24. Bölüm

23. Bölüm: Bir Mızraklık Mesafe

Kriyus
kriyus1873

Çağrı’nın kalbi, vadinin sessizliği içinde adeta "ben buradayım" diye haykırıyordu. Her bir atışı, içinde kaynayan korku ve öfkeyi körüklüyor, zihninin derinliklerinde yankılanan bir savaş davulu gibi vuruyordu. Etraflarını kuşatan haydutların ayak sesleri, kayalıklar arasında çoğalıyor, sanki yerin altından yükselen karanlık bir ritim gibi ruhlarına işliyordu.

 

Tozla karışmış kan kokusu boğazını yakıyor; vadinin dar geçidinde biriken cesetlerin soğukluğu, akşam çökerken daha da belirginleşiyordu. Gökyüzü yukarıda yalnızca dar bir şerit gibi görünüyordu. O şeritten süzülen solgun ışık bile bu kaosun arasında kaybolmuştu.

 

Çağrı’nın avuçlarındaki ter, kılıcının kabzasını kayganlaştırıyor, her an bir hamleye hazır vaziyette tetikte bekliyordu. Birkaç adım ötede Tural’ın cansız bedeni hâlâ yerde yatıyordu; gözleri açık, ama içindeki hayat çoktan sönmüştü. Taygun’un dudakları mühürlenmişti, yüzüne ağır bir sessizlik çökmüştü. Baykut’un solukları hırlayarak çıkıyor, göğsü öfkeyle inip kalkıyordu. Alkut’un sıkılmış yumrukları, sanki yalnızca düşmana değil, kendine bile zarar verecek gibiydi.

 

Vadinin üzerine kara bir gölge çökmüştü. Haydutların gözleri artık aç birer yırtıcıdan farksızdı. Siper alınacak tek bir taş dahi kalmamıştı. Yamaçlardan inen onlarca siluet, gecenin içinden fırlayan kâbuslar gibi ağır ağır yaklaşıyordu.

 

Ansızın, karşı saflardan bir haydutun gözleri Çağrı’ya kilitlendi. Keçeyle örtülmüş yüzünün altından süzülen bakışlarında vahşi bir kararlılık vardı. Dudaklarının kenarında beliren o belli belirsiz sırıtış, avını yakaladığına emin bir avcıyı andırıyordu. Elindeki uzun, pas lekeli mızrağı ağır ağır kaldırdı. Her hareketi, Çağrı’yı işaret eden bir ölüm hükmü gibiydi.

 

Çağrı kaçması gerektiğini biliyordu, kılıcını kaldırması gerektiğini de, ama bedeni taş kesilmişti. Ayakları toprağa kök salmış gibi kıpırdamıyordu. Gözleri sadece mızrağa kilitlenmişti.

 

Haydut dizlerini hafifçe büküp, bedenindeki tüm gücü tek noktada topladı. Ardından doğrularak dizlerinden aldığı kuvvetle mızrağı Çağrı’ya doğru fırlattı. Mızrak, havayı yırtarcasına süzülürken çıkardığı tiz uğultuyla ölümü müjdeliyordu.

 

Çağrı’nın gözleri dehşetle büyüdü, kalbi göğsünden fırlayacakmış gibi atıyordu. Bedenindeki her kas gerildi, içgüdüsel olarak savunmaya çalıştı ama artık çok geçti. Mızrak, kaderin kaçınılmaz bir hükmü gibi doğrudan göğsüne ilerliyordu. Nefesi boğazında düğümlendi, gözleri istemsizce kapandı.

 

Tam o anda.

 

Dünya aniden sessizliğe gömüldü.

 

Rüzgârın uğultusu sustu, haydutların vahşi çığlıkları kesildi. Akan kan, uçuşan toz zerreleri, havada süzülen mızrak. Her şey durmuştu. Çağrı yavaşça gözlerini açtığında, etrafındaki manzara onu şaşkına çevirdi. Tüm dünya, donuk ve gri bir tablonun içine hapsolmuş gibiydi. Hareket eden hiçbir şey yoktu, yalnızca ürkütücü bir sessizlik vardı.

 

Zihninin en derin yerlerinde önce hafif bir fısıltı belirdi. Ardından bu fısıltı güçlenip yankılandı. Ses, sanki dünyanın en eski mağaralarından yükselen, çağlar boyunca saklanmış kadim bir yankı gibiydi. İlk seferindekinden daha net, daha güçlü ve daha buyurgandı. Omuzlarından ayak parmaklarına kadar yayılan o tanıdık ürperti, boğazına ilk defa kılıç dayandığında hissettiği gibiydi. Hayatla ölüm arasındaki keskin çizgiye bir kez daha adım atmıştı.

