『Ya sadece mutluluk yitirildiyse sadece elinde kalan anılarımsa. 』
Düşmanlarımla dolu bir evrende yaşarken gölgemden bile şüphe etmem gayet mantıklıydı bence. Herkes ölmemi bu kadar isterken ben yaşama sımsıkı tutunuyorum. Sebebi sevdiklerime yapılanın bedelini ödetmek ve diğer sevdiklerimi hayatta tutabilmek için.
Hislerimi öldürdüğüm bu evrende herkese karşı bir sınır belirleyip ona göre yaşamımı sürdürmem gayet normaldi. Ben çoğu şeyi iteleyerek yarına çıkmayı hedeflemiştim. Ve bu her ne kadar zor olsa da az çok bunu sağladığımdan emindim.
Kimseye 'seni kendimden bile daha iyi tanıyorum' deme! Çünkü o kişinin sakladığı gizli kimliğinden bir habersin. Her an arkadan alacağın darbeyi kestirmeyebilir ve alacağın darbeyle yere yıkılabilirsin.
Bu da işi dönülmez bir noktaya getirir. Dediğim gibi gölgeme dahi güvenmiyorum ben bu evrende. Kendimden bile şüphe edecek seviyeye ulaştığımı söylemek isterim. Burası hiçte sanıldığı kadar güzel bir diyar değil. Her kötülük burada yuva yapmış, herkesin ruhu çoktan bedenini terk etmiş. Kalpler çoktan ölümü tatmış bile.
Ve buradaki tek kalbi atmaya devam eden kişi benim ve benimde kalbimin ölmesi için uğraş veren çok. Ama merak etmesinler yakında bende onlardan biri olacağım. Ve ruhumu uğurlayacağım bilinmezliğe. Bedenimi yok edeceğim bu diyarda. Anılarımın izlerini yakıp geçeceğim. Ve benden geriye hiçbir şey kalmayacak. Günün sonunda ismim dahi hatırlanmayacak.
Ömürler süreli, bir şeyleri boş vermek bazen yersiz bazen gerekli olabiliyor.
Yapılan her şey yarım kalsa dahi yapmamak için engeller koyulmamalı. Onu bir bütün hale getirmek ve tamamlamak için elinde geleni yapmalı insan. Sonrasında pişmanlığı olmaması adına.
Hayatın izlerinde kendini aramamalı insan. Neden mi? Çünkü bulamazsın sende kalan izleri. Onlar çoktan birileri tarafından yok edildi. Ve sende kendinden sonra gelecek kişilerin izlerini silen olacaksın yaşamında.
Hayatın içerisinde yaşama tutun ve kendini yeniden yaşattır. Ya da bit köşeye çekilip hayatın sana vaad ettiklerini izle ve acılarının seni tamamen büsbütün ele geçirmesine izin ver.
Ben acımı kanullenerek yaşamın amacına vardım. Aslında acılardan oluştuğumu, beni ben yapan şeyin bana verilen bu yaşamdaki acılar olduğunu geçte olsa anladım. Acılarımdan artık rahatsız olmuyorum. Onları sahiplenip, hayatıma kaldığım yerden devam ederken ömür geçiriyorum.
Hayattan sevgiyi değil belki de acıyı istediğim için bu kadar canım yandı. Sevgim küçüldü , acım büyüdü. Acılarımı saklamadım ve onunla yaş aldım. Sevgimi sakladım ve savunmasız kaldım. Onu kabuğundan çıkarmadım ve onun güvensiz bir şekilde günleri devirmesine seyirci kaldım.
Beni yorgun kılan sevdiklerimden gelen acılar oldu.
Beni hissiz bir kadına dönüştüren geçmişteki anılarım oldu.
Beni mahveden ve bu sert kabuklu bedenin içinde yaşatan bastırıp durduğum çığlıklarım oldu.
Beni bu kadar yaşamdan nefret ettiren hayatımdaki insanlar oldu.
Beni ölüme bu kadar aşık eden verdiğim kayıplarım oldu.
Beni dayanıklı kılan hissiz gülüşlerim ve şeytani düşüncelerim oldu.
Sesleri işitmek hisleri üst seviyede hissetmek artık rahatsız ediyordu. Sabah olmuş ve odayı terk edip kendimi kardeşimin mezarlığına atmış, orada bir müddet durduktan hemen sonra anında kuleye gerisingeri gelmiş ve yemekhaneye geçiş yapmıştım. Kimse yoktu. Ta ki çalışanlar kahvaltı için yemekhaneye gelene kadar. Onlar geldiğinde ben onlara sırtı dönük bir şekilde dışarıyı izliyordum. İçeri geldiklerinde aniden benim varlığımı görmeleri aralarında yaptıkları konuşmayı yarıda kesmelerine sebebiyet vermişti. Onları görmesem de benim varlığımın onları tedirgin ettiğini hissediyorum. Çünkü sessizce oldukları yerden yani kapının önünden çekilip yemekhane içinde bulınan mutfağa geçip kahvaltı hazırlıklarına koyulmuşlardı.
Onlar işlerini yaparken bense önünde durduğum pencereden dışarıyı izliyordum. Bahçede birkaç çalışan ve muhafızlar dışında kimse yoktu. Merak ediyordum Tarsis Kralı geri mi döndü yoksa hâlâ kulede miydi? Çünkü hislerim onun bu halimden dolayı beni soru yağmuruna tutacağını söylüyordu. Aslında herkes içten içe bana ne olduğunu anlamak istiyordu. Onları engelleyen neden bendim. Hiçbir şekilde onlara bana ne olduğu konusunda bir şey söylemeyeceğimi bildiklerinden sorularını direk bana sormayıp, zihinleri içerisinde yanıt aramaya çalışıyordular ama maalesef kesin bir kanıya varamıyorlardı.
Adım sesleri çoğalıp içeride yankı yapmaya başladığı anda, çalışanların arkamda bulunan uzun, geniş yemek masalarını hazırlamaya başladıklarını anladım. Zaten yirmi dakika içerisinde herkes kahvaltıya inerdi. Onlar gelmeden çalışanların kahvaltı masasını hazırlamaları gerekiyordu. Ve bunun için acele etmeleri gerekti. Ama şu an benim varlığım buna engeldi.
Bugün biraz geç hazır olsa bit kayıp olacağını düşünmüyorum. Bakışlarımın odağı pencerenin yansıttığı kulenin ön bahçesinde bulunan çardağa çevrilmişti. Orada çardak içerisinde bulunan kişiler tüm dikkatimi kendilerine çekmişti. Birkaç dakika öncesinde yavaşça çardağa ilerlemiş ve orada dalgın dalgın konuşuyorlardı. Bunlar kimler miydi?
Süreyya hanım ve Tarsis Kralı Hermes...
İkisi de hararetli hararetli bir mevzu hakkında konuşuyor, Süreyya hanımın gergin halleri dikkatimi çekiyordu. Tarsis Kralı 'ysa sadece karşısında olan kadını dinliyor ara sıra ona bakıp cevap veriyordu. Ama genel olarak düşünce içerisindeydi.
Konuşulan konunun az çok benimle ilgili olduğunu anlamamak aptallık olurdu.
Son zamanlarda çok fazla göze batıp duruyor, herkesin dikkatlerini üstüme çekiyordum. Kasıtlı değildi ama fazla dikkat çekip durduğum aşikârdı. Bunun için bir şey yapmak içinde geç kalmıştım. Onun için olduğu gibi ne olacaksa olsun istiyordum.
Yeterince bazı şeyleri ört bas edip durdum. Şu an yapmam gereken şeye odaklanmak istiyordum.
Biraz daha çardak içerisinde konuştular ama sonradan içeriye geçmek için harekete geçince olduğum yere gelmeye çalıştıklarını anladım. Birazdan zaten herkes burada olacaktı. Ve yine o bakışlara maruz kalacaktım.
Ama alışığım sorun değil artık benim için. Birkaç dakika içerisinde herkes içeriye giriş yapmaya başlamıştı. Bende onlara sırtım dönük vaziyette dışarıyı izlemeye devam ediyordum.
Her gelen benim varlığımın farkına varır varmaz anında derin bir sessizlikle oldukları yerde sessizce oturuyor aralarında fısıltılar eşliğinde iletişim kuruyorlardı. Hepsini hissediyorum. Herkesi ve her şeyi büsbütün hissediyorum. Bu çok garip bir his. Tanımlamaya kelimlerim yetmeyez. Bir anda kapalı olan yemekhane kapısı açılıp içeriye beklediğim iki kişi yan yana girdi. Süreyya hanım ve Tarsis Kralı.
İkisinin gelişi uğultular çıkarmış olsada sonrasında birden uğultular sustu ve hemen ardından temkinli adımlar içeriye doldu. Gelişlerini önümdeki küçük pencereye yansıyan yansımadan görüyordum. Yerlerine geçip, oldukları yerde benden bir adım beklediler.
Anında birden arkamı dönüp onların olduğu tarafa baktığım anda Süreyya hanımın sırtı bana dönüktü ama Tarsis Kralı göz ucuyla beni izliyordu. Ne düşünüyordu acaba benim hakkımda? Merak etmiyor değilim. Yavaşça olduğum yerden harekete geçip masadaki her zamanki yerime doğru ilerledim.
Sessizdim. Ama gözlemliyordum onları. Hissetmeye çalışıyorum onları. Anlamaya çalışıyorum bu sunulan yeni gücü. Farklı ama güçlü hissediyorum bir yönden de. Yerime geçince uğultular çoğaldı. Ama takmadım pek. Servisler yapılırken masadaki yiyeceklere bir bakındım ve nedense hiç aç olmadığıma karar verdim.
Bir şey yemeyeceğime karar vermeme rağmen önümdeki boş tabağa gelişi güzel bir şeyler koyup, boş bakışlarımı etrafta gezdirdim. Masanın diğer tarafında bulunan bazı kişilerin aralarında beni göz ucuyla göstererek bir şey konuşup durduğunu fark ettim. Ama takmadım yine de yeniden. Belki de onlara bu cesareti veren benim umursamaz tavırlarımdı olamaz mı?
Belki de bir şeylerin değişmesi gerekti. Peki buna herkes hazır mıydı? Sanmıyorum. Ama sorun değil yine aynı yoldan devam edebilirim. Çünkü bu kısa sürecek ve bu süre zarfında buna katlanabilirim değil mi? Herkes kahvaltı ederken ben olduğum yerde put gibi durmuş zamanın geçmesini ve bir an önce bu yerde uzaklaşıp gitmek için fırsat kolluyordum.
Ta ki yanımda Tarsis Kralı konuşana dek. Bir anda bana doğru eğilip gözlerini gözlerime çıkardı.
"Kahvaltı sonrasında seninle konuşmak istiyorum. Müsait misin?" demesiyle o an alık alık ona baktım. Bu ifadem onun kaşlarının çatılmasına sebebiyet verdi.
Sonrasında kendime çeki düzen verip hemen olur dercesine başımı sallayarak bakışlarımı önüme çıkardım. Ama Tarsis Kralı bana ben ona bakmayı kessemde bakmaya devam etmiş ve birkaç dakika sonra bakışlarını üzerimden çekmişti. Sanırım bu umursamaz hallerim herkesi ya sinir ediyor ya da tuhaf bir şekilde bana bakmalarını sağlıyordu.
Etrafımda öyle yoğun enerjileri vardı ve o kadar iç içe bulunuyordu ki bunları hissetmek beni yoruyordu.
Yavaşça olduğum yerde geriye rahatça yaslandım ve aklımdaki şeyi faaliyete döktüm.
"Orada mısın Kan Ruhu?" dememle anında bir onaylama aldım.
"Evet efendi burdayım. Bir arzunuz mu vardı?" demesiyle o anda aklıma gelen şeyleri ona sordum.
"Varlığına alışmak zor. Buradaki onca enerjiyi hissetmekte. Bunları nasıl hissetmeyi bırakabilirim?" dememle anında birden tüm hisler yok oldu ve rahat bir nefes alabildim. Ve üzerimdeki yükler yavaşça silindi. O yoğun güç yavaşça dağılıp kendini gizledi. Ve bende bu rahatlıkla gevşedim.
" Şimdi nasıl? Her şeyi sisler ardında sizin etrafınızda. İstediğiniz anda onları ortaya çıkarabilirim. Ama kısa sürede bunlara hükmetmeyi öğrenmeniz lazım efendi. Yoksa sizin için zor bir durum olacak her geçen gün." demesiyle peki dedim ve ağrıyan başımı yokladım. Hâlâ yere düşüp başımı çarptığım için başım ağrıyor ve bu sızı beni yorgun düşürüyordu. O kadar yapmam gereken şey var ki hangisine yetişmem gerek kestiremiyorum.
Birde şu yeni güçler devreye girdi. Yüküm iyiden iyiye arttı.
"Kısa zamanda buna da çözüm bulacağım merak etme." dedikten sonra yavaşça odağım etrafımda bulunanlara çevrildiği anda herkes sessiz ama derin düşüncelerle kahvaltı edip duruyor herkesin gözlerinde milyonlarca soru işareti görüp duruyordum.
Herkes onca şeyi merak ediyor ama bir cevap bulamıyor maalesef. Sebebi yine benim. Her şeyin sebebi benim onlar için. Bu sorunlar benim yüzümden oluyor ve bu sorular benim yüzümden cevap bulmuyor. Derin bir iç çekip bakışlarımı karşımdaki aynaya çevirdim. Ve kendime baktım. Yorgun duruyordum ama bakışlarım yorgundu.
Dışarıdan bir göz olarak kendime baktığım anda hiçte yorgun, bitap düşmüş bir insana değilde. Güçlü, yenilenmiş ve gayette enerji dolu bir insan görüyorum. Bu güçler bana iyi gelmiş gibiydi. Ama ben öyle hissetmiyorum ki. Daha çok yorgun hissediyorum. Aynadaki kadını bir an tanıyamadım. Bakışlarım ne kadar da ruhsuz olmuş. Sanki bir robot gibiydim. Hissiz, cansız ve kimliksizdim.
Yaşıyorum diyemem kendim için ama öldü de diyemiyorum. Arafta takılı kalmış bir ruh.
Kendimi böyle tanımlayabilirim. Ruhum arayış içinde ve arayışı bitmeden yok olacak hissiyatı taşıyor nedense.
Dağınık bir haldeydim. Düşüncelerim dağınık. Hislerim dağınık. Hayatım dağınık. Ben dağılmış haldeyim. Ben yokluğun dibinde ölüme terk edilmişim. Ve hayata dönmek konusunda gecikmiş haldeyim.
Ölümü tatmış bir gibi hissediyorum kendimi. Belki de bundandır yaşamın verdiği hissizlik ona olan tutumum. Ondandır yaşamdan kolayca vazgeçmem
Yaşam bana ne sundu ki ne ona bağlı kalayım? Hiçbir şey sunmadı keza olanları da alıp beni bir başıma bırakıp gitti. Ne de vicdansız çıktı!
O sebeple ne yapıyorsam asla taviz vermiyorum. Ve kararsız kalmıyorum. Çünkü zaten olmam gereken yerde değil olmamam gereken yerdeyim ya. Ve bende olmam gereken yere gitmek için elimden geleni yapıyorum.
Yaşamdan ölüme doğru uzanan bu yolda emin adımlarla ilerliyordum. Geriye dönüp asla bakmıyor, kararlarımı tereddütsüz veriyordum.
Yaşam bana istediklerimi vermezse bende istediklerimi almak için her şeyi yaparım. Ölümle kumar bile oynarım bu uğurda gözümü dahi kırpmadan.
Sessizliğim bir felaketi başlatacak güçte. Ve ben şu an bunu yapıyorum. Felaketi getirene kadar sessiz sessiz olduğum yerde duruyor, kimseye ne yapmaya çalıştığımı fark ettirmemeye çalışıyorum.
Bir anda bir el koluma dokununca anında bakışlarımı kolumun üzerindeki ele çevirdim. Bu el yanımda duran Tarsis Kralı 'na aitti. Bakışlarımı ona çevirdim ve bana çekingen bir bakışla bakan Tarsis Kralı' na bakıp, ona ne yapıyorsun dercesine baktım.
"Biraz dışarıda dolaşalım mı?" demesiyle bakışlarımı indirdim ve kolumu onun tutuşu altından kurtarıp ayağa kalktım. Sandalyeyi geriye iterek olduğum yerde ayrılıp yavaşça kapıya doğru ilerlemiştim. Bu hareketim olur anlamında olduğu için hemen arkamdan beni Tarsis Kralı takip etmeye başladı.
Yemekhaneden çıkıp ön bahçeye uzanan koridora doğru yol aldım ve sola sapıp önümdeki uzun koridorda Tarsis Kralı 'nın bana yetişmek için acele ettiği adım sesleriyle ilerlemeye devam ettim. Birkaç adımda bana yetişince yanımda ilerlerken söylenmeyide ihmal etmedi.
"Ne bu acelen?" demesiyle yarım bir gülüşle ona cevap verdim.
"Yapmam gereken onlarca şey var. Buna rağmen size vakit ayırdım. Bu mu karşılığı." diye ima dolu cümlem onun bir an tökezlemesine sebebiyet verdi. Benden böyle bir cevap mı beklemedi yoksa yoksa onca işten kastımın onu kafasında oluşturduğu senaryolar mı emin değilim.
" Nasıl şeyleri kast ediyorsun? "diye gizemli bir sesle konuşunca aslında anlamak istediği neyi yapmayı amaçladığımdı.
" Her zaman ki yaptığım şeyler. "dedim safça. Sesimdeki boş vermişlik onu tekrar tedirgin etti.
" Yani her zamandan kastın bu son olaylara benzer şeyler mi? "dediğinde adım atmayı bıraktığım anda çoktan bahçe kapısından çıkmış ve kapının birkaç metre ötesinde durmuştum. Ve ona güneş ışınları altında kaşlarımı çatarak bakmıştım.
" Hayır onlardan daha fena şeyler kast ettiğim. "dememle rengi attı ve o an sanki ona ben herkesin felaketi olacağım demişim gibi baktı.
" Emira ciddi olur musun? "dediği anda sesi bir uyarı olarak değilde bir temenni şeklinde çıktı.
" Ben zaten ciddiyim. Siz anlamak istemiyorsunuz. "dedim ve Tarsis Kralı bıkkınlık içerisinde kafasını sağa sola salladı. Karşısında halden anlamayan biri varmış gibi bana bakıyordu.
" Bak Emira son olaylar senin için ne anlam ifade ediyor bilmiyorum ama bizler için çok kötü anlamlar ifade ediyor. Artık seni tanıyamıyorum. Tanıyamıyoruz. Eskisi gibi değilsin." dediği anda ona tek kaşımı kaldırıp cevap verdim.
"Neden?" dedim sorgulayan bir sesle.
"Ne neden?" dedi anlamayan bir sesle.
"Neden acaba diyorum. Yaşadığım şeyleri biliyor musunuz? Bence hayır! Peki buna kayıtsız kalmam çok saçma olmaz mı? Verdiğim tepkiler herkesin vereceği tepkiler. Sizler bence abartıyorsunuz!" diye sertçe çıkışmamla bir anda Tarsis Kralı da sesini yükselterek karşılık verdi bana.
" Hiç kimse bu yaptıklarını yapmıyor! Kimse Karanlık Ruhlara hükmünü geçirmedi mesela. "diye imalı konuşmasına göz devirdim.
" Ne var ben yapılması gerekeni yapmışsam hatalı mı oluyorum? "dedim çokta garipsenecek bir şey olmadığını dile getirerek.
" Emira ne yaptığının farkında mısın? "dedi Tarsis Kralı tahammül seviyesini çoktan geçip olayların ne boyuta geldiğini idrak etmemi anlatmak istercesine tepki verirken.
" Evet şu ana kadar ne yaptığımın hep bilincinde oldum olmaya da devam edeceğim. "diye sesimi sona doğru yükseltmiş ve ona karşı çıkışıp, her şeyi bile isteye yaptığımı ve pişman olmadığımı yansıtırken Tarsis Kralı bir anda sinirden yumruklarını sıkıp öfkeden konuşmasını başka bir boyuta çıkardı. Sorgulama hesap sorma boyutunu aldı.
" Haddini hep aşan biri oldun şimdi olduğu gibi." dediğinde Tarsis Kralı sinirden elim ayağım titredi ve o an gözüm sinirden seyirirken konuştum.
"Sizin aştığınız gibi mi? Pardonda siz kim olarak bana hesap soruyorsunuz? Sahi bu yetkiyi kim size verdi? Ben mi? Sanmıyorum. Benimle konuşurken sözlerinize dikkat edin! Kimse beni yargılayamaz anladınız mı? Çünkü ben sizin ve diğerlerinin yargılamak isteyebiliceği biri değilim. Ben yapmam gereken şeyi yaptım ve bu yüzden suçlu değilim. Olmadım . Hiçbir zamanda olmam." diye artık iyice çileden çıkmış ve yönümü sapmıştm.
" Öyle mi? Peki o halde işler çığırından çıktığı anda sakın pişman olma Emira. Her güç elbette tehlike barındırır ve senin şu an barındırdığın gibi. Olaylar sarpa sardığı anda bu cümlelerim aklına gelsin." dediği anda Tarsis Kralı, o an onun üzerine doğru yürüdüğüm ve işaret parmağımı ona doğru tutarak önce onu sonra kuleyi sonra etrafımı göstererek konuştum.
" Ne sizin ne de bu kuledeki kişilerin ne de diğer herkesin düşündüğü şeyler olacak. Tam tersi olacak ama bakalım o zaman bunun özrünü bana iletecek misiniz? Sanmıyorum. Buna yüzünüz dahi kalmayacak. Ve bu herkesin en büyük pişmanlığı olacak." dedim ve geriye çekilip ona baştan aşağı baktım." Umarım o günler gelmez. Sonradan çok üzülürsünüz demedi demeyin . "dedikten sonra arkamı dönüp uzaklaşıp gideceğim anda koluma yapışıp beni durdurdu. Ona ne var dercesine baktığım anda bakışları gözlerimde oyalandı ve bir şeyleri anlamaya başladığını yansıtan gözlerle bana baktı.
"Ne yaptın sen?"dedi Tarsis Kralı hayret edercesine halime bakarken. Sanki saklamak için çabaladığım gizli hallerimi görmüş gibiydi.
Bakışlarım ne demek istediğini anlamamış gibi bakarken, Tarsis Kralı, bana inanamıyorum sana dercesine bakıp başını iki yana salladı. Sanki karşısında olan kadını tanıyamaz hale gelmiş bir edası vardı. Haddini aşmış birine bakan bakışları beni rahatsız etmişti.
"Kendine ne yaptın Emira? "dedi asıl neyi anlamak istediğini o an anladım.
Ve o an bakışlarımda ne duygular boğazlanıp öldü. Hepsi sessiz sedasız ölerek yok oldu. Çünkü bunu yapmak zorundaydım. Başka çarem yoktu. Başka yolum yoktu. Ben yapılması gerekeni yapmıştım ve bundan pişman olmamam gerekti. Ama neden pişmanlık duyuyordum.
" Hiçbir şey ya da çok şey." dedim çatallı bir sesle.
Sanki basit bir şeyden söz edercesine sesim boş vermişlikle çıkmış, çokta gündemimde olmayan bir konuya değindiğini yansıtmaya çalıştım ama Tarsis kralı'nın şu an bana yönelik bakışları bir yerlerde kalbime dokunuyordu. Çünkü çıkmaz sokaktan dönmek için çok geç kalmıştım. Ve bu çok ağır olacaktı benim için. Ve bu beni canlı canlı yakacak, nefesimi kesecek bana aynı acıları yaşatacaktı.
