18. Bölüm

18. Bölüm

Kübra
kubraq

 

 

 

Merhaba, hoş geldiniz. Oy verip yorum yapmayı unutmayın lütfen. Umarım beğenirsiniz, keyifli okumalar...🍀

 

 

Instagram: lavinyaofficial_

 

 

19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor bayramımız kutlu olsun. 🇹🇷

 

 

*** 

 

 

Çocuk başını ellerinin arasına alıp ağlamaya başladı. Bu sırada adamlar yanımıza gelmişti. Biri çocuğun yanağına tokat attıktan sonra kolundan tutup kaldırmaya çalıştı, adamın kolunu tutup ayağa kalktım.

"Kimsin sen?" Diye sordum.

"Sanane be kadın! Bırak kolumu!" Diye bağırdığında kolunu ters çevirip sırtına tekme attım, benim vurmamla beraber adam yere düştü. Bırak demişti bende bırakmıştım sonuç olarak.

Bir kaç kişi telefonunu çıkartıp video çekmeye başladığını gördüm.

"Herkes o telefonunu cebine koysun! Tek bir video çekeni görürsem o telefonları hepinize yediririm!" Diye bağırdım. Birkaç kişi telefonunu korkuyla cebine koydu. Gözlerim etrafta gezindi başka gelen biri yoktu.

"Çekil ayağımızın altından kadın! Bırak şu veledi!" Diye bağırdı daha tombul olan adam.

"Kimin ayak altında olduğu belli." Deyip yerdeki adamın ayağına bastım.

"Yürüyün gidin şuradan, bir taraflarınızı kırmayayım!" Diye devam ettim.

Diğer adam gülerek üstüme yürümeye başladı. "Sen mi bizim bir taraflarımızı kıracaksın?"

Elini kaldırıp vuracakken tutup büktüm. Tombul adam üstüme yürüdüğü zaman önce bacak arasına daha sonra karnına tekme atıp yere düşürdüm, aynı anda bileğini büktüğüm adam acıyla inledi, bileğini kırmıştım sanırım.

Bileğini bırakıp çenesine sertçe yumruk attım, ağzı açık olduğu için muhtemelen çenesini de kırmıştım. Adam bayılıp yere düştü. Dayanıksız herif.

Kaldı iki.

Kolunu çevirip yere düşürdüğüm adam elinde bıçakla üstüme doğru gelmeye başladı. Bıçağı salladığı zaman geriye çekildim, tekrar salladığı zaman yine geriye çekildim.

Üçüncü kez sallayacağı zaman bileğine vurup bıçağı düşürmesini sağladım ardından boynuna sertçe iki elimle vurup yere ittirdim. Bu da bayıldı, cüsselerine bakanda bir şey zanneder bunları.

Kaldı bir.

Adam bir eliyle karnını tutarken diğer eliyle de bana silah çekmişti. "Sakin ol." Dedim, ellerimi iki yana kaldırıp ona yaklaştım. Silaha ulaşabileceğim bir mesafeye geldiğimde durup gözlerinin içine baktım.

Hızla sol elimle bileğine, sağ elimle silaha vurup silahın yere düşmesini sağladım. Silah düştüğünde adam ne olduğunu anlamadan kalbinin üzerine bir kaç kez yumruk attıktan sonra alttan çenesine vurdum.

Tekrar bacak arasına tekme attığımda reflekse öne doğru eğildi, yüzüne dizimle vurup bayılttım.

Arkamı döndüğümde yirmi beş yaşlarında bir adam telefonunu cebine koydu. Adamları döverken bir tek onun video çektiğini görmüştüm.

Yanına gidip elimi uzattım. "Ver o telefonu." Vermeyince bağırdım. "Ver!"

Korkusu gözlerinden belli oluyordu. Ben olsam bende korkardım, karşısında üç tane, cüsseleri iki katım kadar olan adamları bayıltmıştım.

