12. Bölüm

12. Bölüm

Kübra
kubraq

 

 

Merhaba, hepiniz hoş geldiniz. Oy verip yorum yaparsanız sevinirim. Yazım yanlışlarım varsa kusura bakmayın. Keyifli okumalar... ☘️

 

Instagram: lavinyaofficial_ takip edin lütfen.

 

 

*** 

 

 

"Durumu şuan gayet iyi İnci Hanım, merak edilecek bir şey yok. Birazdan normal odaya alınacak."

"Herhangi bir kalıcı hasar yok değil mi Doktor Bey?"

"Şu anlık görünürde bir sıkıntı yok Murat Bey, tabii ki hastamız uyanmadan kesin bir şey söylemem doğru olmaz."

"Ne zaman uyanır?"

"En geç yarım saat içince uyanacaktır İnci Hanım."

Gözlerimi zorlukla araladığımda karşımda üç tane beden vardı. Birinin doktor olduğu giydiği beyaz önlükten belli oluyordu.

Sağ tarafımda saçımı okşayan kişiye baktığımda annemi gördüm.

Sol tarafımda elimi okşayan kişi ise babamdı.

"Uyandı." Dedi sağ tarafımda saçımı okşayan annem. Babamın doktorda olan bakışları anında bana döndü.

Yanlış duymadıysam annemin sesinde korku ve mutluluk, babamın bakışlarında endişe vardı.

 

...

 

Başımda inanılmaz bir ağrı vardı, gözlerimi zorlukla araladığımda gördüğüm ilk şey sol elimi tutan bir eldi.

"Baba?" Sesim çok boğuk ve çatallı çıkmıştı.

"İris nasılsın? Yorma kedini bekle doktoru çağıracağım ben." Diye konuştu elimi tutan Arslan.

Benim bir şey dememe fırsat vermeden odadan çıktı. Gözlerimi sıkıca kapatıp geri açtım. Rüya mı görmüştüm ben yine? Ama her şey ilk defa bu kadar gerçekçiydi.

Odadan içeriye önde Arslan, arkasında rüyamda gördüğüm doktor, doktorun arkasından Oktay albay, teyzem, Asuman teyze, İpek, Koray, Alaz, Meriç ve Oğuz girdi.

Doktor beni kontrol ettikten sonra çağırdığı bir hemşireye, serumuma ağrı kesici eklemesini söyledi ve bana dönüp herhangi bir problem olmadığını fakat bir süre daha gözetim altında kalmam gerektiğini söyleyip gitti.

Teyzem yanımdaki sandalyeye oturup saçımı okşadığında ağlama başladı. "Kuzum, çok korktum sana bir şey olacak diye." Bir yandan konuşuyor, bir yandan ağlıyordu.

"İyiyim, merak etme." Dedim çatallı sesimle. "Anne sen git dinlen istersen, bak İris iyi." Dedi İpek teyzeme bakarak. Teyzemin gözaltları şişmiş, gözleri kızarmıştı yorgun olduğu çok belliydi.

Teyzem bana bakmaya devam ettiğinde gülümsemeye çalışarak konuştum. "İyiyim ben, git dinlen sen. Hem sen yorgun olursan ben hastaneden çıkınca kim bakacak bana? Hadi git sen." Dedim. Çok konuştuğum için boğazım acımıştı.

"Anne siz beraber gidin eve sonra gelirsiniz." Dedi Arslan Asuman teyzeye hitaben.

"Tamam oğlum, çok geçmiş olsun kızım." Deyip teyzemin koluna girerek odadan çıkarttı. İpek'te onların arkasından çıktı.

"Geçmiş olsun yüzbaşım, bir an önce iyileş karargahta sana ihtiyacımız var." Oktay albayın konuşmasıyla kafamı ona doğru çevirip hafifçe aşağı doğru eğdim. "Emredersiniz komutanım, sağ olun." Diye cevap verdim.

"Herhangi bir sorun olursa beni arayın." Diye emir verdi odada bulunan time.

"Emredersiniz komutanım!" Diye hepsi birden cevap verdi. Hepsi yüksek sesle konuştuğu için ağrıyan başım daha çok ağrımıştı, yüzüm istemsizce buruştu.

