73. Bölüm

63 - Ölüm ve Ayrılık

Özlem Durmuş
kumsallardagezen12

『 Bu defa acıydı sevgiyi mağlup eden hikayede...』

 

Victoria...

 

Her hikayede acı çeken ve buna rağmen hayata sımsıkı tutunacak kadar güçlü insanlar vardır. Bazılarıysa acıya boyun eğerek ölmeyi tercih eder. Bu gerçek bir ölüm olmasa bile. Zaman çok hızlı geçiyor. Öyle ki neyin ne zaman olduğunu bile unutmaya başladık. Asırlar öncesinde çok fazla yaşam tehlike altında yok olup gitti.

 

Ve bu böyle böyle bu zamana kadar geldi geçti. Hiçbir şey değişmedi. Değişim olmadı. Değiştirenin olmadığı gibi. Herkes aslında olan biteni kabul etmese de değiştirmek için bir mücadele vermedi. Vermek mi istemedi yoksa buna gücü mü yetmedi bilmiyorum. Ama çok istedim her şey değişsin ve güzel bir hayat içerisinde yaşayalım çok istedim ama bilmedim ki bunun için büyük bir fedakarlıkta gerekliymiş. Bu fedakarlıkta bulunan ise Emira oldu.

 

İki hafta geçmişti. Koskoca iki hafta. Dehliz ölmüştü. Herkes onun hâlâ hayatta olduğunu daha idrak edemeden ölümünün haberiyle yüzleşmişti. Ama asıl önemli olan Emira 'nın bunu öğrendiği anda yaşadığı acıydı. O Moritanya Kulesini terk ettikten sonra herkes toplantı yapmış ve bu konu üzerine konuşmuştu. Bu toplantıya herkes katılmıştı.

 

Varisler, Dennis ve bense öylece olan biteni dinlemiş alınan kararları kuru bir sesle onaylamıştık.. Çünkü hepimiz o darmaduman hale gelen Emira 'yı merak ediyorduk. Onun son hali ve yaşadığı acının ondaki izleri bizi korkutmuştu. Kendisine zarar verecek bir karar almasından ölesiye korkuyorduk. Lord Yelit' le yaptığı konuşma sonrasında yok olmuştu.

 

Ama ondan hemen önce Yezra 'nın mezarına gittiğini bana Ahrar hoca söylemişti. Onunla konuşmaya gittiğini ama onu dinlemeyip çekip gittiğini bana söylediği anda Ahrar hocanın yaşadığı ikilem ve korku gözler önündeydi. Onu merak ediyordu. Nerede olabileceğini bana sormuştu ama bilmediğimi dile getirmiştim. Şu an her yerde olabilir ama en çok onu bulmayalım diye bizim bilmediğimiz bir yerde olmalıydı.

 

Bundan emindim. Sonrasında yanımdan çekip gitmişti. Ve şu an toplantı odasında onun uykusuz, yorgun, kızarmış gözlerle karşımdaki bedenine bakıyorum. Endişeliydi. Onu her an bulamadığı için korkuyla dolup taşıyordu. Mera ediyordu nerede olduğunu ve ne yaptığını. İyi olup olmadığını, ne zaman geleceğini...

 

Bunu hepimiz merak ediyorduk ama şunun bilincindeydik. Emira istemese kimse onu ne yaparsa yapsın bulamaz. Buda o anlardan biriydi. Şu an nerede olduğunu herkes toplanıp aramaya kalksa bile bulamazdık. Zaten artık gündem Emira olmaktan çıkmış, kayıp olması herkesin işine gelmişti. Çünkü onun bu savaş içerisinde olmasını kimse istemiyordu. Bu masada toplanmış herkes.

 

Asper Krallığı'na gelmiştik. Çünkü son zamanlarda çok fazla saldırı oluyor, insanlar ölüyor, ortalık ateş içerisinde kalıyordu. Bundan bir gece önce Asper Krallığı 'nın küçük bir kasabasında devasa bir yangın çıkmış hemen sonrasında başka bir krallıkta bunun benzeri bir yangın daha çıkmıştı.

 

Kaosun izleriydi bu. Dani artık yavaşça savaş çanlarını çalmış bizlere haber veriyordu savaşın kaçınılmaz olduğunu ve ona göre hareket etmememizi. Bir anda saldırmıyor yavaşça kedinin fareyle oynadığı gibi bizlere oynuyor, sinirlerimizi bozmaya çalışıyordu.

 

Başarıyor muydu? Maalesef ki evet. Herkes çok gergin ve endişeliydi. Bu olanların daha ne kadar devam edeceğini, biran önce bu olaylara mani olunmasını istiyordu herkes. Tüm krallıklar bir an önce Dani durdurulsun diye buradaydı zaten. Hep beraber onu yok etmenin gerekli olduğunu söyleyip duruyordu herkes.

 

Bir anda Tarsis Kralı konuşunca herkes ona kulak kesildi.

 

"Emira 'dan hâlâ haber yok mu?" dediği anda bir anda buz gibi hava esintisi ortaya çıktı ve tüm bakışlar bizlerin üzerine çevrildiği anda imdadımıza Süreyya hanım yetişti.

 

"Hayır hâlâ nerede bulamıyoruz. Zaten nerdeyse orada kalsa iyi. Onun bu savaşta olmasını istemiyoruz." dediği anda uğultular yükseldi. Herkes bundan hoşnut olmadığını dile getirdi.

 

Ateş Krallığı 'dan yönetici Darkol anında konuştu.

 

"Hata yapıyorsunuz o halde. Prenses' in gücüne ihtiyacımız olabilir ve siz gelmesin diye temennide mi bulunuyorsunuz?" diye şaşırmış bir şekilde konuşunca sakince onu onayladı Süreyya hanım. Bu onu kızdırdı. "Ah bu büyük bir hata olur. Onunda gelmesi gücümüze güç katar." dediği anda birden çaprazımda duran Ahrar hocanın küçümseyen gülüşünü duyunca bütün bakışlar ona döndü. Onun bu yorgun hali bile onun soğuk yüz ifadelerini silip atamamıştı.

 

"Gücünüze gerek duymaz Prenses. Tek başına bu savaşı yok edecek güce zaten sahip. Siz sanıyor musunuz o an onun orada olmayacağını? Orada olacak. O da Dani gibi o günü bekliyor. Ve o kapışma sandığınız kadar kolay olamayacak. Hasarlar olacak ama buz bizler arasında değil Prenses, Dani ve onun orduları arasında. Prenses bizi korumak için çoktan önlem almıştır. Boşu boşuna kaygılanmayı ve bu boşu boş toplantıları yapmayı bırakın. Tek işiniz aldığınız hasarları onarmak olsun. Zaten başkada elinizden bir şey gelemez ya. "diye sinirle konuşup buradakilerin boşuna gelecekleri hakkında kaygılanmayı bırakmasını istemişti. Olduğu yerden sertçe kalkıp toplantı odasını terk etmiş ve uzun bir sessizliği arkasında bırakmıştı.

 

Ondan hemen sonra Dennis olduğu yerden kalkıp masasının etrafında olan kişilere bakıp kınarcasına konuştu. "O çok yerdiğiniz Prenses herkesi kurtaracak bir tek kişi hariç." dediği anda sona doğru sesi kederli çıktı. Biliyordu. Ne yapmaya çalıştığını o da diğerleri gibi biliyordu. Emira 'yı tanıyanlar onun kendisini feda ederek bizi kurtaracağını az çok tahmin edebiliyordu. Masadakilere teker teker bakıp devam etti." Bunca eleştiriniz bunca yakarışınıza rağmen size o kurtuluşu verecek kişi de o. Ona minnet etmelisiniz ama siz kimseye minnet edecek karakterlere sahip değilsiniz değil mi?" dedikten sonra o da olduğu yerde daha fazla bulunmak istemediği için olduğu yerden ayrılıp toplantı odasını terk etti. O gittikten hemen sonra Varisler ve bende olduğumuz yerden hızla ayrılıp onu takip etmiştik.

 

Burada bulunan odama geçince diğerleri çoktan odama gelmişti. Onlarla birlikte kaç gündür Emira 'yı arıyor ama bulamıyorduk.

 

"Nerede bu kız anlamıyorum ki! Gideceği her yere baktık. Ama hiçbir yerde değil. Savaş başlamadan onu bulmalı ve onun yanında olmayız. Tek başına hareket etmesine mani olmamız lazım. Yoksa onu kaybedeceğiz. Onu kaybetmek istemiyorum." diye acı içerisinde konuşan Dehri 'nin yanına geçip koluna dokundum.

 

Anında yerde boşluğa takılı olan bakışları beni buldu.

 

" Her yerde onu aradık ama bulamadık. Şu an nerede olduğunu bulamayız sende biliyorsun. Önemli olan onun ortaya çıktığı anda yanında olmamız. O istese de istemese de onun yanında ayrılmayacağız. Onu herkese her şeye rağmen koruyacağız." dediğim anda beni başını sallayarak onayladı.

 

" Endişeli olduğumu söylemek isterim. "der demez Kavi anında ona baktım ve nesne böyle hissettiğini anlamaya çalıştım.

 

" Neden? "demişti Enfal onun bu cümlesine karşı.

 

" Çünkü Emira 'nın daha hissiz ve soğuk bakışlarla karşımıza çıkmasından korkuyorum. Görmüyor musunuz? Ne zaman bir şey olsa daha çok duygularını yitiriyor. Buraya ilk zamanlarda gelen Emira' dan şu an çok uzakta. Her şeyiyle değişti. Bakışları değişti. Duruşu, konuşması ve diğer her şeyi. Onu aslında çoktan kaybettik bunu kabul etmiyor kimse. Emira kendini çok fazla törpüledi. Ve şu an bize yansıttığı Emira bizim sandığımız Emira 'dan çok uzak. "dediği cümlelerin gerçekliğini bizde biliyor ama görmezden geliyorduk.

 

Sırlar ortaya çıktı. Emira bunları iç dünyasında sindirmeye çalıştı. Kardeşinin ölüm sebebi, Ahrar' ın ihaneti, Dani 'nin varlığı, Dehliz' in ölümü vb. şeyler onu darmaduman hale getirdi. Ve artık tamamen kendini kaybetti. Ona ulaşamıyoruz. Kimse ulaşamaz artık bu saatten sonra. Ama onu yine de kendi başına bırakmama kararıyla hareket ediyoruz. Bizde Emira 'nın dönüştüğü daha doğrusu dönüşmek zorunda bırakıldığı halden haberdarız.

 

"Bunun için onu suçlayamayız. Kim olsa onun yerinde yok olmayı ortalıktan kaybolmayı tercih eder. Oysa o her daim ne olduysa onu sindirip karşımıza çıktı. Şimdi de böyle olacak. Geri gelecek. Nasıl olur bilmiyorum ama geri dönüşü bizi şaşırtacak ama yine de onu göreceğiz onunla avutmak zorundayız kendimizi. "diye dalgın bakışları arsından konuşunca Nehar o an kısa bir sessizlik oldu.

 

Herkes görecekleri görüntü karşısında endişe ve korku duyuyordu. Çünkü bu sefer çok başka bir zamanda geri gelecekti Emira.

 

Büyük bir savaşın tam ortasında bizlere geri dönecekti. Dönüşü ses getirecek ve her şeyi değişime sürükleyecekti bunu hissediyordum.

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Ahrar...

 

İki hafta... Uzun bir süre dile kolay aslında ama benim için sanki iki yıl gibi gelmişti. Onun gidişi. Varlığını hissetmeyişim. Sesini duymayışım. Acıdan başka bir şey vermiyordu. Onu hissetmiyordum. Onu delicesine özlüyor ama yanında olamıyordum. Onu bulamıyordum. Aradım. Onu her yerde aradım. Uykusuz gecelerde, soğuk gecelere onu aradım. Tek bir ize rastlamadım. Neredeydi bilmiyorum.

 

Ama şunu fark etmiştim. Güçsüzüm. Gücüm onu bulmaya yetmiyordu. Bu da kendimi berbat ve çaresiz hissetmemi sağlıyordu. Onun için endişeleniyorum. Nerede olduğunu bilmek istiyorum. Ne yaptığını. Nasıl hissettiğini bilmek istiyorum ama bilmiyorum. Bunun için her şeyi yapmaya razıyım ama bir sonuç elde etmiyorum. Lord Yelit 'le konuşmaya gitmiştim ve bana onun nerede olduğunu bilmediğini söylemişti.

 

Nasıl olduğunu bilip bilmediğini sorunca bakışlarında bir endişe ve suçluluk yakalamıştım. Nerede olduğunu bilmiyor olabilirdi ama nasıl olduğunu tahmin ediyordu. Ve bu onun bir şey bildiğini gösteriyordu. Ne kadar sorsamda bir şey öğrenememiştim.

 

Eli boş bir şekilde odama dönmüş ve öylece o geceyi sabah etmiştim. O yoktu ve kalbim üşüyordu. Onun varlığını hissetmediğim her an kalbim üşüyor, buz kesiyordu. Zihnim bulanık bir sudan farkı yoktu. Düşünceler istilasına uğramıştım. Onun nerede olduğunu öğrenmeden bu istila kesilmeyecek gibiydi.

 

Ve onun bu yokluğunun bana bir his daha tattırdığını anlamış oldum. Çaresizliği ve güçsüzlüğü...

 

Onu korumaya gücümün olmadığını, onu kaybedecek olduğum gerçeğini anlamış oldum bu anlarda. Ben onunla gerçek kimliğimi öğrenmiş oldum. Meğerse ben hiçten öte değilmişim. Gücümde oymuş güçsüzlüğümde. Varlığım onunla anlam kazanıyormuş ben bunun farkına vardım. O yoksa ben zaten hiç olmamışım ki.

 

Ona ihtiyacım var. Onun varlığına her şeyden daha çok ihtiyacım var. Oydu benim nefesim. Oydu benim yaşam nedenim.

 

O benim uğuruna her şeyden kolayca vazgeçeceğim ilk ve tek nedenimdi.

 

Emira yoksa ben varmışım yokmuşum önemsizmiş. Beni ben yapan oymuş ki.

 

Nefes alamıyordum onun gidişinden sonra. Her yer boğucu geliyordu. Hiçbir şeyin ne tadı ve rengi vardı. Siyah rengin hayatımı ele geçirip, hakimiyeti ele aldığını sanırdım ama değilmiş. Onun gidişi aslında siyahın hayatıma yerleşmesi olmuştu meğerse benim rengim oymuş. O siyahın içerisindeki maviymiş, sarıymış...

 

O tüm renklerin birleşimiymiş.

 

Her şey yapmıştım onu bulmak için her büyüyü denemiş her yolu aramıştım ama bir çözüm ortaya çıkarabilmiş değildim. Sadece artık onun gelişini ve onu korumak için önlem almaya başlamıştım. Güçlü olmam gerektiğini anlamıştım. Onu tüm tehlikeli şeylerden korumam lazımdı. Bunun için her şeyi yapmaya hazırdım. İstemediğim kötü güçlerimi bile kullanmaya hazırdım. Her şeyi göze almıştım sırf ona bir şey olmasın diye.

 

Ben onun için kendimden bile vazgeçmeye hazırdım. Keza onun da bu düşünce içinde olduğunu biliyorum. Emira beni ve buradaki diğer herkesi korumak adına kendinden vazgeçişmiş olabilir ama buna izin vermem. Ya onunla ölürüm ya da onunla yaşarım. Bana bundan başka bir yol yok ki.

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Hislerim bir sessizliğin hakimiyeti altındaydı. Hislerim ölüm fermanı çoktan onaylanmış, bir idam mahkumu gibi son anını bekliyordu. İntiharının gerçekleşme anını. Ölüm çok uzakta değildi. Onu bir gölge gibi her an her saniye takip edip durmuştu. Ve son onu bulduğu anda onu yanın alacaktı. Hiçbir ölümün bu kadar ses getirdiği duyulmamış olacaktı o gün. İşte o gün her şeyin sonuydu. Her şeyin bitişi bazı şeylerin ise başlangıcı olacaktı.

 

Yitirildi ne varsa bu yaşamıma dair. Her şey beni usulca terk etti. Hislerim benden kopup gitti. Geçmişim mutluluğumu çaldı benden. Yaşam bana ölümü altın tepsiyle sundu. 'Sana bundan daha güzel bir hediye. "yok dercesine benimle alay etti. Her şey ne de farklıymış bunu anlamış oldum. Her şey ne uğuruna yok olmuş ne uğuruna değişmiş bunu anlamış oldum. Her şey bir ölümle başlamıştı ve bir ölümle de yok olacaktı.

 

Derler ki bir ölüm en büyük mağlubiyetmiş. Derler ki bir ölüm tüm hayatı geride bırakmak için verilen bir sunakmış evrene karşı. Peki bin ölüm neyin sonucuydu? Ve neyin sunağı konumunda bulunuyordu?

 

Amaçsızca yaşadığımı sandığım hayat beni nereye sürükledi. Yaşamım basit bir yaşam değildi. Aldığım kararlar basit değildi. Ölüm bir kapı uzağımda duruyorken ben her daim o kapıyı kapalı tutmak için çok çaba sarf etmiştim. Ölüm beni almak isterken ben ondan bucak bucak kaçmış ve kedimi bilinmez yollara saklamış orada yaşamımı devam ettirmiştim. Hayat bana bir ders vermiş değildi. Hayat beni yarım kalan hayatların ve hayatların hesabını ödetmek için seçmiş olduğu bir figüran kılmıştı.

 

Ben bu hikayede masum olan taraf değil masumiyeti sağlayan kişiydim.

 

Ben sil baştan hikayeyi başını başlatacak kişi değil sonunu değiştirecek kişiydim.

 

Ben sadece son anda plana dahil olan bir b planıydım. Ya işe yarayacaktım ya da kendimle birlikte bu sorunu ortadan kaldıracak kişiydim.

 

Ben pimi çekilmiş bombaydım sadece patlayacak olduğum ana kadar kendimi saklıyor muhafaza ederek hedefim dışında kimseye zarar vermeden günleri devirip duruyordum. Ve o gün geldiğinde büyük bir patlama ile kendimi ve sorunları ortadan sonsuza kadar kaldıracaktım. Ve bu patlama bendeki her şeyi yok edecekti. Hislerimi, varlığımı, yaşamımı.....

 

Hisler geriye çekildiği anda nefret, kaosu yaratırdı. Hisler açığa çıktığı anda ortaya duygu karmaşası çıkar ve her şey istenmedik yokuşlara çıkardı. Hisler geriye çekildiği anda ölüm, hayatı sonlandıran taraf olurdu. Hayat bir anda yok olur ve varlık ortadan kalkardı. Varlık sanki hiç var olmamış gibi yer edinirdi unutulmazlık sayfalarında.

 

Bir ses vardı beni benden alan. Bir ses vardı beni ben yapan. Sesler kimliğimi ortaya çıkaran tarafta olurdu. Sesler kimliğimi yok eden tarafta olurdu. Sesler bana zarar veriyordu. Sesler beni yok ediyordu. Hayatın anlamsız olmasını sağlıyordu. Hayatın bir anlam ifade etmediğini bana bildiriyordu.

 

Dünyaya söylemek istedim sessizliğimi bozduğu ve beni bu hayatta yüksek nida eşliğinde bağırmamı sağladığı için. Dünyaya haykırmak istedim. 'Neden ben? Ben neden bunca acıyı çektim? Neden sevdiklerimi gözlerimin önünde yitirdim? Neden onların ölümü benden kaynaklı oldu? Neden sessizliğin beni ele geçirmesine izin verdi? Neden hep vazgeçen taraf olmak zorunda kaldım?...'

 

Söylenecek çok şeyim vardı. Ama susmam içinde sebebim vardı. Çünkü geçti söylemek için çok geç kalmıştım. Mücadele etmem gereken yerde yakınmak aptallık olurdu. Durup dinlenme vakti değil, koşup mücadele etme vakti içerisinde bulunuyordu.

 

Ben çoktan olan biten yüzünden bir karara varmıştım. Ben çoktan savaşmayı yaşamaya tercih etmiştim. Ben çoktan yaşamımı terk edip ölüm yoluna doğru yol almıştım. Ben çoktan aslında kararımı verip bunu hayata uygulamaya başlamıştım.

 

Sebepler beni ele geçirmiş ve bana ne yapmam gerektiğini söyleyip duruyor bende ona göre hareket ediyordum.

 

Ben istemedim bu hayatta vazgeçen taraf olmayı. Ben istemedim yalnız olan taraf olmayı. Ben istemedim bu iki acımasız ruhlarla mücadele eden taraf olmayı. Ben istemedim sevdiklerimi geride bırakacak kararı veren taraf olmayı. Ben aslında hiçbir şeyi bile kasıtlı yapmadım.

 

Yapmak zorunda bırakıldım. Yapmasam zarar görecek kişi ben değil sevdiklerim olacaktı. Onlara bir şey olmasın diyeydi bunca uğraşım. Yoksa kendimi korumak için değil. Ben zaten kendimi çoktan terk etmiş ve kendimi değersiz kılmıştım. Bana ne olduğuyla ilgilenemedim ben bu hikayede benden dolayı zarar görme ihtimali olanlarla ilgilendim.

 

Ve bu kişilerin ne yaparsam yapayım her daim bu iki ruh var olana kadar zarar göreceğini anlamıştım. Esila ve Dani var oldukça kimse güvende değildi. Ve ben bu güveni sağlamak adına burada bu evrende yer aldığımı geçte olsa anladım. Benim geliş amacım hayatımın aşkını bulmak değildi. Ben buraya bu olan biteni değiştirmek için gelmiştim. Bu sırada ise dostluklar edinmiş, yeni bir çevre kurumuş ve hayatımın aşkını bulmuştum. Ama bu uzun sürecek değildi. Bu çok kısa bir süre içerisinde tadacağım küçücük bir anı iziydi.

 

Kendimle çok münakaşa edip durmuştum. Her daim kendimi akladığım bir duruşma değil müebbetten yargılandığım duruşmalar olmuştu zihnim içerisinde kendime karşı.

 

Müvekkil de bendim. Yargıçta bendim. Ve savunma tarafını üstlenen avukatta bendim. Hâkim çoktan kararı vermişti. Keza avukatta. İkisi de suçlu olanı mahkum etmek istiyordu. Zaten müvekkil kararın ne olduğunu çoktan bildiği için sonuçlanacak kararı adı kadar biliyordu. Ve o sonun bir an önce kendisini bulup yok olması için verilen kararın uygulanmasını istiyordu.

 

Ölüm fermanı belliydi. Ölümü isteyen kişide kendinden emindi. Yargıç tokmağa vurdu ve idam cezası bir sis bulutu misali ortaya çıktı. Avukat sonuçtan memnundu. Katilin aklanmasını değil yargılanmasını istiyordu. Ve istediği oldu. Mahkum ceza aldı. Kuş olup gökte uçmak adına o urgan boynuna dolandı. Nefesler kesildi, ruhlar bedeni terk etti. Beden kırpmadan durdu. Ruh özgürlüğüne kanat çırptı. Ve her şey istenilen şekilde ilerleyip durağan haline geri dönüş yaptı.

