8. Bölüm

8. Bölüm: Kahve

Kriyus
kriyus1873

Gizem, bir an duraksadı.

 

Başını yavaşça kaldırdı ve gözleri Çağrı’nınkilerle buluştu. Bir şaşkınlık anı.

 

Sonra… hafifçe kızardı.

 

Eliyle saçının bir tutamını kulağının arkasına attı. Bakışlarını kaçırdı ama yüzündeki şaşkın ifadeden ne düşüneceğini bilemediği belliydi.

 

Çağrı, durumu garip bir sessizliğe sürüklememek için devam etti:

"Sadece konuşmak için."

 

Gizem, hafifçe başını salladı. Kaşlarını hafifçe çatmıştı, sanki söylemek istediği bir şey vardı ama kelimeleri bulamıyordu. Sonunda, yavaşça "Tamam." dedi.

 

Küçük bir kabul ediş. Ama bu bile onun için büyük bir adımdı.

 

Teneffüs bitmişti. Dersler akıp gidiyordu. Ama Çağrı ve Gizem gün boyunca tek kelime etmemişti.

 

Ama Gizem sürekli onu izliyordu.

 

Çağrı her kafasını kaldırdığında, her tahtaya baktığında, her kitaba döndüğünde… Gizem’in bakışlarını üstünde hissediyordu.

 

İlk başta, sadece bir tesadüf gibi gelmişti. Ama sonra fark etti… bu bir tesadüf değildi.

 

Gizem, gün boyunca onu inceledi. Ama neden?

 

Çağrı, bakışlarını ona çevirdiğinde, Gizem hemen gözlerini kaçırıyordu. Ama bu, onun fark edilmesini engellemiyordu.

 

Bu bir oyun muydu? Gizem, onun hakkında gerçekten bir şey mi biliyordu?

 

Yoksa…

 

Gerçekten mi ilgileniyordu?

 

Çağrı, bunu anlayamıyordu. Ama anlamak istiyordu.

 

Son ders de bitmişti.

 

Çağrı, sınıftan ağır adımlarla çıktı. Hava serindi ama içinde tuhaf bir huzursuzluk vardı. Gün boyunca konuşmamışlardı ama Gizem’in bakışları hâlâ üzerine yapışmış gibiydi.

 

Kulaklıklarını cebinden çıkarıp taktı. Her zamanki gibi.

 

Ama tam müziği açacakken…

 

Bir el, aniden kulaklıklarını çekti.

 

Çağrı hafifçe irkildi ve başını hızla çevirdi.

 

Gizem, kulaklıkları elinde tutuyordu.

 

Gözlerinde hafif bir merak, dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm vardı.

 

"Hmm… ne dinliyorsun bakalım?" dedi, hafifçe başını yana eğerek.

 

Çağrı gözlerini kıstı. Bu kız… gerçekten neyin peşindeydi?

 

Çağrı, Gizem'in Şaşırtıcı Hareketi Karşısında Ne Yapacağını Bilemiyordu

 

Gizem, elindeki kulaklığı hiç düşünmeden kulağına taktı. Çağrı şaşkınlıkla ona bakarken, Gizem’in yüzünde hafif bir merak ve heyecan vardı.

 

Tam o anda kulaklıklardan Norm Ender’in sesi yükseldi.

 

Gizem’in kaşları hafifçe havaya kalktı, sonra gözleri parladı. "Ohaaa!" diye bir tepki verdi ve hızla Çağrı’ya döndü.

 

"Müzik zevkin… harika!" dedi, sesi gerçekten şaşkın ve coşkuluydu.

 

Çağrı kaşlarını hafifçe kaldırdı. "Beklediğin gibi değil miydi?" diye sordu, ama içinde bir tuhaflık vardı. Biri daha önce onun müzik zevkini övmemişti.

 

Gizem, başını iki yana salladı. "Hiç beklemiyordum! Ama cidden çok iyi. Bunu dinleyen birini ilk kez görüyorum."

