
Merhaba, hepiniz hoş geldiniz. Oy verip, yorum yaparsanız sevinirim. Yazım yanlışlarım varsa kusura bakmayın. Keyifli okumalar... ☘️
Instagram: lavinyaofficial_
Ey Türk gençliği! Birinci vazifen; Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin. Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.
Mustafa Kemal Atatürk
***
Gözlerim hızla saklanacak bir yer bulmak için etrafta gezinmeye başladı.
"-İris çık o evden hemen!" Diye bağırdı Arslan.
Kapıya doğru adım attığımda ayağımın altından gelen ses ile kaşlarım çatıldı. Yere eğilip halıyı kaldırdım, sığınak girişi gibi bir yer vardı.
"Arslan uzaklaşın!" Diye bağırdım.
Kapağı tutup kaldırdım. Doğru tahmin etmiştim, sığınak gibi bir yer vardı burada. Hızla merdivenlerden aşağıya indim ve kapağı kapatıp dar ve uzun koridorda koşmaya başladım.
Tahta kapı bomba patladığı zaman tam korumazdı. Bir yandan da kulağımdaki kulaklıktan timin bana seslendiğini duyuyordum. Cevap vereceğim sırada bomba patladı.
Bombanın sesi kulaklarımı çınlattı. Kendimi yere atıp ellerimle kulaklarımı kapattım, gözlerimi sıkıca yumdum.
"-İris!" Arslan'ın bağırması doldu kulaklarıma. Timde aynı şekilde 'komutanım!' diye bağırıyorlardı.
Ellerimi kulaklarımdan çektim ve gözlerimi açtım. Koridor tozla dolmuştu, boynumdaki fularımla ağızımı ve burnumu kapattım ve yürümeye devam ettim.
"-Koray çekil! İris!" Diye bağırıyordu Arslan. Sanırım eve girmeye çalışıyordu fakat Koray onu tutuyordu.
"Arslan iyiyim." Dedim ama galiba beni duymuyorlardı çünkü cevap vermemişlerdi.
"-İris ses ver! Koray bırak! İris orada bırak beni!" Diye bağırmaya devam ediyordu Arslan.
Koridor nereye çıkıyordu bilmiyordum. Karşıma terörist çıkma ihtimaliyle dikkatli ve sessizce yürüyordum. Patlamadan dolayı başımda inanilmaz bir ağrı vardı.
"-Komutanım ses verin! Lütfen!" Diye bağırdı bu sefer Meriç. Onlarla konuşmaya çalışsam da beni duymuyorlardı.
Koridorda biraz daha yürüdükten sonra karşıma bir kapı çıktı.
"-Komutanım!" Diye bağırıyorlardı hepsi.
"-Komutanım! Bir durun lütfen! Ev yanıyor giremezsiniz!" Diye bağırdı Koray.
Yavaşça kapıyı açtığımda temiz hava yüzüme vurmuştu, sonunda dışarıya çıkmıştım.
"İris içeride Koray! Bırak!" Diye bağırdı bu sefer Arslan.
"-Herkes işine baksın! Dağılın evlere!" Oğuz galiba patlamadan dolayı evlerinden çıkan köylülere bağırıyordu.
Etrafa baktığımda köyden bir kaç metre ilerideki ormanda olduğumu anladım. Az önce parçalara ayrılmaktan kıl payı kurtulduğum eve baktım. Etrafında toplaşan köylülere rağmen Arslan'ı gördüm.
Koray zor tutuyordu. Arslan deli gibi eve girmek için çırpınıp bağırıyordu. Oğuz köylüleri uzaklaştırmaya çalışıyordu, Meriç'de Lewis ve diğer teröristin başında bekliyordu.
Onlara doğru yürümeye başladım. Beni ilk fark eden kişi köylülerle tartışan Oğuz'du.
"-Komutanım, siz?" Dedi ve devam edemedi. Gözlerini irice açıp bana bakıyordu sadece.
"-Ne diyorsun Oğuz?" Diye sordu Koray.
