27. Bölüm

27. Bölüm

Kübra
kubraq

 

Merhaba, hoş geldiniz. Oy verip yorum yaparsanız sevinirim. Yazım yanlışlarım varsa kusura bakmayın. Keyifli okumalar...🍀

Instagram: lavinyaofficial_

 

 

*** 

 

 

Şuan Almanya'da, Lewis'in kaldığı villanın önündeydik. Görevimiz Lewis'i öldürmekti.

"-Komutanım hazırım, Lewis karşımda, görüşüm temiz." Dedi Alaz, villanın karşısındaki tepedeydi. Olası bir durumda o müdahale edecekti.

"Başlıyoruz." Deyip silahımı kaldırdım ve ilerlemeye başladım.

Kimliğimizin belli olmaması için simsiyah kıyafetler giyinmiştik, yüzümüzdeki maskeleri de arabadan indiğimiz andan beri çıkartmamıştık.

Koray da villanın güvenlik sistemine sızarak kameraları devre dışı bırakmıştı.

Bahçe kapısından içeri girdiğimde karşımdaki üç korumayı sırasıyla vurdum.

Karşıma çıkan herkesi vurarak ilerliyordum. Bu sırada gözüme etrafları tellerle çevrili olan beş köpek takıldı.

Dudağımın bir kenarı yukarı kıvrıldığında evin açık kapısından içeriye girdim.

Benden önce Arslan ve Koray girmişti içeriye. Onlar alt kattaki odaları kontrol ederken bende üst kata çıkmaya başladım.

Meriç ve Oğuz ise çevreyi kontrol altına alıyordu.

Üst kattaki iki oda boştu, kalan odalara bakmaya başladım.

Odanın kapısını ittim içeriye girecekken kapıya ateş edildi, demek ki Lewis buradaydı.

Arslan ve Koray silah sesini duyup yukarıya çıktılar. Silahımdaki susturucuyu çıkartıp ateş ettim. Parti başlıyordu.

"İçeride mi?" Diye sordu Arslan. "Görmedim, yüksek ihtimalle içeride." Dedim.

Bir süre bu şekilde devam etti. Kapı delik deşik olmuştu artık. Silah sesi kesildiğinde dikkatlice içeriye girdim.

Lewis bir ayağını camdan uzatmış, atlamaya hazırlanıyordu. Arslan hızla yanına gidip onu içeriye çekti ve kelepçe takıp üzerini aramaya başladı.

Yatakta ise Lewis'in babası yatıyordu. "Sakın! Ona dokunursanız mahvederim sizi!" Diye bağırmaya başladı Lewis. Kafamı ona çevirdiğimde onunda bana baktığını gördüm.

Bir şey demedim, kafamı Arslan'a çevirip Lewis'i dışarı çıkartması için kafamla kapıyı gösterdim.

Lewis dışarıya çıkarken hâlâ bağırmaya devam ediyordu. Felçli birine dokunmazdım ama o bunu bilmese de olurdu.

Silahımı kaldırıp duvara tek el ateş ettim ve odadan çıktım.

Lewis babasını öldürdüğümü zannetsin diye duvara ateş etmiştim. Yaşadığını bilmesine gerek yoktu, zaten birkaç dakika sonra öbür tarafta babasını göremeyince anlardı.

Bahçeye çıktığımda Lewis deli gibi bağırıyordu. Babasına değer verdiği çok belliydi.

"Koray gel tut şunu." Dedi Arslan. Koray, Lewis'i tutunca Arslan benim yanıma geldi.

"Adamı öldürdün mü?" Diye sordu. "Hayır, duvara ateş ettim."

"Lewis'i ne yapacağız?" Diye sordu bu sefer. "Yem." Deyip Lewis'e doğru ilerledim. Asıl parti işte şimdi başlıyordu.

"Koray, getir şunu babasının yanına yollayalım, çok seviyormuş belli ki ayrı kalmasınlar." Dedim. Köpeklerin olduğu yere geldiğimizde durdum.

Çitle çevrili alanın bir köşesinde kocaman kemikler vardı. Kemiklerin üst tarafına baktığımda bir kapak gördüm. Köpeklere bu şekilde yem veriyorlardı demek ki. Kapağa çıkmak için yan tarafında merdiven vardı.

Merdiveni çıkıp kapağı açtım ve Lewis'in yanına yaklaştım. "Sana 'seni diri diri köpeklerin önüne atarım.' demiştim değil mi?" Diye sordum. "Ben bir şey söylediysem yaparım. Koray at şunu içeriye." Diye devam ettim.

