Artık yalnız hissetmiyordum. Ve sonra, o sabah… Gözlerimi açtığımda Viktor giyiniyordu. Ceketinin düğmelerini ilikliyordu, ama beni fark ettiğinde durdu. Sessizce yanıma geldi ve dudaklarıma hafif bir öpücük kondurdu.

“Günaydın, güneşim.”

Sesi her zamanki gibi sakindi ama içinde bir şeyler saklıydı.

“Günaydın, Viktor.”

“Nasılsın?”

Derin bir nefes aldım. “Heyecanlı.”

Gözleri yüzümde gezindi, gülümsedi.

“Orada harika bir gösteri sergileyeceksiniz, Vera. Heyecanlı olman normal.”

Yanıma oturdu. Kolları bedenime dolandığında, içimdeki kasvet dağıldı. Güvende hissettirdi. Hep olduğu gibi. Parmakları saçlarımı yana çekti, dudakları boynumu buldu. Bir an için titredim.

“Seni seviyorum, güneşim.”

Cevap vermemi beklediğini biliyordum. Ama kelimeler boğazımda düğümlendi. Söyleyemedim. Geri çekildi. Ama gözlerinde hayal kırıklığı yoktu.

“Beni sevdiğini biliyorum, malysh. Sorun değil.”

Zorlamadı. Asla zorlamazdı. Sadece gülümsedim. O ayağa kalkınca ben de yataktan çıktım.

“Bazı işlerim var,” dedi, saatine kısa bir bakış atarak. “Ama biter bitmez yanında olacağım. Amcamlar da bu akşam geliyor. En ön sırada olacağız, Vera.”

Başımı salladım. Heyecandan konuşamıyordum. Halime gülümsedi.

“Bu halin... Masum tavrın...” Başını yana eğdi. “Beni mahvediyor, malysh. Bu asla değişmedi.”

Ayaklarımın ucunda yükseldim. Yanağını öptüm.

“Bu gece beni yalnız bırakma.”

Gözleri karardı. “Asla, güneşim. Orada olacağım. Senin için her zaman orada olurum.”

Geri çekildi. Ceketini aldı. Kapıya yönelirken bir kez daha bana döndü, gülümsedi.

“Görüşürüz, bebeğim.”

“Görüşürüz, Viktor.”

O gittikten sonra ben de hazırlandım. Aşağı indiğimde Frannie çoktan ayaktaydı.

“Günaydın.”

“Günaydın, V.”

Yanına oturdum. Sarıldım.

“Daha iyisin.”

“Evet.”

Gözlerimi kaçırdım. Ama o elimden tuttu, kaçmama izin vermedi.

“Aranızda ne yaşandı bilmiyorum ama...” Sesindeki kesinlik titrememe neden oldu. “Birbirinize aitsiniz, Vera.”

Yutkundum. “Bundan nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?”

Gülümsedi.

“Aranızdaki aşk… bakışlarınızda parlıyor. Ayrıca Viktor sana bakarken...” Derin bir nefes aldı. “Sanki bir mucizeye bakar gibi.”

Sustu. Gözleri anlamlarla doluydu.

“Bazen, Vera...” Parmaklarını elimde gezdirdi. “Bir ömür birleşmek için, bir süreliğine ayrı kalmak gerekir. Her hikâye birbirine benzemez. Ama gerçek aşklar... hep birbirine benzer.”

Bunu her zerremle hissediyorum. Ama kelimeler yine boğazımda düğümlendi. O an bir çift kol boynuma dolandı.

“Günaydın, güzelliklerim!”

Jack’in neşeli sesi odayı doldurdu. Gülümsedim. O, her zamanki rahat tavrıyla karşımıza geçip oturdu, sanki her şey olması gerektiği gibiydi.

“Günaydın, Jack.”

Bakışları yüzümde gezindi. Sonra Frannie’ye göz kırptı.

“Daha iyi.”

“Kesinlikle, sevgilim.”