 

Çağrı’nın bakışları, etrafında donmuş sahneyi taradı. Taygun’un yüzü, öfke içinde ama hareketsizdi. Alkut, bir hayduda yumruk savururken taş kesilmişti. Baykut’un kalkanı havadaydı; ama zaman, onu bile durdurmuştu. Her şey donmuş, yalnızca Çağrı ayaktaydı. İçinden sadece "Lan, yine mi?" diyebildi.

 

Kadim ses yeniden yükseldi:

 

“Ey seçilmiş soydan gelen ve görevi devralan kişi.

Ölüm bir kez daha kapına geldi.

Kaderin rotasını bir kez daha ellerine bırakıyoruz.

Sana geçici bir kudret bahşediyoruz.

Bu gücü, hayatta kalmak ve yolunu tamamlamak için kullan.”

 

Çağrı’nın zihni sorularla doluydu:

 

"Bir dakika! Size sormam gereken sorular var!

Neden bir gün kendi dünyamdayım, diğer gün buradayım?

Görev tam olarak ne, bu güç neyin nesi?"

 

Kadim ses, sakin bir şekilde cevapladı:

 

"Vaktin yok seçilmiş kişi.

Zaman normale döndüğünde, arkadaşlarını kurtarman gerekiyor.

Her şey vakti gelince sana açıklanacak. Şimdi tek yapman gereken, bu gücü kullanmak!"

 

Çağrı, damarlarında yükselen tuhaf sıcaklığın tüm bedenine yayıldığını hissetti. Kanı damarlarının içinde lav nehirleri gibi akmaya başlamıştı. Kasları, daha önce hiç olmadığı kadar gergin ve kuvvetliydi. Güç her hücresine dolarken, kalbindeki son tereddütler de silindi. Artık içinde korkuya yer yoktu; yalnızca kararlı, soğukkanlı ve durdurulamaz bir cesaret vardı.

 

Ve dünya yeniden harekete geçti.

 

Çağrı, göğsüne doğru hızla süzülen mızrağı güçlü reflekslerle sağ eliyle havada yakaladı. Parmakları mızrağın sert ahşabına kenetlendi ve tüm kuvvetiyle sıkarak onu ortadan kırdı. Ucundaki sivri metal parçası, donuk bir çınlamayla yere düştü. Elinde kalan mızrağın kalın sapını, tüm öfkesini ve aldığı kudreti tek bir noktaya odaklayarak kendisine saldıran hayduta doğru savurdu. Sapın ani ve beklenmedik darbesiyle haydutun kafası geriye savruldu ve adam olduğu yerde bilinçsizce yığıldı.

 

Çağrı, biraz nefeslenip rahatladıktan sonra hızla savaş meydanını taradı. Tam o anda Taygun'u fark etti; kendisine yaklaşan bir hayduttan habersiz, başka biriyle boğuşuyordu. Vakit kaybetmeden tüm gücüyle koşmaya başladı. Ayaklarının altında çatırdayan taş ve kum sesleri kulaklarında yankılanırken, zamanla yarışıyormuş gibi hissediyordu.

 

"Yetişmeliyim! Eğer geç kalırsam, eğer bu anı kaçırırsam, Taygun ölecek ve sorumlusu ben olacağım!" düşüncesi, zihninde yankılanıyordu.

 

Son birkaç adım kala gözlerini sımsıkı yumdu, artık içinde korkuya yer kalmamıştı. Kılıcını, bel hizasından tüm gücüyle savurdu. Çeliğin et ve kemikle buluştuğu anın sertliğini, kemiğin çatırdamasını avuçlarında hissetti. Gözlerini açtığı anda karşısındaki manzara, ruhuna saplanan görünmez bir hançer gibiydi. Kalbi sarsıldı, göğsünde bir boşluk açıldı; o boşluk, şimdi vicdanıyla doluyordu.

 

Kılıcı, haydutun bedenini ortadan ikiye ayırmıştı. Adamın vücudu, iki yana devrildi; fışkıran kanlar yere ve Çağrı'nın üzerine saçıldı.

 

Midesi alt üst oldu. Göğsü sıkıştı, nefesi kesildi. Kusma hissi boğazına kadar yükseldi ama tuttu kendini. Kılıcını kavrayan parmakları titriyor, soğuk terler akıtıyordu. "Ben… Ben bir katil oldum!" düşüncesi zihnini ele geçirdi. "Bir canı, bir insanı yok ettim… Bir hayatı kendi ellerimle bitirdim."