 

Çok şey yaşamıştım. Hemde ne çok şey. Her şey zamana yenik düştü ve kendini açığa çıkardı. Ortaya asla çıkmayacak sanılan her gerçek kendini ele verdi. Ve bu gerçekler onca yaşamdan sadece bir yaşamı hedef aldı. Beni. Benim yaşamımı. Yok olmam için her varlığı etrafımda yer almasını sağladı. Acıdan nefes alamayacak hale gelmemi sağladı.

 

Acının beni yok etmesi uğuruna neler yaşattı, nelerle mücadele ettirdi. Ve başardı. Yok olmaya doğru ilerledim. Çekinmeden. Korkmadan. Asla tereddüt etmeden ilerledim. Uçurumun kenarında duruyordum. Önüm yaşam arkam ölümdü. Yaşamım benim hayattan kopmam demekken, ölümümse şu anı ileriye taşımamdı.

 

Ve ben uçurumdan atlayarak şu anlarımdan vazgeçmeyi tercih etmiş ve kendimle birlikte Esila ve Dani 'yi yok etmeyi tercih etmiştim. Çoktan verdiğim bir karardı ama sadece bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum ama şu an her şey apaçık bir şekilde zihnimde yer almıştı. Ne yapmam gerekiyor emindim bu sefer.

 

"Uyan her şeyin başladığı ve sona erdiği gün bu gün."

 

Zihnim bir anda bu sesle anında o sislerle çevrili mekansız alandan sıyrılıp gerçek dünyaya geri dönüş yaptı. Gözlerimi açtığımda bakışlarım ilk nerede olduğumu anlamaya çalıştı. Ve biraz daha dikkat ederek baktığımda aslında hâlâ olduğum yerde olduğum fark ettim. Ama mekan değişikliği olmuştu. Aron 'u uyandırdığım yerde duruyordum. O lahit içerisinde boylu boyunca uzanıyordum.

 

Ne kadar süredir burada olduğumu anlamaya çalışmaktan hemen önce başımı eğmemle aniden saç tutamlarımdaki farklılık dikkatimi çekmişti. Uzun ve bembeyaz olan saçlarımı görmekle dumura uğramıştım. Nasıl yani aynadaki yansımaya mı dönüşmüştüm? Değişikliği ilk kendimde mi başlatmıştım? Yavaşça olduğum yerde kıpırdanıp olduğum alandan çıkmak için lahitten destek alarak bedenimi onun içerisinden çıkararak çıplak ayaklarımı soğuk zeminle buluşturdum.

 

Ellerimi gözlerimin önüne getirdiğimde tenimin bir tık daha açılmış olduğunu ve neredeyse saç rengimle aynı tonda oluğunu fark ettim. Çok mu değişmiştim? Üzerimdeki kıyafetleri anında kolyenin sunduğu güçle değiştirdim. Ve üzerimde simsiyah uzun kollu bileklerime kadar uzanan bir sade elbise olmasını sağlamıştım. Sonrasında saçlarımın icabına bakıp önden birkaç tutamı arkada toplayıp yüzümü açığa çıkarmıştım.

 

Çok merak ediyordum nasıl göründüğümü ama en çokta bakışlarımı merak ediyordum. Daha ne kadar ruhsuz bakabilecek olmasını görmek istiyordum. Olduğum yerden hızla açmış olduğum portaldan, Moritanya Kalesi'nin giriş kısmına geçiş yapmıştım. Ve girişte bulunan aynada kendime daha doğrusu ben olmayan ama bana benzeyen kadına bakıyordum. Ve o anda aklıma buraya ilk geldiğim anlarda Tarsis Kralı 'nın bana yönelik söylemiş olduğu cümleler zihnime düştü.

 

"Buraya geldiğin andan beri hep kabus görüyorsun değil mi?" demişti ve bende sadece ona bakıp sessiz kalmıştım. Sessizliğim savunma mekanizmamdı. Bir şey demeyeceğimi iyi biliyordu. Bunun için bilmişlik taslamak yerine anlayışla başını salladı ve bana acıyan bir ifadeyle mi baktı yoksa korku dolu bir ifadeyle mi baktı bilmeden bakışlarım yerde sabitlenirken devam etti konuşmaya. Tarsis Kralı Hermes yanımdan çekip gitmeden hemen önce son cümlesini zikretmişti.

 

"Zihninde sana karşı başlatılmış bir savaş var. Ve bu savaş çok tehlikeli. Sana zarar verecek cinsten. Buna sen sebebiyet vermedin ama bundan da kurtuluşun yok gibi. Bu savaş senin ya sonun olacak ya da kurtuluşun.

Ve o savaş seni uyarıyor. Hemde her yolu deneyerek seni uyarmaya çalışıyor. Emira o uyarıya izin ver. O uyarı daha doğrusu savaş sana gerçekleri gösterecek. Sende bu gerçeklerle yeniden var olacaksın ya da yok olacaksın. "

 

Bu cümlelerin aslında neyi amaçladığını şu an çok iyi anlıyorum. Zihnimdeki savaş Esila ve Dani tarafından bana karşı başlatılan savaştan başkası değildi. Ve uyarıcı tarafsa kalbim ve zihnimdi. Ya bu savaşta yer alacaktım ya da savaştan kaçınmak için yollar arayacaktım.

 

Ben neyi mi tercih ettim diye sorsanız savaşmayı baştan beri fikrim hep bu yöndeydi. Ve şu ana kadar bunun için uğraş verdim.

 

Aynaya bakarak aklımdaki soruyu dillendirdim. Sesim buğulu bir camdaki buhar gibi güçsüz çıkmıştı.

 

"Ne oldu bana? Ve ne kadar süredir uyuyorum ben?" dediğim anda aynadaki yansımam bir anda konuşmaya başladı. Az önce ki halimden farklıydım. Bakışlarımdaki ifade bana ait değildi. Sanki ben ve yansımam ayrı iki kişiydik.

 

"Ben oldun. Bana karıştın. Özün benden ibaret şu an. Bunu istediğin anda yok edebilirsin. Ve iki haftadan fazla süredir uyuyorsun." demesiyle sadece sessizliğin içerisinde duyduğum cümleri sindirdim.

 

"Benim olmadığım bu süre zarfında olup bitenleri bana söyle." demiş ve olduğum yerden yavaşça harekete geçerek burayı terk etmeye hazırlandım. Çünkü şu an artık ikinci aşamayı gerçek kılmak için elimi çabuk tutmam gereken yerdeydim.

 

Sonrasında üçüncü ve son aşamayı halletmem gerekecekti.

 

Ben sormuş Yitik Ruh cevaplamıştı. Bu sayede her şeye çok kısa bir süre içerisinde vakıf olmuş hale gelmiştim.

 

Benim yokluğumda ne de çok şey olmuştu. Ve bu zaman diliminde herkes çok büyük bir uğraş vermek zorunda kalmış olmalıydı. Belki de herkes korkup kaçtığımı düşünmüş olmalıydı.

 

Ve gülünç ama... Kimse bilmiyor muydu ben bu ana gelmek adına neler yapmıştım? Kimse bilmiyor muydu ben bu savaşı kendi lehimize olsun diye ne kadar acıya maruz kaldığımı? Kimse bilmiyor muydu ben bu savaş için sevdiklerimle uzaktan uzaktan vedalaşıp onları terk ettiğimi?

 

Kimse bilmiyor muydu ben bu kararı bir gecede değil bin gece düşünerek verdiğimi? Ben haykırış içerisinde bunu etrafa duyurmamış mıydım? Ben kendimden vazgeçtim hiç tereddüt dahi etmeden bu savaş için. Ben mahvoldum ama yıkılmamam gerektiğini bilerek acı içerisinde yarınları görmek için dayandım.

 

Enkaz altında kaldım ben ama kalkıp ayağa nefes alarak hiçbir şey olmamış gibi devam ettim hayata. Ne için? Kim için? Kendim için olmadığı belli! Ama ben artık beni insanların anlamasını istemeyi de bırakmıştım ki. Çünkü bu zamana kadar her şeyi kendim için yaptığımı düşünüyordu herkes ama öyle değildi. Belki de şu an anlamazlardı ama sonradan anlayacaktı herkes her şey sona ersin diye neler yaptığımı. Anlamazsalarda canları sağ olsun der geçerdim.

 

Şafak sökmüş ve gün başlamıştı. Her şey ya dağılıp un ufak olacaktı ya da gün doğduğu anda her şey maziye gömülecek ve yeni bir başlangıç yapacaktı herkes.

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Yazardan.....

 

Savaş çanları artık büsbütün çalmış , Moritanya Kulesi savaş hazırlıkları için endişeli, kararlı ve gergin duygular içerisinde son hazırlıklar için son kontrolleri yapıyordu. Beklenen an bugündü güneş doğmak üzereydi. Mesaj çoktan Süreyya hanım ve diğer her krallıklara ulaşmıştı. Dani herkesi savaş alanına çağırıyordu.

 

Dani ve Eslia herkese karşı bir savaş başlamıştı.

 

Tüm Krallıklarsa bu ikisine karşı birlik olmuştu.

 

Her iki tarafın ordusu da kalabalık ve güçlüydü.

 

Herkesin zihninde şu soru vardı ;Ne olacaktı? Nasıl sonlanacaktı?

 

Aslında herkes inanmak istiyordu kazanacak tarafın onlar olduğu düşüncesine tutunarak ama bir yandan da endişe duyuyordu herkes ya kaybeden taraf biz olursak.

 

Bunun sebebi tek bir şeydi aslında. Emira 'nın varlığı. Gelirse Moritanya Kulesi ve diğer Krallıklar kazananın mutlak bir şekilde onlar olacağı düşüncesini doğurmasıydı. Ama gelemezse işte o zaman tek başına kalmış gibi hissedecekti herkes.

 

Dani ve Esila gergindi çünkü uzun zamandır Emira kayıplar içerisindeydi. Ve kimse onun nerede olduğunu ne yaptığını bilmiyordu. Nerede olduğunu deli gibi ikisi de merak ediyordu. Çünkü ikisi de biliyordu karşısındaki kişinin bu savaşı kazanmak adına her mücadeleyi vereceğini, en büyük fedakarlığı göstereceğinden emindi. İkisi de Emira 'nın bu savaşta kendi canı için değil diğer canlar için mücadele edeceğini biliyordu ve bu onları geriyordu. Çünkü kendine ne olacağını umursamaması neye kalkışmak için neleri göze alabileceği düşüncesini zihne getirmiyordu.

 

Emira çoktan bu konuda gözünü karartmıştı. Ve ne yapacağını ancak yaptığı anda Dani ve Esila anlayabilirdi. Bundandı ikisinin korkusu.

 

Zaman su gibi akıp giderken her iki taraf da bir an önce savaşın başlamasını ve kazanan tarafın kendileri olmasını istiyordu. Zihinlerde var olan düşünce buydu peki ya Emira 'nın zihninde var olan düşünce? Onu bilmeleri aslında her şeyi tepeden tırnağa değiştirecekti.

 

Kuledeki gerginlik Victoria' yı boğuyor hissi veriyordu. Victoria gergindi. Sanki arkasında bir varlık vardı ve her an onu sırtından bıçaklayacak hissiyle dolup taşıyor, endişeli hali sanki hiçbir zaman yok olmayacak gibi hissediyordu. Düşünceliydi. Kuledeki diğer herkes gibi. Bir anda Asper Krallığı'na bir mektup gelmişti ve mektubu Dani' nin onları iki gün sonra Trolya arazisinde savaşmaya çağıran yazısını almışlardı.

 

Bu mektubu alır almaz tüm krallıklar Asper Krallığı'na çağrılmış ve olan biteni konuşup durmuşlardı. Sabaha kadar herkes bir plan üzerine konuşmuştu. Victoria ise sadece ne yapılması gerekiyorsa onu yapacaktı. Çünkü şu an aslında savaşı değil savaşın getirisini düşünüyordu.

 

Ne olacağını, nasıl bir sonun onları bulacağını düşünüp duruyordu. Herkes yüreği ağzında dolaşıyor. Ve ne olacak diye içi içini yiyordu herkesin. Çünkü güç alacakları ve dayanak olarak gördüğü kişi yoktu. Emira günlerdir yoktu ve kendisinden haber alınmıyordu. Savaş günü oraya gelecek mi diye düşünüp duruyor, neden bunca zamandır ortada yok diye ihtimaller denizi içerisinde çırpınıyordu.

 

Saatler kalmıştı ve çok değil birkaç dakika belki sonra kuleden ayrılıp istenilen yere herkes gitmek için harekete herkes geçecekti. Bakışlarını Victoria etrafa çevirdi. Çok uğultu vardı. Herkes bir şey söylüyor emirler sıra dizisi gibi uzayıp gidiyordu. Herkes bir ağızdan konuşup duruyordu.

 

Derin bir nefes alıp ondan istenilen şeyi yapmak için olduğu toplantı odasını terk etti. Victoria toplantı odasını terk ettikten hemen sonra içeride kenarda durmuş boş gözlerle gelen geçeni izleyen Ahrar durgundu. Daha doğrusu dışarıdan böyle duruyordu. Çünkü içinde kopan fırtınadan herkes bihaberdi.

 

Ahrar daima aynı şeyi düşünüp duruyordu. Emira neredeydi? Ne yapacaktı? Neden bunca zamandır ortada yoktu? Ne durumdaydı?

 

Bu soruların cevapsız kalışı onun canını sıkıyor bununla yetinmeyip stresten başına ağırlar girip duruyordu. Ahrar tek bir şeyden emindi. Ne olursa olsun Emira 'yı gelecek her zarardan korumak adına her şeyi yapmaya hazırdı. Onu delicesine severken ona bir şey olma ihtimalini düşünemiyordu. Onca zamandır boş bulunmuş değildi. Şu ana kadar her güçlü büyüyü, tekniği tekrar baştan öğrenircesine öğrenmiş, en ufak hata yapmamak adına pratik kazanmıştı. Ahrar 'ın iki amacı vardı; Emira' yı korumak ve güvenliği sağlamak.

 

Çünkü bu ikisini yapmayı başarırsa tehlike ortadan yok olurdu. Her şeyi göze almıştı Ahrar. Her şeyi... Bu uğurda ne yapması gerekiyorsa o an onu yapmaktan asla kaçınmayacaktı. Çünkü mesul olduğu bir kişi vardı ve onun güvenliği için her şeyi yapmak için gözünü karartmış bir halde bulunuyordu. Bunun için yapmam dediği şeyi bile yapacak kadar gözünü karartmıştı. Bu savaşta kaybetmeden kaybedecekti bir nevi.

 

Ahrar olduğu yerden ayrılıp savaş alanına gitmeden hemen önce odasına gitti. Oradan alması gereken bir şeyi vardı. Onu aldıktan sonra savaş alanına doğru yol alacaktı.

 

Savaş çanları usul usul çalıyordu. Sesler kalp atışlarını sesini baskılıyordu. Zihinlerdeki katliam görüntüleri asla silinmiyordu. Her daim kendini yeniliyordu. Korkuların sülieti büyümüş ve bir gölge gibi bedenleri takip ediyordu. Duygular yavaşça karanlığa karışmış ve endişe izleri bedenlerde hükümdarlığını ilan etmişti. Ölüm düşüncesi bir kara lanet gibi fısıltılar eşliğinde söylenip duruluyor kimse sesli bir şekilde dile getirmiyor, bundan kaçınıyordular.

 

Ruhlar, ölüm uçurumunun dibinde durmuş hayatın onları geri çağırmasını istiyordu. Ölümse onlara şeytani bir gülümse bahşetmiş ve sabırsız bir şekilde ruhları yanında görmek istiyordu. Ölüm sabırsızdı. Ruhlar tedirgin. Her iki tarafta hayal kırıklığının gerçek olmasını istemiyordu. Ölüm büyük bir arzuyla ruhların ona karışmasını isterken, Ruhlarsa bir an önce yaşamın varlığını hissetmek istiyordu.

 

Tehlikeli bir oyunun içerisinde bulunan insanlar sabahın ışıklarının ilk defa ortaya çıkmasını istemiyor, o anın gelmesinden delice tedirginlik duyuyordu. Hiçbiri bu kadar korku dolu bir savaşın içerisinde bulunmuş değildi.

 

Tüm ömürleri savaş içerisinde geçmişti herkesin. Hatta Karanlık Ruhlar'la bile mücadele etmişlerdi. Ama hiçbiri bu tedirginliği yaşamış değildi.

 

Hiçbiri hemde....

 

Sebebi karşılarında her şeyi yok etmekten asla tereddüt dahi etmeyecek iki tehlikeli kişi olduğu içindi. Dani ve Esila... Ezeli düşmanlarıydı.

 

Kimse onlara zarar vermiş değildi ama onlar verdikleri onca zarara rağmen yine ve yine yok etmek için mücadele verecekti kendilerine karşı.

 

Sabah ışıkları yavaşça ortaya çıkmaya başladığı anda çoktan tüm yandaş olan krallıklar bulunmaları gereken yere gelmişlerdi.

 

Trolya Ormanının tam giriş kısmında bulunuyordu herkes. Tüm krallar, kraliçeler, prensesler, prensler, genareller, en iyi savaşçılar...Hepsi en ön safhada dururken onların arkalarında ise her krallıktan gelen ordular yer alıyordu. Sayıları binleri aşmış vaziyette bulunuyordu. Herkes sessizce oldukları yerde durmuş ortaya çıkan güneş ışıklarının ortamı aydınlatmasını beklerken bir yandan da düşmanlarının bir an önce ortaya çıkmasını büyük bir gerginlik içerisinde bekliyorlardı.

 

Güneş ışınları Trolya Orman'ını aydınlatırken sesler dışında sadece rüzgarların yaprakları hareket ettirmesinden dolayı ortaya çıkan hışırtılar dışında hiçbir ses yoktu.

 

Ve o an da Turul bey sessizce yanında duran Lord Rauf 'a bakmadan konuştu.

 

"Sözde en son savaşımızı yapıp artık bu savaş alanlarından çekilmiştik ama hayat beklenmedik bir şekilde tekrar yan yana omuz omuza savaş alanında bir araya gelmemizi sağladı." dediği anda yanına duran Lord Rauf anında hüzünle çerçevelenmiş ifadesiyle konuştu.

 

" Belki de erken çekildik. Belki de o sözlerin şu savaştan sonrası için olmalıydı. "dedi ve Turul beye bakıp son kez ona birlikte ve son kez işareti verdi.

 

Onlar yan yana durmuş düşmanın alana gelmesini beklerken Varisler, Dennis ve Victoria yan yana ve arka arkaya dizilmiş bir şekilde duruyor düz bir ifadeyle karşıya bakıyordu. Hepsinin zihninde beliren şey Emira 'nın ne zaman yanlarına gelecek olmasıydı. Çünkü biliyordular asla buraya gelmemezlik yapamayacağını.

 

Bir yandan da Emira' nın nasıl bir yol izleyeceğini düşünüyordular. Bir planı olduğunu hepsi biliyordu. Ve bu plana kendisi dışında kimseyi dahil etmediğini de ama Emira 'yı hiçbir koşulda yalnız bırakmayacaklardı. Ona var güçleriyle destek olacaktı hepsi. Çünkü bu yolda onu tek başına bırakıp tüm yükü sırtlanmasını kimse istemiyordu.

 

Kuru bir uğultu her yeri ele geçirdi. Artık güneş büsbütün her yeri aydınlatmış ve tüm karanlık kendi kuytularına çekilmişti. Sıra düşmanın savaş alanına gelmesi kalmıştı. Zihinler sabırsızlıkla onların gelişini düşleyip duruyor, neler olacağını tahmin etmeye çalışıyordu. Mesela kaç bin orduya sahiptiler? Nasıl bir şekilde karşılarına çıkacaktılar? Planları tam olarak neydi? Savaş ne kadar uzayacak? Savaşta ne denli kayıplar olacaktı? Bunu düşünüp duruyordu zihinler. Ve bu herkesi bir boşluk zindanında mahur bırakıyordu.

 

Zaman tükenmek bilmezken hâlâ hepsinin bekleyişleri sürdü. Sanki düşman bile isteye bu gecikmeyi uzatıyordu. Daha da ortamın git gide gerilmesi adına. Ama kimse onlara bir koz verme amacı gütmüyordu.

 

Uzun bir süre sonra o ölüm sessizliği yok oldu. Çünkü açığa çıkan iki kişinin varlığı tim sessizliğin fısıltılarla dolup taşan bir ana terk edip gitti.

 

Dani ve Esila...

 

Kararlı ve bir o kadar da kendinden emin tehlikeli adımlarla savaş alanının olduğu kısma doğru her ikili de yavaşça acele etmeden geliyordu. Kendi bedenlerinde değildi her ikisi de ama nasıl bir güç kullanmışlarsa ruhları çok net bir şekilde gözler önündeydi.

 

Dani ve Esila savaş alnına gelir gelmez anında bakışlarıyla etrafı taradılar. Çünkü ikisi de bir kişiyi görmek istiyordu. O kişi Emira' dan başkası değildi. Savaş alanında bulunan herkese baktılar. Ama ön safhada o yoktu. Geride duracak biri hiç olmadığı için onun burada olmadığını her ikisi de anlamış oldu.

 

Esila omzuna doğru başını çevirdi ve Dani 'ye hitaben konuştu. "Dediğin oldu hâlâ gelmiş değil. Geleceğini sanmıştım." dediği anda tereddüt içeren sesiyle. Dani hemen yarım ağız bir gülümsemeyle ona bakmadan bakışlarını çekmediği kişiye bakmaya devam ederken Esila' ya yanıt verdi.

 

"Güzel prenses gecikecek sanırım. Fakat buraya gelmemezlik yapamaz. Çünkü çok sevdiği biricik dostları ve sevdiği burada. Onları tehlikeye atacak biri değil." demiş ve tüm hıncıyla biraz ileride duran Ahrar 'a nefret saçan bakışlarla bakmıştı. Onunla karşı karşıya gelmek istiyordu ve ona zarar vermek. Çünkü amacına giden yolu kapatan bir engeldi onun için Ahrar' ın varlığı.

 

İkisi son adımlarını attıktan sonra oldukları yerde durdu ve sessizce son kez karşılarında duran topluluğa baktı. Ve sonra lafı devraldı Dani kimseye hak tanımadan.

 

"Ah sayınız bu kadar mı? Ben daha çok kalabalık bekliyordum sizleri. Sanırım çoğu kişi cesaret edememiş karşıma çıkıp kaybetmeye." dediği anda anında sözü Turul bey devraldı.

 

"Gerek yok bu kadar olmamız bile fazla. Yeterince güçlüyüz." demesiyle Turul bey onun hemen yakınında bulunanlar derin bir nefes alıp Dani 'den gelecek cevabı bekledi.

 

Dani duyduğu cümleden sonra yavaşça sinsi bir ifadeyle Turul bey ve yanındaki kişilere baktı.

 

" Bu kadar emin konuşmak hep en büyük hatan oldu Turul. Kaybedeceksiniz ve bunu izlemek için şimdiden can atıyorum. Buradaki herkesi yerle bir edeceğim ve size unutulmaz kaosu sunacağım. Buradaki kimseye acımayacak her yeri herkesi yerle bir edeceğim ve asla tereddüt dahi etmeyeceğim. Bu savaş sizin mağlubiyetinizle sonuçlanacakken benim galibiyetim olacak. Yine ve yeniden hükümdarlığımı devam ettireceğim. "dediğinde Dani sanki olacakları bilen bir tavırla, anında bir kahkaha sesini duyunca gözlerini kıstı ve kahkaha atan kişiyi görmek için anında bakışları etrafta dolaştı.