Jack başını iki yana salladı.

“Son zamanlarda bir enkaz gibiydin, Vera.” Gözlerini devirdi. “Ama Viktor yanındayken... canlısın. Özgürsün. Ve... daha farklısın.”

Kaşlarımı çattım. “Nasıl?”

“Mutlusun.”

Nefesim kesildi.

“İlk kez tamamlanmış gibisin.”

Gözlerimi kırpıştırdım. Ona derin bir ifadeyle baktım.

“Öyle hissediyorum.” Sesim fısıltıdan ibaretti. “Ama bunu söylemeye çekiniyorum.”

Jack omuz silkti. “Zamanı geldiğinde...”

Cümlesini tamamlamadı. Gerek yoktu. Sadece birbirimize baktık. Çünkü gerisinin farkındaydık. Sonra kahvaltıya döndük. Neşeli bir sohbet, kahkahalar, sıcak kahve ve dostluk… Birkaç saat sonra hazırlandık ve evden çıktık.

Gösteri vaktiydi.

Bolşoy Tiyatrosu’na vardığımda herkes çoktan oradaydı. Gösteri için erkenden toplanmıştık. Ön hazırlıklar tamamlandı, sahneye dair son konuşmalar yapıldı, talimatlar titizlikle verildi. Sonra… herkes sessizce odalarına çekildi. Son hazırlıklar için.

Hazırlıklarımı tamamladığımda, aynanın karşısına geçip kendime baktım. Bu gece bir şey değişecekti. Bunu her hücremde hissediyordum. Gerginlik midemi sıkmaya başlamıştı. Daha önce hiç böyle hissetmemiştim. Neden?

Kapı çalındığında, saçımı düzeltmekle meşguldüm. “Girin.”

Viktor elinde beyaz güllerle içeri girdi. Beni baştan aşağı süzdü, sonra yanıma yaklaştı.

“O kadar güzelsin ki, Vera… Bazen nefesimi kesiyorsun.”

Ayağa kalktım. Gözleri üzerimdeydi. Beni izlemeye devam etmesine izin verdim. Çiçekleri masaya bıraktı ve beni kendine çekti. Sadece onu öptüm. Kalbim deli gibi atıyordu. Daha sıkı sarıldım. Harika kokuyordu. Dokunuşlarını seviyordum. Öpüşündeki inceliği… ve beni sahiplenen o keskin tavrını. Hafifçe geri çekildiğinde, gözlerimi açamadım.

“Sana aşığım, Viktor Volkov.”

“Vera…”

Boğazından çıkan hırıltılı ses beni kendime getirdi. Gözlerimi açtığımda, dudaklarıma saldırmıştı. Kapı tekrar çaldı. Bu kez, boğazından gergin bir hırıltı çıktı. Maksim başını içeri uzattığında, Viktor istemese de geri çekildi.

“Vera, kusura bakma. Sana başarılar dilemek istedim.”

Yanına gittim ve gülümsedim.

“Teşekkür ederim, Maksim. Bana bu şansı verdiğin için.”

“Sen harika bir balerinsin ve bu, mükemmel bir gösteri olacak. Şimdi çık oraya ve sadece müziğin akışına kapıl.”

Başımı salladım. Elimi tutup öptü. Viktor’a kısa bir selam verip gitti.

Viktor bana döndü. “Ben de seni daha fazla tutmayayım. Hepimiz ön sırada olacağız.”

Dudağıma son bir öpücük kondurdu.

“Seni izlemek için sabırsızlanıyorum, güneşim. Başarılar dilerim.”

“Teşekkür ederim, Viktor.”

Viktor çıkarken, son hazırlıklarımı tamamladım. Annemin bilekliğini aldım. Uğurumdu. Son bir nefes.

Ve sahneye adım attım.

