『Küle dönmüş ruhum saatler sonra tükenecekti. 』
Tek istediğim bu hayatta amaçlarımı gerçek kılmaktı. Ama çoğu şeyi yapamadım. Hepsi tepetaklak hale geldi. Yarım kaldı, yarına kaldı...
Tek amacım vardı herkesi hayatta tutabilmek, ölüm kapıyı çalsa, ona aralık kapı bırakabilmek. Ama bu olmadı. Birden çok kayıp verdim. İsteğim şekilde her şey olmadı. Zaman geçti herkes her şeyi unuttu ama ben unutmadım. Verdiğim kayıpları ve bu kayıpların acısını unutmadım. Zaman bana acımı unutmayı değil onu taze tutmayı öğretti.
Zaman bana çok şey öğretti bunun yanında ne de çok şey aldı benden
Başkalarını kurtarmaya çalışırken kendimi kurtaramamışım meğer. Kendimi kaybetmişim. Kendimi tanıyamaz hale getirip bunun bile farkında olmamışım. Bundan dolayıdır belki de verdiğim kayıplar. O kadar çok etrafa çevirdim ki bakışlarımı bana verilecek zarardan dolayı darbe alacak kişileri tahmin edememişim. Bu darbeyi önleyecek atağı kaçırmışım. Bunun en büyük ihmalkârlığını yaşamış oldum.
Ben öngöremediğim bir hata yüzünden hayatımın en büyük hatasını yaptım. O kadar yapamam gerekene, o kadar amacıma odaklandım ki önümdeki olan biten yanlışlarımı görmez oldum. Belki bu kadar körü körüne bağlanmak yerine daha profesyonel davransaydım bu kaybı yaşamış olmazdım. Bilmiyorum belki doğru yaptım belki de değil.
Artık denilecek her şey çok yersiz. Çünkü ne desem diyeyim bir değişiklik olmayacak ki. Yaptığım hatalardan dolayı yaşanan kayıpları geri alamayacağım. Ve ben tamamen büsbütün yaşadığım bu vicdan azabı ve hatalarımın varlığıyla yok olacağım güne kadar yaşayacağım.
Ahrar 'ın ölümünden sonra benim için hayat diye bir şey kalmamıştı. Her şey onun ölümünden sonra son buldu. Çok ağladım. Çok yara aldım. Ve parçalara ayrılıp yıkıma doğru sürüklendim. Nefes almak anlamsız geldi. Hiçbir şeyin anlamı kalmadı. Her şey çok anlamsızca gözüktü gözlerime. Varlığım, hayatım sahip olduğum şeyler ve daha nice şey...
Ahrar gitti ve ben yok oldum. Ruhen ve zihnen bitip tükendim. Bedenense sadece yaşıyor izlemi yarattım. Nefes alıyordum. Uyuyordum. Yemek yiyordum. Bu ve buna benzer şeyler. Ama ruhen ve bedenen yok oluyorduma azar azar. Acı o kadar yoğun hale geliyordu ki ben bu acıyla kıvranıp duruyordum. Anılar zihnimi meşgul ediyordu.
Düşünceler her an kalbime bıçak saplayıp duruyordu. Ağlamak kendime lanetlendiğim bir şeydi kardeşimin ölümden sonra ama bu sözü Ahrar 'ın kaybıyla yol etmiştim. Her gece korkuların varlığıyla uyanmış kaybetmenin verdiği acıyla gözlerimi yummuştum.
Rüyalar hep onun varlığının izlerini taşıyordu. Düşüncelerse hep pişmanlığın gölgesine sığınıp, suçlayıcı sözlerden kaçıyordu. Ahrar gitti ve benden çok şeyi söküp beni yıkık bir harabeye çevirdi. Ahrar gitti ve ben, ben olmaktan çıktım. Bu sefer benim bile bilmediğim bir kimliğe evirilmemi sağladı. Ahrar ne de çok anlam katıyormuş varlığıma ve yaşamıma.
Onun hayatta olması bile benim için her şeymiş. Sadece hayatta olsa ve benden uzakta olsa bile yaşam beni sarmalıyormuş bunu anlamış oldum. Çünkü ihanet ettiğini sandığım anda bu kadar acı çekmemiştim. Onu bir daha asla görmeyecek olduğum düşüncesi içerisindeydim. Ama bir yerlerde yaşadığını nefes aldığını biliyor olmak bana da yaşam isteğini sunan bir sebepmiş bunun farkına varmış oldum. Ahrar beni ben yapan bir nedenmiş...
