20. Bölüm

20. Bölüm

Kübra
kubraq

 

 

 

Merhaba, hoş geldiniz. Oy verip yorum yaparsanız sevinirim. Yazım yanlışlarım varsa kusura bakmayın, keyifli okumalar...🍀

 

 

Instagram: lavinyaofficial_

 

 

 

*** 

 

Gözlerimi açtığımda ilk gördüğüm şey masmavi gökyüzü ve bembeyaz bulutlardı.

Dün gece Arslan'la restorandan çıktıktan sonra kulübeye gelmiştik ve Arslan bana diğer hediyesini vermişti.

Birlikte çok güzel bir gece geçirmiştik.

Film gecesi yapmıştık. Arslan cipsleri, kuru yemişleri ve içecekleri önceden hazırlamıştı.

Filmin bitmesine yakın çok uykum geldiği için film biter bitmez gözlerimi kapatıp uyumuştum, Arslan'ın göğsünde.

Yataktan kalkıp yavaşça odadan çıktım. Direkt merdivenleri inip elimi yüzümü yıkamak için banyoya gittim.

Banyodan çıktığımda mutfaktan gelen sesler sayesinde Arslan'ın mutfakta olduğunu anladım.

Sessizce mutfağa doğru yaklaştığımda Arslan'ın sesi daha net gelmeye başladı kulağıma, şarkı mırıldanıyordu.

"Olmuyor böyle, günüm gecem bir çile.

Yağmurun sesine senden bahsedeyim." Bir yandan şarkı mırıldanıp bir yandan da salatalıkları doğruyordu.

"Sen canımı en çok yakasın. En kıymetli zamansın. Güzelsin ya elbet, eminim sen banasın." Sessizce Arslan'ı dinliyordum. Eminim en ufak bir hareket etsem burada olduğumu anlardı.

"Dur, yanıma öyle yanaşma. Doğru söylemem inanma. Severim seni yine elbet, sen buna aldanma." Arslan'ın sesi gerçekten çok güzeldi. Asker olmasaydı şarkıcı olabilirdi.

"Gel, yaralarını ben sarayım. Ömrümü ömrüne katayım. Bir gün gülersek eğer yoluna güller katayım." Doğradığı salatalıkları tabağa koyduktan sonra domatesleri doğramaya başladı.

"Dur, yanıma öyle yanaşma. Doğru söylemem inanma. Severim seni yine elbet, sen buna aldanma." Şarkının devamını söyleyerek yanına yaklaştım. Beni görünce elindeki bıçağı bırakıp tamamen bana doğru döndü.

"Günaydın." Dedi gülümseyerek.

"Günaydın. Bu arada sesin aşırı güzel." Dedim dürüstçe.

Arslan da sırıttı. "Teşekkürler. Saç tutamımın tatlı olduğu kadar güzel mi sesim?" Kafamı aşağı yukarı salladım.

"Kabul ediyorsun yani saçımın tatlı olduğunu?" Sırıtmaya devam ediyordu bay gıcık. İltifat etmeye de gelmiyordu.

"Arslan, yeni yılın ilk günü vurulmak istemiyorsan sus." Ellerini teslim olurcasına iki yana kaldırdı.

"Tamam, demedim bir şey. Sucuklu yumurta yapacağım, seversin değil mi?" Dedi.

"Bayılırım. Yardım edeyim mi?" Dedim etrafa bakarak ama yapacağım pek bir şey yok gibi gözüküyordu. Arslan masayı hazırlamıştı, sadece domateslerin yarısı doğranmayı bekliyordu ve sucuklu yumurta yapılacaktı.

"Her şey hazır sen sadece geç otur." Dedi domatesleri doğramaya devam ederken.

Yerime oturup Arslan'ı izlemeye başladım. Domatesleri doğradıktan sonra, salatalıkları koyduğu tabağa koydu. Sucuklu yumurtayı da yaptığında masaya koydu.

Bu sırada bende kalkıp çayı koydum. Güzelce kahvaltımızı yaptıktan sonra sofrayı toplayıp salona geçtik.