 

Çağrı, Gizem’in bu kadar heyecanlanmasına anlam veremese de, içindeki o garip his giderek büyüyordu. Birisi onunla gerçekten ilgileniyordu.

 

Ama asıl şok, Gizem’in kulaklığı bir anda çıkarıp ona geri vermesiyle geldi.

 

Ama kulaklığı eline değil…

 

Cebine koydu.

 

Çağrı, gözlerini hafifçe açarak ona baktı. Gizem, hafifçe gülümsedi ve gözlerini kırpıştırarak fısıldadı:

 

"Yol boyunca beni dinleyeceksin."

 

Sonra hiçbir şey olmamış gibi önüne dönüp yürümeye başladı.

 

Çağrı olduğu yerde kaldı. Eli hâlâ cebinin üstündeydi.

 

Ne yapacağını bilemedi. İlk defa biri ona böyle yaklaşmıştı.

 

Birisi, onun ne hissettiğini gerçekten umursuyor gibi davranıyordu.

 

Ve işin en garip yanı…

 

Çağrı bundan hoşlanmıştı.

 

Okul çıkışı hava serindi ama rahatsız edici değildi. Sokak lambaları yavaş yavaş yanmaya başlamış, akşamın alacakaranlığı şehrin üzerine ince bir perde gibi çökmüştü. Binaların arasından geçen rüzgâr, kaldırımlardaki kağıtları savuruyor, yol kenarında yürüyen insanların paltolarını hafifçe dalgalandırıyordu.

 

Çağrı, Gizem’in birkaç adım önünde yürürken, cebindeki kulaklıkları hissediyordu. Sanki orada bir yük gibi duruyordu. Ama garip bir yük… onu rahatsız etmeyen, aksine tuhaf bir hisle içini dolduran bir yük.

 

Gizem, hiç durmadan konuşuyordu.

 

"Bak, biliyor musun, şu ileride bir çiçekçi var, hep yanından geçerken içeri bakıyorum ama hiç girmedim."

 

"Şu karşıdaki apartmanın çatısı var ya, gece ışıklandırınca çok güzel oluyor, hiç fark ettin mi?"

 

"Ben küçükken hep şu arka sokakta paten sürerdim ve sürekli düşüp tekrar sürerdim. Şimdi düşününce, o zamanlar bayağı sakarmışım."

 

Gizem, sürekli bir şeyler anlatıyordu. Ama sadece konuşmak için değil… Çağrı’nın da konuşmasını sağlamak içindi.

 

Çağrı bunu anlıyordu. Ve aslında hoşuna gidiyordu.

 

Kendi isteğiyle olmasa bile, ilk defa biri onun sessizliğini kırmak için çaba harcıyordu.

 

Ama… Çağrı çok iyi bir konuşmacı değildi.

 

O yüzden, çoğu zaman sadece "Hımm, olabilir.", "Öyle mi?", "İlginçmiş." gibi kısa cümleler kuruyordu.

 

Ama Gizem yılmıyordu.

 

Her defasında, Çağrı’nın verdiği kısa cevabı alıyor ve onun içinden bir şeyler çıkarmaya çalışıyordu.

 

"İlginç mi? Hadi ama, kesin daha önce fark etmişsindir."

 

"Gerçekten mi? O zaman senin bakış açını öğrenmek istiyorum."

 

"Öyle mi diyorsun? Peki, sence nasıl farklı olabilirdi?"

 

Çağrı, yavaş yavaş konuşmaya başlıyordu.

 

Kendi bile fark etmeden… sadece cevap vermeye başlamıştı.

 

Gizem, sanki önceden planlamış gibi bir anda bir sokağa saptı. Çağrı, önce şaşkınlıkla ona baktı ama sonra takip etti.

 

Karşılarına küçük, salaş bir kafe çıktı.

 

Ne büyük, ne de lüks bir yerdi. Ama Gizem’in neden burayı seçtiğini hemen anladı.

 

Ucuzdu.

 

Menü tabelasında yazan fiyatlar bile, bu kararın bilinçli olduğunu gösteriyordu.

