14. Bölüm

13. Bölüm: Davet

Kriyus
kriyus1873

Bu konuşmaların ardından birlikte Edebiyat çalışmaya devam ettiler. Aslında Gizem'in Edebiyat dersinde pek eksiği yoktu; yarınki sınav için fazlasıyla hazırdı. Ancak Çağrı’yı tanımak, onunla biraz daha vakit geçirmek için bundan daha iyi bir fırsat olamazdı. Gizem, bazen bildiği konular hakkında bile sorular soruyor, sanki anlamamış gibi Çağrı'nın anlatmasını istiyordu. Çağrı da bunu kısa sürede fark etmişti, çünkü Gizem'e sorduğu soruların hemen hepsine doğru cevaplar alıyordu. Ama Çağrı hiç bozuntuya vermedi. Gizem'in kendisini dinlemesi, birlikte çalışmaları o kadar hoşuna gitmişti ki bunu bozmaya hiç niyeti yoktu. İlk defa biri onun söylediklerine bu kadar dikkat ediyordu, onu gerçekten tanımak için çaba sarf ediyordu. Bu durum, Çağrı’ya daha önce tatmadığı garip bir mutluluk veriyordu.

 

Gizem ise Çağrı’nın konuları anlatışına hayran kalmıştı. Onun kendinden emin tavrı, cümleleri düzgünce seçişi, açıklamalarının net ve anlaşılır olması, Gizem’i şaşırtmıştı. Bugüne kadar tanıdığı Çağrı, sınıfın en arka sıralarında uyuyan, kimseyle iletişime geçmeyen, insanların söylediklerine kulak asmayan biriydi. Ama şimdi karşısında oturan kişi, tamamen farklı bir insandı; zeki, dikkatli, düşünceli ve özgüvenli.

 

Sonunda Tanzimat Dönemi romanları konusunu bitirdiler. Kütüphanenin büyük pencerelerinden süzülen gün ışığı, yavaş yavaş yerini akşamın loş gölgelerine bırakmıştı. Gökyüzü koyulaşırken, Çağrı kitabını kapatıp Gizem'e döndü. Yüzünde hafif bir endişeyle, "Hava kararmaya başladı. Ailenle sorun yaşamanı istemem. İstersen seni evine bırakayım, çok geç kalmayalım," dedi.

 

Tam o anda Gizem'in telefonu titreyerek çaldı. Gizem çantasından telefonunu hızlıca çıkarıp ekrana baktı; annesiydi arayan. Derin bir nefes alarak telefonu açtı:

 

"Efendim anne?"

 

Annesinin sesi hafifçe telaşlıydı: "Kızım, hava kararıyor, hiç haber de vermedin. Neredesin, babanla meraklandık."

 

Gizem'in sesi biraz mahcup, biraz da rahatlatıcıydı: "Anne, arkadaşımla birlikte yarınki Edebiyat sınavına çalışıyoruz. Biz de şimdi çıkacaktık zaten."

 

Annesinin sesindeki merak ve korumacı tavır devam etti: "Hangi arkadaşın kızım?"

 

Gizem bir an duraksadı. Kısa bir tereddüt yaşadıktan sonra, yalan söylemeyi sevmediği için açıkça söyledi: "Çağrı'yla çalışıyorum anne."

 

Annesi kısa bir sessizlikten sonra sesi hafifçe yumuşayarak: "Tamam kızım, o zaman Çağrı’yı da getir, beraber akşam yemeği yiyelim. Hem kızımın arkadaşını da tanımış oluruz. Çağrı da ailesine haber versin."

 

Bu sözler üzerine Gizem'in yüzündeki ifade bir an hüzünlendi. Çağrı’ya hafifçe sırtını dönüp elini telefonu ve ağzını örtecek şekilde siper etti, annesine fısıltıyla: "Anne… Çağrı'nın ailesi yok"dedi.

 

Annesi kısa bir sessizliğin ardından, sesi üzgün ve mahcup bir tonda: "Tamam kızım, sorun değil. Siz yine de gelin, yemekler soğumasın."dedi.

 

Gizem telefonu kapattı ve hafif bir iç çekişle Çağrı’ya döndü. Çağrı, Gizem'in yüzündeki ifadeyi ve konuşmanın havasını sezmişti. Yüzünde anlayış dolu hafif bir gülümseme ile Gizem’e baktı.

