
selamlar çiçeklerim.
Size çooook uzun bir bölüm attım. Konular bölüm içinde çok değiştiği için satır aralarında yorum yazmayı unutmayınız. Sizin fikir ve görüşleriniz benim için çok kıymetli.
belirtmemi istiyorsunuz diye söylüyorum...bu bölümde ki her şeyde gerçekte yaşanan olaylardı..
Keyifli okumalar🌸🌸🌸🌸
Noyan sınıfa geri döndüğünde Oğulcan'ı bulamadığını söyledi. Çetin hoca Noyan'ın bu söylediğini duyunca deliye dönmüştü.
"Ne demek bulamadın lan!" diyerek Noyan'ın üstüne doğru yürümeye başladı. Noyan geriye doğru bir iki adım attı.
"Hocam okulun dışına çıkmış." deyince Çetin hoca inanmadı, çünkü öğle paydosu hariç diğer saatlerde bütün demir kapılar kapalı oluyordu. Oğulcan da bunu bildiği için demir kapıların üstünden atlayıp gitmiş. Artık nasıl korktuysa okuldan yok olmuştu. Noyan durumu daha net ifade edince Çetin hoca artık Noyan'a inanmaya başlamıştı. Masasına oturup, "elbet gelecek buraya." Diye kendi kendine söyleniyordu.
Tenefüs zili çaldığında Hakan'lar sürekli Oğulcan'ı arıyordu ama aramalarını açmıyordu. Muhtelemen bize büyük küsmüştü ve şuna eminim bu durum, onu dövmemden daha çok canını acıtmıştı. Çünkü ilk defa ben tarafından böyle bir kandırılma yaşıyordu.
Ders zili tekrar çaldığında yine dersimiz ingilizceydi. Çetin hoca sınıfa gelir gelmez Oğulcan'ın gelip gelmediğini yokladı. Hala olmadığını görünce öfkesi bir kat daha artmıştı. Hoca ne yazdıracağına bakarken bende sıranın altından gizlice telefonuma bakıyordum Mustafa mesaj atmıştı.
"Hayatım ders boş kantindeyim."
Derin bir nefes verdim çünkü onu çok özlemiştim. Aklıma dahiyene bir fikir geldi. Azıcık eğlenmek benimde hakkımdı. Çetin hoca yazı yazdıracağı zaman yine her zaman ki gibi benim sıramın önüne oturacaktı. İşte o zaman kafama eseni yapacaktım, o da her zamanki gibi beni dersten atacaktı. Hem yok yazılmamış olacağım hem derse girmeyeceğim, müthiş...
Tam düşündüğüm gibi, Çetin hoca masasından kalktı ve sıraların arasında yürümeye başladı. En son gelip benim bir sıra önümde durdu ve oturdu. Ben zaten en arka sırada oturuyordum. Ona neden hep burda durduğunu sorunca, 'buradan herkesi rahat görüyorum.' Diye yanıtlıyordu. Yalan. Tek derdi beni kontrol etmek ve sürekli açığımı aramaktı.
Her zaman ki gibi kolunu benim sıramın üstüne koyduğunda, önümde ki kağıda bir kaç rakam yazdım. Çetin hoca da daha yazdıracaklarını söylemeye başlamamıştı. Herkesin defterlerini hazırlamasını bekliyordu.
Rakamları büyükçe yazıp, kibarca kolunu parmağımda dürttüm ve "hocam bir şey soracağım." Dedim sessiz bir tonla.
Şaşırmıştı. İlk defa ona bir şey soracaktım.
"Sor, dinliyorum." Dedi her zaman ki karizmasıyla sadece ağzı oynarken.
"Bu yazdığım rakamları, hızlı bir şekilde ingilizce okuyabilir misiniz?" Diye sordum. Gözlerini kağıda doğru indirdi ve "okurum ne var?" Dedi kendinden emin bir şekilde. Çünkü muhtemelen ne yapacağımı anlamadı ve onun zekasını sorguluyorum zannetti. Gayet ciddi bir tavırla kendini toparladı.
