
Merhaba, hepiniz hoş geldiniz. Oy verip, yorum yapmayı unutmazsanız sevinirim. Yazım yanlışlarım varsa kusura bakmayın, keyifli okumalar... 🍀
Instagram: lavinyaofficial_
***
Telefonu açıp kulağıma götürdüm.
"İris, neredesin? Teyzenle konuştum, işim var demişsin karargâha gelmedin. Ne işin var?" Diye sordu art arda.
"Kafa dinlemek istedim, teyzeme de işim var dedim Pusat. Ne oldu?" Dedim, aslında bir nevi doğruydu kafa dinliyordum, burası bana iyi hissettirmişti.
"Ya taktik almam lazım senden, bıktım ben bu bilinmezlikten." Diye konuştu bıkkınca.
"Neyden bahsediyorsun?" Diye sordum anlamayarak. Gözüm banyo kapısındaydı. Arslan acaba ne görmüştü rüyasında.
"Gece'den bahsediyorum. Aradı az önce konuştuk da kızım ben dayanamıyorum açılacağım Gece'ye, de ne diyeceğimi bilmiyorum. Yardım etsene bana." Dedi.
"Pusat, git adam gibi 'seni seviyorum.' de." Dedim. Bana soruyordu bir de, ilişki terapisti miydim ben sanki?
"Biz kardeş gibi büyüdük İris, çıkıp da ben sana aşık oldum dersem ne tepki verir bilmiyorum. Beni kardeşi gibi görüyorsa ne olacak." Dedi umutsuz bir ses tonuyla. Gece'nin Pusat'ı kardeşi gibi görmediği çok belliydi. Hem beraber büyüdüler diye birbirlerini sevmeyecekler diye bir kural mı vardı ki?
"Bunu denemeden bilemezsin Pusat, ayrıca beraber büyüdünüz diye birbirinizi sevmeyeceksiniz diye bir kural mı var?" Diye sordum.
"Yok tabi ki yok da, bilmiyorum. Gidip söyleyeyim değil mi? Evet evet gidip direkt söyleyeyim." Dedi heyecanla. O sırada Arslan banyodan çıkmıştı.
"Gidip de odun gibi söyleme ama, kibar ol biraz. Hadi görüşürüz." Deyip, telefonu Pusat'ın yüzüne kapattım.
"Nasıl oldun?" Diye sordum yanına doğru adımlarken. "Daha iyiyim." Dedi, yüzünden anlaşılıyordu kabusun etkisinden hâlâ çıkamadığı. Beraber merdivenlere doğru adımladık.
"Uyuyabilecek misin tekrardan?" Diye sordum, çünkü ben kabus gördükten sonra tekrar uyumam çok zor oluyordu.
"Bilmiyorum, deneyeceğim." Dedi. "İstersen benim yanıma gel." Dedim ama bunu neden dediğimi bilmiyordum, kelimeler birden dudaklarımdan dökülüvermişti.
"Rahatsız olmaz mısın?" Diye sordu. Gelmek istediği gözlerinden belli oluyordu.
"Bir kere korkarsan yanımda yatabilirsin demiştim, şimdi dediğim şeyi yapmazsam olmaz." Gülerek konuştum, onunda dudakları yukarıya kıvrıldı.
"Peki madem. Üstümü değiştirip geleyim." Dedi. Üzerinde sadece beline bağladığı havlu olduğunu unutmuştum. "Tamam." Deyip odama girdim, utanmıştım. Yatağa oturup beklemeye başladım.
Birkaç dakika sonra Arslan kapıyı çalıp odama girdi. Üzerine gri eşofman altı ve beyaz kısa kollu tişört giymişti. Yatağın diğer tarafına oturdu. İkimiz de sırtımızı yatağın başlığına yaslamış ayaklarımızı uzatarak oturuyorduk.
"Eğer uykun varsa uyu sen." Dedi Arslan başını bana doğru çevirip. "Uykum yok." Dedim başımı sağa sola sallarken. "Ne gördün?" Diye devam ettim. Onu bu kadar etkileyen şeyi merak etmiştim.
Omuz silkti. "Boş ver, kabus işte." Dedi. Kafamı aşağı yukarı salladım anladım dercesine. "Kusura bakma senide uykundan uyandırdım." Diye devam etti.
"Sorun değil uyumuyordum zaten." Dedim bu sefer ben omuz silkerek konuşmuştum. "Neden?" Diye sordu merakla.
