2. Bölüm

2. Bölüm: Uyanış

Kriyus
kriyus1873

Derin bir uykudan sıçrayarak gözlerini açtı.

Ama bir gariplik vardı.

Burası onun evi değildi. Odayı saran karanlığın içinde titreşen meşalelerin ışığı, taş duvarlara dans eden gölgeler bırakıyordu. Çağrı gözlerini kırpıştırarak tavanı inceledi. Ahşap ve kalın kirişlerden oluşan bir yapı…

Başını hızla çevirdi. Mobilyalar eski, ahşap… Havadaki yoğun alkol ve odun kokusu…

Burası kesinlikle onun odası değildi.

Kalbinin atışlarını hissediyordu. İçinde bir yerlerde bir şeyler yanlış gidiyordu. Kafasını kaşıyarak iç geçirdi.

"Ben neredeyim?"

Etrafına bakarken üzerindeki kıyafetlere gözü takıldı. Tanımadığı, eski tip kumaştan, kaba saba giysiler…

Ama asıl tuhaf olan… kaslı vücudu gitmişti.

Gözleri büyüdü. Nefesi hızlandı.

Ellerini kollarına götürdü, karnına dokundu. Hayır, bu onun bedeni değildi.

"Neredeyim lan ben?!"

Sesi odayı doldurdu. Birkaç masa öteden homurtular yükseldi, birileri mırıldandı. Ama Çağrı'nın dikkatini çeken şey, ensesinde patlayan ani bir şaplak oldu.

"Ulan içip içip sapıtıyorsun yine, Kutay!"

Çağrı hızla başını çevirdi. Kendisini tanıyan bir yüz. Yaklaşık 1.80 boylarında kendisininkine benzer kıyafetler giymiş kalıplı biri. Ama hayatında hiç onu görmemişti.

"Kutay mı?" diye mırıldandı. "Kutay kim? Benim adım Çağrı."

Adam kahkaha attı. "Sana demedim mi bu kadar içme diye? Bak kendini Çağrı sanıyorsun, hahahaha!"

Çağrı bir an dondu.

Başını eğdi. Ellerine tekrar baktı. Bu… onun elleri değildi.

Bu, onun bedeni değildi.

Nefesi sıklaştı. Beyninde çakan sorular birbiriyle yarışıyordu.

Uyumadan önce evindeydi. Bilgisayarının başındaydı. Odanın ışığını kapatmış, yatağına girmişti. Evet, bundan emindi.

Ama şimdi…

Tarih kitaplarında okuduğu eski hanlara benzeyen bir yerdeydi.

Ve yanındaki adam ona Kutay diyordu.

Çağrı, yanındaki adama döndü.

"Biz neredeyiz?"

Adam kaşlarını kaldırdı, gözlerini kıstı. Bunu söylemesini beklemiyordu.

"Dalga mı geçiyorsun?" diye sordu.

Ama hayır. Çağrı’nın yüzü ciddiydi.

Dalga falan geçmiyordu.

Her şey fazla gerçekçiydi. Meşalelerin titreyen ışıkları, havadaki alkol kokusu, eski taş duvarların soğukluğu… Bir rüya olamayacak kadar netti. Ama gerçek olduğuna inanmak da saçma geliyordu. Kendini bir kaç kere cimcirdi ama canı yanıyordu.

Bu neydi?

Gerçeklik mi?

Yoksa sadece çok gerçekçi bir rüya mı?

Kafasındaki soruların arasında kaybolurken, gözlerini kısmış bir şekilde adamı inceledi. Tanımadığı biri, ama ona Kutay diyordu.

İçinden bir ses, şimdilik rol yapması gerektiğini söylüyordu.

Ama neyin içine düştüğünü anlamadan bu oyunu nasıl oynayacaktı?

Gözlerini kaçırmadan tekrar sordu:

"Biz… neredeyiz?"

Adam gözlerini devirdi, derin bir nefes aldı. "Sen bugün fazla içtin herhalde."

Sert bir şekilde Çağrı’nın sırtına vurdu.

"Biraz daha uyu, belki ayılırısın!" diye kahkaha attı.

Çağrı başını yana çevirdi. İçinde bir şeyler, bu adamın söylediklerinden daha büyük bir gerçeğin parçası olduğunu fısıldıyordu. Ama ne olduğunu bilmiyordu.

Şimdilik öğrenene kadar ortama uyum sağlamaktan başka seçeneği yoktu.

Masaya göz gezdirdi. Önünde bir kadeh dolusu kımız duruyordu.

Çağrı derin bir nefes aldı. "Pekâlâ. Öyleyse oynayalım." diye düşündü ve kadehi eline aldı.

Tek hamlede kafasına dikti.

Ama…

Tadı berbattı.

Tiksinerek yüzünü buruşturdu, gözlerini sıkıca kapattı. Ağzının içini saran ekşi ve keskin tat, genzini yakmıştı. Kımız içmek zorunda olduğu ilk ve son sefer olmasını diledi.

Zaten maddi durumu yüzünden daha önce hiç alkol kullanmamıştı. Alkol içmeye alışık değildi.

Birkaç derin nefes aldı, yüzünü toparladı ve tekrar etrafına bakındı.

Buraya ait değildi.

Ama şimdilik buranın bir parçasıymış gibi davranmak zorundaydı.

Arkadaşı kahkahayla sırtına bir şaplak daha indirdi.

"İlk kez mi içiyorsun sanki? Bu tavırlar ne ulan?"

Çağrı, bir an duraksadı. Bu soruya ne cevap verecekti?

Gerçekten de ilk kez içiyordu. Ama bunu söyleyemezdi.

Ağzını açtı, ama söyleyecek bir şey bulamadı. Çünkü daha bu adamın adını bile bilmiyordu.

