25. Bölüm

24. Bölüm: Karanlığa Doğan Adam

Kriyus
kriyus1873

Çağrı, tüm benliğini saran o yabancı ve yakıcı kudretle, zihnindeki karmaşayı bastırmıştı. Her adımı, vadinin yorgun toprağını titretiyor, öfkesiyle yükselen kudreti etrafa yayıyordu. Parmaklarıyla sımsıkı kavradığı kılıç, artık sıradan bir silah değil, kaderinin bizzat kendisiydi. Kılıcı savurduğu anlarda ölüm, onun sadık yoldaşı oluyordu.

 

Yalman, gözlerini Çağrı’ya dikmiş, onun dönüşümünü şaşkınlık ve tedirginlikle izliyordu. Yaşadığı şaşkınlığın içinde minnet ve hayranlık vardı ama kalbindeki huzursuzluk da giderek büyüyordu. Sessiz bir teşekkürle birkaç adım geri çekildi, Temür Ağa'nın yanından ayrılmadan, onu korumaya devam etti.

 

Çağrı'nın bakışları yeniden savaş meydanının kalbine döndü. Yüreğinde kabaran duygu fırtınası öfke ve cesaret arasında salınıyordu. Ayaklarının altındaki toprak, kanla birleşerek çamurlaşmış, adımlarını güçleştiriyordu. Ancak onun için geri dönüş yoktu; yalnızca ileri gitmek vardı.

 

İlk haydut, kılıcını kaldırıp vahşi bir haykırışla ona doğru atıldı. Çağrı reflekslerini kullanarak hızla savunmaya geçti; kılıçların çarpışma sesi vadide yankılanan çığlıklara karıştı. Dişlerini sıkarak yaptığı ikinci hamlede, kılıcı haydutun omzundan göğsüne dek derin bir yarık açtı. Adamın yüzünde oluşan şaşkınlık ifadesi donup kalırken, dizleri yavaşça çözüldü ve sessizce toprağa yığıldı.

 

İkinci bir haydut sağ taraftan hızla yaklaşırken, Çağrı hiç tereddüt etmeden sağ omzundan sol beline doğru kılıcını savurdu. Tek bir keskin darbeyle beden ortadan ikiye bölündü ve parçalar iki yana savruldu. Etrafa saçılan kan, vadinin duvarlarına sıçrayarak vahşi bir ressamın tuvalindeki son darbeler gibi iz bıraktı. Çağrı'nın gözlerindeki karanlık kudret, savaş meydanında yeni bir kişiliğe bürünüyordu.

 

Bir an durup derin bir soluk aldı. Etrafındaki haydutlar artık ona yaklaşmakta tereddüt ediyordu. Gözlerindeki o derin karanlık, onların kalplerine korkunun tohumlarını ekiyordu. Ancak savaşın kanunu belliydi; geri adım atan ölürdü.

 

"Bu kan, dostlarımın yaşamı için dökülüyor," diye geçirdi aklından, içindeki suçluluk duygusunu bastırmaya çalışırken. İnsani yanları küçülüyor, yerini savaşın acımasız gerçekliği alıyordu.

 

Bir başka haydut daha hiddetle saldırıya geçti. Çağrı, içindeki güçle kılıcını kaldırıp şiddetle savurdu. Çelik, adamın karnına saplanarak iç organlarını parçalayarak ilerledi. Haydut acıyla haykırarak yere yığıldı, çırpınışlarıyla havaya kaldırdığı toz, ölümün korkunç dansını sergiliyordu.

 

Arkadan gelen başka bir haydudun ayak seslerini duyan Çağrı, hızla döndü. Göz göze geldiklerinde, düşmanın gözlerindeki korkuyu net biçimde gördü. Hiç düşünmeden kılıcını hızla savurdu. Haydutun kafası bedeninden ayrılarak toprağa düştü ve çıkan ses kulaklarında yankılandı. Boğazına yükselen acı bir tat, vicdanının son kırıntılarını da yok ederken, durmaksızın saldırmaya devam etti.