 

" Boşuna arama benim Victoria. "diye Victoria 'nın sessizliğin içerisinde sert ve sinirli sesi duyuldu.

 

" Ah güzel Victoria demek sensin gülen. Neye güldüğünü merak ediyorum bana açıklamasını yapar mısın? "diye sakin ama tehditkarca konuştuğu anda Victoria bir adım öne çıkarak kendini tamamen açığa çıkardı.

 

" Hükümdarlığımı devam ettireceğim cümlene güldüm. Kendinden bu kadar emin olma bana gülünç geldi de. Sebebini söylememi ister misin? "diye sorunca anında Dani söyle dercesine başını sallamıştı." Sen buradakileri kendine rakip görmüyorsun. Sen o kurmuş olduğun orduyu bizlerle mücadele etsin diye kurdun. Sen asıl mücadeleni Emira 'yla yapacaksın. Ve geldiğin anda hemen bakışların onu aradı. Ama onu bulamadın. Burada olmayacağını hiç düşünemedin mi?" demesiyle Dani' nin o an bir adım öne gelerek kendini göstermiş ve sonrasında hemen konuşmaya başlamıştı.

 

" Ah beni iyi tanıyor olduğunu sanıyorsun ama yanılıyorsun. Sadece bir konuda haklılık payın var. O ise. Emira 'yı aradığım konusunda. Nerede benim güzel Prensesim? Onu burada bulamadım. Yoksa onu benden sakladınız mı? Ben ona zarar vermeyeyim diye mi?" diye sahte bir üzüntü duymuş gibi rol yapan Dani' yi kimse kaale bile almadı.

 

" Daha çok o sana zarar vermesin diye saklayabiliriz. "dediği anda Dehri hemen Victoria 'nın yanında biterken." Senin şu sahte özgüvenin gülünç geliyor. Sahi Dani bu kadar iyi rol yapmak sana ne kazandırıyor? Çünkü sende iyi biliyorsun ki senin ve yanında duran Esila' nın en büyük korkusu Emira 'nın varlığı. Onun bu denli güçlü, zeki ve sizi kolayca alt etmesi sizi şu an çok ürkütüyor. Günlerdir ortada yok Emira ve eminim ki öldünüz kopuyordur onun neyi yapmaya çalıştığını bilmediğiniz için. Ve onun sizi büyük bir şaşkınlığa uğratacak olduğunu da biliyor olmalısınız. Buna rağmen güçlüymüş rolü yapmak sizler için zor olmalı. "dedikten sonra Dehri sessizliğine devam etti ve Dani 'den gelecek yanıtı bekledi.

 

" Ah Ateş Lordu sence ben korkuyor gibi mi duruyorum? "dediği anda Dehri anında evet demesiyle Dani sahte yüksek bir kahkaha ile güldü." Yanılıyorsun ve bunu zaten göreceksin. Ben buraya benim olanı almaya geldim. "demesiyle bir anda söze girdi Enfal.

 

" Senin olan? Hayırdır ben kolyenin ilk üç sahibini biliyorum ve arasında ne senin ismin var nede arkanda duran şu kzıl kafanın. "demesiyle aniden Esila tıslarcasına nefes vermişti. Duydukları hoşuna gitmemişti.

 

" Kolyeden bahsettiğimi söyleyen kim? "demesiyle aniden ortalık bir anda sessizleşti. Çünkü şu an neyden Dani 'nin bahsettiğini herkes anladı. Emira' yı kast ediyordu.

 

Dennis hışımla öne atıldı ve öfkeli bakışlarını Dani 'ye çevirdi.

 

" Ah Dani sen hâlâ dersini almadın mı? Senin olmayan sana ait değildir. Kendi hayal dünyandan çıkmanı öneriyorum. Çünkü Emira kimseye ait değil hele ki sana asla." demesiyle Dani onun bu cümlesine sadece omuz silkip sen öyle san dercesine bakmıştı.

 

"Bu konuşmayı bırakıp asıl meseleye dönelim. Ne istediğini söyle açık açık Dani." diyen Süreyya hanımın sert, sarsılmaz sesi ortamda yankı buldu. Anında Dani ona doğru döndü ve sanki gerçekten düşünüyormuş gibi yapıp elini çenesine yerleştirip düşünüyor gibi birkaç saniye sessiz kaldı. Ve sonra aniden bulmuş gibi sahte bir sevinçle Süreyya hanıma döndürdü bakışlarını.

 

"Ah istediğim şey hepinizin yok olup gitmesi ve kendi saltanatımda hüküm sürmem." demesine karşı aniden çıkıştı Nehar bu sözlere.

 

"O nasıl olacak? Çünkü buna ne biz izin veririz ne de o çok korktuğunuz Emira izin verir. Uçuk hayalleriniz sizin kadar gülünç." dediği anda bir anda Dani kahkahayı bastı.

 

"Ah ben istediğimi değil Nehar olacak olanı söyledim. Bunu anlayacaksın çok kısa bir süre zarfında merak etme. Bunu görmeni sağlayacağım son nefesini vermeden önce." dediği anda herkesi gerilemesine sebebiyet vermişti.

 

O anda Esila 'nın emir vermesiyle aniden uzaktan yeri sarsan adım sesleri duyulmaya başlandı ve yavaşça görüş hizasında sayısı binleri aşmış tuhaf yaratıklarla dolu bir topluluk onların olduğu alana doğru ilerliyordu. Bunlar yasaklı büyülerle yapılan yaratıklardan biriydi.

 

Demogorgon, bir İblis Lordu'ydu.

 

Dani ve Esila bu varlıktan nerdeyse binden fazla sayıda var etmişti.

 

Demogorgonlar bedeni farklı hayvan anatomilerinin birleşmesinden oluşmuştur: Alt bedeni kertenkele anatomisine sahiptir, ayakları perdelidir ve kol yerine dikenli dokungaçlara sahiptir. Üst gövdesi ve iki kafası da maymun anatomisine sahiptir. Kafaların isimleri Aameul ve Hathradiah'tır; ikisi de birbirinden delidir. Aameul zeki ve kurnazken, Hathradiah daha vahşi, daha ilkel olanıdır. İkisinin de gözleriyle doğrudan temas kurmak bile delirmenize ya da hipnoz olmanıza sebep olur.

 

Böyle bir varlığı çoğaltacak gücü nereden bulduğunu düşünüyordu tüm herkes. Hepsi şu an fazlasıyla gergindi. Çünkü bu yaratıklar çok tehlikeliydi. Şimdi işin aslı değişmişti.

 

Ve tam o sırada arkadan gelen ordu Dani ve Esila 'dan birkaç adım uzaklıkta durmuştu.

 

"Gördüğünüz gibi ben savaşa hazırım ama gördüklerinizden sonra pek hazır gibi değilsiniz. Ah bende aslında sizin gibi hüsran yaşadım sevgili Prensesimi burada göremeyince. Sahi gelmeyecek mi? Yoksa aramızda mı?" dediği anda Dani o an kimse cevap verecek halde değildi. Herkes hâlâ gördüklerini sindirmekle mücadele veriyordu.

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Zaman durmuştu ve ben artık hissettiklerimi söyleyemiyordum. Kelimeler bile tarif edemiyordu hislerimi bu saatten sonra.

 

Zaman durmuştu ve artık öngöremiyordum. Neyi diyecek olursanız? Kalan ömrümü. Kalan sabrımı.

 

Zaman durmuştu ve ben artık durmak değil harekete geçmek istiyordum. Bir an önce her şey bitsin ve bende sona ulaşayım istiyordum. Ya ölüm ya yaşam.... İkisinden birinin beni çekip almasını istiyordum.

 

Zaman durmuştu ve ben son adımı atmak için harekete geçmiştim. Savaş alanına doğru yol almıştım. Uyandığım anda Yitik Ruh beni her şeyden haberdar etmişti. Dani 'nin Moritanya Kulesi ve diğer herkesi savaşa çağıran bir mektup gönderdiğini söylemişti. Sadece şunu sormuştum ona ; hangi taraf güçlü konumda şu an?

 

Bana verdiği yanıtsa Dani' nin aylar öncesinden tahmin ettiğim şeyi yaptığını ve yasaklı büyüye başvurup kendi ordusunu kuruduğu ve en güçlü yaratık olan Demogorgon yaratığını oluşturup birde bu yaratıktan birden fazla olan ordu kurduğunu söylemişti. Geriye kalan ordu ise kaçırdığı krallıklardan olan kişilerden oluşuyordu. Temkinli hareket etmiş her adımı güzel planlamıştı. Dani hafife alınmayacak bir rakipti.

 

Benimde kendimi daha doğrusu diğerlerini korumak adına başvurduğum tehlikeli adımlarım olmuştu ve hiçte pişman değildim. Çünkü rakibimi bir vuruşta yok etmek istiyorum. Bu savaşı uzatmak gibi bir niyetim yoktu.

 

"Şu an ne durumda savaş alanı?" diye sorunca anında cevabımı almıştım.

 

"Hâlâ konuşuyorlar. Sanırım senin gelmeni bekleyecek. Gelmeyeceğini anladığı anda savaşı başlatacak gibi duruyor." dediği anda Yitik Ruh anında peki dedim.

 

 

"Onu fazla bekletmeden savaş alanına gidelim o vakit." demiş ve olduğum çiçek arazisindeyken son kez Moritanya Kulesi ve Kara Orman 'a uzun uzadıya bakmış, sislerle örülü olan hislerim açığa çıkmadan hemen önce açmış olduğum portaldan savaş alanına geçmiştim.

 

Trolya Ormanı' na geçiş yaptığım anda kendimi ağaçların arkasından savaş alanını izlerken bulmuştum. Kimse varlığımı hissedemezdi ben izin vermediğim sürece. Şu an varlığım güçlü bir büyüyle korunaklı halde duruyordu. Yitik Ruh ben uykuya yenik düşüp haftalarca uyurken beni bu sayede koruma altına almıştı. Şu an kuru ağaç dalları arasından konuşmaları dinliyordum. Herkes çok kararlı ve hissizdi.

 

Bir anda zihnimde bir çınlama sesi duyar gibi olunca ellerim başıma doğru uzandı.

 

Ne oluyordu? Bu da neyin nesiydi?

 

"Emira..." endişeli yorgun bir ses duyduğum anda bunun Ölü Ruh olduğunu fark ettim. Zihnimin içerisinden konuşuyor değildi sanki arkamda veya yanımdaydı. Sesi çok yakından geliyordu.

 

"Ölü Ruh..." dedim sorar gibi. Nasıl başarmıştı? Çünkü Yitik Ruh bedenime sızdığı anda artık hiç kimse benimle iletişim kuramazdı ben izin vermedikçe.

 

"Neredeydin sen uzun zamandır seni aradım her yerde? Sen yine ne yaptın? Nereye kayboldun sen?" diye üst üste sorduğu sorular karşısında derin bir nefes alıp cevap vermeye hazırlandım.

 

"Sadece uzak kaldım her şeyden." dedim kısaca.

 

"Neden peki?" demesiyle bakışlarım ileride konuşup duran kişiler üzerinde gezinirken Ölü Ruh 'a cevap verdim.

 

"Çünkü gücümü sindirmem gerekiyordu. Ve zihnimi toparlamam. Bu süre zarfında bunları hallettim." dedim kuru, hissiz bir sesle.

 

"Emira ne yapacaksın? Nasıl bir tehlikeli oyunun bal karakteri oldun sen?" demesiyle Ölü Ruh' un o an acıyla tebessüm ederken buldum kendimi. Sahi kendi oyunumda kendimi bile önemsemiş değildim. Bu çok uçuk bir karardı dışarıdan bakılınca.

 

"Sadece olması gereken neyse onu yapacağım. Ya batacağım ya da yüzeye ulaşacağım." demiştim. Sahi yüzeye çıktığım anda ne halde olacaktım ben bile düşünemiyordum. Zihnim bunu hayal edecek düş gücüne sahip değildi. "Bunca emek kaybetmek için değil kazanmak için verildi. Kimseyi hüsrana uğratmayacağım." dedim ve sonrasında kendi düşüncemi sessizce zikrettim. 'Kendim hariç tabii ki .'

 

"Emira bana nasıl bir plan yaptığından tam olarak bahsetmediğin hissine kapılmam çok mu garip gelir sana?" dediği anda cık diye ses çıkardım. Çünkü doğru düşüncedeydi. Her şeyi tam olarak bilmiyordu. Sona ulaşınca yapacağım şey çok tehlikeliydi ve etrafa vereceği zararı göğüslemeye çoktan razı olmuştum.

 

" Bildiğin bile sana ürkütücü gelirken gerçeği büsbütün bilmen seni afallatır. Ve ben bunun olmasını istemiyorum. Sadece izle ve gör sevgili dostum. Bir son nasıl başlatılır. Bir ölüm ne kadar ses getirir. Bir acı nasıl zararsız olur gör." demiş ve bir adım önce çıkmıştım. Kendimi şimdiden açığa çıkarmak için harekete geçmiştim. Ama kimse beni ben istemeden göremezdi.

 

" Yaptığın şey ne bilmiyorum ama seni koruyacağım. "demesiyle ona söylemek istedim ama içimden dillendirdim.

 

'Ya ben buna mani olan taraf olursam bile mi? Beni benden nasıl koruyabilirsin ki Ölü Ruh. Bu saatten sonra kimse beni benden gelecek zarardan koruyamaz. Buna mani olurum. Çünkü ben her şeyi bunun üzerine temellendirdim.'

 

Sakin eden rüzgar saçlarımı hafifçe uçururken sonunda açığa çıkmış ve kendimi tamamıyla belli etmiştim. Cümlem bir ok misali tam hedefine isabet etmiş ve tüm herkesin pür dikkat bana doğru bakmasını sağlamış, ardındansa herkesin büyük bir şaşkınlık yaşamasına sebebiyet vermiştim. Bazıları şaşırmıştı ama bazıları gerilmişti.

 

Şaşıran taraf benim tarafımda olanlarken gerilen tarafsa Dani ve Esila olmuştu. Çünkü şu an baktıkları ve gördükleri kişi eski Emira 'dan çok daha farklı ve uzaktı.

 

Bu yeni Emira bir güç temsili ve güç kaynağıydı. Bendeki değişimin sebebi güçten kaynaklı olduğunu ikisi de anlamıştı her ikisi de.

 

"Ah beni bu kadar hasret içerisinde beklediğini bilmiyordum Dani. Bilseydim daha erken gelirdim." demiş ve yavaş adımlarla gözler önüne çıkarak savaş alanına doğru ilerlemiştim. Sağımda Dani, Esila ve orduları... Solumda dostlarım ve diğerleri bulunuyordu.

 

Herkes nefeslerini tutmuş ve bana hayretler içinde bakıp duruyordular.

 

Sadece o an Ahrar 'la kısa bir bakışma anında dudaklarının kıpırdadığını ve kendine ne yaptın diye sessizce konuştuğunu anlayabilmiştim.

 

Ah bu onu korkutmuş muydu? Bu halim kötü mü görünüyordu. Ne önemi var ki sahi? Çünkü çok uzun kalmayacağım burada. Bakışlarımı tekrar Dani 'ye çevirdim. Sonunda artık tam savaş alanının ortasında duruyordum. Sırtım bizimkilere dönüş vaziyette bulunuyordu. Ve bakış açımda ise azılı iki düşmanım.

 

"Ah dilinizi mi yuttunuz? Bence o kadar korkutucu durmuyorum. Küçük bir imaj değişikliği yaptım sadece." diye alaycı bir üslupla konuşarak etrafıma kısa bir göz atmıştım. Hedefimde Dani 'nin ordusu vardı. Açıklarını arıyordum.

 

Ve hemen de bulmuştum.

 

Dani bir adım önce çıkınca ordudan bakışlarımı çekip bakışlarımı ona kaydırdım.

 

"Büyüleyici duruyorsun. Bir güç bu kadar mı yakışır insana. Her zaman yaptığın her şey göz kamaştırıcı oluyor bunu nasıl başarıyorsun? Beni her geçen gün nasıl kendine hayran bıraktırıyorsun?" demesine karşılık aniden ona iğrenircesine baktım. Tam o sırada Dani arkama bakıp bir noktaya odaklandı ve sonra sadece benim duyacağım bir şekilde konuştu.

 

"Ah güzelim bence bu savaşı bitirebiliriz çok geç olmadan. Sana vad ettiğimi kabul et ve herkesi kurtar.." demesiyle ne dediğini anlamaya çalıştım. Ve idrak etmemle anında ifadem değişti.

 

Bakışlarım onu susturdu. Ve bu imayı yapmaması için ikazım ona yeterli geldi.

 

"Hadi ama ben o kadar nefret edilecek kadar kötü biri değilim bence geçmişi unutalım." dediği anda ona tek kaşımı kaldırıp baktım. Çok yanlış yerden olaya giriş yapmıştı.

 

"Geçmiş unutulmaz" dedim kesinkes bir sesle.

 

" Sana unutturmak için her yolu denerim. Hem ben dururken şu kasıntı adamı sevmen çok ironi . Hem ben onunla kendim arasında bir fark göremiyorum hatta ben ondan daha iyiyim. "demesine o an sesli gülmemek için zor tuttum kendimi.

 

Bir adım daha ona yaklaşıp gözlerinin içerisine bakarak şunu dile getirdim.

 

"Senle veya diğer herkesle Ahrar 'ın arasındaki fark ne biliyor musun?" diyince devam et dercesine baktı. "Bana nefes aldırıyor. O bana her şeyin aslında sıradanlık içerisinde bulunurken bile ne kadar anlamlı şeylerin olduğunu hissettiriyor. Aranızdaki fark bu. Ve maalesef sen değil ondan kimseden iyi olmazsın." diye açıkça onu küçümsedim.

 

Bunu sindirmesi için ona zaman bile tanımadım. Ondan rahtsız olduğumu anlaması için çaba sarf etmesine gerek yok bu gözler önündeydi zaten ama umursamadı ve bunu görmezden gelmeyi tercih etti her zamanki gibi.

 

" Mide bulandırıcı sözlerini yarıda kesmek yararına olur." dedim soğuk, emri vaki bir üslup içerisinde.

 

"Ah iltifatlarımı sevdiğini sanıyordum." dediği anda Dani, ifademde bir değişiklik olmadan devam ettim.

 

"Sen ve senin içinde olduğun her şeyden nefret ettiğimi bilmeni isterim bir kere daha. Ama sen aptal rolü oynamayı sevdiğin için midir bilmem anlamamakta ısrarcı oluyorsun. Dani ölmen bana bu dünyadaki en büyük armağan olur. Ve bu armağanı da verecek olan benim kendime. "dediğim anda onu öldürecek olduğumu bariz belli ettim.

 

" Ah ölüm senin kollarında olacaksa buna hayır demem ama benim daha çok yaşayacak günlerim var Prenses. Bana katılmak istersen asla hayır demem. "dediği anda laflarımı çarpıtıp kendince yenilerken ona cevap verdim.

 

" Parmaklarım boğazında olduğu anda da böyle konuşacak mısın merak ettim doğrusu? "dedim sakin, hissiz bir sesle.

 

" Ah temas bağımlısı olduğumu bilmen hoşuma gitti doğrusu. Boğazıma soğuk bir hançer dayanmasındansa sıcak, uzun parmaklarının dolanmasını yeğlerim Prensesim. "dediği anda kendimi çok zor tuttum öne doğru atılıp onun boğazını sıkmamak için. O anda arkamda bir hareketlilik olduğunu sezdim ve Yitik Ruh bana Ahrar 'ın öne adım attığını ve onu durduran kişinin Victoria olduğunu söyledi.

 

Victoria bir teşekkür borçluydum.

 

Bakışlarım sessizliğini koruyan Esila' ya kaydı.

 

"Ah Esila sessizin bakıyorum. Bu sessizliğini neye yormam gerekiyor? Aslında hamile kadınlar genellikle sağlıklı bir yüze sahip olur ama sen ölmüş bir yüze sahipsin. Yoksa karnında bulunan bebek seni tüketiyor mu? Güç almak için karnına yerleştirip onun üzerinden planlar kurduğun bebek senin sonun mu olmaya başladı yoksa? "dediğim anda başta Esila olmak üzere Dani 'de şaşırdı. Bunu bildiğimi tahmin etmemişlerdi hiç sanırım.

 

Esila o an nasıl diye fısıldadı.

 

" Ah daha neyi bildiğimi bir bilseniz. Neyi yaptığımı bir bilseniz ama sırası geldiği anda her şeyi öğreneceksiniz merak etmeyin." demiş ve yavaşça onlara tehlikeli bir gülümseme sunmuştum.

 

Esila bana anlamaz bakışlarla bakarken ben bakışlarımı karnına çevirdim. Dehliz sevgili dostum senden bu sırrı sakladım ama sadece daha çok üzülmemen içindi. Sadece daha fazla hayal kırıklığına uğrama diyeydi. Sevdiğini koruyamamış düşüncesi onu zaten mahvederken birde kendi çocuğunu koruyamadığını bilseydi mahvolurdu.

 

Derin bir nefes alıp güçlü olmak için daha çok hissizliğime sığındım. Bedelini ödeyecekti. İkisini de yaptıklarına pişman edecektim. Bugün burada çok acılar yüzeye çıkacak ve kendini belli edecek. Geçmiş kendini saklamayacaktı artık. Artık acılar bas bas bağıracak ve hıncını alacaktı buna sebep olanlardan. Karanlık son kez ortaya çıkacak ve gerekeni yaptıktan sonra sırra kadem basıp gidecekti.

 

"Şu anın tadını çıkar Esila çünkü bundan sonra göreceğin bir gün dahi olmayacak. Büsbütün yok olacaksın." dedim bariton bir sesle.

 

Tek düze yaşamış olduğum bu anlar yok olacaktı yaptıklarımla. Sesimdeki kendinden emin halim çaktırmamaya çalışsa da onu bariz tedirgin etmeye yetmişti. Bakışlarım ona çok şeyi anlatmıyor muydu sahiden? Esila biliyordu. Her şeyden vazgeçen kadının neler yapabileceğini. Her şeyi göz ardı eden bir kadın istediği son olsun diye acıyı göğüslemekten kaçınmazdı hiçbir zaman. Hiçbir zaman diliminde...

 

Esila koca bir darbe almış, bunun etkisini atlatamadan olduğu yerde sessizce dururken, bakışlarında yatan o ifade bazı şeyler için artık çok geç olduğunu bundan dönüş olmadığını ve asla da olamayacağını anlamıştı. Dani olduğu yerde bana doğru gelmeye kalkıştığı anda başımı yana yatırdım ve ona kan donduran bir ifadeyle bakıp olduğu yerde durmasını sağlayan bir ifadeyle baktım.

 

Dani ilk adımını attıktan sonra bir diğerini atamadan ben tarafından durduruldu. Çatmış olduğum kaşlarım, haddini bildirmek için takındığım ifade onun yersiz cesaretine son verdi. Yavaşça acele etmeden yavan adımlarla ona doğru döndüm. Baştan sona onu inceledim. Hiçbir yıkım bu kadar ses getirmeyecekti.

