YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.2
OY VE YORUMLARINIZLA DESTEK OLURSANIZ SEVİNİRİM.
INSTAGRAM, TİKTOK VE YOUTUBE'DAN TAKİP ETMEK İSTERSENİZ; @MİSTYVİBE3
Viktor köken ve isim anlamı: Rusça Виктор olarak yazılır. İngilizce Victor ile aynıdır. İkisi de zafer kazanan kişi, fatih anlamına gelir. Rusya'da Viktor ismi yaygın kullanıldığı için karakter adı Viktor olarak seçilmiştir.
“Bazı insanlar yalnızca yanınızdan geçip gider. Bazılarıysa sizi olduğunuz kişiden alır, başka birine dönüştürür. Vera, bir anda her şeyimi alt üst etti. Ama belki de ilk kez, bu kaosa razıydım.” — Viktor Volkov
Tek bir an, hayatınızı değiştirir ve siz bir daha eskisi gibi olmazsınız.
Akşamın sessizliğinde, işlerin ağırlığını geride bırakıp amcamın restoranında hızlı bir yemek yedim. Görev bilinci, beni kısa bir an bile rahat bırakmıyordu. Alina’ya baleye başladığı gün, her zaman onu destekleyeceğime dair söz vermiştim ve bu sözümü tutuyordum. Restorandan ayrıldıktan sonra adamlarımla birlikte Bolşoy Tiyatrosu’na doğru yola çıktık. Tiyatroya vardığımızda, valeye arabayı teslim ettim ve adamlarımın bir kısmıyla girişe doğru ilerledik. Soğuğun acımasızlığı ceketimin içine sızmaya çalışsa da, tiyatronun ihtişamlı atmosferine adım attığım an, dışarının soğuğu yerini sıcak bir ışığa bıraktı.
Bolşoy’un altın varaklı, yüksek tavanlı salonu, geçmişin yankılarını taşıyan bir anı deposu gibiydi. Duvarlarındaki tablolar ve avizeler, zamana meydan okuyan bir görkemle parlıyordu. İçerideki her detay, hafızamın kuytu köşelerine saklanmış çocukluk anılarını çağırıyordu. Çocukluğumdan beri her yıl özel gösterilere katılırdık. Ama geçmiş, bugüne ait değildi. Zihnime tutunan hatıralar, yüreğimin derinliklerine dokunmayı bırakmalıydı.
Adamlarım arkamda sessizce beni takip ederken koridorlarda ilerledim. Ayak seslerimiz, altın işlemeli halının yumuşaklığıyla neredeyse duyulmaz hale geliyordu. İnsanların bana yönelen bakışlarını görmezden gelmeyi öğrendiğim bir hayat yaşıyordum. Çoğu kişi Volkovları tanırdı. Bakışları ya da fısıltıları görmezden geldim. Sessiz ve kararlı adımlarla sahne arkasına ulaştığımda, aradığım kişiyi bulmak zor olmadı. Alina... Zarif, narin ama gözlerinde büyümeye hevesli bir duyguyla bekliyordu. Beni gördüğünde yüzüne yayılan heyecanı bastırmaya çalışsa da başaramadı.
“Viktor...” diye mırıldandı. Sesindeki tereddüt ve şaşkınlık, ruhunun karmaşasını ele veriyordu. “Gelmezsin sanmıştım.”
Sadece hafif bir gülümsemeyle cevap verdim. “Sana söz verdim, Alina. Sözlerimi her zaman tutarım.”
Alina’nın sahne kostümünün zarafeti dikkat çekiciydi. İnce detaylar ve üzerindeki taş işlemeler, spot ışıkları altında parlayacak şekilde tasarlanmıştı. Herkes için büyüleyici olabilirdi belki, ama beni etkileyen bir güzellik değildi. Ona olan hislerim dostluk sınırlarının ötesine asla geçmedi. Geçmeyecekti.
“Bugün sahnede harika bir gösteri sunacağına eminim,” dedim, sesime nazik bir ton katarak.
Yanaklarına yayılan hafif pembe gölge, minnettarlığını ele veriyordu. “Teşekkür ederim, Viktor,” diye fısıldadı. Sesi alçaktı ama duygularla doluydu, hafifçe titriyordu.