Koray dediğimi yapıp Lewis'i merdivenlerden yukarıya çıkarttı ve kapaktan aşağı itti daha sonra da kapağı kapattı.

Köpekler büyük bir açlıkla Lewis'in üzerine atıldılar ve Lewis'i saniyeler içerisinde paramparça ettiler.

 

...

 

Karargaha geldiğimizde Arslan ile birlikte rapor işlerini halletmeye başlamıştık, ben Arslan'dan önce bitirip karargahtan çıkmıştım.

Eve gittiğimde evde kimse yoktu. Sıcacık bir duş aldıktan sonra yatağıma yatıp uyumak için gözlerimi kapattım.

Kapı hızla açıldığında elim reflekse yastığımın altına gitse de silahımı oradan çıkartmamıştım. Kapıya baktığımda gelenin Melek olduğunu gördüm. Yanıma gelip kollarını boynuma doladı.

"Hoş geldin ablacığım." Dedi sarılmaya devam ederken. "Hoş buldum Melek ama biraz daha boynumu sıkmaya devam edersen öbür tarafa gideceğim" Dedim gülerek.

Melek anında kollarını boynumdan çekerek yanıma oturdu. Bende yatakta hafifçe doğruldum.

"Sen neredeydin? Teyzemler nerede?" Diye sordum. "Teyzeme avukat bakmaya gittik ya." Dedi.

"Geldiler mi onlar da?" Diye sordum bu sefer. "Yok gelmemişler daha." Dedi.

"Beraber değil miydiniz siz?" Diye sormaya devam ettim. Normalde bu kadar sorgulamazdım ama Melek'te bir gariplik vardı.

"Yok avukatın yanından ayrılınca onlar çarşıya çıktı, ben başka bir yere gittim." Dedi.

"Anladım." Deyip geri yattım. "Sen ne zaman geldin?" Diye sordu.

"Yarım saat, bir saat olmuştur." Dedim, kafasını salladı.

Gözlerimi tekrar kapattım. "Abla?" Dedi Melek. Gözlerimi açmadım ve devam etmesini bekledim.

"Abla?" Diye tekrar seslendi. Bu sefer gözlerimi açıp ona baktım. "Abla?" Dedi üçüncü kez.

"Efenim Melek." Dedim bıkkınca. Üç kere abla diyene kadar ne diyecekse deseydi ya.

"Yanına yatabilir miyim?" Diye sordu. "Eski günlerdeki gibi beraber uyuyalım." Diye devam etti şirince gülümseyerek.

Cevap vermeden yatakta yan tarafa kaydım. Melek hızla yanıma yatıp yorganı üzerine çekti ve bana sarıldı.

Gözlerimi tekrar uyumak için kapattığımda aklımdaki soru işaretleri uykumu kaçırmıştı.

Gözlerimi açıp Melek'e baktığımda onun da bana baktığını gördüm. Ben gözlerimi açtığımda o kapatmıştı.

Dudaklarımda ufak bir gülümseme yer edindi. "Göreve gitmeden önce sorduğum sorulara ne zaman cevap vermeyi düşünüyorsunuz Melek Hanım?" Diye sordum.

Melek gözlerini açmadan ağzından horluyormuş gibi bir ses çıkarttı. "Melek!" Dedim sinirlenmiş gibi yaparak.

Anında gözlerini açtı. "Tamam ya sinirlenme, kızma bana." Dedi.

"Cevap ver o zaman." Dedim ciddileşerek. "Sorular neydi?" Diye sordu tekrardan şirince gülümseyerek.

"Annemle babamın saçlarını ve ayıcığı nereden buldun?" Diye tekrar sordum.

"Beni kurtaran kişiler annemleri tanıyormuş, saçları onlar vermişti. Ayıcığı da aynı şekilde onlardan aldım." Dedi.

"Kimmiş onlar? Onlar nereden bulmuş?" Diye sordum.

"Abla kim olduklarını söyleyemem biliyorsun, yasak. Nereden bulduklarını söylemediler bilmiyorum." Dedi. Kafamı anladım dercesine salladım ve gözlerimi tekrar kapattım.

 

... 

 

Eğitim için karargaha gelmiştik. Uzun zamandır güzel bir eğitim yapmamıştık.

Arslan ile ben önde diğerleri arkada ikişerli sıra oluşturmuş, eğitim alanının çevresinde iki yüz tur koşmuştuk.

