
Merhaba, hoş geldiniz. Oy verip yorum yaparsanız mutlu olurum. Umarım bölüm hoşunuza gider. Keyifli okumalar...🍀
Instagram: lavinyaofficial_
Bir önceki bölümü okumayı unutmayın.
***
"Komutanım öylece çekip gitmesine izin mi vereceğiz?" Diye sordum sinirle.
"Yapacak başka bir şey yok yüzbaşım." Dedi Oktay Albay.
Şuan Alman yetkililer Lewis'i alıp götürüyordu, üstelik kelepçe bile takmamışlardı. Elini kolunu sallaya sallaya gidiyordu şerefsiz. Bizim önümüzde dahi kelepçe takma zahmetine girmemişlerdi.
Lewis bizim olduğumuz tarafa bakarak sırıtıp, el salladı. Aynı anda sağ tarafımdaki Arslan küfürler etmeye başlamıştı ama yakınında sadece ben olduğum için bir tek ben duyuyordum Arslan'ın bu yaratıcı küfürlerini.
Oktay Albay ise benim sol tarafımdaydı.
"Komutanım ne olursunuz izin verin, beynini patlatayım pezev- şunun." Dedi Arslan son anda küfrü yarıda keserek.
"Şimdilik gitsin, daha sonra geri almasını biliriz. Sakin ol yüzbaşım." Dedi Oktay Albay gayet sakin bir ses tonuyla.
Lewis, Alman büyükelçiliğine ait olan arabaya binip karargahtan çıkmıştı.
Oktay Albay arkasını dönüp gittiğinde, bende hızla odama doğru yürümeye başladım. Odama girip rapor işlerini hallettikten sonra Mert'in yanına gidecektim.
Arslan'la, benim rezil olduğum konuşmadan sonra hiç baş başa kalmamıştık. Bu benim için daha iyiydi.
Rapor işlerini bitirip karargahtan hızlıca çıktım. Arslan'la konuşursam kesin o konuyu açacaktı çünkü 'karargahtan çıkalım söz beni yiyip bitirmene izin vereceğim.' demişti.
Hayır yani ne vardı sanki Arslan'ın suratına bakıp geçmişimdeki güzel şeyleri düşündüysem, bu illa onu yemek mi oluyordu canım? Hem Arslan yemek değildi ki nasıl yiyecektim onu? Aslında baklava olabilirdi çünkü karın kasları çok güzel görünüyordu.
Salak salak şeyler düşünme İris! Hem sanane ya adamın kasından baklavasından. Kim yerse yesin, afiyet olsun.
Yolun kenarında bir çiğköfteci gördüğümde durdum. Arabayı park edip dükkana girdim. İki tane dürüm çiğköfte, dört tane de ayran alıp çıktım.
Arabaya tekrar binip yetimhaneye doğru sürmeye başladım. İçimden bir ses Mert'in çiğköfte sevdiğini söylüyordu, umarım yanılmıyorumdur.
Yetimhaneye geldiğimde ilk önce Özgür'ün yanına çıktım. Mert'i görmeden önce ona sormam lazımdı. Okul saati olduğu için etrafta tek tük çocuk vardı, çoğu okuldaydı.
Özgür'ün odasını bulduğumda kapıyı tıklatıp içeriye girdim. Özgür bilgisayarındaki gözlerini bana çevirdiğinde ufak bir şaşkınlık yaşadı ama anında gülümseyerek şaşkınlığını saklamaya çalıştı.
"Merhaba, müsait misiniz Özgür Bey?" Diye sordum gülümseyerek. "Tabi ki buyurun İris Hanım." Diyerek masasının önündeki koltukları gösterdi Özgür. İçeriye girip gösterdiği koltuklardan birine oturdum.
"Ne için gelmiştiniz İris Hanım?" Diye sordu kibarca. "Mert ile görüşebilmem mümkün mü acaba Özgür Bey?" Diye sordum. Gözlerinde anlık korku belirdi.
"Elbette. Ben gidip haber vereyim kendisine." Dedi samimi olduğunu düşündüğü bir gülümsemeyle.
"Aslında Mert ile konuşmadan önce biraz sizinle konuşsam daha iyi olacak gibi." Dedim. Konuşmamla birlikte Özgür kalktığı sandalyeye geri oturdu.
"Sizi dinliyorum." Dedi. "Aksine ben sizi dinliyorum Özgür Bey, sabah size sorduğum sorunun cevabını bir türlü duyamadım." Dedim. Mert'in ailesi hakkında olan sorumdan bahsediyordum.