Meriç, Oğuz'a bakmak için arkasını döndüğünde beni gördü. "-Lan nasıl?" şokla konuştu.
Köylülerin arasından geçip Oğuz'un yanına gittim. Elini kaldırıp omzuma koydu, "Gerçeksiniz." Dedi. Daha sonra beni kendine çekip sarıldı.
Meriç bir yanan eve bir de bize bakıyordu. "-Meriç, Oğuz ne oluyor? Sen kime sarılıyorsun?" Dedi Alaz.
"Gerçeğim." Dedim.
"İris komutana sarılıyor." Dedi Meriç sanki imkansız bir şeymiş gibi. Aslında beni evde bildikleri için öldüğümü düşünmüşlerdi.
"-Ne?" Dedi Alaz. Oğuz'dan ayrılıp Arslan'ların olduğu yere baktım.
Arslan hızla arkasını dönüp bana baktı. Beni baştan aşağı süzdükten sonra Koray'ın tutuşundan sıyrılıp bana koşarak sarıldı.
"Nasıl çıktın?" Diye sordu benden ayrıldıktan sonra. Oğuz'da köylüleri göndermeye çalışıyordu.
"Komutanım iyi misiniz? Yaralandınız mı?" Diye sordu Meriç.
"İyiyim yok bir şeyim. Evde tünel vardı." Dedim. Koray'la göz göze geldiğimizde ufak bir tebessümle başını eğip kaldırdı. Bende aynı şekilde karşılık verdim.
Gözlerimi tekrardan Arslan'la buluşturdum. Beni tekrar hızla kendine çekip sarıldı. Ellerimi beline doladım, başımı da göğsüne yasladım. Nedensizce Arslan'a sarılmak bana huzur veriyordu.
Bir süre Arslan'la sarılı kaldıktan sonra ayrıldık. "Hadi gidelim şuradan." Dedi Arslan.
Köyden çıkarken gözlerim etrafta gezindi, ileride bir evin penceresinden bize doğru bakan bir çift göz gördüm. İçimde tarifsiz bir his oluştu ama merak eden köylülerden birisiydi muhtemelen. Umursamadan önüme dönüp ilerlemeye başladım.
...
"-Komutanım, Baran'ı atamadık helikopterden içimde kaldı. Bunu atalım mı?" Diye sordu Meriç. Ufak bir kahkaha attım.
"-Ne helikopterden atması?" Diye sordu Arslan. O operasyonda olmadığı için bilmiyordu.
"-Komutanım şimdi biz bu Baran şerefsizini yakalamıştık ya. Helikopterle dönerken de ben 'Baran'ı atalım ayağı kaydı düştü deriz.' dedim. İris komutan da 'helikopter inmeye başladı, şimdi atarsak bir yeri kırılır yine başımıza kalır. Bir dahaki sefere atarız.' dedi atamadık. Bu da benim içimde kaldı. Şerefsiz şerefsizdir ayrım yapılmaz, bunu atalım mı?" Diye uzunca açıkladı Meriç. Nefes almadan konuşmuştu.
Arslan da gür bir kahkaha attı. Meriç'in hafızasına hayran kalmıştım, konuşulanları kelimesi kelimesine hatırlıyordu.
Şuan helikopterin bizi alacağı yere yürüyorduk. Hava yavaştan aydınlanmaya başlamıştı bile. Gün doğarken gökyüzü mükemmel görünüyordu bence.
"-Valla komutanım bence de atalım. Hem eğeleniriz." Dedi Alaz.
"Bence sorguda daha çok eğeleniriz." Diye cevap verdim.
"-Ben de İris komutana katılıyorum, sorguda daha çok eğeleniriz bu şerefsizle." Dedi Koray.
"Benim kılıma dokunamazsınız siz!" Diye bağırdı Lewis. Bu sefer ben kahkaha atmaya başladım.
"Ankara'ya gidelim bir görürüz dokunur muyuz, dokunamaz mıyız?" Dedim gülmeye devam ederken.