 

"Biliyor musun yersiz özgüveni olan insanlara hep acımışımdır. Şu an sana acıdığım gibi." diyerek onu kızdıracak lafları esirgemedim. Keza sonucu ne olabilir diye düşünmeden dile getirdim. "Hiçbir şeyi olmayan biri olarak sana ait olmayan bir şeyi sen sanıp bunun için bu kadar uğraş vermen ne de acıklı. Ama merak etme senin mağlubiyetin de benim galibiyetim gibi yıllarca konuşulacak. Sen yüz karası varlığınla anılmak için unutulmayacaksın bende yaptığım şeylere övgüler alarak ismimin unutulmamasını sağlayacağım. Her zaman bir hikayenin kötüsü ve iyisi vardır Dani. Sen kötü olansın. "demiş ve ellerimi arkamda kavuşturup ona doğru yaklaştığım anda tam yüzümü yüzünün hizasına yaklaştırıp ona küçümseyen bir ifadeyle bakmıştım.

 

" Peki sen nesin? "dedi tane tane kelimeleri dile getirirken. Bu söylemi sadece omzumu silkmeme sebebiyet verdi.

 

" Bilmem. Kötü taraf olmadığım kesin. Bunu sen çoktan üstlendiğin için sanırım bana da iyi taraf kalıyor. "dedim tahmin yürüten bir edayla.

 

Bakışlarındaki ani duygu değişimi şimdiden sinirini zapt etmek için alaycı üsluba saklandığını belli ediyordu. Göz bebekleri titriyor, hızla nefes alıp veriyor, dişlerini sıktığı için çenesini kasıp duruyordu. Bazen bir söz çoğu davranıştan daha etkili olur. Şu an olduğu gibi.

 

"Ben hiçbir zaman bu hikayede iyi olan taraf olduğumu dile getirmedim ki." diyişine karşı iki adım gerileyerek ondan bakışlarımı çekip başımı sağa doğru çevirdim. Ve uzakta bana bakan lacivert harelerle buluşturdum bakışlarımı.

 

"Çünkü sen olmak istediğin kişi olamadın ve bundan dolayı olmak istediğin kişileri yok etmek için uğraştın ve onun sahip olduğu hayata sahip olmak istedin. Onun sahip olduğu gücü arzuladın. Arzularınsa seni şu konuma getirdi." dedim ve derin bir nefes alıp hafızama her şeyi son kez hatırlattım. Herkes ben ve Dani 'yi sessizce izliyordu.

 

" Hiçbir zaman onların yerinde olmak istemedim yanılıyorsun. "diye itiraz edince Dani anında ona bakışlarımı çevirdim. Bakışları ve sözleri aynı şeyi yansıtmıyordu. İçten içe onların yerinde olmak istemişti ama olamamıştı değil mi? Bu da aslında onun en büyük mağlubiyetiydi. Bunun farkında olmaması onun hatasıydı. Buyurgan, küçümseyen sesim anında onu daha çok delirmesine, öfkesini daha çok açığa çıkmasını sağladı.

 

" Zaten olamazsın da. Çünkü sende onlarda bulunan şey yok. "dedim bundan emin bir sesle bahsederken. Neyi kast ettiğimi anlamadığını bakışlarından yakaladım.

 

" Bu şey ne merak ettim doğrusu? "dedi boş vermiş bir sesle ama merak ediyordu. Yıllardır bunu deli gibi merak ediyordu ve bunu ona söyleyecek kişi bendim. Ya da söyleyen olmuşsa da buna mani olmuş olabilir ya da unutmuş olabilir onca asırdan sonra olamaz mı?

 

" Bir kalp. Bir sevgi. Bir fedakarlık. Ve daha nice şey. "dedim ve kollarımı göğsümde kavuşturup devam ettim." Hiçbir zaman bunlara sahip olamadın. İstesende aslında olamazsın çünkü senin mayanda bu yok senin varlığın saf kötülükle var oldu. Ne kadar uğraşırsan uğraş neye bürünüp dursan da istediğin kişi olamayacak ve kendi kötülüğünle yok olacaksın." dedim ve sustum yorgun bir edayla.

 

" Ah Prenses bana buraya nutuk çekmeye mi geldin? Ben oysaki benimle mücadele etmeye geldiğini sanmıştım. Yoksa buradakiler için bu savaşı durdurmamı mı isteyeceksin? Onun için mi dolambaçlı bir şekilde hareket ediyorsun?" demesine karşılık sadece ona tebessümle baktım.

 

Bu tebessüm onu aslında cevapsız sorularla baş başa bırakan bir sebebiyet verdi.

 

" Senden savaşı durdurmanı isteyeceğimi düşündüren sebebin senin kadar ucuz olması çok gülünç. Ben buraya her şeyi sonlandırmaya geldim Dani. Sence oradan bakılınca korkmuş ve endişeli mi duruyorum? Ah sanırım iyi görmüyorsun ya da Hislerin körelmiş. Ama normal uzun zamandır kendi köşene çekilmiş ve orada bir başına yaşam sürmüşsün. Senden iyi bir gözlem beklemek benim hatam olur. "dedikten sonra yavaşça arkamı dönüp bizimkilerin olduğu tarafa doğru ilerlerken Dani aniden bana seslenmişti.

 

" Anlaşma yapabiliriz. "dediği anda dudaklarım iki yana kıvrılıp istediğimi aldığımı gösteren bir ifadeyle karşıya bakınca bakışlarım ilk Turul beyle kesişti. Bendeki bu bakışa anlam vermeye çalışıyordu.

 

" Anlaşma? "dedim sorarcasına. Az önceki gibi sesi kendinden emin çıkmamıştı. Sesindeki o gizemini taşıyan korku açığa çıkmıştı sonunda. " Ne o Dani, az önce Victoria 'ya bizim mağlubiyetimizden sonra hükümdarlığını ilan edeceğini söyledin. Ne oldu da fikrin değişti? Yoksa kaybedeceğini anladın mı şimdi? Ah senin adına üzüldüm ama şimdi. "dedim ve omzumun gerisinden ona kısa bir bakış atıp tekrar ilerlemeye devam ettim. Birkaç adımda bizimkilerin ve diğer herkesin olduğu alana yaklaşmış olacaktım.

 

" Sadece istediğim bir şey var. Onun için sizinle bir anlaşma yapmak istiyorum. Çünkü onu kaybetmek istemiyorum." dediği anda tüm ifadem buz kesti ve soğuk bakışlarım yerde öylesine oyalandı. Az önce bana söylediği şeyi bu sefer sesli bir şekilde herkes içinde dile getirmek istemesinin altındaki amacı anlamıştım.

 

Bakışlarımı Ahrar 'a çevirdim ve onu uzun zamandır görmeyişimden dolayı ruhuma ve kalbime çöken özlemle ona uzun uzadıya baktım. Bu olmadığım zaman içerisinde çok fazla yıpranmış duruyordu. İyi uyumamış mıydı? Bensizlik ona iyi gelmemişti. Bunu görebiliyordum. Diğer herkes daha doğrusu dostlarım ve bana değer veren herkes yorgundu. Hepsi bu savaşın sorumlulukları altında çok yıpranmış duruyordu.

 

Son adımı atıp tam Victoria 'nın karşısına geçmişken arkama bakmadan konuştum.

 

"İsteğin ne?" dedim ne olduğunu bildiğim halde. Sesim isteksiz ve meraksız çıkmıştı.

 

"İsteğim sensin Emira." dediği anda yüz ifadem bunu duyacağını bildiği için tepkisizliğini korumaya devam etti ama o sırada Ahrar 'a durması ve herhangi bir şey dememesi için işaret vermiştim. İlk an tam konuşacak ve Dani' ye haddini bildirmek için konuşacakken bana olan saygısı susmasını sağladı. Bu ona ağır geldiği halde. Belki de çok şey söylemek istemişti. Buna izin vermemem belki ağırına gitmiş olabilirdi.

 

"Seçenekler arasında bile olamayacak kadar bambaşka bir yerdeyim. Hem sen sunduğun bu teklifi kabul edeceğimi düşünmeni sağlayacak iğrenç zihniyete sahip olabilirsin ama Dani ben iki seçenek olsun veya olmasın, bu seçenek önüme hangi şartlarda sunulsun sunulmasın ölmeyi tercih ederim. Ölüm benim için kurtuluş olur. Ben senin gibi ölmekten asla korkmuyorum. Ucunda ölüm olduğunu bile bile yanmaya ve yakmaya hazırım. Hem sen çok tehlikeli sularda yüzüyorsun. Bir adamın kalbinde bulunan kadınlara ilişme derim sonun ne olacağını tahmin etmen gerek. "diyerek aslında kendimi ve sevdiğim biri olduğunu açığa çıkarmıştım.

 

Bunu dememi beklemediği için Ahrar o anda bocalamış ama buna çok sevindiğini o hayran olduğum lacivert harelere baktığım anda anlamıştım. Sonrasında arkamı dönüp Dani 'ye baktım.

 

Dani o an pis bir sırıtışla konuştu.

 

"Güçlü kadınlara zaafım var ve sende çok güçlüsün Emira." dediği anda Dani' nin bu iltifatına sadece ifadesizce bakmıştım.

 

"Sana bir haberim var evvelde de güçlü kadınlara zaafın oldu ve onlar başka birine aitti. Şimdi de bende bir başkasına aitim. Sevdiğim adam dışında hiç kimseyi gözüm görmez. O olmasaydı da olmaz. Bunun iki sebebi var. Senin o iğrenç karakterin bir diğerini de biliyorsun. Sen bunun sebebini çok iyi biliyorsun. Sen benim sevdiğim, uğuruna her şeyi yapacağım birinin katilsin. Sence bu iğrenç isteğin benim sadece midemi bulandırır. Yani bu saçma isteğini kapı dışına at ve yapman gerekeni yap. Benim yapacağım ve asla tereddüt dahi etmeyeceğim gibi. "demiş ve susarak vereceği cevabı beklemiştim.

 

" Ah ben baştan teklifi sundum. Kabul etmeyerek sonunuzu hazırlamış oldunuz. "dedi ve Esila 'ya işaret verdi. Ve o anda Demogorgon' lar yavaşça öne doğru ilerlemeye başladı.

 

" Ah küçük bir bilgi paylaşımı yapmamı sağlar mısın? "dememle Dani anında onların hareket etmesini engelleyecek hareketi yaptı.

 

" Tabii ki seve seve. Yoksa vaz mı geçtin Emira verdiğin karardan ? "diye alaycı üslubuna göz devirerek karşılık verdim.

 

" Bilmiyorum biliyor musun yoksa yeni mi öğreneceksin emin değilim ama buraya inan ki eli boş gelmedim ve arkamda duranları bu savaşa dahil etmek gibi bir niyetim yok. "dedim niyetimi belli ederken.

 

" Yoksa Karanlık Ruhlar'ı mı getirdin? Bu yeni bir haber değil. Onlara hükmettiğini biliyorum ama bilmen gerekir ki Emira Demogorgon'lar şu an yönettiğin ve hükmünde bulunan Karanlık Ruhlar'la aynı güce sahip. "diye bana küçük bir bilgilendirme yaparken ben bu onun emin bakışlarına sadece sen öyle san dercesine baktım.

 

" Ah Dani hep böyle kendinden emin konuşup sonrasında hayal kırıklığına uğramanı büyük bir keyif içerisinde izliyorum. "demiş ve küçük bir parmak hareketiyle tim Karanlık Ruhlar'ı Demogorgon'lar etrafında belirmesini ve hepsini abluka altına almasını sağlamıştım.

 

" Ah ama ben sana söylemeyi unuttum. "dedim yalancı bir mahcubiyetle." Onların görünümünü beğenmediğim için küçük bir değişiklik yaptım ve Kan Ordusu kurarak onları bir bütün hale getirmek istedim. Sen ordunu kurarken nasıl ki Yezra 'nın bebeğinde güç alıp Demogorgon'lar ve kaçırdığın kişilerden ordu kurarken bende neden Karanlık Ruhlar' ı Kan Ordusu büyüsünden yararlanıp onların gücüne güç katıp, ordumu daha fazla güçlü hale getirmeyeyim dedim. Anlamış olmalısın yeni imajımın sebebini şimdilik. "demiş ve onun o anda yaşadığı hayal kırıklığını büyük bir zevkle izlemiştim.

 

Şimdi onun Demogorgon'ları ve benim Karanlık Ruhlar ordum mücadele ederken arkasında duran kişilerle de arkamdaki ordu mücadele edecek ve ben teke tek Dani ve Esila 'nın icabına bakacaktım. Aşama aşama onları mahvedecek haberleri vere vere.

 

Dani ve Esila o an duyduklarıyla küçük bir sarsılma yaşamıştı. Ah kendilerini benim hüsrana uğrayacağım senaryolara hazırlamışlardı.. Ama ne oldu? Hüsrana uğratan ben hüsrana uğrayan onlar oldu.

 

Açık vermemeye çalışarak aldıkları darbeyi sindirmeye çalıştılar ama pek etkili olmadı. Yüzlerinde duran o ne yapacağım ifadesi bariz gözler önündeydi.

 

Dani yanında duran Esila 'ya kısaca bir bakış attıktan hemen sonra arkasına döndü ve arkasında duran orduya ve onları çepeçevre saran Karanlık Ruhlara baktı.

 

O anda bakışlarımı ondan çekerek yanıma gelen Victoria' ya baktım. Şimdi savaş streteji zamanıydı herkes için. Bir anda etrafımı saranlarla Dani ve Esila arama barikat oldular.

 

Karşıma geçen Süreyya hanım bana endişe saçan bakışlarını dikmiş, yarı kaygılı yarı korku dolu sesiyle konuştu.

 

"Uzun zamandır nerede olduğunu anlamış oldum. Şu an sadece şu olayı halletmek için fikir birliği yapacağız. Ve sen de bizimle hareket edeceksin tamam mı? Tek başına değil." diye emir veren bir sesle konuştuğu anda ilk kez bu üslupla konuşmasına şaşırdım. Vay be savaş anında çok sert bir mizaca bürünüyordu Süreyya hanım.

 

O anda tam arkamda duran kişinin varlığını hissetmek gerilmemi sağlıyordu. Ahrar ne önümde ne solumda ne sağımda duruyordu. Sadece arkama geçmiş bir şey demeden öylece dikiliyordu. Bakışlarım her ne kadar etrafımda bulunanlara çevrili olsa da tüm odağım ona kaymıştı.

 

"Ben işime geldiği gibi hareket edeceğim. Şimdiden söylüyorum. Kimse için planımı değiştirecek değilim." diye itiraz istemem dercesine konuşmuş,onların el mecbur benim fikrim değişmeyeceğini anladıkları için bana uygun olacak şekilde hareket etmelerini belli etmiştim.

 

Bir anda Turul bey konuşunca mavi harelerim acelesizce ona doğru kaydı.

 

" Ne yapmayı düşünüyorsun?" dediği anda fikrimi almak istediğini belli ederken. Anında gülümsedim. Bu gülümseme altında sinsi bir sırtış yer alıyordu. Ve hepsi de neyi amaçladığımı anlamadığı için sessiz kaldı.

 

Bakışlarımı kısarak cümlelerimi dile getirdim.

 

" Her adımlarını yerle bir edecek plana sahibim. İlk onlar adım atsın istiyorum. Sonrasında ben ne yapmanız gerekiyor zihin bağından sizlere bildireceğim." dememle hepsi onlara bir planı anlatacağımı sanmış ama bunu duymadıkları anda hepsi şaşkın şaşkın bana bakmıştı.

 

" Böyle olmaz bir savunma taktiği yapmamız lazım. Bizlere saldırdıkları anda ne yapacağız? "diye daha önce görmediğim bir adam konuşunca ona dikmiş olduğum bakışlarımın arasından konuştum.

 

Adam savaş kıyafetleri içerisinde beni dinlerken bende sakin sakin konuşmaya başlamıştım.

 

" Savaş nereye eviriliyorsa onu yapmakta özgürsün. Sadece ayağıma dolanma yeter. Planıma zarar vermeye kalkana acımam şimdiden söyleyeyim." demiş ve bakışlarımı Varisler ve Dennis 'e çevirdim. Olduğum yerden ayrılıp onların yanına doğru ilerledim.

 

Dennis' in yanına gelmemle bana nasılsın dercesine bakmıştı. Ona o an bunu bilmediğimi yansıtan bir bakışla baktım.

 

Bizimkileri bir kenara çekerek onlarla ayrı konuşacağımı belli ettim.

 

Kimse bizi duymasın diye de zihin bağından iletişim kurmuştum.

 

"İşte beklenen o gün bugün geldi. Şimdi hepimiz belli şeylerin sorumlusu olacağız ve asla denilen dışına çıkmayacağız. Anlaşıldı mı?" dememle hepsi neyi kast ettiğimi anladı. Çünkü bunu daha önce planladık. Ve hepsi o gün yaptığım konuşmaları zihinlerinde tekrar hatırladılar.

 

"Sadece bu kadar mı görevimiz?" dediği anda Kavi. Onu hemen başımı sallayarak onayladım.

 

"Savaş bu yaptıklarımızla aleyhimize sonuçlanacağından emin misin?" dediği anda Dehri ona gülmedim.

 

"Savaş sizin barikatlarınız ve benim saldırılarımla kısa sürede hallolacak. Öngörülemez bir şey olduğu anda müdahale edeceksiniz. Ama bunun olmaması için uğraş vereceğim merak etmeyin." demiş ve herkese yapması gereken görevleri başlatacak işareti verdim.

 

Tam yerime doğru geçerken birden Ahrar 'ın bana doğru gelmesiyle anında gerilmiş ve kimseye belli etmeden ona uyarıcı bakış atmıştım. Olabildiğince benden uzak durmasını istiyorum çünkü şu an Dani' nin hedefinde olduğunu biliyorum ve zarar görmesini istemiyorum.

 

Ahrar 'da beni dinlemedi ve olduğu yerden usulca bana doğru ilerledi. Tam karşımda yerini aldıktan sonra ilk birkaç saniye beni baştan aşağıya inceledi. Sonra da o lacivert hareleri sıcak bakışlarla beni izlerken uzun zamandır duymadığım ve hasret kaldığım o sesi kulağıma doldu.

 

"Bu halini garip bulsam da beyaz saçların en az sarı saçların kadar sana yakışmış. Saçlarını seviyorum ama en çok gözlerini seviyorum ve hâlâ eskisi gibi kalmış olmaları benim için büyük bir lütuf." dediği anda içim sıcacık oldu. Şu an bile beni farklı hislerle baş başa bırakması beni büyülüyor aynı zamanda da ürkütüyordu. Bendeki etkisi bu kadar kuvvetli olması bir acımasızlıktı benim nazarımda. Ama yapacağım bir şey de yok.

 

" Ne diye geldiniz Ahrar hoca." dememle anında sırıttı. "Bir gün hocam değil de kocam demeni isterdim." demesiyle Ahrar o anda gözlerim irice açıldı. Şaşkınlıkla ona bakmam lacivert harelerine büyük bir ışıltı doğmasını sağladı. Şimdi neden yanıma geldiğini anlamıştım. Gergin olduğumu biliyordu. Ve gerginliğimi aza indirmek içindi bu davranışı. İyi ki varsın Ahrar iyi ki...

 

Bakışlarım etrafa çevrildi ve bize kimsenin bakmadığını herkesin şu an başka şeylerle ilgilendiğini anladım. Bize bakan tek kişi Dani 'ydi. Ahrar' a nefret saçan ifadeyle bakmasını görmemek imkansızdı. Adi adam kendi hayal dünyasından çıkmayıp saçma sapan şeylere kuruluyordu. Daha fazla Ahrar 'ı hedefine almaması için harekete geçtim.

 

"Ahrar hoca yerine geç ve yapman gereken şey neyse onu yap." dediğim anda Ahrar o anda kulağıma doğru eğilip şunları söyleyip yanımdan ayrıldı.

 

"Sevdiğim kadını ne pahasına olursa olsun koruyacağım. Bundan emin olabilirsin Prenses."

 

Ahrar gittikten sonra bende fazla oyalanmadan ikinci adımı gerçekleştirmek için harekete geçtim. Daha Dani savaşı başlatmadı. Sebebini biliyorum. İki sebebi vardı. Hâlâ bir umut onun teklifini kabul edeceğimi sanması diğer sebebi ise beklediği şeyin ona ulaşmasını istiyordu. Ondan sonra savaş büsbütün başlayacaktı.

 

"Düşündüğün şey olacak gibi." diye Ölü Ruh 'un sesini duymamla zafer gülümsemesi dudaklarıma yerleşti. Eh düşmanımı kendimden bile daha iyi tanıyordum. Ve neleri amaçladığını da az çok anladım.

 

Olduğum yerden arkamı dönüp Varisler ve Victoria' ya baktım. Başımı usulca aşağı yukarı sallayarak onlara işaret verdim. Şimdi ikinci adımı başlatma zamanıydı. Bakışlarımı önüme döndürdüm ve yüksek sesle Dani 'ye hitaben konuştum.

 

"Ne o Dani sakın bana savaşmaktan vazgeçtiğini söyleme?" diye sahte bir sevinçle konuşunca Dani altta kalmayıp anında o yersiz özgüveniyle birlikte kulaklarımı tırmalayan sesiyle konuştu.

 

"Ah bunu çok duymak istersin değil mi?" diye yüksek sesi kulağıma ulaşınca hayır derecesine başımı iki yana salladım.

 

Bu hareketim yüz ifadesinde bulunan o pis sırıtışn yok olmasını sağladı.

 

"Ah ben daha senin dizlerinin üstünde durmuş cansız bedenini ayaklarımın altına serilmesini görmeden bu savaşın bitmesini ister miyim sanıyorsun? Ben en başından beri sana söylüyorum Dani ikimizden biri bugün mağlup olacak." demiş ve susmuştum. 'ya da ikimizde mağlup olacağız.' Bunu sesli bir şekilde dile getirmedim ama hislerim beni bu şekilde olacağı konusunda uyarıyordu." Ve o sen olacaksın. Tarihin tozlu sayfalarında yok olacaksın. "dedikten sonra susmuş ve onun öfkeden deliye dönmesini keyifle izlemiştim.

 

Geriliyordu. Çünkü boşuna konuşmadığımı bunun için bir dayanağım olduğunu tahmin edebiliyordu.

 

Savaş rüzgarları kuvvetli bir şekilde esmeye başladı.

 

" Geldi. Beklediğin şey gerçek oldu. Yine doğru tahmin ettin." demesiyle Yitik Ruh o an düz bir ifadeyle olanları izlemeye başladım.

 

Hadi bakalım yeni bir mağlubiyet zamanı izleme zamanı.

 

İki kişi Dani ve Esila 'nın olduğu tarafa giderken onları sessiz, düz bir ifadeyle izliyordum. Dani' nin yüzündeki sırtıma sadece daha çok keyif almamı sağlayacaktı. Ah hadi ama birileri sonradan çok üzülecekti ama bu zerre umurumda değildi.

 

Biri kadın diğeri erkek olan iki kişi tam Esila 'nın solunda durduktan sonra Dani olduğu yerden onların olduğu tarafa bedenini döndürdü ve eliyle kadının tuttuğu kutuyu gösterince tüm bakışları oraya döndü. Arkamdan birilerinin bu da neyin nesi sorusunu sorduğunu işitmiştim. Merakı çok sürmese gerek anında Dani bana dönerken kutuyu işaret ederken bir yandan da konuşmuştu.