Kağıdın üstünde, " 3-3-9-9-3-9-9" rakamları yazıyordu. Bende kendimi hazırlamıştım. Hoca birden sesli bir şekilde, " three three nine nine three nine nine." Deyince bende başımla dans eder gibi kafamı ve omuzlarımı sallamaya başladım. Çünkü melodisi çok güzel çıkıyordu...
Tiri tiri nayn nayn tiri nayn nayn....
Hızlı söyleyince de şarkının tadından yenmiyordu. Okuduktan sonra melodiyi oda fark etmişti ve kendini iyice ciddileştirdi. Bence komikti, az kendini salsa o da gülecekti ama asla ödün vermiyordu. Bakışlarını kağıttan kaldırıp gözlerini gözlerime dikti, hafifçe bana doğru eğildi. Sert bakışları yüzüme öfkeyle bakıyordu.
"Mine." Dedi dişlerini sıkarken. "Çık git dersimden!" Diye bağırınca bütün sınıf bize dönmüştü.
Zaten deminki durumu arka sıralardaki herkes görmüştü ve hem gülmemek için direnmişlerdi hem de korkmuşlardı. Bağırdığında da artık herkes duymuştu. Bende dudağımı kenara doğru ittim. Ama güler gibi değil, tüh der gibi. Yavaşça ayağa kalktım ve kibar kibar sınıftan çıkıp doğru Mustafa'nın yanına ışınlandım.
Mustafa'nın ekürisi yanında yoktu, beni görünce ağzı kulaklarına varmıştı.
"Hayatım!" Dedi gözleri yuvalarından çıkacak gibi, sanki aynı okulda değildik ve dehşet bir sürpriz yapmışım gibi...
"Aşkoo" dedim yanına bir sandalye çekip otururken...
"Sen nerden çıktın? Nasıl çıktın? Dersin yok mu senin?" O öyle diyince kendime engel olamadım ve gülmeye başladım. Mustafa da beni öyle görünce sırıtmıştı ve anlamaya çalışır gözlerle bana bakıyordu.
"Ya vardı da hocaya ufak bir şaka yapmak istedim o da sanırım bundan hoşlanmadı ve beni dersten attı."
"Ne yaptın Allah aşkına?" Diye sorduğunda, bende sırıtarak ne yaptığımı anlattım.
"He bir de Çetin hocanın dersinde öyle mi?" Dedi gözlerini kocaman açmış kaşları yukarı doğru kalkarken.
"Evet ne yapayım, sen burda tatlı tatlı oturuyorsun ben ders mi dinleyecektim?"
Mustafa gülümserken bir eliyle de yanağımı seviyordu ki kamerayı hatırladığı an elini hızla indirdi.
"Ay bu arada Oğulcan'a ne yaptım biliyor musun?" Diye konuya girdiğim an Mustafa gerilmişti. Endişeli bakışları üstümde geziyordu.
"Korkma korkma ben iyiyim bana bir şey olmadı." Dediğimde biraz daha rahatlamıştı ve yaptığım her şeyi tamamen attım. Ağzı açık bana bakıyordu.
"Mine sen gerçekten çok tehlikelisin, nasıl oluyor da böyle ponçik, kibar, iyi niyetli, naifken böyle şeyler yapabiliyorsun aklım almıyor."
"İyi de Mustafa'cım, adı üstünde, ben iyi niyetliyim saf değilim."
Anlamamış gözlerle bana bakınca devam ettim.
"Saflık kötülüğü bilmemektir. Bu zaten saftır. İyi olmaksa kötülüğü bilmek ama tercih etmemektir. Ki bence bu daha kıymetlidir. Safın zaten güdüsü yok ama iyi niyetli olan asıl bence daha güçlüdür çünkü her şeyi bilmesine rağmen yapmayarak kendisini bile yeniyordur."
"Vay, çok güzel anlattın." Diye hayranlıkla ve sırıtarak bana bakıyordu.
"Tabi olum, ne sandın?" Diyerek baş parmağımda burnuma iki kez minik darbeyle vurarak havalı duruşumu yaptım. Bu sefer Mustafa katıla katıla gülmeye başladı.