Telefonu elime aldığımda ekranı adama doğru döndürdüm. "Gir şifreyi." Bu sefer ikiletmeden şifreyi girdi. Galeriye girip videoyu sildim, çöp kutusundan da sildiğimde telefonu kapatıp havaya kaldırdım. Gözüm saniyeliğine yerde ayak bileğini tutup ağlayan çocuğa kaydı.

"Yapabildiğiniz bu mu!? Videoya çekmek mi!? Yedi tane sözde erkek var be burada! Sokakta bir insan şiddete uğrarken yapabildiğiniz tek şey bu telefonlarınızı çıkartıp video çekmek mi!?"

Bir yandan telefonu sallayıp bir yandan bağırıyordum. Az önce 'kadınlara ehliyet verirsen olacağı bu.' diyen adamın karşısına geçtim.

"'Kadınlara ehliyet verilirse olacağı bu.' diyorsun ya, sen çok adamsan gelip yardım etseydin! Ne diye susup izledin!? Sizin adamlığınız da, insanlığınız da beş para etmez be! Şimdi gidin evinize, mahallenize olmayan adamlığınızı taslayın! Dağılın film bitti!" Deyip telefonu yere fırlatıp kırdım.

Sıkılmıştım artık böyle sözde adamlardan. Gücünün yettiği birine karşı 'ben çok güçlüyüm' havalarına girip istediklerini söylüyorlardı ama karşılarına daha güçlü biri çıktığında ya da sokakta tanımadığı biri şiddet görüyorken sus pus oluyorlardı.

Çocuğun yanına gittiğimde irkilerek elleriyle yüzünü sakladı. "Şşş korkma. Sana bir şey yapmam yakışıklı." Sanki daha demin boğazı yırtılırcasına bağıran ben değilmişim gibi sakin konuştum. Çocuk ellerini indirdiğinde göz kırptım.

"Yürüyebilecek misin?" Diye sordum. Başını iki yana salladı. "Bileğim çok acıyor." Dedi. Yanına eğilip konuştum. "Kollarını boynuma dola." Biraz gözlerime baktıktan sonra dediğimi yaptı.

Çocuğu yavaşça kucağıma alıp sağ ön koltuğa oturttum. "Şuradaki kalemi verir misin bana?" Dedim. Kalemi alıp bana verdi.

Az önce telefonunu kırdığım adamın yanına gidip bileğini tuttum, adam geri çekmek istediğinde bileğini sıktığım için çekemedi.

Avcunun içine telefon numaramı yazdım. "Bir telefon bulduğunda bu numarayı ara masraflarını ben karşılayacağım, 'ben telefonunu kırdığın sözde erkeğim' dersen tanırım." Deyip telefonumu çıkartıp baygın üç adamın yanına gittim.

Üçünün de yüzlerinin fotoğrafını çektikten sonra arabaya bindim.

"Emniyet kemerini bağla." Dedim yanımdaki çocuğa. Arabayı çalıştırıp İpek'in çalıştığı hastaneye doğru sürmeye başladım.

"Senin ailen nerde? Telefon numarası ezberinde mi?" Diye sordum. Bir süre sustuktan sonra konuştu. "Yoklar." Dedi.

"Nasıl, annen ve baban yok mu?" Diye sordum bu sefer. Kafasını iki yana salladı.

"Yoklar. Kimsesizim ben." Dedi dudaklarında buruk bir tebessümle.

"Yetimhane de mi kalıyorsun?" Kafasını aşağı yukarıya sallayarak onayladı bu sefer.

"Yetimhanede yetkili birisinin telefon numarası ezberinde mi?" Diye sordum. "Müdür yardımcımızın telefon numarasını biliyorum." Dedi. Cebimden telefonu çıkartıp ona uzattım. "Yaz." Telefona numarayı yazdıktan sonra bana uzattı.

Telefonu almadım. "Sen konuş. Hastaneye gittiğini söyle, ben konumu atarım o numaraya. Kimliğin yanında değilse gelirken kimliğini getirsin." Dedim gözlerimi yoldan çekmeden.