 

Tam o anda gözü Taygun’a takıldı. Taygun hâlâ hayattaydı. "Eğer bunu yapmasaydım," diye düşündü içinden, "şu anda yerde yatan beden Taygun'un bedeni olacaktı. Bu adamı kurtardım, dostumu kurtardım. Başka seçeneğim yoktu." Bu düşünce, içinde patlayan suçluluk duygusuna karşı küçük ama anlamlı bir teselli oldu.

 

Ancak düşünceleriyle savaştığı o kısacık anda, içgüdüleri bir kez daha onu uyardı. Arkasında yaklaşan ayak seslerini, nefesin hırıltılı tınısını duydu. İçine derin bir nefes çekti, kalbindeki tereddüdü öldürmek istercesine gözlerini bir kez daha kapattı ve arkasını dönüp kılıcını savurdu.

 

Çağrı gözlerini açtığında, kopan başın toprağa sekerek düştüğünü gördü. Bedeninden ayrılan kafanın gözleri hâlâ açık, yüzündeki ifade donuk bir şekilde sonsuzluğa bakıyordu.

 

Çağrı, kontrol edemediği bir titremeyle sarsıldı. İçinden yükselen sessiz çığlık, kulaklarını sağır edecek gibiydi:

 

"LAN! BİR İNSANI DAHA ÖLDÜRDÜM!"

 

Kendine engel olamıyor, içindeki bu korkunç gerçeklikle savaşırken ruhu parçalanıyordu. Yüreği vicdanıyla, zihni mantığıyla çatışıyordu. Ama savaş meydanında duraksamaya yer yoktu. Çağrı, bir kez daha kendini topladı. Ayakta kalmak, hayatta kalmak ve yanında duranları korumak zorundaydı. İki dünya arasındaki bu amansız savaşta, elleri kanla lekelenmiş olsa da, artık geri dönüş yoktu.

 

Taygun arkasını hızla dönüp, savaş meydanının uğultusu arasında bağırdı:

 

"Kutaaaay! Ayakta kalasın! Cenk meydanında durup soluklanmak olmaz!"

 

Bu ses, Çağrı’nın zihnindeki puslu perdeyi yırtarak onu gerçekliğe geri döndürdü. Bir anlığına gözlerini kırpıştırarak, etrafındaki kaosun ortasında bilincini topladı. Savaş tüm vahşetiyle devam ediyordu; çığlıklar, kılıçların çarpışması ve insanların haykırışları arasında adeta bir film sahnesi gibiydi.

 

Gözleri hızla savaş alanını taradı. Taygun, Baykut ve Alkut yan yana durmuş, bir duvar misali haydutlara karşı direniyorlardı. Her biri, var gücüyle savunuyor ve saldırıyor, adeta önlerinde görünmez bir sınır çizmiş gibi düşmanı püskürtüyorlardı. Arkalarından Mengü'nün attığı oklar, havayı yırtarak haydutların üzerine yağmaya devam ediyordu.

 

Fakat Çağrı’nın dikkati bir anda Temür Ağa ve Yalman'a kaydı. Temür Ağa, savaşacak gücü olmadığı için meydanın ortasında, yaşlı ve çaresiz bir hâlde bekliyordu. Gözlerinde derin bir çaresizlik, belki de ölümle tekrar yüzleşmenin verdiği o ağır sessizlik vardı. Yalman ise, vücudunun her zerresiyle ağasını koruyordu; çevresini saran haydutlara rağmen tek bir adım bile geri atmıyor, saldırılara karşı direniyordu.

 

Çağrı, bunu görünce hiç düşünmeden o tarafa doğru koşmaya başladı. Ayağının altında çiğnenmiş toprak ve taşlar sertçe çatırdıyor, etrafını saran toz ve duman gözlerini yakıyordu. Birkaç adım atar atmaz önüne çıkan ilk haydut, kılıcını kaldırıp saldırıya geçti. Çağrı’nın içindeki son merhamet ve korku kırıntıları yok olmuştu; içinde yükselen o tarifsiz kudret ve öfkeyle kılıcını hiç tereddütsüz haydutun göğsüne sapladı. Kılıcının ucu, göğüs kafesini parçalayarak adamın sırtından çıktı. Ardından ayağını kaldırıp, sert bir tekmeyle haydutun karnına vurup kılıcını geri çekti. Adam, ağzından kanlar saçarak yere yığılırken, Çağrı hiç vakit kaybetmeden yoluna devam etti.

 

Sağ tarafından başka bir haydut hızla yaklaşıyordu. Çağrı, adımlarını yavaşlatmadan, neredeyse içgüdüsel bir refleksle kılıcını savurdu. Kılıcının haydutun bedenini biçtiğinde çıkan ses, sanki bir kâğıt parçasını yırtıyormuş gibiydi. Çağrı arkasına dönüp bakmadı bile; o an tek bir şey vardı zihninde: Yalman ve Temür Ağa’ya yetişmek.