"Ya şu hareketlere bak, hahahaha..." diye kahkahaları kantini inletiyordu.
"Ya sussana, müdür gelecek şimdi bir de işin yoksa onunla uğraş." Dedim sessizce. Mustafa da gülüşünü sessize alıp kaldığı yerden gülmeye devam etti.
Zil çaldıktan yaklaşık beş dakika sonra kızların yanına sınıfa çıktım. Mustafa da arkadaşlarının yanına geçti.
“Neler oldu benden sonra ?” diye sormaya çok korksam da yine de sordum. Tam tahmin ettiğim gibi, benden sonra sinirini bütün sınıftan çıkartmış. Yani çok bir şey yapmamış ama malum kendileri gergin olunca tüm sınıfa kan kustuyorlardı. Derste ki gerginliğini kızlar bana anlatırken müdür birden sınıfa girdi. Bende masanın üstünden kalkıp, sıraya oturdum. Girer girmez, “Mine nerede?” diye sormuştu ve bakışları bütün sınıfı geziyordu. Derin bir nefes verip seslendim, “ buradayım hocam…”
Bakışları sesime doğru yöneldi. “ Gel benimle Mine.” Dedi ve bekliyordu. Çok da sakin gözüküyordu. Hemen kafamı kızlara doğru çevirip, çaktırmadan sıranın altından telefonu onlara verirken, “ ne oluyor şuan?” diye fısıldadım.
“Bilmiyorum ama hiç sinirli gözükmüyor.” Dediğinde Aslı tekrar müdüre baktım. Acaba şuan daha çok mu korkmalıydım bilmiyorum. Sinirli haline alışıktım ama böyle halini ilk defa görüyordum. Kızlar peşimden geliyordu bende müdüre doğru yürüyordum. Sınıfta her zaman ki gibi çıt çıkmıyordu. Müdüre doğru yaklaştığımda elini bana doğru uzattı. Hayretle uzattığı eline bir de yüzüne bakıyordum. Çünkü bu sefer ilk defa vurmak için kaldırmamıştı o elini… Elimi tutmak için uzatmıştı. Hepimiz şok olmuş durumdaydık. Kesin daha beter dövecekti beni. Yoksa bu tavırlarının başka anlamı olamazdı. Elimi eline uzatıp yüzüne baktım. Allah’ım umarım yanlış anlamıyorumdur ve elini tutmalıyımdır. Hele durum bir de öyle değilse kesinlikle sıçmıştım. Müdürün elini tuttuğumda elimi sıkıca kavradı ve sınıfın dışına doğru yürümeye başladı. Hala kimseden ses çıkmıyordu, ki benim bile sesim çıkmıyor hayretle sadece müdürün peşinden sürükleniyordum.
Sınıftan çıktıktan sonra müdür merdivene doğru meyillendi. Düşünüyorum yukarda ne yapacaktı? Kendi odası bile orada değildi. Üst katımızda birkaç sınıf ve çatı katı vardı. Kesin beni çatı katında dövecekti kesin. Hem orda kamera da yok. Allah’ım bittim ben… Sana geliyorum Yarabbim…
Merdivenleri de çıktıktan sonra koridorun başında ki cama doğru ilerledik. Oh tamam çatı katına çıkmıyorduk. İyi de burada ne yapacağız. Lan bu bana meydan dayağı çekecek olmasın sakın? Ondan belki de beni buraya kadar sürükledi. Kafamda bin tane soruyla camın önünde durduk. Elimi bıraktı ve karşıma geçti. Bizimkiler, sınıfta olmak dahilinde hepsi merdivene dizilmiş duvarın ucundan gözükmeden bakmaya çalışıyorlardı. Müdür baktığı an hepsi geri saklanıyordu. Artık Mustafa da gelmişti ve oda duvarın ucunda duruyordu. Neyse Allah’tan hepsi buradaydı ve görgü tanıklarım vardı.
Müdür derin bir nefes alıp bakışlarını camdan çekti ve bana çevirdi.
