
Çağrı, derin bir nefes alıp hızla Taygun'un yanına doğru koştu. Taygun, etrafındaki beş haydut tarafından çembere alınmış, çıkış yolu bulamıyordu. Haydutlar kılıçlarını sıkıca kavramış, her adımda daireyi daraltarak Taygun'u köşeye sıkıştırıyordu. Taygun’un alnından ter damlaları süzülüyordu; savunması güçlüydü ama alan daraldıkça gücü tükeniyordu.
Çağrı durumu çabucak kavradı. Burada kas gücüyle değil zekâsıyla bir şeyler yapması gerektiğini biliyordu. Hızla bir plan yaptı kafasında. Bu beş haydut tamamen Taygun’a odaklanmıştı; kimse onu fark etmiyordu. Çağrı, bu avantajı kullanmalıydı.
Sessizce ama hızlıca haydutlara yaklaştı. Tam arkalarında, fark edilmeden durdu. Kılıcını yavaşça yere bıraktı ve önündeki haydutu boynundan kavrayıp sıkıca kilide aldı. Tüm gücüyle adamın nefesini kesmeye başladı.
Sonra, avazı çıktığı kadar bağırdı:
"Tayguuuun!"
Sesi, savaş gürültüsünü delip geçti. Hem Taygun'un hem de etrafındaki haydutların dikkati ona çevrildi. Çağrı'nın kilide aldığı adam çırpınıyor, kurtulmaya çalışıyordu ama Çağrı kollarını tüm kuvvetiyle sıkarak adamın direncini kırıyordu.
Bu ani karışıklığı fırsat bilen Taygun, önündeki haydutun gardının düştüğünü gördü. Tüm gücünü tek bir darbeye toplayarak kılıcını savurdu, adamın kafasını tek hamlede bedeninden ayırdı.
Kanlı kılıcıyla doğrulan Taygun'un gözlerinde vahşi bir parıltı vardı. Artık savaşın dengesi değişmeye başlamıştı.
Kilitteki haydut sonunda çırpınmayı bırakmıştı. Hâlâ zayıfça nefes alıyordu, göğsü belli belirsiz inip kalkıyordu ama artık baygın haldeydi. Çağrı adamın bilincini kaybettiğinden emin olmuştu; tam onu bırakacakken, sağ çaprazından başka bir haydutun hızla üzerine doğru koştuğunu gördü.
Hızlı bir karar vermeliydi. Nabzı tekrar yükseldi. Üstüne gelen haydut ile arasında birkaç adımlık mesafe kalana kadar bekledi, sonra tüm gücünü toplayarak baygın adamı haydutun üzerine doğru itti. Saldıran adam bu hamleyi beklemiyordu; üstüne yığılan bedenin ağırlığıyla dengesini kaybetti ve yere devrildi. Çağrı bu kısa anlık fırsatı kaçırmadı. Yerdeki haydudun boynuna tüm kuvvetiyle sert bir tekme attı. Kafanın geriye doğru savruluşunu hissetti, ayakkabısının altında sert kemik sesi yankılandı. Bu tekme belki onu bayıltmayacaktı ama en azından birkaç saniye hareketsiz kalmasını sağlayacaktı. Çağrı derin bir nefes aldı. Ne kadar savaşın içinde olsa da henüz bir insanı öldürmek istemiyordu; henüz buna hazır değildi.
O sırada Taygun kalan iki haydutla ölümüne mücadele ediyordu. Birini ağır biçimde yaralamıştı ama adam inatla ayakta kalmayı sürdürüyordu. Taygun'un solundaki haydutun bel hizasında derin bir yara vardı, kıyafeti yırtılmış, kan sızıyordu. Çağrı bunu fark etti; hiç düşünmeden hızla ileri atıldı ve bütün gücüyle haydutun yarasına yumruk attı. Adam, yarasına yediği darbenin acısıyla haykırarak sendeledi ve birkaç adım geriye çekilip yere yapıştı.
Bu ani saldırı, diğer haydutun da dikkatini dağıtmıştı. Taygun, bu boşluğu değerlendirdi. Kılıcını iki eliyle kavrayarak adamın karnına sapladı, sırtından çıktıktan sonra hızla geri çekti. Yaralı haydut acıyla dizlerinin üzerine çöktü. Birkaç saniye sonra da kanlar içinde yüzüstü yere kapaklanarak hareketsiz kaldı.