"Ben çay koyup geleyim." Dedim ayağa kalkarak.

Salona döndüğümde Arslan bilgisayardan bir şeyler yapıyordu

"Ne yapıyorsun?" Dedim yerime tekrardan oturarak.

"Sana asıl hediyelerimden bir diğerini vereceğim." Dedi gözlerini bilgisayardan çekmeden.

"Dün akşam vermedin mi zaten?" Diye sordum.

"Bu ayrı." Dedi gülerek. Bir tuşa bastığında ekrana bir video düştü

Videoda Arslan'la ben vardım. Küçükken fotoğraf çekinmeyi çok seviyorduk, sürekli çekinirdik. Bu fotoğraflardan slayt oluşturmuştu.

İlk fotoğraf Arslan'la hamakta yattığımız fotoğraftı, ben Arslan'ın göğsünde uyuyordum ve Arslan kameraya bakarak sırıtıyordu.

Slayt ilerledikçe fotoğraflar değişiyordu. Ekranda aynı anda iki resim belirdi. Birinde ben, diğerinde Arslan ekrana bakarak poz veriyordu. Bu fotoğrafları Arslan'ın tabletinden çekmiştik sırayla.

Fotoğraf bir kez daha değişti. Bu sefer bahçede legolardan ev yapıyorduk. Ben legoyu koyarken Arslan gülerek bana bakıyordu

Diğer fotoğrafta ben Arslan'ın saçına dokunmaya çalışıyordum Arslan'da elimi tutmaya çalışıyordu. Arslan'ın saç tutamını yapıştırıcıyla yapıştırdığı gündü.

Fotoğraf tekrar değişti. Bu fotoğrafta ise Arslan ve ben bir duvarın önünde kameraya bakarak gülüyorduk. Arslan'ın yanında yerde yatan yavru bir kedi de kameraya bakıyordu.

Ve fotoğraf yine değişti. Bu sefer Arslan'la birbirimize gülerek bakıyorduk.

Bunun gibi küçükken çekindiğimiz on veya on beş fotoğraf daha vardı.

Fotoğraf yine değişti, bu sefer küçükken çekindiğimiz resim değildi, Boran'ların yanına sızdığımız evlerden birinde ben uyurken çekilmişti bu fotoğraf.

Fotoğraf değişti. Bu fotoğrafı Arslan beni zorla karakola sokmak istediği zaman onu bayılttıktan sonra çekmiştim. Ekrandaki fotoğraf ise Boran'a gösterdiğim, Pusat'ın montajla Arslan'ı vurmuşum gibi gösterdiği fotoğraftı.

Fotoğraf değişti, bu sefer Pusat'ın sırtarak çekindiği fotoğraf ekrandaydı. Fotoğrafın altında da 'Son üç fotoğraf benden size hediye. Arslan'cığım kusura bakma elimde başka fotoğrafın yoktu.' yazıyordu.

"Ulan Pusat!" Diye sinirle konuştu Arslan. Bense kahkahalarla gülüyordum. "Sen Pusat'a mı yaptırdın bunu?" Gülerken bir yandan da konuşuyordum.

"Ne bileyim ben böyle yapacağını. Aycan'a söyledim, saçma sapan şeyler istedi karşılığında, yok neymiş efendim ben o bir yere gidip geç geldiği zaman onu soru yağmuruna tutmayacakmışım, arabamı istediği zaman ona verecekmişim soru sormadan." Diye söylendi Arslan.

"Bence çok güzel olmuş. Teşekkür ederim." Deyip kollarımı boynuna doladım. O da bir süre sonra kollarını belime doladı.

Çalan telefon yüzünden sarılmamız kısa sürmüştü. Arslan'ın telefonu çalıyordu. "Aycan arıyor." Dedi.

"Efendim." Dedi telefonu kulağına dayayıp.

"Tamam, İris benim yanımda bir saate karargahta oluruz." Dedi, telefonu kapatıp ayağa kalktı.

"Görev mi?" Dedim. Kafasını olumlu anlamda salladı. Hızla evden çıkıp arabaya bindik.