"Bilmem, uyku tutmadı." Diye cevap verdim. Ağzından anladığına dair birkaç mırıltı çıkardı. Gözlerim duvardaki saate kaydı, beş olmuştu. Hava birkaç saate aydınlanacaktı.
...
"Çok güzel ya burası!" Dedim, bacaklarıma sürtünen kediyi sevmek için eğilirken. "Beğenmene sevindim." Yanındaki ağaca omzunu yaslarken konuştu. Hava aydınlandıktan sonra sessizlikten sıkılıp etrafı gezmeye çıkmıştık. Ormanlık alana girdiğimizden beri de bu tatlı pamuk prenses tarafından takip ediliyorduk.
"Hadi gel." Deyip yürümeye başladı Arslan. Peşinden gittim, benim peşimden de pamuk prenses geliyordu. Tüyleri pamuk gibi yumuşak ve bembeyazdı.
Bir süre daha yürüdükten sonra bir derenin yanına gelmiştik. Derenin etrafında dut ağaçları ve daha bir sürü ağaç vardı. Dut ağacının yanına gidip dut yemeye başladım. Çok güzellerdi.
Bir süre sonra evden çıkmadan hazırladığımız yiyecekleri, serdiğimiz örtünün üzerine dizip yemeye başladık.
...
"Emredersiniz komutanım!" Deyip helikoptere doğru ilerlemeye başladık.
Arslan'la beraber yemeğimizi bitirdikten sonra eve dönerken, karargahtan gelen emirle hemen karargaha gelip, operasyon için hazırlanmaya başlamıştık.
Tabi biz biraz şehirden uzak olduğumuz için, karargaha geldiğimizde bütün tim hazır bir şekilde bizi bekliyordu.
Boran'ın saklandığı kampı tespit etmiş ve onu almaya gidiyorduk.
Helikopterin içinde gezdirdim gözlerimi. Oğuz'un, Meriç'in, Alaz'ın, Koray'ın yüzlerine baktım.
Oğuz ve Meriç, Alaz'ı sinir etmekle meşgulken, Koray, elindeki fotoğrafa içli içli bakıyor ve arada fotoğrafın yüzeyini okşuyordu.
Gözlerim Arslan'ı bulduğunda onunda bana baktığını gördüm. Bu onunla çıktığım ilk operasyon sayılırdı.
Ben daha time katılmadan önce, onun esir olduğu zaman gittiğimiz kamp hariç. Gerçi ona tam anlamıyla operasyon denmezdi.
Gözlerimi Arslan'dan çekip helikopterin camına çevirdim.
Acaba Arslan nasıl bir kabus görmüştü? Çok merak ediyordum.
...
"Anka, çok dikkatli oluyoruz, herhangi bir aksilik istemiyorum. Anlaşıldı mı?" Diye sordu telsizden Arslan.
Tim hep bir ağızdan 'emredersiniz komutanım!' derken ben sadece 'emredersin.' demekle yetinmiştim.
Şuan Boran'ın bulunduğu kampın biraz ilerisinde mevzi almıştık.
"Oğuz, bombalar hazır mı?" Diye sordum. Oğuz ve Koray kampın çevresine bomba yerleştiriyorlardı. Bu şekilde daha kolay bitecekti çatışma.
"Hazır komutanım." Diye konuştu Oğuz. "Başlıyoruz Anka, dikkatli olun. İlk atış Alaz da. Atış serbest!" Arslan'ın konuşması üzerine Alaz ateş etmiş ve çatışmayı başlatmıştı.
Kamptan kaçmaya çalışan Boran ve Rezan'ı görünce dudaklarım iki yana kıvrıldı. Oğuz ve Koray bombaları yerleştirirken Meriç de Boran'ların telsizine sızmıştı.
Telsizde konuşurken bizim geldiğimiz hakkında yayılan konuşmalara, 'Gelirlerse gelsinler, hepsini öldürürüz biz, ecellerine gelsinler.' gibi şeyler söylemişti.
"Boran kaçmaya çalışıyor, Boran ve yanındaki adamı sağ alacağız Anka." Dedim. Rezan da işimize fazlasıyla yarardı, çok şey biliyordu.
"Emredersiniz komutanım!" Dediler.
Neredeyse yirmi dakikadır çatışıyorduk ve ben sıkılmaya başlamıştım.
"Oğuz, bombaları patlatmaya başlasana az renk gelsin çatışmaya. Sıkıldım böyle." Dedi Meriç, ufak bir kahkaha attım. Demek ki tek sıkılan ben değilmişim.