Taygun, kanlı kılıcını havaya kaldırıp haykırdı. Savaşın içinde yükselen bu çığlık, hayatta kalmanın vahşi zaferiydi. Çağrı ise yumruğunu sıktı; elleri titriyordu, ama artık korkunun değil, cesaretin titremesiydi bu. Artık sadece hayatta kalmak değil, bu savaşı kazanmak istiyordu.
Taygun bir an etrafına bakındı, sonra başını Çağrı’ya çevirip bağırdı:
“Hadi Kutay! Baykutlara yardıma gidelim!”
Çağrı başını salladı. Biraz önce yere bıraktığı kılıcına koştu. Kılıcını tozlu zeminden kaptığı gibi Taygun’un peşine düştü. Savaşın dumanı ve tozu etraflarını sarmıştı; bağrışlar, çığlıklar ve kılıç sesleri kulaklarını sağır edercesine yükseliyordu.
Biraz ileride, Baykut ve Tural sırt sırta vermiş, etraflarını çevirmiş haydutlarla ölümüne mücadele ediyordu. Baykut’un kalkanı darbeleri savuşturuyor, Tural ise çevik hareketlerle saldırılara karşı koyuyordu. Fakat sayı üstünlüğü haydutlardan yanaydı; her geçen an biraz daha yıpranıyorlardı.
Çağrı, kılıcını kaldırıp hızla onlara doğru ilerlerken Tural bir an için başını çevirdi ve Çağrı’yı gördü. Yüzüne yorgun bir sırıtış yayıldı:
“Cenk etmeyi unutmuşsun ha, çiftçi!”
Çağrı tam ağzını açıp karşılık verecekti ki. Tural’ın gözleri aniden büyüdü, yüzündeki gülümseme silindi ve yerini derin bir şaşkınlığa bıraktı.
Birkaç adım ötede bir haydutun fırlattığı mızrak, hızla gelip Tural’ın karnına saplanmıştı.
Tural’ın dizleri yavaşça büküldü. Kılıcı elinden düştü. Eliyle saplanan mızrağı tuttu, gözleri şaşkınlıkla bakıyordu. Yüzü acıdan kasılırken, güç bela alaycı bir sesle mırıldandı:
“Ulan... Demek ben de unutmuşum...”
Son kelimeleri ağzından dökülürken dizlerinin üzerine çöktü ve ardından cansız bedeni yere yığıldı. Kan, yavaşça toprağa sızarak savaş meydanının kirli zemininde koyu bir iz bırakıyordu.
Çağrı olduğu yerde donup kalmıştı. Gözleri Tural’ın bedeninden ayrılamıyordu. Boğazında düğümlenen nefes, göğsünü yakıyordu. Taygun’un yüzü bembeyaz olmuş, öfkeden titriyordu. Ve Baykut, hayatında belki de ilk defa savaşın ortasında bir anlığına hareketsiz kalmıştı. Onun katı yüzünde bile acı bir ifade vardı; fakat bu ifade hızla yerini korkunç bir öfkeye bıraktı. Kalkanını kaldırarak haydutlara doğru hiddetle kükredi:
“Sizi bu topraklara karışan leşlere çevireceğim!”
Çağrı, kılıcını elinde sıkarken içinde artık başka bir his vardı; kaybetmenin, çaresizliğin ve bu acımasız dünyanın gerçek yüzüyle tanışmanın soğuk öfkesi. Kalbi sadece öfkeyle değil, adını koyamadığı karanlık bir ateşle de yanmaya başlamıştı.
Baykut’un savaş meydanını titreten öfkeli haykırışı, Temür Ağa'nın dikkatini çekti. Ağanın gözleri savaşın kaosu arasında Tural'ın cansız bedenine takıldı. Yüzündeki çizgiler derinleşti, yaşlı yüreğinde bir sızı duydu. Dişlerini sıktı, boğuk bir sesle kendi kendine söylendi:
"Toprak, yiğit seçer… kimini alır, kimini bırakır..."