"Çocukların bilgilerini paylaşamam kurallar gereği, kusura bakmayın." Dedi. Bu adam bir şeyler saklıyordu.
"Anlıyorum. Ben Mert ile görüşeyim o zaman." Dedim. Özgür kafasını olumlu bir şekilde sallayarak ayaklandı. "Ben haber verip geleyim, siz biraz bekleyin burada." Deyip çıktı odadan.
Bir süre bekledim ama Özgür hâlâ gelmemişti. Alt tarafı aynı binanın içindeki başka bir odaya gidip gelecekti, yarım saat sürmesi hiç normal değildi bence.
Oturduğum sandalyeden kalkıp kapıya doğru ilerledim. Tam kapıyı açacağım sırada öbür taraftan açıldı.
Özgür karşımda duruyordu. Arkasından geçen iki insan gördüm, simsiyah giyinmişlerdi ve hızla merdivenlerden aşağıya iniyorlardı.
"Mert odasında İris Hanım, buyrun." Dedi Özgür yan tarafa çekilerek.
Bir şey demeden yanından geçip yürüdüm. Mert'in kaldığı odanın önüne geldiğimizde Özgür geri dönmüştü. Kapıyı tıklatıp yavaşça açtım.
Odada beş tane yatak vardı. Mert cama en yakın olan yatakta oturuyordu, odada Mert dışında kimse yoktu.
"Naber yakışıklı." Dedim kapıyı kapatırken.
"Daha iyiyim abla, bileğimin ağrısı geçti." Dedi gülümseyerek.
Yatağının ucuna oturup gülümsedim. "Sevindim. Aç mısın? Çok güzel çiğköfte aldım yiyelim mi?" Diye sordum.
"Abla zahmet etmeseydin." Dedi çekinerek ama mutlu olduğu gözlerinden belliydi.
"Zahmet değil ki. Çok acıkmıştım, gelirken yolda gördüm sana da aldım. Sever misin?" Dedim içten bir şekilde.
"Çok severim abla teşekkür ederim." Dedi.
"Yatakta bir şey yenmez. Gel masada yiyelim" Dedim. Kafasını sallayarak bacaklarının üzerindeki yorganı kenara çekip kalkmaya çalıştı.
"Tekrar dola bakalım kollarını boynuma." Dedim gülerek. Tereddüt etse de başka şekilde çok zor kalkacağı için dediğimi yaptı.
Mert'i tekerlekli sandalyeye oturttuktan sonra içinde çiğköftelerin olduğu poşeti alıp, Mert'in tekerli sandalyesini odanın köşesindeki çalışma masasının önüne ittim.
Çiğköftelerden birini Mert'in önüne diğerini kendi önüme koyduktan sonra ayranlardan ve pipetlerden birer tane çıkartıp koydum.
Çiğköfteyi yemeye başladıktan sonra konuştum. "O peşindeki adamlar kimdi Mert?"
Mert ağzındaki lokmayı çiğnemeyi bırakıp bana baktı. Sertçe yutkunup lokmayı yutmuştu.
"Bilmiyorum, tanımıyorum abla." Dedi.
"Neden peşindelerdi o zaman?"
"Bilmiyorum." Deyip ayranından büyük bir yudum aldı.
"Mert, boşu boşuna mı peşine takıldılar?" Diye sordum.
"Abla bunu onlara sorman lazım. Ben yolda yürüyordum arkamdan ismimle seslenip üstüme doğru koşmaya başladılar bende korkuyla kaçtım. İlk defa gördüm onları tanımıyorum." Doğru söylediği belli oluyordu ama küçücük çocuktan ne istemiş olabilirlerdi bunu anlamıyordum.
Bu sırada telefonumdan bildirim sesi yükseldi. Pusat mesaj atmıştı.
"İris, adamların örgütle bağlantısı var. Birkaç saat önce ülkeden ayrılmışlar."
"Emin misin Pusat?"
"İris, sen şimdi bana 'Pusat ben senin mükemmel ötesi zekana ve uçan kuşu dahi bulabilme gücüne güvenmiyorum.' mu dedin ben mi yanlış anladım?"
"Yanlış anladım dimi İris!"
"İris sen bittin, seni anneme şikayet edeceğim 'İris; ben artık Semra teyzemlere gitmek istemiyorum, her geldiğimde bana iş yaptırıyorlar.' dedi demezsem benim de adım Pusat değil!"
"Eğer Semra teyzeme saçma sapan bir şey dersen bende Polat amcamla konuşurum o zaman görürsün Pusat!"
"Sadece 'emin misin?' dedim konuyu nereye çektin."