 

"Ah Prenses beni hafife alıyorsun ve bu seni büyük bir hüsrana uğratacak ama yüzündeki o ifadeyi sabırsızlıkla görmek istiyorum. Ve bunu geciktirmeden söyleyeceğim. Belki sen duymamış olabilirsin ama arkandaki herkes asırlar öncesinde yaşanan olayı biliyor. Lord Sirius... "dediği anda Dani, birden arkamdan şaşkınlık sesleri döküldü. Hepsi bunu duymayı beklemiyorduki duydukları onları endişelendirmişti.

 

Tam arkamda Turul beyin sesini duymuştum. Süreyya hanıma hitaben konuştuğunu anladım son kelimesinden.

 

" Yoksa hiç ihtimal bulunmayan taşları mı buldu? Sana onları aramaya devam edelim demiştim ama sen pes edip bulamayacak olduğumuzu söyledin ve bak ne oldu şimdi o taşlar onun eline geçti. Gücüne güç katmış oldu." demesiyle Turul bey huysuz çıkan sesi kulağıma ulaşınca bu cümlesine gülmek istedim. Demek huysuz ihtiyar bu taşları bir müddet aramıştı.

 

" Yanılıyorsun Dani...."demiş ve hemen sonrasında çenemi dikleştirip bakışlarımı kadının elinde bulunan kutuya çevirmiştim." Sirius 'u çok iyi tanıyorum. Hatta o kutuda ne olduğunu da biliyorum. "demiş ve onun uzun uzadıya anlatmak konusunda can attığı konuşma isteğini un ufak etmiştim.

 

O anda bakışları kısıldı ve bir şeylerin varlığını bilmekle kalmadığımı kendisini huzursuz edeceğim bir şeyi bildiğimi sezdi. Yüz ifadesi sertleşti ama bakışlarındaki o hain parıltı sona ermedi. Bir işaretle anında kadının elinde tuttuğu kutuyu tam yanında bulunan adam açtı ve gözleri önüne 8 taş serildi.

 

"Sonsuz gücün kaynağı olan taşlara sahibim." dedi ve bunun verdiği o gücün dayattığı yıkılmaz güçle taşların olduğu alana doğru ilerledi. Esila sessizce Dani ve olan biteni izlerken bende sıkılmış bir halde olanı izliyor bir an önce ikinci aşamaya yani onun ifadesinin yerle bir olacağı kısma geçmek istiyordum.

 

Dani taşların yanına gelince bir mucizeye bakarcasına ona baktı. O taşları kullanacağını düşünmesi ne zavallıca ama. Bakışları tekrar beni bulunca bu sefer sanki bir zafer kazanmış edayla bana bakınca artık daha fazla rol yapmadım ve birkaç adım öne adımladım.

 

"Sana üzüleyim mi yoksa acıyayım mı emin değilim." dedim ve bu laflarım onun ifadesini keskin bir bıçağın iki yana kestiği kağıt parçası gibi onun ifadesinin ikiye bölünüp yok olmasını sağladı.

 

"Neyi kast ediyorsan açık ol prenses." diye soğuk bir sesle konuşmuştu. İlk defa duygu barındırmıyordu sesi.

 

Bu hoşuma gitmişti.

 

"O kutuda olan taşlar gerçek mi sanıyorsun?" demiş ve o an ölüm sessizliğini ortama hâkim olmasını sağlamıştım. Mahmur bir ifadeyle ona bakıp devam etmiştim. "Ah seni üzdüm mü? Neyseki bununla ilgilenmiyorum." dediğim anda Dani ve Esila birbirine bakmıştı. Olduğum yerde yavaşça bedenimi boşluğa döndürdüm ve küçük adımlarla bir çizgiyi takip eden biri gibi bir görünmez çizgi üzerinde yürüyerek bir yandan da konuşmaya başladım.

 

" Sen şimdi elindeki taşları gerçek sanıyorsun ama onlar gerçek değil. Hiçbir zamanda gerçek olmadılar. Bundan aylar öncesinden Moritanya Krallığı'na döndüğüm an taşların varlığından haberdar oldum." dedim ve göz ucuyla ona baktım. Put gibi durmuş bana ve anlattıklarıma odaklanmıştı." Ah bil bakalım kim bu taşların peşine düşmüştü? "dedim ve sanki cevabı yeni bulmuş bir sevinçle konuşurken sevimli bir şekilde gülümsedim." Sen ve Esila. Taşları aramaya koyuldunuz. Neden mi bana karşı kaybetmemek için her yolu garanti altına almak için. Bir yandan ordu kurmaya başladınız bir yandan taşları aramaya başladınız. Biliyordunuz taşlar benim işime yaramazdı. Sadece gücüme bir tık güç katardı. Ama sizin için güç demekti taşlar ve bunu aramaya koyuldunuz. Ve bunun için her yolu denediniz. Keza benim denediğim gibi. Ama unuttuğunuz bir şey vardı şans benden yana oldu. Dostum Dehliz bu konuda bana çok yardımcı oldu. Diğer her şey gibi. Ve sizden önce taşları armaya koyuldum. Bunu ilk kez siz ve diğerleri de duyacak. O taşları aldım ama almakla da yetinmeyip neden düşmanlarımı hüsrana uğratmayayım dedim ve her taşı aldıktan sonra yerine sahtesini koydum. Sizler hep iki adım gerimden geldiniz. Hatta o kadar gözünüz kör oldu ki en son taşların bulunduğu yer krallık Moritanya Kulesi 'ne gelip taşları bizden isterken bile siz elinizde olanın gücüne kapılıp gerçeğe gözünüzü kapattınız. "dedim ve son adımı atıp önce tarafımda bulunanlara sonra karşımda bulunanlara baktım.

 

" Savaş taktiğimi yavaşça hayata uyarladım. Kimse anlamdan. Kimse farkına varmadan. "demiş ve Dani 'nin bir anda aydınlanma yaşamasına sebebiyet vermiştim.

 

" Yalan söylüyorsun. "diye Dani karşı çıkınca ona sadece vah vah edercesine bakmıştım.

 

" İnanmıyorsan bak taşlara ve onları kullan. "dediğim anda Dani bir anda olduğu yerde kutuda bulunan taşlara uzandı ve taşları alıp bakmaya başladı.

 

" Bunları mı görmek istiyorsun? "dediğim anda birden parmaklarımı saat yönünde ters çevirince taşlar yavaşça açığa çıkmış ve tüm ihtişamıyla gözler önüne serilmişti." Sana yalan söylemiyorum Dani sendeki taşlar sahte. Bendeki taşlarsa gerçek olan. "dediğim anda uzun süredir sessizliğini koruyan Esila konuşmuştu.

 

" Senin o taşlara ihtiyacın yok. "dediğine evet dercesine başımı iki yana olumlu bir şekilde salladım.

 

" Ama sizin var ve bu demek oluyor ki bu taşları sizin asla bulamayacak olacağınız bir şekilde koruma altında tutmam gerekiyor ve bu da onları yok etmekle olur. "dedim kendimden emin bir sesle.

 

" Onları yok edemezsin. "diye aniden çıkışınca Dani gör bak nasıl yok ediyorum dercesine baktım. Ve bir anda yapmam gereken diğer adıma geçiş yaptım. Taşları bir lan kalkanı içerisinde muhafaza edip 8 taşın da daire olacak şekilde yan yana dizilmesini sağladım. Ve sonrasında onların güvenliğini sağladığım anda konuşmaya devam ettim.

 

"Taşları yok edecek iki şey var bu iki gerçek güç oluyor bunlar biri Nova 'ya ait mutluluk gözyaşları çünkü bu taşların onunla bağlantısı var. Onun ölümü bu taşları ayrı yerlerde muhafaza edilmesine sebebiyet verdi ve ikinci sahibi olan Sirius' tan bir parça olan saçları. Ve bil bakalım bunlar bende var mı? Eh tabii ki var yoksa böyle emin konuşabilir miyim? "dediğim anda Dani öne doğru atıldı.

 

" Sana izin verir miyim sanıyorsun? "diye aniden yüksek sesle kükrercesine konuşunca o anda sevimli bir şekilde konuştum.

 

" Ah en sevdiğim kısma geçtik. Araya konuk oyuncu alıyorum ve sen onunla ilgilenirken ben taşları hallediyorum. Zaten Eslia kendi halinde olacak çünkü yıkıldı yıkılmak üzere duruyor. Bana bile gerek kalmadan kendi sonunu getirecek." diyişimle neyi kast ettiğimi hiç kimse anlamadı. Zaten anlayacaklarını da düşünmemiştim hiç.

 

" Ah illa alt yazı mı geçmek lazım. Neyse hadi bunu da yapayım. "demiş ve bir anda açmış olduğum portaldan siyah sisler yavaşça dışarı sızmaya başlamış ve etraf yavaşça karanlığa gömülmüştü. Gerçektende ışığı yok ediyordu.

 

" Ne yapıyorsun sen? "diyen Dani 'ye bekle ve gör demiş ve portaldan bir anda insan boyutunda olan Ölü Ruh yani Ament çıkmıştı.

 

" Sana bu savaşın her halükarda değişim yaratacak olduğunu söylemiş miydim? Yok ettiğin bir yaşam var biliyorsun ve bunun durdurulamaz bir sonucu olduğunu da bilmen lazım . Senin yaptığın kara büyüyle yaşamı sona eren Ament sonsuz bir ölümle yeniden var oldu Ölü Ruh olarak . Ament... Yezra 'nın babası. Esila' nın karnında bulunan bebeğin dedesi ve öldürüp yok ettiğin Dehliz 'in kayınbabası. Bu aileyi mahvettin. Şimdi sıra sende Dani."diye esrarengiz bir sesle konuşmuştum. Ve sonrasında alaycı bir üslup takınıp devam ettim." Ah Ölü Ruh' a merhaba demek yok mu? Ne ayıp ama bu yaptığın şey ? Neyseki ikimizde senin ne kadar acımasız ve gaddar olduğunuzu biliyoruz.. "demiş ve geriye çekilip ikisinin hesabını baş başa görmesine izin vermiştim.

 

Ve o sırada Victoria ve diğerlerine şimdi dercesine bakmıştım. Savaş çoktan başlamıştı. Yer yerinden oynayacaktı. Ve bu gün asla unutulmayacaktı zihinlerden.

 

Ölü Ruh ve Dani hesaplaşırken bende hemen taşları yok etme girişimine devam etmiştim. O sırada konuşmaları da kulağıma ulaşıyordu. Sırtım onlara dönük vaziyette taşları büyük bir patlama yaratmadan güçlerini sonlandırmak sonrasında onları yok etmeye çalışacaktım.

 

"Dani beni gördüğüne çok sevinmemiş gibisin. Halbuki ben bu anı ne zamandır bekliyordum. Bu üzgün halin beni üzdü eski dostum." diyen Ölü Ruh son iki kelimeyi nefretle zikretmişti.

 

O sırada ileride bir kıpırdama olduğunu fark etmemle Ahrar 'ın olduğum yere geldiğini fark ettim. Ama bakışlar bende değil de hesaplaşma içerisinde bulunan ikilide olduğunu fark ettim. Sanırım onlardan gelecek zararı fark etmiş olmalı ki beni korumak adına buraya gelmişti ama Ölü Ruh temkinli olacaktı bundan eminim. Asla buradaki bulunan kimse zarar görmeden Dani 'yi etkisiz hale getirecekti.

 

"Seni yok ettiğimi sanmıştım Ament halbuki sen kurtulmuşsun ama sorun değil bu sefer işimde daha titiz davranıp seni tamamen etkisiz hale getireceğim." diyen Dani' nin nefretin izleriyle sarmalanmış sesini duymuştum.

 

Görmesem de şu an göz bebeklerinin irileşmiş, o bembeyaz göz bebeğinin siyah çatlaklarla gözler önüne serildiğini, yumruk haline getirdiği sol elinin uzun ince tırnaklarını avuç içine sapladığını sezebiliyordum. Onu defalarca kez izlemiş ve sinir haline nasıl bir tavır sakındığını ezberlemiştim. Sinirlendiği anda öfkesini sahte yıkılmaz duruşu altında saklamaya çalışır ama pek başarılı olamaz. Her halükarda kendini açığa çıkarır ve o saf nefretten oluşan kişiliğini hemen yansıtırdı.

 

"Ah sevgili dostum." demiş Ölü Ruh ve şöyle devam etmişti. Ama bunun aslında onun sinirini bozmak adına olduğunu biliyordum. "Bu yersiz özgüvenin biraz sonra yerle bir olduğu anda da bu şekilde konuşup konuşmayacağını göreceğiz. Eskisi gibi bana zarar vereceğini düşünmen bir hata olur senin açından. Bugün burada senin sonunu getirecek kişilerden biriyim ama sen anlamamak konusunda ısrarcısın. Bu daha fazla aslında zevk almamı sağlıyor. "demiş ve sonrasında ona işaret vermemle yapması gereken şeye odaklanmıştı.

 

Ölü Ruh' a işaret verdikten hemen sonra bakışlarımı önüme çevirmiştim. Taşlar gözlerimin önünde güçleriyle ışıldarken ben yavaşça kolyenin karanlık gücüne sığınmış ve onların güçlerini yok etmeye daha doğrusu onlardan alıp geri kalan Sirus ve Nova 'nın mutluluk gözyaşlarıyla beraber onları birleştirip sonrasında onları taşa çevirip işlevsiz hale getirecektim. Tüm dikkatimi buraya vermem lazımdı.

 

Çünkü en ufak bir hata taşların gücünü aktif hale gelmesini sağlardı ve ben bunu istemiyorum. Benim işaretimden sonra Ölü Ruh, Victoria, Varisler, Dennis ve Karanlık Ruhlar harekete geçmişti. Hepsinin bir işlevi vardı. Çünkü Dani savaşın başlamasını emredince Demogorgon'lar ve diğer ordusu harekete geçmişti.

 

Onların harekete geçmesi ise bizimkilerin de harekete geçmesini sağlamış onlara dediğim planı başlatma anının geldiğini haber vermişti. Plan çok basitti. Karanlık Ruhlar tamamıyla Demogorgon'ları yok etmekle uğraşacak onları yerle bir edecekti.

 

Varisler, Victoria ve Dennis ise kaçırılan krallıklardan gelenleri onlara verdiğim büyüyü kullanarak zihinlerindeki büyüyü çözüklerdi. Victoria, Dehri, Kavi büyüyü yapan taraf olacakken Dennis, Enfal ve Kavi onları savuşturup geriye çekilmesini sağlayan taraf olacaktı. Ben bu süre zarfında taşları yok edip hemen Ölü Ruh 'un yanında yerimi alıp geri kalan işlemi devralacaktım.

 

Diğerleri ise Victoria işaret vermedikçe oldukları yerden ayrılması kati suretle engellemişti.

 

Olayların başlangıcı anında hemen elimi çabuk tutmaya çalıştım. Taşlar önce yan yana geldiler ve ellerimden çıkan saf karanlık onların güçlerini çekip sonrasında yok etmeye başladı. O sırada arkamda büyük çarpışma seslerini duyuyordum. Ama olabildiğince odağımın dağılmaması için bakışlarımı etrafa çevirmiyordum.

 

Yerdeki sarsılmaları hissettiğim her an olduğum alanda bedenim sallanıyor dengemi yitirdiğim anlar oluyordu. Son anda tekrar kendimi toparlayıp hemen kaldığım yerden işime devam ediyordum.

 

Son ana geçiş yapmaya başlamış, taşları sonunda aktifsiz hale getirip güçlerini geri plana attıktan sonra son işleme geçiş yapmıştım. Şimdi onları taşa çevirip yok etme zamanıydı. Bakışlarımdaki değişimi hissetmiştim.

 

Göz rengimin değişimini, saçlarımın yavaşça bordo rengi almasını hissetmiştim . Bakışlarımı açtığım anda direk karşımda kan kalkanı içerisinde havada süzülen taşlara değdirmemle taşlar un ufak olmuş ve etrafa parçaları dağılırken o anda arkamda yüksek sesle ismimin birkaç kişi tarafından zikredilmesini duymuştum.

 

Gözlerimi kapatıp kolyenin bordo rengindeyken sağladığı gücü geri plana atarken bir anda iki kolun arkadan belime sarıldığını ve bana siper olduğunu hissedince büyük bir patlama sesiyle birlikte tüm sesler boğucu bir çınlama altında duyulmaya başlamıştı.

 

Kalkandan içeri girmiş ve taşların patlarken çıkardığı sesin etrafa yayılmasını sağlamıştım. Ama bu sesin tek kaynağı taşların çıkardığı ses olamazdı. Ve o anda kararan gözlerim yavaşça gerçeğe uyandı. Yere kapaklanan bedenimi yavaşça kıpırdatırken o anda o tanıdık olan koku burnuma ulaşınca Ahrar 'ın varlığından haberdar oldum. Etrafımda birçok ses ismimi zikrediyordu.

 

Ne olmuştu? Bu patlama sesi de neyin nesiydi? Arkamdaki beden geriye doğru devrildiği anda yavaşça bedenimi geriye doğru çevirdim. Bakışlarım görmem gereken yere çevrildi ve o an darmaduman hale gelmemi sağlayan nedeni anlamış oldum.

 

Sesler yok olmuştu. Hislerin yok olduğu gibi. Nefesler kesilmiş, canlı canlı cam parçaları kalbime saplanmıştı. Kalbimde tarifsiz bir acı peyda oldu. Ama bu acıya aşina olmam daha çok yaraladı beni.

 

Gözlerim toz bulutu içerisinde yerde yatan bedene kitlenmiş olanları idrak etmeye çalışıyordu. Ne olmuş olabilirdi? Olduğum yerde bedenimin nasıl işlevsiz hale geldiğini hissetmiştim. Bedenim kitlenmiş, sıcaklık beni terk etmişti. Zihnimde koca bir boşluk vardı ve sanki düşünceler beni bir konuda aydınlatamıyordu.

 

Göz bebeklerim irileşmiş korkuyla yerde yatan bedeni izliyor hale gelmişti. Kulağımda bir çınlama sesi yankılanırken, kalbimin korkudan hızla atıp duran sesini etrafımda, göğüs kafesi boşluğumda, zihnimde hislerimde hissetmiştim. O an her şey beni terk etmişti. Hislerimden kalan tek şey korku ve endişeydi. Tek bir şey aslında kendini açığa çıkarmıştı. Kaybetme korkusu...

 

Bedenimi harekete geçirmek için verdiğim uğraş yavaşça kendini açığa çıkarmaya başladığı anda avuç içim yere kapanmış ve tenime sertçe batan taşlara inat avuç içimi sertçe yere saplamıştım. Kenetlenmiş olan bakışlarım yerde öylece yatan Ahrar 'ın kıpırdamayan bedenini izliyor, neden orada kıpırdamadan durduğunu anlamaya çalışıyordu. Neden ayağa kalkmıyordu?

 

Ayağa kalkması lazımdı.Kalkıp nasıl olmamı sorması lazımdı. Bana bir şey olma ihtimalinden dolayı peyda olan korku dolu sesini duymam lazımdı. Lacivert harelerinde bana yönelik o hisleri görmem lazımdı. Avuç içimi yavaşça yerden destek alarak ileriye doğru ilerletip hemen ardından da yerde sürterek dizlerimin üstünden hızla hiçbir şeyi umursamadan onun olduğu yere doğru ilerledim. Tüm duygularım takılı kaldığı boşluktan günyüzüne çıkmış haldeydi.

 

Yanına geldiğim anda onun gözleri yarı açık bir şekilde yukarı baktığını gördüm. Acı çekiyordu kesik kesik öksürük krizleri içerisindeydi , yara bere olan güzel yüzüne baktığımda beni görünce lacivert harelerine yerleşen o ifadeyi görmek etimi lime lime etmişti. Hemen yanına varınca yavaşça yerde duran başının altından elimi geçirip onun başını dizlerimin üzerine bırakıp korkuyla konuştum.

 

"Ahrar... Ahrar.." dedim zor bela çıkan sesimle. O an tam konuşmaya devam edecekken yerde bulunan kanı görmem korkuyla çığlık atmamı sağladı. Hayır... hayır... hayır.. hayır... Olamaz sadece küçük bir yara olmalı. Onu hemen iyileştiririm ki ben. Sol elim onun başı altında dururken sağ elim hemen yanağına yaslı halde duruyordu. "Ahrar bana bak." diye korkuyla konuşmuştum. O anda etrafımda bulunan toz bulutu yavaşça dağlıyordu. "Bana bak Ahrar lütfen." diye hıçkırıklar arasından konuştum. "Bak gözlerini açık tut tamam mı ben seni iyileştireceğim şimdi. Sakın gözlerini kapatma." dedikten sonra bakışlarımı korkuyla kanın olduğu alana çevirmiştim. Tam da o sırada iki bedenin yanımda durduğunu ve bana seslendiğini duymuş ama onlara tepki vermemiştim. Verme gereği duymamıştım.

 

Ahrar o sırada girdiği öksürük krizleri arasında zor bela olsada konuşmaya çalışırken başımı iki yana kendini zorlama dercesine bakmıştım. İçim paramparçaydı. Nefes almak işkenceden başka bir şey değildi. Bedenim buz kesmiş yaşadığım trajedi bir ateş gibi bedenim yakıp geçiyordu. Buz soğukluğu tenimde derin izler bıkıyordu. Olmazdı gayret etmeli ve onu iyileştirene kadar gözlerini açık tutması lazımdı.

 

"Emira.." demeyi zor bela başarmıştım çektiği yoğun acı içerisinde . Kendini zorlamaması lazımdı. Canı yanıyordu. Görebiliyordum. Ve benimde canım yanıyordu. "Güçlü ol tamam mı? Çünkü iyi olmanı istiyorum." dediği anda neden elveda eder gibi konuşuyordu? Hayır benden gidemezdi. Bunun olmasına izin vermezdim ki. Sonrasında gücünü toplayarak devam etti. "Hep bunun için uğraştım bunca zaman. Senin iyi olman için elimden geleni yaptım. Şimdi yaptığım gibi." dediği anda acıdan ona kızdım. Bunu bana söylememeliydi.

 

"Nasıl önüme atlarsın! Bırak bana ne olacaksa olsun ben alışığım. Şu an ne halde olduğumu biliyor musun acıdan ölüyorum! Nasıl kendini düşünmeden önüme atarsın." diye titreyen sesimle konuşurken bir yandan da yavaşça yaranın olduğu yere ulaşmış ve onu iyileştirmek için gücümü kullanmaya başlamıştım.

 

O sırada zihnimde Yitik Ruh 'un sesini duyuyordum.

 

" Ölü Ruh' la kapışan Dani taşları yok etme diye karanlık büyülerden olan Heyrul büyüsüne başvurdu. Amacı ruhunda derin bir sancı başlamaktı. Ölü Ruh 'un boş anından faydalanıp bu büyüyü yaptı. Tam o sırada Ahrar bunun farkına varınca düşünmeden önüne atladı ve büyünün önüne geçti. Normal bir insan için bu büyü öldürücü değil çünkü bu direk ruha yapılan bir büyü ama ruhu olmayan biri için tehlikeli çünkü direk büyü bedene sızar ve onu yavaşça yok eder ölümünü başlatır. "

 

Yitik Ruh 'un dediklerini duyunca başımı iki yana saklayarak kabul etmediğimi kabullenemeyeceğimi belli ettim. O sırada bakışlarım birkaç saniye olsun Ahrar' ın yarısından akan kandan uzaklaşıp etrafımda bulunanlara çevrildi.