"Komutanım?" Bombaları patlatmak için onay istiyordu Oğuz. "Patlat Oğuz." Diye onay verdi Arslan. Ardından Boran'ların saklandığı yerin biraz ilerisinde büyük bir patlama oldu.
Gözüm az ileride mevzi almış çatışan Arslan'a kaydı. Çok güzel silah kullanıyordu.
Güneş vurduğu için sarı gözüken kahve gözlerini kısıp nişan alıyor, gözüne bir teröristi kestirdiği zaman dudağının bir tarafı yukarı kıvrılıyor ve teröristi etkisiz hale getiriyordu.
Bunu nasıl bu kadar mükemmel yapabiliyordu? Önüme dönüp ateş etmeye devam ettim.
Bir süre sonra silah sesleri kesilmişti. Dikkatli bir şekilde kampa yaklaşmaya başladık.
Alaz bizi korumak için olduğu yerde kalmıştı. Oğuz ve Koray kampın arkasından, Arslan ve ben kampın ön tarafından, Meriç ise bizim çaprazımızdan geliyordu.
Boran'ların saklandığı yere doğru ilerlemeye başladık çünkü kampta nefes alan tek terörist ikisi kalmıştı.
Boran ve Rezan bir eve saklanmışlardı. Eve dikkatlice girip etrafa bakındık fakat görünürde kimse yoktu. Kalan son odaya da dikkatlice baktım fakat orası da boştu.
"Etraf temiz komutanım." Dedi yanımıza gelip Oğuz.
"Nereye gitti lan bunlar!" Diye bağırdı Arslan sinirle, gözlerim etrafta gezinmeye başladı. Kaçmadıklarına emindim.
Arslan'ın arkasındaki çalılıkta bir kıpırtı ve parlak bir şey görür gibi olduğumda kaşlarım çatıldı, Arslan'a doğru bir kaç adım attım.
O sırada çalıların arkasından çıkıp silahını Arslan'a doğrultan Boran'ı görmemle her şey bir anda gelişti.
"ARSLAN!" Diye bağırıp Arslan'ı yan tarafa ittim, ve karnımın biraz altındaki acıyla elim karnıma gitti.
Oğuz ve Koray'ın, Boran ve Rezan'ın kafalarına silah dayadığı gördüm. Kurşun, üzerimdeki çelik yeleğin bittiği yerden karnıma girmişti.
Başımın dönmesiyle birlikte dengem kayboldu, arkamdaki bedenin beni tutmasıyla yavaşça yere yığıldım.
"İris!" Diye bağırıyordu kollarında olduğum Arslan. Gözlerim kapanmak üzereydi, sesler boğuk geliyordu ama anlaşılıyordu.
"Meriç! Meriç buraya gel hemen! Koray helikopter çağır! Acil! İris bak bana kapatma gözlerini lütfen?!" Diye bağırmaya başladı Arslan.
Elini yanağıma koyup okşamaya başladı, gözlerimi Arslan'ın gözlerinden çekmiyordum. Sol gözümden düşen yaşı baş parmağıyla sildi.
Meriç'in de yarama baktığını hissediyordum.
"İris iyi olacaksın tamam mı? Yok bir şeyin! Kapatma gözlerini! Bana bak!" Elimi kaldırmaya çalıştım ama başarısız oldum, bütün gücüm sanki yok olmuştu.
"Ç-çok iyi-yim, son-unda a-aileme k-ka-vuşacağım. Üz-üzülme." Diye zar zor konuşabildim.
"Hayır! Hayır İris! Bak bana!"
Sesler iyice boğuklaşmaya, gözüm kararmaya başlıyordu. Gözlerim kapandı ve beni kendine çeken karanlığa teslim oldum.
Gözümden düşen yaşlar acıdan mıydı yoksa mutluluktan mıydı? Bilmiyorum. Aileme kavuşacak mıydım acaba bu sefer. İnşallah kavuşurdum, çok özlemiştim onları.
Ama bir yandan da başımı ellerinin arasına alıp korkuyla bağıran adamı bırakmak istemiyordum, neden?
***
Bölüm sonu. 🍀
Okuduğunuz için teşekkür ederim, umarım hoşunuza gitmiştir. Oy verip, yorum yaparsanız sevinirim.
Görüşmek üzere...🤗
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 2.38k Okunma |
470 Oy |
0 Takip |
40 Bölümlü Kitap |