“ Mine…” dedi çok sakin bir ses tonuyla… Korkmaya başlamıştım.
“Hocam ben bir şey yapmadım.”
“Biliyorum.”
“Birine mi bir şey oldu?”
“ Hayır seninle konuşmak istedim.” Yani burada mı? Diye sormak istiyordum ama daha fazla ben konuşmasam iyi olacaktı.
“ Tabi hocam buyrun…”
“ Mine senin neyin var kızım? Ailevi bir sorunun mu var?” Gözlerimi kırpıştırarak müdüre baktım. Ah hangi birini anlatayım hocam diyemediğim için;
“ Yoo hayır hocam yok…” diyebildim sadece…
“ O zaman neden böylesin? Bak Mine, ben senin aileni tanıyorum. Ablanı tanıyorum, hepsi çok düzgün insanlar. Kibar insanlar.” Niye ben kaba mıydım?
Devam etti: “ Senin böyle olmana anlam veremiyorum kızım, bize anlatmak istediğin bir şey var mı?”
“ İyi de benim neyim var ki?”
“ Kızım kavgalardan, problemlerden seni bir türlü kurtaramıyoruz biz. Sürekli bir şikayet…”
“ He Çetin hoca beni şikayet etti değil mi?”
“ Kızım bak, ben seni suçlamak için sormuyorum bunları, Çetin hocan veya bir başkası… Benim sormak istediğim soru, neden hep birileri şikayet ediyor. Anlat bana gerçekten seni yargılamadan dinleyeceğime söz veriyorum.” Dediğinde gözlerim dolmuştu. İlk defa biri gerçekten beni suçlamadan anlamak istiyordu. Samimiyetinden emindim, beden dili, hali, tavrı gerçekten samimiydi.
“ Hocam bir sorun yok. Sadece nasıl oluyorsa her suç benim üstüme kalıyor. Herkes beni suçluyor. Tamam benim de yaptığım yanlışlar vardır elbette ama… Yani hocam inanın bu görünen kadar bir şey yapmıyorum ben. Hocalarında hepsinin benimle bir alıp veremediği var yani onlara ne yaptım gerçekten anlamıyorum.” Müdür tamda dediği gibi, beni samimiyetle diliyordu. Hatta yetmiyor beni çoğu yerde başıyla onaylıyordu. Cümlem bittikten sonra derin bir nefes aldı.
“ Bak Mine, ben öğretmenlerinde konuşacağım ama senden bir söz istiyorum.”
“ Ne sözü hocam?”
“ Artık kavga, gürültü, sorun istemiyorum kızım, bana söz ver.”
Haydaa benden öyle zor bir şey istiyordu ki şuan… Yemin ederim sanki canımı istemiş gibi kafam allak bullak olmuştu. Müdür, ben her ne kadar haylaz gibi gözüksem de söz verdiysem kesinlikle tutacağıma emindi. Bu yüzden benden söz istiyordu… Ama ben tutabilecek miydim? Verirsem mecbur tutacaktım… Müdürün bakışlarına tekrar baktım. Gerçekten samimi ve bana yardım etmek istiyordu. Ve kimsenin yapmadığı şu davranışa bence değişmek değerdi…
“ Söz… Hocam…” Zorda olsa çıkmıştı ağzımdan o söz… Müdürün gözleri parlamıştı. Devam ettim; “Elimden geldiğince sözümün arkasında dururum beni biliyorsunuz… Ama bu süreçte sizden istediğim siz de bana inanın. Yani ben sözümü tutarsam ve siz tutmazsanız o zaman bende sözümden cayabilirim. Siz de söz veriyor musunuz?”
“ Tamam, söz veriyorum. Bir derdin olduğunda bana gel, kavgaya karışma. Bende ilk senin sözüne inanacağım. Zaten senin yalan huyun yok…”
“ Evet, tamam anlaştık… Başlarda biraz zorlanabilirim ama elimden geldiği kadar yapacağım…” dediğimde bana elini uzattı. Gözlerim eline doğru kaydı. Tokalaşmak istiyordu. Sanarsın iş anlaşması yapmıştık. Gülümsedim ve uzattığı elini sıkıca kavradım.