Temür Ağa, çaresizce savaşı izlerken hemen yanı başındaki Yalman, kılıcını çekmiş, yaşlı adamın önünde duruyordu. Adamın gözlerinde ölümüne bir kararlılık vardı. Ağasının bir saç teline dahi zarar gelmemesi için bütün gücüyle tetikte bekliyordu.
"Ağam, merak etme," diye fısıldadı Yalman, savaşın uğultusunda sesi zorlukla duyuluyordu. "Ben sağ oldukça sana kimse dokunamaz."
Temür Ağa acıyla başını salladı, gözlerini savaşın kalbine dikmişti. Sesi titreyerek yükseldi:
"Gayrı dayanacak vakit kalmadı! Yetişin, yiğitlere yardım edin!"
Temür Ağa'nın sesi Alkut'un kulağına ulaştığında, Alkut zaten kan ve toz içinde haydutlarla boğuşmaktaydı. Önündeki haydutun suratına öfkeli bir yumruk indirdi; kemiklerin çatırdayışını ellerinde hissetti. Haydut yere yığılırken diğer saldırgan Alkut'un üzerine hançerini savurdu. Alkut hızla eğilip saldırıdan sıyrıldı ve omzuyla adamın göğsüne sertçe çarptı. Haydut geriye doğru savrulup yere kapaklandı.
Alkut soluk soluğa durdu, öfkeden nefesi kesik kesik çıkıyordu. Temür Ağa'nın bağrışı hâlâ zihninde yankılanıyordu. Kafasını hızla savaş meydanının merkezine, Baykut, Taygun ve Kutay'ın olduğu tarafa çevirdi. Dişlerini sıkarak, kanla lekelenmiş yumruklarını tekrar sıktı ve bir boğa gibi ileri atıldı. Her adımıyla yeri sarsıyor, peşinden ölümün gölgesi onu takip ediyordu.
Biraz daha geride, atının üzerinde dimdik duran Mengü, savaş meydanını dikkatle taradı. Tam o sırada bakışları yerde hareketsiz yatan Tural’ın bedenine takıldı. Göğsü sıkıştı, boğazına düğümlenen bir acı hissetti. Yine de kendine engel oldu, dişlerini sıktı; savaş henüz bitmemişti, yas tutmanın zamanı değildi.
Keskin gözlerini, mızrağı fırlatan hayduta çevirdi. Adam hâlâ Tural'ın cesetine bakıp gururla sırıtıyordu. Mengü'nün yüreğinisoğuk bir öfke kapladı. Yayını kaldırdı, derin bir nefes aldı ve arka arkaya üç ok fırlattı.
Birinci ok haydutun omzuna saplandı, adam acıyla sendeledi ama henüz düşmemişti. İkinci ok göğsüne isabet etti, haydut geriye doğru adım atarak dizlerinin üstüne çöktü. Üçüncü ok ise, adamın boğazına girip ensesinden çıktı. Adam öksürerek yere yığılırken, Mengü çoktan başka bir hedefe doğru yayını germişti bile.
Bu savaşın sonunda kimlerin sağ kalacağı belirsizdi; ama Mengü'nün tek bildiği şey, savaşın vicdana ve duygulara yer bırakmadığıydı. Hayatta kalmanın tek yolu buydu.
Savaşın ortasında ölümün kokusu artık havayı zehirlemişti. Toprak, dökülen kanlarla ağırlaşmıştı. Vadinin dar geçidinde her çığlık, her darbe kayalıklara çarparak daha da şiddetleniyordu.
Ama o an, bir şey değişmişti.
Baykut, Taygun, Çağrı ve Alkut, sanki ölüm andı içmişçesine ileri atıldılar.
Artık kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış gibi savaşıyorlardı.
Tural’ın cansız bedeni, gözlerinin önünden gitmiyor, yüreklerinde kor gibi yanıyordu.
Artık korku da acı da yoktu.
Sadece öfke, intikam ve ölüm vardı.
Baykut, kalkanını önüne çekerek haydutlara koçbaşı misali öyle bir daldı ki, sanki balıkçı kayığına vuran dev bir dalga gibiydi. Önüne çıkanların kaburgaları çatırdadı, kılıçlar ve mızraklar havaya savruldu. Her adımıyla yeri sarsıyor, haydutların dizilişini darmadağın ediyor, etrafa korku salıyordu.