Oktay albay arasını dönüp odadan çıktı. Oktay albay odadan çıkar çıkmaz Arslan, teyzemin kalktığı koltuğa oturdu.

Gözlerim odadaki beş adamın üzerinde gezindi. Dört adamında gözleri kızarıktı, Oğuz kafasını odaya girdiğinden beri kaldırmadığı için onun gözlerini görememiştim. Arslan hariç hepsi üzerlerini değiştirmişti fakat Arslan üzerinde benim kan lekelerimin bulunduğu üniformayla duruyordu, diğerlerine kıyasla saçları daha fazla dağılmıştı.

"Oğuz?" Dedim fakat boğazım susuzluktan çok acımıştı konuşmaya devam edemedim. "Emredin komutanım." Oğuzun sesi de çatallıydı ve sessizce konuştu. Başını kaldırmıyordu.

Arslan benim boğazımın acıdığını fark etmişti, belimden destek vererek doğrultup su içirdikten sonra dikkatlice geri yatırdı.

"Ne oldu sana? Kaldır kafanı." Dedim, su boğazımı yumuşattığı için daha rahat konuştum. Oğuz kafasını kaldırdığında gözlerim gözlerini buldu, onun gözleri de kıpkırmızıydı ve dolmuştu, her an ağlayacakmış gibi duruyordu.

"Ben özür dilerim komutanım. Benim yüzümden buradasınız, çok özür dilerim." Derken gözlerinden yaşlar süzülmeye başlamıştı bile. Etrafı kontrol etmek onun görevi olduğu için özür diliyordu, Boran'ları göremediği için.

"Saçmalama oğlum. Özür dilenecek bir şey yok." Dedim.

"Var komutanım. Benim dikkatsizliğim yüzünden siz şehi-" Gözlerini sıkıca kapatıp derin bir nefes aldıktan sonra tekrar araladı. "Ben çok özür dilerim komutanım, hakkınızı helal edin. Ben bu time layık değilim." Diye devam etti.

"Oğlum senin o söyleyemediğin şey, benim on iki yaşımdan beri hayalim olan mertebe. Ben dibimde olmalarına rağmen fark edemedim, o zaman bende bu time layık değilim. Oğuz, sen benim gördüğüm en iyi askerlerden birisin, saçmalamayı kes." Arada bir durup yutkunduktan sonra konuşmuştum.

Oğuz'un vicdan azabı çektiği, yaşlarla dolu olan gözlerinden belli oluyordu. "Duydun komutanı, şimdi o istifayı yırt at." Dedi Meriç Oğuz'a bakarak. Kaşlarımı çattım.

"Ne istifası?" Diye sordum, umarım saçma sapan bir şey yapmamıştır. Oğuz sessiz kalınca Meriç tekrar konuşmaya başladı.

"Oğuz istifa etmek istiyormuş komutanım. 'Ne bu time, ne de üniformayı giymeye layık değilim' diyor. Beni dinlemiyor, iki tane istifa mektubunu yırttım hâlâ vazgeçmiyor." Diğerleri de şaşkınlıkla ve kızgınlıkla Oğuz'a bakmaya başladılar. Onların da haberi yoktu demek ki.

"Ne saçalıyorsun oğlum sen!? Ne istifası Oğuz!?" Koray'ın bağırarak konuşması yüzümün buruşmasına sebep oldu. Hemşirenin yaptığı ağrı kesici ne kadar etki etmiş olsa da yüksek sesle konuşulunca başım tekrar ağrıyordu.

"Sessiz ol Koray. Sen de kendine gel, yok istifa falan." Diye uyarırcasına konuştu Arslan.

"Ama komutanım benim dikkat-" Diye konuşmaya başlayan Oğuz'un lafını yarıda kesip ben konuşmaya başladım.

"Ama falan yok Oğuz. Şimdi yırt o istifayı yoksa bir daha senin yüzüne bakmam, hakkımı da helal etmem." Dedim, hakkımı helal ederdim ne olursa olsun fakat şuan sadece istifa etmemesi için öyle demiştim.