...
"Almanlar, Lewis'i yakalamak için iş birliği yapmak istiyorlar. Yarın sabah Alman büyük elçiliğinden bir yetkili burada olacak." Dedi Oktay Albay sorgu odasında bekleyen Lewis'e bakarak.
"Lewis'in bizim elimizde olduğunu biliyorlar mı komutanım?" Diye sordum.
Ankara'ya geleli yaklaşık bir saat olmuştu. Bu sürede Arslan ve ben hariç Anka timi karargahtan ayrılmıştı. Biz de, Lewis'in sorgusu için bekliyorduk.
"Hayır yüzbaşım." Diye cevap verdi Oktay Albay.
"Peki söyleyecek miyiz?" Diye sordu Arslan bu sefer.
"Şu anlık hayır. Onlarla iş birliği yapıyor gibi görüneceğiz." Dedi Oktay Albay.
"Komutanım sorgusu ne zaman başlayacak?" Diye sordum. Hemen başlasa da bitse keşke, çok uykum vardı.
"Siz bir girin yoklayın. Eğer konuşmazsa asıl sorgu yarın başlayacak zaten, fazla zorlamayın." Dedi Oktay albay.
Hazır ola geçip selam verdikten sonra odadan çıktık.
Lewis'in bulunduğu odaya girdiğimizde, Lewis sırıtarak bize bakmaya başladı.
"Ooo sonunda benim burada olduğumu hatırladınız." Diye konuştu, bir yandan da sırıtıyordu.
"İyi misin?" Diye sordu Arslan dalga geçer biçimde.
"Çok iyiyim." Diye cevap verdi Lewis, sırıtmasını bozmadan.
"Yakalanmak nasıl bir his?" Diye sordum gülerek.
"Bilmem daha yeni yakalandım, nasıl bir his tam bilmiyorum ama bence sen benden daha iyi bilirsin, malum." Dedi yüzündeki iğrenç sırıtmasıyla.
Ne demek istediğini anlamıştım. Albayın karşısında Lewis'i dövmemek için ellerimi sıkıca yumruk yaptım, sakin olmaya çalışarak derin nefesler alıp vermeye başladım.
"Ne demek istiyorsun?" Diye sordu Arslan.
"O benim ne demek istediğimi anladı. Değil mi İris Yüzbaşı?" Dedi.
Kendime hakim olup dudaklarıma yalandan bir gülümseme kondurdum ve Lewis'e doğru yürümeye başladım.
"Baban nasıl?" Diye sordum. Babasını araştırdığım zaman bir iş insanı değil iş insanı kılığında teröristlere destek veren, silah ve para yardımı yapan bir adam olduğunu öğrenmiştim.
"Çok iyi." Dedi ama sırıtan yüzü yavaşça solmuştu.
"Emin misin?" Dedim gülümseyerek, "Babanın şuan nerde olduğunu biliyor musun?" Diye sordum.
"Ne demek istiyorsun?" Diye sordu kaşlarını çatarak.
"Sen benim ne demek istediğimi anladın bence." Dedim onun Arslan'a dediği gibi. "Baban şuan Türk askerinin güvenli kolları arasında." Babasının nerde olduğunu bilmiyordum ama blöf yapmaktan zarar gelmezdi.
"Saçmalama! Babamın nerede olduğunu bulamazsınız!" Dedi sinirle. Şimdi dudaklarımda gerçek bir gülümseme vardı.
"Şansına küs Lewis, babanın yerini bulduk ve şuan bizim askerlerimizin yanında." Gülümsemem daha çok sinirlerini bozuyordu.
"Eğer bildiklerini anlatmazsan babana yapacağımız şeylerin sorumlusu biz olmayız." Dedi Arslan bana uyarak.
"Bir şey yapamazsınız." Kendinden emin bir şekilde konuşmasına güldüm.
"Neden? Sonuçta baban da senin gibi bir katil değil mi? Teröristlerle iş birliği yapan şerefsiz bir katil." Dedim.