Yazıp kapattım telefonu. Pusat konuyu istediği yere çekmekte bir numaraydı.
Mert'in teröristlerle ne işi vardı ki? Ya da teröristlerin Mert'le ne işi vardı?
Mert'i daha fazla zorlamak istemediğim için başka bir şey demedim.
Bambaşka şeyler konuşarak çiğköftelerimizi bitirdik. Mert'de benim gibiydi, iki tane ayranla yiyordu çiğköfteyi.
Biraz daha sohbet ettikten sonra yetimhaneden çıkmaya başladım. Kapıdan çıktığımda telefonum çalmaya başladı.
Arslan arıyordu. "Efendim Arslan?" Dedim bir kaç adım ilerideki banklara doğru ilerlerken.
"Yine erken çıkmışsın karargahtan?" Diye sorarcasına konuştu.
"Yeni mi fark ettin?" Diye sordum etrafa bakarak.
Biraz ilerideki bankta iki kişi oturuyordu, ikisinin de arkası bana dönük olduğu için yüzleri belli değildi.
Okuldan çıkan küçük çocuklar da sırtlarında çantayla yetimhaneye giriyorlardı.
"Hayır, yeni fark etmedim ama rapor işlerini bana yıktığın için ve Oktay Albay acil masasında görmek istediği için daha yeni fırsat buldum İris Hanım." Diye konuştu iğneleyici bir şekilde, güldüğünü duymasam sinirlendi derdim.
"Ben bir kere sana yıkmadım, kendi işimi bitirip çıktım. Sen yavaş yavaş yapıyorsan bu benim sorunum değil." Yıkmıştım ama bunu itiraf etmek gibi bir amacım kesinlikle yoktu.
Yanımdaki pet şişenin kapağını açıp su içmeye başladım.
"Allah Allah öyle mi? Neyse neredesin? Sana 'karargahtan çıktıktan sonra beni istediğin kadar yiyip bitirebilirsin' demiştim, geleyim de ye beni." Arslan'ın sözlerini duymamla beraber içtiğim su boğazıma takıldı.
Benim öksürdüğümü duyan çocuklar ve ileride oturan iki kişi bana dönmüşlerdi. Kulağımdaki telefondan Arslan'ın sesini duydum. "İris, iyi misin?"
İlerideki bankta oturan kişilerin yüzlerinde atkı vardı bu yüzden yüzleri görünmüyordu, biri ayağa kalkacakken diğeri onu tutup oturtturdu. Öksürmem geçince sinirle konuştum.
"Seni öldürünce daha iyi olacağım Arslan! Terbiyesizsin ya terbiyesiz!" Bağırmasam da sinirle konuşmuştum. Öyle birden söylenir mi ya bu, boğuluyordum!
Arslan sanki ben sinirle konuşmamışım gibi gür bir kahkaha attı. "Hadi nerede olduğunu söyle, geleyim." Dedi. Aslında gelip beni alsa fena olmazdı. Gece uyumadığım ve sabah erkenden koştuğum için çok yorgundum.
"İyi gel yetimhanedeyim." Dedim. "Tamam." Deyip telefonu kapattı. Gece onun yüzünden uyuyamamıştım, şimdi gelip bana şoförlük yapabilirdi bence. Bir süre telefonuma baktım, daha sonra aklıma evden çıkmadan önce cebime kulaklık koyduğum geldi.
Kulaklığı bulmak için ceplerimi karıştırırken elime başka bir şey çarptı.
Kaşlarımı çatıp elime çarpan şeyi cebimden çıkarttım. İlaç kutusuydu. Bu montu en son Boran'ların yanına sızmadan önce giymiştim ve o zamanlar çok fazla ilaç kullandığım için cebimde kalmış olması gayet normaldi.
Açıp içinde kaç tane ilaç kaldığına bakacağım sırada birisi kutuyu hızla elimden çekip aldı. Kafamı çevirip kutuyu elimden alan Arslan'a baktım. Biraz daha zorlarsa gözlerinden ateş çıkartmayı başaracaktı, bakışlarıyla beni öldürmeye çalışıyordu sanırım.
"Amacın ne kızım senin?! Mesleğinden mi olmak istiyorsun sen?!" Diye bağırdı. Arslan'ın bağırmasıyla bahçede olan birkaç çocuk bize döndü. İleride oturmaya devam eden iki kişi de arkalarını dönüp bize bakmaya başladılar.
"Bağırma bana Arslan! Ne diyorsun?" Dedim bende onun gibi sesimi yükselterek ama onunki kadar bağırmamıştım. Hâlâ oturduğu yerden kalkmamıştım.
