10. Bölüm

10. Bölüm: Kabulleniş

Kriyus
kriyus1873

Yol boyunca adımları bir ritme uymuş gibiydi; düzenli, sakin ama zihni karmakarışık. Gün içinde yaşanan her şey, Gizem’in kahkahaları, gözlerinde beliren şaşkınlık, utandığı zaman yanaklarına yayılan tatlı kızıllık, zihninde bir fırtına gibi dönüp duruyordu. Özellikle de ellerinin sıcaklığı hâlâ avuçlarında geziniyor gibiydi. Çağrı, farkında olmadan parmaklarını ovuşturdu. O sıcaklığı kaybetmek istemiyormuş gibi sıktı yumruğunu.

 

Bugün yaşadıkları çok alışılmadık şeylerdi onun için. İçindeki derin yalnızlık, kısa bir süreliğine bile olsa, Gizem sayesinde azalmıştı. Gizem’in gülümsemesi, dokunuşları, sohbetleri, hatta o kısa kavga bile ona farklı hissettirmişti. Garip bir şekilde… normal hissediyordu.

 

Ama gerçeklik, soğuk bir tokat gibi suratına çarpmakta gecikmedi.

 

Ne yazık ki, bu gece yine uyuyacaktı. Ve uyanınca kendisini bambaşka bir dünyada bulacaktı. Göğsünde sıkıntılı bir ağırlık hissetti bunu düşünürken. Bu sefer orada onu bekleyen önemli bir görev vardı, ama görev hakkında hiçbir fikri yoktu. Bilinmeyen Güçler ona daha fazla ipucu verecek miydi? Yoksa her şeyi tek başına mı çözmek zorundaydı?

 

Cevapsız sorular beyninde yankılanırken, düşüncelerinin arasında kaybolduğunu fark etti. Adımlarının yönünü ya da geçtiği yolları fark etmemişti bile. Birden başını kaldırdığında, kendisini evinin önünde buldu.

 

Apartmanın karanlık pencerelerine baktı, içinde tanıdık bir boşluk belirdi.

 

Burada onu bekleyen kimse yoktu.

 

Bu düşünce göğsündeki ağırlığı artırdı. Sessizlik, görünmez bir örtü gibi üzerine çöktü.

 

Derin bir nefes alarak anahtarını cebinden çıkardı ve kapıyı yavaşça açtı. İçeri adımını attığında onu karşılayan şey yine soğuk, sessiz bir evdi. İçerisi her zamanki gibi bomboştu, her zamanki gibi soğuktu.

 

Ceketini çıkarıp askıya astı, ayakkabılarını çıkardı ve gözlerini yorgunlukla hafifçe kapadı. Bedeninin yorgun olduğunu hissediyordu ama uykunun onu rahatlatmayacağını, ona huzur getirmeyeceğini de iyi biliyordu.

 

Bu gece, fırtına öncesi sessizliği yaşıyordu yine.

 

Ve birazdan bilinmeze doğru yeni bir adım atacaktı.

 

Sonra, sessizliği bozan hafif bir guruldama duydu. Karnı açlığını ilan ediyordu. Dudaklarında küçük bir tebessüm belirdi. Kendi kendine mırıldandı:

 

“Tamam tamam, anladık seni… Hadi seni doyuralım.”

 

Elini karnına götürüp hafifçe sıvazladıktan sonra mutfağa yöneldi. Küçük mutfağının sararmış lambasını açtı; loş ışık, mutfağın soğuk ve sessiz havasını biraz olsun dağıtmıştı. Dolabın altındaki tencereyi çıkarıp çeşmenin altına yerleştirdi. Musluğu açtı, suyun soğukluğu eline değdiğinde ürperdi. Tencereyi yarısına kadar doldurduktan sonra ocağa koydu ve ateşi yaktı.

 

Sırtını tezgâha yasladı. Beklemek zorundaydı. Ama zihni beklemeyi bilmiyordu, anında Gizem’e doğru yol aldı. Bugün yaşananlar zihninin içinde film şeridi gibi dönüyordu. Onun neşeli kahkahaları, utanınca yüzünün aldığı pembe tonlar, küçük ama anlam dolu bakışları… Ve o sıcak dokunuşu, hâlâ parmak uçlarında duruyordu sanki.

 

Bir an gözlerini kapadı. İçindeki bu duygunun adı neydi? Kendisi bile emin değildi. Daha önce böyle hissetmemişti. Bu, yalnızlığını bir anda silip atan bir histi. Tatlı, ama bir o kadar da karmaşık…

 

Düşünceler içinde kaybolmuşken tencereden yükselen fokurdama sesi onu kendine getirdi. Su nihayet kaynamıştı.