 

"Sanırım bu akşam için planlarımız değişti?"

 

Gizem, hafifçe gülümseyerek, “Annem akşam yemeğine seni de çağırdı. Umarım kabul edersin,” dedi. Sesi yumuşaktı ama içinde belli belirsiz bir beklenti taşıyordu. Gözlerini Çağrı’nın gözlerinden ayırmadan, onun tepkisini dikkatle izliyordu.

 

Çağrı bir anda dondu.

 

Zihni önce kelimeleri algılamaya çalıştı. "Annem... akşam yemeği... seni de..." Bu tür bir daveti hiç almamıştı.

 

Boğazı düğümlendi, kalbi hızla atmaya başladı. Gözlerini Gizem’den kaçırdı, kısa bir an boyunca ne diyeceğini bilemedi. Dudağının kenarı hafifçe titredi, sonra derin bir nefes aldı. İçinde bir yer, "Gitme, alışkın değilsin," diye fısıldarken, başka bir yer, belki daha genç ve umut dolu bir yer, "Git, bu senin için yeni bir şey," diyordu.

 

Kafasında binlerce düşünce çarpıştı: "Ne giyeceğim? Nasıl davranacağım? Ya garip hissedersem? Ya dışlanırsam? Ya... sıcak bir sofra görüp kırılırsam?"

 

Ama sonra Gizem’in gözlerindeki samimiyeti gördü. O yemeğe bir zorunluluktan değil, gerçekten onunla vakit geçirmek istediği için davet ettiğini fark etti.

 

Kafasını hafifçe eğdi, dudaklarında belirsiz bir gülümseme belirdi.

 

"Elbette gelirim," dedi.

 

Sesi dışarıdan sakin, hatta neredeyse umursamaz gibi gelse de, içi kaynıyordu. Çünkü bu sadece bir yemek değildi.

 

Bu, hayatında ilk kez birinin onu yanında görmek istemesiydi.

 

Birlikte masadaki kitapları ve notları yavaşça toparlamaya başladılar. Gizem hızlı ve düzenli hareketlerle eşyalarını çantasına yerleştirirken, Çağrı ise her zamankinin aksine elleri titreyerek, biraz beceriksizce hareket ediyordu. Düşünceleri tamamen dağılmıştı; zihninde onlarca senaryo dönüp duruyordu. İçinde bir endişe vardı: "Onlara karşı nasıl davranmalıyım? Annesi, babası, hatta belki varsa kardeşi… Nasıl olacak ki bu?" diye içinden geçirdi. Kafası karmakarışıktı, içinde hem tatlı bir heyecan hem de derin bir endişe dolaşıyordu.

 

Çağrı'nın bu iç karmaşasını Gizem kısa sürede fark etti. Onun hareketlerindeki gerginlik ve gözlerindeki tedirginlik, açıkça görülüyordu. Gizem birkaç saniye onu izledi, sonra nazikçe elini uzatıp Çağrı’nın elini tuttu. Eli sıcacıktı; bu sıcaklık, Çağrı’nın içindeki buz gibi endişeyi biraz olsun eritti. Gizem, yumuşak bir sesle:

 

"Sakin ol, Çağrı. Sadece kendin ol yeter," dedi. Sesi o kadar içten ve huzur vericiydi ki, Çağrı bir an Gizem'in aklından geçenleri okuyabildiğini düşündü.

 

Çağrı derin bir nefes aldı ve başını hafifçe eğerek samimi ama çekingen bir itirafta bulundu:

 

"Tamam, ama ilk kez böyle bir şey başıma geliyor. En son dokuz sene önce dedemle birlikte yemek yemiştim. O günden beri… kimseyle yemek yemedim."

 

Sözcükleri söyledikten sonra içindeki o tuhaf ağırlık biraz hafiflemişti sanki. Bu itiraf Gizem’in yüzünde önce hüzünlü bir ifade oluşturdu. Onun içinde bulunduğu yalnızlık, gerçekten herkesin kaldırabileceği türden bir şey değildi. Gizem bu yalnızlığın büyüklüğünü bir kez daha anlamıştı. Ama hemen ardından yüzünde sıcak, cesaret veren bir tebessüm belirdi. Elini biraz daha sıktı, gözlerinin içine bakarak güven veren bir sesle:

 

"Merak etme. Ben yanında olacağım, her şey yolunda gidecek," dedi.