Elindeki ilaç kutusunu masaya vurarak konuştu. "İlaçları kullanmaya devam mı ediyorsun sen?! Hiç mi kendini düşünmüyorsun ya?!" Sesi ilki kadar yüksek olmasa da sertti.
"O sesini alçalt Arslan! Sana ne ya! İster kullanırım ister kullanmam sana ne." Dedim, bilip bilmeden bağırması sinirimi bozmuştu.
"Ne demek sana ne! İris, meslekten men ederler seni. Bu ilacın etkisinin farkında mısın sen?" Farkındaydım, bağımlılık yapıyordu ve beyni uyuşturuyordu. İlacın çok düşük dozunu krize girdiğimde kullanıyordum, o da eğer kendim sakinleşemezsem. Uzun bir süredir de kullanmamıştım.
"Kullanmıyorum zaten. Bıraktım. Meslekten men edileceğim bir durum yok yani." Dedim sakince. Arslan bana inanmadığını belli eden bir bakış attı. Gözlerimi devirdim.
"İster inan, ister inanma Arslan. Umurumda değil." Deyip ayağa kalktım. Elindeki ilacı alıp ilerideki çöp kovasının yanına gittim, gözlerimi Arslan'a çevirip gözünün içine baka baka ilacı attım.
Tekrardan bankın yanına gittiğimde ben konuşmadan Arslan konuştu. "Özür dilerim." Dedi. Banka tekrar oturdum, o da karşıma oturdu. "Bir daha bana sesini yükseltirsen özür dileyebileceğin bir dilin olmaz." Dedim.
"Tehdit mi ediyorsun sen beni?" Diye sordu gözlerini kısarak. "Yok tehdit demeyelim, uyarı sadece." Dediğimde güldü.
"Anlatmayacak mısın hâlâ?" Diye sordu ilaçlara nasıl başladığımı kastederek.
"Anlatılacak bir şey yok ki." Dedim gülümsemeye çalışarak.
"İris." Dedi, uzatma anlat dercesine.
"Arslan." Dedim onu taklit ederek.
"İlaçlara nasıl başladın?" Diye sordu.
Anlatıp anlatmamakta kararsız kalmıştım. Arslan, gözlerimin içine öyle bir bakıyordu ki sanki şuan ona uzaydan geldiğimi ve dünyayı yok etmek için aralarına sızdığımı söylesem anlayışla karşılayıp, beni teselli edecekti.
"Annem ve babam şehit düştükten sonra uzun bir süre psikoloğa gittim, o zamanlar kâbuslarım fazla değildi ilaç kullanmadım. Asker olduktan sonra da psikoloğa gitmeyi bıraktım."
Derin bir nefes alıp gözlerimi sıkıca yumdum. Bu sırada masadaki elimin üzerinde bir sıcaklık hissetmemle gözlerimi açtım. Arslan elimi tutmuştu, dudaklarında ise buruk bir tebessüm vardı.
"Melek şehit olduğunda bir veya bir buçuk ay izin aldım. Bu sürede tekrardan psikoloğa gittim, bir kutu verdi ilaçlardan sadece, o da uyuyamazsam veya krize girersem diyeydi. İlacın dozu çok düşüktü zaten."
Gözümden bir damla yaş düştüğünde Arslan diğer elini yanağıma getirip okşadı.
"Melek şehit olduktan üç ay sonra bir operasyona çıktım, Anka timinden önceki timimleydim. Eve taşındığımız zaman fotoğraflarını da gördün hatta."
Kafasını hafifçe aşağı yukarı salladı. Derince yutkundum, kelimeler bir türlü ağzımdan çıkmıyordu.
"İris, eğer anlatmak istemiyorsan anlatma." Dedi, ama anlatmak istiyordum. Bu kadar şeyi anlattıktan sonra devamını da anlatmak istiyordum. Kafamı iki yana sallayıp konuşmaya devam ettim.
"Operasyon dönüşü pusuya düştük. Uzun süre çatıştıktan sonra büyük bir patlama oldu. Gözümü açtığımda bir mağaradaydım, ellerim tavandan sarkan zincirlere bağlıydı. Bir süre sonra bir terörist geldi ve tim komutanımızı boğarak şehit etti. Hepimize her gün işkence etti. Sırayla bütün arkadaşlarımı gözümün önünde şehit etti, işkenceyle. Tim komutan yardımcımızı elektrik vererek şehit etti, teğmeni kalbine yakın bir yerinden vurdu ve kan kaybından şehit olmasını sağladı. Her birini farklı farklı işkence yöntemiyle şehit etti. Bir ay boyunca kaldım o mağarada. Arkadaşlarım, abi dediğim insanlar gözümün önünde can verirken hiçbir şey yapamadım Arslan."