Çocuk tam arayacağı zaman telefonum çalmaya başladı.

"Abla, 'nazlı Arslan' diye biri arıyor." Dedi çocuk. Dün gece naz yapıp gittiği için böyle kaydetmiştim. Dudaklarımda anlık bir tebessüm belirse de anında yok edip konuştum.

"Kapat, sen müdür yardımcısını ara." Dedim. Çocuk Arslan'ın aramasını reddedip müdür yardımcısını aradı.

"Abi, benim Mert. Ben hastaneye gidiyorum, bu numaradan konum atacağım. Kimliğim yanımda değil de getirebilir misin?" Dedi çocuk.

"Abi önemli bir şeyim yok, sağıma soluma bakmadan yola atladım araba çarptı. Bileğim acıyor sadece. Bana çarpan abla hastaneye götürüyor." Diye devam etti karşıdan gelen sesi duyduktan sonra.

"Tamam abi." Deyip telefonu kapatıp bana uzattı.

"Kaç yaşındasın Mert?" Diye sordum.

"On beş abla." Dedi.

Hastanenin önündeki park yerlerinden birine park edip arabadan indim. Arabanın etrafında dolaşıp inmeye çalışan Mert'in yanına gittim.

"Sar bakalım kollarını boynuma tekrardan." Dedim gülerek. Kollarını çekinerek boynuma doladı.

"Abla ben yürürdüm." Dedi, bir şey demeden yürümeye devam ettim. Acilin girişinde İpek'i görünce onun yanına doğru adımladım.

"Ne oldu?" İpek gözlerini şokla açıp bir bana bir de kucağımdaki çocuğa bakmaya başladı.

"Ya arabayla giderken birden karşıma çıktı Allah'tan yavaş gidiyordum da hızlı çarpmadım. Bileği acıyor." Dedim. "Kimliği yanında mı?" Diye sordu İpek. Başımı iki yana salladım. "Yakını getirecek."

"Tamam, gelin içeride bekleyin biraz." Deyip yürümeye başladı. İçerideki sandalyelerden birine çocuğu oturttum çaprazındaki sandalyeye ben, benim karşıma da İpek oturdu.

Telefonumu çıkartıp Mert'in konuştuğu kişiye konum attım. "Senin işin yok değil mi?" Diye sordum İpek'e

"Yok ya boşum, bir saat sonra falan hasta alımlarına başlayacağım." Dedi İpek, kafamı aşağı yukarı salladım.

"Bu arada annemi ara, deliye döndü kadın sabah seni göremeyince. Asuman teyzelerin kapısına dayandı, gece Arslan'la seni kavga ederken görmüş bahçede. Arslan'ın yakasına yapıştı 'ne söyledin kızıma da sabah kimseye söylemeden çıkıp gitti' diye hesap sordu." Dedi İpek.

Şokla İpek'e bakıyordum şuan. "Şakaysa komik değil İpek." Dedim.

"Valla gerçek." Dedi. "Annemin içinden canavar çıktı, görmen lazımdı."

"Koşuya gittim sadece." Şokla konuşmaya devam ettim. "Ben gideyim teyzemi arayım." Deyip ayaklandım.

Telefondan teyzemin numarasını tuşlayıp aradım. "Teyzem." Dedim açınca. "İris neredesin sen!?" Diye sordu kızgın bir sesle.

"Spor yapmaya gittim teyzem." Dedim şirince. "Sabahın köründe?" Diye sordu.

"Evet gece uyku tutmadı bende koşmaya gittim." Dedim. Daha sonra kısık sesle konuşmaya devam ettim. "Bordo bereliyim ben. Yatakta boş boş duramadım."

Güldüğünde bende güldüm. "Ne zaman geleceksin?" Diye sordu. "Birazdan karargaha geçeceğim. İşlerim bitince gelirim." Dedim.

"Tamam kuzum dikkatli ol." Dedi içtenlikle. "Tamam." Deyip kapattım telefonu.