 

Tezgâhın üzerindeki makarna paketini açıp yavaşça suya boşalttı. Bir tutam tuz ekleyip, tahta kaşıkla karıştırdı. Makarnalar suyun içinde dönüp dururken, zihni tekrar Gizem’e kaydı. Onun yanında hissettiği rahatlık, zihninin sürekli ona yönelmesi… Belki de o an hissettiği şeylerin bir adı yoktu, ama güzeldi işte.

 

Birkaç dakika sonra makarnaların yeterince şiştiğini görünce ocağı kapadı. Tencereyi lavaboya taşıdı, süzgeç yardımıyla suyunu süzdü. Makarnaları tabağa boşalttıktan sonra dolabı açıp içinden bir kutu ton balığı çıkardı. Gözlerinde buruk bir tebessüm oluştu; bunu ona yine bakkal Mehmet Amca vermişti.

 

Çağrı’nın hiç et yediğini görmemişti Mehmet Amca. Ona acıdığı için değil, sağlığını düşündüğü için her seferinde “Bak oğlum, biraz protein lazım sana,” diyerek düzenli olarak ton balığı hediye ediyordu.

 

Çağrı ton balığını açıp makarnanın üzerine dikkatle yerleştirdi. Son olarak mayonez ve ketçapla üstünü süsleyip basit ama doyurucu yemeğini hazırladı. Çatalı tabağa daldırıp ilk lokmasını ağzına attığında, içinde hem açlığını gideren, hem de yalnızlığını bir nebze unutturan küçük bir huzur hissetti.

 

Sessiz evde yankılanan tek ses, çatalla tabağın buluşmasıydı. Ama bu sefer sessizlik, eskisi kadar ağır gelmiyordu. Çünkü artık düşüncelerini paylaşabileceği biri vardı, belki henüz onunla paylaşamamış olsa bile.

 

Yemeğini bitirdiğinde, doyduğunu hissediyordu. Ama içinde garip, tatlı bir telaş vardı hâlâ. Belki de bugün yaşadığı şeyler yüzündendi bu. Kafasını hafifçe sallayarak masadan kalktı. Masanın üzerindeki tabağı ve tencereyi aldı, lavaboya götürdü. Suyu açtığında, ellerine vuran soğuk su zihnindeki karmaşık düşünceleri biraz olsun dağıttı. Biraz bulaşık deterjanı döküp bulaşıkları köpürtmeye başladı. Parmaklarının arasından kayıp giden köpükler, zihnindeki dağınıklığı biraz daha toparladı.

 

Tabağı ve tencereyi duruladıktan sonra, her şeyi yerine yerleştirdi. Küçük mutfak, yeniden sessizliğe büründü. Arkasını dönüp odasına doğru yürüdü.

 

Bilgisayarını açmaya niyetlenmişti aslında; belki biraz oyun oynayıp kafasını dağıtabilirdi. Ama tam sandalyeye oturmak üzereyken, gözü masanın üzerinde sabah bırakmış olduğu not kâğıdına takıldı. Not, gün boyu yaşadığı her şeyin gölgesinde kalmıştı. Elini uzatıp kâğıdı aldı, dikkatle okumaya çalıştı. Yazdığı şeyin doğru olup olmadığını hâlâ bilmiyordu.

 

Notu incelerken yüzünde bir hayal kırıklığı oluştu. Çünkü o an fark etti ki, bu not Kutay’ın anlayabileceği şekilde değildi. Evet, Arap alfabesini kullanmıştı ama kelimeler Arapçaydı, Kutay’ın konuştuğu dilse Arap alfabesiyle yazılan Türkçe olmalıydı. İçinden sessizce söylenerek alnını ovaladı:

 

"Ah be Çağrı… Böyle basit bir şeyi nasıl gözden kaçırırsın?"

 

Derin bir nefes alarak bilgisayarına döndü ve yeni bir sekme açarak hızlıca araştırmaya koyuldu. Karşısına çıkan Osmanlıca kaynakları ve Anadolu Selçuklu dönemi metinleri tek tek taradı. Bir süre sonra, ne aradığını sonunda bulmuş gibiydi. Ekranda beliren örneklerden yararlanarak dikkatlice yeni bir not hazırlamaya koyuldu.

 

Elindeki kalemi özenle tuttu. Harflerin kıvrımları, sanki Kutay’a ileteceği mesaj kadar hassastı. Parmakları hafifçe titriyordu, her harfi, her noktayı dikkatlice yerleştirdi kâğıda. En sonunda yeni yazdığı notun son hâline baktı ve içinden tekrar etti:

 

"بن چاغرى سن قوتاى مسن" (Ben Çağrı, sen Kutay mısın?)

 

Yazdığı kelimelere dikkatlice baktı. İçinde hafif bir endişe vardı, "Acaba doğru yazdım mı?" diye kendi kendine mırıldandı. Ama internetten bulduğu eski metinlerde bu harflerin tam olarak böyle dizildiğine emindi. Notu masanın üzerine koydu ve hafifçe gülümsedi.