Artık hıçkırarak ağlamaya başlamıştım. Arslan oturduğu banktan kalkıp benim yanıma geldi ve sıkıca sarıldı bana. Bir süre sonra hıçkırıklarım iç çekişlere döndü. Arslan bana sarılmayı bırakıp elini kafama getirdi ve göğsüne yasladı.
"Pusat'ı, Gece'yi ve beni en sona bıraktı. Bir şekilde bileklerimdeki zinciri çözdüm, Gece ve Pusat'la beraber çıktık oradan. Pusat, patlama sırasında karnından yaralanmıştı bu yüzden onu en yakın karakola bıraktık. Biz Gece'yle beraber geri döndük, kaçtık karakoldan arkadaşlarımızın bedenlerini bulmak için ama bulamadık. Tam on gün boyunca dağda cansız beden aramışız."
Arslan bir yandan saçlarımla okşuyor bir yandan da ufak ufak öpücükler bırakıyordu.
"Türkiye'ye geri döndüğümüzde, altı ay klinikte yattım sonraki altı ayda ilaç kullandığım için göreve geri dönemedim. Pusat'ın zaten bilinci gidip geliyordu, Gece de işkencelerden dolayı yarı baygındı. Onlar fazla hatırlamadıkları için erkenden döndüler göreve. Toplamda bir yıl sonra göreve geri döndüm, döndükten sonra ilk görevim zaten Boran'ların yanına sızmaktı. Normalde klinikten çıktıktan sonra yavaş yavaş ilaçları bırakmam ve göreve döndüğüm andan itibaren kullanmamam lazımdı ama her gözümü kapattığımda o anları gördüğüm için bırakamadım. Bu olayı kimse bilmedi, sicilime de işlemedi Oktay Albay sayesinde. İlaçlara devam ettiğimi Gece ve Pusat dışında kimse bilmiyordu. Çok sık kullanmıyordum zaten, sadece krize girersem kullanıyordum. Sen o gün ilaçları vermedikten sonra bir daha kullanmadım."
Üzerimden büyük bir yük alınmış gibi hissediyordum anlatmak iyi gelmişti.
...
Bir saate yakın bankta Arslan'ın göğsüne yaslanmış duruyordum, Arslan saçlarımı okşuyordu ve bu benim çok hoşuma gidiyordu. Ben yaşadıklarımı anlattıktan sonra Arslan benimle konuşmuştu, bu aşırı iyi gelmişti. Yıllar sonra birine içimi dökmek ona güvenmek çok güzel bir duyguymuş. Arslan'ın kalp atışlarını dinlemek ise bana ayrı bir huzur vermişti.
Bu güzel anı bozan ikimizinde aynı anda titreyen telefonlarıydı. Tim ile olan gruptan gelmişti mesaj. Acaba hangi eğitim meraklısı mesaj atıp bu huzurlu anı bozmuştu? Eğer gereksiz bir mesajsa o mesajı atan eğitim meraklısı arkadaşımıza yapacaklarımı ben bile tahmin edemiyordum.
-ANKA TİMİ-
Meriç: "Canım komutanlarım hepinize merhabalar, ben sizleri rahatsız ediyorum kusura bakmayın ama ufak bir konu danışacaktım sizlere.
Koray: "Söyle Meriç."
Meriç: "Oğuz arkadaşımızın bir fikri var. Şimdi yeni yıla gireceğiz ya, yeni yeni çatışmalar, yeni yeni leşler alacağız inşallah bu yılda bereketli olacak. Neyse Oğuz arkadaşımız bu yeni yıla girerken birbirimize hediyeler mi versek diye soruyor."
Oğuz: "Lan senin yalanını seveyim ben! Ben mi dedim oğlum!?"
Meriç: "Oğuz kardeşim araya girme lütfen, komutanlarımdan cevap bekliyorum."
nazlı Arslan: "Olur."
"Bence de çok güzel olur."
Alaz: "Sadece biz bize mi olacağız? Yoksa Pusat ve Gece Yüzbaşı ile Ecem ve Aycan Teğmen de olacak mı?
Koray: "Olurlar ya, Aycan kesinlikle olur yani."
Meriç: "O zaman ben onlara da haber veriyorum ve bizim evde buluşuyoruz. Ben her zamanki gibi mükemmel düşündüm, aferin bana. Bir saat içinde hepiniz bizim eve gelin değerli komutanlarım"
Oğuz: "Şimdi de senin mi düşüncen oldu? Lan hani ben demiştim?"