“ Hadi şimdi arkadaşlarını bekletme…” dedi merdivenin oraya doğru dönerken, herkes o kadar şoka girmişti ki birden müdürün baktığını gördükleri anda saklanacaklar diye birbirlerinin kafalarını birbirlerine tokuşturmuşlardı. Gülmemek için kendimi çok zor tuttum.
“ Seni çok seviyorlar.” Dedi müdür gülümseyen gözlerle bana bakarken…
“ Bende onları çok seviyorum…” dedim başımı hafif yana doğru eğerken. Gülümsedi ve yanımdan uzaklaşarak merdivene doğru gitti. Herkes çil yavrusu gibi dağılıyordu. Sanki başka yerlere bakıyormuş veya kendi aralarında konuşuyormuş gibi yapıyordu. Hahaha salaklar, gerçekten öğrenciler olarak uzaktan bu kadar salak mı gözüküyorduk?
Müdür onların yanından geçip gittikten sonra hepsi son sürat hızla bana doğru koştular.
Herkes hepbir ağızdan beni soru yağmuruna tutmuştu. Onların o panik halini görünce kahkahayı bastım.
“ Mine ne gülüyorsun?” diye Mustafa sorunca sakinledim.
“ Yahu bir şey yok… Yine problemlerle ilgili konuştuk işte…” Dedim diğerlerini çaktırmadan işaret ederken. Çünkü onların yanına durumu anlatmak istemiyordum. Ne olur ne olmaz… Bizimkiler hariç diğerleri, “ he bizde diyoruz ne oldu aman be…”diyerek söylene söylene gittiler. Onlar uzaklaşınca bizimkilere her şeyi anlattım.
“Vay be müdür demek insafa gedi he…” dedi Burcu dışarıya dalmış bir şekilde. Bu sırada yanımıza Mert geldi ve Mustafa’nın kolunu dürttü…
“ Olum ne oluyor millet buraya toplanmıştı, bir sorun mu var halledelim.” Deyice Aslı gözlerini devirip, “ bir sorun olursa biz hallederiz, sağ ol.” Dediğinde bakışarımı hemen camdan dışarıya doğru çevirdim. Çünkü eğer şuan gülersem Aslı beni öldürürdü.
“ İyi peki…” dedi Mert bozulmuş bir şekilde, “ben geçiyorum kardeşim, bir durum olursa haber ver.” Dedi Mustafa’ya bakarak ve yanımızdan uzaklaştı.
“Aslı ayıptır be kızım, çocuk sanki ne dedi şimdi?”
“Sus Mine’cim, sus ve bize detayları anlat…” gülmeye devam ederken aklıma gelen başka konuşmalarıda anlattım. Mustafa, Aslı, Burcu bana bakıyorlardı…
“ Ne?” diye sordum başımı sallayarak…
“ Sözünde durabilecek misin ki?” diye sordu Aslı çaresizce…
“ Artık mecbur duracağım. Söz verdik bir kere… Okul içinde problem çıkarmak yok! Siz de beni kollayın he, ben unutursam siz hatırlatın.” Halbu ki ben verdiğim sözleri unutmazdım ama olsun. Öfke anı kendime bile güvenmem… Her zaman birbirimizi kollamak en doğrusu…
O gün öğlen paydosu olduğunda tam kantine inmek için hazırlanıyorduk ki, Ceren koşarak yanımıza geldi.
“ Kızlar kavga var.” Hiç önemsemedim. Zaten genelde de okulda kavgaları önemsemezdim benden yardım istenene kadar…
“ Ne yapalım Ceren’cim?” dediğim de, “ Ya ben bir halt yedim.” Dedi mahcup bir şekilde… O halt kesin benimle ilgiydi ama dur bakalım…
“ Ne haltı yedin?”
“ Şu karşı sınıfta ki kız varya… Hani Mustafa’yı seven…”
“Ee?” dedim kaşlarım çatılmış bir şekilde.