 

Biraz uzakta Mengü, olanları şaşkınlık içinde izliyordu. Savaşın başında gördüğü Kutay ile şimdiki arasında uçurumlar kadar fark vardı. Tek bir hamleyle bir adamı ikiye bölen bu genç adamın, son yıllarda sadece toprağı ekip biçmiş biri olmasına imkân yoktu. Mengü’nün gözlerinde, şaşkınlıkla karışık bir saygı vardı şimdi. Ancak bu tuhaf dönüşümü sorgulayacak vakti yoktu. Derin bir nefes alarak yayına yeni bir ok yerleştirdi ve oklarını savaşın kalbine doğru fırlatmaya devam etti.

 

Çağrı ise bütün bu düşüncelerden uzakta, hızla koşmaya devam etti. İçindeki güçle, korkuyla ve vicdanıyla boğuşurken, artık geri dönüşü olmayan bu kanlı yolun kendisi için ne anlama geldiğini bilmese de, ayakta kalmak ve savaşmak zorundaydı. Bir yandan da, içinde yükselen bu yeni gücün kaynağıyla yüzleşmeye çalışıyordu. Ama şimdi bunun zamanı değildi. Tek yapması gereken, ayakta kalmak ve yanında savaşanları korumaktı.

 

Sonunda Çağrı, güç bela Yalman'ın yanına ulaştı. Yalman, tek başına etrafını kuşatan haydutlara karşı hâlâ direniyordu. Yıllar önce at sırtında sipahi olarak geçirdiği günlerin tecrübesi, onu hâlâ ayakta tutuyor, hamlelerindeki kesinlik ve kararlılık, tecrübesini ele veriyordu. Omuzları inip kalkıyor, nefesi ağırlaşıyor olsa da her saldırıya ustalıkla karşı koyuyordu.

 

Yalman bundan yedi yıl önceye kadar Selçuklu ordusunda sipahi olarak görev yapıyordu. Ancak babasının ani vefatı onu savaş meydanından çekip almak zorunda bırakmıştı. Evde bekleyen annesi ve küçük kardeşlerini geçindirmek için, dayısı Temür Ağa'nın yanına dönmüş ve onun himayesinde ticareti öğrenmeye başlamıştı. Bu yüzden Yalman için Temür Ağa'nın yeri bir dayıdan öteydi; onu babasının yerine koymuş, kendisine uzanan eli asla unutmamıştı.

 

Yalman'ın dudaklarından eksik olmayan bir söz vardı, bunu her fırsatta dile getirirdi:

 

“Ben at sırtında cenk ederken, Temür Ağa çarşının nabzını tutardı. O bana terazinin adaletini, ben ona yiğidin sözünü öğrettim. Sonra fark ettim ki en çetin savaş, pazar yerinde verilen ahde vefa imiş.”

 

Bu söz, Yalman’ın iç dünyasını anlatan, onun iki dünya arasında nasıl bir köprü kurduğunu ortaya koyan bir ifadeydi. İşte bu yüzden, savaşın başından beri Temür Ağa'nın bir adım dahi uzağına gitmemişti. Kendisini bir kez daha ona olan borcunu ödemek zorunda hissediyordu.

 

Çağrı derin bir nefes aldı ve Yalman'ın yanına ulaşır ulaşmaz ona seslendi:

 

“İstersen biraz geride dur, Yalman. Bundan sonrasını ben hallederim!”

 

Yalman, alnından akan teri eliyle silip hafifçe tebessüm etti, başını sallayarak birkaç adım geriledi.

 

Çağrı gözlerini yumdu. İçindeki tüm öfkeyi, yüreğinde kor gibi büyüyen kararlılığı ve damarlarında dolaşan o tanıdık kudreti ruhunun merkezine topladı. Kılıcını daha sıkı kavradı. Gözlerini açtığında karşısındaki her şey, hedef tahtasındaki birer çizikten farksızdı. Artık ne acıma vardı içinde, ne tereddüt, ne de korku. Sadece dostlarını koruma arzusu ve yüreğindeki bitmek bilmeyen yangın.

 

Kılıcını her savuruşunda vadide yankılanan çığlıklar, korkunun ötesine geçen bir dehşeti taşıyordu.

Düşmanlar birer birer toprağa seriliyor, cesetler ardı ardına yığılıyordu.

Çağrı durdurulamaz bir kasırgaya dönüşmüştü.

Adımları öfkesini, kılıcı ise içinde yankılanan kudreti haykırıyordu.

Ölüm artık onunla birlikte yürüyor, gölgesi vadinin taş duvarlarında devleşmiş bir efsane gibi dans ediyordu.

Bölüm : 28.05.2025 23:16 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...