 

Her hamle, her ölüm Çağrı'nın içinde derin bir yankı buluyor, ancak aynı zamanda onu daha güçlü ve daha sert yapıyordu. Dostlarının yanında olmak, onları korumak adına kendini bu vahşete teslim etmek zorundaydı. Vadide yankılanan çığlıklar, çaresiz çırpınışlar, etrafa dağılan kan ve kemik parçaları, bu ağır fedakârlığın kaçınılmaz bedelleriydi.

 

"Burada düşmeyeceğim, sizi koruyacağım!" diye kendi kendine haykırdı. Sesindeki kararlılık ve öfke, vadinin duvarlarında yankılanarak etrafa yayıldı. Artık hiçbir şey onu durduramazdı.

 

Taygun, Baykut, Alkut ve Mengü, yorgunluktan dizlerinin bağı çözülmeye yakın olsa da hâlâ dimdik ayaktaydılar. Vadinin tozlu ve kanlı toprağı, ayaklarının altında çamura dönmüş, her bir adımın ağırlığını artırıyordu. Bu lanetli topraklarda kaybettikleri yoldaşlarının ardından bir yenisini eklemek düşüncesi bile, göğüslerinde kor gibi yanıyordu. Bu yüzden her biri, bedenlerindeki son enerji kırıntısını dahi kullanarak, ölümün eşiğinde verdikleri mücadeleyi sürdürüyorlardı.

 

Alkut’un gözleri bir an için Kutay'a takıldı. Onun sabah gördüğü kişiyle şu anda savaş meydanında haydutları biçen adamın aynı olduğuna inanmakta güçlük çekiyordu. Kutay’ın her bir hareketi, sanki sıradan bir askerin değil, savaş meydanlarında efsaneleşmiş bir kahramanın hamlelerini andırıyordu. Her kılıç savuruşu, güçlü ve kesindi; tereddüt ve zayıflık, Kutay'ın ruhundan tamamen silinmiş gibiydi. Artık sadece bir savaşçı değil, düşmanın kalplerine korku salan ölümün canlı suretiydi o.

 

Bu dönüşüm, savaşın kaderini değiştirmekle kalmamış, tüm kervanın içine umut tohumları serpmişti. Özellikle Taygun, içinde yükselen tarifsiz gururu engelleyemiyordu. Yüzündeki çamur ve kan lekelerine rağmen, dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm belirdi. İçinden sessizce, “Heyt be gardaşıma bak hele, aslan gibi çarpışıyor…” diye mırıldanırken, bakışları bir anlığına uzaklara daldı. Baykut ise daha farklı bir yapıdaydı. Onun için savaş, duygularla değil içgüdülerle yapılırdı. Şu anda hayatta kalmanın ve düşmanı püskürtmenin dışında zihninde başka hiçbir düşünceye yer yoktu.

 

Çağrı, artık yalnızca savaşmıyordu; o, hayatta kalmak için değil, yaşamak için bir amaç uğruna mücadele veriyordu. Savurduğu her kılıç darbesiyle düşmanlarını biçerken, aynı zamanda içindeki eski benliğini de paramparça ediyordu. Akan her bir kan damlası, onun ruhundan eksilen insanî bir parçaydı. Başlangıçta kimseye zarar vermek istemeyen o genç adam, şimdi kaderin çelik pençesine dönüşmüş, ölümle yan yana yürüyen bir savaşçıya dönüşmüştü.

 

Vadideki çatışma yavaş yavaş sona eriyordu. Haydutların sayısı hızla azalıyor, ayakta kalanlar çaresizce kaçmaya çalışıyordu. Onlar, bu kervanı kolay bir av olarak görmüş, sıradan tüccarların ve birkaç yorgun askerin direnemeyeceğini düşünmüşlerdi. Ama yanıldılar. Aralarında, insan formuna bürünmüş bir fırtına vardı; adına Kutay dedikleri, ama aslında ölümün ta kendisi olan bir güç.

 

Bu yüzden savaş onlar için, en başından beri kaybedilmiş bir mücadeleydi. Ne kadar direnmeye çalışırlarsa çalışsınlar, bu vadinin dili artık onların adını değil, dostluğun, fedakârlığın ve cesaretin adını fısıldıyordu.