"Bir dönüşü var. Her yolun bir dönüşü vardır. "dedi buna inanmak istercesine. Buna inandırmak istercesine.
" Maalesef benim için çok geç artık. Bırakın da bunu tamamlayıp son vedamı yapayım olur mu? "dediğim anda öyle bir sarsıldı ki geriye doğru yalpalandı.
Benden bunu beklemiyordu. Benden ölüme göz göre gidişimi ve bunu çoktan kabul edip çırpınmayı bırakalı çok olduğunu beklemiyordu.
Yapmıştım. Ben kendime en büyük zararı vermiştim. Öldürmek uğuruna ölümü kabul etmiştim. Yok etmek uğuruna yok olmayı seçmiştim. Can acıtmak uğuruna kendi canımı hiçe saymıştım. Ve ben kendimi heba etmiştim. Heba etmek adına.
Ben kendimi çoktan ölümün kollarına teslim etmiş ölüm saatimi bekliyordum.
Zaman o an sustu. Tarsis Kralı yapma derecesine baktı ama ben orada daha fazla duramadım ve ona sırtımı dönüp hızla olduğum ortamı terk etmek için koşar adımlarla arka bahçeye ilerledim. Oradan da hızla Kara Orman 'a doğru yol aldım. Son adım için son kontrolleri yapmam lazım. Çünkü çoktan savaş çanları çalmaya başlamıştı. Ve benim biran önce atağa geçmem gerekiyordu. Öldürücü darbeyi onlardan önce vurmak için.
Dört gün olmuştu. Kara Orman' da bulunan Moritanya Kalesi'nden çıkmayalı. Uykusuz geçen bir dört gün olmuştu. Sadece kitapları karıştırıyor, orada bulduğum bilgileri inceliyordum. Ölü Ruh'un ve Kan Ruhu 'nun sunduğu tüm kitapları incelemeye başlayalı dört gün olmuştu. Ama hiçbiri bana istediğimi vermemişti.
Bana istediğim yola sevk edecek o büyüyü elde edememiştim. Ve bu her geçen gün daha sinirlenmemi, uykuların bana daha fazla haram olmasını sağlıyordu. Uyumuyor, doğru düzgün yemek yemiyordum. Artık baş ağrılarım şiddetli bir hale gelmişti. Kimse beni rahatsız etmesin diye Varisler, Dennis ve Victoria 'nın buraya gelmesine engel olmuştum. Çok sinirlenmişlerdi.
Zihin bağından bana defalarca kez uyarıda bulunmuşlar ve yanıma gelmek istediklerini söyleyip durmuşlardı ama hiçbirini kaale almadan zihin bağını kısa süreliğine devre dışı bırakmıştım kendi adıma. Onlar hâlâ zihin bağından iletişim halindeydiler. Nefes alamıyorum.
Her geçen saniye istediğime ulaşamadığım için aldığım nefes canımı yakıyor. Saçlarıma parmaklarımı geçirip sertçe çektim. Artık şu lanet ağrı dinsin! Gözlerim uykusuz olduğumdan dolayı yanıyor, uyumak için bana direnip duruyordu. Benim uyumamaya direnip durduğum gibi. Maalesef ne su ne yemek ne de uyku hiçbirini amaçlarımın önüne koyamam şu an. Yapmam gereken tek bir şey var.
O da şu lanet bilgiye ulaşıp istediğim şeyi yapmak. Aradığım zor bir şey. Neden mi çünkü kan ordusunu normal boyutunu istemiyorum. Ben ona istediğim şekilde evirilmesini istiyorum.
Ve bu hal bana daha iyi bir güç sağlayacak. Çünkü en az benim kadar Dani ve Esila 'da şu an yenilmez bir ordu kurmak istiyor. Ve ben onların ordusunu bile yenecek bir şey istemiyorum ben onları yenmek için kendime ordu istiyorum. Çünkü onların ordusu için başka bir planım var. Savaş taktiğim çoktan belliydi ama son kalan aşamayı bir türlü yerine getirmiş değildim.
"Artık uyumalısın. Böyle yaparak işini daha zorlaştırıyorsun!" diye beni kızarcasına uyaran Ölü Ruh 'u daha önce yaptığım gibi görmezden geldim.
"Anlamıyorsun o şeye ulaşmadan bana uyku ve diğer her şey yasak!" dedim huysuz ama yorgun bir sesle.
"Böyle yaparak bir ilerleme kat edemeyeceğini anlamış olman gerekirdi şu ana kadar ama görüyorum ki bunu bile yok sayıyorsun. İstediğini yap eninde sonunda dediğime geleceksin." dedi ve o anda ortadan yok oldu Ölü Ruh.
Ölü Ruh gider gitmez yüzümü önümdeki kitaba gömdüm.
Lanet olası şey. Lanet olası şey. Lanet olası şey.
Neden bulamıyorum ki! Sadece bunu daha önce düşünen mi olmadı yoksa bu bilgi başka bir yerde mi? Emin olamıyorum nerede bulacağımı da.
"Efendi." diye bir anda Kan Ruhu konuştuğu anda mırıltıyla ne dercesine sordum. "Yanlış yoldasınız belki de. İstediğiniz şey belki de başka bir yola çıkıyordur." dediği anda yüzümü kitabın sayfasından kaldırıp hemen bakışlarımı etrafıma çevirdim. Ne demek istedi bu Kan Ruhu?
"Nasıl bir yolu kast ettiğini anlamadım?"dedim ve kaşlarımı çatmış bir vaziyette hemen olduğum yerden doğrulup içinde olduğum kütüphanede bir uçtan diğer uca doğru ilerlemeye başladım.
O sırada Kan Ruhu benimle konuşup duruyordu ama onu umursamadan aklıma düşen fikirleri eleyerek istediğim şeye ulaşmaya çalıştım.
Bunu yapan kişinin aslında diğer yolu denemiş olma ihtimali var ama bu kişi kim onu bulmam lazım. Kim olabilir? Kim bu aradığım kişi?
Olduğum yerde durmuş öylece aklımdan geçen isimleri ön elemeyle elemeye başladım. Bunu daha önce yapan kişi bir şekilde kendini açığa vermiş olmalı ve bundan dolayı bir bedel ödemiştir. Ama nasıl bir bedel onu açığa çıkarabilir?
Düşün Emira düşün! Bulacaksın. Belki de aradığım kişiyi biliyorumdur. Ya da duymuş olmalıyım. İki elimi kulaklarıma yasladım ve olduğum yere dizlerimin üzerine çökerek düşünmeye devam ettim.
Aklımdan onca senaryolar gelip geçti ve o anda bir şey bir anda beni kendine çekti. Bir cümle. Bundan bir yıl öncesine kadar ilk kez Lord Yelit 'le diğerlerinin konuşmasını dinlemiştim. Ve orada beni diğerleri görmemişti. Ama Lord Yelit gördü. Hatta bana bu kulede seni görebilecek iki kişi var dedi aslında diğer kişi kimdi onu anladım.
O Lord Yelit' in Kan Ordusu'nun, Ruh formatına evrilmiş ve ruhundan bir parça olan şeydi değil mi?
Aradığım şey aslında çok yakınımda duruyordu. Lord Yelit beni son uyarısında aslında onun yapacağı şeyleri benimde başvuracağımı biliyordu ve onun yolundan gitmemem için beni uyarıyordu ama ben bir şekilde onun yolundan ilerlemiş bununla kalmayıp onunda yapacağı şeyi yapmıştım.
O Kan Ordusu 'na aslında ruhunu sunarak onu daha fazla güçlendirip bundan asırlar öncesinde Karanlık Ruhlar ve diğer olan şeyleri o engellemişti. Kişi ne kadar güçlü ise Kan Ordusu ise o kadar güçlü oluyordu. Ve şu an Lord Yelit kendi gücünün eş değerinde bir Kan Ordusu 'nu başka bir evreye taşımıştı. Bu evre ise benim aradığım evreydi.
Ben bu orduyla bu ruhu var etmek istiyorudum ve bana aslında nasıl bir yol izleyeceğimi çok yakınımdaki kişi söyleyecekti. Bunu bana borçlu Lord Yelit.
Anında olduğum yerden doğrulup koşar adımlarla kütüphaneden çıkmış ve hemen kendimi Kara Orman 'a atarak var gücümle koşarak kuleye doğru ilerlemiştim.
İşte istediğim şeye çok az kalmıştı. Ve o şeyi elde edeceğim. Bedelinin ne olduğunu umursamıyorum bile. Önümdeki kısa patikadan hızla geçmiş ve kulenin arka tarafında bahçeye ulaşarak yönümü kulenin arka çıkışına yönlendirmiş ve içeriye adım atmaz koşar adımlarla uzun koridordan sola dönüp, bedenimi yukarı çıkan merdivenlere yönlendirmiştim.
Merdivenlerden öyle alel acele çıkıyordum ki yanımdan geçip gidenler bana hayretler içerisinde bakıyordu. Aslında şu an dışarıdan bitap bir halde duruyor olabilirim ama bu umurumda bile değil. İstediğim şeye ulaşmış olmanın verdiği mutlulukla son merdiven basamaklarını da çıkmış ve Lord Yelit 'in odasının olduğu kata ulaşınca önümdeki iki kişiyi hızla iterek aralarından geçmiştim.
Bu yaptığım çok yanlış bir hareketti ama şu an hiçbir şey umurumda değil. Son birkaç adımda kapıya ulaşır ulaşmaz kapıyı çalmadan paldır küldür içeriye daldım. İçeriye daldığım anda içeride gördüğüm kişileri bile umursamadan hızla Lord Yelit 'in bulunduğu çalışma masasına ilerlemiştim. Masanın yanına varınca hemen iki elimi masaya yerleştirip bakışlarımı Lord Yelit' e diktim ve nefes nefese konuştum.
"Konuşmamız lazım. Hemde hemen. Ve yalnız." diyerek başımı sola doğru çevirip bana şaşkınlıkla bakan iki çift göze uyarı dolu bir şekilde bakmıştım. İçeride Tarsis kralı ve Ahrar bulunuyordu. Bana olan bu garip bakışlarının sebebini biliyorum. Yorgunluktan bitap halim, uykusuzluktan şişmiş ve altı morarmış gözlerim. Bembeyaz ruh gibi olan yüzüm ve en son gördükleri kıyafetler içerisinde olmam iksini bu hale getirmişti.
Bir şey demek için hazırlanan Ahrar 'ı susturan Lord Yelit' in varlığı oldu. Birden ikiside olduğu yerde içinde tutmakta zorlandığı cümlelerle kalkmış ve hemen kapıyı doğru ilerlemiştiler. Önden ilk çıkan Tarsis Kralı oldu. Benim bu halim onu epeyce dağılmış hale getirmişti.
O çıktıktan hemen sonra Ahrar bana dönük vaziyette bu halime içi gidercesine bakmış ve bu hale gelmemi sağladığım için bana lacivert bakışlarında koca bir öfke vardı. Kendime verdiğim zarar onu deli ediyordu. Daha önceleri de ortalıktan yok oluyordum ama hiçbir zaman bu şekilde geri dönmüyordum. Bu sefer dağılmış bir vaziyette olmam onu yıkıp geçmiş, kendime bu kadar yüklenmem onu deli etmişti. Bana zarar veren bile olsam Ahrar buna dayanamıyordu.
Odadan çıkıp kapıyı örtünce bakışlarımı Lord Yelit 'e söyledim. Ve onu ilk kez şaşkına çeviren sözlerimi dile getirdim.
"Yitik Ruh' ta mı burada?" dediğim anda Lord Yelit bocaladı. Bunu dememi beklemiyordu.
"Sen nasıl anladın?" diye bildiği sırada anında ona cevap verdim.
"Parçaları birleştirmek zor olmadı." dedim ve hemen doğrulup ona doğru ilerledim. "Bana her şeyi anlatmanızı istiyorum. Ama her şeyi." demiş ve susmuştum.
Sırlar ve tehlikelerle dolu bir evrende yaşarken bazı tehlikeli faaliyetlerde bulunmak kaçınılmazdır. Keza bunun örnekleri çoktur. Şu an benim yapmaya çalıştığım gibi ve aynı Lord Yelit 'in daha önce yaptığı gibi.
Masanın yanındaki tekli koltuğa geçmiş ve ona çevirdiğim bakışlarım bir an önce bana her şeyi ince ayrıntısına kadar anlatması için sabırsızlanıyordum.
Lord Yelit yavaşça geriye yaslandı ve derin bir iç çekerek bana kısa bir bakış attıktan sonra hemen bakışları boşlukta takılı kaldı. Ve geriye dönük bir ana gitmiş bir halde anlatmaya başladı.
"Her şey daha çok yeniydi. Aslında böyle bir amacım yoktu. Hiç hemde ama Esila sonrasında olaylar beni yıllar önce yapmış olduğum Kan Ordusu 'nu başka bir boyuta taşımamı sağladı. Karanlık Ruhlar tehlikeliydi. Ve onlara karşı koymak zordu. Bildiğin gibi Kan Ordusu senin gücünle erişim sağlıyor ve senin gücün ne kadarsa sende o gücün en fazla birkaç katı fazlasını alabilirsin. Ve Kan Ordum maalesef bu konuda onların yanında yetersiz kalıyordu. Bende hiç denenmeyeni denemeye karar verdim. Tehlikeli bir adımı o an için ama zaten şartlar da pek uygun değil gibiydi. Ne kaybederim düşüncesinde olduğum için yapmaya karar verdim. Yapım süreci zordu aslında bu büyünün. Epey acı verdi. Emin ol Kan Ordusu oluşturmak bile onun yanında çok az kalırdı. "dediği anda cümlesini bitirdi ve dalgın bakışları beni bulurken bakışları titredi ve göğsü derince şişti ve parmakları masada ritmik bir ritim tuttu.
" Peki beni neden o gece yapacağım şeyler için vazgeçirmeye çalıştınız? Sizde mevcut olaylardan dolayı bunu yapmaya mecbur kalmışken beni en iyi anlayan siz olmanız gerekirdi." dedim derin acı bir yakarışla.
"Çünkü zordu Emira. Çok zordu. Yitik Ruh." dedi ve nefes aldı." Hiç o kadar kolay değil onu kontrol altında tutmak. Hele ki senin gibi bir güç kaynağı bulunuyorsa. Farkında mısın sen sendeki gücün? Taşlar sende bulunuyor. Kan Ordusu'na sahipsin. Üstüne üstlük boynunda bulunan kolye başka bir güç kaynağı. Bu Yitik Ruh için bir nimet ve onu kendi için kullanmaya çalışır. Onu kontrol edemezsin! Çok zor bu. "dediği anda Lord Yelit hemen sinirden ayağa kalktım.
" Halimi görüyor musunuz? Ne haldeyim ben kaç gündür uyumuyorum. Yemek yemiyorum doğru düzgün. Sadece ne için sırf Dani ve Esila 'yı alt ederek sizelere zarar gelmesin diye uğraş veriyorum. Bakın şu ana kadar nelerle mücadele ettim inanın bilmiyorsunuz. Her şeyle mücadele edecek güce sahip olduğumu bilmenizi istiyorum. Taşları sizce muhafaza etmek kolay mı sanıyorsunuz? Hayır değil. Hele ki Ruh taşı ve Güç taşı. Bu iki taşın sunduğu o gücün karanlık tarafı zihnimi ele geçirmek için ne kadar mücadele ediyor bilmiyorsunuz. Onlara karşı dayanıklı olmaya çalışıyorum. Onları neden kullanmıyorum biliyor musunuz? Çünkü onları yok etmek amacım çünkü onlar benden başka birinin eline geçse benim yaptığımı kimse yapmaz ve o taşları kullanmak için ellerinden geleni yaparlar. Bende o taşları kullanarak kolay yoldan istediğim şeye ulaşabilirim ama ya sonra ne olacak? "dedim ve bir adım öne gelerek işaret parmağımı önce kendime doğrultup sonra etrafımı gösterdim.
" Sonra o taş kolyemle bütün hale gelecek ve inanılmaz bir güç ortaya çıkacak sizde biliyorsunuz kolye güce karşı doyumsuz. Ve benden sonra kolyenin yeni sahibi sizce bu gücü fütursuzca kullansa ve etrafındaki kişilere zarar verse ne olacak? Ben söyleyeyim kıyameti getirecek. Ama ben bunu önlemek için uğraş veriyorum ve siz bana engel olmak istiyorsunuz. Ben önce o taşları ve sonra Esila ve Dani 'yi yok ederek herkesi bu lanetten kurtaracağım. Sonrasında herkes bu tedirginlikten ve korkudan gelecekte onları bekleyen tüm tehlikeli şeylerden uzaklaşmış olacak. "dedim ve derin bir nefes alıp sustum.' Sonrasında ben yok olacağım ve her şey eski haline dönecek. Esila' nın varlığının olmadığı huzurun olduğu analara. '
" Ya sen? Sana ne olacak? Bunu hiç dile getirmiyorsun Emira. Çünkü sende biliyorsun bu savaşın sonunda başına gelecek şeyleri işte bende seni bundan dolayı uyarıyorum ya! Yapma bırak kayıplar olsun ve hep beraber bunu halledelim." dediği anda hayır dercesine başımı iki salladım.
Beni anlamıyordu. Beni kimse anlamıyor! Amacım birinden yardım almamak değil. Birine muhtaç olmamak değil. Sadece şu lanet hesabı onlara kesmek istiyorum. Kimse zarar görmesin istiyorum. Çok şey mi istiyorum ki?
"Ben bu yola girdiğim andan itibaren kendimi yok saydım. Amacım belliydi. Yapmam gereken şey belliydi. Ve bundan geri dönüş yok. Boşuna uğraş vermeyin ben çoktan yolumu çizdim ve oradan ilerleyip bu yolu tamamlayacağım. Siz böyle yaparak sadece bana engeller çıkarıyorsunuz. Lütfen bana o büyü sözlerini verin. "dedim ve ona yalvaran gözlerle baktım.
Lord Yelit o an bunu ondan istediğim için kahroldu. Sanki başka bir şey iste her şeyi yaparım ama bunu yapamam diyordu bakışları. Ama ısrarım onun bu tutumunu kırıp geçti ve zincirlerini kırıp bana istediğimi vermek için olduğu yerden ayağa kalktı.
Ben ne yapacak diye beklerken birden arkasını döndü ve masasının arkasında duran kitaplığa doğru birkaç adım attı. Sonrasında parmakları rafta bulunan kitaplar üzerinde gezindi. Ve kırmızı eski bir kitabın üzerine durunca yavaşça parmakları kitabı kavradı ve olduğu yerden çıkarıp bana doğru tekrar dönüp kitabı bana doğru uzattı.
Kitabı bana doğrulttuğu anda kitabı ondan alıp hızla arkaya doğru adımladım. Pişman olup geri almasından korktum.
"Sayfanın en sonunda Yitik Ruh başlığı altında duruyor büyü sözleri. Onu oku ve sonrasında istediğin şeye ulaşacaksın. Ama şunu unutma canın çok yanacak." dediği anda Lord Yelit o an içimden ruhsal acılarım kadar olamaz dedim.
Kitabı göğsüme bastırıp ona minnetle baktım.
" Teşekkür ederim. Biliyorum bu sizin için zor ama başka çarem yok sizde biliyorsunuz. Her ne kadar yapma desensizde diğer türlü yapılacak her şey ihtimalden ibaret olur ama bunu yapmam bana daha büyük bir güç sunar ve her şeyin olması gereken şekilde ilerlemesini sağlarım. Acı bir parçanız olduğu andan sonra inanın onun varlığından gelecek acılar size çok ağır gelse de dayanırsınız. Bende bunu yapacağımı. Çünkü acılar benim bir parçam ve onlardan gelecek acıya dayanabilirim. "dedim ve arkamı dönüp tam gideceğim anda Lord Yelit 'in kan donduran sorusu ayaklarımın yere çivilenmesine sebebiyet verdi.
" Ben bunu yaptığım anda beni canından seven biri yoktu. Ardımda benim için üzülecek kimse yoktu. Senin var ama. "dediği anda o an göğsüm sıkıştı. Neyi kast ettiğini anladım.
Yalnız değilsin diyordu. Seni canından çok seven bir adam vardı ve onu nasıl bile bile ardında bırakacaksın diyordu. Ama bilmiyor ki ben en çok onun hayatta kalmasını istiyorum. Onun için bu uğraşım. Dani 'nin bana yönelik olan o hislerini biliyorum ve Ahrar' ın sonu benim yüzümden aynı Ölü Ruh yani Ament gibi olmasın istiyorum.
Ve bunun için de her şeyi yapmaya ve onun için ondan bile vazgeçmeye razıyım. Çünkü onun benim yüzümden ölme düşüncesi bile beni deli ederken bu gerçek olursa tamamen kendimi kaybederim ve ölürüm gerçek anlamda ölürüm. Ben o ölmesin diye ölmeyi tercih ettim.
"Evet var. Ve o, Ament 'le aynı kaderi yaşamasın diye yapıyorum ya bunları." dedim ve Lord Yelit' e bakıp devam ettim. "O benim yüzümden ölmeyecek. Kimse ona zarar veremeyecek benden sonraki zamanlarda. Belki onu yaralayacağım ama geçecek ki. Geçer değil mi? Geçmesi lazım." dedim ve buğulu gözlerimin ardından ona bakıp acıyla tebessüm ettim. "Ben ona zarar veren olmak istemedim ama yapmam gereken tek şey bu bunu sizde biliyorsunuz. Ona bunu söylersiniz değil mi? Ben ona bunu söylüyorum aslında başka yollarla ama o anlamıyor ya da anlamak istemiyor." dedim ve derin bir nefes alıp burnumu çekip başımı iki yana salladım.
Yapma Emira güçlü olman lazım. Bak işte onca aydır beklediğin şeye ulaştın ve sonunda artık o ikisi yok olacak. Yok olacak ve her şey iyi olacak. Ahrar 'da iyi olacak. Olması lazım zaman ona iyi gelecek. Sonra belki aklında olan şeyi yaparak onu bu acıdan kurtaracaksın.
Arkama dönüp hareket ettim ve kapıya ulaşıp kapıyı açıp dışarı çıktım. Kapıyı kapatmadan önce Lord Yelit son sözlerini söyledi.
"Ona bunu yapma kendini unutturma bırak acısını çeksin. Seni unutmasın Emira. Bunu yapman ona en büyük ceza olur. Kendini unuturuman. O hiç sevmemiş gibi hissedecek ve bir boşlukta olacak sence bu senden ona gelen ikinci en büyük acı olmaz mı? " dediğinde Lord Yelit ona cevap vermedim. Veremedim. Ve kapıyı yavaşça örtüp, odanın kapısının önünden uzaklaşıp ilerlemeye başladım.
Kimseye görünmeden yavaşça odamın olduğu kata ulaştım merdivenleri birer birer çıkarken. Odamın kapısına vardığım anda kapıyı yavaşça açtım ve sonrasında kapatıp içeride yıkık bir halde ilerlemeye başladım. Nefes alamadım o cümleleri işittikten sonra. Ama mecburum lanet olsun ki bunları büsbütün yapmaya mecburum diğer türlü yapmak olmaz.
