
Bu hikâyede karakterler için hiçbir fotoğraf kullanılmayacak.
Çünkü her okurun zihninde bir yüz, bir duruş, bir bakış vardır.
Ben onların sadece hikâyesini anlatacağım…
Geri kalan her şey—yüzleri, sesleri, hatta gülüşleri—sana ait.
Gözlerini kapat ve hayal et.
Bir resim değil, bir his bırakmak istiyorum sende.
Çünkü en gerçek karakterler, satırların arasında değil, okurların kalbinde canlanır.
ÇAĞRI
Henüz 18 yaşında ama gözlerinde yılların yorgunluğu var. 12. sınıf öğrencisi. Kaslı ve kalıplı vücudu, dövüş geçmişinden izler taşıyor. Boyu 1.75, uzun siyah saçları omzuna kadar dökülüyor. Kehribar rengi gözleri ise içindeki öfkeyi saklamayı beceremiyor.
Sadece siyah kıyafetler giyiyor. Renkler gibi insanlara da güveni yok.
Hayatı, 7 yaşındayken geçirdiği bir trafik kazasında annesi ve babasını kaybetmesiyle altüst oldu. İki yıl dedesinin yanında kaldıktan sonra, ailesinden kalan eve tek başına dönmek zorunda kaldı. O günden beri yalnız. Hayatın yükünü çocuk yaşta omuzladı.
12 yaşında boksa başladı. Ringdeki tek dostu, acıydı. Beş yıl boyunca yumruk yemeyi değil, acıyı kontrol etmeyi öğrendi.
Ama 17 yaşında, bir gün okuldan dönerken kaldırıma çarpan biri ona "Ananı s*****" dediğinde, her şey koptu. O an annesi gözlerinin önüne geldi. Kontrolünü kaybetti.
Adamı yerden yere vurdu, öfkesini yumruklarına kustu. Polisler geldiğinde, yerde yatan adam darp raporu aldı. Çağrı’nın boks lisansı iptal edildi. Onu hayata bağlayan son şey de elinden alınmıştı.
O günden sonra kimseye güvenmedi. Kimseye bağlanmadı. Toplum dışladı, insanlar arkasından konuştu. Ama kimse yüzüne laf edemedi. Çünkü herkes, içindeki karanlığı gözlerinde gördü.
Ve bir şey daha vardı… Onun zekâsı. Sessizliğinin altında kıvrak bir beyin taşıyordu.
GİZEM
1.65 boyunda, kahverengi saçları omuzlarında dans ederken, ela gözleri etrafındakilere güven verir. Adını hak eden bir sıcaklık var onda. Hem tanıdık, hem bilinmez.
Sınıftaki herkes onu sever. Kızlar arasında en çok aranan, en çok konuşulan kişidir ama kibirden eser yoktur. Sosyal bir kelebek gibi herkesle iletişim kurar ama içinde hâlâ kimsenin ulaşamadığı bir dünya vardır.
Merhametlidir. Kırılan bir kalbi ilk fark eden odur. Duygularını gizlemez, hatta onları bir zırh gibi kuşanır. İnsanların içinde yalnız hissetmemesini sağlayan biridir Gizem.
Ama Çağrı... O bambaşkaydı. Herkesin sessizce çekindiği o çocuk, onun ilgisini daha ilk günden çekmişti. Yine de bir türlü cesaret edememişti yanına yaklaşmaya.
Ta ki Çağrı, iki gün boyunca okula gelmeyip, okulun arka tarafındaki bankta yalnız otururken göz göze geldikleri ana kadar...
O an Gizem için bir dönüm noktasıydı. Çünkü ilk defa, gözlerinin içinde kimsesiz bir çocuğun çığlığına benzeyen bir sessizlik görmüştü. Ve kalbinin bir yerinde, onu tanımaya dair dayanılmaz bir istek filizlenmişti.
KUTAY
1.83 boyunda, kalıplı ama kaslı değil. Siyah saçları dağınık, yüzünde her daim kirli bir sakal var. Ellerinde toprak kokusu, geçmişinde savaşın kanı...
Kutay, bir zamanlar ordunun ön saflarında, düşmanla göğüs göğüse çarpışan bir askerdi.
