15. Bölüm

14. Bölüm: Yemek

Kriyus
kriyus1873

Gizem’in küçük kardeşi yerinde duramayan bir sevinçle mutfağa koşturdu. Ayak sesleri parke zeminde yankılandıktan sonra, bir hışımla sandalyeye oturdu. Küçük bir zafer kazanmış gibi gülümseyerek Çağrı’nın yanındaki sandalyeyi kaptı.

 

“Ben abinin yanında oturacağım!” dedi yüksek sesle, sanki bu hakkı ona kimse veremeyecekmiş gibi kesin bir tavırla.

 

Çağrı bu ani çıkışa hem şaşırdı hem de gülümsedi. Küçük çocuğun içtenliği, içinde bir şeyleri yumuşatmıştı. O an uzun zaman sonra ilk defa bir çocuğun heyecanına ortak olmuştu.

 

Tam o sırada, ağır adımlarla mutfağa giren birisi ortamı daha da ciddi bir havaya büründürdü. Geniş omuzları, sert ama yorgun bakışlarıyla içeriye adım atan Gizem’in babasıydı bu. Çağrı bir anda irkildi. Oturduğu sandalyede dimdik olmuş, ne yapacağını kestiremeyen bir gerginliğe bürünmüştü. Ama Gizem’in babasının tavrı düşündüğünden çok daha samimiydi.

 

Hiç beklemeden Çağrı’nın yanına yaklaşıp elini onun başına koydu. Sert ama babacan bir dokunuşla saçlarını okşadı, gözlerinin içine bakarak gülümsedi:

 

“Hoş geldin evlat.”

 

Bu kısa ama etkili cümle, Çağrı'nın içini sarsmıştı. İçten gelen bir sıcaklıkla ama ne yapacağını bilemeden birkaç saniye duraksadı. Sonra hızlıca toparlanıp başını eğdi:

 

“Hoş bulduk efendim,” diyebildi kısık bir sesle.

 

Gizem’in babası gülümsedi, ardından yerine oturdu.

 

O sırada mutfağa yayılan koku daha da yoğunlaşmıştı. Fırında pişen baharatlı tavukla patatesin karamelize olmuş kokusu, yoğurtla harmanlanmış salatanın tazeliğiyle birleşiyordu. Sofranın ortasında buharlı cam fırın kabı duruyordu; tavuklar çıtır çıtır kızarmış, patatesler nar gibi kızarmıştı. Yanında annesinin özenle hazırladığı cacık ve bir kâseye doldurulmuş pirinç pilavı vardı. Masanın üzerindeki örtü sade ama temizdi. Her şey ev sıcaklığı kokuyordu.

 

Gizem’in annesi, bir yandan tabaklara servis yapıyor, bir yandan da Çağrı’ya göz ucuyla bakıyordu. Yüzündeki ifade ne tam bir sorgulama ne de mesafeydi, daha çok merakla karışık bir misafirperverlikti.

 

“Çağrı, oğlum çekinme, istediğin kadar alabilirsin,” dedi tabaklara tavuk pay ederken. “Tavuk biraz aceleye geldi ama umarım seversin.”

 

Çağrı başını hafifçe eğdi.

 

“Ellerinize sağlık teyze, patates ve tavuğu çok severim zaten,” dedi içtenlikle. Ama aslında uzun süredir patates ve tavuk yememişti.

 

Herkes sandalyelerine yerleştiğinde, Gizem’in babası Çağrı’ya dönerek sesi yumuşak ama dikkatli bir tonla sordu:

 

“Eee Çağrı, nasılsın bakalım? Biraz kendinden bahset.”

 

Çağrı’nın boğazında bir düğüm vardı. Aslında nasıl olduğunu bilmiyordu. Son bir haftadır yaşadıkları, gördükleri, geçişler, notlar, sesler… Tüm bunlar ona gerçekliği unutturmuştu. Ama bunları burada anlatamazdı, ne doğru kelimeleri bulabilirdi ne de inanılacağını düşünüyordu. O yüzden klasik ama güvenli bir yanıt verdi:

 

“İyiyim efendim, sorduğunuz için teşekkür ederim. Son günler biraz yoğundu sadece. Siz nasılsınız?”

 

 

Gizem’in babası kafasını salladı, biraz gözlerini kıstı ama bir şey demedi. Elini pilav kâsesine uzatırken:

 

“Rahat ol evlat bana amca demen beni daha çok mutlu eder dedi ve ekledi. Zaman her yaşta yoğun oluyor. Yeter ki başını dik tutmayı bil.”