Meriç: "Sus ve gel bana yardım et. Evi bok görtürüyor topla şuraları! Rezil olacağız!"
Gruptan çıkıp gülerek telefonu kapattım ve cebime koydum. Karargaha gidince Meriç'i güzel bir eğitim bekliyordu. Aslında güzel düşünmüştü, küçüklüğümden beri hediye almayı ve vermeyi çok severdim.
"Sen beni 'nazlı Arslan' olarak mı kaydettin?" Arslan'ın sesiyle beraber düşüncelerimden sıyrılarak Arslan'a döndüm.
"Efendim?" Diye sordum anlamayarak.
"Sen beni ne olarak kaydettin?" Dudaklarımdaki gülümsemeyi durdurmaya çalışsam da pek başarılı olamadım.
"Ne diye olacak canım." Dedim gülerek. Görmüştü muhtemelen.
"İris." Dedi uyarırcasına ama gülümsememeye çalıştığı çok belli oluyordu.
"Arslan." Dedim onu taklit ederek. Arslan telefonunu cebinden çıkartarak ekrandan birkaç şeye bastıktan sonra benim telefonum çalmaya başladı.
Ben telefonumu cebimden çıkarttığım zaman Arslan elimden alıp ekrana baktı, ekranı bana çevirdiğinde kahkaha attım. Beni aramıştı.
"Nazlı Arslan?" Dedi sorarcasına.
"Eksik olmuş dimi?" Dedim gülerek. "'Gıcık nazlı Arslan' olması lazımdı." Diye devam ettim.
"İris. Dua et çok güzel gülüyorsun." Diye mırıldandı, kısık sesle olsa da duymuştum ve ona bakakalmıştım.
"Hadi gidelim bekliyorlardır." Deyip ayaklandım duymazlıktan gelmiştim.
"Gidelim bakalım." Diyerek ayağa kalktı Arslan.
...
"Komutanım şimdi ben hepinizin ismini kağıtlara yazdım, bakmadan tabaktaki kağıtlardan birer tane alın. Aldığınız kağıtta kimin ismi varsa ona hediye alacaksınız." Dedi Meriç heyecanla tabağın içindeki kağıtları karıştırarak.
"Oğlum biz gerizekalı mıyız? Biliyoruz nasıl olduğunu." Dedi Oğuz gözlerini devirerek.
Şuan Meriç'lerin evindeydik, Meriç kimin kime hediye alacağını kurayla belirlemek için küçük küçük kağıtlara isimlerimizi yazmıştı.
"Tamam o zaman Arslan komutandan başlıyorum. Kimse kimseye hangi isim çıktığını söylemesin, sürpriz olsun." Dedi Meriç ve tabağı Arslan'a uzattı.
Arslan kağıt çekmeden önce ağzını oynatarak bir şey dedi ama anlamadım sonra bir kağıt çektiğinde, Meriç tabağı bana uzattı. Bende bir kağıt seçtiğimde Arslan'ın çıkan ismi okuduğunu gördüm, okuduktan sonra gözlerini devirdi.
Kim çıkmıştı acaba. Çok merak etmiştim ve bir hafta bunu bekleyemezdim.
Kendi kağıdımı açacaken dua etmeye başlamıştım. İnşallah Arslan çıkmıştır bana.
Gece çıkmıştı.
Herkes kağıdını çektikten sonra Meriç kesinlikle kim çıktığını birbirimize söylemememiz gerektiğiyle alakalı on kere uyarı yapmıştı.
Bir süre oturup sohbet ettikten sonra su içmek için mutfağa doğru gittim. İçeriye girecekken Arslan'ın kısık sesle bir şeyler söylediğini duydum.
"Bak anlaşma basit, sen bana İris'in kime çıktığını bul bende sana sevgilinin ismini vereyim." Dedi Arslan.
"Pusat sana mı çıktı?" Diye sordu Gece.
"Maalesef." Dedi Arslan mutsuz bir ses tonuyla. Benim ismimi bulmaya mı çalışıyordu?
"Sen benim sevgilime 'maalesef' mi diyorsun? Bana bak Arslan, İris'in sevdiği adam falan dinlemem yolarım seni!" Diye cırladı Gece.
"O ne demek?"
"Kısacası sevgilimle düzgün konuş yoksa seni çok fena döverim demek."
"Onu demiyorum, İris'in ne yaptığı adam?"
"O kadarını da anlamıyorsan git bir daha özel kuvvetler sınavına gir." Dedi Gece. "Ayrıca bu kadar çok istiyorsan al İris'ini ver sevgilimi" Diye devam etti.