Hayatı, bir Bizans atlısının onu fark etmeyip üstünden geçmesiyle değişti. Kafatası yarıldı, kanlar içinde yere yığıldı. Ölüm, nefesini ensesinde hissettirmişti. Dört hafta boyunca yaşamla ölüm arasında gidip geldi. Uyandığında artık aynı adam değildi.
O günden sonra kılıcını bırakıp sabana sarıldı. Askerliği geride bıraktı ama askerlik ona evlilik şansı tanımamıştı. İyileşince de bu hayali toprağa gömdü.
Şimdi, sessiz bir hayatın içindeydi. Tarlalarla konuşuyor, mevsimlerle savaşıyordu. Toprağın dilinden, kılıçtan daha iyi anladığını söylüyordu.
Ama gözlerine dikkatle bakan biri, geçmişin gölgelerini fark ederdi.
Kutay, artık bir asker değil belki... ama içindeki savaş asla bitmedi.
TAYGUN
1.90 boyunda, iri yapılı, dev gibi bir adam. Savaş meydanlarında düşmanların korkulu rüyası, arkadaşlarının ise en güvenilir sığınağı.
Kalıplı vücudu ilk bakışta bir hayvanı andırsa da, içinde bir çocuğun saflığı ve dost canlısı bir kalp taşıyor.
Kısa siyah saçları ve ortalama uzunlukta siyah sakallarıyla, vakur ama sempatik bir duruşu var. Taygun hâlâ asker. Hâlâ savaşın içinde ve hâlâ kılıcını sımsıkı tutuyor.
Kutay’la dostlukları, savaşın içinde filizlendi. Yaralanmadan yalnızca iki hafta önce, Kutay Taygun’un hayatını kurtardı. O günden sonra Taygun’un gözünde Kutay sadece bir arkadaş değil, hayatının borçlusu olduğu bir kardeşti.
Kutay nereye, Taygun oraya. Sürekli "Gardaşım" diye hitap ettiği bu adam, onun hayatındaki en değerli kişi haline geldi.
Komik, vefalı, cesur… Ama aynı zamanda zeki.
Savaş alanında plan yapan da, gece ateş başında kahkaha attıran da o. Taygun, kaba görünümünün ardında yatan sadakat dolu kalbiyle hem savaşın hem de dostluğun tanımı.
DEDE
Adı çok geçmese de Çağrı’nın hayatındaki en gerçek figürlerden biri.
Eşini, Çağrı daha 3 yaşındayken kaybetti. Ardından, Çağrı 7 yaşında yetim kalınca, hiçbir tereddüt göstermeden torununu bağrına bastı.
O yaşlı elleriyle hem Çağrı’nın saçlarını okşadı, hem de hayatın sertliğine karşı siper oldu.
Ama zaman, kimseyi es geçmezdi. Çağrı 9 yaşına geldiğinde dedesinin hastalığı ilerledi, ve yaşlı adam istemeden de olsa bir huzurevine yerleşmek zorunda kaldı.
Ama bu onun, torununu bırakacağı anlamına gelmedi.
Her ay, emekli maaşından gelen parayla bir zarf hazırlar; içine Çağrı’nın bakkal borcunu ve Çağrı için harçlık koyar sonra görevliye rica ederdi:
"Şunu Mehmet Bakkal’a götürüver evladım.'"
Mehmet Amca da bilir, o zarfta sadece para değil, içinde sevgiyle yoğrulmuş bir vicdan olduğunu.
Çağrı’nın haberi yoktur belki ama o yaşlı yürek, hâlâ onun için atar.
Ve o yürek, bir gün bile “Benim görevim bitti” dememiştir.
MEHMET AMCA
Çağrı’nın hayatında “insan” kalabilmiş nadir figürlerden biri.
Mahallenin köşe başındaki küçük bakkalında yıllardır ayakta durur. Ama raflardan çok, insanlarla kurduğu bağlarla tanınır.
Çağrı’nın dolabı boşaldığında soluğu onun yanında alması tesadüf değil. Çünkü Mehmet Amca, sadece bakkal değil, bir sığınak.
Her alışverişin sonunda söylediği o cümle, Çağrı’nın içini biraz olsun ısıtır:
"Oğlum, biraz da çerez al. Benden olsun."