Tam Arslan'ı arayacağım zaman onun araması düştü ekranıma. Telefonu yanıtlayıp kulağıma götürdüm. "Efendim."

"İyi misin?" Dedi Arslan endişeli bir ses tonuyla.

"İyiyim?" Dedim sorarcasına. Alt tarafı sabah kimseye haber vermeden evden çıkmıştım fazla panik yapıyorlardı.

"Neredesin?" Diye sordu bu kez.

"Hastanedeyim." Dedim etrafa bakınarak.

"Ne!? Ne oldu İris, ne işin var hastanede?" Diye sordu bu kez.

"Benim bir şeyim yok. Bir çocuğa çarptım onu getirdim. Çocukta da pek bir şey yok aslında sadece bileği kötü." Dedim.

"Hangi hastanedesin?" Diye sordu, hastanenin ismini söyleyip telefonu kapattım.

İçeriye geri girdiğimde İpek'le çocuk konuşuyordu, bende yerime tekrardan oturdum. Bir süre sonra yanımıza telaşla bir adam geldi. "Mert iyi misin?" Diye sordu endişeyle. Sanırım müdür yardımcısıydı.

"İyiyim abi, sadece bileğim acıyor." Dedi Mert.

Mert'i, İpek'in getirdiği tekerlekli sandalyeye oturttuktan sonra kayıt işlemlerini yaptık. Doktor için sıra beklerken ben de müdür yardımcısı ile konuşuyordum.

İpek işi olduğunu söyleyip gitmişti.

"Özgür Bey, Mert'in ailesi nerede?" Diye sordum Mert'in duyamayacağı bir ses tonuyla. Gözlerini kaçırdı. Tam cevap vereceği sırada Arslan nefes nefese yanımıza geldi.

"İyi misin?" Dedi beni süzerken. Kafamı sallayıp onayladım. "İyiyim."

Gözleri önce Özgür'e sonra Mert'e kaydı. "İyi misin yakışıklı?" Diye sordu Mert'in yanına çömelerek.

"Özgür Bey cevap verecek misiniz?" Diye sordum. "Şey." Dedi gözleri tekrardan etrafta gezinmeye başladı. Bir şey saklıyordu, ama zor bir soru sormamıştım ki sadece ailesi hayatta mı, değil mi bunu merak etmiştim.

"Mert sıran geldi, hadi." Deyip tekerlekli sandalyeyi itmeye başladı Özgür. Doktorun odasına girip japıyı kapattılar.

Arslan konuştuğunda ona doğru döndüm, gözleri ellerimdeydi. "Ellerine ne oldu?" Diye sordu. Gözlerim ellerime kaydı. Adamları döverken birazcık kızarmıştı.

"Hiçbir şey, Üç adamı dövdüm, o yüzden olmuştur." Dedim umursamazca.

"Kimi dövdün?" Diye sordu.

"Kim olduklarını bilmiyorum. Çocuğa çarptıktan sonra gelip çocuğa tokat attılar bende dövdüm." Çektiğim fotoğraflarla kim olduklarını bulmaya çalışacaktım.

Arslan konuşmak için ağzını açmıştı ki doktorun odasından çıkan Mert ve Özgür'ü görünce tekrardan sustu. Yanlarına gittik.

"Doktor ne dedi?" Diye sordum.

"Bileğinin röntgenini çekecekler." Dedi Özgür.

 

...

 

Şuan hastaneden çıkmış yetimhaneye doğru gidiyorduk. Özgür taksi ile geldiği için ben bırakıyordum. Arslan'da arkamızda kendi arabasıyla peşimizden geliyordu.

Mert'in bileği kırılmıştı, bu yüzden alçıya almışlardı.

Özgür bir garip davranıyordu. bir şeyler saklıyor gibiydi ama ne saklıyor olabilirdi bilmiyordum ve bu beni şüphelendiriyordu.