Onun hislerini göz ardı etmek zorundaydım. Bu, yalnızca kendim için değil, onun iyiliği için de gerekliydi. Beni nasıl gördüğünü biliyordum. Gözlerindeki o beklenti, belki de kalbinin derinliklerinde taşıdığı bir umut... Ama o hislere karşılık verecek bir adam değildim. Daha doğrusu, öyle bir adam olmaya niyetim yoktu.
“Başarılar dilerim,” dedim, bakışlarımı onun yüzünde tutarak. “Harika bir performans sergileyeceksin. Seni locadan izleyeceğim.”
Bana bir an için baktı; gözlerindeki bakış, söylediklerimin ardında gizli bir anlam arıyordu. Ancak karşılık vermedi. Yalnızca başını eğip gülümsedi, çaresiz bir kırılganlıkla. Onun için burada olmam gerektiğini biliyordum. Bu, sorumluluğumun bir gereğiydi. Ama daha fazlası? Hayır, bu sınırları geçmek yalnızca felaketi getirebilirdi.
Yanından ayrılırken tek kelime daha etmedim, arkama dönüp bakmadım. Sessizce locaya doğru ilerledim. Yerime oturduğumda, tiyatro salonunu dolduran kalabalığın enerjisini hissettim. Kadife perdeler henüz açılmamıştı; sahne, sırlarını açıklamaya hazır bir şekilde karanlıkta bekliyordu.
Gösteri başlamadan önce her şey sıradandı. Kalabalığın arasındaki hafif uğultu, eski bir melodinin tekrar eden notaları gibi kulağımda yankılanıyordu. İnsanlar sıralarına geçip oturuyor, birbirleriyle kısa sohbetler ediyordu. Gözlerim bu sıradanlık içinde gezinirken, ruhumun bu geceye dair herhangi bir heyecanı reddettiğini düşünüyordum.
Ama sonra... Locanın kapısı yavaşça açıldı. İçeri giren kadını gördüğüm an, zaman bir nefeslik durdu.2
Gece mavisi saten elbisesi, salondaki her ışığı kendi üzerine çekiyordu. Kumaş, bedenine zarifçe sarılırken adeta her adımda dalgalanıyordu. Elbisenin omuzlarını açıkta bırakan kesimi, zarafetle sınırları çizilmiş bir tabloyu andırıyordu. Boynunda yalnızca küçük bir kolye vardı, ama o sadelik bir başkasının üzerinde sıradan görünebilirdi. Yalnız o büyüleyici güzellikte sıradan hiçbir şey mümkün değildi.
Adımları, ayak sesinden yoksundu. O an her şey sustu. Kalabalığın tüm hareketliliği, konuşmaları arka planda sönükleşmişti. Tek bir şey duyuyordum: kendi kalp atışlarım. Hızlanıyordu, irademin kontrol edemeyeceği bir güçle…2
Beni fark ettiğinde bir an duraksadı. Elindeki kağıda kısa bir bakış attı. Yüzündeki tereddüt gölgesi, zarif hatlarına bir kırılganlık kattı; güzelliğini bir mücevher kadar ulaşılmaz kılan o masumiyeti bir an parıldadı. Kağıttan tekrar bana baktığında, göz göze geldik.
Bakışları beni bir girdap gibi içine çekti. Sanki o kısa anda geçmiş, gelecek ve şimdi; her şey bu ânın içinde eriyip gitmişti. Bakışlarının sıcaklığı, farkında bile olmadan içimdeki karanlığa dokunuyordu.
Sonunda o büyülü sesi duyduğumda, gerçekliğe dönebildim.
“Affedersiniz,” dedi, sesi beklediğimden bile yumuşaktı, sanki kelimeler şarkı söylüyordu. “Kuznetsovlar’ın locası değil mi?”
Sesindeki melodi, içimde yankılandı. Ruhuma dokunup derinlerde bir yerlere kök saldı. Konuşmakta zorlanıyordum, boğazım kurumuş gibiydi. Ama bir şekilde soğukkanlılığımı korudum.
“Hayır,” dedim, sesimin sakinliğiyle ona güven vermeyi umarak. Ama içimdeki fırtına başka bir şey haykırıyordu: Mahvoldum.