 

Çağrı onun bu sözleriyle içine dolan sıcaklığı hissetti. İçindeki endişe yavaş yavaş yerini tatlı bir huzura bırakmaya başladı. Kararlı bir sesle:

 

"Tamam, sorun yok. Kendim olacağım," dedi.

 

Bunu duyan Gizem’in yüzündeki tebessüm daha da genişledi. Birlikte kütüphaneden çıktılar. Kapıyı açtıklarında, dışarıda onları bekleyen serin akşam havasıyla karşılaştılar. Güneş, ufuktaki son ışıklarıyla gökyüzünü turuncu ve mor tonlarında boyamıştı; bu manzara hafif bir melankoli yaratıyordu. Yollar sakinleşmiş, şehir ışıkları birer birer yanmaya başlamıştı. Yaprakları hafifçe kıpırdatan tatlı bir rüzgâr esiyordu.

 

Kaldırımda yürümeye başladıklarında, Gizem Çağrı'nın elini hiç bırakmadı. Bu dokunuş ikisi için de anlamlıydı. Çağrı, yan yana yürürken kaldırımlara düşen gölgelerine baktı. İçinden, "Bu anı daha önce neden hiç yaşamadım? Niye hep uzak durdum insanlardan?" diye düşündü. Gizem ise sessizce Çağrı’yı izliyordu. Zihninde binlerce soru vardı. "Onu neden daha önce hiç tanımaya çalışmadım? Çağrı'nın bu yalnızlığı nasıl bu kadar uzun sürmüş olabilir? Onun yanında daha önce kimse durmadı mı?" gibi düşünceler zihnini meşgul ediyordu.

 

Ev yolunda yan yana attıkları adımlar giderek bir uyum yakaladı; sanki kalp atışları ve düşünceleri bile aynı ritmi bulmuştu. İkisi de sessizdi, ama bu sessizlik rahatsız edici değildi. Tam tersine, paylaştıkları sessizlikte bile büyük bir anlam ve sıcaklık vardı.

 

Sokağın sonuna yaklaştıklarında, Gizem hafifçe başını çevirip Çağrı'ya baktı ve yumuşak bir sesle fısıldadı:

 

"Endişelenme. Ailem seni çok sevecek."

 

Çağrı bu sözleri duyunca içinde garip bir huzur hissetti. İçten içe korkuları tamamen yok olmamıştı, ama şimdi biliyordu ki, ne olursa olsun yanında Gizem vardı. Ve onun varlığı, bu akşamı daha kolay atlatmasına yardımcı olacaktı.

 

Sonra sessizce gülümseyerek, birlikte yola devam ettiler. Akşamın tatlı rüzgârı, sokak lambalarının loş ışıkları ve birlikte attıkları adımlar, belki de hayatlarında yeni bir sayfanın açılmasına sebep olacaktı.

 

Yaklaşık on dakika boyunca hem sohbet ederek hem de birbirlerine sıkıca tutunarak yürüdüler. Caddelerdeki sokak lambaları yavaş yavaş yanmaya başlamış, gölgeler adımlarına eşlik eder olmuştu. Ama ne olursa olsun, ellerini bir kez bile bırakmadılar. Çağrı için bu, alışılmadık bir histi. El ele yürümek, birinin yanında bu kadar huzurlu hissetmek… Sanki hayatında ilk kez, yürüdüğü yol bir yere çıkıyordu.

 

Sonunda Gizem’in apartmanının önüne geldiklerinde Çağrı adımlarını yavaşlattı. Apartmanın gri kapısının önünde durdu, başını hafifçe öne eğdi. O an içinde garip bir telaş yükseldi, boğazı düğümlendi.

 

Gizem onun bu tereddüdünü fark etti. Elini daha sıkı kavradı, sonra da küçük bir kahkahayla:

 

“Hadiii, neyi bekliyorsun, davetiye mi?” dedi ve onu hafifçe çekiştirerek içeri soktu.