Bir gün onun olduğu yerde bir araya geleceğiz hissediyordum. Bilmiyorum bu düşünce uzun zamandır zihnimde dolanıp duruyor ve sanki yakında onun olduğu yere gideceğimi düşünüyorum. Ölüme... Korkuyor muyum? Sanmıyorum. Zaten ben o savaş anında ölümü düşledim. Ölüm düşü gördüm her anımda. Ölüm hep yakınımda yanı başımda olduğu biliyordum. Ama aslında bu ölümün benim değil de etrafımdaki kişiler için olduğunu anlamak zaman aldı. Diğer her şeyin zamanla açığa çıktığı gibi bu da sonradan fark edip ortaya çıkardım.
Kimse yok olmasın diye ben yok olmayı seçmiştim. Ama nereden bilebilirdim ki aslında yok olanın onlar olacağını ve geriye benim kalacağımı. Bilemezdim ve bu bilinmezlik bana her şeyi sonradan sundu.
Yaşamım kısaydı ama ne çok şey hissetmiştim bu kısacık ömrümde. Ne acılar anılarımın gölgesi altında yer edinmişti. Ne acılar beni ölümle karşı karşıya getirmişti. Ne acıları göğüslemiş; bununla yaşamak zorunda bırakılmıştım. Ne acılar bendeki her anıyı kanlı pençe izleriyle yok edip acı içerisinde, kabuk bağlanmayacak yaraları bana sunmuştu. Zihnimde çok şey yarım kaldı.
Mesela bir sevgi yarım kaldı. Ahrar 'ın sevgisi yarım kaldı. Mesela bir kardeşle paylaşacağım yaşam yarım kaldı. Kardeşimin ölümüyle kalbim onunla olacak anıların verdiği hisleri tadamayacaktı. Mesela bir dostla yaşayacağım mücadeler yarım kaldı ; Dehliz' le çıktığımız yolda onun kaybıyla yola tek başıma devam ettim.
Hayatımda çoğu şey yarım kaldı. Ve bu yarım kalmışlığın verdiği hissiyat kalbi çok acıtıyor. Her şeye hissizce bakıyor yaşam anlamsız geliyor. Görüyorum ama tepki vermiyorum. Duyuyorum ama cevap vermiyorum. Dokunuyorum ama hissetmiyorum. Her şey çok boş ve anlamsız. Her şey yitik her şey yarım. Zihnim saklı kalmış yarım anılarla dolu. Hepsi bir köşeye çekilip orada unutulmaya yüz tutmayı bekliyor. Ve zaman bir gün onların varlığını benden silip atacak. İşte o gün benimde yeryüzünden silindiğim gün.
Ahrar'ın gidişinden sonra günler geçiyor, zaman eskiyordu ama acım asla eksilmiyordu. Onunla olan her şey dün gibi. Onunla olan hislerim hep yeniden yaşıyormuşum gibi canlı. Ama buna tezat ben canlı değilim. Canlılığımı yitiriyordum. Her geçen saniye beni ölüme çekiyor hissine kapılıyorum. Sanki sıra bende ve artık ölüm sonunda bana kollarını açacakmış gibi hissediyorum. Bilmiyorum belki de yanılıyorum.
Belki de yaşadığım acı beni bu kadar hissizlikle çevreledi. Yaşamam bile bir mucize. Ahrar 'ın kaybı sonrasında her şey o kadar ağrıdı ki ben nefes alamıyordum. Ne uyuyordum ne olduğum yerde bir adım öteye gidiyordum. Moritanya Krallığı' nı terk ettiğim gibi hemen kendi dünyama dönmüştüm. Ama ne dönüş! Yaşayan ölüden bir farkım yoktu.