 

Çaresizce Ahrar 'ı kurtarmaya çalışan halimi herkes acıyan, üzüntü duyan bir ifadeyle izlerken, yerde Ölü Ruh' un kıskıvrak halde tuttuğu Dani büyük bir keyifle izlerken bulmuştum. O an sadece ona boş gözlerle baktım. Boşuna sevinmesin istediği olmayacaktı. Ahrar 'ı asla ama asla kaybetmeyecektim. Bir kere daha kimseyi kaybetmeyecektim benden dolayı.

 

Anında bakışlarımı Ahrar' a çevirdim.

 

"Seni kurtaracağım. Ne pahasına olursa olsun seni kurtaracağım Ahrar." demiş ve endişe denizinde boğulup yüzeye çıkmak için çabalarken o anda kolyenin sunduğu tüm gücü kullanmaya başladım. Tüm sesler susmuştu. Herkes yapmaya çalıştığım şeye odaklanmış beni izliyorken o anda bakışlarım yerde duran kana kitlenmişken Ahrar 'ın sesini tekrar duydum.

 

"Emira." diye zor bela konuşunca hemen bakışlarımı ona kaydırdım.

 

"Kendini zorlama seni kurtaracağım Ahrar." diye kesik kesik aldığım nefesler arasından konuşup devam etmiştim. "Sana bir şey olmayacak merak etme." dedikten sonra içim kan ağlaya ağlaya devam etmiştim. 'Ölmene izin vermeyeceğim. Sen yaşayacaksın.'

 

"Üzülme." demiş ve gözlerini açık tutmak için çabalarken bir yandan da benimle konuşmaya devam ediyordu. "Sen suçlu değilsin. Ben bunu kendim istedim. Buraya geliş amacımda sana bir şey olmasına izin vermemekti. Başardım da. İlk defa sevdiğim birini hayatta tutabildim." dediği an orada bendeki ipler koptu.

 

Hıçkırıklar içerisinde ağlarken bir yandan da konuşmaya devam ettim.

 

" Nasıl hiç ardını sonunu düşünmeden önüme atlarsın. Bana yaşatacağın acıyı hiç mi düşünmedin? Bir daha sevdiğim birini kaybetmenin bana ne hissettireceğini hiç mi düşünmedin? Ahrar kendine zarar vererek beni de yok ettiğini anlamadın mı sen? Seni kaybedemem anlıyor musun sen yaşa diye neler yaptım ben! Ama sen.... "dedim ve devam edecek gücü kendime bulamadım. Acı içinde ağlarken olduğum yerde savaşın beni içine çektiği, savaşın beni yok ettiği anda ben darmaduman hale gelmiştim.

 

Saniyeler geçiyor ama ben ne yaparsam yapayım onun değil kanamasını solan yüzüne bile çare olamıyordum. Başaramadığım her an kendime daha çok kızıyordum.

 

"Bırak artık çabalamayı." dediğinde bunu bende nasıl istersin dercesine acıyla baktım. Ahrar o anda kapalı olan avucunu açtı ve avucunda duran yüzüğü almamı istedi. "Bunu sana ilk verdiğim an almamıştın." dediğinde o an o yüzüğü parmağıma takmak için nasıl can attığımı bilmesini istedim. Bunu söylemeye hazırlanıyordum ki konuşmasıyla bu yarıda kaldı. "Bu benim için çok değerli ve sende kalmasını istiyorum." dediği anda bana veda edişini anlamamla başımı iki yana sallamam bir oldu. Hayır bu kadar kolayca pes etmemesi gerek. Beni bırakamazdı. Beni nasıl bırakabilirdi? Ondan sonra iyi olacağımı nasıl düşünebilirdi?

 

Tam konuşacağım anda birden gözlerini kapatmasıyla korkuyla isimini zikretmiştim. Yarasının üzerinde duran sağ elim anında yüzüne uzandı ve onun üst üste ismini zikretmeye başladım.

 

"Ahrar... Ahrar gözlerini aç! Ahrar lütfen gözlerini aç." diye acıyla bağırırken omzuma konan eli omzumu silkerek iteledim ve Ahrar' ın yüzüne doğru eğilip daha çok ağlamaya başladım. O sırada avucunda yere düşen yüzüğü görmemle ağzımdan yüksek yeri sarsacak kadar acı dolu bir nida döküldü ve üst üste hıçkırarak, onun ismini zikredilip, benden gidişini kabullenmeyerek, uyanmasını bana bakmasını istemiştim.

 

"Ahhhhh...." diye feryat figan bağırmış Ahrar 'ın yüzünü göğüs kafesime saklamış ve sonrasında acıdan, kaybedişin verdiği hissiyatla içim koparcasına ağlamaya başlamıştım. "Gitme yalvarırım gitme. Yapamam ben sensiz. Yaşayamam ki... Nefes alamam ki... Lütfen gitme beni bir başıma bırakma. Ahrar!" diye avaz avaz bağırmış sesim benimle birlikte gök kubbeye doğru çıkmış tüm acım benimle birlikte havaya dağılıp yankı bulmuştu.

 

O an da etrafımda Ölü Ruh' un sesini duymuştum. Ama ne dediğini anlamamıştım. Umurumda da değildi bu saatten sonra hiçbir şey.

 

Zaman yeniden acımasızca bana kıyarken nerede olduğumu ne yaptığımı unutmuştum. Sesler duyuyordum ama tepki vermiyordum. Sadece çektiğim acı yüzünden yana yakıla ağlıyordum. Sadece o an Yitik Ruh 'un onunla vedalaş sesini duymuştum.

 

Ama daha tepki bile vermeden bir anda göğsümde bulunan acının yok olmasıyla tüm sesler, tüm renkler tüm hisler varlığını ikinci kez kendini yitirmişti. Ahrar bir toz bulutu gibi kucağımda bulunan bedeni yok olduğu anda çıldırır hale gelmiş, kendimi kaybetmiş bir halde girdiğim kriz yüzünden kendimi cezalandırmaya başlamıştım.

 

Benim yüzümden zarar görmüştü. Bana bir şey olmasın diye kendine zarar vermişti. Yine olmuştu yine sevdiğim birini kurtaramamıştım.

 

Başım geriye doğru düştü ve kaybetmenin acısıyla göğe yüksek acı dolu çığlıklarımı uğurladım. Kendimi zarar vermek istercesine tırnaklarımı kuru toprağa saplamış, acımı yaşarken her şeyden ve herkesten kendimi soyutlamıştım. Kendimi yitirmiştim. Ben ölümü hiç bu kadar delicesine istememiştim. Ben acıdan ikinci kez kıvranıp nefessiz kalırken ne yapacağımı bilememiştim.

 

Varlığını kendimden korumak için çabaladığım kişiyi kaybetmiştim. Ona bir şey olmasın diye ben neler yapmış ondan kendimi uzak tutmuştum ama ne oldu? Ne uğurunaydı onca uğraşım? Ne oldu bak? Hayat bana ben ne planlar kurarken onun kurduğu plan içerisinde ben acıdan nefes alamaz hale gelmiş aklımı kaçıracak hale gelmiştim. Hayat bana yeniden bir kez daha acımamıştı. Yine parçalara ayrılan ben olmuştum.

 

Ahrar benden kopup gitmiş ben hiçbir şey yapmamıştım. Onca güce sahip olan ben sevdiğime yetememiştim. O an taşları yok etmek yerine Dani 'yi yok etmem gerektiğini anlamam beni gerçeğe uyandırmaya yetmişti. Her şey onun yüzünden olmuştu. Hırsı yine sevdiğim birini kaybetmemi sağlamıştı.

 

Yere ne zaman çevirdiğimi bilmediğim bakışlarımı yavaşça kıpırdattım. Kimseden ses dahi çıkmıyor sadece benim hırıltılı nefes alış veriş seslerim duyuluyordu. Şu an herkes pür dikkat beni izliyordu. Ve artık herkes her şeyi biliyordu. Ahrar 'ın bendeki değerini.

 

Bahsettiğim kişinin o olduğunu. Ahrar bunun bilinmesini çok istemişti. Herkesin ona ait olduğumu bilmesini canı gönülden istemişti ama bunu açığa çıkarmamıştım. Şu an ise hiçbir şey umurumda değildi çünkü onun gidişi bu hayatın ne denli önemsiz olduğunu anlamamı sağlamıştı.

 

Çok kayıplar vermiştim artık bunun durdurulması gerekti.

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Dünyadaki en büyük sessizlik, ölümün gerçekleştiği yerdi.

 

Dünyadaki en karanlık yer, kimsesizliğin hissedildiği yerdi.

 

Dünyadaki en büyük acının yaşandığı yer; kalpti.

 

Dünyadaki en kötü son, kayıpların verildiği yaşama sahip zihinlerdi.

 

Dünyadaki en büyük iz, ölümün ruhta bıraktığı izdi.

 

Derler ki öyle büyük bir acı hissedilirse yerin dibinde bulunan yer altı krallığının günyüzüne çıkması için sebeptir.

 

Derler ki en büyük intiharlar en büyük kayıplardan sonra verilirmiş.

 

Derler ki en büyük savaş sevdiklerin için değil kayıpların içinmiş.

 

Bakışlarım kan çatlaklarıyla doluyken yavaşça gerçeğe uyandım. Her şeyi susturdum. Zihnimi, hislerimi, acımı... Tek bir şey susmadı. Kalp atışlarım. Her atışı bana ne yapmam gerektiğini bildiriyor, devam etmek için kaldığım yerden yapamam gerekeni terk etmemem için beni uyarıyordu.

 

Sessizliğin kol gezdiği bu saniyeler içerisinde yavaşça bakışlarımı Dani 'ye çevirdim. Ondan öncesinden Ament' e gitmesi için işaret verdim. İlk an tereddüt etti ama bakışlarımdaki kararlılık onun itiraz etmesine engel oldu. Ament gitti ve Dani savunmasızca karşımda öylece dikildi. Buz saçağını andıran hissiz bakışlarım Dani 'yi kıskıvrak sarmalamış, her hareketini gözümü dahi kırpmadan izliyordum. Olduğum yerden usulca ayağa kalkar kalkmaz dudaklarımdan boğuk, kısık ama hissiz cümlelerin dökülmesini sağladım.

 

"Onu neden aldın?" dedim bakışlarımı kısmış sanki ondan cevap bekleyen bir ifadeyle oysaki amacım bu değildi. Sanki kendi kendime konuşur vaziyette konuşmuştum. Bu sorumu daha yanıtlamasına izin vermeden devam ettim olduğum yerden onu bakışlarımın hedefinde tutmaya devam ederken. "Aynı diğerlerini benden aldığın gibi? "diye fısıldarcasına konuştum. Dani o an benim bu sakin ama her an yangın çıkaracak halimi tedirgin bakışlarla incelerken güçlü rolüne sarılıp, kendinden emin o ifadesiyle konuşunca ona iğrenircesine bakmıştım.

 

"Kaybın için üzgünüm Prenses ." dedi sahte bir acıyla ama bakışları bundan memnun olduğunu yansıtıyordu. "Seni durdurmak istemiştim. Kendisi bir anda sana karşı yaptığım büyünün önüne atladı ve sana siper olup gelecek darbeyi o göğüsledi. Onun ölmesini bile isteye sağlamadım." diyip o sinsi ifadesiyle bana bakınca ona nefret saçan ifademle bakıp bu iğrenç sergilediği rolünü inceledim. Ama ölmesi onun işine gelmişti değil mi? Ve bundan asla pişman değildi de.

 

"Üzgünsün öyle mi!" dedim hayret edercesine." Sen ve üzgün olmak! Ne de çelişkili ama!" diye hiddetle konuşup karşımda rol yapmasını kesmesini bildirmiştim. "Senin gibi adi bir adam için bu cümleler ne de gülünç ama!" demiş ve birkaç adım öne doğru ilerlemiştim. "Sen o öldü diye şu an içten içe seviniyorsun! Sırf istediğin şeye sahip olman konusunda sana engel olduğunu düşündüğün için. Ama şunun farkında değilsin seninle olan meselemin bendeki izinden! Sen benden kardeşimi aldın adi adam! Şimdi hangi midesizlikle karşıma geçip beni istediğini söylersin? Düşmanlığın bile kesin sınırları olur ama sen ona bile sahip olmaktan acizsin. "diye içimden gelen her cümleyi onun yüzüne söylemekten çekinmemiştim. Tüm nefretimi, öfkemi, hırsımı, acımı bas bas yüzüne karşı söylemiştim.

 

Ama o bunca dediğim lafı hiç duymamış gibi konuyu başka tarafa doğru çekmişti. Gözlerinde yatan o ifadeden delicesine nefret etmiştim.

 

"Kaybettin. Bunu artık anla Emira. Bak ne oldu hâlâ karşı karşıyayız seninle. Beni yenemezsin ." dediğinde kendisini güçlü sanırken.

 

"Sen tam bir aptalsın! O kadar hırsına kurban olmuşsun ki kendi hayal dünyandan çıkamamışsın. Farkına var artık Dani ben hâlâ seninle gerçek anlamda kapışmadım. Ve sen kazandığını mı sanıyorsun? Ah ne zavallıca bir düşünceye sahipsin sen!" demiş ve kendi saçma sapan düşüncelerine kapılmasının onun açısından küçük düşürücü olduğunu bakışlarımla yansıtmıştım.

 

" Sevdiğin adamı kaybettin. Ve artık uğuruna savaşacak bir şeyin kalmadı. Demogorgon'ları yok etmen umurumda değil. Ben yeni bir ordu kurabilirim. Bu güce hâlâ sahibim." dediği anda Dani ona içimden şimdilik sadece şimdilik dedim.

 

"Evet sevdiğim kişiyi kaybetmiş olabilirim ama sen şunu unutuyorsun; Ben kaybederken bile kaybettiririm ve asıl sen kaybettin Dani hemde sonsuza kadar." dedim sanki bir yemin eden kararlılıkla. O an kaşlarını çatarak bana bakmış ve ona ne yapıp yapamayacağımı zihninde tartıp durmuştu.

 

"Bana ne yapabilirsin ki?" dediği anda beni küçümseyen bir sesle.

 

O an ona yazık dercesine bakmış ve aklıma gelen senaryolarla ifadem keyifli bir hale dönüşmüştü. Dani büyük bir yanlış yapıyordu. Hemde çok büyük yanlış yapıyor bir anda benim sahip olduğum o gücü yok sayıyordu. Ama en büyük yanlışı verdiğim üç kaybın bende yarattığı hissi yok sayıyordu. Dehliz 'in kaybını , Kardeşimin kaybını ve Ahrar' ın kaybını.

 

Acının beni ne hale getireceğini bilmeden konuşuyor beni şu an güçsüz ilan ediyordu ama değildim. Ben şu an asla güçsüz değilim fiziki olarak. Ruhsal olaraksa çoktan dağılmış haldeydim.

 

"Çok şey... Hemde çok çok şey yapabilirim sana aklın şaşar anlayamazsın." dedim kuru bir sesle. Sesim tek düze çıkmış olsa da bakışlarım her şeyi ortaya serecek ifadeye sahipti.

 

O anda saç rengim simsiyah hale geldiği anda yaptığım şey onun bakışlarından kaçmadı. Önce saçlarım sonra gözlerim ve sonrasında parmak uçlarımdan dirseğime kadar ince şeritler belirmeye başladı. Ve tamamen büsbütün siyah rengin hakimiyeti içerisinde buldum kendimi.

 

"Ne yapıyorsun? "dedi kaşları çatılırken. Yaptığım şeyin ne olduğunu açıkça bana sorarken.

 

" Bekle birazdan ne yaptığımı çok yakından göreceksin. "dedim ve ona uzun uzun baktım. Bu bakışta ne acılar ne umutsuzluklar yatıyordu. Belki de dışarıdan çok korkutucu duruyordum ama bu umurumda değildi. Şu an tek bir şey umurumdaydı o da Dani 'nin sonunu getirmek.

 

O an yavaşça tırnaklarım uzamaya ve keskin ince bir hale geldi. Uzun siyah tırnaklarım gözler önüne serildi. O an yaptığım şeyi gören Dani rahatlamış bir ifadeyle konuştu. Erken sevinmişti hata yaparak.

 

"Ne o bana zarar mı vereceksin?" dedi alaylı bir sesle konuşarak. Ona tek kaşımı kaldırıp bilmem dercesine bakıp sonrasında suskunluğum kesip konuştum.

 

"Hayır." dedim kesin net bir bir şekilde. " Amacım sana zarar vermek değil." demiş ve içimden devam etmiştim. 'Şimdilik ama...' sonra hemen devam ederek onu sarsacak cümleleri zikretmiştim. "Sana değil şu an kendime zarar vereceğim."dedim ve kafasının daha çok karışmasını sağladım. Benden böyle bir yanıt vermemi beklemiyordu. Çünkü aklında ona zarar vereceğim düşüncesi vardı. Ama bilmiyordu ki acıyı tatmadan acı verilmeyecek olduğunu. Acıyı en iyi acıyı bilenler verebilirdi.

 

"Kendine ne yapıyorsun?" dedi Dani ikinci kez kaygıyla. Bakışları ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalışan bir ifadeyle bakıyordu. Ama ifadelerim o kadar hissizdi ki bir iz bulamıyordu yapacağım şeye. Buda işime gelirdi

 

"Baştan beri aslında yapmam gereken şeyi. Yani seni yok etmek için öncelikle kendime zarar veremem gerek." dedim ve onu afallamasını sağladıktan sonra hiçbir tereddüt dahi etmeden önce sol bileğimi sonra sağ bileğimi kestim.

 

Yavaşça bileklerimden akan kan yavaşça bir sis bulutu gibi etrafımda yer almaya ve bir sis bulutu gibi etrafımı çevrelemeye başladı.

 

"Ne oluyor bu da neyin nesi?" dedi Dani artık iyiden iyiye korkmuş bir halde.

 

Ah şu an mı farkına vardı her şeyin? Şu an mı anladı sonunun geldiğini? Çok yazık çok geç kalmıştı halbuki. Birkaç adım geriye gideceği anda birden bir şeye çarpmış gibi olduğu yerde duraksadı. Ah bunu erken anlamış oldu. Aniden arkasına dönüp ellerini önündeki görünmez kalkana yasladı ve elleriyle baskı uygulayıp dışarı çıkmak için çabaladı. Çabası çok yersizdi ama. Ve gülünç.

 

"Ne yapıyorsan bir an önce buna son ver!" diye kükrercesine konuşunca ona sadece alaycı bir üslupla baktım. Ah küçük bir kaplan gibiydi şuan içinde olduğu görünmez kapan içerisinde.

 

"Az önce bana sordun ya bu da neyin nesi diye. Yanıtlayayım seni o halde." Bu benim kanımı sunduğum Kan Yemini büyüsü . Ve kan akmaya devam ettiği müddet sen bu kalkan içerisinde tutsaksın. Kaçış yok yani. Sana en son planımın bu olduğunu ve sonunun bu şekilde geleceğini söylemek isterim. Bu Kan sadece bana ait değil ve kanın koruyucusu senin yüzünden akan bu kanın şu an bedelini ödemeni istiyor."dedim ve Dani 'ye doğru ilerledim .

 

O an birden gözlerim içinin büsbütün yavaşça simsiyah olduğunu hissettim.

 

O anda kalkanın içerisinde çırpınan Dani sinirimi bozduğu için onu sabit tutmaya karar verdim. Dani birden hareket edemeyince sinirden haykırmaya başladı.

 

Yanına yaklaştığım anda etrafımda buluna sisler yavaşça bir el formatında bulunup, Dani 'nin bedenini çepeçevre kuşatmıştı. Binlerce el vardı benden olan. Hepsi bir şekilde Dani' yi kıskıvrak yakalamış ve onun kıpırdamasına engel oluyordu. Ve iki el onun şakaklarına yerleşip zihnine dokununca acı çekmesini sağladı. Şiddetli bir acı onu büsbütün ele geçirdi. Ona olduğum yerde yavaşça haz alan bir halde bakan bir ifadeyle bakıp konuştum.

 

" Bakalım acıya ne kadar dayanıklısın?" dedim kendi kendime konuşur gibi. Sesim meraksız ve sakin çıkmıştı. Çünkü bu acıya asla dayanamazdı bunu biliyordum. Ve sonrasında zihnime düşen acılar seslice dile geldi benden bağımsız olarak.

 

"Bende önce kardeşimi, sonra Dehliz ve sevdiğim adamı aldın." dedim acının ete kemiğe bürünüp beni mahkum eden hissiyatı içerisinde. Ve o anda daha çok acı çekmesini sağladım. Zihinde ona karşı başlattığım bir acı savaşı vardı. Ve buna istese de engel olamıyordu.

 

"Acı çek." diye usulca fısıldadım. "Acı çektiğini görmek istiyorum. Gözlerini açık bırak! "diye emredici bir sesle konuşunca anında gözleri açıldı ve acıdan yaşlar akan göz bebeği olmayan bembeyaz gözlerini bana dikti.

 

" Durdur... Durudur şunu. "diyen kesik sesini duyunca olduğum yerde ona buyurgan bir ifadeyle baktım.

 

" Ah bu imkansız artık yok olman gerek. Ve bu önce zihninde sonra bu değersiz ruhunda olacak. "dedim ve onun zihinsel olarak acı çektiği anlarda onu birde dış kuvvetler kullanarak yok etmeye başladım. " Sen hiçbir zaman sevgi nedir bilmedin. Bilmeyeceksin de hiçbir zaman. Kimsenin senin için kendini asla feda ettiğinin ne hissettirdiğini de bilmeyeceksin. Sen ömrü hayatın boyunca sadece yalnızlığı bildin ve onunla da yok olacaksın. "dedim ve daha çok acının şiddetini arttırdım. Acıdan yüksek bağırışlarla bağırıyor, ne kadar kıpırdamaya çalışsa da onu sımsıkı tutan sis engellerden kurtulamıyordu.

 

" Benden aldığın kayıpların bir bedeli olmalıydı. Kaybın için çok üzgünüm demiştin ya. Asıl ben çok üzgünüm seni daha önce yok etmediğim için." demiş ve son hamleyi yapmıştım. Ve içimdeki Yitik Ruh aniden dışarı çıkmış ve bir anda yok edici pençeleriyle Dani 'yi olduğu yerde parçalara bölmüş ve sonrasında tekrar bedenime sızarak yok olmuştu.

 

O anda Dani 'nin ruhu büsbütün tüm Kan Yemini kalkanı içerisinde parçalara ayrıldığı andan sonra kuvvetli bir sesle patlamış ve sonrasında tüm kalan parçaları Kan Yemini kalkanı tarafından yok edilmişti. Onun yok oluşunu sakin bir halde izlemiş ve yok olduktan sonra Dani anında bir adım geriye doğru çekilmiştim. Ama daha işim bitmiş değildi. Sırada bu savaşın başını çeken Esila vardı. Onun da sonunu getirmem gerekiyordu.

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Bakışlarımın hedefinde olan Esila 'ya usulca baktım. Her iki tarafında Karanlık Ruhlar yer alıyordu. Onun kaçmasını bu şekilde engellemiştim. Aslında kaçsa dahi beden asla kurtulamazdı ki. Onu nereye giderse gitsin hangi deliğe girerse girsin bulurdum. İstese dahi ona biçtiğim cezadan kurtulamazdı.