Kapıya yaklaşan adım sesleri duymamla beraber sessizce salona geri döndüm. Bir kaç dakika sonra da Arslan ve Gece salona girdi.
Bana hediyeyi Arslan alacaktı, acaba ne alacaktı çok merak etmiştim.
Bu bir hafta geçmek bilmeyecekti kesin.
...
"Hadi hadi verelim hediyeleri komutanım, bakalım kim kime ne hediye almış." Diye heyecanla konuştu Meriç.
Meriç'lerin evinde toplanıp hediyeler için kura çekmenizin üzerinden bir hafta geçmişti ve bu gece yeni yıla girecektik.
O günden sonraki gün özellikle Meriç'e güzel bir eğitim yaptırmıştım.
Bir hafta boyunca iki kere daha Mert'in yanına gitmiştim ve çok iyi anlaşmıştık. Birazcık da Arslan'ın dedikodusunu yapmıştık.
Şuan karargahta bizim tim için ayrılan odadaydık.
"İlk kim başlıyor?" Diye sordu Oğuz.
"Ben başlayayım!" Diye heyecanla ayaklandı Gece. Pusat'ın önünde durduğunda yavaşça yüzünü ona yaklaştırdı ve dudağına ufak bir öpücük bırakıp geri çekildi. Pusat şoka girmiş gibi Gece'ye bakıyordu.
"Oğuz, çok özendim oğlum." Diye Oğuz'a doğru yaklaşarak konuştu Meriç,
"Lan uzaklaş, sapık!" Diye oturduğu yerden kalkıp diğer koltuğa geçti Oğuz.
Ufak bir kahkaha attığımda Gece, Meriç'e bakarak gözlerini devirdi ve hediye paketini çıkartıp Pusat'a uzattı.
Pusat heyecanla paketi açıp içindeki hediyeyi çıkarttı. Kalp şeklinde iki tane kolye vardı yan yana getirince bütün bir kalp oluyordu ve gördüğüm kadarıyla üstlerinde G ve P harfleri vardı.
Pusat sırıtarak üzerinde G harfi olan kolyeyi boynuna taktı. P harfi olanı da alıp gecenin boynuna taktı ve Gece'yi çekip yanına oturttu.
Daha sonra Pusat cebinden çıkarttığı hediye paketini Meriç'e uzattı. Meriç'in gözleri sevinçle açıldı ve hızla kendisine uzatılan hediye paketini alıp açtı.
İçinden bir koli bandı çıktığında hepimiz gülmeye başladık. "Duydum ki tim senin çenenden epeyce şikayetçi, bende bunu aldım." Dedi Pusat gülerek.
Meriç'in güler yüzü soldu ama karşısındaki kişi yüzbaşı olduğu için pek bir şey diyemedi. "Sağ olun komutanım." Dedi sadece.
Pusat daha gür bir kahkaha atıp cebinden bir tane daha hediye paketi çıkarttı.
"Şaka yaptım oğlum. Al gerçek hediyen bu." Diye uzattı. Meriç tekrar sırıtarak hediye paketini alıp açtı.
Bu sefer içinden askeri fular çıktı. Üzerinde M harfi vardı.
"Geçen benimkini beğenmiştin." Dedi Pusat elini Gece'nin omzuna atarak.
"Sağ olun komutanım" Diyerek fuları boynuna geçirdi Meriç, gözleri mutluluktan parlıyordu.
Daha sonra cebinden çıkarttığı hediye paketini Oğuz'a uzattı.
Oğuz paketi alıp açtığında gözlerim şokla irileşti. Diğerleri kahkahalarla gülmeye başladığında Oğuz, Meriç'in üzerine atlayıp vurmaya başladı.
Meriç, Oğuz'a kedi desenli baksır almıştı.
"Ulan seni gebertirim Meriç!" Diye bağırıp küfür ediyordu, Meriç'de kahkahalar atıyordu.
Koray ve Alaz, Oğuz'u zar zor Meriç'in üzerinden aldılar.
"Ne var oğlum ne güzel don işte. Geçen gün donumu aldın geri ve diyen sen değil miydin? Yenisini aldım işte." Dedi Meriç çenesini ovarken.
"Lan bu ne biçim don!" Diyerek tekrardan ayaklanmaya çalıştı Oğuz. Koray ve Alaz'ın tutuşundan kurtulamadı.
"Tamam sakin olun. Oğuz sakin ol." Dedi Arslan.
Oğuz gözlerini kapatıp birkaç kere derin nefes alıp verdikten sonra hediye paketini Ecem'e uzattı.