 

Gizem, Çağrı’nın çok parası olmadığını biliyordu. Ve onu zor durumda bırakmamak için böyle bir yer seçmişti.

 

Ama bunu belli etmek istemedi.

 

Sanki çok doğal bir şeymiş gibi kapıyı açtı.

 

"Hadi, içeri girelim. Burayı çok seviyorum!"

 

Çağrı önce duraksadı. Gerçekten mi? Yoksa onu düşünüp de mi burayı seçmişti?

 

Ama bu düşünceyi fazla uzatmadı. İçeri adım attılar.

 

Mekan küçük ama sıcak bir atmosfere sahipti. İçeride loş sarı ışıklar yanıyordu. Kahve çekirdeklerinin kokusu havaya yayılmış, hafif bir müzik çalıyordu.

 

Boş bir masa bulup oturdular.

 

Gizem, hemen menüye göz gezdirdi ve en ucuz iki kahveyi sipariş etti. Çağrı, bu kez itiraz etmek istemedi. Zaten edemezdi.

 

Ve işte, beklenen an gelmişti.

 

İlk kez gerçekten baş başa kalmışlardı.

 

Konuşmaları gerekiyordu.

 

Ama… Çağrı bunu nasıl yapacağını bilmiyordu.

 

Gizem fark etti.

 

Ve ona yardım etti.

 

"Sence insanlar, en çok ne zaman yalnız hisseder?" diye sordu aniden.

 

Çağrı önce şaşırdı.

 

Sonra biraz düşündü.

 

Bunu bilmiyordu. Ama cevabı ararken, fark etmeden cümle kurmaya başlamıştı.

 

"Sanırım… etrafında insanlar varken ama kimse seni anlamak ve dinlemek istemiyorsa."

 

Gizem, başını salladı. "Güzel cevap. Ama bence yalnızlık, bir şeyi paylaşmak istediğinde, ama paylaşacak kimsenin olmaması."

 

Çağrı, Gizem’in gözlerine baktı.

 

Bir an sessizlik oldu.

 

Sonra Gizem gülümsedi. "Ama bak, şu an yalnız değiliz. Birlikte kahve içiyoruz."

 

Çağrı içini çekti.

 

Bu… ilginçti.

 

Hiç böyle düşünmemişti.

 

Ve ilk defa… gerçekten, yalnız olmadığını hissetti.

 

İlk Defa Birisi Çağrı’yı Gerçekten Duyuyordu

 

Gizem, kahvesinden bir yudum alıp Çağrı’nın gözlerine baktı. Sanki onu çözmeye çalışıyordu.

 

Çağrı ise, ne yapacağını bilmiyordu. Ellerini masanın üzerinde birleştirmiş, kahvesine fazla odaklanıyormuş gibi davranıyordu.

 

Ama Gizem bunu fark etti.

 

Ve bu, hoşuna gitti.

 

Bu kadar güçlü, sert ve soğuk görünen birinin, aslında bu kadar çekingen olmasını inanılmaz tatlı buluyordu.

 

İçinden, “Çağrı’yı biraz daha zorlamalıyım,” diye düşündü.

 

Yavaşça, kahve fincanını tabağına bıraktı ve dirseklerini masaya yasladı.

 

"Peki, Çağrı..." dedi hafif bir gülümsemeyle. "Sence insanlar neden kendilerini anlatmakta bu kadar zorlanıyor?"

 

Çağrı, aniden yakalanmış gibi hissetti.

 

Bir saniye duraksadı, bir anlığına cevap vermesi gerektiğini fark etti.

 

Gizem’in gözleri pırıl pırıldı. Cevabını bekliyordu.

 

İçinden, "Şimdi saçma sapan bir şey söylersem çok kötü olur," diye düşündü.

 

Ama sonra fark etti. Bu sadece bir soruydu.

 

Derin bir nefes aldı.

 

"Bence…" diye başladı.

 

Gizem’in yüzüne baktı.

 

Sonra, hafifçe başını yana eğdi. Gözleri, kafenin sarı ve loş ışığında hafifçe parlayan fincana kaydı.