 

Çağrı bu söz üzerine hafifçe başını eğdi. Masada bir süre boyunca sadece çatal-bıçak sesleri ve sohbetlerin alçak tınıları duyuldu. Gizem’in kardeşi tavukları kıtır kıtır yerken, arada Çağrı’ya dönüp meraklı gözlerle bakıyordu. Gizem ise sessizce yemeğini yerken arada bir Çağrı’ya göz ucuyla bakmayı ihmal etmiyordu. Masada tuhaf bir denge vardı; ilk başta çekingenlik taşıyan ama yavaş yavaş yerini alışkanlığa bırakmaya başlayan bir sıcaklık…

 

Çağrı, çatalladığı bir parça patatesi ağzına götürürken içinden geçirdi:

 

“Belki de bu sofrada olmak, bu kadar korkutucu değilmiş...”

 

Yemek boyunca sohbet kesintisiz devam etti. Gizem’in annesi her fırsatta Çağrı'nın tabağını dolduruyor, babası ise araya sık sık yumuşak sorular serpiştiriyordu. Sorduğu şeyler basitti aslında; hangi dersi seviyorsun, boş zamanlarında ne yaparsın gibi… Ama bu basitlik bile Çağrı için yeni ve farklıydı. İlk defa biri, sadece tanımak için ona sorular soruyordu. Ve bu, içini hem garip bir huzur hem de kırılgan bir mutlulukla dolduruyordu.

 

Derken, Gizem’in babası istemeden pot kırdı.

 

“Peki annen baban ne iş yapıyor evlat?”

 

O an sanki sofradaki çatal bıçak sesleri bile sustu. Çağrı’nın çatalı elinde kaldı, gözleri tabağına odaklandı. Başını hafifçe eğdi; sesi duyulmasa da nefesi derinleşmişti. Ama fazla uzun sürmedi bu sessizlik. Kendisini toparlayarak başını kaldırdı, gözlerini babanın gözlerinden kaçırmadan, sakince cevapladı:

 

“Ben yedi yaşındayken… bir trafik kazasında vefat ettiler amca.”

 

Söylediği her kelime sanki dilinden değil, içinden dökülüyordu. Gözleri hafifçe yaşarmıştı ama gülümsedi. O an o kadar güçlü görünüyordu ki, sofradaki herkes bir anlık sessizlikle saygı gösterdi.

 

Gizem’in babası mahcup bir ifadeyle başını eğdi, sesi yumuşaktı:

 

“Başın sağ olsun evlat… Sorduğum için kusura bakma, bilmeden üzdüm seni.”

 

Çağrı başını salladı, gülümsemeye çalıştı.

 

“Yok amca, önemli değil. Teşekkür ederim.”

 

Bir süre masa sessizliğe gömüldü. Ne bir çatal sesi, ne de tabaklara uzanan eller vardı. Herkes kendi içinde bir şeyleri sindirmeye çalışıyordu. Ama işte o an, bu sessizliği bir kahkaha deldi.

 

Gizem’in küçük kardeşi Alican, Çağrı’nın kolunu iki eliyle sıkıca kavradı, yüzünü buruşturup merakla sordu:

 

“Abi… senin koluna taş mı koymuşlar?”

 

Sorunun saflığı ve ciddiyeti o kadar komikti ki, birkaç saniyelik duraksamanın ardından herkes gülmeye başladı. Gizem’in babası kahkahasını tutamayınca sandalyesi hafifçe geriye kaydı. Annesi gözündeki yaşları silip gülerken, “Alican yine konuya damgasını vurdu,” dedi.

 

Çağrı da gülümseyerek başını iki yana salladı:

 

“Yok be küçük adam, bunlar taş değil… Kas. Bak sende de var, gel göstereyim.”

 

Eliyle Alican’ın minik kolunu hafifçe sıktı. Çocuk kahkahalarla gülmeye başladı. Bu sırada Gizem söze karıştı:

 

“Tabii Alican’ın da kasları var, değil mi anne?” diyerek annesine göz kırptı.

 

Çağrı o an kısa ama değerli bir bilgiyi hafızasına kazıdı. Gizem’in kardeşinin adı Alican’dı.

 

Ve farkında olmadan, bu evde artık sadece bir misafir değil, sıcaklığın bir parçası haline gelmeye başlamıştı.