"Komutanım yapmayın." Diye gözlerini büyüterek şaşkınca konuştu. Bir şey demeden bakmaya devam ettim, sonunda pes edip konuşmaya başladı. "Emredersiniz komutanım." Dedikten sonra cebinden katlanmış bir kağıt çıkartıp yırttı, dudaklarım mutlulukla iki yana kıvrıldı.

"Komutanım izninizle." Deyip cevabımı beklemeden gelip bana sarıldı Oğuz. Serumun takılı olduğu sağ elimi kaldırıp Oğuz'un sırtına koyup yavaşça vurdum.

Oğuz çok duygusal ve sevdiği insanlara düşkün biriydi, onların canının yanmasındansa gözünü kırpmadan ölmeyi göze alırdı. Bunun en büyük etkenlerinden biri yetimhanede büyümüş olmasıydı. Çok zor bir çocukluk geçirmişti Oğuz.

Oğuz geri çekildiği sırada kapı açıldı ve içeriye ağlayan bir adet Pusat girdi. Bir yandan da sinirle konuşuyordu. "Yeter Gece ya kaç saattir timiyle içeride, ben de göreceğim kardeşimi!" Pusat'ın arkasından Gece, Gülsüm teyze, Semra Teyze, Polat amca ve Gökmen amca girmişti.

İçeriye giren iki yarbayı ve iki albayı gören beş adam anında hazır ola geçip baş selamı verdi. Pusat yanıma gelip ellerini yanaklarıma koyduktan sonra alnıma minik bir öpücük bırakıp geri çekildi.

"Ben sana kılına zarar gelirse ağzına sıçarım demedim mi? Sen beni niye ciddiye almıyorsun?" Dedi gözünden akan yaşı silerken.

Biz Boran'ların yanındayken telefonla konuştuğumuz zaman demişti bunu bana. Polat amcadan uyarıcı bir öksürük geldiğinde Pusat başını ona çevirip bir şey demeden yanımdan uzaklaştı. Bir yandan da gözyaşların silmeye devam ediyordu.

Tim burada olmasa 'baba hak etti ama.' gibi cümleler kuracağına adım kadar emindim. Gülsüm teyze, Arslan'ın hazır ola geçmek için kalktığı sandalyeye oturup, Arslan'ın bıraktığı sol elimi okşamaya başladı.

Semra teyze de diğer tarafıma gelip saçımı okşamaya başladı. "Ağrın falan yok değil mi, iyisin?" Diye sordu Gece. "İyiyim." Dedim.

Semra teyzeler yarım saate yakın durduktan sonra dinlenmem için gittiler, timde onlarla birlikte çıkmıştı odadan.

Odada Gece, Pusat, Arslan ve ben kalmıştık sadece. "Şimdi söyle bakalım beni ciddiye almıyor musun sen?" Diye konuştu Pusat. Ne dediğini anlamamıştım. "Ne?" Diye sordum.

"Diyorum ki ben sana kılına zarar gelirse ağzına sıçarım dedim, sen beni ciddiye almıyor musun?" Benim Pusat'tan çekeceğim vardı gerçekten. Gözlerimi devirdim, sanki Baran' gidip de 'beni vur.' demiştim.

"Hadi o zaman hasta ziyaretinin kısası makbuldür derler, biz geldik gördük İris iyi şimdi de gidelim, hadi Pusat." Deyip Pusatın kolunu çekiştirmeye başladı. "Bu arada Arslan, istersen ben kalayım bu gece git dinlen sen. İki gündür çıkmadın hastaneden." Diye konuştu Gece.

"Gerek yok iyiyim ben böyle, gidin siz." Dedi Arslan. İki gün mü? İki gün boyunca üzerindeki üniformayı değiştirmek için dahi çıkmamış mıydı hastaneden?

"Ya bir dur bitanem ya çekiştirme. Önce yapmam gereken bir iş var sonra gideriz." Dedi Pusat. 'bitanem' mi? Açılmış mıydı Gece'ye?

"Bitanem?" Diye sorarcasına konuştum. "Bitanem?" Dedi Pusat sorarcasına.

"Siz operasyona çıkmadan önceki gece Pusat benimle konuştu. Sevgiliyiz." Oh be sonunda ilişki koçluğu yapmayı bırakacaktım.