"Doğru konuş babam hakkında!" Ellerindeki kelepçeleri çekiştirerek bağırmaya başladı.
"Anlat." Lewis'in bağırmasına karşılık gayet sakince konuştu Arslan.
"Anlatılacak bir şey yok! Ben konuşturamazsınız! Bu yaptığınız suç, ben Alman vatandaşıyım! Almanya buna izin vermez!" Diye bağırdı Lewis.
"Burası Türkiye, kimin vatandaşı olduğun beni ilgilendirmez. Sen eğer benim ülkeme zarar vermeye çalışırsan bunun bedelini en ağır şekilde ödersin." Dedim.
"Duydun, ya paşa paşa anlatırsın ya da keyfin bilir." Dedi Arslan.
"Ağzımdan tek bir laf alamazsınız! İstediğinizi yapın!" Diye bağırdı Lewis.
Tam konuşacağım sırada odanın içinde bulunan telefon çaldı, Gidip telefonu kulağıma dayadım. "Yüzbaşım bu kadar yeter, sabaha kadar düşünsün. Asıl sorgu sabah yapılacak." Dedi Oktay albay.
"Emredersiniz." Deyip telefonu yerine koydum. Arslan'a ufak bir baş hareketiyle çıkacağımızı belirttim, o da başını hafifçe aşağı yukarı sallayıp onayladı.
"Peki, sen bilirsin. Bizim biraz babanla işimiz var sen dinlen burada rahatına bak. Sonra görüşürüz." Gülerek konuştuktan sonra arkamı dönüp odadan çıktım.
Arslan da, Lewis'e bir şeyler söyledikten sonra arkamdan dışarıya çıktı.
...
"Arslan arabayı sen kullansana." Dedim anahtarı Arslan'a uzatarak. Çok uykum vardı.
Lewis'in sorgusu bittikten sonra biraz Oktay Albay ile konuşup karargahtan çıkmıştık.
"Olur." Deyip anahtarı elimden aldı Arslan.
Arabaya bindim kafamı arkaya yaslayıp gözlerimi kapattım. Bir süre sonra araba durduğunda Arslan inip benim kapımı açtı.
"İris?" Diye sessizce konuştu ama benim gözlerimi açasım yoktu. Beni arabada bırakıp gidebilirdi bence.
"İris?" Tekrardan seslenip, bir elini bacaklarımın altına diğer elini belime yerleştirip kucağına aldı. Refleksle kollarımı boynuna doladığımda güldüğünü duydum.
Dudaklarını saçlarımda hissettim, daha sonra yürümeye başladı. Şuan gözlerimi açıp kendim yürüyebilirdim ama yerim çok rahattı. Adımlarını durdurup kapıyı çaldıktan sonra bir süre bekledi.
"İris?" İpek'in şaşkın sesi kulaklarıma doldu. "Uyuyor, yorgundu baya uyuya kaldı." Dedi Arslan fısıldayarak.
Tekrar yürümeye başladı. Sırtım yumuşak yatakla buluştuğunda istemeden de olsa ellerimi Arslan'ın boynundan çektim.
Alnımda Arslan'ın yumuşak dudaklarını hissetikten sonra kendimi uykunun kollarına bıraktım.
...
"Dur lan!" Diye bağırdı İlhan Üsteğmen.
Sarı dişli terörist sırıtarak İlhan abiye baktı ama silahı hâlâ daha Nihat abinin alnında duruyordu.
"Neden durayım? Biriniz gidince bininiz gelmiyor muydu? Gelsin işte bininiz." Bu adamın konuşması midemi bulandırıyordu.
"Seni gebertirim!" Diye bağırdım. Sarı dişli terörist bana doğru dönüp yürümeye başladı. Yanıma gelip pis ellerini saçıma doladı ve sertçe geriye doğru çekti.
"Yapsana hadi! Gebert beni! Yapamazsın, güç bende! Bunu öğreneceksiniz." Deyip saçımı bıraktı ve adamının yanına adımlayıp kulağına bir şeyler fısıldadı.