Minik bir gülümseme yüzünde belirdi. Ardından, başını hafifçe eğerek bana selam verdi ve sakin adımlarla kapıya doğru ilerlemeye başladı. O kadar naif ve güzeldi ki gitmesine izin veremezdim. Henüz değil. Onun yanımdan uzaklaşacağı düşüncesi bile, içimde bir eksiklik yaratmıştı.
Ayağa kalktım. Sözlerim, düşüncelerimin önüne geçmişti.
“Gösteriyi benimle izleyebilirsiniz.”
Sesimde bir davet değil, bir ihtiyaç vardı. Ona bir seçenek sunmuyor; adeta onun varlığına ihtiyaç duyuyordum.
Durdu. Dönüp bana baktı. Tereddüt gözlerine yeniden yerleşmişti; bir o kadar masum, bir o kadar savunmasız. Sanki bu teklifi kabul etmekle büyük bir sınırı geçecekmiş gibi...
“Sizi rahatsız etmek istemem,” dedi. Kelimeleri, güzel bir ezgi gibi dudaklarından dökülüyordu.
O utangaçlık, o kırılganlık... Her bir kelimesi ruhumun en derinlerinde bir yerlere dokunuyordu. İçimdeki fısıltı her zamankinden daha güçlüydü: Bu masumiyeti korumalısın.
“Etmezsiniz, lütfen.” Sesimdeki alçak gönüllülük, nadiren ortaya çıkardığım bir tondaydı. “Buyurun.”
Bir an duraksadı, sonra zarif adımlarla bana doğru geldi. Yanıma yaklaştığında, elimi uzattım.
Elimi sıktığında, dokunuşu da varlığı gibi bir tüy kadar hafifti. Parmakları sıcaktı, ama teninin yumuşaklığını sanki ellerimde değil, ruhumda hissediyordum. Bakışlarını benden kaçırırken utandı, yanaklarına belli belirsiz bir pembelik yayıldı.
Adı, zihnimde bir kehanet gibi yankılandı. O an, bu gecenin sıradan bir gece olmayacağını anladım. Bu tanışma yalnızca bir karşılaşma değildi. Bu, kaderin yıllardır işlediği bir dönüm noktasıydı.
Bu bir tesadüf olamazdı. Kader ya da tesadüflere inanan biri değildim. Ama bu şaşırtıcıydı. Vera’nın bir şekilde karşıma çıkması… Bu ne anlama geliyordu? Soru, zihnimde bir girdap gibi dönüp dururken, dikkatimi ona odakladım. Yanımdaki koltuğu işaret ettim.
Zarif bir şekilde oturduğunda, omuzlarına zar zor tutunan şalını usulca çıkardı. Altında, narin boynu ve omuzları bir tablo kadar kusursuz görünüyordu. O anda, kendimi düşüncelerimin akışına kapılmamak için zorladım. Bunu başaramadım. Çünkü içimde derin bir fırtına koparmıştı bile.
Kendimi toparlamak için bakışlarımı sahne tarafına çevirdim. Duygularımı kontrol altına almak zorundaydım.
“Kuznetsovlar ile bağlantınız nedir?” diye sordum, sıradan bir konuşma açma çabasıyla. Ama içimdeki karmaşadan ötürü, bu konuşmanın sıradan kalması imkânsızdı.
O ise şaşkın bir ifadeyle yüzüme baktı.
“Tanıyor musunuz?” dedi, sesi taze kar gibi saf, ama derin bir anlamla doluydu.
Masumiyeti ve zekâsı arasında ince bir denge vardı; her kelimesi beni biraz daha içine çekiyordu.
“Evet,” diye cevapladım. Kısa bir sessizlik oldu, ama bu sessizlik bizim aramızdaki bağın şekillenmeye başladığı andı. Daha önce böyle olmamıştı, ona çarpılmıştım. Güzelliğine, varlığına, gözlerine…
Gözleri... Tanrım, o gözler. Maviydi, ama sıradan bir mavi değil. Sakin ve durgun bir göl gibiydi; huzur verici ve büyüleyici. O derinlikte kaybolmamak için mücadele ediyordum. Ama savaşı çoktan kaybettiğimi hissediyordum.