Bir kez daha gözlerimin önünde sevdiğim birini kaybetmek istemiyorum. Buna izin vermem. Veremem. Yaptığım şey doğru demiyorum ama yapmam gerekiyor. Ve bunun için artık daha fazla vicdan azabı çekmemek için düşünmemeye çalışıyorum. Göğsüme bastırdığım kitabı yavaşça kollarımın arasından çekip onu korunaklı bir alana gönderdim ve odamda bulunan banyoya doğru ilerledim. Büyüyle hemen banyoda bulunan küvetin içerisinde sıcak suyun olmasını sağladım.
Sıcak bir duş alıp kendime geldikten sonra bu işi yapmaya başlayacağım. Ve sonra amacıma ulaşıp savaşın beni bulmasını bekleyeceğim. Bu çok uzun sürmeyecek zaten. Çok yakında istediğim ana ulaşacağım. Banyoya geçip üzerimdekileri çıkarıp hemen sıcak suyla dolu küvetin içerisine girerek gözlerimi yumdum. Ve zihnimi karanlık paslı acı veren düşüncelerden arındırmaya çalıştım. Sadece sessizliği ve alacağım zaferi düşledim.
Ruh muydu kıran yoksa ruh muydu kırılan? Bir cevap vermek zordu aslında. Yeri geldiği anda bir acımasız ruh tarafından canın yanıyor ve bin parçaya ayrılabiliyordun. Yeri geldiği anda sahip olduğun masum ruhun bir başka ruhu inciterek onda derin bir iz bırakabilir. Yani ruh hem kıran tarafı hemde kırılan taraf.
Zihnimde durdurulamayan büyük bir çığlık nidası var. Bu çığlık öyle acılı öyle mahvolmuş ki acıdan başka bir duygu bilmiyor. Her daim çektiği acının izlerini dışarıya yansıtıyordu.
Çığlıkların o derin pençesinde bir mahkum gibi ölümün ona ulaşması için sessizce ve kabullenmişlikle bekliyordu. Kabuk bağlayan yaraları onun acısıyla tekrar yeniden defalarca kez aynı yerden kanayıp duruyor, iyileşmeden yeniden yara alıyordu. Bir döngünün kucağına düşmüş kıskıvrak onu pençesine çekmişti. Ne kaçış vardı ne de kurtuluş.... Biçare sonun ona ulaşmasını temenni ediyordu.
Artık uykuda yorgunluğumu gideremiyordu. Hiçbir şey bana iyi gelmiyordu artık bu saatten sonra. Suyun altında bedenim dinginlik içerisinde gevşerken ruhum acıyla sınanıyordu. Tırnaklarımı küvetin her iki yanına saplayıp, pençemi geçirdim. Ruhsal acımı yok etmek için fiziksel acıyı kendime misafir ediyorum.
Bazen iyi geliyorda. Şu an olduğu gibi mesela. Tırnaklarım çoktan sızlamaya ve uyuşmaya başlamıştı. Zihnimi başka bir yöne çekebilmiştim. Suyun içinde bulunan başımı yavaşça kaydırıp gözlerimi açarak suyun altından bakışlarımı yukarı çıkardım. Gördüğüm koca bir boşluk ve anlamsız bir yaşamın yansıttığı hislerin varlığı...
Yaşam ne kadar anlamsız şu an. Boş geliyor onca şey şimdi. Kendi kendime bunun için miydi diyip duruyorum geçmişte olanlar için. Değmezdi aslında diyorum. Ama o zamanlar bu düşünce içerisinde olmadığım için benim için sanki hayatın sonu gelmiş gibiydi.
Tırnaklarımı yavaşça yukarı doğru çekmeye ve küvetin her iki yanına doğru sürüklemeye devam ettim. Küvetin iki yanına uzanan avuç içlerimden destek alarak suyun içinde duran bedenimi suyun yüzeyine çıkardım.
Su damlaları usulca bir yol alıp yüzümden akıyordu küvetin içerisinde dalgalanan suyun içerisine. Başımı geri yatırıp bir süre derin bir nefes alıp verdim. Ciğerlerime az önce yasak ettiğim nefesi ona şimdi fazlasıyla hediye ettim. Nefes alışlarım düzene girince yavaşça hareketlendim ve küvetten kaymamaya dikkat ederek çıkmaya başladım.
Küvetten çıkmış ve üzerimdeki bornozla giysi odasına geçmiştim. Islak ayaklarım zeminde iz bırakırken saçlarımdan damlayan su taneleri yerde küçük izler bırakıyordu bende kalan izler...
Giysi dolabının önüne gelince giymem gereken kıyafetleri seçip hemen bedenimi kurulayıp hızla giyinmeye başladım. Birkaç saniye içinde kıyafetleri giymiş ve ayna önündeki yerimi almıştım. Saçlarımı kurulmamış ve hemen sonra ense hizasında sımsıkı bir şekilde at kuyruğu yapmış birkaç perçemi çıkarak sonrasında uykusuzluktan dolayı morarmış göz altlarımın icabına bakmıştım.
Çok abartıya kaçmayan doğal bir makyaj yapmış işim bitince aynanın önünden ayrılıp odama doğru yol almıştım. Üzerime duran su yeşili saten elbiseyle ilerlerken her adımda kısa kalın topuklu ayakkabımdan çıkan ses zihnimde yankı yapıp duruyordu.
Uzun kolu, belime sımsıkı oturan balık model saten elbisenin boyu bileğimden birkaç santim üstünde duruyordu. Genellikle burada çok kısa giyinmemeye çalışıyorum. Burdakilerden hiçbiri benim kıyafetime alışık değil. Keza şu elbise bile onlar için tuhaf ya. Odamdan çıkınca içimdeki kasvetli hislere rağmen dışarıdan hiçbir şey yokmuş edası yansıtıyordum. Hem bakışlarımla hemde duruşumla.
Merdivenlere yönelirken etrafımı daha farklı izliyor ve yakında burayı bir daha görmeyecek olacağım gerçeğiyle yüzleşiyordum.
Yalnızlık çoğu zaman herkes için zorunluluktur. Benim içinde geçerli bu... Ve ben bu yalnızlığı maalesef bile isteye seçtim. Yani bundan yakınmak için çok geç kaldım. O halde istediğim hayatı değil seçtiğim hayatı yaşamalı ve ona göre günleri devirmeliyim.
Basamakları yavaşça inerken bazı anlarda yanımdan geçip gidenlerle bakıştığım oluyor. Ve onlarda gördüğüm ifadeler beni yıkıcı bir darbeyle karşı karşıya bırakıyordu. Belki de bu kulede bulunan herkes benim burada olmamdan büyük bir rahatsızlık duyuyor. Kimse ben burada olduğum için mutlu değil aslında mutsuz.
Gitmem onların işine bile gelir. Onlara göre ben baş belası, sorun çıkaran, her şeyin sebebi durumundayım. Ve inanır mısınız bende böyle düşünüyorum artık. İç çekerek son basamağıda inerek adımlarımı toplantı odasının olduğu koridora çevirdim. Bizimkiler orada olmalı. Süreyya hanımın yanına uğrayıp izin isteyecektim birkaç günlüğüne kulede bulunmayacak olmam adına. Sonra haber vermeden gidince suçlu taraf ben oluyorum.
Toplantı odasının kapısının önünde adımlarım durunca kapıyı hafifçe tıkladım ve gir komutunu alınca kapıyı açıp içeri girdim. Kapıyı kapatmadan birkaç adım öne doğru adım atıp onlara uzak bir mesafede durup her zaman takındığım ifadeyle içeridekilere baktım.
Benim gelişimi hiç kimse hiç mi hiç beklemiyordu. Bunu herkesin bakışları fazlasıyla belli etmişti. Bakışlarımı konuşmak istediğim kişiye yani Süreyya hanımın olduğu yöne çektim. O da diğerleri gibi gelişimden dolayı bir şaşkınlık yaşamıştı.
Süreyya hanım kaşlarını çatarak bana bakmış ve içten içe bir sorun mu olduğu düşüncesine kapılmıştı. Göz ucuyla yanındaki bulunan Turul beye baktığım anda varlığımın onda yarattığı rahatsızlığı gördüm. O an harelerim acıyla sızladı. Hiç ama hiç kimse benim burada oluşumdan memnun değil. Olmadı olmayacakta. Neyse... Boş ver Emira. Zaten hiçbir zaman bir yere ait olmadın. Ne öncesinde ne sonrasında. Sorun etmen yersiz olur zaten.
"Emira bir şey mi oldu?" dediği anda yok dercesine başımı iki yana salladım.
"Sadece birkaç gün burada olmayacağımı haber etmek için gelmiştim." dediğim anda Turul bey histerik bir şekilde güldü.
Onun bu gülüşü kaşlarımın çatılmasını ve ona sert bir ifadeyle bakmamı sağladı.
Gülüşü soldu ve o zehirli cümlelerini zikretti. "Zaten dört gündür yoktun. Gelir gelmez birde tekrar mı gidiyorsun? Söylemene bile gerek yok aslında Prenses. Zaten sen ne zaman bizim düşüncelerimizi önemsedim ki? Ne zaman bize göre hareket ettin de şu an bize haber verme gereksinimi duyorsun?" diye Turul bey kabaca düşüncelerini söyleyince başımı dikleştirip hemen bakışlarımı kısarak cevap verdim.
" Sizce izin istemeye gelmiş gibi bir halim mi var ? Sadece Süreyya hanım ani gidişlerim yüzünden endişe ettiği için ona ortalıkta bir süre olmayacağımı bildirmeye geldim. Yoksa bende biliyorum ölsem dahi bu kulede olanların gram üzülmeyeceğini." diye çatallı, buz gibi bir sesle konuşup gerçeği ortaya serdim. Bu cümlelerimi kimse duymayı beklemiyordu ki hepsi bir anda birbirine bakmaya başladı. Ve o sırada hemen Süreyya hanım konuştu.
" O nasıl söz Emira. Buradaki herkes tabii ki seni önemsiyor. "dediği anda Süreyya hanım o an bu cümleye inanmadığım için alayla güldüm.
" Hiç sanmıyorum. Herkes bir an önce ölüp gitmemi istiyor. "dedim teker teker burada bulunanlara bakarken. Hepsi eğitmen ve yöneticilerden oluşuyordu.
Ama ne tesadüf ki yakında bu istekleri gerçek olacak!
Benim bu açık itirafım ortamı epey germiş ve herkesin bakışlarını benden çekmesini ve kaçırmasına neden olmuştu. Kimse de tersini söylemediğine göre tamda doğru noktaya değinmişim!
Mutlu anlar geçicidir asıl kalıcı olan o mutlu anlarda yaşadığımız acı anıların sızlayışlarıdır.
Ve benim bu dünyada çok az mutlu anlarım vardı. Ama acı dolu anlarım o kadar çoktu ki varlıklarını diğer anlarımı yok sayarak ve onları unutturarak açık açık gösteriyordular.
"Neyse ben daha fazla sizleri rahatsız etmeyeyim. Belli ki önemli işleriniz var." demiş ve tam geriye dönüp gideceğim anda aralık kapıdan birden gelen Victoria aniden kolumu tutmuş ve ona bakmamı sağlamıştı.
"Bence ne işin varsa onu ertele çünkü misafirlerimiz var." dediği anda arkamdan Turul beyin sesi duyuldu.
"Kim bu misafirler?" dediği anda Victoria bakışlarını ona çekip cevap verdi.
"İris ve Metis kardeşler. İkizler buraya geliyor ve bilin bakalım ne için geliyorlar?" dediği anda aynı anda Süreyya hanımla konuştuk.
"Ne sebeple?" demişti meraklı bir sesle Süreyya hanım.
"Kulede bulunan herkes soruşturulacak. Son zamanlarda olan olaylardan dolayı. Buna bizim olaylar da dahil Emira. Diğer krallıklara da gidenler oldu ama bize bu iki illet kadını gönderdiler." dediği anda Victoria neden bu kadar bunların gelişinden rahatsız olduğunu anlayamadım.
Ve o anda arkamdan Varisler ve Dennis 'in belirmesi ve hemen bir ağızdan hepsi bu iki kadının ismini zikretmelerini beklemiyordum.
" İris ve Metis mi geliyor? "demişlerdi.
" Bunlar ayrılmamışlar mıydı ya en son Asper Krallığından? "diyen Dehri' ye cevap verdi Victoria.
" Geri gelmişler son olaylar sebebiyle ve soruşturulacak kişiler arasında sizler olduğunuz için sizleri buraya çağırdım. "diyen Victoria 'yla anında arkamdan bıkkın nefesler verilip duruldu.
Kimdi bu İris ve Metis kardeşler?
Victoria gitmeme engel olduktan sonra zemin katta bulunan odama geçmiş ve orada bu bahsedilen iki kadının bir an önce gelmesini beklemiştim. Onlar geldikten sonra ne yapacaklarsa yapsınlar istiyorum. Sonrasında kendi işime dönmem lazım.
Pencerenin önünde durmuş zamanın geçmesini beklerken birden odanın dışından konuşma sesleri duyuldu. Gürültünün kaynağı kesinlikle bu bahsedilen kişiler olmalıydı. Yavaşça arkama dönüp kapıya doğru ilerledim. Kapının kolunu kavrayıp yavaşça aşağı indirip kapıyı açtığım gibi küçük adımlarla odadan dışarı çıktım. Öndeki kalabalığı yararak sesin geldiği alana doğru ilerledim. Her adım atışımda sesler daha net duyuluyor ve şu bahsedilen kişileri az çok konuşma şeklinden karakterlerini anlamaya çalışıyordum.
Süreyya hanımın onlara hoş geldiniz sesini duyduktan sonra bakışlarım artık büsbütün bu iki bahsedilen kişiyi seçebilmişti. Bana sırtı dönük olan Süreyya hanımın ve Turul bey 'in bu iki kadının önünde durmuş onları içeriye ağırladığını görürken, Süreyya hanımın o naif davranışına tezat bu iki kadın soğuk mesafeli ve kaba bir hareketle oldukları yerde durmuş bir an önce Süreyya hanımın sözlerini tamamlamasını beklediğini gördüm. Her ikisinin de bakışları çok ezikleyici, tiksinerek etraflarını izleyip duruyordu. Hâlâ beni fark etmemişlerdi. Tam onların yanında da Victoria vardı.
"Uzun zaman oldu bu kulede bulunanlarla görüşmeyeli ama pek bir şey değişmiş gibi durmuyor. Hâlâ her şey bıraktığımız gibi ." diyen kısa siyah saçlı, gözlüklü esmer tenli kadının sözleri yanında duran diğer kadının gülmesini sağladı. Ama bu gülüş bir iğneleyici üslub taşıyordu. Kaşlarım çatıldı. Fazla gereksiz cümleler zikrediyordu.
" Ah evet hâlâ aynı düzen aynı kasvet var burada. Pek bir şey değişmiyor hâlâ aynı kişiler yönetimde ondan dolayı. Ah sahi Süreyya sen hâlâ buradakileri aynı yönetimle mi idare ediyorsun? Ne zaman buradakileri değişimle yenilemeyi düşünüyorsun?" diyen kadının sözleri ile hayret ederek bakmaya devam ettim onlara.
En son konuşan kadın kızıl saçlı, uzun boylu, kemikli bir yüze sahipti. Ona daha dikkatli bakınca burada olmaktan nefret ettiğini bakışları etrafı her taradığı anda rahatsızlık duyduğunu görmek kaçınılmazdı.
Her an üsten bakışlarla bu iki kadın buradaki herkesi baya baya açıkça eleştiriyor ve laflarını ince bir imayla söylemekten kaçınmıyordu.
Bir anda oluşan sessizliği benim adım seslerim bozdu. Ve ben onların olduğu alana doğru ilerlerken her ikisi de beni baştan sona izlemeye başlamış ve kim olduğumu açıkça anlamışlardı. Adımlarım Süreyya hanım ve Turul beyin arasında bulunan boşluğa kadar devam etti. İkisinin arasında durduktan sonra biraz önce nasıl onlar buradakileri yok sayıp, kibirleriyle konuşurken bende onlara aynısını yaptım.
Tam önümdeki kızıl saçlı kadın kendi ve yanındaki kadını tanıtıp, konuşacakken anında ben konuşarak onu susturdum.
"Misafirler geldiğine göre toplantı odasına geçebiliriz." demiş ve Süreyya hanıma kısa bir bakış atarak arkamı dönüp toplantı odasına doğru ilerlemiştim.
Onları dumur ettiğimi biliyorum. Benden onları yok sayıp, hiç yokmuşlar gibi davranıp Süreyya hanımla konuşacağımı, muhatabımın tek onun olacağını düşünmemiştiler.
Arkamı dönüp gitmeden önce Turul beyin açıkça yüksek sesle söylediği cümlesini duymuştum diğer herkes gibi.
"Çoğu zaman prenses küstahça davranıyor ama bazı yerlerde bu nokta atışı oluyor. Şu an olduğu gibi." demesi nedense dudaklarımın kıvrılmasına sebebiyet verdi. Bunu beklemiyordum aslında. Ben toplantı kapısının önünde durunca açık olan kapıdan hemen girmeden önce Ahlas beyin sesini duymuştum.
" Üzgünüm hanımlar Prenses 'ten düşündüğünüz gibi bir muamele göremediniz. Bu aslında sizin hatanız. Çünkü Süreyya 'ya bu kadar kaba davranmamanız gerekirdi. Prenses' in çok değer verdiği biri ve siz onun çok sevip saydığı kadına saygısızlık yaptınız. Böyle davranması kaçınılmazdı." demesiyle o an iki kadının da sinirli duygu durumunu hissettim.
İçeri girmiş ve toplantı odasının ortasında duran masayı es geçip pencerenin önünde duran tekli koltuklara ilerlemiştim. Koltuğa oturup diğerlerinin içeri gelmesini beklerken çalışanlar tarafından servis edilen kahveyi içmeye başlamıştım. Bacak bacak üstüne atmış kahvemi yudumlarken içeriye önce eğitmenler sonrasında Süreyya hanım ve hemen arkasından İris ve Metis gelmişti. Ve onlardan sonra Arın hoca, Ahlas bey, Turul bey ve bizimkiler gelmişti.
Herkes tam takır geldiği anda çalışanlar herkese çay veya kahve servisi yaptıktan sonra toplantı odasını terk etmişti. Baş başa kaldığımız anda ben tek bu tarafta oturmuştum. Diğer herkes toplantı masasına geçmiş sessizce oturmaya başlamıştı.
Bakışlarım beni izleyen iki kadına çevrilmiş bana yönelik olan kızgın ve sabırsız hallerini gözlerinde görmüştüm.
"Buraya geliş sebebimiz ne biliyor olmalısınız." diye söze başlayan siyah saçlı gözlüklü kadın konuşmuştu ama bakışları bende oyalanıp duruyordu. Onu muhatap almadığım her an daha çok sinirli ve gergin oluyor bunu sesine ve yüzüne yansıtıyordu.
"Evet Victoria haber verdi." demişti Arın hoca sözü devraldığı gibi. "Şu an buraya gelişinizin sebebini biliyoruz." dedi ve sustu.
"O halde tüm suçlamaları kabul ediyorsunuz?" diyen kızıl saçlı kadının sözlerine hemen çok profesyonel bir şekilde çıkıştım.
"Dinlemeden yargılayan kişilerden olmasınız?" dediğim anda bana bakışlarını çıkardı ve neden böyle bir cümle zikrettim anlamaya çalıştı.
"Neden bunu söylediniz?"diye yanında duran siyah saçlı kadın konuştu.
" Daha dinlemeden hüküm verdiğiniz için olmasın mı? "diye düz bir sesle konuştum. Bu sözüm ikisinin de birbirine bakmasını sağladı. Ve sanki işimiz var bununla dercesine bakıştılar.
" Hayır biz sadece söylentiler üzerinden bu izlenime vardık. Söylentilerin yalan olduğunu mu düşünüyorsunuz? "diye sorunca kızıl saçlı kadın üstü kapalı suçlayıcı bir sesle.
" Yok saydığım söylenemez ama eksik ve abartılı olduğunu söyleyebilirim. Ah bu arada size nasıl seslenmem gerek? "dedim düz duygusuz bir sesle.
" Metis. "dedi tok bir sesle. Bakışları her konuştuğumda çatıp duruluyor ve benim ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu. Açık açık saldırmıyor ama yaralamaktan da kaçınmıyordum.
Hım kızıl saçlı olan Metis diğer siyah saçlı olan İris 'ti. Şimdi daha iyi oldu.
" Peki Metis hanım her daim söylentiler üzerinden bir yol kat ediyorsanız size açıkça söylemek isterim ki yönetiminiz yanlış. Bir değişim sizler içinde gelmeli . Keza biraz önce bu konuda Süreyya hanım ve diğerlerini eleştirdiniz ama sizler de hâlâ geleneksel şeylerle ilerliyorsunuz. Bu da sizin büyük eksikliğiniz. Bir kanıya varmak için önce elinizde deliller olmalı. Söylentilerle ilerliyorsanız maalesef ki hiç doğru bir şey yapmıyorsunuz. Açıkça söylemek istedim. Çünkü bir konuda bir karar vermek için öncelikle bir deliliniz ve o konuya yönelik bilgileriniz olmalı. Oradan buradan duyduğunuz şeylerle hareket etmek çok acemi gibi geliyor bana göre. "demiş ve fincanda bulunan son kahve ydumunu da içip geriye doğru rahatça yaslayıp ona üsten bir bakış atıp sandığı kadar kolay lokma olmayacak kadar sadece sözlerimle bile onu alt edecek güce sahip olduğumu gösterdim.
" Asla bu zamana kadar bir konuda yanılmadım. Her daim işimi ciddiye aldım Emira." dediği anda Metis, tek kaşımı kaldırıp ona dik dik baktım. Bu ani ifade değişkenliği onu şaşırttı.
"Emira... Genelde yakın olduğum kişiler dışında bana kimse Emira demez. Lütfen Prenses hitabını unutmayın." diye nazik bir şekilde uyararak ona haddini bildirmiştim. "Nasıl ki ben üslubumu koruyorsam sizin de korumanızı öneririm. Yoksa Asper Krallığı bu durma ne der merak ettim? Yönetimden birileri kolyenin sahibine saygısızca davranılmasını hoş göreceğini düşünmüyorum." demiş ve bakışlarıma yansıyan zafer ışıltıları ikisinin de tekrar gerilemesine sebebiyet verdi.
" Her şey olması gerektiği gibi olacağına göre başlayalım mı Metis? Malum herkesin işleri var. Ve sanırım bu toplantı fazlasıyla uzun sürecek gibi . Fazla oyalanmaya gerek yok. O halde başlayalım biran önce." demiş ve iki kadının sarılsan otoritesi onun hoşuna gitmiş bunu yansıtmaktan çekinmemişti.
Bu adam söz konusu kızı olduğu anda aynı noktada benimle buluşuyordu. Süreyya hanıma olan düşkünlüğümü biliyor ve ne olursa olsun onu her anlamda koruyup kollayacak olduğumu biliyordu. Belki de tek bir konuda beni takdir edecek olursa buda bu konu olur.
"Peki o halde başlayalım." diyen Metis olduğu yerden kalkarak masanın etrafında küçük adımlarla gezinmeye başlarken ara sıra bakışları beni buluyor birkaç saniye bana bakıp sonrasında tekrar bakışlarını etrafa çevirip duruyordu.
Bunun yanında İris 'se açmış olduğu kitaba bakıyordu. Sanırım bu sandığım gibi normal bir kitap değil. Çünkü birden kitabın içerisinde bulunan kalem yavaşça olduğu yerden havaya doğru yükselmişti. Kitap büyüyle hareket ediyordu.