"Benim romantikliğime ve çekiciliğime kimse karşı koyamaz demiştim." Diye konuştu Pusat. Gece gür bir kahkaha attı.

"'Seviyorum lan seni, sevgili olalım yeter.' demek çok romantik gerçekten Pusat. Ha bir de sürekli 'Gökmen amca yanında yok değil mi?' diye sorman ayrı bir romantiklik." Dedi Gece gülerek. Pusat'tan başka bir şey beklenmezdi zaten.

Kahkaha attım fakat dikişlerim acıdığı için sustum. Arslan da gür bir kahkaha atmıştı.

"İris öyle dedi 'git adam gibi seni seviyorum de' dedi, bende aradım söyledim. Senin cevabını duymadan Gökmen amcanın gazabına uğramak istemedim." Diye kendini savunmaya başladı Pusat.

"Ben sana bunu kastetmemiştim Pusat." Dedim gülerek.

"Olsun sonuçta kabul etti." Dedi Pusat sırıtarak. Onların adına sevinmiştim, birbirlerine çok yakışıyorlardı ve birbirlerini uzun zamandır sevdiklerini biliyordum.

"Hayırlı olsun." Dedi sol elimi okşayan Arslan içtenlikle.

"Darısı sizin başınıza eniş- yani Arslan." Dedi Gece ellerimize bakarak.Daha sonra Pusat'ı kolundan çekiştirerek odadan çıkartmayı başardı.

"İki gündür hastanede miyim ben?" Diye sordum başımı Arslan'dan tarafa çevirip. Kafasını aşağı yukarı sallayarak onayladı beni.

"Uyu dinlen hadi. İyileşmen için uyuman lazım." Uykum yoktu ki benim, serumuma kattıkları ilaç hafif de olsa uykumu getirmişti ama o kadar fazla değildi.

"Uykum yok ki ama." Dedim omzumu silkerek.

"Uyuman lazım ama." Dedi benim gibi omuz silkerek.

Dudaklarım iki yana kıvrıldı. "Boran'lar nerede?" Diye sordum. Arslan'ın gülen yüzü bir anda soldu ve gözlerini devirdi.

"Karargahtalar, konuşmamışlar daha. Sen düşünme şimdi onları." Dedi.

"Arslan, beni normal odaya ne zaman aldılar?" Diye sordum.

"Sen uyanmadan on dakika falan önce." Diye cevap verdi, elimi okşamaya devam ediyordu.

"Yoğun bakımdayken yanıma biri girdi mi?" Annemle babamı ilk defa bu kadar gerçekçi görmüştüm, saçmaydı biliyorum ama sorup içimi rahatlatmam lazımdı.

"Doktorlar dışında ben girdim bir kaç kere, başka da kimse girmedi. Neden soruyorsun?" Ne bekliyordum ki zaten annemle babamın gerçekten canlanıp geleceğini mi? Artık kendimi kandıramayacak kadar büyümüştüm, masallara inanacak yaşı da çoktan geçmiştim.

"Merak ettim." Dedim sadece. "Sen niye hiç ayrılmadın hastaneden?" Diye konuşmaya devam ettim. Üzerinde kanım olan üniformayı değiştirmek için bile gitmemişti hastaneden.

"Hadi uyu artık." Dedi sorumu es geçerek. "Arslan." Dedim cevap vermesi için uyarıcı ses tonuyla.

"İris." Dedi yine beni tekrar ederek. "Cevap verir misin?" Dedim. "Bilmiyorum, sanki uzaklaşırsam seni kaybedecekmişim gibi hissettim." Dediğinde saçma bir şekilde mutlu olmuştum. Bana değer veriyordu ve bu beni mutlu ediyordu.

"Sen niye benim önüme atlayıp, kendini kurşunlara siper ediyorsun?" Diye devam etti, sesi kızgın çıkıyordu. Eğer ben Arslan'ın önüne atlamasaydım vurulan kişi Arslan olacaktı, bunun vicdan azabını çekmişti muhtemelen.

"Şehit cenazesi görmek istemiyorum." Dedim.

"Kendini kurşunların önüne atarsan kendi şehit cenazeni göreceksin ama." Diye konuştu sinirle.