“Kuznetsovlar, büyükannemin arkadaşlarıymış,” dediğinde, sesi hafifçe titredi. “Büyükannem Nadia vefat etti.”
Hüzün, kelimelerini örten bir sis gibi odada asılı kaldı. Gözlerindeki gölge kalbime saplanan ince bir bıçak gibiydi.
“Üzüldüm,” dedim, ama sesim bu derin acıya layık bir samimiyet taşımıyordu. Onun hissettiği kaybı anlayabilmek için mücadele ederken, içimde bir öfke büyüyordu. Çünkü derinlerde, gözlerindeki gölgelerde saklı daha derin acılar vardı. Bu kadar saf ve narin bir ruh, nasıl olur da benden daha büyük acılar yaşamış olabilirdi?
O devam etti. “O zaman Yulia Kuznetsova ve ailesiyle tanıştım.”
Cümlesini bitirdiğinde yüzüne yayılan hüzün, o kadar derindi ki kelimelerle tarif edilemezdi. Vera gibi birine ait olmamalıydı bu hüzün. Onun bu kadar incinmiş olması, içimde garip bir koruma içgüdüsü uyandırdı.
“Büyükannemi tanımıyordum,” dedi ve derin bir nefes aldı. “Ailemden birinin yaşadığını bile bilmiyordum.”
Bakışları boşluğa kayarken, yüzüne yayılan kırılganlık beni paramparça etti. Sonra, sanki bir şey fark etmiş gibi başını kaldırdı ve mahcup bir gülümsemeyle bakışlarını bana çevirdi.
“Üzgünüm,” dedi yavaşça. “Genelde pek konuşkan biri değilimdir.”
O gülüş, o bakışlar... Ruhumun en derinlerine işliyordu. Onun her hali, her kelimesi... içimdeki karanlıkta çatlaklar oluşturuyordu. Ona bakarken dudaklarım kendiliğinden kımıldadı.
“Ben de,” dedim, sesim neredeyse fısıltıya dönmüştü.
Ama içimdeki gerçek fısıltı başka bir şey söylüyordu: Vera ile karşılaşmak… Onu bulmam tesadüf değildi. Ve onu kaybetmek bir seçenek bile değildi.
Kalbime yoğun bir sıcaklık sızarken locanın kapısı bir kez daha açıldı. İçeri giren garson, nazik bir selamla bana döndü. “Bay Volkov, hoş geldiniz efendim. Ne içerdiniz?”
Maksim’in sesi zihnimdeki karmaşayı bir anlığına dağıttı, ama bakışlarım Vera’dan ayrılmadı. “Bir şey içmek ister misin?” diye sordum, sesimin yumuşaklığını koruyarak.
“Bilmem,” dedi, hafif bir tedirginlikle. Bana karşı mesafeliydi, haklıydı. Benim gibi biriyle aynı locada olmak bile başlı başına huzursuz edici olabilirdi.
“Her zamankinden Maksim, iki tane,” dedim.
İçeceklerimiz geldiğinde gösterinin başlamasına hâlâ biraz zaman vardı. Bu boşluğu, onunla konuşarak doldurmak istedim. Ne kadar farklı bir ışığa sahip olduğunu daha yakından görmek, onu anlamak istiyordum.
Vera konuşmaya başladığında, kelimelerini dikkatle dinledim. Zekâsı, içtenliği ve sadeliği beni her geçen an daha fazla etkiliyordu. Vera’da bir ışık vardı. Yalnızca güzelliği değil, ruhunun ta kendisinden yayılan bir ışık.
Ama o ışık sadece etrafı aydınlatmadı, içimde de bir kıvılcım çaktı. Uzun zamandır küllenmiş, unutulmuş bir şeydi bu. Umut. Vera, benim gibi karanlığın içinde kaybolmuş bir adam için sadece bir ışık değildi—o, yol gösterendi. Ondan önce umut, boş bir hayaldi benim için. Ama şimdi… Kalbim hiç böyle atmamıştı. Anna’da bile. Vera farklıydı. Özeldi. Hayata anlam katan, insanın içindeki en derin yaraları bile iyileştirecek güce sahipti. Ve belki de en tehlikelisi… Beni değiştiriyordu.