Metis birkaç adım atıp sonrasında yönünü bana dönerek bakışları düz bir hale gelince ilk sorusunu sordu. Sorusunu sorarken herkesi teker teker izledi.
"Esila ve Dani yakın zamanda çok fazla hasarlar verdi. Bunun hakkında size birkaç sorum olacak." dediğinde olduğum yerde hissizlik içerisinde ona bakıp devam etmesini bekledim. "Esila 'nın tam olarak ne istediği belli ama Dani' nin değil. Size şunu sormak istiyorum Prenses Emira..."dedi ve kısa bir süre duraksadı ve sonrasında kollarını göğsünden çekip bana doğru dönüp kıskıvrak avını sarmalayıp onu hareketsiz bırakmak isteyen bir Avcı gibi beni çepeçevre kuşatmıştı gözleriyle." Dani tam olarak sizden ne istiyor? "demesiyle alaycı bir şekilde ona baktım.
Bu tavrım onun yüzündeki ifadeyi değiştirip yeni bir ifade belirtmesine sebebiyet verdi.
" Çok açık değil mi benden ne istediği ? Ölmemi istiyor. Diğer kolye sahiplerine olduğu şekilde. Ve bunu o yapmak istiyor. Şu an onun avı konumunda bulunuyorum ve benimle oynuyor. Yavaşça ve sinsi sinsi bir şekilde . "dediğim anda bu kadar açıkça bunu dile getirmem onun gözlerini irice açarak bana bakmasını sağladı.
" Peki siz bu konuda ne yapıyorsunuz? "diye uzun bir süre sessizliğini koruyan İris sonunda sessizliğini bozdu ve bana beklediğim diğer soruyu sordu.
" Yapılması gereken her şeyi. "demiş ve başımı hafifçe eğip ona derin bir ifadeyle bakmıştım.
" Peki —"diye konuşan Metis yavaşça bana arkasını dönüp masanın etrafında ilerlerken bakışları herkesin üzerinde gezip duruyor, sanki he şeyi masada bulunan kişilerin bakışlarında bulmaya çalışıyordu.
Bizimkiler sessizce durmuş olan biteni izliyordu. Bir anda Metis ve İris'in çapraz sorgulaması burada bulunmakta onları şaşırtsada hemen toparlanıp onların sordukları soruyu cevaplamaya başlamışlardı.
Ben o sırada sessizce onları izliyor ve dinliyordum.
"Sandığın kadar zor değil bence." diyen Ölü Ruh 'a anında cevap verdim.
"Bekle ve gör dedim. Bu daha ilk aşama. Gelişme sırasında ne olacaksa olacak." demiştim.
"Sessizce izleyecek misin peki olanları?"dediği anda bir müddet cevap vermedim ve hararetli hararetli soru soran Metis ve İris' e bakışlarımı çıkardım.
"Tabii ki hayır bende boş duracak değilim ya." diye karşılık vermiş ve hemen sorulan soruya odaklandım o anda.
"Son olaylardan haberdarız peki bu konuda kulede nasıl bir önlem alındı?" diyen İris'in anında sorusunu daha Süreyya hanım cevaplamadan ben cevap verdim.
"Nasıl bir önlemi kast ediyorsunuz?" diyince İris 'e bakarken o anda bakışları önündeki defterden çekip bana çevirdi.
"Bir önlem..." dediğinde histerik bir şekilde güldüm.
"Önlem konusunda kastınız ceza ise yöntminiz çok klasik. Sorunların üzerine gitmek yerine onu bastırmak çok zavallıca bana göre. Çok eski kaidelerle olan biteni değerlendirmeniz beni hayal kırıklığına uğramamı sağladı. Ben daha çağdaş bir yönetim hayal etmiştim. "dedim şu an yaptıkları her şeyin ne kadar gereksiz ve yersiz olduğunu dile getirmekten çekinmeyerek.
"Bazı şeyleri değiştirmek zordur Prenses Emira." diye lafa giren Metis 'e anında cevap verdim.
"O halde ardından gelecek sorunlar da bu değişimi asla kabul etmeyenlerin suçu. Değişimi reddederek olacakları çoktan kabuk etmiş olmuyorlar mıdır?" demiş ve artık büsbütün sert bir sesle konuşmaya, tüm fikirlerimi önlerine sermeye başlamıştım.
"Ah Prenses unuttuğun bir şey var." diyen İris 'e nedir o bakışı attım. "Burası senin dünyan değil. İçerisinde olduğun dünya farklı bir evren bunun farkında mısınız?" dediği anda dudaklarındaki iğreti tebessümle ve bakışlarında sinsi ifadeyle.
Kendince bana laf soktuğunu düşünen İris' e anında lafımı söylerken onun az önceki ifadesini yerle bir ettim.
" Hayır maalesef unutmam kaçınılmaz olurdu. Çünkü benim dünyamda bu tür şeyler yok. Benim evrenimde adaletin kişilere göre değil kanunlara göre olduğunu biliriz. Burada pek öyle durmuyor gibi. Bazı kişisel düşünceler dahi adaleti geri plana attığını söyleyebilirim. Keza öyle olmasaydı sizler ve diğer herkes aslında ne yapmaya çalıştığımı anlayacağını düşünüyorum. Ve şu an bu konuşmayı da yapmazdık ama maalesef öyle olmadığı için şu an şu anı yaşıyoruz. "dedikten sonra derin bir nefes alarak bakışları öfkeyle titreyen İris 'e dudak büzerek baktım.
Onun kızgın halini yatıştırmak adına Metis hemen onun yanına geldi ve ozmuna elini yaslayıp ona destek olup bana saldırmaya devam etti kaldığı yerden.
" Ah bende sizin bu konuyu çok kişiselleştirdiğinizi söyleyebilirim." demesiyle Metis söylediği cümleye anında kahkahalarca güldüm. Bu yaptığımı beklemeyen buradakilerin hepsi şaşırdı.
"Pardon ama siz buraya tam teçhizatla geldiğinize emin misiniz?" dedim hayretler içerisindeyken. "Çünkü daha konunun ana fikri ne onu bile bilimiyor gibi duruyorsunuz ? Dani tüm kolye sahiplerine zarar verdi. Aron, Yezra ve bana. Ve siz bana gelmiş burada konuyu kişiselleştirdiğimi dile getiriyorsunuz! Ah hadi ama bu kadar da bilgisiz olduğunuzu yansıtmayın gözümdeki duruşunuz dağılıyorda. Konu tamamıyla benim Metis hanım. Sizler ya da başka kişiler değil. "demiş ve olduğum yerde ona ve yanındaki kişinin saçma sorularının yersiz olduğunu bu sorgulama pekte makul ilerlemeyecek olduğunu yansıtmıştım.
" Ne yapmaya çalışıyorsun Metis? "diyen Süreyya hanımın sesini duymamla anında bakışlarımı ona çevirdim.
" Sadece sorularımı soruyorum ama makul bir cevap alamıyorum. "demesine Metis 'in aniden yükseldim ama bunu dışarıdan pek yansıtmadım.
" Soruların makul olmamasından kaynaklı olmasın mı? "diye konuşan Dehri uzun süren sessizliğini kesince aniden diğerleri de katıldı ona.
" Ah dostum sen bilmez misin onlar pek makul sorular sormaz ondan değil miydi yıllar öncesinden görev yerlerinden uzaklaştırılıp saçma sapan görevlere gönderilmeleri."dediği anda Enfal aniden ikizler aniden ona nefretle baktı.
" Ah hatırladın mı? "dediği anda Dennis hepsi ona baktı.
" Neyi dostum? "diyen Dehri 'yle bakışlar bu sefer onu buldu.
" Metis ve İris hanımların yönetimden ayrılma sebepleri yaptıkları şeyleri krallığa doyuran kişinin olduğunu. "dediği anda Dennis ne demek istediğini anlamadım.
" Hatırladım. Lord Yelit' ti. "diyen Dehri 'yle kaşlarımı çattım. Bak ben bunu bilmiyordum.
Vay be Lord Yelit' ten bunu asla beklemezdim.
Metis ve İris sinirden oldukları yerde deli olurken bizler onu bu hale gelmesinden büyük keyif duymuştuk. Hatta herkes bıyık altından onlara sırıtmış ve birazda onların kızarıp bozarması büyük bir haz almamızı sağlamıştı.
"Haddinizi aştığınızı söylemek isterim baylar." diyen Metis 'e anında cevap verdim.
"Bu olayı çok mı kişiselleştirdiniz? Sonuçta onlarda söylentileri dile getirdi." demekle aniden Dennis ve Dehri' nin sesli bir şekilde kıkırdamasını sağlamıştım.
"Prenses acımadan vurdu ve tam isabet." dediği anda Nehar zihin bağından ona bir şey diyemedim çünkü İris konuşmuştu.
"Konu dağıldı. Biz bunları konuşmak için burada değiliz. Sizlerde keza öyle." diye açıkça konunun kapatılmasını istediğini yansıtınca sustuk.
"O halde diğer konuya geçelim Prenses." diyen Metis 'in devam etmesini bekledim. "Son yaşanan Karanlık Ruhlar' a olan hükmün konusunda ne demek istersin?"dediği anda tek kaşını kaldırmış ve bir an önce benden cevap beklerken çok rahat bir şekilde cevap verdim.
" Ben kimim? "dediğim anda neden bu soruyu sorduğumu anlayamadı ama cevap verdi.
" Moritanya Krallığı 'nın Prenses' i. "dediği anda memnun bir ifadeyle ona baktım ve devam ettim.
" Ondan önce neyim? "diye sorunca o devam etmeden ben cevap verdim." Morte Kolyesi'nin üçüncü sahibi. Ve bildiğiniz üzere kolye karanlığa hükmedecek güce tamamıyla sahip. Eh bende bu kadar asırdır sizlere sorun çıkaran soruna son verdim ve onları hükmüm altına aldım. Yani artık onlardan gelecek bir sorun olmayacak. Demem o ki bence burda herkes için büyük bir iyilik yaptım ama kimse gelip tebrik etmiyor. Çok kırıldığımı söylemek istiyorum. "demiş ve bu konuda bana herhangi bir suçlayıcı hüküm dayatmasının mümkün olmayacağını bildirmiş oldum.
Onu gafil avlamam hoşuna gitmemişti.
" Ah kadın kıvrak zekan karşısında dilini yuttu. Ne dese laf yiyor olmak iyiden iyiye moralini bozdu. "diyen Victoria 'ya ışıltılı bakışlarımı çevirdim. Ve ona göz kırpıp bu daha fragman bebeğim bakışı attım.
" Sanırım pek bir yere varamayacağız bu gidişle. "diye Metis, bizi suçlayıcı bir sesle konuşunca elimi çenemin altına yerleştirdim ve ona bu senin sorunun dercesine baktım.
Hiçte meraklı değilim sorgulanmaya. Şu an başka bir yerde başka bir şey yapıyor olabilirdim ama neredeyim? Kimin yüzünden hemde! Onun için hiçte istediği gibi gitmiş gitmemiş zerre umurumda değil.
Ben kendi işimin derdine düşmüşüm bana gelip sorgulama istediği gibi gitmiyor diyor! Ne yapmamı istiyor? Ona her şeyi anlatmamı mu? Hiç sanmıyorum! Bu ihtimaller arasında bile asla olamaz. Hem neden her şeyi en ince ayrıntısına kadar söyleyeceğimi sanıyor onu da anlamış değilim ki?
"Görünürde biz buraya yapılan hataların sebebini öğrenmeye geldik ama ne hoş karşılandık ne de kaale alınıyoruz." dediği anda İris yapılanların onu baya rahatsız ettiğini ve bundan memnun olmaması yanında bize has bildiren bir sesle de konuşunca diğer herkes bu söylemini pek kulak asmadı. Yani bu demek oluyor ki kimse buradan bir şeylerin rayına oturup oturmamasıyla ilgileniyor.
"Ah bir kabahat mi işledik?" dedim sahte bir mahcubiyetle.
"Evet." diye hemen cevap verdiği anda Metis nefret saçan gözlerini bana çevridiği anda ona kinayeli bir şekilde konuşup zerre kadar nasıl davrandığımla ilgilenemediğimi yansıttım.
"Ya peki ne yapmamız gerekiyor?" dedim ama ben bunları derken Victoria hemen lafa girdi. Metis daha konuşmadan.
"Şahısları adına özür bekliyorlar."dediği anda Victoria ya öylemi dercesine baktım.
" Aslında çoğu zaman çok fazla özür dilerim cümlesi kullanırım ama şu an hiç böyle bir cümle kurmak içimden geçmiyor nedense."dedim ve bakışlarım içeride bulunanlara çevirdim." Sizlerin geçiyor mu? "diye sorunca kimseden olumlu bir cevap alamadım." Ah bakın kimse özür dilemek istemiyor. Hatta bence sizlerin bu gereksiz suçlamalarınız burada bitsin bence. Zaten Apser Krallığı 'na nasıl bir rapor sunacağınız çok açıkça belli değil mi? "diye soğuk ifadelerim ikisini üstün körü izleyip onların varlığına dair yaşadığım rahatsızlığı bir bir yansıttım.
" Bu kadar emin olma sebebiniz nedir Prenses? "dedi Metis bir adım öne çıkıp bana doğru yönünü dönerken.
Ah en sevdiğim kısma geldik değil mi?
Olduğum yerden yavaşça ayağa kalkıp Metis 'e doğru adımlamaya başladım.
Keskin bakışlarım, dik duruşum ve kendime has tavrımla ona doğru ilerlerken önünde durduğum anda ellerimi belimin arkasından kavuşturdum.
"Söylentilerden yola çıktım diyelim." dediğim anda tam konuşacağı an hemen sağ elimi hızla yukarı kaldırıp susmasını sağladım. "Daha cümlelerim bitmedi ama. Pek dinlemeyi bilmeyen biri misiniz?" dememle kaşları çatıldı ve iki elinin parmaklarını avuç içlerine sapladı. Ah kızmış! Neyse ki bu da hoşuma giden şeyler arasında. "Kısa bir bilgi taraması yaptım sizler daha buraya gelmeden önce. Ve bilin bakalım ne öğrendim? 'dediğim anda olduğu yerde nefes alamadı. Gözleri titreşti ve bedeni kasıldı. Aynısını masada oturmuş olan İris' te yaşadı.
" Ne olmuş merak ettim?"dedi keyifle Dennis olduğu yerde. Çünkü sıra soru sorma ve yanıt verme sırası bana geçmişti ve bundan baya keyif alacaklarını bildikleri için Victoria, Varisler ve Dennis şimdiden keyifle izliyordu olanı biteni.
" Söylentilerden yola çıktığımı düşünmeyin ben gerçeklerden yola çıkarak bu kanıya vardım." dedim yüzümü Metis 'in yüzüne yaklaştırıp konuşmaya devam ederken. "Sahi merak ediyorum nasıl bir sıradan insan bu konuma hiçbir büyü gücü olmadan gelebilir?" dedim yarı şaşkın bir sesle.
Metis o an bocaladı ama hemen açık vermemek için duruşunu dikleştirip bana sert, ifadesiz ve kendinden emin bir sesle konuştu.
"Sıradan bir insan olduğunu mu sanıyorsunuz?" dediği anda Metis olumlu anlamda başımı sallayarak onu onayladım.
"Sanmıyorum ki direk yüzünüze söylüyorum." dedim bilmişlik içerisinde.
"Yanılıyorsunuz." dedi hemen olduğu yerden İris. Ona bakmadan Metis 'in gözlerine bakmaya devam ederek gözlerinin arkasında sakladığı korkuyu bulmaya çalıştım ve başarılı da oldum.
"Emira ne söylemeye çalışıyorsun?" dediği anda Süreyya hanım hemen neyi anlatmaya çalıştığımı öğrenmek için can atarken.
"Büyü yapmak için kişinin buna yetkin olması gerek ama Metis ve İris kardeşler buna yetkin değil ama bunun için bir şey yaptılar ve başarılı oldular. Bir fedakarlığa karşılık ikisi de büyü yapmaya başladı." dedim ve Metis'in yanından ayrılıp biraz ileride bulunan duvarın önünde duran kitaplık raflarına ilerledim. Kitaplık raflarının önünde durunca gelişi güzel bir kitabı alarak sırtımı rafa dayayıp, elimde duran kitabı açıp sayfalarını çevirirken konuşmaya devam ettim.
"Neydi o fedakarlık söylemek ister misiniz?" diye onları zorlayınca ikisi sus pus olmuş bir şekilde oldukları yerde durmaya devam etti. "Sanırım söylemek gibi bir niyetiniz yok. Neyse sorun değil zaten yakında herkes öğrenecek. Bunu Apser Krallığı 'na bildirdiğimi söylemek isterim. Sonuçta o kadar ün sahibi iki yargıç konseyinde bulunan şûraasınız bence nasıl bu konuma geldiğinizi bilmeleri gerek. "dedim ve sustum. İkisinin kısa sessizliği bakışmaları ardından yarıda kesildi.
" İthamlarınız asılsız ve bunu kanıtlayınca aslımıza yönelik olan bu itham yüzünden özür dileyemeye geleceksiniz eminim. "dedi Metis ve yavaşça olduğu yerden ayrılıp İris 'le beraber kapıya doğru ilerlediler.
Kapıyı açıp dışarı çıkacakları anda hemen diğer bombayı patlattım. Elimde duran kitabı sertçe kapatıp olduğu yere bırakıp birkaç adım attım öne doğru.
" Ah unutmadan söyleyeyim. Dani' ye selamlarımı iletin lütfen. En son ki olaydan sonra onda büyük bir kalıcı iz bıraktım. Baya perişan olmuş olmalı. Ayrıyeten ona şunları da iletin. Bu daha başlangıçtı. Asıl yapacaklarımı finale sakladım. O zamana kadar beni çok çok özlesin. Çünkü bundan sonra son görüşü olacak beni. "dediğim anda İris olduğu yerde sarsıldı ve açık verdi. Bunu diyeceğimi ikisi de beklemiyordu.
" Ne diyorsun anlamıyorum?"diye anlamaza yatan Metis 'e yapma ama dercesine baktım.
" Yani kırılıyorum ama insan bari dürüst olur ve kimin tarafında olduğunu söyler."diye başımı esefle iki yana salladım kınarcasına." Başından beri onun tarafında değil miydiniz? Bunu da Asper Krallığı' na bildirdiğimi söylemek isterim. "dedim sahte bir üzüntüyle.
" Gerçekten mi? "diye şaşkınlıkla konuşan Süreyya hanımla anında olan evet anlamında başımı salladım ve geri kaldığım yerden devam ettim konuşmaya.
" Yani hanımlar avlamaya gelirken gafil avlandınız. Bakın belki buraya gelmeseydiniz sizin aslında kimin tarafında olduğunuzu anlamazdım ama siz bu kibriniz yüzünden mahvoldunuz. Kaş yapayım derken göz çıkardınız haberiniz yok maalesef. Neyse bir şey olmaz. Artık hayatınızın geri kalan yıllarını acımasızlığınız yüzünden masum insanları hapsettiğiniz mahzenlerde geçirirsiniz sizlerde. Yani müsait olunca sizleri belki ziyarete gelirim ama yani çokta emin konuşmayayım ben yine de gelemeyebilirim. "diye keyifli bir sesle konuşmuştum.
İkisi de bana nefret saçan bakışlarıyla son kez bakıp toplantı odasını terk edip kuleden ayrılmak için acele ettiler.
"Ah o kadar da kötü bir ev sahibi değilim ki neden bu kadar sinirli sinirli burayı terk ettiler ki?" diye saf bir kafa karışıklığı yaşamış biri edasıyla konuşunca çaprazımda duran Dennis 'in kahkaha sesini duydum.
"Sana inanmıyorum hem onları darmaduman ettin bununla yetinmeyip birde neden hızla burayı terk ettiklerini safça soruyorsun? Kızım neye uğradığını şaşırdı ikisi. Bir anda suçlu konumuna geldiler. Bende Dennis' sem çoktan burayı terk etmek için acele ediyorlardır. Asper Krallığı onları yakalamasın diye. "dediğinde keyifli sesle ona düz bir ifadeyle baktım.
Olduğum yere durmuş Süreyya hanım ve diğerlerinden bir atak beklerken tam tersi bir durum gerçekleşti.
" Bu zamana kadar kimse onları bu hale getirmedi. Üstüne üstlük birde onların gizli kapaklı işlerini ortaya çıkardın. Tebrik ederim. Gerçekten ilk defa yaptığın şey için herkes aynı ortak fikirde. Hepimiz onlara gününü gösterdiğin için memnunuz." dediği anda Süreyya hanım hem şaşkın hemde memnun bir ifadeyle.
O an bunu beklemediğim için küçük bir bocalama yaşadım. Bakışlarımı içeride bulunan herkes üzerinde teker teker gezdirdiğimde kimsenin yaptıklarımdan ötürü bana kınayan bir ifadeyle bakmadığını görmek garip hissetirmişti.
"Immm o halde buradaki işim bittiğine göre ben gidebilir miyim?" demem maalesef olumsuz karşılandı.
"Hayır gitme uzun bir zamandır bence herkes bir aradayken yemek yiyelim. Akşama burada ne kaldı ki. Sonrasında gidersin. Hem aciliyeti var mı ki?" diyince Süreyya hanım gitmem için neden sunması ve sorusunda yatan merak dolu tını evet diyesim varken bile hayır demem konusunda beni zorladı.
" Ah aslında o kadar acil değil sonra da giderim. "dedim çok benim için bir aciliyeti yokmuş gibi davranıp gitmesem de bir şey fark etmez havası yaratmaya çalıştım. Eğer evet demiş olsaydım sanki bana ikinci kez soru soracak ve bu acil işin ne diye soruya çekeceğini düşünüyordum.
"Peki o halde akşam yemeğinde görüşürüz." dedikten sonra Süreyya hanım ve diğer kalan herkes odayı terk etmeye hazırlandı. O anda yan profilden Süreyya hanımın bana çaktırmamaya çalışarak güldüğünü görmek yüzümün düşmesine sebebiyet verdi. Ne oluyordu? Ben bir şey mi kaçırdım diyeceğim de ne oldu da ben bir şey atladım? Hem Victoria neden bunu bana söylemiyor? Bir anda kendi kendime yükseldiğimi fark edince içten içe kendime kızdım.
İyiden iyiye saçmalıyorum! Herkes ortamı terk ettiği sırada bizimkiler olduğu yerde kıpırdamadan duruyordu.
"Eee Prenses bizden sonra ne oldu?" diyen Dehri 'ye ne bakışı atıp herhangi bir boş koltuğa geçip oturdum.
"Kaldığım yerden devam ediyorum." dedim yüzeysel bir şekilde anlatmaya çalışırken. "Öyle bir yer ki gelen pişman gelmeyen pişman."
"İçimden bir ses hiçte anlattığın gibi olmadığını söylüyor." diyen Nehar 'a sadece düz bir ifadeyle baktım.
"Konu sensen Prenses hiçte normal şeyler aklıma gelmiyor. Nerede bela nerede en zor ihtimal varsa sen hep oradasın. Koşulları zorladığın yetmiyor üstüne üstlük o koşulları kendine göre uyarlamak gibi bir inada sahipsin. Yani demem o ki sana göre aynı şeyler olabilir ama bizler için kim bilir nedir. "dediği anda Enfal o an beni açık açık anlatırken ona sadece sakin bir şekilde bakıp söylediklerini dinlemekle yetinmiştim.