Başlangıçta her şey yolundaydı. Diğer balerinler, baletler, baş balet ve ben… Müzikle bütünleşmiştik. Adımlarımız kusursuzdu. Sonra… vücudumda bir şeylerin ters gittiğini hissettim. İlk perde kapanana kadar dayandım. Midem bulanıyordu, karnım kasılıyor, soğuk terler döküyordum. Son hamleyi yaparken, perde kapandı ve ben yere yığıldım.

Maksim, Olga ve diğerleri yanımda geldi, herkes endişeliydi.

“Vera, ne oldu?”

“Maksim… Çok kötüyüm.”

Tam o an… Kanamam başladı. Herkesin önünde. Nefesim kesildi. Utanç… Panik… Maksim hızla beni kucağına aldı ve odama götürdü. Borya kapının önündeydi. Beni görünce anında telaşlandı. Telefonuna sarılıp Viktor’u aradı.

Koltuğa yatırıldığımda Maksim eğilip yüzüme baktı.

“Bu şekilde devam edemezsin.”

Tanrım… Hayalim, gözlerimin önünde bir kez daha parçalanıyordu.

“Vera, bu durum döngünle ilgili olabilir mi?”

Soru karşısında donakaldım. En son ne zaman olduğunu hatırlamıyordum. Normalde takip eder, anormallik olursa doktora giderdim. Ama gösterinin heyecanı, yaşadıklarım… Henüz cevap veremeden, Jack, Frannie ve Viktor içeri girdi. Telaşlıydılar. Frannie, kanamayı fark ettiği anda beni kaldırdı.2

“Viktor, doktora gitmesi lazım!”

Viktor’un gerginliği tehlikeli bir seviyeye ulaşmıştı. Maksim ile göz göze geldim. Bittiğini biliyordum.

“Yedek baş balerin senin yerine çıkacak, Vera.”

Başımı eğdim. “Peki, Maksim.”

Frannie giysilerimi alıp beni banyoya götürdü. Ne olup bittiğini sordu. Cevap verdim. Ne hissettiğimi biliyordu. Uzatmadı.

Banyodan çıktığımda Jack’in yüzünde de aynı üzüntü vardı.

“Yürüyebilecek misin, Vera?”

“Yürüyemez.”

Viktor’un sesi sert ve kesindi. Sonra beni kucağına aldı ve hızla dışarı çıktı. Hastaneye vardığımızda, beni bir odaya yatırdılar. Testler yapıldı. Doktor içeri girdiğinde Viktor, patlamak üzereydi.

“Sorun ne doktor?”

Doktor gülümsedi. Önce Viktor’a, sonra bana baktı.

“Her şey yolunda ama kadın doğum uzmanımızın anneyi incelemesi gerekiyor.”

Ne? Şokla gözlerimi kırptım.

“Bayan Vera, hamilesiniz.”

Sessizlik. Ve sonra… Frannie sevinçle çığlık attı, hızla Jack’e sarıldı. Ama Viktor… Hiç kıpırdamadı. Bana döndüğünde, fakat bakışlarındaki ifadeyi çözemedim. Şaşkınlık? Mutluluk? Yoksa bambaşka bir şey mi?

Tam o sırada kadın doğum uzmanı içeri girdi. Peşinden gelen hemşire, ultrason cihazını yanımıza getirdi.

“Merhaba, Bayan Vera. Ben Natalie. Kadın doğum uzmanınızım. Hadi bakalım, tatlı bebeğimiz nasıl?”

“Babası…?”

Viktor, bir adım öne çıktı. Karmakarışık haldeydi.

“Sizleri şimdilik dışarı alabilir miyim?”

“Elbette.”

Frannie ve Jack dışarı çıkarken, doktor yanıma oturdu. Ultrason cihazını hazırladı. Bir süre ekrana baktı, sonra gülümsedi.

“Tam iki aylık hamilesiniz, Bayan Vera.”

Gülümsedim. Alt dudağımı hafifçe ısırdım. İnanamıyordum. Doktor cihazın sesini açtığında, odada yankılanan ritmik sesle nefesim kesildi. Bebeğimizin kalp atışları. Gözlerim doldu. Viktor’a döndüm.