Bir an için sessizlik çöktüğünde, onunla konuşmaya devam etme isteğimi bastıramadım. “Burada mı kalacaksın?” dedim. Soruyu sıradanmış gibi sormaya çalıştım, ama sesimdeki gerginlik ne kadar ustalıkla gizlenmiş olursa olsun, içimdeki karmaşayı susturamıyordum.
Vera omuzlarını hafifçe kaldırdı. “Bir süre daha kalabilirim,” dedi, tedirgin bir gülümsemeyle. “Ama New York’taki gösteri için geri dönmek istiyorum.”
Tek bir kelime, içimde bir yankı oluşturdu. Ne tür bir gösteri?
“Gösteri?” dedim, merakımı saklamaya çalışarak.
“Ben balerinim,” dedi, o yumuşak ve melodi gibi sesiyle.
O an zihnim, onu sahnede hayal etti. Gözlerimin önünde canlanan görüntü neredeyse gerçek gibiydi. Bir yıldız gibi parlayan Vera, ışıklar altında süzülen zarif bir figür…
Kısa bir an için kıskançlık hissi tüm varlığımı ele geçirdi. 1
Onu izleyen yüzler, onun büyüsüne kapılan kalabalık... Vera’nın yalnızca benim bildiğim bir sır olmasını diledim. Onu paylaşma fikri bile içimde şimdiden bir huzursuzluk yaratıyordu. Bu hisler, hem mantıksız hem de kaçınılmazdı.
Ama elimde değildi, bu duygu yalnızca kıskançlık değildi. Onda tarif edemediğim bir şey vardı. Beni içine çeken, derinliklerinde kaybolmaktan korktuğum ama aynı zamanda oradan çıkmak istemediğim bir şey. Vera sadece güzel değildi. O, eşsizdi. Adeta bir paradoks: Hem ulaşılmaz bir yıldız hem de yanı başımda duran bir gerçek.1
Gösteri başlamak üzereyken içime işleyen bir farkındalıkla baktım ona. Ben, onun ışığına kapılmıştım. Ve bu hislerden vazgeçmek... İmkânsızdı.
Gösterinin başlayacağı anonsu yapıldı. Işıklar loşlaşırken salona derin bir sessizlik hâkim oldu. İzleyiciler, büyük bir beklentiyle sahneye odaklandı. Alina, bu akşamın yıldızıydı. Kuğu Gölü Balesi’ndeki baş dansçı olarak sahneye çıkmak onun için bir zirve anıydı.
Perde açıldığında orkestra, Kuğu Gölü’nün tanıdık melodilerini çalmaya başladı. İlk notalar salonu doldururken, Alina sahneye adım attı. Salondan yükselen hayranlık dolu mırıltılar, onun ne kadar iyi bir dansçı olduğunu doğruluyordu.
Ama ben? Gözlerim sahnede değil, Vera’daydı.
Onun duruşu… O zarafet, sanki doğal bir şekilde Vera’nın her hareketine işlenmişti. Sessiz bir büyüyle oturuyordu; herhangi bir kelimeye ihtiyaç duymadan tüm salonu kendine çekebilecek bir ışığa sahipti. Ama asıl dikkat çekici olan, bakışlarıydı.
Gözlerini bir an bile sahneden ayırmıyordu. Ama ben, ne kadar uğraşırsam uğraşayım, aynı şekilde sahneye odaklanamıyordum.
Sahnedeki zarif hareketler ile Vera’nın doğuştan gelen güzelliği arasında bir karşılaştırma yapmaktan kendimi alamıyordum. Sahnedeki performans ile salonda yankılanan hayranlık dolu fısıltılar… ve sonra Vera’nın hafifçe gülümseyip alt dudağını ısırdığı o an. O an, herkesin ve her şeyin ötesindeydi.
Ama Vera’nın çekimine kapılırsam… her şey mahvolabilirdi. Bu farkındalık içimdeki huzursuzluğu körükledi. Bu sadece bir çekim değildi. Bu, mantığımı bile susturan, kalbimi göğüs kafesimden koparırcasına çarptıran bir şeydi.
Perde kapanırken salonda alkışlar yankılandı. Gösterinin ikinci yarısı için ara verilmişti. Ama ben… ben içimdeki fırtınanın tam ortasında kalakalmıştım.