 

"İnsanlar, başkalarının onları anlamayacağını düşündükleri için anlatmak istemez."

 

Gizem’in gözleri biraz daha büyüdü.

 

Çağrı devam etti.

 

"Ama bence, asıl sorun anlatıp anlatmamak değil. Asıl sorun, gerçekten dinleyen birinin olup olmaması."

 

Gizem, bir an sessiz kaldı.

 

Ve sonra…

 

Yüzüne şaşkın bir gülümseme yayıldı.

 

"Oha."

 

Çağrı, şaşkınca kaşlarını kaldırdı.

 

"Ne?"

 

Gizem kahkaha attı. "Gerçekten zekisin. Bunu daha önce nasıl fark etmedim?"

 

Çağrı, hafifçe boğazını temizledi. "Aslında çok basit bir düşünce."** dedi ama Gizem başını iki yana salladı.**

 

"Hayır, öyle değil."

 

Dirseklerini masaya yasladı, Çağrı’nın yüzüne biraz daha yaklaştı.

 

"Bu, insanların fark edip de dile getiremediği bir şey."

 

"Ve sen, sadece bir cümlede söyledin."

 

Çağrı, biraz rahatsız oldu.

 

Bunu… hiç böyle düşünmemişti.

 

Ama bir şekilde, Gizem’in ona gerçekten hayranlıkla bakması hoşuna gitti.

 

Kahvelerinin buharı artık dağılmış, fincanların kenarlarında hafif kahve lekeleri oluşmuştu.

 

Ama sohbet, hala sıcaktı.

 

Gizem, Çağrı’nın ne zaman zorlanacağını anlamış gibi, konuşmayı hep ona yönlendiriyordu.

 

Ama sorularını öyle dikkatli seçiyordu ki…

 

Çağrı, aslında cevap vermekten keyif almaya başlamıştı.

 

Gizem, hafifçe yana eğildi.

 

"Beni biraz daha şaşırtmak ister misin?"

 

Çağrı, gözlerini devirdi. "Ne yani? Eğlenceli bir oyuncak mıyım ben?"

 

Gizem kahkaha attı. "Tam olarak değil ama senin zeki olduğunu fark ettim ve bunu kullanacağım."

 

Çağrı, hafifçe gülümsedi. İlk defa, birisi onun zekasını takdir ediyordu.

 

Ve ilk defa, bundan rahatsız olmadı.

 

Belki de… gerçekten bir şeyler değişiyordu.

 

Gizem birden bire telefonunu çıkarıp ekranı Çağrı’ya doğru çevirdi.

 

"Tamam, madem bu kadar zekisin, o zaman bunu çöz." dedi gözlerini kısıp meydan okuyan bir ifadeyle.

 

Çağrı kaşlarını kaldırarak ekrana baktı.

 

Telefonunda bir bulmaca oyunu açıktı. Ekranın üst kısmında ‘Bölüm 132’ yazıyordu.

 

Gizem dudaklarını büzdü. "Bak, bu bölümü geçemiyorum, sinir krizine girmek üzereyim. Senin şu dâhiyane beynini görmek istiyorum."

 

Çağrı hafifçe başını yana eğdi. "Yani, şu an zekamı mı test ediyorsun?"

 

Gizem kahkaha attı. "Aynen öyle. Ama beceremezsen, sonsuza kadar dalga geçeceğim."

 

"Hah, tabii tabii." Çağrı telefonu aldı, ekrandaki oyunu inceledi.

 

Basit bir mantık oyunuydu. Ama Gizem’in yanlış noktaya odaklandığı belliydi.

 

Sorun, çözümün karmaşık bir şeyde saklı olduğunu düşünmesiydi. Ama aslında…

 

Gerçekten çok basitti.

 

Çağrı hiç tereddüt etmeden, ekrana birkaç hızlı dokunuş yaptı.

 

Bir hamle… iki hamle… üç hamle…

 

Ve sonra…

 

Ekranda ‘Tebrikler! Bölümü Geçtiniz’ yazısı belirdi.