" Eee bir şey demeyecek misin? Böyle sessizce duracak mısın? "diye konuşunca Kavi merak içinde. O an omuzlarımı yavaşça silkip diyecek bir şey yok imajı yarattım.
" Yine ne saklıyorsun sen? "diye şüphe eden bir bakışla bana bakan Victoria 'ya yönümü dönünce masaya doğru eğilip gözlerini kısarak bana bakınca o an kendimi ele vermemek adına bakışlarımı düz ifadesiz tutarak ona baktım. Duygularımı geri planda tutarak onları kandırmaya devam ettim. "Ah ben seni bilmez miyim kesinlikle bir şey var ama söylemek istemiyorsun. Ama yakında çıkar kokusu. Bakalım o zaman bize söylemediğin için ben sana ne yapıyorum." diye tehditkar bir sesle konuşunca tek kaşım yukarı doğru kıvrıldı.
"Az önce beni tehdit mi ettin sen?" dedim tehlikeli bir sesle. Bu bir anda hepsinin gerilmesine sebep oldu. Ciddi ciddi bu kelimeleri kullandığımı sandılar. Ta ki dudaklarım iki yana doğru kıvrılana kadar. Hepsi rahat bir nefes alıp verdi. "Şapşallar." dedim ve kahkaha attım." Nasıl da hepinizin yüzü değişti ama." demiş ve katıla katıla gülmüştüm. "O kadar komikti ki haliniz görmeniz lazımdı." dedim ve hâlâ kahkaha atarken Dennis konuştu.
"Patlamak üzere olan bir bombasın kızım sen. Kime neye sataşacaksın tahmin etmek zor. Birde sahiden tehdit eden bir sesle konuşunca inanmamak elde değildi." dediğinde gülmemi durdurmuş ve ona şımarık bir kız edasıyla bakarak burun kıvırmıştım.
"Hah ben gayet makul bir insanım ve çok sakin bir kişiliğim var. Bir kere burası beni bu hale getiriyor yoksa hiçte denildiği gibi değilim." diye şahsıma yapılan söylentilerin asılsız olduğunu anlatmaya çalıştım.
"Hah tanımasam inanacağım. Kızım sen yürüyen öfkesin." diyen Enfal 'e dil çıkarıp kollarımı göğsümde kavuşturup küsmüş bir tavra bürünüp bakışlarımı onlardan çektim.
"Bir küçük kız çocuğu gibi küsmediğin kalmıştı o da oldu. Aman senin öfken çekilmezken alıngan tavırlarını hiç çekemeyiz." dediği anda Nehar o an ona masadaki bulunan buruşmuş kağıt parçasını attım.
"Sinirlerimi bozuyorsun artık. Hepiniz neden bir anda bana yüklendiniz hım? İşiniz gücünüz yok tabii ben size meşgale oldum." diye bıkmış bir şekilde konuştum.
Surat asmam tabii ki hoşlarına gitti ve daha çok benimle ilgilenmeye başladılar.
"Varya kızım hayatına girecek adama üzülüyorum. Senin başın beladan eksik olmuyor. Adam senden dolayı beladan belaya koşacak." demesiyle o an duraksadım. Ahrar böyle bir düşüncesi oldu mu acaba hiç? Yani içten içe nasıl bir belaya çattım dedi mi acaba? Ben dalgın dalgın düşünürken önümde bir elin sallanmasıyla olduğum ana geri dönmüştüm.
" Kızım nereye daldın öyle sen? "dediği anda Nehar yok bir şey dercesine başımı salladım. Ama o an Victoria 'ya baktığımda alttan alttan sırıtıp duruyordu neyse ki kimsenin dikkatini çekmedi. Ona uyarı dolu bir bakış atıp diğerlerine döndüm.
" Bir kere o bahsettiğin adam benim gibi birini bulmuş olacaksa bunun için yatıp kalkıp dua etmesi gerek. Sızlanması yersiz olur. Hem bundan bana ne veya size ne!" demiş ve işaret parmağımı sırasıyla onlara doğrulup konuşmaya devam ettim. "Siz kendinize bakın sanki geçmişiniz çok temizde! Her beladan sabıkalı tiplerisiniz! Kavi 'cim seni ayırıyorum. Çünkü sen her kadının isteyeceği türden bir adamsın ama bu dördü değil! Hele Dehri yemediği halt kalmadı. Tüm kadınların gönlünü çalıp bir de yüzsüz gibi onları terk edip duruyorsun! "dediğim anda dördü dediğim laflara güldü. Dehri bey ise utanıp kızarmak yerine onu övmüşüm gibi böbürlendi durdu. Pişkinliğin de bu kadarı.
" Ah iltifatların için teşekkür Prenses. "diye konuşup elini kalbinin üzerine koyup büyülenmiş gibi baktı etrafına.
" Yüzüne tükürsem yarabbi şükür diyecek haldesin! "diye azarladım onu. Ama bu lafım sadece onun daha pişkin pişkin sırtımasını sağladı.
" Boş ver sen onu, o akıllanmaz bir kere. Piçlik kanında var onun. "diye Enfal 'in iğneleyici ve alaycı sözlerini duyunca anında ona da kızgınlıkla baktım.
" Sen hele hiç konuşma. Seninde Dehri' den kalır yanın yok. O yine kadınlarla birkaç günlük ilişki yaşıyor sonra terk ediyor. Oğlum sen nasıl bir cinssin ki tuhaf bir flört durumu içerisindesin?" dememle Enfal ne diyeceğimi bildiği için keyifli bir şekilde arkasına yaslandı ve beni dinlemeye başladı." Enfal, ona pas vermeyen kadınlara çapkın bakışlar atıp duruyor, kadınlar yaptığı bu harekete cilveli cilveli karşılık verdikten sonra birden paşamız hemen sıkılıyor. Ah tabi seninde nasıl bir fantazin varsa sana bakmayan, seni görmeyen, seni zorlayan kadınlara için gidiyor sanırım . Oğlum sen mazoşist misin? "dediğim anda hepsi bir anda güldü. Az çok bunun hastalıkla ilgili olduğunu anladı. Hepsi kahkaha basınca anında daha çok öfkem kabardı. Paşamıza o kadar laf ettik utanacağı yerde daha çok hoşuna gidiyor laflarım." Ne diye kadınları tavlamaya çalışıp, onlar sana bir karşılık verip sonra geri çekiliyorsun? Onlara ümit verip sonrasında yok sayıyorsun! Sanki yeni alınıp sonrasında hevesi kaçan elbiseyi görmezden gelişi gibi onları görmezden geliyorsun! "dedim onunda Dehri 'den daha beter halde olduğunu anlasın diye ama anladı mı hayır!
" Varya nasılda tanıyor bizleri. "dediği anda Dennis, ona da sıra geldiği için ona dönüp bakarak konuştum. O sırada ayağa kalkıp masaya iki elimi koymuş ve sinirle titreşip duran harelerim onun üzerinde gezinip duruyordu.
" Sen hiç konuşma asıl. Sen daha betersin. Nasıl bir ilişki anlayışın var ben anlayamadım! Oğlum sen şizofrenden daha ruh hastası çıktın. Hadi bu Dehri çapkın önüne gelenle çıkıp duruyor. Gecelik ilişkiler uzmanı. Bu Enfal mazoşist. Bir kadına vurulup kadın ona karşılık verene kadar onu tuhaf bir ilişki ile sahipleniyor. Ama ya sen? Sen daha betersin! Ne demek kendinden olgun evli kadınlarla ilişki yaşamak ya mide bulandırıcı bir haldesin. İğrenç ya. Kız mı kalmadı da evli kadınlara yürüyorsun! "diye azarlamış sonrasında devam etmiştim." Hepsi senden sonra kocalarından ayrılıyor ama senle de evlenmiyor. Anlamıyorum amacın ne? "dediğim anda hemen cevap veren Kavi oldu onun yerine. Dennis 'se sanki biraz sonra velisi tarafından övülecek bir öğrenci edasıyla olduğu yerde duruşunu dikleştirip söylenene kulak verdi.
" O aslında mutsuz evlilik yapan kadınları, o mutsuz evliliğin pençesinden kurtarmaya çalışıyor." dediği anda Kavi hemen bakışlarımı Dennis 'e çevrildiği an onun bakışları çoktan bende duruyordu. Gözlerimi kısarak konuştum.
"Bunun için onlara birliktelik yaşamana gerek yok." dediğim an dudakları iki yana doğru kıvrıldı.
"Ah orası işin keyifli yanı ama." dediği anda elimi kaldırdım.
"İnan duymak istemiyorum ne diyeceğini bu konuyla alakalı. Çünkü midemi bulandırıyor bu konular. Kusmamı istemiyorsan sus! İğrenç herif ne olacak! Midesiz!" demiş ve ani yaşadığım sinirden dolayı titreyen bedenimi sakinleşmesi adına derin nefes alıp vermeye başlamıştım.
" Bende seninle aynı fikirdeyim Prenses nasıl midesi alıyor? Anlamıyorum ki? Başka kadın mı yok?Onca genç hanımlar varken olgun kadınlar! "tiksinircesine olgun kadınları zikreden Nehar 'a anında daha fazla devam etmemesi adına iki elimle sertçe masaya avuç içimle vurdum.
" Hah bakın siz beyefendiye! Oğlum sen hepsinden daha betersin bence. Beterin beteri var derler ya sen işte o kişi oluyorsun. Sende kim reşit oluyorsa onunla ilişki yaşamıyor musun? Senin bunlardan ne kalır yanın var! Hepinizin iğrenç arzuları var. Nereden tutsam elimde kalıyor ilişki hayatınız. "demiş ve doğrulup bakışlarımı etrafa çevirdim.
" Biriniz de hayatının aşkını beklese şaşardım. Bakın Kavi 'ye örnek alın. "diye onları kötülemiş ve Kavi' yi övmüştüm.
Dediklerimden hemen sonra dördü de Kavi 'ye sert ifadeleriyle bakmış ve onu eziklercesine izlemeye başlamıştı.
" Ne o bakire kızlar gibi ne diye hayatımın aşkını bekleyeceğim! "dediği anda önümde duran dosyayı ona fırlattığımda anında içinden küfürler savurdu. Umarım bana etmemiştir. Yoksa onu boğarım.
" Niye sizler bu konuda sadece hayatında sizlerin olacağı kadınları evlenmek adına hayatınıza alıyorsunuz da erkekler bunu yapınca mı kötü oluyor? Siz dört midesiz asma gidip Kavi 'den örnek alın ve onun gibi olmaya çalışın." dediğimde uzun süre sessizliğini koruyan Victoria konuştu.
" Ah bırak şu dört aptalı onlar ne anlar aşktan sevgiden. Anca tek gecelik ilişki uzmanı olup çıksınlar. Ama ben onları sonrasında göreceğim. O zamana kadar susuyorum ama sonradan açacağım ağzımı yumacağım gözlerimi." demişti Victoria. Hepsi onun dediğine burun kıvırdı. Victoria 'nın demek istediği hayatlarına gerçek aşk çıktıklarında onlara bu günü hatırlatıp duracaktı.
Belki de o gün gelecekti ama ben olamayacaktım. Bunun verdiği sıkıntılıyla derin bir nefes alıp verdim.
O gün geldiği anda onların yüzünü görmek isterdim. Ama bu çok uçuk bir istek. Bir anda modum düştüğü için bu andan çıkıp gitmek istedim.
Toplantı odasını terk ettiğim gibi yukarıda bulunan odama geçmiş ve orada oyalanıp durmuştum akşam yemeği saati gelene kadar. İçimde peyda olan hisler nefesimi kesip duruyordu. Bir yanım sona yaklaştığım için buruk bir hüzün yaşıyor bir yanım sonunda istediğin an sonunda geldi çattı diyordu. Hislerimin karmakarışık olması ve ani duygu değişimi yaşamam belki de buydu. Bir yanım mutlu bir yanım hüzünlüydü.
Bir saati aşkın bir şekilde odada kendimi oyalayacak şeylerle ilgilenip durmuştum. Ta ki akşam yemeği için beklendiğimi haber veren çalışanlardan biri odama gelip haber edene kadar. Ona geleceğimi söyleyip sonrasında odayı terk etmeden önce üzerimi değiştirip rahat bir kıyafet giymiştim.
Aşağı indiğimde herkes çoktan yemekhaneye geçiş yapmıştı. İçeri girmemle tüm herkesin her zaman ki gibi bakışları beni bulmuş sonrasında kısa süreceğini düşündüğüm bu bakışlar asla üzerimden çekilmemişti. Hayırdır ne oluyor? Genelde sadece içeriye girdiğim anda birkaç saniye bakıp sonrasında herkes kendi işine bakardı. Şu an değişen şey ne anlamış değilim?
Yavaş adımlarla yemek yiyeceğim masaya geçerken herkesin gergin olduğunu bana kaçamak bakışlarla bakanların olduğunu gördüm. Kesinlikle bir şey olmuş olmalı ama ne? Yerime geçtiğim anda çoktan yerleşten bizimkilere ne oluyor dercesine bakınca hepsi birden bakışlarını istemeye istemeye bedene çektiler. Yanımda duran Victoria 'ya bakınca onunda diğerleri gibi benden bakışlarını çekingen bir edayla uzaklaştırdığını gördüm.
Zihin bağından ne oluyor dediğim halde bana cevap veren olmadı.
Anlaşıldı! Kendi kendime öğreneceğim galiba.
"Bir şey mi oldu? Herkes neden garip bir ifadeyle bana bakıp duruyor? En son ki olay diyeceğim ama o değil bu belli." diye tok sesle konuşup bir an önce sabırsız bir şekilde konuya vakıf olmak istediğimi dile getirdim. Bakışlarımı bizimkiler dışındaki kişiler üzerinde gezdirdim ama onlarda çekingenlik içerisinde benden anında onlara bakınca bakışlarını endişe içinde kaçırıyorlardı.
" Bir şey demeyecek misiniz?" dedim ve hemen Süreyya hanımın olduğu tarafa döndüğüm gibi devam ettim. "Bari siz söyleyin Süreyya hanım ne oldu? Neden herkes gergin? Bunun sebebi ne?" dedim artık sabırsız bir sesle. Daha fazla bu suskunluk devam etmesin istiyordum.
Süreyya hanım tereddüt eden bakışları beni bulmuş ve nasıl diyeceğini bilmediği için anında masanın ucundaki zarfı işaret etmişti. Kaşlarımı çatarak zarfa uzandım ve hızla alıp zarfı açtığım gibi içerisinde bulunan kağıdı aldığım gibi yazılanları okumaya başladım.
Her kelime her cümle her paragrafı okumak canımı sıkıyordu. Sinirden bedenime sızan titreme beni ele geçirmiş ve sakin kalmamam için bana mobink uyguluyordu. Tek kaşım yukarı doğru çatıldı ve bakışlarımı kısarak, normal bir şekilde konuşmak adına kendimi zorladım. Ama başarılı olamadım. Öfkem çoktan günyüzüne çıkmış ve hedefine saldırmak için çabalayıp duruyordu.
"Hangi hakla ve hangi nedenle?" dedim had bildiren bir sesle. "Bu ne demek oluyor?" dedim ve sinirle elimde bulunan zarfı masaya sertçe bırakıp, işaret parmağımı zarfın üzerine yaslayıp hidettle ayağa kalktım. Öfke saçan bakışlarım bunun sorumlusunu arıyordu. "Ne demek ceza almam! Ne saçma bir bildiri bu! Hiçbir dayanak yokken kendime zarar vermemem için ne hakla bir hafta boyunca kuleden çıkmam yasak! Bu saçmalığa uyacağımı düşündüren şey ne olabilir? Bundan kime ne ne hakla beni kısıtlarsınız?" diye üst üste sinirli sinirli konuşup öfkemi dışarı salmıştım.
" Emira sakin ol sadece bir hafta bak lütfen yanlış bir şey yapmaya kalkma. "dediği anda yanımda duran Victoria o anda hızla ona dönüp ona bakmak onun geriye doğru sıçramasına sebebiyet verdi.
" Ne sakinliğinden bahsediyorsun sen? Biri Asper Krallığı'na giderek benim aleyhime şikayetçi olmuş ve ondan sebeple Dani ve Esila için değilde kendim için tehlike arz ettiğim için bir süreliğine burada bir hafta yazıyor ama bu süre eğer yeterli bulunmazsa ceza süremin atabileceğini söylüyor. Ne yüzünden kendime zarar verme ihtimali yüzünden! Hadi etraf için olsam anlayacağım ama size ne benden! Bana ne olmuşsa olmuş kimseyi ilgilendirmez! "demiş ve nefes nefese kalmışken kısa bir süreliğine soluklanmıştım.
" Bak bu bir hafta kuleden çıkamazsan zaten süre biter kısa sürede ama sen uymazsan bu cezaya süre daha fazla arttırılır ve işler çıkılmaz bir boyuta gider. "dediği anda Süreyya hanım o an sinirden kendime hakim olamadım ve arkamda duran sandalyeyi sertçe geriye iteledim ve iki elimi belime yerleştirerek sinirli halimden taviz vermeden devam ettim.
" Beni kimse kısıtlayacak hakka sahip değil! Bu cezayı kabuk etmiyorum. Saçma sapan bir ceza yüzünden kuleye hapsolmakta neyin nesi?" dedim ve bir anda en önemli şeye dikkat çektim. "Hem kim beni Apser Krallığı'na şikayet etmiş? Bunu bilmek istiyorum. Korkakça saklanmadan bana bu kişi kim söyleyin!" diye uyarıda bulunurken bakışlarımı masada bulunanlar üzerinde gezdirdim. O an aklıma direk Turul bey geldi ve ona dönüp baktığım anda rahat bir ifadeyle bana baktığını görünce onun olmadığını anlamış oldum.
" Bana o kişi kim söyler misiniz? Yoksa ben mi bulayım?" der demez arkamdan duyduğum sesle hemen dumura uğradım.
"Ben Apser Krallığı'na sizi şikayet ettim Prenses." diye sesini duyunca anında arkama jet hızıyla dönüp şaşkın bakışlarımı ona çıkardım.
Nasıl ya? Ahrar mıydı beni şikayet eden? Ama neden? O an bir müddet duyduğum şeyleri sindirmek için kendime zaman tanıdım ve sonrasında bunları sindirdikten sonrasında nefret yavaşça kendini ortaya çıkardı.
"Ne haddinize!" dedim ve ona doğru yürüdüm. Yürürken konuşmayı bırakmış değildim. "Sizi ne ilgilendirir ki Renas hoca!" dediğim anda diğer ismini kullanamam onu çaktırmamaya çalışsada kızdırmıştı. Ona Renas dememden nefret ediyor ama şu an o nasıl benim damarıma basıyorsa bende basmasını bilirim. "Beni şikayet ederek ne kazanmayı umuyorsunuz?" demiş ve karşısında durunca işaret parmağımı ona doğru uzatmıştım. "Bu saçma itham yüzünden ceza aldım. Ve hak etmedim bunu! Hemen gidip bunu düzeltin." dedim ona emir veren bir sesle ama o an Ahrar çok rahat bir üslup içerisinde başını iki yana salladı.
Bu yapmayacağım anlamına geliyordu. Ve o an işaret parmağımı avucumun içerisine hapsettim. Sakin ol. Sakin... Bakışlarımı etrafa çevirdim ve sakin kalıp yanlış bir şey yapmamak için derin nefesler alıp kendimi uyardım. Yoksa şu an kule yer yerinden oynayacaktı. Çünkü öfkem kendini açığa vurmak için can atıyordu.
Bir adım geriye çekildim. Bu yaptığım şeyi anlamaya çalışan Ahrar 'görmezden gelerek arkamı döndüm ve yemekhanede bulunan herkese üsten bakıp tüm hiddetimle konuştum.
"Bu cezayı almama mani olmadığınız için hepiniz pişman olacaksınız." dedim bundan emin bir sesle. "Ve sakın ama sakın bu bir hafta içinde benimle konuşayım demeyin! Gözüm sizleri görmesin kule sakinleri. Ve herkese lanetli geceler!" demiş ve hızla Ahrar 'ın yanından geçerken tüm öfkemle onun omzuna sertçe çarparak yanında geçip gitmiştim. Yemekhaneden çıktığımda o soğuk hava yerli yerinde olacaktı. Bunun devamını ben sağlayacaktım.
Lanet olsun ya! Şimdi bunun zamanı mıydı? Ahrar parçalamak istiyorum. Onu toz tanesi haline getirene kadar un ufak etmek istiyorum! Ya nasıl gider beni şikayet eder anlamıyorum? Bu adam kafayı mı yedi? Nasıl bunu bana yapar? Lord Yelit mi acaba yapacağım şeyi ona söyledi de bunun önüne geçmek adına böyle bir işe kalkışmıştı?
Çıldırmak üzereyim ve şu an öfkem hâlâ taptaze. Bir şekilde rahatlamak adına öfkemi kusmam gerek.
"Haberleri aldım. Şikayet edilmişsin." diye bir anda Ölü Ruh belirdiği anda zihnimde o da sinirli halimden birazdan nasibini alacaktı.
"Sana da gün doğdu. Gül içinde kalmasın! Zaten sinirlerim bozuk bak seni hiç çekemem haberin olsun!" dedim surat asarak. Yani olacak iş değil bu! O Ahrar 'a gününü gösteririm de şu an onca işim varken onu hiç radarıma alamam ama bunun mutlaka rövanşı olur buraya yazıyorum.
" Yani sen gel sevdiğin kadını şikayet et. Beklenmedik bir hareketti doğrusu. Ama sen daha çok bunu başka birinden bekliyordun değil mi? Sandığın kişi değildi zihnindeki kişiyle. Ah senin adına üzüldüm küçüğüm. Şu an ne yapmayı düşünüyorsun?" dediği anda Ölü Ruh hemen ona cevap verdim.
" Yok olmayı. "dedim kısa keserek.
" Nasıl yani anlayamadım?"dediğinde olduğum yerde durmuş bakışlarımı pencereden dışarı çevirmiştim.
" Bir süre varlığımı kimse görmeyecek bir hafta boyunca görünmez olacağım. O Ahrar 'da beni görmediği her an çıldırıp dursun! Ona müstahak bu yaptığım şey. "dedim aklıma gelen senaryoların verdiği keyifle gülümserken.
" Neden böyle yapacaksın ki? Odada bile bulunsan iyi olur. "dediği anda tehlikeli bir gülümsemeyle dudağım iki yana kıvrıldı.
" Ahrar ve kuledekilere küçük bir hayaletin varlığını yansıtmak istiyorum. Benden şüphe edecekler ama beni asla görmeyecekler. Çünkü bunu yapan ben değil Kan Ruhu olacak. Ben o sırada diğer amaçlarımı gerçekleştireceğim. Hem bu konuda bana suçlayıcı bir itham olursa yapmadığımı söylerim ama yaptıran ben olurum. "dedim ve çoktan emir verdiğim Kan Ruhu ile koyulmuş olmalıydı. Bu herkes için bir uyarı niteliğinde olacak ve kafalarına göre iş yapılmayacağını herkese öğretmiş olacağım.
" Bu şekilde onlar bunu yapanın arayacak ama asla bulamayacak ve sende bir taşla iki kuş avlayacaksın. İki işi bir arada yaparak bunun keyfini çıkaracaksın. Güzel plan. Peki neyi hedefliyoruz?"diye sorunca anında cevap verdim.