Taygun, kılıcını acımasız bir cellat gibi kullanıyordu.
Bir haydudun kolunu dirseğinden keserken, diğerinin göğsüne sertçe vurarak yere serdi. Yüzünde artık insani bir ifade kalmamıştı; gözlerinde sadece vahşi bir öfke vardı.
Artık bağırmıyor, konuşmuyordu bile.
Sadece acımasızca saldırıyordu.
Çağrı ise içindeki tüm korkuyu unutmuştu.
Kılıcını sımsıkı kavramış; zihninde sadece intikam vardı.
Vuruşları acemiceydi belki, ama içindeki öfke her darbeyi daha güçlü yapıyordu.
Rakibinin savunmasını sarsıyor, ardından Taygun veya Baykut kalanını tamamlıyordu.
Alkut, vücudunu ölüm makinesi gibi kullanıyordu.
Bir haydudun çenesine öyle sert yumruk attı ki, adamın çene kemikleri çatırdadı ve yere yığıldı.
Başka bir haydut üzerine hançerle saldırdığında, hızla eğilip dizini adamın göğsüne geçirdi ve kaburgalarını çatlattı.
Alkut’un etrafındakiler, birer birer yere yığılıyor veya korkuyla geri çekiliyordu.
Kısa süre sonra, vadinin dar alanında garip bir sessizlik belirdi.
Ölenlerin iniltileri, hafifleyen rüzgârın uğultusuna karıştı.
Savaş sanki birkaç anlığına durulmuştu.
Dört savaşçı soluk soluğa durdu.
Sırtlarında kesikler, yüzlerinde kan lekeleri vardı ama hâlâ dimdik ayaktaydılar.
Vadinin tozlu zemininde, kanlı ayak izleri derinleşmişti.
Ve tam o sırada…
Bir ses yükseldi.
Uzaklardan gelen, derin ve tok bir savaş borusunun sesi.
Uğursuz bir yankı gibi vadinin içinde yankılandı.
Çağrı başını kaldırdı, kalbi yeniden hızlandı.
Gökyüzü, kayalıkların arasında ince bir çizgi gibi görünüyordu.
O çizgide, karanlık silüetler birer gölge gibi belirmeye başlamıştı.
Onlarca, hatta belki yüzlerce haydut, vadinin iki yanındaki kayalıklardan ağır ağır aşağı iniyordu.
Yüzleri kara keçelerle örtülü, ellerinde kılıçlar ve uzun mızraklar vardı.
Bağırarak ve hızlı adımlarla yaklaşan bu haydutların bakışlarında hiç merhamet yoktu.
Baykut'un yüzüne öfkeyle karışık bir endişe yerleşti.
Taygun'un parmakları, kılıcının kabzasını daha sıkı kavradı.
Alkut’un boynundaki damarlar belirginleşti.
Çağrı ise zorlanarak yutkundu; boğazı kurumuş, kalbi deli gibi atıyordu.
Etraflarında kapanan ölüm çemberi her saniye daralıyordu.
Savaş borusunun sesi ikinci kez, bu defa daha keskin, daha sert duyuldu.
Sanki bir komut gibiydi: "Kuşatın, yok edin!"
Haydutlar, borunun sesiyle kayalıklardan hızla inmeye başladılar.
Vadinin yamaçları koyu, kara bir akıntıyla kaplandı.
Artık etrafları tamamen sarılmıştı.
Çağrı'nın göğsünde bir sıkışma oldu, nefes almakta zorlandı.
Tural’ın cesedi hâlâ birkaç adım ötede, toprakta cansız yatıyordu.
Onlar çoktan yorulmuştu, ancak savaş daha yeni başlıyordu.
Koskoca bir ordunun tam ortasında yalnızca bir avuç savaşçı kalmıştı.
Baykut, kalkanını havaya kaldırarak.
Sert ve kararlı bir ses tonuyla:
“Nefesimiz tükenene dek cenk edeceğiz!" diye bağırdı.
Vadinin içinde esen hafif rüzgâr, kan kokuyordu.
Kimse bilmiyordu; bu vadide sıradaki cansız beden kime ait olacaktı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.79k Okunma |
1.66k Oy |
0 Takip |
25 Bölümlü Kitap |