
Yine sıkıcı ve monoton bir okul günüydü.
Çağrı gözlerini aralayıp sınıfa şöyle bir baktı. Bazıları kendi aralarında sohbet ediyordu, bazıları dersi dinleyip not alıyordu. Öğretmen tahtaya bir şeyler yazarken, birkaç kişi fısıldaşıyor, gülüşmeler yükseliyordu.
Ama Çağrı bunların hiçbirini umursamadı. Zaten kimseyle konuşmazdı.
En arka sırada, tek başına oturuyordu. Yalnızdı. Hep yalnızdı.
Gözlerini ovalayarak tekrar önüne döndü. Uyumamaya çalışıyordu.
Ama kafasının içindeki sesler daha baskındı.
"Bak, herkesin yanında bir arkadaşı var. Sen yine yalnızsın."
Bir an nefesi sıkıştı. Gözlerini sıktı, derin bir nefes aldı.
Boş ver.
Kulaklarını o sese kapattı. Omzunu hafifçe düşürdü ve başını sıraya yasladı. Göz kapakları ağırlaştı...
Ve uykuya daldı.
Ama çok geçmeden bazı gürültüler duydu.
"Çağrı! Yine mi uyuyorsun evladım? Ben size hiçbir şey öğretemeyecek miyim?"
Çağrı, gözlerini yavaşça araladı. Sıradan kaldırdığı başı, uykunun ağırlığını taşır gibi yavaş hareket etti. Tepesinde dikilen deccal karıya baktı.
Evet, deccal karı. Kendi kendine hep böyle diyordu. Çünkü ne zaman başını sıraya koysa, bu kadın deccal gibi belirip onu uyandırıyordu.
İçinden küfrederek, yavaşça doğruldu. "Kusura bakmayın hocam," dedi, sesi isteksiz ve yorgundu.
Ama gözleri, sınıfın içindeki bakışları kaçırmadı. Bazıları alaycı, bazıları meraklı, bazılarıysa acıyordu.
"Boka mı bakıyorsunuz?" diye geçirdi içinden.
İçini çekti. Arkasına yaslandı, gözlerini tahtaya çevirdi.
Ve o an, tahtanın üzerindeki saate takıldı gözleri.
Sadece 5 dakika geçmişti.
Derin bir iç çekti. "Lan bu zaman geçmek bilmiyor."
Nihayet okul zili çalmıştı.
Çantasını sırtına geçirip kapıya yöneldi. Koridor kalabalıktı, etrafında insanlar konuşuyordu. Onu açıkça küçümsemeye cesaret edemeseler de, alçak sesle fısıldaşıyorlardı.
"Şuna bak, yine bütün gün uyumuş."
"Gözleri kan çanağı gibi olmuş, geceleri ne yapıyor acaba?"
Çağrı bunları duymamazlıktan gelmedi. Duydu. Ama tepki vermedi. Tepki vermesi onların istediği şeydi. Yıllardır aynıydı, aynı olacaktı.
Kapıdan çıktı. Hava hafif kararmıştı.
Kulaklıklarını taktı.
Norm Ender’in sesi kulaklarında yankılanırken, ritme ayak uydurarak yürümeye başladı. Kafasını hafifçe sallıyor, müziğin içinde kayboluyordu. Günün sıkıcılığı, insanların boğucu varlığı, fısıltılar… Hepsi müziğin arkasında kayboldu.
Evi okula otuz beş dakikalık yürüme mesafesindeydi. Sabahları otobüse binmeyi tercih ediyordu ama akşamları yürümeyi seviyordu. Çünkü evde onu bekleyen kimse yoktu. Gitmek için acele etmesini gerektirecek bir neden de.
Ama o sırada, sert bir omuz darbesiyle tökezledi.
Gözlerini kaldırıp baktı. Önünde duran çocuğun yüzünde sinsi bir gülümseme vardı. Çağrı onun gibi tipleri iyi tanırdı.
İçinden "Elimi kaldırmaya bile değmez," diye geçirdi ve yoluna devam etmek istedi.
Ama tam o anda, karşısındaki çocuğun kolunun gerildiğini fark etti.
Bir yumruk ona doğru geliyordu…
Refleksleri devreye girdi. Başını hafifçe eğdi ve yumruk, saçlarının üzerinden sıyırarak geçti. Aynı anda, güçlü bir sağ kroşe çıkardı ve yumruk atan çocuğun çenesine sertçe indirdi.
Tok bir ses… ve çocuk bok çuvalı gibi yere düştü.
Çağrı bir an olsun duraksamadı. Yerde kıvranan çocuğu umursamadan üzerinden atladı ve yoluna devam etti.
Eskiden bir boksördü. Ama bir gün, sokakta yürürken birinin arkasından ölmüş annesine küfrettiğini duymuştu. O an her şey gözünün önünde karardı. Yumruklarını sıkmış, hiç düşünmeden saldırmıştı.
Sonunda o adam hastanelik oldu.
Ve Çağrı'nın lisansı iptal edildi.