" Ölmeden öldürmeyi. "dedim ve arkama dönüp hemen gitmem gereken yere gittim.
Ölü Ruh 'la konuştuktan sonra kimsenin burada olacağımı düşünmediği yere gelmiştim. Serra' nın gelenek sırasında kaldığı odaya. Bence kimse buraya geleceğimi düşünmez bile. Kuleden bile ayrıldığımı düşünürler ama nefret ettiğim bir kişinin eski odasına geleceğim akıllarına gelmez aslında hiç gelme ihtimalim yoktu ama şartlar bunu gerektiriyordu.
Burasını kendim için bir çalışma odası haline getireceğim. Zaten bu odanın bulunduğu kat gelenek için ayrıldığından buraya sadece belli günlerde yapılan temizlik için gelirler ve en son yapılan temizlik iki gün olduğuna göre tam tamına 7 günüm vardı. Ve bu benim için yeterli bir zamandı.
O halde şu Yitik Ruhu yapma işleminin giriş kısmını yapmalıyım. Büyü üç aşamadan oluşuyor ve ilk aşama için epey bir uğraş gerekiyor. Bu saçma sapan ceza sayesinde aslında bir nevi bu ortamı hazırlamış bulundum. Ama yine de Ahrar 'a ölesiye kızgınım! Aklıma her geldiğinde onu parçalara ayırmak istiyorum.
Lord Yelit' in verdiği kitabı muhafaza ettiğim yerden çıkarıp kitabı incelemeye başladım. Olduğum yerde kendi sessizliğim içerisinde bir kasırga başlattım. Kitapta her yazılanı okuduğum anda kaşlarım daha fazla çatlıyor ve işimin ne kadar zahmetli ve meşakkatli olduğunu anlamam moralimi bozuyordu. Yani ne vardı bir büyüde şipşak hallolsa! İlla uğraşacak insan.
Önce kitabı baştan sona okumaya başladım. Yanımda bulunan not defterine de eksik olan aklıma takılan her şeyi geçirip durdum.
Sabah olana kadar bu işe devam etmiştim. Başım çatlayacak gibiydi ama durmadan aralıksız kitabı okumaya aklıma takılan her şeyi bir kenara not almaya başladım. Ah ceza almasaydım şu an eksikliğimi gidermek adına Lord Yelit 'in yanına giderdim ama maalesef böyle bir ihtimal yoktu benim için.
Sabah olmuş güneş çoktan doğmuştu. Bir ara içim gitmiş ve masada öylece uyuya kalmışım. Uyandığımda her yerim tutulmuş vaziyette bulunuyordu. Bedenimi gevşemesi için rahatlatıcı hareketleri yapmak üzereydim ki birde ne göreyim masada şu Ahrar 'la iletişim kurduğum kitap bulunuyordu. Bu kitap nereden çıktı şimdi? Yoksa Ahrar yerimi mi biliyordu? Ama öyle olsaydı odaya gelirdi bu kitapla iletişim kurmak yerine. Anlamadığım bu kitap nasıl olduğum yere gelmeyi sağlayabiliyor? Bunu başarma sırrını merak ettim doğrusu.
Aslında kitabı biraz daha geç açıp onu sinir etmek vardı ama geceden beri çalışıp duruyordum ve aşırı gına gelmişti. Biraz kafa dağıtmakta ne vardı ki? Kitabı önüme çekip hemen kapağını açtığım gibi önümde üst üste birikmiş yazılar belirdi.
"Neredesin? Aradım ama seni bulamadım kulede. Yine nereye kayboldun sen?"
"Emira yine neyin peşindesin sen?"
"Beni senin kadar sinir eden kimse olmadı bu zamana kadar! Bu konudaki başarın için kendinle gurur duymalısın."
Hah haspam! Birde bana hesap sorduğu yetmiyor ortalıktan kaybolduğum için azarlıyorda. Yesinler onun sinirini! Olduğu yerden sinirden kendini yesin bitirsin!
Sorularını es geçerek ona manidar bir cümle kurmak istedim.
" Ne demeliyim bilmiyorum ama şunu bil yaptıklarını ve yaşattığını hatırlayınca zihnim ve kalbim ağrıyor "
Sanki yaptıkları canımı yakmaya devam ediyormuş gibi davranmaya devam ettim. Eğer Lord Yelit her şeyi bildiğimi söylememişse bunu onun aleyhine kullanmam lazım. Hâlâ onun bana ihanet ettiği düşüncesi içinde olduğumu bilmesini istiyorum. Ve bana yönelik tüm umutları son bulsun istiyorum.
Bu lafımı duyduğu anda ne hissettiğini az çok tahmin edebiliyorum. Ve yavaşça beyaz sayfada onun dedikleri belirdi.
"Ne söylesem sen bana inanmayı çoktan terk etmişsin. Emira seni hep sevdiğimi dile getirdim bundan çekinmeyerek. Ve sen bana inanmadın her seferinde. Ben hep seni sevdim. Hepte seveceğim. Ne yaptıysam sadece senin iyiliğin içindi. Her zaman da bunu yapacağım. "
Sözlerini olduktan sonra derin bir iç çektim. Yapmaması lazım. Artık bizden vazgeçmesi lazım. Çünkü bizim için bir gelecek yoktu. Olmamıştıda aslında. Biz onu oldurmaya çalışmıştık.
" Ve fısıldadı zihnim "İhanetin acısını nasıl unutabilidin? " diye. "Ve söyledi kalbim" Ben unutamadım sen nasıl unuttun? "
Bu cümleyi kurup ne yazacağını beklemeye başladım. Aslında bu cümle ilk zamanlarda zihnime düşmüş bir söz olmuştu. Her zaman kendime söyleyip durmuştum. Ve şu an bunu Ahrar da bilsin istemiştim. Birkaç dakika boyunca kitaptaki boş sayfaya bakıp durdum ama bir şey yazılmadı. Sonrasında sayfanın üzerinde birden bir soru cümlesi belirdi.
"Beni nasıl kolayca unutabilidin? Ben seni değil unutmayı böyle bir düşünceyi zihnimde bile şekillendiremedim bile."
Cümlesinde bir hayıflanma bir serzeniş vardı. Hesap sormaktan çok bunu nasıl yaptığıma şaşırıyordu. Kırılacağını biliyordum ama yinede yazmaktan kaçınmadım. Dilim ayrı şey söylüyordu kalbim ayrı.
Ama ortak noktaları vardı. Her şey Ahrar artık beni hayatından çıkarsın diye. Unutsun diye. Bu bana ve ona acı verse de en doğrusu buydu.
"Zor olmadı yaşattığın şeyleri ve yaptıklarını hatırlayınca bu çok kolay gelişti." dedim acımasızca. Ama içim paramparçaydı. Kalbim sıkışmış, nefes almak ıstırab haline gelmişti. Derin bir nefes alıp sulanan bakışlarımı açıp kapattım ve düşünmemeye çalıştım.
" Ben seni sevmiştim. Hep ve her zaman. Seni unutmak için değil her daim zihnimde sonsuza kadar var etmek için sevmiştim . "dediği anda hemen ona cevap verdim.
"Beni sevmiyorsun Ahrar. Kendini kandırma. Sen hissedemediğin kalbimdeki sevgiye soğuktun onun için anlayamadın gerçekten beni sevip sevmediğini. Belki de şu an bile kendini kandırıyorsun olamaz mı?" dedim sevgisinden şüphe etmesini sağlamaya çalışarak. Her yolu deniyordum. Belki işe yarar diye. Bir müddet cevap gelmeyince devam ettim istemeden onu yaralamaya.
" Ruhum senin ruhuna rastlayınca senin benliğinde kayboldu. Çünkü sen onu yerle bir ettin ihanet oyununla."dedim acımasız olmaya çalışarak. Bakışlarım acıyla sızladı. Tırnaklarımı avuç içime sertçe hapsettim. 'Özür dilerim sevgilim. Çok özür dilerim Ahrar. Affet beni. Çünkü ben kendimi asla affetmeyeceğim.'
Ve o anda beyaz sayfada onun sözleri tekrar berlirdi. Ben sesli söylerken sayfada söylediklerim yazılıyor sonra hemen kayboluyordu ama onun yazdıkları yani sözleri bir sürü sayfada öylece duruyordu.
"Ruhum ruhuna rastlayınca seninle can bulmuşken nasıl ruhunun benim benliğimde kaybolduğunu söylersin? Bu kadar mı seni yaraladım istemeye istemeye? Bu bana mutluluk vermiyor Emira hiçbir zaman da vermeyecek. Sen böyle canımı yakmak için acımasız dahi konuşsan ben senden gelen her şeyi kanullenerek bu sevgiyi sahiplendim. "dediği anda son cümlesi sesli bir şekilde yutkunmamı sağladı.
Yapmasın. Böyle konuşarak bana acı çektirmesin bende böyle olsun ister miydim? Elimde değil ki hiçbir şey...
Sonra yeni bir cümle belirdi ama bu başka bir duyguyu içinde barındırıyordu.
" Gözlerim ilk ruhunu gördü ardından da bedenini. Sonrasında kayıp ve eksik olan ruhum ilk ruhuna bağımlı oldu. Onsuz var olmayacağını anladı . Gözlerim ilk gülüşünü gördü bunlardan sonra ve ölüm senden uzak kalsın istedim. Çünkü senin olmadığın an aslında benimde ölümümmüş ben onu fark ettim. "dediği anda ellerimle yüzümü örttüm ve ağlamamak adına zihnimi başka şeylerle meşgul etmeye çalıştım.
Ama başarılı olamadım. Sonra bakışlarımı beyaz sayfaya çevirdim ve onun dediklerini hiçe saymış gibi yapıp acımasız sözlerime bir yenisini ekledim.
" Fazla güvenin getirdiği en son noktadayız. Pişmanlık. Siz yaptıklarınızdan pişmanlık duydunuz ben ise izin vermiş olduklarından. Ve bizim için her şey hiç başlamadan bitmiş oldu bu sayede." dedim ve nasıl karşılık vereceğini beklemeye koyuldum.
Oysa ondan daha naif bir cümle gelmişti.
" Sözlerinin gerçek duyguların olmadığını biliyorum. Sırf beni sana olan sevgimden vazgeçirmek için uğraşıyorsun ama bil ki Emira ölüm bile seni benden uzak tutmaya, sana olan sevgimin bitmesini sağlayamaz. Sen benimsin ve benim olan eninde sonunda bana geri döner. Senin de döneceğin gibi. Bu çok kısa bir süre içerisinde olacak merak etme ve bu laflarını sana hatırlatacağım güzelim. "demiş ve sonrasında artık hiçbir şey belirtmemişti sayfada. Kitabı sertçe kapattıktan sonra yarı sinirle yarı dumura uğramış bir halde olduğum yerde oturmaya devam ettim.
Bu dört gün içerisinde çok şeyi yarılamış ve işimi epey kolaylaştırmıştım. Tabii bu süre zarfında epeyce rahtsız edilip durmuştum. Ahrar bir yandan Victoria ve diğerleri bir yandan ikide bir nerede olduğumu sorup durmuştu. Hiçbir şekilde kimseye geri dönüş yapmadan kitabı bütün haliyle okumuş ve en ince ayrıntısına kadar bu büyüyü yapmanın inceliğini kavramıştım.
Tabii Ölü Ruh rahat verdiği sürece. İkide bir eleştirmiş yok böyle büyü mü olur yok bu ne saçmalık diyip durmuştu. Anlamıyorum neyin hazımsızlığı bu? Umarım Yitik Ruh 'u kıskanmak gibi saçma sapan bir düşünceye kapılmamıştır. Hiç ruhlar arasında olan kıskançlığı çekecek kafaya sahip değilim şu an.
Ceza günümün son gününde bulunuyordum. Bugün insan içine çıkmam gerekiyor bu da çıkarım içinde yoksa ben bundan sonra kimseye görünmeden kulede yaşama kararı almıştımda. Neyse! Ama en çok sevdiğim tarafı bu zaman zarfında Ahrar 'a epeyce çektirmem. Dört gündür Ahrar türlü türlü sıkıntılarla mücadele ediyordu. Bunu yapan tabii benim isteğim üzerine Kan Ruhu' ydu.
Ahrar 'ın burnundan getirmiştim bu dört günü. Bana bu cezayı vermelerini sağlarsa bende ona hayatı dar ederim. Kimse ama kimse ne beni kısıtlayacak hakka sahip ne de beni zora düşürecek güce! Ben istersem hayatıma birileri karışabilir ama hiçbir zaman böyle bir düşünce içersinde olamayacağım.
Dendiği üzre benimle konuşmak bir ayrıcalıktır ve sen bu ayrıcalığa sahip değilsin. Ben de bu sözü kendime uyguluyorum.
Hayatıma dahil olmak bir ayrıcalıktır ve ben izin verdikçe hayatımda olanlar hakkında söz sahibi olabilirsin. Ve böyle bir ayrıcalık şu an kimseye verilmedi. Verilmeyecek gibi duruyorda.
Sonunda işim bitince olduğum oradan çıkma kararı almıştım. Etrafın dağınık haline kısa bir göz attıktan sonra burayı adam akıllı toplama zamanı gelmişti. Kısa bir büyü işlemiyle her şey eski haline dönünce bende kitabı olduğu yerde muhafaza edip odama geçmiştim açmış olduğum portaldan.
Ormana gelince duş almış, güzelce dinlenmiş ve kahvaltıya inmek adına giyinmek için giysi dolabına geçmiştim daha önce duştan sonra giydiğim geceliğimi çıkarıp üzerime giysi dolabından aldığım zümrüt yeşili bileklerime kadar uzanan uzun kollu v yaka bir elbise giymiştim.
Elbise saten kumaşa sahipti. Belime sımsıkı oturan elbisenin etek kısmı usulca belimden bileğime kadar hafif bir kabarık eteğe sahipti. Ayağıma ise siyah kalın topuklu bir ayakkabı geçirmiş, aynanın karşısına geçip doğal bir makyaj yaptıktan sonra saçlarımı ense hizasında sımsıkı bir topuz yapmıştım. Küçük bir saç aksesuarı takmıştım ensmede topladığım saçlarıma. Hançer figürlü bir saç aksesuarı...
Hazırlanmam bitince odadan çıkmıştım. Yavaş ve sakin adımlarla aşağı inerken bir kat aşağıdan yukarı çıkan bedeni görünce olduğum yerde adım atmayı bırakıp, beni fark etmesini beklemiştim. Soğuk ifadelerim onu baştan aşağı incelemişti. Dalgındı. Uykusuzda duruyordu.
Hiç uyumadı mı acaba? Üzerindeki lacivert gömleğinin manşetlerini dirseğine kadar katlamış, gömleğin birkaç düğmesi açık vaziyette duruyordu. Biraz dağılmış halde durduğunu söylemek isterim. Ahrar 'ın dalgın bakışları basamaklarda oyalanırken yavaşça yukarı tırmanan bakışları beni fark ettiği anda olduğu yerde basamakları çıkmayı bıraktı ve beni yeni fark etmenin verdiği şaşkınlığı yaşadı bir süre.
Bir ara dudakları hafifçe kıpırdayıp durdu. Sanırım ismimi zikretmişti. Dalgınlığı kendini gri anda sinirli bir ifadeye bırakınca bu sefer ifadesiz bakan taraf ben oldum. Hayırdır yaptıklarının bedelini ödetmeyeceğimi mi düşünüyordu. Ah o zaman çok iyimser bir düşünceye sahipti. Çünkü kim olursa olsun damarıma basanın damarını patlamaktan kaçınmam.
Birden son üç basamağı hızla çıkıp karşıma geçince Ahrar bir şey demeden hızla koluma yapıştı ve beni arkasından sürükleyip bulunduğumuz katta bulunan boş bir sınıfa soktu.
Ayağının tersiyle açık kalan kapıyı kapatıp bedenini bana doğru döndürdü ve üzerime yürüdüğü gibi karşıma geçince benden uzun olduğu için başını hafifçe eğip kısmış olduğu bakışlarıyla bana bakarken sakin kalıp yanlış bir şey dememek için kelimelerini seçerek konuştu. Ah doğru davranış yoksa sözleri eğer canımı sıkarsa bende onun canını sıkarım bunu çok iyi biliyor olmalıç
"Sen gördüğüm en acımasız kadınsın!" dediği anda öyle mi dercesine baktım. Kolumu onun tutuşundan çekerek belimin arkasından ellerimi kavuşturup çenemi dikleştirip sert bakışlarımı ona çıkardım. "Bana bu ceza aldığın gün sayısını zehir zemberek ettin. Sana inanmıyorum! Bazen aklını kaçırdığın fikrine kapılıyorum. Ve bu beni dehşete düşürüyor. Nasıl diyorum bunu yapmaya nasıl kalkışır? Bu kadar acımadan saldırır bana? Hiç mi tereddüt etmez?" dediği anda cümlesini devam ettirmedi. Yanlış bir şey söylemekten mi kaçındı yoksa bir şey diyemedi diye mi sustu?
" Ah belki de baştan beri böyle biriydim sen farkına varamadın. "dedim ve ona doğru bir adım atıp aramızdaki mesafeyi sıfıra indirmiştim." Hem düşmanlarımı mağlup etmem için sandığın kadar tehlikeli ve acımasız olmam gerekiyor ki onları her seferinde bana yaptıkları yüzünden bin pişman edebileyim. Ve bu da bizi aslında beni tehlikeli bir kadın olduğum gerçeğine ulaştırıyor. Ve belki de size bu yönümü hiç göstermediğim için sizler beni masum saf biri sanıyorsunuz. Ama bu yüzümü görenler beni bildiği için benden çok çekiniyor. Çünkü onlara asla acıyan bir tarafım yok ve bu yüzden mahvoluyorlar karşımda. "dedim bir olasılığı anlatırcasına.
O an Ahrar'ın bakışları yüzümde gezinip durdu. Sonra o konuştu." Ya da kendini böyle bir kadın olarak göstermeye çalışıyorsun olamaz mı? "dediği anda yüzümde mimik oynamadı.
" Bu da bir ihtimal ama sen asla gerçeği bilmeyeceksin. "dedim kesinkes bir şekilde. O ise başını yanılıyorsun dercesine iki yana salladı.
" Ah güzelim ben senin ne yapmaya çalıştığını çok iyi biliyorum ama bu hallerin bana sökmez. Ben senin hırçın tarafını bildiğim kadar o masum tarafını da biliyorum. Sırf amacını desteklemek için bana bu kadar bu günleri zehir zemberek ettin ki ben seni çok yanlış tanımışım düşüncesine kapılayım. Ama yemezler güzelim. Sen kendini nasıl yansıtırsan yansıt ben seni kendimden bile daha çok iyi tanıyorum. "dediği anda öylemi diyorsun dercesine başımı yavaşça sola çevirip ona hayretler içerisindeymişcesine baktım.
Bir adım geriye çekilmem anında yüzünün düşmesine ve bu yaptığım şeyin onun hiç hoşuna gitmediğini bakışlarından anlamamı sağladı.
İçerisinde olduğum durumu anında gerçek kimliğimle yer değiştirdim ve uzun zamandır içimde tuttuğum siniri dışa vurdum. Ve eşim ayağım sinirden titrercesine konuştum.
"Ya sen Asper Krallığı 'nda aleyhime nasıl konuşur ve ceza almamı istersin! "diye yüksek sesle çıkıştım. Bir anda o sakin halim yok olup içimden sinirli bir kadın çıkınca Ahrar yarım ağız bu halime güldü. Ona dik dik bakınca bu gülümsemesini anında yok etti. Açtığım mesafeyi bir adımda yok etti. Az önce benim ona yaptığım gibi Ahrar 'da bana doğru yaklaştı ve yüzünü yüzüme eğerek konuştu. Ona içimde uzun zamandır tuttuğum şeyleri dökmem işine gelmiş gibiydi.
" Seni durdurmak için ne gerekiyorsa onu yaptım. Bir cezayı hak ettin sen uzun zamandır kendine yaptığın zararlar için. Belki de bu senin kendine zarar vermene engel olur. Neden olmasın? "dediği anda sinirle solurken sesli bir nefes verdim. Başımı geriye çekip sabır diledim. Zararmış göstereceğim ben ona zararı da cezayı da!
" Sana ne ya kendime verdiğim zarardan? "dediğim anda Ahrar sanki darbe almış gibi sarsıldı.
" Nasıl bana ne? Seninle ilgili ne varsa beni ilgilendirir. "diye karşı çıkışına ani bir cevap verdim.
" İlgilendirmez efendim. Benimle ilgili hiçbir şey bu saatten sonra ben dışında kimseyi ilgilendirmez. "dedim katı bir sesle. Ahrar bunu kabul etmediği için aniden olumsuzca başını iki yana salladı. Hata ediyormuşum gibi bakıyordu.
" Sen ve seninle ilgili ne varsa en küçük zerresine kadar beni ilgilendirir. Buna ne sen mani olabilirsin ne de başka biri. "demesiyle iyiden iyiye çileden çıktım. O an aklımdan geçeni anında dile getirdim.
" Biliyor musun şu an sana ne yapmak istiyorum? "dediğime anda devam et dercesine baktı bana." Tam da şu an yüzüne sert bir şekilde yumruk atmak istiyorum. Ve inan ki bu bile sana olan öfkemi azaltmaya yetmez . "dediğimde o an bunu söylediğime pişman oldum. Yani keşke bunu içimden kendi kendime söylesem daha iyi olurdu gibime geldi.
Ahrar olduğu yerde bana bakarken bakışlarında ani değişen ifade sinirimi bozdu. Sanki söylediklerim onun hoşuna gitmiş ve ona başka bir kapı aralamış gibiydi. Bana garip hissedeceğim bir ifadeyle bakıp, kısık sesle fısıldadı.
" Yüzüme yumruk atmak istediğini bilmiyordum. Ben daha çok beni öpmeni isterdim ama sen aynı şeyi düşünmüyorsun. "dedi ve geriye çekilip bana şeytani bir gülümsemeyle baktı." Ama yumruk atmak istersen engel olamam. Tek bir şartla kabul edebilirim bu istediğini. "dediğinde aniden merak içerisinde konuştum. Ona yumruk atmamı sorun etmez mi? Bu nasıl bir şiddet anlayışı anlamış değilim! O anda merakıma yenik düşüp konuştum.
" Nasıl bir şartla? "dediğim anda bin pişman oldum o an. Söylemez olaydım. Ama çoktan geç kalmıştım.
" Hemen sonrasında tutkulu bir öpücük vereceksen bana yumruk atabilirsin. Bir yumruk karşılığında bir öpücük. İstersen bunu alışkanlık haline getirebilirsin. Benim için bir sorun olmaz. Aksine hoşuma gider. "diye pis pis birde sırtınca sinirden çığırıdım. Adamdaki tuhaf ilişki anlayışına bakın! Ruh hastası adam ne olacak! Sinirden elim titrerken onu iki elimle geriye doğru sertçe ittim ama milim bile kıpırdamadı yerinden.
" Rüyanda bile göremezsin. Defol git yanımdan pis fırsatçı. "diye sinirle konuşunca Ahrar kahkaha attı. Ah birde gülüyor mu bu! Öldüreceğim bunu ben!
" Bu sinirli hallerine bayılıyorum biliyor musun? "dediği anda sinirden kendime hakim olamadım ve bana göre çok sert olmayacak bir şekilde ayağımla Ahrar 'ın dizine vurdum. O an bunun yapma idrakını çok sonradan fark ettim. Biraz acıtmış olabilirdim. Bazen elimin ayarı kaçıyordu da.