"Bu beni sadece mutlu eder." Dedim sinirle nefes alıp verdi ve ağzından bir şeyler mırıldanmaya başladığında gözlerim istemsiz bir şekilde kapanmaya başladı.

 

...

Bileğimdeki, ucu mağaranın tavanındaki kancaya bağlı olan kelepçeyi çekiştirerek bağırıyordum. Patlamadan sonra gözümü açtığımda kendimi bu mağarada bağlı bir şekilde bulmuştum.

"Karşımda Nihat Yüzbaşı onun yanında İlhan Yüzbaşı, Yakup Üsteğmen, Ahmet Başçavuş, Doruk Üstçavuş; benim sol tarafımda Kadir Üstçavuş, sağ tarafımda yaralı Pusat, onun yanında Gece ve Yasin Başçavuş elleri benim gibi tavandan bağlı bir şekilde duruyorlardı.

Pusat hariç hepimiz uyanmıştık fakat Pusat bir türlü gözlerini açmak bilmiyordu. Gece, Pusat'ın uyanmadığını gördükçe daha çok ağlıyor ve bağırıyor, kollarını kopartmak istercesine çekiştiriyordu, kelepçelerden kurtulmak için.

Benimde gözümden yaşlar akmaya başlamıştı, kendimi tutup gözyaşlarımı durdurdum. İçeriye elinde silah olan üç terörist, arkalarından da liderleri olduğu belli olan terörist girdi. Üç terörist hemen silahlarını teker teker üzerimizde gezdirmeye başladılar.

Ellerimiz bağlı olmasına rağmen üç kişi silahını doğrultmuştu bize. İşte Türk askerinden bu kadar korkuyorlardı.

Liderleri olan terörist, sarı dişlerini göstererek iğrenç bir kahkaha atıp konuşmaya başladı.

"Siz Türkler çok kibirlisiniz, kendinizi hep en yüksekte görüyorsunuz. Ama bir gün hepiniz bizim karşımızda diz çökeceksiniz, çöktüreceğiz! Bize ait olan toprakları sizden geri alacağız ve siz sadece diz çöküp izleyeceksiniz!" Diye bağırarak konuşmaya başladı.

"Siktir lan oradan! Sen kimsin de benim ülkeme göz koyuyorsun pezevenk!" Diye bağırdı İlhan Yüzbaşı.

"Bizim topraklarımızı alırken bize diz çöktürtecekmiş birde. Ulan korkak herif, ellerimizin bağlı olmasına rağmen itlerinin arkasına sığınıyorsun! Neyi, kimden diz çöktürüp alacaksın sen!" Dedim, ilk cümleyi gülerek söylemiştim.

"Öyle mi? Şuan benim elimdesiniz ama. Benim tek bir hareketimle hepiniz ölürsünüz, bunu unutmayın."

"Biz ölmeyiz! Şehit oluruz! Bu da bizim için şereftir!" Dedi Yakup Üsteğmen.

"Bizi şehit edebilirsin, ama yok edemezsin. Birimiz gider binimiz gelir." Dedi Doruk Üstçavuş.

"Bende bininizi öldürürüm o zaman." Dedi sarı dişli lider terörist.

"Türkleri yok etmeye ne senin gücün yeter ne de feriştahının. Türkleri yok etmeye hiç birinizin gücü yetmez. Ama bekle bir gün Türkler sizi yok edecek! Soyunuz kuruyana kadar durmayacaklar. İstersen bizi istersen binimizi şehit et, bir gün bir Türk gelir seni ve senin gibileri dizlerinin üzerine çöktürüp kafanıza sıkar." Dedi Nihat Yüzbaşı.

Sarı dişli terörist Nihat abinin söylediği sözlere sinirlenmiş olacak ki gidip Nihat abinin vücuduna gelişigüzel yumruklar atmaya başladı. Daha sonra silahını çıkartıp Nihat abinin alnına dayadı namluyu.

"Senden başlayalım o zaman öldürmeye!"

 

***

 

 

Bölüm sonu.☘️

 

Okuduğunuz için teşekkür ederim. Umarım bölüm hoşunuza gitmiştir. Oy verip yorum yapmayı unutmayın lütfen.

 

Görüşmek üzere...🤗

Bölüm : 13.01.2025 21:03 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...