Daha yüz tur daha vardı. "Komutan-ahh ne cimcikliyorsun Oğuz." Dedi Meriç.

Artık Meriç'in yüzünden fazladan koşmak istemedikleri için Meriç konuşmaya başladığı an susturuyorlardı.

"Nefesini ayarla, konuşacağım diye nefessiz kalma güzel kardeşim." Dedi Alaz, sesinden tehdit ettiği açıkça belli oluyordu.

"Yok komutanım merak etmeyin ben koşarken konuşabilirim." Dedi Meriç tehdidi anlamayarak.

"Koştuktan sonra alamazsın ama Meriç." Dedi bu sefer de Oğuz.

Bu şekilde onların atışmasını dinleyerek yüz tur daha koştuk.

"Anka timi şınav pozisyonu al!" Dedi Arslan gür sesiyle.

Hemen şınav pozisyonu alıp beklemeye başladık.

"Bir!" Dediğinde şınav çekmeye başladık.

"İki!" Dediğinde tekrar eğilip kalktık.

"İris devam et!" Dedi.

"Üç!" Deyip eğildim ve kalktım.

"298!" Dedi Meriç. Sayma sırası ona geçmişti.

"299!" "300!" Diye saymaya devam etti.

"Mekik pozisyonu al!" Dedi Arslan.

Hemen mekik pozisyonu alıp bekledik.

"İris başla!" Dedi Arslan.

"Bir!" Dedim.

"İki!" "Üç!" Diye devam ettim.

Üç yüz kere de mekik çektikten sonra barfiks çekmek için çubukların oraya gittik.

Hepimiz ellişer barfiks çektikten sonra, dövüş için ikişerli gruplara ayrıldık.

Arslan ile biz bir grup olmuştuk. Başladığımız zaman kroşe attım fakat geriye kaçarak vuruşumdan kurtuldu.

Hırslanarak bu sefer tekme attım, o ise bacağımı tutarak kendine çekti. Beklemeden karnına yumruk attığımda bacağımı tutan eli gevşedi, fırsattan yararlanarak bacağımı kendime çektikten sonra diz kapağının biraz aşağısına tekme attım.

Sendelese de dengesini koruyup düşmekten kurtuldu ve gözlerini gözlerimle buluşturduktan sonra hafifçe gülümsedi.

Çok güzel bakıyordu, mükemmel gülüyordu, saç tutamı yine alnına düşmüştü. Arslan her anlamda mükemmeldi.

Derin bir nefes alıp verdiğimde gülümsemesi daha da genişledi gözlerim tekrardan dudaklarına değdiğinde ne ara gelip dizime vurarak beni düşürdüğünü anlamamıştım bile.

Arkama geçip bir kolumu sırtımda sabitledikten sonra koluyla boğazımı sıkmayacak şekilde tuttu.

"Neden kaçıyorsun benden?" Diye sordu kulağıma doğru fısıldayarak. "Kaçmıyorum, bırak beni." dedim.

"Neden kaçtığını söyle bırakayım." Dedi. "Arslan kaçmıyorum dedim, bırak."

"Kaçıyorsun."

"Hayır kaçmıyorum."

"Kaç-" Tekrardan 'kaçıyorsun.' diyecekken boşta kalan kolumla karnına vurdum. konuşurken vurduğum için nefesi kesilmişti ve anında kolları gevşemişti. Ayağa kalkıp ona döndüm, o da bana bakarak ayağa kalktı.

Dövüş eğitimi de bittiğinde silah eğitimine geçmiştik. İlk önce karşımızdaki hedefleri vurmuştuk, daha sonra güven atışı yapmıştık. En sevdiğim atış şekli güven atışıydı.

Eğitim bittikten sonra soyunma odasına kaçtım. Bu adam niye böyle yapıyordu? Uzak duruyorum işte senden git sevgilinle ilgilen yani.

Odadan çıktığımda Oktay Albayın postası yanıma gelip selam verdi. "Komutanım, Oktay Albay sizi ve timinizi harekat merkezinde bekliyor. Time haber verdim." Dedi.

"Tamam." Deyip hızla harekat merkezine gittim. Tim ve Arslan da koridorun öbür tarafından geliyordu.

Harekat merkezine önde ben, arkamda Arslan, onun arkasında da tim olmak üzere sırayla girdik.

Oturacağımız sandalyelerin önüne gelip selam verdik, Oktay Albay oturmamızı işaret ettiğinde oturduk.