" Göstereceğim ben sana bu hallerimi birer birer. "demiş ve yanından uzaklaşıp gitmeye hazırlanırken o anda Ahrar' ın kısık acı nidası duyulmuştu arkamdan .
" Kırsaydın Emira. "dediğinde biraz sert vurduğumu bilincinde olmama rağmen bunu umursamazca karşılamış ve Ahrar 'a dönüp bakmadan abartma demiş ve onu orada bırakıp yanından kızaran suratla ayrılmıştım.
Ahrar 'ın yanından ayrılıp yemekhaneye inmiştim. Kahvaltımı yel başıma yaptıktan sonra bir müddet kendi kendime kulenin ön bahçesinde takılmış, zaman geçirmiştim. Bütün gün tek başımaydım ama içinde öyle bir sıkıntı vardı ki kulede durmak ağır geliyordu. Sanki üzerimde benim görmediğim bir ağırlık vardı. Her zaman bana iyi gelen uçurumun kenarında olan salıncağa bile gitmiş orada huzuru aramıştım ama bulamamıştım. Bir şeyler ters gidiyordu sanki.
Böyle böyle akşam etmiş ve içeriye girmiştim artık dışarıda durulmayacak kadar hava soğuduğu için. Odama geçip kendi kasvetli yaşamımda bulunmak isterken beni koridor başında gören Arın hoca yemeğe gelmem için ısrar edince istemeye istemeye onu kırmayıp akşam yemeğine katılmak için onunla yemekhaneye kadar ilerlemiştim.
İçeriye girdiğimiz anda çoğu kişi çoktan yemekhaneye gelmişti. Benim gelişim tekrardan bir gerginlik yaratmıştı ama umursamadım ve yerime doğru ilerleyip yerime geçtikten sonra içimdeki duygu karmaşası içinde öylece sessizce oturmuştum.
Süreyya hanım ve diğerleri geldikten sonra herkes yemek yemeye başlamıştı. Önümdeki servis edilen sıcak dumanın buharını izlerken yanımdaki Victoria kısık sesle yemek yememi istemişti ama onu yok sayıp sadece çorbanın üstünde tüten buharı izlemeye devam ettim. Neden bu kadar kötü hissediyorum? Neyin varlığı beni rahatsız ediyor? Ya da edecek olan şey ne? Öğrenmek istiyorum.
Bir süre öylece dalıp gittim. Ya ki zihnimde bir ses kopana kadar. O kopan ses tehlike çok yakınında diye fısıltılar eşliğinde konuşmuştu. Tüylerim diken diken olmuş, bedenim usulca kasılmış nefes alışlarım düzensiz bir hal almıştı.
Neyin varlığı beni tehdit edip uyarıyordu? Zihnim beni neye karşı ya da kime karşı uyarıyordu? Hissediyorum çok yakınımda sanki bu garip şey. Ne peki? Neden bu kadar kendimi kötü hissetmeme sebep oluyor? Çok mu içimde yoksa çok mu uzakta? Benden olan mı yoksa benden bağımsız mı bu hissiyat?
Sonrasında birden bir kukla gibi bedenim benden bağımsız bir şekilde hareket etti ve karşıdaki duvara asılı olan aynaya bakışlarım çevrildi. İlk başlarda kendimi görmüştüm aynanın yüzeyinde ama sonradan görüntü yavaşça silikleşip başka bir hal aldı. Aynanın yüzeyinde bir sis bulutu belirdi ve ayna saydam bir hal aldı.
Ve bana usulca bir şey göstermeye başladı. Bakışlarımı kısıp görüntüye odaklandım ve o an gösterilen şeyin Kara Orman 'ın ta kendisi olduğunu anladım. Gözlerim mi yoksa zihnim miydi beni yanıltan? Yoksa her ikisi de mi?
Bu aynadaki görüntüyü gerçekten var mıydı şu an? Kimdi bunu görmemi sağlayan? Etrafıma kısaca baktım ama herkes kendi alemindeydi. Kimse benim ne yaşadığımı ne gördüğümü bilmiyordu. Zaten ne zaman gördüler ki? Ben ne zaman görünür oldum ki? Kendi kendime düşünüp dururken birden etrafımda bir ses duydum.
"Merhaba Prenses." diye sesi duymamla olduğum yerde korkuyla gerildim.
Bu Dani' ydı. Onun o eğlendiğini belirten sesiydi. O an bakışlarım titredi ve parçalar yavaşça birleşti. Şu an bana aynadaki Kara Orman 'ı görmemi sağlayanda oydu değil mi? Ne yapmaya çalışıyordu bu adi pislik ? Kara Orman' da görmem gereken bir şey mi vardı? Ben kendi kendime düşünürken bir anda sözlerine devam etmişti.
"Ah beni özlemiş olduğun hissine kapıldım ve sana küçük bir sürpriz yaptım. Seveceğini düşünüyorum. Ama iyi açıdan mı kötü açıdan mı bilmiyorum. Buna sen karar vereceksin. Bakalım ne kadar hızlı olabilirsin? Veya ne kadar güçlü olup beni şaşırtabilirsin?" dediği anda ne zırvalıyorsun diyeceğim anda birden aynada Kara Orman'ın içerisinde Dehliz 'in varlığı belirdi.
Onun orada ne işi vardı? Ne yapmayı hedefliyordu? O anda olduğum yerden korkudan ayağa dikildim ve elime çarpan önümdeki çorba kasesi masaya devrildi. Bir anda çıkardığım bu ses herkesin bakışlarının bana dönmesini sağladı. Bunu hissetmiştim.
Bense sadece pür dikkat ormanın içinde bulunan Dehliz 'e odaklandım. Neden onun varlığını görmemi sağlıyordu? Bundan ne çıkarı vardı? Daha önce kardeşim üzerinden de beni birkaç kere oyuna getirmeyi çalışmıştı. Bu da onlardan biriydi muhakkak eminim. Değil mi böyle olmalı? Olması gerekiyor! O an bunu inkar etmeye başladım.
"Gerçek değil." dedim onun gösterdiği şeye inanmayan bir sesle. Sesim çok güçsüz ve korku doluydu. Başımı iki yana salladım. "Olmaz ki. Bu bir yanılsama." dedim ve geriye doğru adımladım. Arkamdaki sandalye geriye doğru düştü. O anda burada bulunan herkes dışarıdan bir gözle bu garip halimi izliyordu. Anlam vermeye çalışıyordular hal ve hareketlerime. Kendi kendime konuşuyor olmam onları şaşkına çevirmişti kesinlikle ama ben daha çok şaşkın ve korku doluydum.
Tamda o sırada bir hareketlilik oldu sol tarafımda. Victoria çoktan olduğu yerden kalkmış bana doğru yaklaşırken ben başımı iki yana salladım. Hayır bunu yapmaz değil mi?
"Ah Prenses Metis ve İris 'le gönderdiğin mesajı aldım. Ah sen benimle onlar aracılığıyla iletişim kurarken ben direk seninle iletişim kurmak istedim. Sesini duymayı seviyorum biliyorsun. Ama sana küçük bir hediye olsun diye sana çok güzel bir hediye vermek istedim ve hediyem ise Dehliz. Bakalım ne kadar acıya güçlü?"dediği anda Dani o an yutkunamadım.
Ne acısı? Ona neyi yapmayı hedefliyordu? Bu kadar ileri gidebilir miydi? Bunu başarabilir miydi? O an çaresiz halim amansızca hareket etmeme sebebiyet verdi.
Hayır.. Hayır.. hayır... hayır olamaz! Geriye doğru adımladım ama o sırada Dehliz olduğu yerde diz çökünce bunun acıdan olduğunu anladım. Onun canını yakıyordu. Gözlerimin önünde ona acı verip beni kahrediyordu. Dehliz olduğu yerde acıdan kıvranırken ben o an sadece seyirci kalabilmiştim. Ama ruhen onunla birlikteydim. Onun acısını hisstemiş gibi bende birden yüksek sesle acıdan çığlık attım.
" Hayır yapma! "dedim ve yaşadığım korkuyla göz bebeklerim irileşti nefes alamadım." Ona zarar verme! "diye çığlık atarcasına konuştum." Yapma yapma! Onun bir suçu yok Dani! Senin meselen benle. Ne yapacaksan bana yap! "demiştim çaresizce. Ama beni dinlemek yerine yaptığı şeyi durdurmak yerine devam etmeyi tercih etmişti.
" Hadi ama bu kadar acıyla ölecek değil. Ya da dur vazgeçtim ölebilir belki. Çünkü şu an onu öldürecek kadar kuvvetli bir büyü yapıyorum. Bakalım bundan sağ çıkabilecek mi? Git ve onu kurtar Emira. Hızlı ol ve onu öldüren acıdan kurtar yani Kahyer büyüsünden. Bakalım ne kadar hızlısın. Çok merak ediyorum onu kurtaracak mısın yoksa yine kardeşine olduğu gibi çaresizce acı içinde izleyecek misin? Zaman daralıyor hızlı olmalısın ." dediği anda nefes alamadım. Darbe almış gibi sarsıldım bir kere daha geriye. Bahsettiği çok güçlü bir öldürme büyüsüydü. Onu yok edebilecek güce sahip miydim?
O an ne beni çağıranı ne de karşıma geçip nereye baktığımı ne de anlamaya çalışanları umursadım. Önümdeki bedenleri iteleyerek burada uzaklaşmak için harekete geçti.
Bedenime kuvvet vererek hızla olduğum yerden koşar adımlarla sonrasında hızımı arttırarak koşmaya başladım. Kapıya ulaşmadan hızla kapıyı açmış ve koridora çıkar çıkmaz koşmaya devam etmiştim. Arkamdan ismimi çağıranlar olmuştu ama umursamdan koşmaya devam ettim. Saniyeler içinde nefes nefese arka tarafa çıkan kapıdan çıkış yapmış ve hemen Kara Orman 'a giden patikaya sapmıştım.
Lütfen geç kalmayayım! Lütfen aynı şeyi bir daha yaşayamayayım. Lütfen! Lütfen....
O anda çaresiz anımda aklıma bana her şartta yardım edebilecek tek kişi gelmişti. Ve ondan yardım almak için acele ettim.
"Ölü Ruh neredesin? Dehliz' i kurtar lütfen." diye konuşmuş ve o cevap verene kadar eğri büğrü olan patikada koşmaya devam etmiştim. Saniyeler geçmiş Ölü Ruh 'a ulaşamaya çalışmıştım ama nedense bana hiç ses vermemişti. Hayır! Ortaya çıkması lazımdı. Şu an ona ihtiyacım vardı! Lanet anlarda çıkmayı iyi biliyordu. Hızla nefes alıp verirken tüm öfkemle tüm nefretimle tüm korkularımla koştum durmadan koştum.
O an Kara Orman' a ulaşınca var gücümle Dehliz 'in ismini bağırıp kendisini belli etmesini beklemiştim ama hiç ses vermemişti. Çok mu uzaktaydım ona göre?
Kara Orman' da defalarca kez Dehliz 'in ismini zikrettim. Her yere bakıp onu bulmaya çalıştım. Tam o sırada arkamdan birkaç kişinin ismimi zikrettiğini fark ettim. Bunlar Varisler ve Dennis' yi. Yanlarında Victoria 'da olmalıydı. Onlardan başka kimse Kara Orman' a giriş yapamazdı. Onları duymazlıktan gelip hızla karanlıkta aramaya devam ettim.
Tam o sırada yarattığım sessizlik içinde birden ilerde kıpırdayan bir beden görünce derin bir nefes aldım ve olduğum yerden ayrılıp hızla oraya koşmaya başladım. Dakikalar sonra yerde uzanmış acı çekmekte olan Dehliz 'in yanına varmıştım. Hemen zaman kaybetmeden yanında diz çöktüm. Tam ona dokunup başını kucağıma alacağım an zor bela konuştu. Ve hareket etmeme mani oldu.
"Dokunma—" dedi ve sertçe öksürdü. "Emira bedenim zehirli." demişti sesi. Çok kısık ve yorgun çıkıyordu. Çok mu canı yanıyordu. Gözlerim acıdan sızladığı anda nefes almak acı vermişti. Onu koruyamamanın verdiği acı beni mahvetmişti. Sonrasında konuşma gücünü kendinde tekrar bulunca devam etmişti." Sana zarar vermesin." dediği anda boş verip ona dokunacağım an bana tekrar engel oldu. "Sözümü dinle Emira. Artık benim için dönüş yok. " dediği anda çaresizce başımı iki yana salladım kabul etmeyecek şekilde. Hayır hemen kabullenmemesi gerek. Bu kadar kolay pes etmemeli. Daha hiçbir şey yapamadım ki onun için.
"Hayır... Hayır seni iyileştirmek için geldim. İyi olacaksın. Ölmeyi sakın düşünme beni bırakıp gidemezsin Dehliz. Lütfen dayan seni kurtaracak yolu bulacağım tamam mı? " dedim ve tam onu iyileştirmek için harekete geçecekken yine mani oldu.
"Bırak beni." dedi olduğu yerde çok acı çektiğini belli eden bir sesle. "Benim için uzun zamandır yaşamın bir anlamı yoktu zaten. Hem elden bir şey gelmez artık. Dönüşü yok biliyorsun bu büyünün. Umut etme lütfen." dediğinde hıçkırarak hayır dedim. Hayır... Hemen yok olmayı kabul etmemeliydi.
"Lütfen bırak yardım edeyim Dehliz." dediğim anda çaresizce ona dokunmaya çalışacakken birden arkamdan bir beden beni tutup hızla olduğum yerden kendine doğru çekti. Ve o an arkamdan keskin uyarı dolu bir ses yankılandı.
"Uzak dur ondan zarar göreceksin." diyen Dehri 'nin varlığını fark etmemle olduğum yerden tekrar Dehliz' in yanına gitmek için kolları arasında var gücümle çırpınandım. Ama izin vermedi ve beni kuvvetle tuttu.
'"Bırak beni Dehri." dinlemedi ama ve o an acıyla konuştum. Yakardım ona. "Yalvarırım bırak ona yardım edeyim buna gücüm var. Bir kere daha gözlerimin önünde birinin ölmesine izin vermeyeceğim! Kahyer büyüsünü bozmaya çalışacağım. Ucunda bana ne olacağı umurumda değil ama bir daha kimseyi kaybetmeyeceğim. Buna gücüm yok. Buna dayanamam bir daha . " dedim onun sıkı tutuşu arısından.
Bir anda onun ayağına tekme atıp onu sersemletip güçsüzleşen kolları arasından arasından çıkmayı başarmıştım ki bu sefer beni tutan Dennis ve Nehar oldu. İkisi de gitmemem için beni var güçleriyle tutuyordu. Önümde beliren Victoria ellerini yüzüme koyup sakin kalmamı sağlamaya çalıştı. Başımı sağa sola sallayıp ağlıyor, inkar edip duruyor ne yaptığımın bilincinde olmuyordum.
"Yapma Emira. Sende biliyorsun artık çok geç. Ne yapsan bir faydası olmayacak. Elinden bir şey gelemez kabullen. Ona dokunamazsın. Kendine zarar vereceksin. Dani bilerek bu büyüyü yapmış olmalı. Sen zarar gör diye. O artık gitti kabullen." dediği anda Victoria hayır dercesine başımı iki yana salladım. Daha hiçbir şey yapmadım ki nasıl pes etmemi beklerdi?
"Hayır bırakın beni." diye ağlamaklı bir sesle konuşup onların koyduğu bariyeri kaldırmak için uğraşırken bir anda diğerleride gelip beni durdurmak için uğraştılar. Hepsi var gücüyle beni durdurmaya çalışıyordu. Bense artık daha fazla dayanamadım ve onları tam harekete geçeceğim anda tekrar konuştular.
"Kendine zarar vermene izin vermiyoruz." dedikleri anda onları geçebildiğimi onlara gösterip Dehliz 'in yanına gideceğim an bir anda onun sesini duymak beni olduğum yerde çiviledi.
"Onları dinle. Beni artık kurtaramazsın. Bırak özgür kalayım. Üzüldüğünü biliyorum ama bana elveda etmen gerekiyor çok az kaldı." dediği anda olduğum yerde bacaklarım beni taşıyamadı. Yere yığıldım dizlerimin üstünde ve tamda o an hüngür hüngür ağlamaya başladım.
Önümden Victoria çekildiği anda görüş açıma Dehliz girdi. Yerde acıdan kıvranırken ben nefes alamadım. Ona yardım edememek beni mahvetti. Onu o halde görmek beni mahvetti. Bunun sebebi olmak beni mahvetti. Her şey beni mahvetti.
"Dehliz gitme lütfen benimle kal. Sana ihtiyacım var." dedim zor bela çıkan sesimle. Artık ağlamaktan gözlerim her yeri bulanık görmeye başlamıştı. Gözyaşlarım susmuyor artık verdiğim sözü çiğneyerek aynı acının varlığıyla sınanıyordum.
"Hayır." dedi ve üst üste öksürmeye başladı. "Senin kimseye ihtiyacın yok. Her şeyi halledecek kadar güçlüsün. Ve başaracağına inancım tam." dediği anda ağlaya ağlaya dediği şeyi onayladım.
Başaracağım kendim için değil. Kardeşim ve senin için. Diğer herkes için.
O an tekrar onunla konuşacağım anda birden Dehliz 'in bedeni kül haline geldi ve olduğu yerde yok olduğu anda tüm acımla birlikte yakardım acıyla. Kara Orman yüksek acı nidamla yankılandı. Gitmişti. Yok olmuştu. Ve onu bir daha görmeyecektim.
"Dehlizzz! Ahhhh! ..."dedim tırnaklarımı yerdeki kuru zemine geçirmiş, yere sertçe vurup durduğum ellerimle üst üste onun ismini seslenip durmuştum. Başımı karanlık göğe kaldırıp tüm acımla tekrar defalarca kez bağırıp durmuştum." Hayır olamaz. Olamaz. Gidemezsin. "dedim ve yere kapandım.
Sinir krizi geçiriyordum ve o an acımı kendimden çıkarmaya başladığım sırada biri belimden tuttu ve beni ayağa kalkmaya zorladı. Sinirden parmaklarımı saçlarıma geçirip acıyla onları çekmeye, yaptığım hatanın bedelini kendime ödetmeye başladım.
"Emira kendine gel. Bak yapma böyle lütfen." diye karşıma ağlayan Victoria 'ya acıyla bakmış ve ağlamaya devam etmiştim.
İçimde öyle bir acı peyda oldu ki o an tüm acımı dışarıya yüksek bir sesle tekrar yansıttım ve Kara Orman acılarımı bas bas duydu. Çığlıklarım büyüdü ve tüm evreni kuşattı. Acım büyüdü ve beni mahvetti. Bedenim dağıldı. Acıdan paramparça oldu. Ben yok oldum bir kere daha. Yine kaybettim.
Yine kaybeden taraf ben oldum. Buna rağmen dur mu diyordu herkes? Nasıl durulurdu bundan sonra? Yapamazdım. Olduğum yerde pat diye tekrar yere düştüm ve öylece acıyı tüm hücrelerimle hissetmeye olduğum yerde ağlamaya devam ettim. Ve o an gök gürültüsü gökyüzünü kuşattı. O da benim gibi acı mı çekiyordu? Ben acıdan nefes alamıyorum. Hepsi etrafımda durmuştu. Bana bakıyor ve çaresiz halimi izliyordu.
Ne kadar orada durdum? Ne kadar yağmur altında ıslandım? Ne kadar üşüdüm veya titredim bilmiyorum ama sonrasında burada böyle dururak bir şey elde etmeyeceğimi anladım. Artık gerçekten atağa geçme zamanıydı ve bende bunu yapacağım.
Yavaşça olduğum yerden ayağa kalktım. Dağılmış haldeydim. Dışarıdan belki ölüden farkım yoktu. Keza az önce zaten diri diri ölmüştüm. Ben ayağa kalkınca hepsi titreyen, gergin bir şekilde beni inceliyordu. Ne yapabilirim kestirmeye çalışıyorlardı. Her şey zaten apaçık ortada ya! Düşünmeye gerek yoktu. Buradan gidecek ve son aşamayı tamamlayacaktım.
Kara Orman'ın çıkışına ulaştığım anda diğerleri beni takip ediyordu. Hepsi sessiz bir şekilde sadece beni izliyor yapacağımı en ufak bir yanlışta müdahale etmek için zaman kolluyordular. Yorgundum. Acım beni perişan etmişti. Hâlâ bedenim amansızca titriyor, göz yaşlarım akmasa da gözlerim ağlamaktan ötürü yanıyordu.
Bedenim gecenin soğuğuna maruz kalmış, buz kesilmişti. Yağan yağmurun altında kendime gelene kadar durmuştum. Biraz ileride bir hareketlilik olduğu anda bakışlarım acelesizce oraya kaydı. Kulede bulunanlar gelmişti. Üstten onlara bakıp asıl gelmesini beklediğim kişiyi görmemle aniden olduğum yerden ayrılıp onun olduğu yere hızlı adımlarla ilerlemeye başladım.
Lord Yelit 'in karşısında yerimi alınca tam Süreyya hanımın konuşacağı an onu susturmak için ben hemen konuştum.
"Bak gördünüz mü ?" dedim acı içerisinde. "Kaybettim. Ne uğuruna hemde! Yok artık hayatımda o. Ve siz beni durdurmayı çalıştınız! Ne için daha çok kaybetmeme için mi?" dedim hınçla. Sesim çığlıklar atıp durmamdan ötürü kısık çıkmıştı.
"Emira." dedi Lord Yelit sakin bir sesle ama acımı hissettiğini anlamıştım duruşundan bakışından. "Bu senin hatan değil. Olamazda. Bunun için kendini suçlu hissetme lütfen. Bunun önüne geçemezdin hiçbir zaman. Dani eninde sonunda yapacağını yaptı. Bunu şimdi yapmasının sebebi sana acı vermekti. Yoksa şu ana kadar yapmamasının bir sebebi olmalıydı." dediğinde Lord Yelit bazı şeyleri anlamam için ve bunun yüzünden suçluluk duymamın bana bir şey kazandırmayacağını belli etmek için.
Beni acıyla sınamak için değil miydi onun uğraşı? Başarmıştı. Dani bana ikinci kez acı çektirmeyi başarmıştı. Bakışlarımı boşluğun hapsinden çekip etrafıma çevirdim.
"Açtığı savaşın getirisi onun için çok ağır olacak. Bundan sonrasını o düşünmeli. Ben artık bundan sonrasıyla ilgilenmeyeceğim. Ve bana çektirdiği bu acının en şiddetli haliyle ona o acıyı bende sunacağım." dedim ve daha fazla burada durmamak için olduğum yerden ayrılıp kuleye geri dönmeye başladım.
O sırada kime konuşmadı. Kimse beni durdurmadı. Çünkü şu an çok sağlıklı düşünemiyorum fikri içerisindeydi herkes. Yanlış diyemem ama haklı olduğumu söyleyebilirim.
Ne yaşam vardı ne de ölüm bu diyarda. Ne sevgi vardı ne de sevgisizlik bu diyarda. Bu diyarda ölmüş ve çürümüş ruhlar vardı. Herkes kalbini, ruhunu ve hislerini yitirmişti. Ama bu diyarda sadece insan kalmaya çalışan ben vardım. Sadece ben vardım. Ama nedense bu acıtıyordu. Çünkü yeterli değildi ki. Bu diyar için benim olmamam yeterli değildi. Yetemiyor, yetmediğim her an kaydediyordum. Ve bu canımı çok yakıyordu. Ben kaybetmeyi artık istemiyorum. Ben artık acı çekemem. Artık bunu kaldıramam. Yok olmuyor yapamıyorum geçmişi kenara bırakıp ileriye dönük bakamıyorum. Olmuyor. Olduramayıyorum.