“ Yakında ayrılırlar Mustafa bana kalacak falan diye konuşuyorlardı. Bende ne diyorsun kızım sen? Usturuplu konuş Mine’nin kulağına gidecek… dedim. O da bana, giderse gitsin Mine bana ne yapabilir sanki, dedi… Bende iyi öğle paydosunda son katta buluşalım orda kamera yok, görürsün sana ne yapacak dedim… Ve buraya geldim…”
Derin bir nefes verdim. Sakin kalmalıydım, sakin kalmalıydım…
“ Kızım seni döveceğim şimdi he! Sen niye benim adıma kararlar veriyorsun?”
“ İyi de Mine ne söylediğini anlattım nasıl sussaydım?”
“ Yahu kızım, o öyle dedi diye biz ayrıldık mı şimdi? Veya Mustafa ona mı kaldı? Hayır. Bırak ne konuşursa konuşsun. Biz her hakkımızda konuşanla kavga etseydik ohooo…” dedim dudağımın içini yiyip, arkama yaslanırken… Gerilmiştim kafamda bin tane tilki dönüyordu.
“ Bak Ceren” dedim Ceren’e doğru eğilirken… “ Ben sevmek ne iyi bilirim, insan her zaman bir umut bekler. O yüzden birdaha böyle durumlarda bir şey diyen insanları duyma. Onlar kalplerinde ki acıları yüzünden öyle manyak manyak konuşuyor. Anladın mı beni?”
“ Anladım da…” dedi benden istediği verimi alamadığı için dudağının ucunu bükerken, “şimdi ne olacak? Yani ben onlara o kadar artislik yaptım… Rezil mi olacağız?”
“ Yavrum artsiliği biz yapmadık, sen yaptın git istersen yap kavganı…” dedim çaktırmadan gülerken… Başını bana doğru kaldırdığı an gülmemi durdurdumve ciddileştim.
“ Ya Mine… Senin için yaptım beni yalnız bırakmayacaksın değil mi?” diyince gülmeye başladım. Kedi yavrusu gibi kıvranıyordu karşımda.
“ Kızım ben seni ne zaman yalnız bıraktım? Gideceğiz tamam.” Dediğim de, “ yaşasın! Mine’m benim be kraliçem!” diyerek boynuma doğru uzandı…
“Ama…” dedim kenimi geri doğru çekerken, “ kavga etmeye değil, insan gibi konuşmaya gidiyoruz. Git onlara öyle söyle.” Dediğim de Ceren tuhaf tuhaf suratıma bakıyordu.
“ E korktu diyecekler…”
“ Hahahah ulan bu okulda bana korktu diyecek bir Allah’ın kulu var mı? Sen git dediğimi yap.” Dedim Ceren’i sınıftan çıkarırken…
“ Ya kavga çıkarsa?” dediğinde Aslı düşünmeye başladım. Bunu heleki bugün hiç istemezdim…
“ Bunun olmaması için elimden geleni yapacağım…”
Burcu zaten çoktan tırnaklarını yiyip telaşlanmaya başlamıştı. Burcu’ya doğru dönüp, “gülüm sen gelme istersen…” dedim samimi bir şekilde… Çünkü böyle şeylerden gerildiğini biliyordum. Burcu birden kaşlarını çatıp, “ O ne demek o? Tabi ki geliyorum!” dediğinde gülmeye başlayıp yanağından bir makas aldım.
“Aslan kızım be heyt!”
Yaklaşık bir 15 dakika sonra dedikleri toplanma saati gelmişti.
“ Hadi mi?” dedim kızlara göz ucuyla bakarken.