Şimdilik bir şeyler öğrenene kadar "dostum" diyerek geçiştirmeye karar verdi.

"Bilmiyorum dostum, herhalde biraz bayat."

Adam bir anda sustu. Kaşlarını kaldırarak, şaşkın bir ifadeyle Çağrı'ya baktı.

"Dostum mu?"

"Hep ‘gardaşım’ derdin, dost da nereden çıktı?"

Çağrı'nın içi buz kesti. Hata yaptığını anlaması bir saniyesini aldı.

Beyninden hızla bir kurtarma planı geçirdi. Eğer panik yaparsa şüphe çekerdi.

O yüzden rolünü oynamaya devam etti.

"Yav gardaşım, başım dumanlı da ondan." dedi, hafifçe gülerek. "Dilim sürçtü işte."

Adam başını salladı, hafifçe gülümsedi. "Hee, senin kafan güzel tabii. Neyse, tokuştur o zaman!"

Tahta kupasını kaldırdı.

Çağrı, içinde yükselen mide bulantısını bastırarak ona eşlik etti.

Kadehler tokuştu, tahta bardaklardan çıkan tok ses, meşale ışıklarının titrediği odada yankılandı.

Çağrı yine tek hamlede kafasına dikti. Ama bu tattan nefret ediyordu.

Keskin, ekşi ve yakıcı.

Ağzını buruşturdu ama hemen toparlandı. Bu adamın dikkatini çekmemeliydi.

Birkaç derin nefes aldı, sonra masadaki diğer tahta bardakları ve çevresini gözlemlemeye başladı. Onunla biraz sohbet edip Kutay'ın ve bu adamın kim olduğunu öğrenmesi gerekiyordu.

Ama…

Bunu dikkat çekmeden yapmalıydı.

Çağrı, içindeki karmaşayı bastırmaya çalışıyordu.

Hem dikkat çekmeyecek hem de sarhoşluğunu kullanarak biraz bilgi edinebileceği bir soru seçmeliydi.

Beyninde bir ışık yandı. Rahat bir şekilde arkadaşına döndü.

"Ulan, kafam dumanlı diye mi böyleyim, yoksa hafızam mı gidiyor anlamadım, gardaş?"

Gülerek ekledi:

"Dün gece ne haltlar yedik de bu handayız?"

Arkadaşı kaşlarını hafifçe çattı. Bir an duraksadı. Ama Çağrı’nın rahat tavrını görünce çok sorgulamadı.

Ardından kahkahalarla ensesine bir şaplak daha indirdi.

"Daha demin nasıl koyduysam hâlâ hafızan yerine gelmemiş, hahahaha!"

Çağrı, içinden niye vurup duruyor lan bu diye geçirirken, arkadaşı sesini biraz alçaltarak anlatmaya başladı.

"Dün seninle oturmuş geçmişten konuşuyorduk."

Gözlerini Çağrı’ya dikti. İçindeki merakla beklediğini görünce gülerek devam etti.

"Ulan harbiden unutmuşsun! Nasıl adamsın lan sen?!" diye güldü ve devam etti.

"Cenk meydanında nasıl hayatımı kurtardığından, savaş bittikten sonra da nasıl arkadaş olduğumuzdan bahsediyorduk."

Cenk meydanı mı? Savaş mı?

Çağrı’nın gözleri hafifçe büyüdü. Ama belli etmemesi gerekiyordu.

Arkadaşı hız kesmeden devam etti.

"Ama sen her zamanki gibi ‘Ula abartma Taygun’ diyordun."

Çağrı’nın gözleri bir anda parladı. İşte, aradığı bilgi gelmişti.

Taygun.

Bu ismi biliyordu. Okuduğu tarih kitaplarından hatırlıyordu. Yoldaş anlamına geliyordu.

Şimdi taşlar yerine oturuyordu. Bu adam, Kutay’ın en yakın dostuydu.

Ama Taygun’un konuşma isteği bitmemişti. Sanki bugünü bekliyormuş gibi, coşkuyla anlatıyordu.

Çağrı ise tek kelime bile kaçırmadan onu dikkatle dinliyor, her bir detayı hafızasına kazıyordu.

Tam o sırada, hancı kahkahayı basarak lafa daldı.

"Heh! Sizi iyi hatırlıyorum! 5-6 saat önce kapının önünde güreşiyordunuz. Öyle bir kapışıyordunuz ki sanırsın meydan savaşı! Millet başınıza toplanmıştı!"

Taygun kıkırdayarak başını salladı. "O zaman harbiden delirmiştik, hahaha!"

Hancı devam etti:

"Ben de sizin bu halinizi görünce yanınıza gelip size kımız teklif ettim. Sen de hiç düşünmeden kabul ettin, arka arkaya üç tası birden devirdin! Sonra içmeye devam ettiniz, muhabbet koyulaştı... Derken bir baktık, sen burada sızmışsın!"

Hancı gözlerini kıstı, Çağrı’ya bakarak sordu:

"Şimdi niye beğenmedin, onu anlamadım?"

Hancı ve Taygun kahkahalarla gülerken, Çağrı’nın içinde fırtınalar kopuyordu.

Tüm bu detayları sindiriyordu.

Her bir kelimeyi, her bir hareketi, her bir anıyı hafızasına kazıyordu.

Çünkü bunlar onun ilerleyen zamanlarda nasıl davranacağını belirleyecekti.

Artık bir karar vermek zorundaydı.

Bütün vücudu ağır bir yük altına girmiş gibi hissetse de, iç çekerek kendi kendine fısıldadı:

"Durumu çözene kadar Kutay olmalıyım."

Ve o an, Çağrı artık Çağrı değildi.

Bölüm : 11.03.2025 02:58 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...