Artık bu diyarda hiçbir şey özünü koruyamıyordu. Her özün derinliklerinde bir nefretin izi, bir acının kalıntısı vardı. Bir ihanetin simgesi, bir intikamın gölgesi vardı. Bunlar oldukça ne huzur olurdu ne de yaşam. Ömürler kısaydı, ruhlar sonsuzdu. Zaman gaddardı. Sesler kısıktı. Ağlayışlar çığlık çığlığaydı. Kayıplar kaçınılmazdı. Bedenler tehlikedeydi. Hüzünler askıya alınmıştı. Hayat pasifti buradaki insanlara karşı. Yaşam onlara güzellikler değil acılar sunmakla görevliydi.
Ben hep sessiz bir şekilde çekildim deniz kıyılarıma hep fırtınalı günlerde. Zarar gördüm ama zararsız döndüm. Yarar verdim ama yaralandım. Korudum ama korunamadım. Susturmadım ama hep susturuldum. Kaçmadım ama kaçıştırıldım. Göz yummadım ama göz yumulan oldum. Ben hep düzeltmeye çabaladım ama etrafımda bulunan herkes bu kurduğum düzeni bozmaya çabaladı. Ne yaptıkça onlar alt üst etmeye çalıştılar. Ve sonunda gözlerimin önünde koca bir emek yığını oluştu. Ve ben sadece izleyicisi oldum.
Bu hayatta hep yaşamayı tercih ettim bu sayede yaşamış olduklarımı unutmayacak unutturmayacaktım. Hep dediğim gibi 'En büyük lanetim unutmamamdı.' Ve bundan sonraki anları bunu hatırlatmakla uğraş verecektim.
Yaşamak istediğim hayatı yaşayamadım. Yapmak istediklerimi yapamadım. Sadece hayatta ihtimal olarak kaldılar, kalmaya çalıştılar. Ve bende kırık bir his olarak tuvale yansıttım duygularımı. hayal kırıklıklarımı... Çünkü diğer türlü bunu görmek mümkün değildi. Diğer türlü hayatımı istediğim gibi şekillendirdiğimi görmek çok zordu.
Bütün gecelerin ve gündüzlerin...Bütün sabahların ve akşamların sonu hüzünle başlar, gözyaşlarıyla son bulur. Her an ağlamaya mecbur insan. Her an hayal kırıklığı yaşamaya lanetlenmiş insan. Her an kaybetmeye mecbur insan. Ve bu olumsuz ihtimaller yaşamı bir parçası. Bu parçanın yaşamdan bağımsız olduğunu düşünmüyorum.
Boşluğa hapsolmuş biriydim şu anda. Kimse yoktu. Kimseler yoktu. Zihnim boştu. Kalbim acı çekiyor. Yaşadığım kayıp, nefeslerimi bir bıçak gibi kesip beni boğmaya çalışıyordu. Ben ne yapacağım konusunda büyük bir iklime düşmüş şekilde anıların o hissiz sesleriyle mücadele ediyordum. Dehliz 'le ilk tanıştığımız gün ve sonrasında paylaştığımız ortak anılar zihnime istila etmiş ve beni bu anılar sisi içerisinde mahkum kılmıştı.
Zihnim ağrıyordu. Bedenim acı çekiyor, kalbim duruyordu. Olduğum yerde saatlerce durmuş bir ileri bir geriye doğru sallanıp duruyordum. Dallanıp budaklanan bu acı histeri krizi beni mahvediyordu. Bakışlarım boşlukta takılı kalmış bir döngüye kapılmıştım. Düşünmek bile acı verir miydi? Şu an veriyordu. Dehliz'i her an o şekilde yerde görmem ve sonrası bana çok acı veriyordu. Kimsesizlik hissini ikinci kez yaşamıştım. Ölümden beterdi bu his. Çünkü ölünce geçerdi. Ölünce hissetmezdin ki. Ben çok an iliklerime kadar hissediyorum her şeyi. Olan biteni tüm detaylarıyla beraber.
Zaman bir su misali akıp giderken çoktan bulunduğum yere güneş ışınları yayılmıştı. Nerede miyim? Yezra 'nın mezarlığına gelmişti. Sanki onunla yaşadığım acıyı paylaşıyordum buraya geldiğim andan itibaren. Sanki Dehliz' den bir parça burada da ben şu an onu hisseder gibiydim.
Bir ileri bir geri! Durdur zihni. Sustur sesleri. Dinle hisleri. Bastır çığlığını. Hissetme ölümü. Bir ileri bir geri! Durdur yıkımı. Sonlandır ölümleri. Bir ileri bir geri! Harekete geç artık. Ödet tüm yaşadıklarının bedelini.
Bakışlarım yanımda bulunan mezar taşına kaydı.
"Sence şu an nerededir Dehliz?" dedim sanki cevap alacakmış gibi.
Sesim titriyor, bedenim acıdan her an kasılıp duruyordu. Göz pınarlarım artık akmaz olmuş, gözlerim şiddetli bir şekilde yanıp duruyordu. Ama bu acıya inat gözlerimi yummuyor, kirpiklerimi kapatmıyordum. Sırtım uçurumun giriş tarafına dönük vaziyette duruyordu. Yönüm ise Yezra 'nın mezarına dönüktü.
"Onu kurtaramadım Yezra. Ona yardım edemedim. Halbuki o bana ne çok yardımlar etmişti." dedim acıyla gülümserken. Onun hatıraları zihnime dolarken.
"Başaramadım Yezra. Onun acımasızca öldürülmesine mani olamadım. Gözlerim önünde yok oldu. Aynı kardeşime olan şey gibi sadece seyirci kalabildim. Kayıplarım git gide artıyor Yezra. Bunların son bulması için bazı fedakârlıklar yapmam gerekiyor. Ve yapmak konusunda asla tereddüt etmeyecek olmamı bilmeni isterim. Bu seferde kimse zarar verecek imkanı olmayacak Dani 'nin. Çünkü onu alt edeceğim. Ne pahasına olursa olsun hemde. "dedim ve dizlerime sardığım ellerimi çözüp oturduğum yerden kalkıp buradan gitmeye hazırlandım.
Arkamı dönüp ilerleyecekken birden birkaç adım uzakta Ahrar' ın ayakta dikilen bedeniyle karşı karşıya geldim. Soğuk bakışlarım onun neden burada olduğunu anlamaya çalışırken bana doğru adım atacağı an hemen onu havaya kalmış elimle durdurdum.
"Emira." dedi ne yapacağını bilmeyen bir halde.
"Burada ne işin var? Neden buraya geldin?" dedim soğuk bakışlarım ve soğuk ifadelerimle. Bu kadar hissiz olmam onu tabii şaşırttı. Hatta bu kadar kesinkes konuşmam onda bir bocalama yarattı ama belli etmemeye çalıştı.
"Sadece nasıl yani ettiğim için geldim. Ne durumda olduğunu merak ediyorum. Yanında olmak istiyorum." dediği anda zihnimde koca bir şimşek çaktı.
Uzak durmalı benden hemde hemen. Yoksa o da zarar görür.
"Seni ne ilgilendirir! Kimsin ki hayatımda bir yerin olduğu düşünesinde olup beni merak ediyorusun. İşine bak sen ve benimle muhatap olma anladın mı?" dedim sert bir üslup içerisinde. Biliyorum yaptığım doğru değil ama uzak durması lazım yoksa o da zarar görecek. Öyle olursa ben ne yaparım! Gerçekten ölürüm bu sefer. Bilmese de ondan hiç alıyorum ben. Şu an bile varlığını görmek iyi hissettirmişti.
" Emira bak biliyorum acı çekiyorsun. Bırak yanında olayım olur mu? 'diyince sakin, ikna etmeye çalışan bir sesle o an hayır dercesine başımı iki yana salladım. Bu itirazım onun sesli bir şekilde nefes vermesini sağladı." Lütfen ısrar ediyorum. Yanında olayım sana destek olayım." demiş ve bir adım öne atıp bana doğru ilerlemişti. Amacı sarılmaktı. Ama olamazdı.
"Ne demiştik sarılmak yok. Sarılırsak kaybederiz."
Ve ben artık kaybetmek istemiyorum. Artık kimsenin kaybını kaldıramam. Anında iki adım geriye çekildim. Bu tavrım anında sınırları koydu ve Ahrar 'ın direnci kırıldı.
Bana yapma dercesine bakarken. Ona soğuk harelerim arasından baktım. O ise şu anda bile bunu yapmayı devam etmen yersiz dercesine bakıyordu.
"Yalnız kalmak istiyorum ve sen şu an sınır ihlali yapıyorsun Ahrar. Beni benimle baş başa bırak. Nasıl yıkıldımsa yeniden ayağa kalkmayı da başarırım kimse olmadan." demiş ve yanından geçip giderken o bana sadece bakmakla yetinmişti. Belki de daha fazla üzerime gelmemek içindi bu hareketsizliği.
Olduğum uçurumun dibinde yüzeye çıkmış ve yolumu Moritanya Kalesi'ne doğru yönlendirmiştim. Çünkü yapmam gereken bir büyü vardı. Ve bunun için tek ortam şu an orada bulunuyordu.
Büyü için gerekli olan ortam orada vardı. Devasa aynalarla dizayn edilmiş bir oda. Aynaların ele geçirip yeni bir evren sunduğu odaydı orası. Orada yapacaktım yapmam gereken büyüyü.
Dans odasına geldiğimde içerisi zifiri karanlıktı. Odayı aydınlatacak tek şey tam tepede asılı olan camdı. Ve şu an içeriye güneş ışınları geçmiyordu. Taki ben camın üstündeki aparatı açana kadar. Apart açıldığı anda içeriye güneş ışıkları yavaşça yayıldı ve içerideki karanlık yok oldu. Şu an tüm duvara boydan boya asılı duran aynaların üzerinde kendi yansımam vardı. O anda zihnime düşen fısıltılar beni gerçeğe uyandırdı.
"Görüntün senden bağımsız olduğu anda anlayacaksın Emira Yitik Ruhun geldiğini. İşte o zaman her şeyin başlangıcını başlatmış olacak ve bir daha geriye kaçamayacaksın." demişti Lord Yelit kitabı bana vermeden hemen önce. Onun bu sözlerine benim de bir cevabım olmuştu tabi.
" Amacım hiçbir zaman geriye kaçmak değildi ki. Sadece geçmişin getirdiği her şeyi düzeltmekti. Bunu yapmak istiyorum ve yapacağım. "demiştim.
Bir adım öne çıkarak yavaşça dans odasının ortasına doğru ilerlemeye başladım. Kocaman geniş bir dans odasıydı içerisinde bulunduğum oda. Yavaşça son adımda odanın tam ortasında durduktan hemen sonra kitapta yazılanları yapmaya başladım. Üç adımda bu büyü bitiyordu. Ben ilk ve ikinci adımı yapmıştım. Son adımı yapmam lazımdı.
İlk adım aynalarla dolu bir odada bulunup odanın tam ortasında durduktan sonra etrafına yuvarlak bir daire çizmektii. Bunu ise birkaç tel saçın yanmasından elde edilen külle yapmak lazımdı. Büyü sözlerini okuyarak bunu yapınca saç teli az olmasına rağmen kül büyüyle artış gösteriyordu. Külü kocaman bir daire şeklinde etrafımda serpiştirmeye başladım. Etrafımda daireyi oluşturur oluşturmaz hemen ortasına geçip ikinci adıma geçtim.
İkinci adım dairenin ortasında dururken yere diz çökerek oturmak ve bir damla gözyaşını bu oluşturulan kül daire sınırına damlatmaktı. Daha önceden sakladığım gözyaşımı küçük tıpaya saklamıştım. Şimdi de onu ikinci adım için kullanmam gerekiyordu. Göz yaşını damlatıp tıpayı gelişi güzel etrafa attım. Ve son olarak yapmam gereken şeye odaklandım.
Son adım en kıymetli olan adımdı. Kanımı akıtarak dairenin içersinde Yitik Ruh'un ismini yazmam lazımdı ve hemen ardından büyü sözlerini söylemem gerekiyordu. Hemen işaret parmağımı çizip akan kanı zemine damlatmış ve yavaşça Yitik Ruh 'un ismini yazmaya başlamıştım.
İsimini yazdıktan sonra büyü sözlerini okumuştum. Bu sırada tüm aynalarda bakışlarım tek tek geziyor ve aynalarda bir değişiklik olup olmadığını anlamaya çalışıyordum. Çünkü Lord Yelit bana çok açıkça değişikliği fark edeceksin Emira demişti. Bende nasıl bir değişiklik olduğunu ara sıra bakıp anlamaya çalışıyordum aynaya yansıyan görüntümden.
Dudaklarım kıpırdarken bakışlarım her bir aynaya çevriliyordu. Ve kendimi izliyordum.
"Sessizliğin yuva yaptığı, karanlığın kurtuluş olduğu, bedenin hükümsüz olduğu evrende, var olanı yok eden. Yok olanı yeniden var eden gölgesi bile görünmeyen, varlığı gizli olan, karanlığın hükümdarı olan Yitik Ruh 'a kendimi sunuyorum. Ona bir anlaşma öneriyorum. Onu kendimle birlikte evrenin ulaşılamaz gücüne davet ediyorum. Davetimi kabul etmesini istiyorum. "demiş ve olduğum yerde kıpırdamadan beklemeye başlamıştım.
Tüm aynalara sessiz alıp verdiğim nefes alışlarım arasından bakıp duruyor gelip gelmediğini anlamaya çalışıyordum. Nasıl bir değişiklik olacağını da merakla bekliyordum. Bir anda içeride bir ıslık çalarcasına boğuk bir ses yankılandı. Ve sonrasında içeriye dolan gün ışığı yok oldu. Zifiri karanlıkta öylesine bekledim.
Korkuyor musun diye sorsanız buna hayır derdim. Bir an önce bu işin bitip kendi işime odaklanmak istediğimi dile getirebilirim.
Bir anda içeride bir beyaz ışık yandı ama bu ışık tam tepemden aşağı iniyor ve benden yansıtılarak aynalara çarpıyordu. Şu an tekrardan kendi yansımamı görmüştüm aynalarda ama bir farklılık vardı. Bedenimin yansıması farklı duruyordu.
Ben yerde dizlerimin üstünde dururken yansımam ayakta dikiliyordu. Ve o an Lord Yelit 'in ne demek istediğini anladım. Bahsettiği değişikliğin bu olduğunu görmekle anladım. Yansımam yavaşça hareket etti. Ve yavaşça başını eğip tehlikeli bir gülümsemeyle bana bakıp konuştu.
"Çok fazla olan aydınlığa karşı takıntım var. En çok karanlıkta olmayı severim." diye kendi sesimi duymuştum.
Ama sesim buz gibi kavuran, hissiz ve duygusuz çıkmıştı. Sesim ilk defa bana yabancı gelmişti. Aynı görüntüm gibi. Sanki ben değildim ama bir yandan da bendim. Bu beni aylar öncesinden gördüğüm rüyaya götürdü. Orada da karşımda benim görüntüm vardı. Ama bana çok yabancı geliyordu. Acaba o bir öngörü müydü? Bugüne dair.
Olduğu yerde hâlâ bana korkutucu bir gülümsemeyle bakarken olduğum yerde sakin bir sesle konuştum.
"Çağrıma cevap vermen gecikmedi. Yoksa bu anı mı bekliyordun?" dedim "Bu kadar istenilen bir beden olduğumu hiç düşünmedim." dedim ve olduğum yerde yavaşça ayağa kalktım. "Ben olmuş gibisin ama benden çok ayrı duruyorsun hâlâ. Hiç benimle bütün olmuş değilsin sanki." dediğim an sadece baktı ve sonrasında konuştu.
"Ah sen olmak değildi amacım seni bana dönüştürmekti asıl amacım." dediği anda ne demek istediğine anlam vermedim o an.
"Ne demek istiyorsun?" dedim ve o an da birden öyle bir acı bedenimde var oldu ki acıdan olduğum yerde sertçe yere kapaklanıp acının beni yerde kıvrandırmasına seyirci oldum. Çığlık atmadım. Acı nidası duyulmadı. Sadece acıyı hissetmiştim . Ve acı gidene kadar sadece kıvranıp durmuş, acı beni terk ettiği anda ne ara kapattığımı bilmediğim gözlerimi açıp bakışlarımı aynaya çevirdim ve o anda karşıdaki yansımama baktım. Sarı saçlarım büsbütün bembeyaz hale dönüşmüştü.
"Ah şimdi ben oldun Emira." diye kendi sesimi duyduğum anda ne demek istediğini anlamıştım artık. Saçlarım beyaz olduğu kadar belime kadar uzamıştı.
"Neden beni bu hale getirdin?" dediğim anda bana yansımam sadece gülümseyerek bakmıştı. Bu şekilde bakması sinirlerimi bozuyordu. Ama Lord Yelit beni çok şey hakkında uyarmıştı keza Ölü Ruh 'ta.
İkisi de üstünlük kurmasını engellemememi ve istediğim şeyi ona yaptırmamı ve onunla uzun vadeli bir anlaşma kurmamı istemişti. Çünkü hâlâ tam bir anlaşma yoktu ve her an vazgeçme ihtimalim vardı. Onu etkim altında tutarsam, üstünlüğün bana geçmesini sağlarsam en doğru şeyi yapmış olurdum.
"Senden ne istediğimi biliyor olmalısın. Ama ne karşılığında istediğimi bilmiyorsun." demiş ve ona istediğimi sunmuştum. Bunu söyleyeceğimi kimse bilmiyordu. "Sana bir teklifim var. Sevineceğini bir teklif aslında. İkimizinde hoşuna gidecek bir teklif Yitik Ruh. Ya da Rosa mı demeliyim." dediğim anda Rosa yani aynadaki yansımam bir anda durgun bir ifadeyle bana baktı. "Aslında beni hiç tanımamak isterdin. Çünkü sandığın kadar aptal veya güçsüz değilim. Sadece işimi kolaylaştırmak için seni çağırdım. Seninle aslına amacım farklı." demiş ve ona şartımı sunmuştum. Kabul edeceğini biliyordum.
"Kabul ediyorum." dedikten sonra olduğum yerde memnuniyetle gülümseyen bu sefer ben olmuştum. "Sen benden bile daha tehlikelisin." demesine sadece olabilir dercesine bakmış ve ona komut vererek anlaşmayı başlatmasını istemiştim.
Anlaşmayı kabul ettiği anda Yitik Ruh ona bedenimde var olma izni tanımıştım. Ama daha başlamadan önce sadece şunları söylemişti.
"Canın çok yanacak buna hazır mısın?" diye sorup beni olacaklara hazırlamak istercesine nabzımı yoklayınca, ona evet anlamına başımı sallayarak bunu bildiğimi belli etmiştim.
Dayanabilirim. Acıya olan bağışıklığım bunuda kaldırmamı sağlayacak. Ve o anda olduğum yerde öyle bir acı bedenime, zihnime, ruhuma yayıldı ki acıdan bedenim zangır zangır titremeye, bedenim şiddetli bir krize girmiş gibi kasılmaya olduğum yerde acıdan sallanmaya başladığımı hissetmiştim.
Acı yoğundu. Acı mahvediyordu. Acı şu an ölümün ön gösterimiydi. Nefes alamamış, acıdan tırnaklarımı yere geçirmiş ve tekrar yeni bir acıyı göğüslemiştim. Kulağımda boğuk bir uğultu, soğuk soğuk titreyen bedenim zeminde van çekişen bedenim artık bir süreden sonra titremeleri artmış ve sadece bir an önce bitmesini ummuştum. Bu kadar acı yoğunluğunu beklememiştim.
O anda daha önceden Ölü Ruh 'un azarlayan cümleleri zihnimde yankı yapmıştı.
"Ne demek Yitik Ruhu çağıracağım! Sen aklını kaçırdın iyice.!Bak kızım bunun ucunda ölüm bile var. O acıya dayanamazsın. Hem o Yitik Ruhlar hiç tekin değiller. İstediği olsun diye seni elinde bile oynatacak şeytan aklına sahipler. Kabul etmiyorum. Yapamazsın! "dediği anda bıkkın bir nefes verdim.
" Sence senden izin mi istiyorum. Sadece haber vermek için söyledim ve bil ki buradan dönüş yok. "dedim kararlı bir sesle. Ama bu onun daha fazla kızmasını sağlamıştı. Alt tarafı bir tehlikeli iş. Sanki hiç yapmadığım şey.
"Öldürecek misin kendini?" dediği anda hemen ona cevap vermiştim.
"Evet belki de amacım budur. Yok olmak olamaz mı? Sonuçta ben ölürsem her şey son bulmaz mı? Her şey benimle bağlantılı değil mi?" dediğimde çileden çıkan bir şekilde bana karşılık vermişti.
"Sen iyice aklını kaçırdın. Bak biliyorum Dehliz 'in ölümü seni mahvetti ama Emira bu acıyı göğüslemen gerekiyor. Dani seni mahvetmek adına zaten bunu yaptı. Biliyorum ona olan bağını ama Dehliz artık yok ve sen güçlü olup ayakta kalmak zorundasın. Tabii kendini öldürecek faaliyetleri terk etmekle bu gerçek olacaktır. Nerede tehlikeli bir şey var sen hemen orada bitiyorsun. Anlamıyorum zevk mi alıyorsun acı çekmekten. Daha basit ve kolay yöntemlerde var söylemek istiyorum. "diyince ona soğuk, hissiz bir sesle cevap vermiştim.
" Var biliyorum ama sende bunu biliyorsun ki en etkili darbe her zaman en zor olan tehlike barındıran adımdır ve ben şu an onu yapıyorum yani yapacağım. Lütfen mani olmak yerine destek olmaya bak. Ne dersen de ben bildiğimi okuyacağım. Yani beni bu karardan vazgeçiremezsin. "demiştim.
O an onun sözleri bana şunun farkına varmamı sağlamıştı. Hiçbir şey fedakarlık vermeden istenilen şeye ulaştırmıyordu. Bu fedakarlıksa acıdan geçiyor ölümle bütünleşiyordu.
Acı varlığını korudu ta ki son reddeeye kadar. O an bedenimin kontrolü yok oldu ve olduğum yerde sırt üstü uzanmış bir şekilde yere sere serpe uzanmışken birden zihnimde birden ortaya çıkan acıdan dolayı avaz avaz bağırmaya başladım. Öyle bir acı çığlığı dudaklarımdan döküldü ki olduğum dans salonunun tüm aynaları oldukları yerde çatladı, gürültüyle parçalara ayrıldı ve etrafta saçıldı.
Sonrasında acı yavaşça yok oldu. Uğultular sustu, sessizlik peyda oldu. Sonra tam iç sesimin konulmasını duydum.
"Sen şimdi uyu Emira ben seni uyanman gereken zamanda uyandıracağım."
Bu sesten sonra gözlerim güçsüzlükle kapandı ve yoğun halsizlik beni derin bir rahatsız uykuya çekti. Sonrasında uzun bir yolculukta alınan meşakkat var oldu.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
13.9k Okunma |
3.22k Oy |
0 Takip |
66 Bölümlü Kitap |