 

Merdivenleri birlikte çıkmaya başladılar. Her adımda Çağrı'nın içi biraz daha sıkışıyordu. İkinci kata geldiklerinde, Çağrı usulca Gizem’in elini bıraktı. Elini serbest bırakırken yüzünde hafif bir burukluk vardı.

 

“Babana elimizi tutarken görünmek istemem,” dedi kısık bir sesle.

 

Gizem bir şey demedi, sadece gözlerinin içiyle gülümsedi.

 

Kapının önüne geldiklerinde, henüz zile basılmadan kapı açıldı. Ama Çağrı'yı karşılayan kişi, göz hizasında değildi.

 

“Ablaaa! Bu abi kiiimm?”

 

Çağrı şaşkınlıkla başını eğip sesin geldiği yere baktı. Meraklı gözlerle bakan küçük bir erkek çocuğu vardı. Yüzü masum ama sorgulayıcı gözüküyordu.

 

Gizem hiç tereddüt etmeden, gülümseyerek:

 

“Bu abinin ismi Çağrı. Benim arkadaşım. Şimdi bizimle birlikte yemek yiyecek,” dedi.

 

Çocuk başını yana eğerek sordu: “Onun kendi evi yok muu?”

 

Bu söz karşısında Çağrı önce gözlerini kırptı, sonra başını eğerek kahkahasını zor tuttu. Hafifçe gülümsedi ve eğilerek çocuğun başını okşadı:

 

“Tabii ki var,” dedi. “Ama burası daha sıcak görünüyor.”

 

O sırada içeriden yumuşak ama otoriter bir kadın sesi duyuldu. Gizem’in annesi, kapıya doğru yaklaşmıştı. Güler yüzle, ama aynı zamanda merakla:

 

“Hoş geldin Çağrı. Niye kapıda kaldınız öyle, girsenize içeri,” dedi.

 

Çağrı hafifçe başını eğdi, gözlerini yere indirdi. İçine yerleşen hafif mahcubiyeti bastırmaya çalışarak ayakkabılarını çıkardı. Sonra Gizem’in peşinden içeri adım attı.

 

Evin içi sıcacıktı. Hafif limon kolonyası ve fırından yeni çıkmış yemeğin kokusu hâlâ havadaydı. Annesi, “Hadi mutfağa geçin, yemekler soğumasın,” dediğinde, Çağrı başıyla onaylayarak teşekkür etti ve Gizem’i takip etti.

 

Mutfak kapısı açıldığında, karşılarına çıkan manzara Çağrı’nın gözlerini kısa bir an donuklaştırdı.

 

Masanın üzerinde işlemeli örtü seriliydi. Ortadaki büyükçe cam kasede buharı hâlâ tüten sıcak bir çorba vardı. Yanına dizilmiş küçük tabaklarda zeytinyağlı sarma, patates salatası ve yoğurtla yapılmış meze çeşitleri yer alıyordu. Ekmekler, temiz bir beze sarılı sepetin içinde taptaze duruyordu. Masanın kenarına bırakılmış bir tepsi içinde ise fırından yeni çıkmış, üstü nar gibi kızarmış tavuk yemeği vardı yanına özenle patatesler dizilmiş, üzerindeki kekiğin kokusu burunları dolduruyordu.

 

Her tabakta bir kaşık, bir çatal özenle yerleştirilmişti. Peçeteler üçgen katlanmış, bardakların içi suyla doluydu. Her şey düzenli, sade ama sıcaktı.

 

Çağrı içten içe yutkundu. Bu kadar basit bir masa, onun için yıllardır görmediği bir manzaraydı. Sessizce bir sandalyeye oturdu, gözleri masanın üzerindeydi ama aklı, kalbinin hızlı çarpışındaydı.

 

Gizem karşısına oturdu, göz göze geldiler. Bakışlarında sözsüz bir anlaşma vardı. Bu akşam, Çağrı için sadece bir yemek olmayacaktı. Bu, hayatında ilk kez “bir aile”nin parçası gibi hissettiği akşamlardan biri olacaktı.

 

Ve masadaki her buhar tüten tabak, ona bunu hissettirecekti.

 

Bölüm : 04.04.2025 19:35 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...