Çağrı, genelde bu teklifi “Teşekkür ederim, Amca. Şu an canım istemiyor.” diyerek geçiştirse de…
Belki ileride alacağı günleri de görürüz.
Çağrı’nın aldıklarını zaten ay sonunda dedesinin ödeyeceğini bildiği için, hiçbir zaman Çağrı’dan para istemez.
Hatta birkaç seferinde, dedesinin zarfı yollamayı unuttuğunu fark edince kendi cebinden Çağrı’ya harçlık vermişliği bile vardır.
Ama bunu, zarfın içine koyup dedesi göndermiş gibi gösterdiği için, bunu Mehmet Amca’dan başka bilen kimse yoktur.
DECCAL KARI
Aslında adı var, sanı var… Ama Çağrı ona hiçbir zaman gerçek adıyla hitap etmedi.
Onun için o; “Deccal Karı.”
Sebebi de basit:
Her ne zaman Çağrı kafasını sıraya koysa, o kadın adeta yerin altından çıkar gibi başında belirir.
Ne zaman uyumaya çalışsa, “Çağrı! Derste uyunmaz!” sesi kulaklarında yankılanır.
Çağrı'nın gözünde o artık bir öğretmen değil; sanki göz açtırmayan bir lanet, ders saatlerinde beden bulan bir musibet…
Ama belki de onu bu kadar unutulmaz kılan, tam da bu anlamsız savaşlarıdır.
Bir yanda gözleri kan çanağına dönmüş, yorgun bir genç…
Diğer yanda sorumluluk yemini etmiş bir eğitim neferi.
Ve aralarında geçen her an, Çağrı’nın zihninde Deccal Karı efsanesini biraz daha büyütür.
Biraz da içimi dökeyim…
Aslında bu dünya, durduk yere beynimin içinde belirdi. Ne özel bir sebep vardı, ne de planlanmış bir fikir. Sadece bir gün kendi kendime, “Ulan bunu yazsam nasıl olur acaba?” diye düşündüm…
Ve farkına bile varmadan 11. bölüme kadar geldik. O kadar hızlı, o kadar doğal aktı ki zaman…
İşin garibi, hâlâ hikayenin başındayız. Gerçek anlamda hiçbir büyük olay yaşanmadı daha. Bu, sadece bir başlangıç.
Bazı kişiler bana özel sohbetten sormuştu: “Çağrı sensin değil mi?”
Evet… Çağrı'yı kendimden yola çıkarak yazdım. Ama birebir ben değilim.
Ben Çağrı kadar yalnız değildim. Ama onun hissettiği bazı şeyleri, zamanında ben de hissettim.
Hikâyede geçen boks antrenmanları, dövüş sahneleri… Hepsi gerçek. Çünkü ben de bir zamanlar boks yaptım. Ama Çağrı gibi lisansım iptal edilmedi. Ben sakatlandım. Ve istemeden de olsa bırakmak zorunda kaldım.
İşte burada yollarımız ayrılıyor.
Ama Çağrı’yı yazarken sadece kendimi anlatmak istemedim. Onu yazarken aslında birçok kişiyi yazdım.
Çünkü Çağrı, çevremde gördüğüm insanların ve şu an elleri telefonu kavramış ve bu satırları okuyan kişilerin acılarından, yalnızlıklarından, bastırdığı öfkesinden bir parça taşıyor.
Ve yorumlardan anladığım kadarıyla… galiba bunu başardım.
Herkesin içinde küçük bir Çağrı var. Belki susturduğu, belki de görmekten kaçtığı… ama bir şekilde tanıdık gelen bir taraf.
Kısacası bu sadece bir hikâye değil.
Bu; kaybolmuşların, hor görülenlerin, sessiz kalanların, ayağa kalkmak isteyen ama nereden başlayacağını bilmeyenlerin hikâyesi.
Ve daha çok yolumuz var.
Daha hiçbir şey başlamadı bile.
Eğer sen de bu yolda benimle yürümek istersen…
Takipte kal.
Çünkü bu sadece bir rüzgardı. Asıl fırtına daha yeni başlıyor.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.79k Okunma |
1.66k Oy |
0 Takip |
25 Bölümlü Kitap |