Adam mağaradan çıkıp gittiğinde gözlerim Nihat abiye kaydı. Bana baktığında gülümseyip gözlerini yumdu sorun yok dercesine.
Az önce mağaradan çıkan terörist ve yanında üç adam daha, içinde su dolu bir varille mağaraya geri girdiler. Varili Nihat abinin önüne koyduktan sonra kelepçeyi çözdüler. Sarı dişli şerefsiz, Nihat abinin saçından tutup başını suyun içine soktu.
"Lan pezevenk!" Diye bağırdı Yakup Üsteğmen bileklerindeki kelepçeleri çekiştirerek.
"Bırak lan!" Doruk üstçavuş da bileklerini çekiştirerek bağırdı.
"Şerefsiz!" Gece'de boğazı yırtılırcasına bağırıyordu.
Bütün tim bağırıp bileklerimizi kelepçelerden kurtulabilirmişiz gibi çekiştiriyorduk fakat sarı dişli terörist bundan zevk alırmış gibi kahkaha atıyordu. Nihat abinin başını bir saniyeliğine çıkartıp geri soktu.
Uzun bir süre bu böyle devam etti, Nihat abinin bedeni hareket etmeyi bıraktığında başını sudan çıkarttı.
Nihat abinin gözleri kapalıydı. Sarı dişli terörist elini Nihat abinin boynuna götürüp nabzına baktı. Hepimiz susmuş sadece Nihat abiye bakıyorduk. "Gebermiş." Dedi gülerek.
"Ne?" Diye fısıldadı Kadir Üstçavuş.
Teröristler Nihat abinin bedenini bıraktığında sertçe yere yığıldı.
Nihat abi şehit olmuştu.
...
Bedenimin sarsılmasıyla gözlerimi açtım. Refleksle bedenimi sarsan kişiyi yatağa çekip üstüne çıktım ve bir elimi boğazına doladım, diğer elim de yastığımın altına gitti.
Kendime geldiğimde altımdaki kişinin Arslan olduğunu fark ettim. Derin bir nefes aldım boğazındaki elimi çekip kendimi yatağın diğer tarafına attım.
"Kusura bakma, silahın bende kalmış onu getirmiştim kapıyı teyzen açtı ona verecektim ama 'tutamam ben' dedi, o yüzden ben getirdim. Kabus gördüğünü fark edince de uyandırayım dedim." Dedi Arslan.
Başımı salladım. "Teşekkürler, ama bir daha ben uyurken odama girme." Dedim yatakta doğrulup komodinin üzerindeki suyu alıp içmeden önce. Sesim gereğinden fazla sert çıkmıştı.
"Peki, kusura bakma tekrardan. Özür dilerim." Deyip hızla çıktı odadan. Komodinin üzerindeki silaha bakıp derin bir nefes verdim. Beni yanlış anlamıştı.
"Arslan!" Diye seslenip odamdan çıktım. Merdivenlere geldiğimde kapının kapandığını duydum. Hızlıca aşağı inip kapıyı açtım ve teyzemin terliklerini giyip koşturarak Arslan'ın peşinden gittim.
"Arslan! Bir dursana ya!" Sesim fazla yüksek değildi. Arslan durmayınca kolundan tutup durdurdum.
"Arslan sana diyorum." Gözlerimin içine bakıp kolunu çekmeye çalıştı ama daha sert tuttum.
"Efendim İris?" Dedi ifadesiz bir ses tonuyla.
"Arslan küsme hemen çocuk gibi ya. Yanlış anladın beni."
"Çocuk gibi küsmüyorum İris."
"Ya ne yapıyorsun?"
"Odama girme dedin, bende çıktım." Dedi gözlerini kaçırarak.
"Ben öyle mi dedim ya? Ben uyurken odama girme dedim."
"Aradaki fark ne? Kusura bakma rahatsız ettim." Deyip yürümeye başladı.