Arabaya binmeden önce Pusat'a dövdüğüm adamların fotoğraflarını atmıştım. Pusat'ın bilgisayarla arası çok iyiydi. Adamların kim olduğunu bulacağını düşünüyordum.

Yetimhanenin önüne geldiğimizde arabayı durdurdum.

Özgür inip bagajdaki tekerlekli sandalyeyi alıp açtı. Daha sonra Mert'i yavaşça kucağına alarak sandalyeye oturttu.

"Teşekkürler abla, her şey için." Dedi Mert bana bakarak. Onu adamların elinden kurtardığım için teşekkür ediyordu.

Ufak bir tebessümle yanına ilerlerim ve boylarımızı eşitlemek için eğildim. "Önemli değil, ama bir dahaki sefere daha dikkatli ol, karşıdan karşıya geçerken." Deyip göz kırptım.

Gülümseyerek kafasını tamam anlamında aşağı yukarı salladı. Özgür'de teşekkür ettikten sonra Mert'in sandalyesini itmeye başladı.

Arslan'a döndüğümde arabasının kaputuna yaşlanmış bana bakıyordu. "Karargaha gidiyorsun değil mi?" Diye sordum.

Başını hafifçe aşağı yukarı salladı. "Acele etmeliyiz geç bile kaldık." Dedi.

Benim karargaha gecikeceğimden Oktay Albayın haberi vardı ama Arslan'ın geç kalacağından haberi var mıydı bilmiyordum.

Arabaya binip karargaha doğru sürmeye başladım. Arslan'da aynı şekilde kendi arabasıyla geliyordu.

Kısa süre sonra karargaha geldiğimizde bir şey demeden üniformalarımızı giymek için odalarımıza girdik. Benim odam Arslan'ın odasının tam karşısındaki odaydı.

Üniformamı giydikten sonra saçlarımı sıkıca topladım. Bordo beremi de sol omzumdaki, üzerinde üç yıldız olan apoletimin arasından geçirdim.

Silahımı bacağımdaki yerine yerleştirdiğimde hazırdım. Aynanın karşısına geçip kendime baktım.

Gözlerim, dün gece uyumadığım için çok hafif şişmişti ama fark etmek için dikkatli bakmak gerekiyordu.

Odamdan çıktığımda karşımdaki odanın kapısı açıldı. Gözlerim içeriden çıkan Arslan'a kaydı.

Üniforma ona gerçekten çok yakışıyordu, onun kaslı vücuduna tam oturmuştu ve dik duruşuyla 'ben yıkılmam' diye bağırıyordu adeta.

Sarı saçları, ne çok uzun ne de çok kısaydı. Ama saçının bir tutamı alnına düşüyordu. Küçükken de saçının o tutamı hep alnına düşerdi ve Arslan buna çok sinir olurdu.

Hatta bir keresinde saçı önüne düşmesin diye yapıştırıcı bile sürmüştü saçına. Aklıma gelen şeylerle dudağımda bir tebessüm belirdi.