 

Toplam süre: 27 saniye.

 

Gizem gözlerini büyüttü. "OHA!"

 

Çağrı gülümseyerek telefonu ona uzattı. "Buyur, bölümü geçtin."

 

Gizem ekrana baktı, sonra tekrar Çağrı’ya döndü. "Sen… bunu nasıl yaptın?!"

 

Çağrı omuzlarını silkti. "Sadece farklı bir açıdan baktım."

 

Gizem hala şok içindeydi. "Daha önce hiç bu bölümü tek seferde geçememişti."

 

Sonra gözlerini kıstı. "Sen kesin daha önce bu oyunu oynadın."

 

Çağrı hafifçe güldü. "Hayır, gerçekten oynamadım. Sadece mantığını çözdüm."

 

Gizem telefonu yavaşça masaya koydu, başını iki yana sallayarak hayranlıkla baktı.

 

"Gerçekten… inanılmazsın."

 

Çağrı ne yapacağını bilemedi. Övülmeye alışık değildi.

 

Hatta… bu onu biraz rahatsız bile etti.

 

Ne demesi gerekiyordu?

 

Bir an duraksadı, sonra biraz kekeler gibi "E-eyvallah." dedi.

 

Gizem kahkaha attı.

 

Ve tam o anda…

 

Elini Çağrı’nın elinin üzerine koydu.

 

Çağrı’nın bütün vücudu bir an için dondu.

 

Ellerinin sıcaklığı, ilk defa biriyle bu kadar yakın temas kurduğunu fark etmesine neden oldu.

 

Gizem, farkında olmadan bir şeyi tetiklemişti.

 

Bu hareket… küçük bir şeydi belki.

 

Ama Çağrı’nın kalbi, hafif bir ritim değişikliğiyle bunu hissetmişti.

 

Gizem, gözleri parıldayarak ona bakıyordu.

 

"Seninle zaman geçirmek çok eğlenceli, biliyor musun?"

 

Çağrı, ilk defa birinin bunu söylediğini duyuyordu.

 

Ve bu, sandığından daha fazla şey ifade ediyordu.

 

Çağrı, o an ne yaptığını düşünmeden elini hafifçe kaldırdı.

 

Parmakları, kendi iradesi dışında bir hareketle Gizem’in parmaklarına dokundu.

 

Ve sonra… sanki doğal bir şey yapıyormuş gibi, parmaklarını Gizem’in parmaklarına doladı.

 

İlk başta hafif bir ürperti hissetti.

 

Ellerinin sıcaklığı… alışık olmadığı bir histi.

 

Gizem, başta şaşırmış gibi gözlerini kıstı. Ama elini çekmedi.

 

Tam tersine, hafif bir tebessüm belirdi yüzünde.

 

Bir şey söylemedi. Ama gözlerinin içi gülüyordu.

 

Çağrı, kendini bir anlığına bir boşlukta hissetti.

 

Bunu neden yapmıştı?

 

Nasıl olmuştu?

 

Düşünceler zihninde birbirine çarpıyordu ama…

 

Elini çekmek istemedi.

 

Sanki… o an olması gereken şey buydu.

 

İlk defa birine bu kadar dokunuyordu.

 

Ve ilk defa… dokunduğu biri de ona aynı şekilde karşılık veriyordu.

 

Gizem, başını hafifçe yana eğdi ve alaycı bir sesle fısıldadı:

 

"Bu bir refleks mi, yoksa bilerek mi yaptın?"

 

Çağrı, gözlerini ondan kaçırdı.

 

Dili tutulmuştu.

 

Ve sonra, gözlerini Gizem’in eline çevirdi.

 

Hâlâ bırakmamıştı.

 

Bu sefer kendini toparladı ve hafifçe mırıldandı:

 

"Bilmiyorum."

 

Gizem güldü. "Bence biliyorsun."

 

Ama bu sefer, sorgulamadı.

 

Ve o an, ilk kez bir sessizlik bu kadar anlamlıydı.

 

 

Bölüm : 17.03.2025 20:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...