 

Zihnimde ona da bir son planlanmıştı. Artık sonunun geldiğinden e o da emindi. Ama ilk önce yapmam gereken şey karnında ona ait olmayan bebeği almaktı. O varken ona bir şey yapamazdım. Sakin yavan adımlarla ona ilerlerken o anda yavaşça parmaklarım kıpırdarttım ve karnında bulunan bebeği ona en acı verecek şekilde ondan almaya başladım.

 

Acımadım. Keza o bana bu zamana kadar asla acımamıştı. Duymazdan geldim attığı acı dolu çığlıklarını. Keza o da duymazdan gelmişti acıdan nefesim kesilene kadar attığım çığlıklarıma.

 

Yere dizlerinin üzerine çöküp acıyla iki büklüm olduğu halini kayıtsızca izlemiş ve asla bakışlarımı kaçırmadan onu izlemiştim. O çığlık atarak sessizliği yok ederken o anda onun bu halini sanki hiç görmüyormuş gibi çok rahat bir tavırla konuşmuştum.

 

"Ah nasıl oluyormuş öyle acı çektiren değil de çeken taraf olmak? Çok sancılı değil mi? Çok acı veriyor insana. Ama buna dayanabilirsin. Şimdilik. Çünkü bu daha hiçbir şey sana yapabileceklerim arasında. Daha asıl yapmam gereken şeyi yapmadım." demiş ve anında küçük büyüyle yere doğru eğmiş başını doğrultup gözlerime bakmasını sağlamıştım.

 

" Gözlerime bak Esila. Bak ve her daim sonunu getireceğim dediğin kadının asıl senin sonunu getirdiğini anla. Bak ve kaybettiğini anla. Sen kaybettin Esila." diye nefretle, soluk soluğa cümlelerimi zikretmiştim. Gözlerimde galibiyetin izleri vardı. Onun bakışları ise son anını yaşayan bir hastanın ifadesiyle bana bakıyordu.

 

"Ne dememi bekliyorsun?" diye yorgun bir sesle konuşunca Esila, anında emir verdiğim Karanlık Ruh'un onu ensesinden tutup başını geriye doğru çekmesini emretmiştim. Başı geriye doğru düşen Esila acıdan inlerken onun bu haline başımı iki yana sallayarak bakıp çok yazık dercesine bakmıştım.

 

"Hep o kadar kesin bir şekilde konuşup durdun. Bu senin açından takdir edilesi bir şey olabilir ama sen bu savaşa sevdiklerimi dahil etmeye başladığın anda çoktan kaybettin. Belki de sadece beni dahil ettiğin bir intikam olsaydı sen kazanma ihtimaliyle karşı karşıya gelebilirdin. Ama sen yanlış yoldan ilerlemeyi tercih ettin ve bu yol seni şu ana getirdi. Dizlerinin üzerine çökmüş bir mağlubiyet içerisinde son anlarını yaşamanı sağladı. Az önce dedin ya ne dememi bekliyorsun diye. Hiçbir şey demeni beklemiyorum çünkü şu saatten sonra sözler değil eylemler belirleyecek sonu. Bu hikayede kayıplar vererek kazanan ben oldum. Sense kazandığını sandığın her an aslında kaybeden taraf oldun. "demiş ve Karanlık Ruhlara emir vermiş ve Esila 'nın yanından ayrılmasını sağlamıştım. Beni tedirgin gözlerle inceledi. Kıpırdamak için ne kadar çabalasa da buna engel olmuş ve onu olduğu yerde sabit durmasını sağlamıştım.

 

"Bana ne yapacaksın?" dedi Esila, sonunun ne olduğunu anlamak istercesine.

 

Tehlikeli bir gülümsemeyle ona baktım. Bu sorusu zihnimde sadece gülümsemi sağlamıştı. Çünkü sonu hep zihnimde var olmuş bir tasarıydı. Ona yavaşça yaklaştım ve çenesini usulca parmaklarımla kavrayıp yavaşça yüzümü ona doğru eğip tam gözlerine gözlerimi çevirdiğim anda sorusuna yanıt verdim.

 

'' Çok şey... ya da hiçbir şey. "diyerek onu büyük bir ikilemin içerisinde bıraktım." Sen seç hangisi? Çok şey mi yoksa hiçbir şey mi? Vereceğin bu iki yanıttan biriyle seni yok edeceğim. "dedikten sonra bu duydukları onun korkuyla bana bakmasına neden olmuştu." Unutmamak en büyük lanetim Esila. Ve sen bunu bile bile bana zarar vermeye devam ettin. Şimdi ise sana bu hikayede payına düşeni kabul etmek kalıyor. Bak Dani 'ye ne oldu ona. Sana da bir benzeri olacak. "dedikten sonra yavaşça geriye çekilip son kez ona bakıp yapmam gereken şeyi yapmaya başladım.

 

"Hiçbir zaman meselem sen değilmişsin ki. Benim meselem Dani 'yledi. Ve sen bu yolda boşu boşuna yanan kişi oldun Esila. Aslında kendi sonunu kendin getirdin. Haberin yoktu ben bunu sana söyleyene kadar. Neyse daha fazla seninle muhatap olmak istemiyorum. Yani demem o ki seninle pek Dani' ye olduğu gibi alakadar olmayacağım maalesef."dedikten sonra yavaşça onun etrafının kırmızı sislerle çevrilmesini ve o sisin içerisinde kaybolmasını sağlamıştım.

 

Arkamı dönüp ilerlemeye başlarken o sırada benden emir alan Yitik Ruh aniden bedenimden çıkarken hızla o kırmızı sisler arasına sızıp Esila 'nın sonunu getirme işlevini üstlendi. O anda yoğun bir acı nidası duyuldu ve her şey son buldu. Yitik Ruh gerisingeri bedenime geri saklandıktan sonra olduğum yerde durup derin bir nefes alıp avuç içimi açıp, avucumda duran yüzüğe bakışlarımı çevirdim.

 

Bitti.. Her şey bitti. İstediğim gibi bir son olmuş olabilir ama bu süreçte istemediğim aklımın ucundan bile geçmeyen şeyler yaşadım. Ahrar... Sevdiğim adamı kaybettim. Ben şimdi nasıl onun yokluğuna alışacağım? Ben...ben...

 

Etrafıma baktığım anda kaçırılan kişilerin artık zihinlerinin Dani 'nin yapmış olduğu büyü etkisinden kurtulduğunu görmüştüm. Diğer tarafa baktığım anda herkesin yaptıklarım sessizce, oldukları yerde izlediğini görmüştüm. Onlar kaçırılan kişilerle mücadele etmişti.

 

O anda taşları yok etmekle ilgilendiğim için savaşın sadece yansıttığı seslerini işitmiştim. Eğer taşları yok etmek yerine ya da onlara bu kadar yoğunlaşmak yerine etrafımdaki tehlikeye odaklanmış olsaydım belki de Ahrar şu an hayatta olabilirdi. Bakışlarımı uzağımda bana bakmakta olanlara çevirdim ve acı dolu bir tebessümle onlara bakıp son cümlelerimi dile getirdim.

 

"Galibiyetinizi kutlarım. Sonunda zafer sizin oldu. Azılı düşmanlar yok oldu. Tehlike sona erdi. Artık huzurlu bir yaşam sizleri bekliyor." dedim ve bakışlarım boşluğa çekip kendim için bu sefer cümlelerimi zikrettim. "Bense yine büyük bir kayıp verdim. Sanırım hayat boyunca hep kaybedip galibiyeti sağlamış olacağım. Benim için bir anlam teşkil etmemiş olacak bu şekilde kazanmak." dedikten sonra son kez bakışlarımı herkeste gezdirdim. Hepsi bana üzgün, ne yapacağını bilmeyen, acı çeken bir ifadeyle bakıyordu. Hepsi şu halime içi gidercesine bakıyordu.

 

Kimse bir şey diyemedi. Zaten denilecek bir şey kalmamıştı. Bakışlarımı Ahrar 'ı kaybettiğim yere çevirdim ve onu kaybettiğim yerde onun izini yaşatmak adına mavi şakayık çiçekler olmasını sağladım. Çünkü buraya çok sık gelecektim. Onun varlığını kaybetmiş olsam da ondan kalan izi kaybetmek istemiyorum. Yavaşça ayrılmak için harekete geçtim. Artık gitme vakti gelmişti. Artık yok olma vakti gelmişti.

 

O an Victoria 'nın yanıma gelmek için harekete geçtiğini ama bunun Süreyya hanım tarafından engellendiğini gördüm. Yalnız kalmamı istediğimi bilmesi ve bunu sağlaması benim için çok anlamlıydı.

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Zamanın unutulduğu bir anda, bir ölümün en sancılı anını yaşıyordum. Nefes almak bile acı verir miydi? Yaşam bu kadar lanetlenmiş hissi verir miydi? Şunu anlamıştım ben acı çekmek için lanetlenmiştim. Ve sevdiklerimse ölmek için lanetlenmişti. Ben etrafıma ölüm varlığını yayan bir lanetim. Ben yaşamı yok eden bir nedendim.

 

Ben acıyla var olmuş ve acıyla yok olandım. Gitmişti... Hayatımda kimsenin varlığı kalıcı olamıyordu. Herkes kısa sürede hayatımda bulunuyor sonrasında beni terk ediyordu. Ben yalnızlıkla lanetlenmiştim. Benim en büyük lanetim unutmamak ve kayıplar vermekti. Benim en büyük lanetim sevmemekti. Çünkü seversem kaybediyordum. Çünkü sevince acının en katlanılmazıyla baş başa kalıyordum.

 

Savaş alanından uzaklaşmış ve kendimi kimsenin olmayacağı ve kimsenin beni bulmayacağı bir yere gelmiştim. Neredeydim onu da pek bilmiyordum. Sadece tek olacağım bir yerde olmak istemiştim ve şimdi burada ismini bile hatırlamadığım yerde durmuş, üzerinde durduğum kayalıklardan aşağı doğru bakıyordum.

 

İntihar etmiyorum merak etmeyin. Sadece bir süreliğine olsa da ruhsal acıdan arınmak ve fiziksel acıyla sınamak istiyorum kendimi. Çünkü olmuyor yapamıyorum. Aklım, kalbim, ruhum ve bedenim verdiğim kaybın acısı altında enkaza dönüşüyor. Boğulacak gibi hissediyorum. Canım çok yanıyor. Acıdan ölüyorum. Ölümün bu kadar sancılı olduğunu bilmiyordum. Yapamıyorum. Kendimi acıya alıştırmıyordum. Bağırıp çağırmak istiyorum. Avaz avaz ağlamak istiyorum.

 

Dizlerimin üzerine çöküp kayalıklara çarpan dalgaları izledim gözyaşlarım arasından. Sessizce göz yaşı döküyor, yaşadığım acının altında çırpınıp duruyorum. Zihnimin karanlık zifirisinde tek bir cümle kol geziyor.

 

'O senin yüzünden öldü. Sen onun ölümünün yegane sebebisin. Sen onun asıl katilisin.'

 

Yaşamın verdiği acıları daha ne kadar dayanabilirim kestiremiyorum. Ölüm hep yanı başımda oldu ama beni yanına almak yerine sevdiklerimi almayı tercih etti ilk.

 

Onun ölümü zihnimde canlanınca o anda birden kendimi kaybettim ve hüngür hüngür ağlamaya başladım.

 

Artık büsbütün fırtına kopmaya başlamış ve kendimi çoktan şiddetli bir sarsıntıya bırakıp paramparça olmuştum.

 

Kendimi kaybetmiştim ve artık tüm hıncımı gökyüzüne bağırarak çıkarmaya başlamıştım.

 

"Neden... Neden... Söyle bana neden bu olmak zorundaydı? Ben neden hep kayıplar vermek zorundayım?" dedim ve hıncımı kendimden çıkarıp parmaklarımı saçlarıma geçirip hırsla çekiştirip durmaya başladım. Acı çekmem gerekiyordu. Çünkü benim yüzümden o şu an yoktu.

 

" Yine olmadı! Yine başaramadım. Kaybettim. Hep olduğu gibi. "diye avaz avaz bağırıyor tüm nefretimi, öfkemi kusuyorum. Kimse derseniz bende bilmiyordum." Ona zarar veren ben oldum yine. Ama.... "dedim ve anlaşma aklıma geldi.

 

İşe yaramadı değil mi yarasaydı şu an yanımda olurdu. O an hiddetle konuşurken buldum kendimi.

 

" Gördün mü Rosa olmadı yapamadık. Sevdiklerimizi geri getirmedik. Yoklar şimdi. Başarısız olduk. Oldum... "dedim hüzünle, ruhuma kazınan acıyla. Yapamadım. Onu gerçek anlamda koruyamadım.

 

Yavaşça avuç içimden destek alarak tekrardan ayağa kalktım. Ve bakışlarımı şiddetli gelip giden dalgalara çevirdim. Biraz olsun bu hayattan uzlaşmak bana iyi gelecekti. Bu düşünceden hemen sonra kendimi kaybedişin verdiği yenilgiyle kendimi koca dalgalara usulca bıraktım ve hiç çırpınıp durmadan akıntıya suya kendimi teslim ettim.

 

Aklıma sadece Ahrar 'la yaşadığım anılar geldi ve o an bunları artık zihnimde bit anı olarak hissedeceğimin verdiği acı gerçek kalbime bir hançer saplamakla el değerdi.

 

O bir daha yoktu. O bir daha yakınımda yamacımda olmayacaktı.

 

Oysaki onun sesi meğer benim sessizliğimmiş.

 

Oysaki onun varlığı meğer benim yaşam kaynağımmış.

 

Oysaki onun bakışları meğer benim dünyammış.

 

Oysaki onun kap atışları benim en güzel müzikalimmiş.

 

Oysaki onun yüzü meğer benim en güzel manzarammış.

 

Ve ben şu an bunların hepsini yitirdim. Bir hatayla... Bir dalgınlıkla... Bir aptallıkla...

 

Ahrar bu hayattaki en büyük aydınlığımdı. Zihnimin en karanlık zifirisinin bile bu aydınlığı asla yok edemeyeceği bir aydınlığa sahipti. Ve ben aydınlığımı yitirmiştim. Ben büsbütün karanlığa artık saplanıştım. Artık gün ışınları bana ulaşamazdı. En dibe çakılmıştım onun gidişinden sonra.

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Gözlerim kapalı öylece dibe çakılırken kendimi acıların boşluğuna bırakıp hissizliği bertaraf etmek istedim kendimden.

 

Hissetmiyordum; yaşamın verdiği hisleri.

 

Hissetmiyordum ;anıların verdiği huzuru.

 

Hissetmiyordum ; kalbime gömülü sevgiyi.

 

Yavaşça bedenim dibe çakılırken artık okyanusun dibi zifiri karanlıktı. Hiçbir şey gözle görülür değildi. Anlamıştım artık karanlığın büsbütün aydınlığı yok ettiğini ondan geriye bir şey bırakmadığını...

 

Gözlerim istemsizce açılırken birden bana doğru bir elin uzandığını ve yavaşça havada asılı kalan sol elimi kavrayıp beni hızla yüzeye doğru çektiğini hissedince aniden zihnimdeki bulanıklık yok oldu ve beni okyanusun dibinden çekip çıkarmaya çalışan kim diye anlamaya çalıştım. Ve o an bunu yapanın aslında içimde bir yerlerde olduğunu sandığım Yitik Ruh yani Rosa olduğunu fark ettim.

 

O an ona hiddetle çıkıştım.

 

"Ne yaptığını sanıyorsun sen! Senden bunu isteyen oldu mu?" Dedim yüzeye çıkmış ve suyun içerisinde öylece dikilirken. Su sakinleşmiş ve artık dalgalar yoktu. Yüzümdeki küçük su damlacıkları yüzümden usulca yok alıp suya damlayıp dururken, ben bakışlarımı suyun yüzeyine çıkardım. Çünkü orada Yitik Ruh yani kendimin yansımasını gördüm.

 

Kızdığım kendim miydi yoksa o muydu bilmiyorum.

 

"Bak acı çektiğini biliyorum ama böyle yaprak kendine zarar veriyorsun ve ben buna izin vermem. Bir anlaşmamız var ona göre hareket et." diye beni uyarınca ona göz devirircesine bakıp hiçbir şeyin bu saatten sonra umurumda olmadığını açıkça ifadelerimle belli etmiştim. Tam ona cevap vereceğim anda son dediği cümleye odaklanan zihnim hüzünle aydınlanmıştı.

 

Onunla olan konuşmamız arasında aklıma daha önce yaptığımız anlaşma geldi. Boşuna olduğunu şimdi anlaşmış oldum.

 

Onunla ilk anlamamızda ondan bir şey istemiştim. O konuşmalar zihnimde tekrar canlandı şu anda.

 

"Rosa senden şunu istiyorum sana bir parça ruhumu vereceğim ve o sana güç verecek. Ve bu sayede daha çok güçlü olacaksın ama bende senden iki şey istiyorum. "dediğim anda bu son cümledeki isteğime kinaye içeren bir şekilde güldü.

 

" Pazarlık konusunda biraz yetersiz gibisin." demesiyle erken güldün dercesine ona yanılıyorsun dercesine baktım.

 

"Senden Karanlık Ruhları başka bir boyuta yani Ruhbaz Ruhlar formuna taşımanı istiyorum. Ve diğer isteğim ise Ahrar 'ın ruhunu tamamlamanı ve ölen sevgilin Yitik Ruh' tan Tevris 'in Ruhunu sana verdiğim ruhla canlandırıp onu Ahrar' la bir bütün hale getirmeni istiyorum. Diğer türlü tam yetki bana ait sen sadece ben istediğim an bedenime sızacak ve bazı şeyleri yapabileceksin . İster kabul et. İstersen anlaşmayı tamda şu an fes edelim. "demiş ve cevap vermesini sessizce beklemiştim. Çok gecikmeden Rosa duymak isteğim cümleleri kurmuştu.

 

" Tamam ama bunun öyle kolay olacağını sanma. Her an ters tepki verebilir ve istediğimizi almayabilir. "demesiyle yüzüm düşse de bu riski almaktan başka çarem olmadığını da biliyordum.

 

Yansımaya hüzünlü bir ifadeyle baktım.

 

" Dediğin gibi oldu. Ters tepki verdi büyü. Eğer olsaydı şu an Ahrar hayatta olabilirdi. Ve Tevris onun bedeninde hayat bulurdu. Kaybettik Rosa daha başlamamış olan bir yarışta biz çoktan kaybetmiş bulunduk. Hayat bize savaşma şansı tanımadı." dedim ve yansımaya iç çekerek bakıp sonrasında kıyıya doğru yüzmeye başladım. Hızla suya daldım ve tüm gücümle yüzmeye başladım.

 

Ne yazık yaptığım he plan usta bir manipülasyon dehası olan hayat tarafından yerle bir edilip duruldu.

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Kulenin önüne geldiğimde öylece dışarıdan kuleyi izlemeye başladım. Sakin bakışlarım altında ne kıyametler kopuyordu. Zihnimde ne çığlıklar zelzele oluşturuyordu. Kalp atışlarım ne de korkuyla, acıyla mücadele ediyordu. Bedenim buz kesmiş, ıpıslak saçlarım omuzlarımdan dökülüyordu. Kıyafetlerimi değiştirmiş, yerine simsiyah uzun bir elbise giymiştim. Acı her yerdeydi ; zihnimde, bedenimde ve ruhumda...

 

Nereye kaçsam gideceğim her yer aslında bana acıyı yaşayacaktı. Bende acının merkezine gelmeyi tercih ettim. İç çekerek yorgun bakışlarla kuleye baktım.

 

Beni bu kulede sevdiğini söylemişti.

 

Beni bu kulede ihanetle tanıştırmıştı.

 

Bana bu kulede ruhunun yansıması olduğunu söylemişti.

 

Bana bu kulede evlilik teklifi etmişti.

 

Bana bu kulede sevginin ne demek olduğunu söylemişti.

 

Onunla burada çok fazla anım var. Her bir köşesinde hemde. Ama ben burdayım o yok. Benden şu an çok uzakta, hemde çok uzakta. Ona ulaşamayacağım bir yerde.

 

Benden kopup gitti. Ve şu an onun varlığını hissetmek istediğim her an odasına gizli gizli gidemeyeceğim. Onu geceleri artık ondan habersiz seyredemeyeceğim. Ben istesem veya istemesem bile onu artık görmeyeceğim. Bununla yüzleşmek çok ağır geliyor. Artık burada bulunmak hem acı veriyor hemde onun izlerini görmek adına mutluluk veriyor.

 

Yavaşça kuleye girmek adına olduğum yerden hareketlendim. Her adımda düşüncelerim bana çok sancı verdi. Ağlamak artık ruhsal bir boyuta taşınmıştı.

 

Artık içim kan ağlıyor, dışarıdan hissiz gözüküyordum. İçimde dinmeyen bir acı vardı. Ve bunun sonu asla gelmeyeceğini şu an şu saatte anladım. Kaygılarım gerçek olmuş ve sevdiğim kişinin ölümünü görmüştüm. Bizzat kollarım arasında. Onun o an benden gidişi ne acılar vermişti. Aklımı kaçırmak üzereydim.

 

Belki de kaçırmıştım kim bilir? Belki de aslından kayıplar verdiğim ve hep vereceğim bir dünyayla cezalandırılmış olabilirdim. Acı içinde gözlerimi yumdum ve kulenin çift kanatlı ön kapısından içeri girdim. İlk adım benim için zordu çünkü sağıma baktığım anda Ahrar 'ın odasının bulunduğu koridor gözlerime çarptı. O an zihnimde onun varlığının halüsinasyonu görmüş gibi oldum.

 

Onu gördüm ; fısıltılar sustu.

 

Onu tanıdım ; anılar yaşam buldu.

 

Onu tanıdım ; ihaneti tattım.

 

Onu tanıdım ; affetmeyi öğrendim.

 

Onu tanıdım ; yaşamın acı vermediğini fark ettim.

 

Onu kaybettim ; büsbütün hislerimi yitirdim.

 

Onu kaybettim; kalbim tamamen işlevsiz hale geldi.

 

Onu kaybettim; onsuzluğun ne denli acı verdiğini anlamış oldum.

 

Onu kaybettim ; nefes almanın bile hayatta tutmak için tek neden olmadığını anlamış oldum.

 

Onu kaybettim ; anılarına sığınarak bir yaşamı devam ettirecek olduğumu fark ettim.

 

Sağa doğru dönüp diğer koridora yani onun odasının olduğu tarafa doğru ilerledim. Kule sessizdi. Sanırım kimse daha gelmemiş olmalı. Keza kimsenin nerede olduğuyla ilgilenmiyorum artık. Ben onları zaten büyük bir dertten kurtarmıştım.

 

Artık büsbütün bir tehlike yoktu onlar için. Ama benim için vardı. Çünkü kimsem kalmamıştı ki. Herkesi yitirdim. Hemde herkesi...

 

Varisler , Dennis ve Victoria....

 

Onlar artık hayatlarını yaşamlı. Benim bu yitik hayatının sancısıyla meşgul olmaları gerekmiyor. Ben artık tam olarak ne yapacağımı bile kestiremiyorum. Sahi ne yapmam lazım? Her şeyi hemde her şeyi geride bırakarak buraya bir daha gelmemek adına burayı terk mi etmeli? Yoksa zamanla iyileşmiş olacağım umuduna tutunmak düşüncesiyle hareket mi etmeli ve burada kalarak günlerimi böyle mi devam ettirmeli miyim?