Durması için önüne geçtim, sağımdan geçmeye çalıştı. Yine önüne geçmek için sağa doğru adım attım, bu defa solumdan geçmeye çalıştı.
"Eh yeter be! Amma nazlısın he! Bir dinle ya!" Dedim dayanamayarak. Nazlısın dediğimde yine seri katil bakışlarını bana çevirdi.
"Ben nazlı deği-" Diyecekken sözünü böldüm. "Sen Nazlısın Arslan!" Dedim.
"Silahım eğer yastığımın altında olsaydı seni istemeden vurabilirdim. Kabustan uyandığım zaman, kabusun etkisiyle yanımdakilere zarar verebiliyorum. Bu yüzden girme dedim. Rahatsız olduğumdan değil, senden rahatsız olsam kulübede odama çağırmazdım." Dedim uzun uzun açıklayarak.
Arslan bir süre bana baktı ve daha sonra bir şey demeden bana sarıldı, birkaç dakika orada sarılı bir şekilde durduktan sonra biraz konuşup evlere girdik.
...
Sabaha kadar yatakta dönüp durmuştum ama bir türlü uyku tutmamıştı, uyuyamadığım için sabah altı buçukta koşmak için dışarıya çıktım. Koşacağım park uzak olduğu için ve aniden karargahtan çağırırlarsa diye arabayla gitmiştim.
İki saat boyunca koşu alanında koştuktan sonra arabaya doğru ilerlemeye başladım. Eve gidip, duş aldıktan sonra karargaha gidecektim Lewis'in sorgusu için.
Arabaya binip yola çıktım kırmızı ışıkta durduğum zaman sanki biri beni izliyormuş gibi hissettim. İş ve okul saati olduğu için etrafta arabalar fazlaydı. Gözlerim etrafta gezindi ama dikkatimi çeken bir şey görmedim.
Yeşil ışık yandığında hareket ettim, biraz hızlanacağım sırada önüme on dört, on beş yaşlarında bir çocuk atladı.
Frene bassam da çocuğa çarpmıştım, çocuk dengesini kaybedip yere düştü. Arabadan inip hızla çocuğun yanın gittim. Düştüğü için dirseği kanıyordu, ayağa kalkmaya çalıştığı zaman durdurdum.
"Dur kalkma. Bir yerin kırık olabilir." Dedim. Bu sırada bir kaç insan etrafımıza toplandı. Çocuk tekrar kalkmak istediğinde yine durdurdum.
"Kadınlara ehliyet verirsen olacağı bu işte." Diye konuştu otuzlu yaşlarında bir adam.
"Ya dursana!" Diye sesimi yükselttim hafifçe. O sırada etrafta bulunan insanlardan bir tane teyze konuştu.
"Hem çocuğa çarpıyorsun hem de bağırıyorsun, hem suçlu hem güçlü. Kalk oğlum sen." Deyip çocuğun kolundan tutup kaldırmaya çalıştı, çocuğun canı yanmış olacak ki acıyla inledi.
"Teyze bıraksana çocuğu, canını acıtıyorsun!" Diye konuştum, sesim yüksek olmasa da sertti.
"Çocuğun yakını kim!" Diye bağırdım bu sefer. Kimseden ses çıkmayınca çocuğa döndüm, ağlıyordu.
"Abla Allah rızası için bırak beni gideyim." Dedi yalvarırcasına.
"Ailen burada mı?" Diye sordum. Başını eğip iki yana salladı ve geldiği yöne baktı. Gözleri korkuyla büyüdü ve tekrar kalkmaya çalıştı ama canı yandığı için kalkamadı.
Çocuğun baktığı yere baktığımda üç tane iri yarı adam buraya doğru koşuyordu.
***
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE! 🇹🇷
Bölüm sonu.☘️
Okuduğunuz için teşekkür ederim. Umarım beğenmişsinizdir. Oy ve yorum yapmayı unutmayın lütfen.
Görüşmek üzere...🤗
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 2.38k Okunma |
470 Oy |
0 Takip |
40 Bölümlü Kitap |