 

...

 

"Yeni yılın ilk günü de terörist avlamaya gitmedik demeyiz artık." Dedi gülerek Meriç.

"Yılın ilk günü Oğuz'dan dayak yemedim de demezsin artık bu gidişle." Dedi sinirle Oğuz.

Bir toplantı yapılacaktı, toplantıda teröristler ve örgüte silah yardımı yapan ülkelerin askerleri de olacağı ihbarı alınmıştı.

Şuan helikopterdeydik. Ben cam tarafında oturuyordum, Arslan solumda, onun sol tarafında ise Koray oturuyordu. Karşımda Alaz, Meriç ve Oğuz'un arasında oturuyordu.

Sebebi ise Oğuz, Meriç'e vurmasın diyeydi. Çünkü Meriç hâlâ Oğuz'a aldığı hediyeyi giyip giymediğini soruyordu.

"Kardeşim ben bir şey yapmıyorum ki? Sen çok aşırı tepki veriyorsun. Çok güzel ve tatlı bir hediye aldım ama yaranamıyorum." Dedi Meriç gülerek.

"Lan bak hâlâ tatlı diyor!" Deyip Meriç'e tekme attı Oğuz ama tekmesi Alaz'a da gelmişti.

Alaz kolundaki Ecem'in hediye ettiği saate bakıyordu ama bacağına gelen tekmeyle sinirle konuştu.

"Bana bakın ikinizi de atarım aşağıya! Kendinize gelin! Komutanım Allah için bir şey söyleyin şunlara." Son cümleyi Arslan'la bana bakarak söylemişti.

"Oğuz, Meriç yeter." Dedi Arslan. Gözleri hariç yüzünü her tarafı kapalı olmasına rağmen ses tonundan güldüğünü anladım.

"Emredersiniz komutanım." Dediler aynı anda.

"Sağ olun komutanım." Dedi Alaz rahat bir nefes vererek.

 

...

 

Şuan Alaz, Oğuz ve ben toplantının yapılacağı alanın biraz uzağındaki yolda bekliyorduk. Toplantı alanından kaçanlar olursa onları biz karşılayacaktık.

Arslan, Koray ve Meriç ise toplantıyı basacaklardı.

"-Anka bir giriş yapıyor." Kulağımdaki kulaklıktan Arslan'ın sesini duydum. Anka bir; Arslan, Koray ve Meriç oluyordu bu operasyon için.

"Dikkatli olun." Dedim.

Silah sesleri duyulmaya başlamıştı. Yaklaşık on dakika boyunca silah sesleri duyulmaya devam etti.

"-Binaya giriş yapıyorum." Dedi Arslan.

"-Binanın arka tarafı temiz." Dedi Meriç.

"-Binanın ön tarafı temiz, giriş yapıyorum." Dedi Koray.

Çok gerilmiştim, içimde kötü bir his vardı nefesim daralıyordu. Şu operasyon kazasız belasız bitse de Ankara'ya gitsek bir an önce diye dua etmeye başlamıştım.

"Anka bir, çok dikkatli olun." Dedim. Derin nefesler alıp veriyordum, sakin olmam lazımdı. Her şey güzel olacaktı ve biz karargaha eksiksiz bir şekilde dönecektik.

Silah sesleri yine arttı.

"-Yere yatın roket!" Arslan'ın konuşması biter bitmez büyük bir patlama oldu.

"Anka bir?" Diye seslendim, cevap yoktu.

"Arslan, Koray, Meriç cevap verin!" Yine cevap yoktu. Gözlerim Alaz ve Oğuz'a kaydı. İkisi de endişeyle bana bakıyorlardı.

"Anka bir cevap ver! Koray, Meriç, Arslan bir ses verin!" Cevap yoktu.

"Koşun!" Deyip binaya doğru koşmaya başladım, Alaz ve Oğuz da peşimden koşuyorlardı.

Binayı görebileceğim mesafeye geldiğimde bir araba gördüm. Birini arabaya bindiriyorlardı, biraz daha yaklaştığımda araba çoktan uzaklaşmaya başlamıştı.