 

Buna verecek bir cevabım yok. Sonrasında olur mu onu da bilmiyorum ki.

 

Yavaşça son birkaç adımda Ahrar 'ın odasının kapısını önüne varmış ve öylece kapıya bakar olmuştum. İçeriye girmek için can atıyorum ama çekincemde var fazlasıyla. Onun kokusunu solumak istiyorum. Ama onu orada görmeyecek olduğumun gerçeği yüzüme bir tokat gibi çarpınca ne yapmam gerekiyor kaygısı içerisinde olduğum içinde adım atamıyorum.

 

Korkuyorum hemde öyle böyle değil. Zihnim sanki kapıyı açmazsam Ahrar 'a hiçbir şey olmamış yalanına sarılacak düşünecesi içerisinde. O sanki şu an odasında ve ben bu kapıyı açmadığım müddetçe orada kalacak düşüncesi içerisindeyim ama bunun sadece bir zihin kurmacası olduğunu biliyorum.

 

Yavaşça tereddüt eden parmaklarım kapının kolunu kavradı ve yavaşça kapı kolunu aşağı indirip usulca kapıyı açıktan sonra içeriye doğru adımladım. İçeriye girer girmez anında o aşina olduğum Ahrar 'ın kokusu burnuma geldi. Kokusu yok olmasın diye aniden içeriye girdim ve hemen ardımdan kapıyı örttüm.

 

Sonrasında ise aniden bu ortamın bende dahil hiçbir şeyden etkilenmesin diye kuvvetli bir büyü yapmıştım. Bu sayede burası sonsuza kadar korunaklı olacak ve benden başka kimse buraya gelmeyecek. Burası artık benim mabedim olacaktı ve buraya benden başka kimse gelmeyecekti. Usulca odada bakışlarımı gezdirdim.

 

Benim gelmediğim şu zamanda Ahrar burada epey bir bilgi arayışında bulunmuştu çünkü biraz ileride on adet kitap tekli koltuğun önünde duran orta sehpa üzerinde açık vaziyette duruyordu. Yatağı hiç bozulmamıştı. Bakışlarımı her köşede her noktada gezdirdim.

 

Sonrasında birden gözlerime hücum eden gözyaşlarını tutamayacağımı anlayınca o anda içli içli ağlamaya başladım. Ben onsuz ne yapacaktım? Nasıl dayanacaktım? Nasıl nefes alacaktım ben onsuz? Gücüm yoktu. Bunu kaldırmaya hiç mi hiç gücüm yoktu.

 

Kızgın bir ateşin yanığı gibi her görüşte onunla yandım. Ona yanıldım, ona kapıldım. Ve ona saplandım. Ve şimdi saplandığım bu yerden zorla koparılıyordum buna rızam olmadığı halde. Ben onun varlığıyla hayat bulduğumu, acıların bile onunla yavaşça yok olduğunu fark etmiştim. Ama şimdi o yoktu ve acıların en büyüğüyle baş başa kalmıştım.

 

Yavaşça yatağa doğru ilerledim ve yatağa cenin pozisyonunda uzanıp onun yastığa sinmiş kokusunu solurken ağlamaya devam ettim.

 

Bir kez... Bir kez daha onun beni sevdiğini söylediği cümleyi duymak isterdim. Bir kez... Bir kez daha onun kolları arasında olmak isterdim. Bir kez... Bir kez daha onun lacivert harelerine uzun uzadıya bakmak isterdim. Sahi kimi kandırıyorum bunu yüz yıl değil asırlar geçse de doymazdım ve yetinmezdim.

 

Onu geri gelmesi için her şeyi yapardım ama artık her şey için çok geçti. Geçti değil mi?

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Gözlerimi açtığımda çoktan içerisinin karanlık olduğunu ve çok uzun süre uyuya kaldığımı fark ettim. Yorgunluktan epeyce uyumuştum ama huzursuz bir uykuydu, gördüğüm kabuslar, anılar içerisinden bir diğerine yaptığım geçişler beni zihnen yormuştu. Gözlerim ağlamaktan şişmiş ağrısı yeni yeni kendini belli ediyordu.

 

Boğazımdaki ağrıyı saymıyorum bile. Bedenimin ağrımayan bir yeri yoktu aslında. Tavana çevirmiş olduğum bakışlarımı yavaşça odaya çevirdim. Zifiri karanlıktı aynı zihnimdeki karanlık gibi. Sessizlik odaya sinmiş, sanki yaşam yokmuş hissi veriyordu. Zihnimse bir cenk içerisindeydi ve hiç susmayacak bir gürültü içerisinde tıkılı kalmıştı. Yavaşça olduğum yerden ayaklandım ve boş vermişliğin verdiği hisle yavaşça odada tur atmaya başladım.

 

Özlemle odaya bakıyor ve burada Ahrar 'la yaptığım konuşmaları, anları anımsıyordum. Sahi onunla çok az vakit geçirmiştim değil mi? Çok azdı onunla olan anılarım. Ve h bana yeterli değildi. Çünkü hep aynı şeyleri anımsıyordum. Yavaşça adımlarımı hep oturduğu tekli koltuğa doğru yönlendirdim.

 

Koltuğa kısa bir bakış attıktan sonra yavaşça arkamı dönüp tekli koltuğa oturup sanki burada bulunursam onu hissedebilirim düşüncesine kapıldım o anda. Başımı geriye yasladım ve iki kolumu tekli koltuğun kenarlarına yaslayıp öylece birkaç saniye bekledim. Neyi beklediğimi bilmeden. Sahi neyi beklemiştim? Onun sesini duymayı mı? Kokusunu solumayı mı? Yoksa başka bir şey miydi beklediğim?

 

Dakikalarca öylece olduğum yerde durmuş kendi kendime düşünürken birden raflarda aniden bir kitabın cildinde birden parıltı belirince kaşlarımı çatarak kitabın bulunduğu kısma baktım. Bu parıltı da neyin nesiydi? Yavaşça parmaklarımı hareket ettirip hızla kitabın olduğu raftan bulunduğum alana doğru gelmesini sağladım.

 

Saniyeler içinde kitap parmaklarım arasında olmuştu. Yavaşça kitabı iki elimin arasına alıp gelişi güzel incelemeye başladım. Kitap siyah eski deri bir cilde sahipti ama sırt kısmında küçük bir sembol bulunuyordu. Sembolü görmeyince hemen önümü aydınlatmak için ışık topu oluşturdum.

 

Ve saniyeler içinde kitabın sırt kısmında bulunan sembolün ne olduğunu görmüş oldum. Sembol bir çiçek figürüydü ve bu çiçeği daha önce hiç görmemiştim. Yavaşça parmak uçlarım çiçek figürü üzerinde gezindi. Sonrasında ise bakışlarım merakla titreşti. Acaba içinde ne vardı? Yavaşça kitabın kalın deri kapağını açıp içerisine bakmaya başladım.

 

İçinde bulunan el yazısı tanıdık geldi. Çünkü bu yazı Ahrar 'ın el yazısıydı. Kitabın giriş sayfasında benim ve onun ismi yazılıyordu. Bu daha çok merakımı cezbetti. Diğer sayfayı çevirdiğim anda gözüme çarpan Cümleler şaşkınlıkta gözlerimin irice açılmasını sağlamıştı. Çünkü bu bir yıl önce ilk aldığım ceza sonrasında Ahrar 'ın merakını gidermek adına yazdığım bir mektuptu ve hâlâ var olduğunu düşünmüyordum ama o bunu onca ay boyunca saklamıştı. Yavaşça yazılanları bir kez daha okudum.

 

"Beni bu kadar merak edip bana ulaşmak için çok çabaladığını bilmiyordum. Kalkanı geçip bana ulaştırdığın kitapta yazdığın sözleri okumak biraz da olsa Ruh durumumu değiştirdi. Ve şunu söylemek istiyorum; iyiyim...iyi olmak için çabalıyorum. Daha kötü olduğum günlerde oldu ama her sancılı gece kendini huzurlu bir sabaha bıraktı. Zor oldu geç oldu ama bıraktı. Şimdi bir kaç gün de olmayacağım ama geri döneceğim. Hep dönerim bir yeri terk etmeyi sevmem. Zorda kalmadığım müddetçe. Ama kalırsam gidişlerim de olur. Ve o geri dönülmez yola çıkar. Bir daha olmaz varlığım . Bunu görmeni istemem. Buna izin verecek bir şey yapma çünkü ihanet kabullenmek istemediğim kaldıramayacağım bir şey. Affetmek asla zihnimde geçemez o anlarda. "

 

O zaman nasılda her şeyden habersiz ve masumdum. Ama şimdi öyle değilim. Ve o zamanda bu zamana kadar çok şey değişmişti.

 

Derim bir iç çekip yavaşça sayfayı değiştirdim ve bir sonraki sayfaya geçtim. İçerisinde bulunan cümleleri merak ediyordum. Sayfayı çevirdiğim anda tanıdık bir cümle daha gözlerimin önüne serildi.

 

Ahrar benimle iletişim kurmak adına bir kitap göndermişti ve ben orada onun cümlelerine bire bir cevap verirken onun da söylediği cümleler olmuştu. Şimdi onca zamandır zikretmiş olduğumuz tüm cümlelerin onun el yazısıyla şu elimde bulunan kitaba geçirilmiş olduğunu fark etmek şaşkınlık nidası içerisinde cümleleri gelişi güzel okumamı sağlamıştı.

 

" Emira. Uzun zaman oldu. Ya da bana öyle geliyor. Bilmiyorum ama varlığının artık yokluğu ıstırap derecesine ulaştı. Eskiden seni görmez aynı yerde değildik. Bu beni durduran şeydi. Ama şimdi öyle değil aynı yerde aynı sınırlar içindeyiz ama seni görmüyorum. Göremiyorum. Neredesin? Yoksun. Bunu bilmek, hissetmek can yakıyor. Sana ulaşamıyorum ki. Kimse ne yaptığını nereye gittiğini bilmiyor. Sanki varsın ama yok gibisinde. Kulede bulunmuyorsun çoğu zaman. Nereye gittiğin muamma. Ben varım diye mi gidiyorsun kuleden? Peki nereye gidiyorsun? Lütfen düşündüğüm şey olmasın. Çünkü o olursa yıkılırım ki. Seni kaybetme istemiyorum. Soracaksın şimdi hiç kazandın mı da kaybedesin? Evet haklısın kazanamadım ama kaybetmedim de büsbütün. Sadece alıştım. Alıştırdım. Bakma neden böyle söylediğime. Seni kandırmıyorum inan. Bu oyun değil hiçbir zaman değildi. Sadece kabullenişti. Bir süreliğine ama sonrası bu şekilde olmayacaktı. Bir engel vardı. Onu yok etmek istedim ama başarılı olamadım. Emira seni seviyorum. Bu yalan değil. Oyun değil. Sana muhtacım. Seni yanımda istiyorum. Ama başaramıyorum. Ve her geçen gün seni daha çok yitiriyor, kaybediyor ve uzaklaştırıyorum kendimden. Ne yapmalıyım bilmiyorum? Sen söyle beni nasıl affedersin? "

 

Diğer sayfaya geçmiş ve diğer cümlelerimizi okumaya başlamıştım.

 

" Emira."

 

"Bugün çiçek arazisinde eğer yanlış bir şey yapmışsam bunun adına özür dilerim. Bugün bütün gün düşününce yaptığım şeyin seni incitmekten öteye gittiğini fark ettim. Ben o an sana o yüzüğü vermek istemiştim. Çünkü benim için değerli bir yüzüktü ve sende bulunması beni çok onure ederdi. Ama sanırım seni kıracak bir davranıştı. Emira amacım oyun değil. Bunu söylemekten asla yorumlayacağım. Seni seviyorum. Seni tarif edemeyeceğim kadar çok seviyorum. Ve sende bana ait bir şeyin olmasını çok istediğim için sana o yüzüğü vermek istemiştim. Ama bunun daha doğru bir zamanda olması gerektiğini bakışlarından anlamıştım. Özür dilerim seni incittiysem. "

 

Her sayfa sonrasında sanki o ana gidiyor ve sanki ilk kez bu cümleleri okuyor hissine kaplıyordum.

 

" Sahte olan bir sevginin izi yoktur ki kalpte. Onun için beni sevdiğinizi söyleyip durmayın rica etsem."

 

Bu cümlemin hemen altında bir cümle yazmıştı kendince. Ama ben bunu ilk kez okuyordum.

 

'Hiçbir an sevgim sahte olmadı sen öyle sandın. Sen o konuşmaları çok yanlış anladın. Sen beni çok yanlış anladın Emira. Ben seni ilk gördüğüm an sevdim. Bunu çok sonra anlamış olabilirim ama bu seni sevmediğim anlamına gelmez ki. Ben senin varlığını hissetmemle yaşamın ne olduğunu anlamış oldum. '

 

Bu cümleden sonra bana aynı cümleme benzer cümleyi yazmıştı.

 

'' Ya o sevgi sahte değilde gerçekse, o vakitte mi izi yoktur kalpte ? Seni değil unutmak bir an olsun kalbimden çıkaramadım ki. Seninde benden bir farkın olmadığını içten içe biliyorum."

 

Diğer sayfaya geçmiş ve bir diğer konuşmalarımızı okumaya başlamıştım.

 

"Sen bana adam hatırlamayı değil unutturmayı öğrettin. Onun için ben seni çoktan tüm varlığımdan söküp attım."

 

"Peki benim unutmak istemeyip hatırlamak istediklerim. Onlara ne olacak? Bakışlarını, ruhundan ruhuma alan hisleri, zihninden zihnime dökülenleri ben nasıl hatırlamam ki?"

 

Bir sayfa daha... Bir sayfa daha çevirdim. Ve her okuduğumda yeniden acıyla sınandım. Bir kez daha içim yakıcı bir ateş içersinde yanıyor hissine kapıldım.

 

"Kapım ardına kadar açıktı size. Taki siz o kapıyı kapatmamı sağlayana dek . Siz söyleyin neydi buna sebep olan siz mi yoksa yalanlarınız mı?"

 

"Kalbimin kapıları sonuna kadar kapalıydı . Taki sen o kapıyı açmamı sağlayana dek. Sen söyle neydi buna sebep olan sen mi yoksa sevgin mi?""

 

Sonraki sayfayı çevirdiğim anda beni boş bir sayfa karşıladı o an Zihnimdeki beliren cümleyi oraya yazmak geldi. Yavaşça masada bulunan kalemi aldığım gibi hemen sayfayı el yazımla doldurmaya başladım.

 

"Ahrar sen giderek olanları kavrayacaksın ben kalarak olanları kabulleneceğim. İkimizde pişman olacağız. "

 

Bu cümleyi yazdıktan sonra derin bir iç çektim. Ve yazmaya cesaret edemediğim cümleyi zihnimde seslendirdim. Belki de bu cümlemi zihnimde çığlık çığlığa bağırdım. 'Sen farkında olmadan yaptığın şeyden, bende farkına varmayı istemediğim ama yapmak isteğim şeyden pişman olacağız...'

 

Dolan gözlerimden yavaşça süzülen gözyaşlarım anında sayfaya damlayıp mürekkebin dağılmasını sağlamıştı. Derim bir nefes alıp ağlamamı durdurmaya çalışıp diğer sayfaya geçiş yaptım.

 

" Hiçbir şey sonsuza kadar devam edemez aynı söylediğiniz yalanlarınızı sonsuza kadar söyleyemediğiniz gibi. Anında açığa çıktılar. "

 

Bu cümleye karşı Ahrar'ın sessiz kaldığını sanmıştım ama onun bir yanıtı olmuştu. Sadece bana iletmemişti.

 

"Hiçbir şey sonsuza kadar devam etmez dedin ya yanılıyorsun eder. Benim sevgim ve sana olan sadakatim sonsuza kadar devam edecek eksilmeden ama artarak. Ve bu bir gün sen tarafından kabullenilecek. Bir umutla o günü bekliyorum."

 

Bu cümleyi okumak içimden bir şeylerin parçalanmasını sağladı. Evet bunu öğrenmiştim ama şimdi o yoktu ve ben dediğin gerçek oldu diyemiyorum çünkü bunun için çok geç kalmıştım. Gözlerimi kapayıp kendime birkaç saniye verdikten sonra diğer sayfaya geçiş yaptım ve orada da kendi cümlemi ve onun tekrardan haberim olmadan yazdığı cümleyi gördüm.

 

"İzin verdiğiniz kadar sizi tanımamı istediniz. Gerisi benim hayal dünyamda kurguladığım gerçek olmayan karakterinizdi. "

 

"Çünkü korktum. Gerçek beni istememenden korktum. Benim gibi bir adamı sevmekten pişmanlık duymandan korktum. Senin zihindeki adam olmak için neler yapmazdım ki? Ama buna gücüm yoktu. Özür dilerim... "

 

Bu cümle sonrasında hüngür hüngür ağlamaya içim parçalanırcasına özür dilemeye başladım.

 

" Asıl ben özür dilerim. Ben...ben sana verdiğim zararın farkına varamadım. Sende yarattığım o eksiklik duygusunun sebebinin ben olduğumu anlayamadım özür dilerim. Çok özür dilerim sevdiğim..."

 

Satırlarda geden bakışlarım büyük bir acıya yuva oldu. Ben onu kaybetmenin verdiği acıyı, hüznü kalbimde sonsuza kadar taşıyacağım. Onu hiçbir an bile unutmayacağım. O her daim benimle beraber olacak. Varlığı zihnimden asla silinmeyecek. Sesi hep zihnimde çınlayacak. Lacivert hareleri baktığım her yerde olacak.

 

Ben onu hatırlatacak her şeyi büyük bir istekle sarılacağım. Bu bulunduğum odasından bana kalan tek yer. Büyücüler krallığında bulunan odasını da görmek çok istemiştim. Kısmet onsuz bir evrende görmek olacak. Burası benim mabedim olacak, onsuzluk çok ağır geldiği anda buraya gelip onu mazide arayacak bu şekilde teselli olacağım.

 

Ben onu hep anılarda, nesnelerde, etrafımda onun yansımasını hayal ederek hasret gidereceğim. Benim hasretim hiçbir zaman dinmeyecek. Hep şunu diyeceğim 'Yanımda olsaydı nasıl olurdu? Buna nasıl tepki verirdi?' gibi cümleler zihnimden geçecek.

 

Ben Ahrar 'ı unutmamanın verdiği acıyla var olacağım. Ona olan sevgim ve özlemim beni bu hayatta başka bir şekilde yaşama tutunmamı sağlayacak. Çok kayıplar vermiştim. Ve şu an yas tutmanın sonsuz evreninde bulunuyordum.

 

Dehliz, kardeşim ve Ahrar...

 

Üçünü ve diğer verdiğim kayıpların yasını tutarak ölüme adım adım ilerleyecektim. Acı bana biçilmiş bir kaftandı. Ondan asla uzaklaşmamam gerekiyordu.

 

Elimdeki bulunan kitabı kapayıp olduğu yere geri koymak için ayağa kalktım. Yavaşça rafa doğru ilerledim ve elimde duran kitabı olduğu kısma koyduktan sonra yavaşça okuduğu kitapların sırt kısmında usulca parmaklarımı gezdirdim. Okumayı çok seviyordu. Kitapları onun dünyasıydı ve ben gelip onu bu dünyadan çekip alarak onu yok ettim. Ölümüne sebep oldum. Ben onun sonu oldum.

 

Ben acı çekmesin diye beni unutmasını canı gönülden isterken. O giderken beni gerisinde bırakıp acı içerisinde bir yaşam sürdürmemi sağlamıştı. Sahi her şey istediğim gibi olsaydı o çok acı çeker miydi? Bensiz bir dünya onun çok canını yakar mıydı?

 

Ben onsuz bir dünyada nefes alamıyor, bir an önce onunla kavuşmak için can atıyordum. Ölüm neden beni erken bulmuyordu ki? Ölüm ben ona ulaşana kadar beni acıyla sınamaktan ne zaman vazgeçecekti? Çünkü artık daha fazla acıyı kaldıracak gücüm kalmadı. Sınırı aşmış ve sonunda uçurumdan kendi isteğimle atlayacak hale gelmiştim.

 

Başımı acıyla iki yana salladım. Bir daha dayan. Gün ışıkları senin içinde sona erecektir. Ve karanlık büsbütün senide ele geçirecek. Ve sonrasında boşluk. Hissizlik seni ele geçirecek.

 

Sahi ölüm beni ne zaman nerede bulacaktı? Hep zihnimde bunu düşünmüş ve hayal etmiştim. Birden fazla kendim için ölüm senaryoları kurmuştum. Hatta o savaş alanında bile ölümüm ne sebeple olacaktı planlamıştım ama planım istediğim gibi gitmemişti.

 

Hayat planımı sekteye uğramıştı maalesef ki..

 

Hayat beni kıskıvrak ummadığım bir yerden vurmuş. Ölmeden önce tekrar sevdiğim birinin ölümüne tanık olmamı sağlamıştı.

 

Hayatı bana çok fazla acı sunmuştu. Hepsi ölümle biten hepsi benim acıdan nefes alamayacağım çığlıklarla dolu anılardan ibaret olmuştu. Acı benim bir gölgem olmuş adım adım beni takip etmişti.

 

Etrafıma kısa bir göz atıp küçük dünyamda burayla vedalaşıp yavaşça odadan çıkmak için adımımı attım. Her adım bir bıçak gibi göğsüme saplandı.

 

O an Yitik Ruh'un zihnimdeki sözleri çınladı.

 

"Nereye gidiyorsun? Gideceğin yer sana acını, yaşadıklarını unutturacak mı?" dediği an kapının önünde durmuş son kez usul usul izlediğim odaya bakarken zihnime düşen acımasız ama gerçekçi düşüncelerimi dile getirdim.

 

"Nereye gidersem gideyim nerede olursam olayım ben asla ne yaşadıklarımı ne de hayatımda olan acılarımı unutmam, unutamam. Keza hayatıma girmiş insanları unutmayalım gibi." dedikten sonra açmış olduğum portala kısa bir bakış attım.

 

"Bu yoksa bir elveda mı buradakiler için? Halbuki artık büsbütün herkes tarafından ilk defa benimsendiğin bir an. Burayı terk mi edeceksin?" diyen Rosa 'ya soğuk bir sesle cevap vermiştim.

 

"Her şey olmaması gereken zamanda oluyor. Ben çok önceden beni benimsemelerini isterken beni benimsemediler. Ama şu an istemediğim şeyleri yapıyor ve artık dediğin gibi beni kabul ettiler aralarına ama neye yarar ki. Her şey için çok geç ve çok boş. Hani dedin ya bu bir elveda mı? Bu bir elveda değil bir vazgeçiş. Her şeyden ve herkesten en çokta kendimden. " demiş ve bu son sözlerim olmuştu. Sonrasında portaldan bilinmeyen bir yere geçiş yapmıştım.

 

Bölüm : 27.12.2024 08:45 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Özlem Durmuş / Ölümün Melodisi * Varta * / 63 - Ölüm ve Ayrılık
Özlem Durmuş
Ölümün Melodisi * Varta *

14.36k Okunma

3.27k Oy

0 Takip
66
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş