
Birlikte yürümeye başladıklarında, akşam güneşi artık dağların ardından batmaya başlamıştı. Gök hâlâ açık maviydi ama bulutlar, sanki bir ressamın özenle attığı fırça darbeleri gibi dağınık ve hafifti. Sokaklar okul çıkışı kalabalığıyla dolup taşmıştı. Çocukların neşeli sesleri, uzaklardan gelen araba kornaları ve rüzgarla uçuşan yaprakların hışırtısı, her zamanki gibi sıradandı ama bugün Çağrı için daha farklı geliyordu.
Gizem, yol boyunca sanki sessizlikten korkuyormuş gibi sürekli yeni sorularla sohbeti canlı tutuyordu. Çağrı'ya sevdiği filmleri, okumaktan hoşlandığı kitapları ve hatta en basit şeyleri bile soruyordu. Çağrı rahat ve sakin bir şekilde hepsini cevaplıyordu. Gizem’in sesindeki heyecan ve samimiyet, Çağrı’nın içindeki buz kütlesini ağır ağır eritiyordu sanki.
Kaldırımda birlikte yürürken, rüzgar hafifçe yüzlerine dokunuyor, Gizem’in kahverengi saçlarını hafifçe dalgalandırıyordu. Çağrı, gizlice ona baktığında, Gizem’in yüzünde her zaman var olan o doğal ve içten tebessümün hiç kaybolmadığını fark etti.
Sonunda yol ayrımına geldiler. Burada yollar ikiye ayrılıyor, biri Çağrı’nın evine, diğeri ise Gizem’in evine gidiyordu. Bir an için adımlarını yavaşlattılar ve ikisi de durdu.
Gizem, hafifçe yan dönüp Çağrı’ya baktı, gülümseyerek:
“Pazar günü görüşürüz o zaman,” dedi.
Çağrı hafifçe başını sallayarak cevap verdi, yüzünde belli belirsiz bir tebessüm vardı:
“Evet, pazar günü görüşürüz.”
Gizem, el sallayarak sol taraftaki yola doğru dönüp ilerlemeye başladı. Çağrı ise derin bir nefes aldı ve sağ yola doğru yürüdü. Birkaç adım attıktan sonra cebinden kulaklığını çıkarıp taktı, telefonundan Norm Ender’in şarkılarından birini açtı.
Şarkının ilk notaları kulaklarında yankılanırken, Çağrı’nın zihni bir anda bambaşka yerlere savruldu. Şimdiye kadar hayatında yalnızca Mehmet Amca ve dedesi vardı; sessiz, sakin ve belki de biraz fazla monoton bir yaşam sürüyordu. Şimdi ise Gizem vardı. Gizem’in sıcacık ailesi vardı. Ve hepsi hayatına birdenbire dahil olmuş, sanki uzun zamandır eksik olan parçaları yerine yerleştiriyor gibiydiler.
Çağrı, gökyüzüne doğru başını kaldırdı, yüzüne vuran hafif rüzgarı hissederek iç çekti. Acaba tüm bunlar da kendisine verilmiş o tuhaf görevin bir parçası mıydı? Gizem’in hayatına girişi sadece tesadüf müydü, yoksa daha büyük ve karmaşık bir planın parçası mıydı?
Cevabını bilmediği sorular zihninde dönerken, Çağrı ellerini cebine sokup, müziğin eşliğinde evine doğru yürümeye devam etti.
Yolda yürümeye devam ederken Mehmet Amca'nın bakkalının önüne gelmişti. Bakkalın küçük, eski kapısı yine hafifçe açıktı ve içeriden tanıdık bir radyo sesi duyuluyordu. Çağrı, kulaklığını usulca çıkarıp cebine koyduktan sonra kapıyı iterek içeri adımını attı.
“Selamünaleyküm Mehmet Amca,” dedi sıcak bir ses tonuyla.
Mehmet Amca, tezgahın arkasından başını kaldırarak gülümsedi:
“Aleykümselam oğlum, hoş geldin!” dedi, her zamanki gibi samimi ve babacan tavrıyla.
Çağrı, dükkânın rafları arasında dolaşarak ihtiyacı olan şeyleri toplamaya başladı; yumurta, süt, ekmek derken elini uzatıp raftan peyniri de aldı. Alışverişini tamamlayıp kasanın önüne geldiğinde, Mehmet Amca yine her zamanki cömertliğini gösterdi:
“Oğlum, istersen biraz çerez al, benden olsun,” dedi gülerek.
Çağrı bir an tereddüt etti, sonra içindeki o küçük mutluluk hissiyle birlikte hafifçe gülümsedi:
“Tamam amca, bu sefer alayım,” diyerek kasanın yanındaki küçük çerez poşetlerinden birini eline aldı.
Mehmet Amca dikkatli gözlerle Çağrı’ya bakarken hafifçe kaşlarını kaldırdı:
“Oğlum, sende bir haller var. Yüzün gülüyor ama biraz da dalgın gibisin. Peynir yerine labne almışsın,” dedi muzipçe.
Çağrı, bir an şaşırarak elindeki pakete baktı. Gerçekten de peynir yerine labne almıştı. Kısa bir duraksamanın ardından, hafif utangaç bir gülümsemeyle:
“Bu sefer de böyle olsun dedim, farklılık olsun,” diyerek konuyu geçiştirmeye çalıştı.
Mehmet Amca’nın gözlerinde bilgece bir ışıltı vardı; durumun farkına varmış gibiydi ama belli etmemeye karar verdi:
“Tamam tamam, gelin kızıma da selam söyle,” dedi keyifli bir ifadeyle.
Çağrı o an durdu ve şaşkınlıkla güldü:
“Amca, ortada daha bir şey yok ki, ne gelini?” dedi biraz utanarak.
Mehmet Amca bilmiş bir tavırla göz kırparak:
“Zamanla o da olur oğlum, zamanla,” dedi ve aldığı ürünleri deftere yazmaya başladı.
Sonra Çağrı'ya dönerek tezgahın altından küçük, beyaz bir zarf çıkarıp uzattı:
“Bunu dedenin gönderdiği bir delikanlı bıraktı,” dedi.
Çağrı şaşkınlıkla zarfı eline aldı. Zarf hafifçe buruşmuştu ve üzerinde herhangi bir isim ya da yazı yoktu. Mehmet Amca’ya teşekkür ederek bakkaldan çıktı ve evine doğru yürümeye devam etti.
Zarfta para olduğunu bildiği için hemen cebine koydu. Eve gidene kadar açmak istemedi. Sonunda eve varıp kapıyı arkasından kapattı. Derin bir nefes alarak, yüreğinde tuhaf bir sıkıntıyla birlikte zarfı açtı. İçinden bir miktar para ve küçük, hafifçe kırışmış bir kâğıt çıktı.
Eli titreyerek notu açtı ve okumaya başladı:
"Canım torunum,
Benim pek zamanım kalmadı. Bunu hissedebiliyorum. Şu an özel bir odadayım, buraya sadece hemşireler ve doktorlar girebiliyor. Bu yüzden uzun süre görüşemeyeceğiz. Zaten bayadır da görüşemedik. Ama bunun için seni suçlamıyorum torunum, sakın öyle düşünme. Seni çok seviyorum.
Sevgilerle, Deden"
Çağrı, notu okurken göğsünde derin bir sızı hissetti. Bir anda dizlerinin bağı çözüldü, yere oturmak zorunda kaldı. Ailesinden geriye kalan son kişi, onu büyüten, ona kol kanat geren, her zaman arkasında olan dedesi, şimdi veda eder gibi bir not göndermişti. Kalbi parçalanır gibi oldu. Gözlerinde istemsizce biriken yaşlar, yavaşça yanaklarından süzülmeye başladı.
Başını ellerinin arasına aldı. Dedesini huzurevine bıraktıkları günden beri onu yalnızca üç kez ziyaret edebilmişti. Bu düşünce içini tarifsiz bir pişmanlık ve suçluluk duygusuyla dolduruyordu. Keşke daha fazla gitseydi, keşke onu yalnız bırakmasaydı... Ama şimdi çok geçti. Dedesi hastalığının son evresinde özel bir odada tutuluyordu ve artık istese bile onu görmesi mümkün değildi.
İçinde büyüyen acıyla boğuşurken nefes almak bile güç geliyordu. Hayatı boyunca yalnızlığı ve sessizliği kabullenmişti, ancak dedesinin varlığı her zaman onun için bir ışık, bir güç olmuştu. Şimdi o ışığın solduğunu hissetmek, onun için taşıması çok ağır bir yüktü.
Çağrı, gözlerinden akan yaşları kolunun tersiyle silerken içinden sessizce:
“Neden... neden daha önce gitmedim ki?”
Yaklaşık 15 dakika boyunca oturduğu yerden kalkamadı. Zihninde binbir düşünce dönüyor, kalbi ağırlaşıyordu. Dedesinin satırları hâlâ beyninde yankılanırken, çaresizlik ve suçluluk duyguları onu sarmalayıp adeta nefes almasını güçleştiriyordu. Sanki dünyası başına yıkılmış, etrafındaki her şey bir anda anlamsızlaşmıştı.
Tam o sırada cebindeki telefon çalmaya başladı. Çağrı önce umursamadı ama telefonun sesi ısrarla yankılanmaya devam etti. Sonunda derin bir nefes alarak telefonu çıkardı ve açtı. Telefonu kulağına götürdüğünde boğazını temizleyerek titrek bir sesle:
“Efendim?” dedi. Sesi kontrol edilemeyecek kadar ağlamaklı çıkmıştı.
Hattın diğer ucunda Gizem vardı, sesi hemen endişeyle yükseldi:
“Çağrı? Bir şey mi oldu? Neden sesin böyle geliyor?”
Çağrı hızla toparlanmaya çalışarak boğazını temizledi:
“Bir şeyim yok. Sahi, sen niye aramıştın?” diye sordu, sesini olabildiğince normal tutmaya çalışarak.
Ancak Gizem ikna olmamıştı, sesindeki endişe yerini kararlı ve ciddi bir tona bırakmıştı:
“Hayır, Çağrı, anlatacaksın. Bilmiyorum neyin var ama bana anlatacaksın,” dedi, sesi hiç olmadığı kadar sert ve kararlıydı.
Çağrı bu beklenmedik sertlik karşısında afalladı, Gizem'in böyle ciddi ve net bir tepki vereceğini hiç beklemiyordu. Kısa bir duraksamanın ardından hafifçe toparlandı ve alçak sesle konuştu:
“Bunu yüz yüze konuşalım mı?” diye sordu.
Telefonun diğer ucunda kısa bir sessizlik oldu, Gizem saate bakıyordu. Sonra kararlı bir sesle:
“Tamam. Evinde bekle, geliyorum,” deyip telefonu kapattı.
Çağrı birkaç saniye telefonu elinde tutup ekrana boş gözlerle baktı. Gizem'in söylediği son cümle zihninde yankılanıyordu: "Evinde bekle." Çağrı'nın kalbi bir anda hızlandı. Gizem onun evine mi geliyordu? Ortak bir yerde buluşmaları gerekmez miydi? Kısa bir an afalladıktan sonra hızla yerinden kalktı ve odayı toparlamaya başladı. Yerdeki notu cebine koydu, masanın üzerindeki kitapları düzeltti ve evin daha düzenli görünmesini sağlamak için çaba sarf etti.
Kalbindeki buruk acının yanında, tuhaf bir heyecan da hissetmeye başlamıştı. Şimdi tek yapabileceği beklemekti.
Biraz bekledikten sonra telefon yeniden çaldı. Çağrı hızlıca telefona sarıldı ve açtı. Telefonun diğer ucunda Gizem’in sesi biraz utanmış ve mahcup bir şekilde apartmanın içinde yankılanıyordu:
“Çağrı, sen kaçıncı katta oturuyordun?” diye sordu.
Çağrı, içindeki gerginliği unutarak hafifçe gülümsedi ve hemen dairesinin kapısını açarak merdiven arasından aşağı doğru eğildi, gülümseyerek el salladı:
“Buradayım!” dedi sıcak bir sesle.
Gizem, merdiven arasından sallanan eli görünce rahatlamış bir tebessümle hızla merdivenleri tırmandı. Yanına geldiğinde nefes nefeseydi ve ellerinde dolu dolu iki büyük poşet vardı. Belli ki birlikte vakit geçirmek için yiyecek ve içecek bir şeyler getirmişti. Çağrı hemen atılarak:
“Dur, yardım edeyim,” diyerek poşetleri Gizem’in elinden aldı ve Hoş geldin dedi.
Gizem içeri adımını atarken, hafifçe meraklı gözlerle etrafına bakmaya başladı. Çağrı’nın evindeki eşyalar eski ve mütevazıydı ama her şey son derece temiz ve düzenliydi. Gizem bu basit düzenin sıcaklığını hissederek rahatladı, sonra dönüp Çağrı’ya baktı:
“Mutfak nerede?” diye sordu sevimli bir merakla.
Çağrı gülümseyerek eliyle mutfağın yerini işaret etti ve Gizem, kendinden emin adımlarla mutfağa doğru ilerledi. Çağrı da hemen arkasından onu takip ederek, poşetleri mutfaktaki masanın üzerine bıraktı.
Gizem, poşetlerin içinden birkaç paket çıkarırken yüzünde sıcak ve samimi bir gülümseme vardı:
“Açsındır diye düşündüm, bunları aldım,” diyerek donmuş köfteleri ve patatesleri masaya koydu. Sonra bir an önce harekete geçmek istercesine neşeyle ekledi: “Hadi hadi, tava, tencere bir şeyler çıkar da yapalım. Ben de acıktım.”
Çağrı hızlıca çekmeceyi açarak, sürekli kullandığı ve kenarları hafifçe kararmış eski tavasını çıkardı. Gizem de hiç vakit kaybetmeden ocağın altını açtı ve tavaya biraz yağ ekleyip köfteleri koymaya başladı.
Çağrı mutfak tezgahına yaslandı ve sessizce Gizem’i izlemeye koyuldu. Tavadan yükselen hafif cızırtı sesi, mutfağın sıcak atmosferine huzur dolu bir dokunuş ekliyordu. Gizem'in yüzünde, yemek hazırlarkenki odaklanmış ama keyifli ifade, Çağrı’nın yüreğine beklenmedik bir rahatlık ve mutluluk getirmişti. Bu basit an, içinde bulunduğu karmaşık duyguların üstüne sanki tatlı bir sakinlik serpmişti.
Köfteler nar gibi kızarınca, Gizem onları dikkatlice bir tabağa aldı. Ardından tavayı temizleyip tekrar hafifçe yağladı ve patatesleri tavaya koyarak kızartmaya başladı. Çağrı ise sessizce hareket ederek, mutfağın küçük dolaplarından tabakları, bardakları ve çatal-kaşıkları çıkararak masaya düzenli bir şekilde yerleştirdi.
Patateslerin kızarmasıyla birlikte, Gizem ocağın altını kapattı ve köfteleriyle patatesleri özenle tabaklara yerleştirdi. Çağrı da Gizem’in aldığı kolayı bardaklara doldurduktan sonra, karşılıklı olarak masaya oturdular. Sessizce yemeğe başlamışlardı, fakat ortamda tuhaf bir gerginlik vardı.
Bir süre sonra Gizem gözlerini Çağrı’ya çevirerek yumuşak ama kararlı bir sesle konuştu:
“Evet, şimdi anlat bakalım. Seni bu kadar üzen şey nedir?”
Çağrı bir an duraksadı, sessizce başını eğdi ve ardından cebinden dedesinin gönderdiği notu çıkarıp Gizem’e doğru uzattı. Gizem merakla kâğıdı aldı ve okumaya başladı. Notu okudukça Gizem’in yüzündeki ifade ciddileşti, yüz hatları hüzünle gölgelenmeye başladı. Kâğıdı yavaşça masaya bıraktı ve hiç konuşmadan sandalyeden kalkarak Çağrı’nın yanına yürüdü.
Gizem sessizce Çağrı’ya yaklaştı ve hiç tereddüt etmeden ona sıkıca sarıldı. Çağrı, beklemediği bu sıcaklık karşısında önce afalladı, sonra içinde biriken duyguları daha fazla tutamadı ve gözlerinden yaşlar sessizce akmaya başladı. Gizem’in omzuna başını yaslayarak kendini bıraktı, içinde biriken tüm o sıkıntılar bir anda gözyaşlarıyla dışarı çıktı.
Gizem, şefkatle Çağrı’nın saçlarını okşayarak onu sakinleştirmeye çalıştı. Ardından yavaşça geri çekildi ve ellerini sımsıkı tutarak, gözlerinin içine baktı:
“Çağrı, bu çok zor bir durum, seni anlıyorum,” dedi sesinde derin bir samimiyetle.
Çağrı sessizce Gizem'e baktı, duyguları yüzünde apaçık okunuyordu ancak tek kelime bile söylemedi.
Gizem birden, içinde beliren umut ve heyecanla sordu:
“Pazar günü dedeni görmeye gidelim mi? Belki oradaki görevlilerle konuşabiliriz, belki bize özel kıyafetlerle girme izni verirler.”
Çağrı başını kaldırıp Gizem’e baktığında, gözlerinde hem şaşkınlık hem de minnet vardı. Gizem'in teklif ettiği bu küçük umut, içinde kaybolan gücün tekrar yeşermesini sağlamıştı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.79k Okunma |
1.66k Oy |
0 Takip |
25 Bölümlü Kitap |