Ama yine de çalışmayı bırakmadı. Evde kendi kendine antrenman yapıyordu. Çünkü biliyordu:
Eğer toplum tarafından dışlanmışsan, hayatta kalmak için yumruklarını kullanmak zorundasın.
Bu yüzden zorbalar hep onun etrafındaydı. Onu fazlalık olarak görüyor, ama aynı zamanda ondan korkuyorlardı.
Biraz yürüdükten sonra evinin yakınındaki Mehmet Bakkal’a ulaştı.
Buradan sürekli alışveriş yapardı. Parasını çıkartıp ödeme gibi bir alışkanlığı yoktu, çünkü nasıl olsa ay sonunda dedesi borçlarını kapatıyordu. Çağrı, deftere yazdırır, ayın sonunda gelen parayla borç sıfırlanır, sonra tekrar borç birikirdi. Döngü buydu.
Hayatı da aynı döngüden ibaretti zaten.
Kapının önünde durdu, kulaklıklarını çıkardı ve içeri girdi. "Selamünaleyküm."
Bakkalın köşesinde duran yaşlı adam başını kaldırdı, gözlüklerinin üzerinden Çağrı’ya baktı ve gülümseyerek karşılık verdi. "Aleykümselam oğlum, hoş geldin."
Mehmet Amca, Çağrı’nın sohbet ettiği nadir insanlardan biriydi.
Bakkalın içinde dolandı. Süt, ekmek, yumurta, peynir... Her zamanki şeylerden aldı. Kasaya geldiğinde Mehmet Amca başını yana eğerek, "Oğlum, istersen biraz çerez al, benden olsun." dedi.
Çağrı, bir an duraksadı. İçten içe hafif bir sıcaklık hissetti. Çünkü Mehmet Amca bunu her seferinde söylüyordu. Her alışverişinde ona bir şeyler ikram etmeye çalışıyordu.
Ama Çağrı her zamanki gibi gülümsedi, "Teşekkür ederim amca, pek iştahım yok." dedi.
Deftere yazdırdı ve bakkaldan çıktı.
Poşetleri iki eline sıkıca kavradı, apartmanın soğuk merdivenlerini çıkmaya başladı.
Kapıyı açıp içeri girdi.
Evden çıt sesi bile çıkmamıştı.
Aldıklarını mutfağa taşıdı, masanın üzerine koydu. İç çekti. “Yine aynı…” diye geçirdi içinden.
Ocağın başına geçti, tavayı çıkardı. Yumurta kırdı. Tabağa koyup masaya oturdu. Sessizce yemeğine baktı.
"Acaba en son kiminle birlikte yemek yedim?"
Hatırlayamadı. Çünkü uzun zamandır yalnız yemek yiyordu.
Yemeğini bitirince, tabakları yıkadı ve bilgisayarın başına geçti. Açma düğmesine bastı.
Ve o an…
Eski bilgisayarı, Traktör gibi gar gar sesler çıkarmaya başladı.
Bilgisayara yavaşça vurdu.
"Artık son demlerini yaşıyorsun, değil mi?"
Hafifçe kıkırdadı. Zaten sadece kendi esprilerine gülerdi. Çünkü başka kimse onun yanında espri yapmazdı.
Ekran titreyerek açıldı. Fareyi eline alıp LoL’ü başlattı.
En sevdiği şampiyon Shaco’ydu. Çünkü Shaco bir ucubeydi. İnsanlar onu hep böyle görmüştü zaten. İkisi de ait oldukları yerden dışlanmıştı.
Maç başladı. Baştan iyi gidiyordu. Hareketleri hızlıydı, rakiplerini zekice manipüle ediyordu. Ama sonra...
"Auuuuhhh!"
Karşı takımın Warwick’i, kan kokusunu alıp pençelerini Çağrı’nın üzerine geçirdi. Kırmızı ekran. Öldü.
Sonrası çorap söküğü gibi geldi. Takım düşmeye başladı, oyun toparlanamadı. Kaybettiler.
Sohbet kutusunda küfürler yağmaya başladı:
"Feeder o... ç...!"
"Senin ananı avradını s..."
Çağrı derin bir nefes aldı. Hiçbirine cevap vermedi. Maçtan çıkıp yeni bir oyun başlattı.
Bu sefer çok iyi oynadı. Ama yine de kaybetti.
İç çekti. "Solo oynayınca bu kadar oluyor."
Bilgisayarı kapattı. Saat geç olmuştu. Yatağına geçti, gözlerini tavana dikti.
"Acaba bu hayatım hep böyle mi devam edecek?"
Kafasındaki düşünceler, yalnızlık hissi, oyundaki kayıpları, üstüne yapışan dışlanmışlık duygusu... Bütün bunlar beyninde bir uğultu gibi dönüp duruyordu.
Ama sonunda, sesleri susturdu.
Ve uykuya daldı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.79k Okunma |
1.66k Oy |
0 Takip |
25 Bölümlü Kitap |