“Hadi!” dediler ve benimle aynı anda kalktılar. Bu sırada sınıfta ki diğer kızlarda ayaklandı, “ Siz nereye?” diye sorunca hepsi kendinden emin bir şekilde, “ Seni yalnız bırakacağımızı mı sandın?” diyerek yanıma toplandılar. Sırıtarak hepsine sırayla baktım. “ Seviyorum lan sizi…” cebimden sakızımı çıkartıp, yarısını dişlerimle koparıp ağzıma attım. Diğer yarısını köşede ki çöp kovasına attıktan sonra, “ Sizi çok seviyorum ama buna gerek yok. Böyle hepberaber gidersek kavga olacak sanacaklar. Ben halledeyim… Hem ayrıca sizin nerden haberiniz oldu” diye sorunca hepsi hepbir ağızdan, “ Ceren…” dediler. Ah Ceren ortalığı karıştırığın yetmiyor, bir de millete haber salmış. Sanki çok büyük bir olay var Yarabbim ya…
“Boşuna bir şey deme Mine, biz seninle geliyoruz.” Dediklerinde artık uzatmadım konuyu, sınıfın kapısına doğru yürüyüp, onlara arkam dönük bir şekilde kolumu kaldırıp, “ E hadi, daha oyalanacak mısınız?” dediğimde çığlık ve birliklerine el çakma sesleri geldi. Sanki eğlenceye çağırıyorum arkadaş herkes bir deli…
Sınıftan hızla çıktığımda ağzımda ki minik sakızı çiğnemeye devam ediyordum. Kızlar da arkamdan adımlarımı takip ediyordu. Bu sırada karşı sınıftan bir on tane kız daha çıktı ve bizimkilere katılarak onlarla birlikte yürümeye başladılar. Çapraz sınıfın önünden geçerken ordan da bir on kişi daha bize katıldı. Koridorda yürümeye devam ediyordum. Ben yürüyorum, arkamdan ordu geliyordu mübarek… Katılan katılana…
Merdivenin birinci basamağına gelince durdum, hepsi durdu. Arkamı dönüp yeni katılanlara baktım.
“Siz?” dedim bir kaçını tanıyordum ama aralarından beş altı tanesini tanımıyordum.
“ Bilmem, sen öyle yürüyorsan mevzu var demektir dedik, bizde katılmak istedik.” Dediklerinde gülümsedim. Önümü dönüp sakızımı çiğnemeye devam ettim. Diğer okulda koridorda olanlarsa bize bakıyordu. Üst kata çıktığımda koridorun çeyreğini karşı taraf doldurmuştu. Çıkar çıkmaz Ayşe’nin karşısında durdum. Kızlarda patır patır arkama dizildiler. Ellerim cebimde, sakız çiğnerken herkesin toplanmasını bekliyordum. Bu sıra da gözlerimi Ayşe’nin gözlerine dikmiş duyuyordum. Koridoru ful kapatmıştık. Sığmayanlarsa merdivenin basamaklarında duruyordu. Ayşe herkese şöyle bir göz gezdirdi ve Aslı’ya kilitlendi. Bir adım yana adım atarak Aslı’nın önüne geçtim.
“Muhattabın benim, Aslı değil. Benim gözüme bakacaksın.” Dedim hala ağzımda ki minik sakızımı çiğnerken… Ses çıkarmıyordu ve hala gözüme tip tip bakıyordu.
“ Bak Ayşe, derdim kavga çıkartmak değil. Konuşmak.” Dediğimde Ayşe anlamsızca artislik bir gülüş sergiledi. Hayır neyine güveniyordu anlamıyorum…
“ Niye korktun mu?” dedi ağzını gere gere benimle konuşurken. Dudağımın ucuyla gülümsedim.
“ Benim korkmayacağımı şu senin arkandakiler bile biliyor…” dedim iyice gülmeye devam ederek. Bilerek hamle yapmıyordum. Yapacaksa o yapacaktı ki, ilk saldıran ben olmayacaktım. O yüzden hareketlerimde bilerek manipüle ediyordum ki bana ilk harekette o bulunsun… Çünkü kavgalarda daima yumruğu ilk geçiren suçlu olurdu ve ben o olmayacaktım…
“ Ama…” dedim ağzımda ki sakızla ufak bir balon şişirip patlatırken, “ senin korktuğunuysa tüm okul biliyor.” Dedim bacaklarımı iki yana açarken. Bedenimi ne olur ne olmaz diye sağlam duruşa hazırlıyordum.
Bu sırada Ayşe’nin arkasında ki bir iki kişi de gülmeye başladı. Sinirlerim gerçekten tavana çıkıyordu. Bana saldırması için içimden dualar ediyordum.