 

Çağrı’nın etrafını saran sekiz haydut, nefeslerini tutmuş birer ölüm gölgesi gibi onu çepeçevre kuşatmıştı. Gözleri vahşi ve karanlıktı; artık hayatta kalma içgüdüsünden değil, korkudan hareket ediyorlardı. Çağrı, sakin bir kararlılıkla etrafında ağır ağır döndü. Düşmanlarının konumunu, duruşlarını ve mesafelerini zihnine işledi. Tüm duyularını keskinleştirip zihnindeki stratejiyi hızla oluşturdu ve derin, bir nefes çekti ciğerlerine.

 

Önündeki ilk haydut, ürkek ama çaresiz bir hamleyle ileri atıldı. Çağrı, adamın hareketini kusursuz bir soğukkanlılıkla bekledi; son saniyede ustaca eğilip kılıcını adamın öne çıkan bacağına savurdu. Haydut acıyla sendeleyip dengesini kaybettiğinde, Çağrı hızlı ve kesin bir hareketle adamın başını bedeninden ayırdı. Kafanın toprağa düşerken çıkardığı ses, vadinin sessizliğinde yankılandı.

 

Derin bir soluk alıp gözlerini kapadı. Zihninde kalan düşmanların tam yerlerini tekrar hesapladı; kılıcını bel hizasında sağlamca kavrayarak, etrafında hızla dönmeye başladı. Ölüm, onun etrafında acımasız bir dansa dönüştü. Kulağına gelen kemiklerin çatırdayışı, bedenlerden fışkıran kanların sesi ve haydutların çaresiz iniltileri, içinde yükselen vicdanını paramparça ediyordu. Ama durmadı, duramazdı da.

 

Üç saniyenin sonunda hareketleri yavaşladı ve gözlerini açtığında, karşılaştığı manzara karşısında midesi altüst oldu. Kan ve toprağın buluştuğu çamurlu zeminde, kopmuş uzuvlar ve cansız bedenler öylece serilmişti. Gözlerini kapayıp yutkundu, midesinden yükselen bulantıyı güçlükle bastırdı; savaşın gerçek yüzü, ilk kez böylesine net ve sarsıcıydı onun için.

 

Fakat durmak için henüz çok erkendi. Son darbeyi bekleyen üç haydut daha vardı. Kılıcını daha sıkı kavrayarak, gözlerini sonraki hedefine dikti. İçindeki güçle birleşen öfkesini birleştirip yıldırım hızıyla; bir nefeslik süre içinde düşmanın önündeydi. Haydut daha tepki bile veremeden, çelik kılıcı adamın belinden geçti, bedeni ikiye ayrılarak tozlu toprağa savruldu.

 

Bu dehşete tanık olan son iki haydut, hayatlarının son anlarında bile olsa kaçmayı denediler. Ama kaçmak için artık çok geçti. İkisi de henüz birkaç adım atamadan sırtlarına saplanan oklarla yüz üstü yere yığıldılar. Çağrı başını kaldırıp vadinin gerisine baktığında, Mengü’nün yayını indirdiğini gördü. Mengü, savaş meydanının orta yerinde yayını havaya kaldırarak bağırdı:

“Bitti mi gardaaaşş?”

 

Çağrı bir kez daha etrafına baktı. Artık vadide tek bir haydut bile kalmamıştı, ama bir şeylerin ters gittiğini hissetti. Kalp atışları yavaşlamaya başlamış, dizlerinin bağı çözülüyordu. Görüşü bulanıklaşmaya başladı, bedenini kontrol etmekte zorlanıyordu. İçinde yükselen o kudret onu terk ederken, Kutay’ın bedeni bu yoğun savaşın ve ona bahşedilen gücün altında ezilmişti.

 

Son gücüyle yalnızca, “Bitti gardaş…” diyebildi. Ardından dizleri büküldü ve yavaşça yere yığıldı. Dünya onun gözlerinde yavaşça kararıp kaybolurken, savaş meydanındaki son görüntüsü; arkadaşlarının endişeli yüzleri ve onların kendisine doğru koşan silüetleri oldu. Vadinin sessizliği, artık yalnızca kalplerde atan bir zaferin değil, ağır bir bedelin de yankısını taşıyordu.

Bölüm : 25.06.2025 23:27 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...