Vera, beni alt üst etmişti. Ve ilk kez, onunla gelecek kaosa gözümü bile kırpmadan razıydım.
Vera
Gösteri başlamadan önce, locada onunla ilk karşılaştığım andan beri kalbimi susturamıyordum. Gözlerimi tekrar sahneye çevirmeye çalıştım, ama zihnimde hâlâ o anın yankıları vardı.
Adı zihnimde yankılandığında bile kalbim hızlanıyordu. Hayatım boyunca hiç kimse bana böyle bir etki yapmamıştı. Ama onun varlığı... Bir gücün derin bir şekilde hayatıma dokunması gibiydi.
İlk gördüğümde hissettiğim o yoğun duyguyu tarif etmek zordu. Özellikle gözleri… Soğuk gibi görünüyordu, ama içinde bir ateş yanıyordu, sessiz ve karanlık. İnsanı kendine çeken, güven veren ama aynı zamanda ne kadar tehlikeli olduğunu hissettiren bir güç vardı bakışlarında. Kendimi korumak için uzak durmam gerektiğini biliyordum. Ama o an, onunla aynı yerde olmak, bu kadar yakınında olmak bile kalbimde bir şeyleri değiştiriyordu.
Hiç kimseye böyle bir yakınlık hissetmemiş, kimseyle ilk anda duygularımı paylaşmamıştım. Ama Viktor ne sorarsa sorsun, ona içtenlikle yanıt vereceğimi ve onun, bu yanıtları derinden anlayacağından emindim. Bu his, bana tanıdık geliyordu, ama yine de şaşırtıcıydı.
Hayatım boyunca hep sahne ışıklarının arkasında yaşamıştım. İnsanlar beni izlerdi; hayranlıkla, merakla. Ama hiçbiri, ruhuma bu şekilde dokunmamıştı. Viktor ne zaman bana baksa… içimde kontrol edemediğim bir ateş yanıyordu. Sönmeyen, gitgide harlanan, beni de yakıp kül etmekle tehdit eden bir ateş.
Viktor’la konuşurken kelimelerim titriyordu, sesim boğazıma düğümleniyordu. Gözlerimi ondan kaçırmaya çalışıyordum ama nafile… Ne kadar dirensem de, her bakışım ona çekiliyordu. O gözler… Sanki ruhumun en derin yerlerine ulaşıyor, içimde saklı ne varsa ortaya çıkarıyordu. Ve işin en tehlikeli yanı, bundan korkuyordum. Kendimi kaybetmek istemiyordum.
Sahnedeki dansçılara odaklanmaya çalıştım. Ama ne kadar çabalasam da… onun varlığı her yerdeydi. Yanımda otururken bile, sanki nefesimi takip ediyordu. Onun beni izlediğini düşünmek… Hem içimi ürpertiyor hem de tarif edemediğim bir heyecan yaratıyordu. Kaçmak istiyordum ama aynı zamanda o çekime kapılmaktan da kendimi alamıyordum.
Bu duyguların bir adı var mıydı, bilmiyordum. Bildiğim tek şey, Viktor Volkov’un yanındayken dünyanın daha küçük, daha sessiz ama aynı zamanda daha anlamlı bir yer olduğuydu.
Bir an, bakışlarımı ona çevirdim. O gözler… Derin, sert ve içime işleyen. O bakışlara çekilmek doğal ve kaçınılmazdı. Zaman durmuş gibiydi. İçim titrerken başımı hızla çevirdim, kalbim öyle hızlı atıyordu ki duymasından korktum. Belki de onu bu kadar hissetmek istemiyordum. Ama bu savaşı kazanamayacağımı biliyordum.
Çünkü Viktor, beni alt üst etmişti.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
![]() | @okurrr_58 3h önce |
![]() | @aselazra 3h önce |
![]() | @aselazra 3h önce |
![]() | @bb_eelinayyss.61 3a önce |
![]() | @bb_eelinayyss.61 3a önce |
![]() | @kitsudaphne (Yazan) 3a önce |
![]() | @melekkkkkkkk 4a önce |
![]() | @kitsudaphne (Yazan) 4a önce |
![]() | @ladymaria 4a önce |
![]() | @ladymaria 4a önce |
![]() | @ladymaria 4a önce |
![]() | @fatmarana 5a önce |