“ Bak, ben seninle burada kavga edip de kendimi küçük duruma düşürmem. Ben ömrümde hiç kızları dövmedim, dövmem. Tabi ki düzgün dururlarsa… Hadi onu geç, ben bir erkek için kavga etti dedirtmem kendime… Bilmem anlatabildim mi?”
“ Niye Mustafa’yı o kadar sevmiyor musun?” dedi alaycı bir tavırla.
“ Hayır Mustafa’yı gayette çok seviyorum. Ama kendimi de seviyorum. Ben adımı erkek için kavga ettiye çıkarmam. Ben hemcinsimle erkek için kavga etmem. Bu başta bana yakışmaz. Bu sana da yakışmaz. Kadınız biz. Böyle şeyler için birbirimize düşmek yakışıyor mu gerçekten şu haline bir bak.”
“ Gerekirse yakışır.” Dedi hala benle cahil cahil konuşurken. Gerçekten erkek için kavga edebilen kızlardan tiksiniyordum. Bu kadar küçük düşme olmaz be kardeşim! Uslubumu bozmadım, onunla gerçekten uzlaşmak ve ona yardım etmek istiyordum. Çünkü bana yakışan buydu. Ben öyle diğerleri gibi hemcinsimi korurum diyip, en ufak olayda onlara cephe alacak bir kız değildim. Zaten asıl karakter söyleyince değil, olay anı yapabildiğinde oturuyor…
“ Yakışmaz Ayşe… Yakışmaz… Sana da bana da yakışmaz. Ama bize daha çok bir de ne yakışmaz biliyor musun? Birisi birisinin sevgilisiyken onu elinden alacağım demek hiçbir kıza yakışmaz. Sevdiğin erkeğin, sevgilisi olduğunu bilmene rağmen ortalıkta ben onu seviyorum demek yakışmaz! Sen hiç ahlak öğrenmedin mi? Ben senin sevmeni de, aşık olmanı da anlarım. Ama susacaksın. Aşkını sevgini kalbine göm ve sus. Sevmek değil ayıp olan, senin bu yaptığın!”
“ Ben böyle seviyorum demek ki…” dediğinde anladım ki bazı insanlar her zaman ahlaktan yoksun kalacaktı. Onu şuan kemikleri kırılana kadar dövmek varken, ahlakımdan yapmıyorsam ve üstelik benim sevgilim olmasına rağmen hala insanlık göstergesi yapmama rağmen böyle yapıyorsa, gerçekten insanların vay haline ya…
Bu sırada Ayşe’nin arkasından bir kız çıkıp, “ ne diyorsun be sen?” diyerek omuzuma parmağıyla dokunarak beni geri doğru itti. Kızın yüzüne baktığımda şaşırmıştım. Daha geçen ay, ona yardım ettiğim kızdı bu.
“vay be…” dedim gerçekten şaşırmış bir şekilde bana bu kazığı atacağını hiç beklemezdim… “ Senin gücün var mıydı ya?” dedim onu iyice yerin dibine sokmak isterken… çünkü bu kadarı fazlaydı ve avuçlarım kaşınıyordu.
“ Var ne yapacaksın?” diyip üstüme atlayacağı sıra da Aslı’ya küçük bir bakış attım ve hala ellerim cebimdeyken bir adım yana çekildim. Aslı’nın üstüne düştüğü gibi Aslı onun ellerini sıkıca kavradı. Onunla uğraşamazdım çünkü bana Ayşe kalmalıydı. Ayşe tam kollarını yukarı doğru sıvarken, merdivenin aşağısından bir bağırış koptu.
“Çekilin! Açılın dedim size!”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |
![Sümeyye Sarı / Ben Mafyanın Kendisiyim [ Yarı Texting] / 339939](https://cdn.kitappad.com/image/img_thump/1/kralice7-ben-mafyanin-kendisiyim-yari-texting-759.jpg)
| 49.38k Okunma |
3.4k Oy |
0 Takip |
94 Bölümlü Kitap |