Binanın önüne geldiğimde dikkatlice içeriye girdim. Alaz ve Oğuz peşimden binaya girdiklerinde Alaz alt kata indi, Oğuz bu kattaki odaları kontrol etmeye başladı, bende üst kata çıktım.

Üst kattaki bütün odalara baktım ama kimse yoktu.

"-Alt kat temiz komutanım." Dedi Alaz.

"Üst katta bir şey yok." Dedim ve aşağıya inmeye başladım.

"-Komutanım buraya gelir misiniz?" Dedi Oğuz. Merdivenleri daha hızlı inmeye başladım. Oğuz'un olduğu odaya girdiğimde etrafta Oğuz ve Alaz dışında kimse yoktu, Oğuz bana doğru döndüğünde elinde bir fotoğraf olduğunu gördü

"Roket bu odada patlamış komutanım, yerde de bir fotoğraf buldum ama bizimkilere mi ait bilemiyorum." Dedi Oğuz. Fotoğrafı elime alıp baktım. Arslan'la benim hamakta çekindiğimiz fotoğraftı, fotoğrafın ucunda Arslan'ın yüzünün üzerinde kan lekesi vardı.

"Arslan'a ait." Dedim gözümden akan bir gözyaşım kan lekesinin üzerine düştü.

"Allah kahretsin!" Dedi Alaz bağırarak.

"Almışlar onları. Komutanım ne yapacağız?" Diye sordu Oğuz.

"Alaz karargahla irtibata geç, Oktay Albay ile görüşeceğim. Çıkıyoruz buradan." Deyip dışarıya doğru yürümeye başladım.

Fotoğrafın üzerindeki kan Arslan'a aitti, Arslan bizim küçüklük fotoğrafımızı yanında taşıyordu ve o fotoğraf şuan onun kanına bulanmıştı.

Binadan biraz uzaklaştıktan sonra Alaz elindeki telsizi bana uzattı.

"Sancak, Anka iki." Dedim, yanımdaki kayanın dibine otururken, Alaz ve Oğuz da çevre güvenliği alıyorlardı.

"-Anka iki, sancak. Sancak dinlemede yüzbaşım, bir sorun mu var?"

"Timden üç kişiyle irtibat kesildi komutanım, esir alındıklarını düşünüyoruz." Dedim elimdeki fotoğrafa bakarak.

"-Ne diyorsun sen İris!" Diye konuştu Oktay Albay.

"Komutanım, Kıdemli Yüzbaşı Arslan Arınç, Üsteğmen Koray Altan, Kıdemli Üstçavuş Meriç Akça ile irtibatımız kesildi. Bulundukları binaya roket atıldı ve esir alındıklarını düşünüyoruz. Emriniz nedir?" Dedim kendimi ağlamamak için zor tutarken.

"-En yakın hudut karakoluna geçip emrimi bekleyin yüzbaşım." Dedi Oktay Albay.

"Komutanım, bir araçla kaçırıldıklarını düşünüyorum eğer aracın gittiği yeri bulursak, askerlerimizi de bulabiliriz." Dedim.

"-Tamam yüzbaşım, siz emrime uyun gerisi bizde."

"Emredersiniz." Deyip ayağa kalktım, telsizi Alaz'a uzattım.

"Emri duydunuz beyler, hızlı." Dedim ve yürümeye başladım.

 

...

 

Hudut karakoluna geleli yarım saat olmuştu. Oktay Albay, Pusat ve Gece'nin timiyle yola çıkmış buraya geliyordu.

Şuan hudut karakolunun harekat merkezinde İHA'lardan gelen görüntüleri izliyorduk.

"Komutanım sisteme bir video kaydı düştü." Dedi bilgisayar başındaki askerlerden birisi

"Aç." Dedi Onur. Duvardaki büyük ekranda Arslan, Koray ve Meriç belirdi.