 

Yemekler bitince sofraya kısa bir sessizlik hâkim oldu. Tabaklar boşalmıştı, ama sofranın etrafındaki sıcaklık hâlâ yerli yerindeydi. Gizem ve annesi sandalyelerinden kalkıp tabakları toplamaya başladılar. Çağrı tam yardım teklif edecekti ki, Gizem ona eliyle “Sen otur,” dercesine bir işaret yaptı. Göz göze geldiler, Gizem hafifçe gülümsedi. Bu küçük an bile Çağrı’nın içinde tuhaf bir huzur uyandırdı.

 

Az sonra, mutfağın içini saran nefis bir vanilya ve çikolata kokusu herkesin dikkatini çekmeye başladı. Gizem yerinden kalkıp fırının kapağını açtı ve içinden dikkatlice geniş bir pasta tepsisi çıkardı. Üzerine çikolata sosu dökülmüş, hindistan ceviziyle süslenmiş büyükçe bir ev yapımı pasta, buharı hâlâ üstünde tütüyordu. Kenarlarından hafifçe taşan krema, taptaze kesildiğini belli ediyordu.

 

Gizem pastayı tezgâhın üzerine bıraktı, annesi ise tabak ve çatal takımlarını dolaptan çıkarıp masaya yerleştirdi. Çağrı göz ucuyla tüm bu hazırlığı izliyordu; her detay, bir aile sıcaklığını yeniden hatırlatıyordu ona.

 

Çağrı’nın gözleri kısa bir süreliğine pastaya takıldı. Boğazında istemsiz bir düğüm oluştu. En son ne zaman böyle bir şey yediğini hatırlamaya çalıştı. Hafızası bulanıktı… Ama bir anda, yaklaşık on yıl önce, doğum gününde dedesinin aldığı küçük bir yaş pastanın tadı belirdi dilinde. O günden sonra hiç kimse ona pasta kesmemişti.

 

Gizem, eline aldığı spatulayla pastayı özenle dilimledi. İlk dilimi dikkatlice alıp Çağrı’nın önüne bıraktı. Gözlerinde hafif bir parıltı, dudaklarında küçük bir gülümseme vardı.

 

“Afiyet olsun,” dedi yumuşak bir sesle.

 

Çağrı bakışlarını pastadan kaldırıp Gizem’e baktı. “Teşekkür ederim,” dedi ve sonra çatalını eline alıp ilk lokmayı ağzına götürdü. Çikolatanın ağızda dağılan tadı, krema ve pandispanyanın yumuşak dokusu… Hepsi, tek bir lokmada bir çocukluk anısını yeniden canlandırmıştı. Gözleri nemlendi, ama bunu kimse fark etmesin diye hemen başını eğdi.

 

Derin bir nefes aldıktan sonra, gözlerinde belirgin bir parlaklıkla başını kaldırdı ve Gizem’in annesine dönerek içtenlikle konuştu:

 

“Çok güzel olmuş teyze… Gerçekten ellerinize sağlık.”

 

O an, masadaki herkes Çağrı’nın gözlerinde bir şeyin kıpırdadığını görmüştü. Bu sadece bir teşekkür değildi. Bu, içinde sakladığı uzun yıllık bir hasretin, sıcak bir ev ortamına duyduğu özlemin dışavurumuydu.

 

Gizem’in annesi gülümsedi, “Beğenmene sevindim oğlum, afiyet olsun” dedi.

 

Pastalar bitti, çaylar içildi. Sohbetler, birkaç kahkaha ve tatlı sessizlik eşliğinde devam etti. Ancak zaman su gibi akıp geçmişti. Gizem’in babası kolundaki saate baktı, gözlerini kısmıştı.

 

“Vakit geç olmuş,” dedi ciddi ama nazik bir ses tonuyla. Ardından Çağrı’ya döndü ve bu kez lafı dolandırmadan ekledi:

“Seni ben bırakayım evine. İtiraz istemiyorum, bu saatte tek başına dönmeni istemem.”

 

Çağrı bir an ne diyeceğini bilemedi. Karşısındaki adam ona emir vermemişti, ama sesi öyle net ve kararlıydı ki, tartışmaya yer yoktu. Göz göze geldiklerinde içinde bir güven duygusu belirdi.

 

Başını hafifçe salladı.

“Tamam amca, zahmet olacak ama… teşekkür ederim.”

 

Gizem hafifçe gülümsedi. Gözlerinde “Sen artık bizdensin,” diyen bir ifade vardı. Çağrı, belki de uzun zamandır ilk defa birinin “evinden uğurlanan bir misafir” olduğunu hissetti. Bu gece onun için sadece bir yemek değildi… bir adım, bir başlangıçtı.

Bölüm : 05.04.2025 23:09 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...