 

Bu kez doğru yazmıştı. Eğer Kutay gerçekten bu dünyaya geçiyorsa, mesajını görecekti.

 

Artık beklemekten başka çaresi yoktu.

 

İç çekerek sandalyesinden yavaşça kalktı. Bilgisayarı kapattığında ekranın soluk mavi ışığı da sönmüş, odası loş, sessiz bir karanlığa bürünmüştü. Gözleri masanın üzerinde duran nota takıldı. Notun yanına ince bir tükenmez kalem bıraktı. Eğer gerçekten Kutay ile bir bağlantıları varsa, belki o da bir cevap yazabilirdi. Bu ihtimal bile kalbinin hızlı çarpmasına neden oluyordu.

 

Yavaşça yatağına ilerledi ve sırtüstü uzandı. Ellerini başının arkasında birleştirdi, bakışlarını tavana dikti. Odanın karanlığı içinde zihnindeki düşünceler sanki birer gölge gibi hareket ediyordu.

 

Önce Gizem’i düşündü. Onun kahkahaları, kendisine attığı alaycı ama içten bakışları, utandığında yanaklarına yayılan tatlı kızarıklığı… Bütün bu detaylar onu nasıl da mutlu etmişti. Ama bir şey hâlâ belirsizdi. Gizem'i daha önce nasıl fark edememişti? Bu soru zihninde büyüyüp duruyordu. Belki bunu doğrudan Gizem’e sormalıydı. İçindeki bu düğümün cevabını sadece onun verebileceğini hissediyordu.

 

Sonra düşünceleri karanlık bir bulut gibi değişti, Bilinmeyen Güçlere kaydı. Göğsünde bir ağırlık oluştu. Bu güçler kimdi, neyin peşindeydi, onları ne harekete geçiriyordu? Hiçbir şey bilmiyordu. Evrene karşı dünyayı koruyup, kaybolan zamanı geri getirmeye çalıştıklarını söylemişlerdi ama… Kim olduklarına dair net bir cevap vermemişlerdi. Onlarla iletişim kurmanın bir yolu var mıydı? Eğer varsa, bunu nasıl yapacaktı?

 

Beynindeki sorular gittikçe derinleşiyor, içinde bir çaresizlik hissi oluşturuyordu. Ama tüm bu karmaşa arasında göz kapaklarının ağırlaştığını fark etti. Uyku sanki sinsice tüm vücudunu ele geçirmeye başlamıştı. Artık düşüncelerini kontrol etmekte zorlanıyordu. Direnmek istese de içinde buna dair hiçbir istek yoktu. Bedenini saran bu sıcak, uyuşuk histen kaçmak yerine kendini ona bıraktı.

 

Sonunda tüm bedeni gevşedi ve bilinç yavaşça karanlığa teslim oldu. Uykunun derin kollarına doğru sürüklendi, karşı koyamadan uykuya yenik düştü.

 

Uykusunun derinliklerinde, önceki geçişlerinde olduğu gibi içinde belli belirsiz bir değişim hissi belirmişti. Ama bu kez, kalbinde ne önceki gibi ani bir korku ne de huzursuz bir heyecan vardı. Garip bir şekilde bu değişimi kabullenmişti; sanki artık bunun bir parçası hâline gelmişti. Bilinçaltında bu geçişlerin doğal olduğunu düşünmeye başlamıştı.

 

Uzanmış olduğu yumuşak yatağının dokusu aniden değişmiş, sırtı artık sertçe doldurulmuş bir yün sedire yaslanıyordu. Üzerindeki çarşaflar yerini kaba, dokulu bir örtüye bırakmıştı. Sabahın ilk ışıkları, ahşap pencerelerin aralıklarından süzülerek yüzünü hafifçe aydınlatıyordu. Kulaklarına uzaklardan gelen horoz sesleri çalınıyor, sanki sabahın gelişini ilan ediyordu. Derin bir nefes aldığında odanın yoğun ahşap kokusunu içine çekti.

 

Gözlerini yavaşça araladı. Tavanı kaplayan kalın ahşap kirişleri görünce iç çekti. Bir kez daha Kutay'ın dünyasındaydı. Kutay'ın yatağında, Kutay'ın bedeninde uyanmıştı.

 

Çağrı artık burayı yadırgamıyordu. Yavaşça doğruldu ve etrafına baktı. Kutay'ın dünyası, ikinci bir hayat gibi, ona hiç olmadığı kadar tanıdık gelmeye başlamıştı. İçinde hâlâ cevaplanmamış onlarca soru vardı ama o soruların cevaplarını bulmak için daha hazır hissediyordu kendini. Bu defa, burada çözmesi gereken bir görevi olduğunu unutmadı. Artık kaçamazdı; aradığı cevaplar, bu odanın dışında onu bekliyordu.

 

 

Bölüm : 20.03.2025 21:59 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...