Karşımızdaki ekranda tek gözü bandajlı, beyaz sakallı, hafif şişman, orta boylu, saçında şapka, elinde keleş olan bir adam vardı. İlk kez görüyordum bu adamı.

"Korsan lakaplı terörist. Elli iki yaşında. Nerede doğduğu, annesi ve babası kim bilinmiyor. Karısı dört yıl önce ortadan kaybolmuş. Bir kızı, iki oğlu var. Yeni hedefiniz bu adam Anka." Diye kısaca açıkladı albay.

"Komutanım, neden kendisine Korsan deniyor? Sebebi gözündeki bandaj mı?" Diye sordum.

"Hayır, sebebi gözündeki bandaj değil. Korsan, bir örgüt veya bir ülke için çalışmıyor, kendisine en yüksek fiyatı verenler ile çalışıyor. Bu yüzden kendisine Korsan diyor." Diye açıkladı Oktay Albay.

"Ona kim emir verdi bilmiyoruz fakat sahadan aldığımız istihbarat sonucunda yeni hedefinin Türkiye olduğunu biliyoruz. Ne yönden saldıracak veya ne istiyor bunu da öğrenmeye çalışıyoruz. Sizin hedefiniz Korsanı yakalayıp Türk adaletine teslim etmek." Diye devam etti albay.

"Şimdi mi operasyona çıkacağız komutanım?" Diye sordu Koray.

"Hayır, yerini tespit ettiğimiz zaman. Şimdi çıkıp dinlenebilirsiniz." Dedi Oktay Albay.

"Emredersiniz komutanım!" Dedik hep bir ağızdan, daha sonra harekat merkezinden çıktık.

 

...

 

Şuan teyzemler ile birlikte Asuman teyzelere yemeğe gelmiştik. Yemeği yemiş, çay içiyorduk. Kapı çaldığında Aycan hızla kalkıp kapıyı açtı, bir süre sonra Arslan'a seslendi. "Abi! Koray geldi, seninle bir şey konuşacakmış!"

Koray, Aycan'ı sevdiğini söyleyecekti. "Gelsin!" Diye bağırdı Arslan. Gözlerimi devirdim.

Koray baş başayken konuşmak istiyordu, Arslan'ın kötü bir tepki vermesinden korkuyordu. Eğer öyle bir tepki verirse de kimsenin görmesini istemiyordu.

Koray salonun kapısına geldiğinde hazır ol pozisyonu alıp selam verdi. "Abi, özel." Dedi. Selam verse de üniforma olmadığı için abi diye seslenmişti.

Arslan kalkıp dışarıya çıktı. Aycan hemen camın kenarına gidip izlemeye başladı. "Ya ters bir tepki vermez değil mi?" Diye sordu tedirgin bir şekilde Aycan.

"Vermez kızım. Ona söylediği için bir şey demez abin." Diye konuştu Asuman teyze.

Bende merakla ayağa kalkıp Aycan'ın yanına gittim. Arslan ve Koray karşı karşıya durmuş konuşuyorlardı.

"Ne konuşuyorlar acaba ya, şu dudak okumayı da bir türlü öğrenemedim." Diye mırıldandı Aycan.

Ben dudak okumayı bildiğim halde hava karanlık olduğu için okuyamamıştım.

"Hava karanlık, okunmaz." Dedim. Bir süre sonra Arslan, Koraya yumruk attığında Aycan ellerini ağzına götürdü şaşkınca.

"Ne oldu kızım?" Diye sordu Asuman teyze.

Koray yana düşmüş başını kaldırıp Arslan'a baktığında Arslan bu sefer sarılmıştı.

"Abim önce Koray'a yumruk attı, şimdi de sarıldı." Diye açıkladı Aycan. İçeridekiler şaşkınlıkla güldüler.

Arslan ve Koray içeriye doğru yürüdüğünde biz hızla yerimize oturduk.

Önden Arslan içeri girip az önce oturduğu yere oturdu. Daha sonra Koray geldiğinde Aycan kalkıp Koray'ın yanına gitti, elini az önce Arslan'ın attığı yüzünden kanayan dudağına getirip okşadı.

"Abi ya!" Diye kaşlarını çatıp yüksek sesle konuştu Aycan.

"Abiye bağırılmaz cadı, çek o elini bakayım. Onay verdim diye de gözümün elleşmenize izin vermem." Dedi Arslan.

"Onay verdin mi?" Diye heyecanla sordu bu sefer Aycan. Arslan bir şey demeden sadece kafasını salladı.