Üçü de baygın bir şekilde yerde yatıyorlardı. Arslan'ın sol omzu kan içerisindeydi. Koray ve Arslan'ın yüzünde ufak ufak yaralar vardı. Roket, onlar binanın içindeyken patladığı için olmuştu yaralar muhtemelen.

Görüş açısına elinde kova olan ve gözleri hariç her tarafı kapalı olan biri girdi. Elindeki kovanın içindeki suyu birden yerde yatan üç adamın yüzüne doğru döktü.

Üçü de irkilerek gözlerini açtığında suyu döken kişi Arslan'ın yanına gitti, ayağıyla Arslan'ın omzuna bastırdı. Arslan'ın yüzü acıyla kasıldı, bağırmamak için dişlerini sıktı.

"Şerefsiz!" Dedim sinirle sanki ekrandan beni duyabilecekmiş gibi.

Ayağını Arslan'ın omuzundan çekip Arslan'ın yanındaki Meriç'e doğru ilerledi. Meriç'in yüzüne tekme attı. Meriç'in kafası yan tarafa savruldu, daha sonra kafasını eski haline getirdiğinde dudaklarının kıpırdadığını fark ettim, bir şeyler söylüyordu.

Şerefsiz, Meriç'e doğru eğildiğinde Meriç ağzındaki kanı suratına doğru tükürdü. Terörist hızla kalkıp Meriç'in yüzüne bir kere daha tekme attı ve Koray'ın yanına gitti.

Koray'ın yanına eğilip boğazını sıktı. Birkaç saniye sonra elini çektiğinde Koray öksürmeye başladı.

Ve video kaydı bitti. Yumruk yaptığım elimi hızla masaya vurdum, sanki ona vuruyormuş gibi birkaç kere vurdum.

 

...

 

Şuan karakolun bahçesindeki bankta oturuyordum. Elimdeki fotoğrafa bakıp gözyaşlarımı tutmaya çalışıyordum. Aslında pek başarılı olduğum söylenemezdi, en azından hıçkıra hıçkıra ağlamıyordum.

Bir süre sonra yanıma yanıma doğru gelen adım sesleriyle başımı kaldırıp kimin geldiğine baktım, Aycan gelmişti.

Saçları ve gözleri Arslan'ın kopyasıydı, yüz hatları da çok benziyordu sadece Arslan'ın yüz hatları Aycan'ın yüzüne göre daha sertti.

Aycan ne yapıp edip Oktay Albayı ikna etmiş ve buraya gelmişti, normalde karargahta beklemesi lazımdı, kardeş oldukları içinde özellikle Aycan'ın buraya gelmemesi gerekiyordu.

"Az önce gönderdikleri video kaydını izledim. Abim, onlar dayanır değil mi? Sen biliyorsun, onu esirken gördün, dayanır değil mi?" Dedi yanıma oturduğunda, gözleri kıpkırmızı olmuştu.

"Dayanacak, başka şansı yok. Üçü de dayanacaklar." Dayanın Arslan lütfen dayanın.

Aycan elimdeki fotoğrafı ve üzerindeki kanı görünce tekrardan ağlamaya başladı, kendini tutmaya çalışarak sessizce ağlıyordu

"Abim, babamı kaybettikten sonra çok acı çekti, sende gidince bide. Sürekli benimle ilgilenmeye başladı, babamın yokluğunu bana hissettirmemeye çalışıyordu annemi güldürmeye çalışıyordu, seni soruyordu. Bir gece su içmeye uyandığımda abimin odasından ağlama sesleri geldiğini duydum kapı aralıktı, içeriye baktığımda yerde oturmuş bir elinde seninle, diğer elinde babamla çekindiği fotoğrafı tutarak ağladığını gördüm, elinde tutuğu fotoğraf buydu. Seni bulacağını ve o elindeki fotoğrafı tekrar çekileceğini söylüyordu." Aycan'ın söylediklerinden sonra tuttuğum gözyaşlarım akmaya başladı.