"Teşekkürler." Deyip hediye paketini açtı Ecem. Kalem almıştı Oğuz, Ecem'e.
"Çok güzel teşekkür ederim." Dedi tekrardan Ecem. O da elindeki hediye paketini Alaz'a uzattı.
Alaz gülümseyerek hediye paketini açtı. Bir saat vardı.
"Geçen hafta saatinin kayışının koptuğunu söylemiştin, güle güle kullan." Dedi Ecem.
Alaz, Ecem'e teşekkür etti ve saati sol koluna taktı. Elindeki hediye paketini Koray'a uzattı.
Alaz, Koray'a eldiven almıştı.
"Sağ ol Alaz." Dedi eldivenleri cebine koyarken Koray.
"Rica ederim komutanım." Diye cevap verdi Alaz.
Koray kendi hediye paketini Aycan'a uzattı.
Koray, Aycan'a papatya desenli küpe bileklik ve kolye seti almıştı.
"Yaaa, çok güzel bunlar! Teşekkür ederim." Deyip ellerini Koray'ın boynuna doladı Aycan.
Uzun bir süre Aycan kollarını Koray'ın boynundan çekmediği için Arslan uyarırcasına öksürdü.
Aycan, Koray'dan ayrılıp Arslan'ın karşısına geçti.
"Abiciğim ben çok düşündüm acaba sana ne hediye alsam diye, sonra aklıma en güzel hediyenin ben olduğum geldi. Umarım hediyeni beğenirsin." Deyip Arslan'ın yanına oturdu ve kollarını bu sefer Arslan'ın boynuna doladı.
Herkes gülerken Arslan da ellerini Aycan'ın toplu olan saçlarına getirip okşadı ve saçlarındaki tokasını çekip çıkarttı.
"Abi yaa! Bozdun!" Diyerek geri çekildi Aycan.
"Ne var ya hediyemi kullanıyorum işte." Dedi Arslan gülerek.
Aycan gözlerini devirip geri yerine oturdu.
Arslan gülerek hediye paketini bana uzattı. Ağırdı. Hediye paketini açtığımda içinden bir silah çıktı.
Silahın üzerinde küçük harflerle 'Lavinya' yazıyordu.
"Lavinya?" Diye sorarcasına konuştum.
"Gece söyledi, lakabınmış." Dedi Arslan. Gözlerim Gece'ye kaydığında gözlerini devirdiğini gördüm.
"Ben de Lavinya yazılı kolye, bilezik falan alırsın diye düşünüyordum. Aldığın şeye bak ya." Dedi Gece.
"Ben çok beğendim, bebeklerimin arasında en göz bebeğim bu olacak." Dedim Arslan'a bakarak.
"Bebeklerin?" Diye sorarcasına konuştu Meriç. Gece ona bebeklerimin, silahlarım olduğunu söylerken Arslan kulağıma doğru yaklaşıp konuştu.
"Bir hediyem daha var ama onu baş başayken vereceğim."
"Bunu da çok beğendim, teşekkür ederim." Dedim gülümseyerek.
"Eee benim hediyem nerde?!" Diye sordu Gece.
"Al bakalım." Diyerek hediye paketini Gece'ye uzattım.
"Yaa çok güzel, teşekkür ederim." Dedi ona aldığım ruj, oje ve maskarayla bakarak.
...
"Teşekkürler, çok güzel burası." Dedim, suyumdan bir yudum alırken.
"Beğenmene sevindim." Dedi gülerek.
Arslan beni akşam yemeğine çok güzel bir restoranta getirmişti.
Yemeklerimiz geldiğinde sohbet ederek yedik.
Yediğim en güzel ve huzurlu akşam yemeklerinden biriydi. Arslan'ın yanında olmak bana sürekli huzur ve güven veriyordu zaten.
Belki küçüklükten tanıdığım içindi bilmiyordum.
Arslan kalkıp elini bana uzattı. "Bu dansı bana lütfeder misiniz hanımefendi?" Dedi kibarca.
Gülümseyip elimi elinin üzerine koydum. "Tabiki." Diyerek ayağa kalktım.
Arslan ellerini belime yerleştirdiğinde bende kollarımı onun boynuna yerleştirdim.
Saat tam on ikiyi gösterdiğinde havai fişekler patladı. Yeni yıla Arslan'la dans ederek girmiştim.
***
Bölüm sonu.🍀
Okuduğunuz için teşekkür ederim. Umarım hoşunuza gitmiştir. Oy verip yorum yaparsanız sevinirim.
Görüşmek üzere...🤗
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 2.38k Okunma |
470 Oy |
0 Takip |
40 Bölümlü Kitap |