Koray gidip Asuman teyzenin elini öptü ve sarıldı. Daha sonra yanımıza oturup çay içmeye başladı.

Birkaç saat sonra eve dönmüştük. Yatağıma yatıp uyumak için gözlerimi kapattığımda telefonumdan bildirim sesi yükseldi.

 

 

-ÜÇ SİLAHŞÖRLER-

 

Gece: "İris, ne yaptın konuştun mu Arslan ile?"

"Ne konuşacaktım ki?"

Pusat: "Ya şu sevgili olayını konuşmadın mı?"

"Ben anlamadım zaten o işi."

"Konuşacak bir şey yok."

Gece:" Ne demek konuşacak bir şey yok ya!"

"Sormadın mı sevgilisi var mı, yok mu?"

"Hayır, sormadım."

"Uzak duruyorum ondan, anladı bir şey olduğunu neden kaçıyorsun diye sormaya başladı zaten."

Pusat: "Sorsana kızım! Niye kaçıyorsun?"

Gece: "Benim yakışıklı sevgilim çok haklı. Niye kaçıyorsun, sorsana."

"Sevgilisi olsa gelmez mi ama ya?"

"Adam o kadar şey yaşadı ölümlerden döndü, kız ortalıkta yok."

"Bence Pusat dalga geçmesin diye öyle dedi."

Pusat: "Benim güzel sevgilim çok haklı."

"Sevgilisini hiç görmedik."

"Şehir dışındadır belki. Ayrıca bize ne ya."

Gece: "Ne demek bize ne!"

"Aşıksın kızım adama, sevgilisi olup olmadığını sorsana."

"Aşık değilim."

Pusat: "Aşıksın, adama bakarken gözlerinin içi gülüyor be."

"Onu geç bugün eğitimde yaşadığınız şeyleri gördük."

"Değilim dedim."

"Çocukluk arkadaşım o benim."

"Şuanda da silah arkadaşım."

"Ötesi yok."

"Ben uyuyacağım iyi geceler."

"Eğitimde de olan bir şey yok. Sadece eğitim yaptık."

Yazıp telefonu sessize aldım ve gözlerimi kapatıp uyumaya çalıştım.

 

...

 

Sabah karargaha geldiğimde üniformamı giyip timin olduğu yere gittim. Arslan dışında kimse yoktu.

"Tim gelmedi mi daha?" Diye sordum. "Geldi." Deyip kapıyı kapattı.

"Neredeler?" Diye sordum bu sefer. "Bilmem karargahın bir yerindelerdir. Seninle konuşalım diye gönderdim onları." Dedi ve kapıya sırtını yasladı.

"Ne konuşacakmışız?" Diye sordum.

"Neden benden kaçıyorsun?"

"Sende taktın buna he. Senden kaçtığım falan yok yüzbaşı, kurma kafanda." Dedim sinirle.

"Yalan söyleme İris. Kaçıyorsun." Dedi.

"Hayır kaçmıyorum." Dedim inatla.

"Pusat anlattı, inkar etme." Dedi. Ben o Pusat'ı bulduğum yerde gömmez miydim şimdi.

"Ne anlattı sana Pusat?" Diye sordum. Lütfen blöf yapıyor olsun, Pusat anlatmamış ol lütfen.

"Sevdiğim biri var diye kaçıyormuşsun." Dedi, Allah seni kahretsin Pusat!

"Eee." Dedim umursamıyormuş gibi.

"Ee si öyle." Dedi. "Bu yüzden mi kaçıyorsun?" Diye sordu.

"Evet. Benim sevgilim olsa bir kız ne şartla olursa olsun bu kadar yakın davransın istemezdim." Dediğimde dudakları iki yana kıvrıldı.

"Kıskanır mıydın?" Diye sordu bana bir adım yaklaşarak.

"Evet!" Dedim sesimi yükselterek. "Var mı?" Diye sordum.

"Ne var mı?" Diye sordu anlamayarak.

"Sevgilin." Dedim. Tekrardan güldü, tam ağzını açıp cevap vereceği sırada kapı çalındı ve açıldı. Gelen Albayın postasıydı.

"Arslan komutanım, Oktay Albay sizi odasında bekliyor. Yalnız olacakmışsınız." Deyip çıktı odadan.

 

 

***

Bölüm sonu.🍀

Okuduğunuz için teşekkür ederim. Umarım beğenmişsinizdir. Oy verip yorum yapmayı unutmazsanız sevinirim.

Görüşmek üzere...🤗

Bölüm : 01.09.2025 21:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...