"Seni çok aradı, ama bulamadı. Birkaç kere teyzenin evine geldi ama teyzenin kocası 'burada yaşamıyorlar, gittiler.' demiş. Abim nereye gittiğinizi sorduğundaysa abimi tersleyip göndermiş. Abim o zaman on sekiz yaşındaydı." Benim on yedi yaşıma girmeme birkaç ay kala eniştem evde büyük bir kavga çıkartmıştı ve biz o günden sonra yetimhaneye gitmiştik.

Kavganın nedeni paraydı, kendi çocuğunu gül gibi okutmak yerine onun hakkını bana ve kardeşime de bölüştürdüğünü ve bu yüzden İpek'e ucuz okul eşyaları aldığından, eve bir yiyecek aldığında bizim yüzümüzden daha fazla aldığından, üzerimizdeki kıyafetleri almak için kendine kıyafet alamadığından ve parasını bizim yediğimizden şikayetçiydi.

Ben on beş yaşıma girer girmez bir işte çalışmaya başlamıştım oysaki, kendimin ve kardeşimin ihtiyaçlarını o parayla karşılıyordum sadece onun getirdiği yiyecekleri yiyorduk sofrada, bu bile onun gözüne batmıştı.

Teyzem bizi savunuyordu ve bu yüzden sürekli eniştemle kavga ediyorlardı ama bizim duyamayacağımızı düşündükleri ses tonunda yapıyorlardı bunu, o güne kadar.

Melek'in ayakkabısı eskidiği için ona kendi maaşımla bir ayakkabı almıştım, akşam eniştem gelince o ayakkabıyı onun parasıyla aldığımızı düşünüp çıldırmıştı. Bize vurmaya kalkınca Melek'le kendimi kaldığımız odaya kilitleyip polisi aramıştım, eniştem de bizi istemediğini söyleyince yetimhanede kalmaya başlamıştık. Teyzem ve İpek sürekli bizi ziyaret ederlerdi.

"Asker olduktan sonra da sistemden bulmaya çalıştı ama bulamadı. O esir düştükten sonra eve geldiğinde seni bana anlattı, tanımış seni ama bileğindeki izi gördükten sonra emin olmuş gerçekten seni bulduğuna, abartısız hastanede bana dört saat boyunca seni anlattı biliyor musun? Göz renginden başlayıp oturuş pozisyonuna kadar. Çok mutluydu." Aycan konuştuğunda dudaklarımda bir gülümseme belirdi.

"Koray abimle konuşacaktı operasyondan sonra." Dedi Aycan, kaşlarım merakla çatıldı Koray ne konuşacaktı ki Arslan'la.

"Ne konuşacaktı?" Diye sordum.

"Bizi. Koray'la biz bir süredir konuşuyoruz ve birbirimize karşı bir şeyler hissetmeye başladık, fark etmiştin zaten. Koray 'ben abinden gizli bir ilişki yaşayamam seninle, onun onayını almamız lazım.' demişti operasyona gitmeden önce. Ankara'ya geldikten sonra bizim eve gelip abimle annemin onayını alacaktı ama şimdi ikisi de." Sözünün devamını getiremeden bana sarılıp ağlamaya başladı.

"Bulacağız onları. Sağ salim dönecekler." Dedim bende kollarımı Aycan'ın bedenine sararken. Bir süre bu şekilde sarılı kaldıktan sonra yanımıza gelen Pusat'la birbirimizden ayrıldık.

Aycan kendisinden yüksek rütbede olduğu için ayağa kalkıp selam verdi Pusat'a. Pusat, Aycan'a bakarak başını hafifçe eğip karşılık verdi daha sonra bana döndü.

"Oktay Albay çağırıyor." Dediğinde hızla ayaklanıp karakola doğru yürümeye başladım Aycan ve Pusat'da benim arkamdan geliyorlardı.

Allah'ım lütfen yerlerini bulmuş olalım, lütfen.

***

 

Bölüm sonu.🍀

 

Okuduğunuz için teşekürler. Umarım hoşunuza gitmiştir. Oy verip, yorum yaparsanız sevinirim.

 

Görüşmek üzere...🤗

Bölüm : 02.06.2025 23:07 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...