 

~~~ 

 

"Bak artık düşmüyor saçım. Babamın ki gibi düz duruyor." Dedi küçük Arslan eliyle saçını göstererek.

Küçük İris elindeki boyama kalemlerini bırakıp heyecanla saçını gösteren çocuğa döndü.

"Böyle de çok güzel saçların ama önüne düşünce daha tatlı duruyor." Deyip eliyle küçük Arslan'ın saçını bozmaya çalıştı İris.

Küçük çocuk saçlarının bozulmaması için geri geri yürüyordu.

"Yaa İris! Bozmaya çalışmasana saçlarımı! Yapıştırıcıyla zor yapıştırdım zaten! Hem bence senin saçların da uzunken çok güzeldi ama sen kestirdin, ben senin saçların uzasın diye çekiyor muyum saçlarını!?" Diye sitemle konuştu küçük çocuk.

Küçük İris saçları çok uzadığı için kestirmişti. Beline gelen saçları şuan sadece omuzunun bir kaç parmak aşağısında bitiyordu.

"Yapıştırıcıyla mı yapıştırdın? Hem saç çekince uzamaz ki, yoksa uzar mı?" Diye sordu küçük kız elleri saçlarını çekmek için saçlarına giderken.

Küçük çocuk hızla küçük kızın elini tuttu saçlarını çekmemesi için. "Uzar mı bilmiyorum ama çekme canın çok yanar, ağlarsın. Dün Aycan'ın saçı da benim arabamın tekerine dolandı çözmek için çekti canı yandı, ağladı." Dedi küçük Arslan kızın elini tutarken.

"Hem saçlarımı yapıştırıcıyla yapıştırdığımı kimseye söyleme tamam mı? Annem bir daha yapıştırıcı kullanmama izin vermez yoksa, çünkü birazcık odamı batırdım da." Dedi küçük çocuk. Birazcık derken parmaklarını birbirine yaklaştırıp gösterdi.

"Yapıştırma bir daha. Önüne düşünce daha güzel duruyor!" Dedi küçük İris kaşlarını çatıp kollarını birbirine dolayarak.

"Sende kesme bir daha saçlarını o zaman." Dedi küçük Arslan kaşlarını çatıp kollarını küçük kız gibi birbirine dolarken.

"Tamam ben bir daha saçımı kesmeyeceğim, sende yapıştırmayacaksın." Dedi küçük İris elini yumruk yapıp ona uzatarak.

Küçük Arslan'da elini yumruk yapıp kızın eline hafifçe vurdu. "Anlaştık."

 

~~~

 

"İris, yedin bitirdin bakışlarınla beni." Diye sırıtarak konuştu Arslan. Ağzımdan anlamadığımı belirten birkaç mırıldanma döküldü.

"Diyorum ki; biliyorum çok yakışıklı, çekici ve kaslıyım ama karargahtayız. Karargahtan çıkalım söz beni istediğin kadar yiyip bitirmene izin vereceğim." Diye sırıtarak konuşmaya devam etti.

Rezil oldum! Salak İris ne diye adama bakarak geçmişini düşünüyorsun ki!?

Gözlerim onun dışında her yerde gezinmeye başladı. Bu yerleri kimse silmiyor muydu ya, az da olsa tozlanmıştı. Sağ taraftaki ışık da sol taraftakine göre daha parlaktı.

"Ne kadar gıcık bir insan olduğunu düşünüyordum bir kere ben! Ayrıca niye yiyeyim seni!? Yemek misin sen!? Allah Allah! Niye karşıma geçip böyle duruyorsun ki sen! Hem bu saç tutamın da hiç tatlı ve çekici değil!" Deyip hızla yanından ayrıldım.

Bağırarak konuşmamıştım ama utancımı bastırmak için sinirli konuşmaya çalışmıştım. Son cümleyi söylerken elimle alnına düşen saç tutamını göstermiştim.

Arslan arkamdan gür bir kahkaha atıp hızla bana yetişti. Gülünecek ne vardı ya bunda.

"Tatlı değil mi saçım?" Diye sordu. Hâlâ gülüyordu.

"Değil." Dedim sinirle çıkartmaya çalıştığım ses tonumla. Çarpılacaktım şimdi yalan söylemekten.

"İris biliyor musun? Bir kız vardı saç tutamımı çok seviyordu, onun için yapıştırmıyorum. Aramızda bir anlaşma var." Deyip bana göz kırptı ve sırıtarak hızla yanımdan ayrıldı.

Ağzım bir karış açılmış bir şekilde arkasından bakıyordum. Benim için mi saçını öyle yapıyordu? Unutmamıştı anlaşmayı.

 

***

 

 

 

Bölüm sonu.🍀

 

 

Okuduğunuz için teşekkür ederim. Umarım beğenmişsinizdir. Oy verip yorum yaparsanız sevinirim.

 

 

Göüşmek üzere...🤗

Bölüm : 19.05.2025 23:22 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...