Gözlerini bir anlığına kapattı. Açtığında, yüzüne süzülen bir damla yaş düştü. Ama bakışları… Beni buldu. Hiçbir şey söylemesine gerek yoktu. Viktor mutluydu. Aynı zamanda endişeli.

Doktor konuşmaya devam etti, dikkat etmem gerekenlerden, bundan sonra yapılması gerekenlerden bahsetti. Ama zihnimde sadece o ses yankılanıyordu.

“Şu an her şey yolunda.”

Viktor sordu. “Peki ya kanama?”

Doktor sakin bir şekilde cevapladı. “Hamileliğin başında bazen bu tür kanamalar görülebilir. Şu an için tehlikeli bir durum yok. Ama ilk üç ay çok önemli. Bu sürede dinlenmelisiniz, Bayan Vera. Ağır işler yapmak, bir şeyler kaldırmak kesinlikle yasak.”

“Gerekirse onu pamuklara sararım.”

Viktor’un sesi her zamanki gibi sertti. Ama içinde bir tehdit yoktu. Sadece saf bir koruma içgüdüsü.

Doktor ona bakıp hafifçe gülümsedi.

“Süreç için bir doktor bulmanızı önereceğim.”

Viktor sormakta tereddüt etmedi. “Siz uygun musunuz?”

“Elbette. Eğer sürece benimle devam etmek isterseniz, randevuları oluştururuz. Bu arada, bu gece burada kalacaksınız. Yarın testlerinizi tekrar kontrol edeceğim. Son kontrollerden sonra istirahat için sizi eve göndereceğim.”

“Teşekkür ederim, Doktor Hanım.”

Kadın gülümseyerek başını salladı. “Rica ederim, Bayan Vera.”

Doktor ayağa kalktı. “Tanıştığıma memnun oldum. Sağlıklı bir hamilelik diliyorum.”

Doktor yanımızdan ayrıldığında, Frannie ve Jack neredeyse koşarak içeri girdi. Bana sıkıca sarıldılar. Gözleri mutlulukla ışıldıyordu.

“Tebrik ederiz!”

Bir süre yanımda oturdular, sohbet ettik. Ama sonra bana biraz dinlenme fırsatı vermek için ayrıldılar. Kapı kapandığında odada sessizlik hâkim oldu.

Yalnızdık. Viktor, sessizce yatağın kenarına oturdu. Gözlerimin içine baktı.

“Mucizemsin. İkiniz de.”

Ellerimi avuçlarının arasına aldı. Parmak uçlarıma küçük öpücükler kondurdu. Ama sonra… sesi ciddileşti.

“Seni hak etmek için ne yaptığımı bilmiyorum, Vera. Ama şunu biliyorum… Seni asla bırakmam.”

Gözlerim doldu. Ama mutluluktan.

“Viktor…”

Saniyeler içinde dizlerinin üzerine çöktü. Bakışları kararlıydı. Ama her zamankinden daha yumuşaktı.

“Evlen benimle, güneşim.”

Nefesim kesildi.

Mutluluk, insanın içini nasıl bu kadar aydınlatabilirdi?

Elim refleksle karnıma gitti. O kalp atışları… Bizim bebeğimiz. Aşık olduğum adamdan bir bebeğim olacaktı. Yeniden Viktor’a baktığımda, gözlerinde bana ait her şeyi gördüm. Sahiplenişi, bağlılığı… En çok da aşkı. Bir an bile tereddüt etmedim.

“Evlenirim, Viktor.”

Viktor ayağa kalktı. Yüzüme eğildi.

“Benimsin, malysh… Seni bir daha asla bırakmam.” Dudaklarıma tutkulu bir öpücük kondurdu. “Sen benim kaderimsin, Vera. Şimdi, yarın ve sonsuza kadar.”

 

1. KİTABIN SONU2

Bölüm : 27.09.2024 09:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...