İlk dört ay çok kilo vermiş, uykusuzluktan dolayı ara sıra bayılmalar yaşamış, ara sıra olduğum yeri zamanı unutur hale gelmiştim. Belki de son çıkış biletim intihar bile olabilirdi. Sahi intiharı düşlemiştim ama bunu yapmaya hiç çalışmış mıydım? Sanırım hayır. Hep intihar etmemek için kendime nedenler sunmuştum. Çünkü intihar bir kaçış değil kapanış olurdu. Ve ben bunu istemiyordum. Ölümün beni kendisi ele geçirsin istiyordum. Diğer türlü bunu istesem dahi yapamazdım ki.
Onun olmadığı o evrende yüreğim üşüyor, zihnim buz tutuyordu. Ve bundandır kaçıp buraya kendi ülkeme dönüşüm. Ahrar 'ın odasından çıktığım gibi bir daha Moritanya dönme ihtimalini gerçek kılamadım. Victoria bu sürede defalarca kez yanıma gelmiş ve oradakilerin beni çok merak ettiğini ve beni görmek istediğini söylemişti ama benim ona dediğim tek bir cümle olmuştu.
' Oraya gelmeye hâlâ hazır değilim.'
Değilim ve bir müddet daha olmayacak gibiyim çünkü odaya gitmek demek bu 6 ay sürecini tepetaklak hale getirmek demek. Yeniden o acıları kısır döngü içerisinde yaşamak demek. Acım azalmayacaktı bunu biliyorum ama onu sindirene kadar ya da onunla mücadele edecek güce erişene kadar kendimi Moritanya topraklarından uzak tutmaya söz vermiştim.
Çünkü oradaki Ahrar 'ın anılarına karşı barikat kuracak gücü kendime bulmadan oraya dönemezdim. Oraya erkenden gitmek demek bir kuvvetli dalgalarla mücadele etmek demek. Ama bu anıların o güçlü dalgalarına karşı olan mücadele. Ve bunun için kendimde o gücü henüz bulmuyorum. Bu zaman alabilir. Ne kadar sürer emin değilim.
Artık gölgelerin arasında yürüyerek günleri tamamlıyordum. Sessizce ve çaresizce... Kimseye görünmeden. Kimseye varlığımı hissettirmeden. Herkesten saklanarak, acılarıma sığınarak. Yaşamın darbelerinden kaçarak. Seslere kulak tıkayarak. Yarını bekleyerek ama bunu zorunlu bir şekilde isteyerek. Yaşam bana hiçbir güzelliği sonsuza kadar yaşamayı sunmadı. Hep yarım olanla yetin dedi. Sevginin yarım kalmış olanı, dostluğun yarım kalmış olanı, kardeşliğin yarım kalmış olanı.
Her şey yarım kaldı, yarına kaldı...
Her şey eksikti bir bütün hale gelemeyecek kadar...
Ahrar... Diyecek çok şey var ama susmak bazen daha anlamlı geliyor. Ya da sözler canımı acıttığı için bu bahaneyi sunuyorum. Ya da gerçekten sözler yeterli değil.
Ahrar 'ın varlığı beni çepeçevre sarmalamıştı
Avuçlarımda onun izleri, ruhumda onun ruhunun izleri . Kulağımda onun sesi... Onsuzluk içerisinde acıdan ölüyorum. Boğuluyorum onsuzluktan. Acı bedenimi, zihnimi ve ruhumu eritiyor. Soluk alamıyorum. Usul usul yitiriyordum her şeyi. Onun varlığının olmamasının gerçeğinin verdiği acının üstesinden gelemiyorum. Onu aşamıyorum. Onun olmadığı bu dünyada olmak istemiyorum.
Ve Ahrar gitti her şey yarım kaldı. Ahrar gitti her şey anlamsızlığını yeniden yarattı. Ahrar gitti ben yeniden kimsesiz kaldım. Ben yeniden sahte bir kişiliğe büründüm. Olmak istediğim kişi yeniden kendini gölgelerin ardına sakladı ve tekrar olmamam gereken kişi olmak zorunda kaldım.
Her şey bir kolyenin gücü yüzünden başlamıştı ve her şey bir kolyenin gücü yüzünden sona ermişti. O kolyenin varlığı beni o dünyaya hapsetmişti. O kolyenin varlığı beni o dünyadan çekip gitmemi sağlamıştı.
Kim bilebilirdi ki bir kolyenin sunacağı gücü merak edip bilmediğim bir dünyaya giderek, orada hiç tahmin etmeyeceğim gerçekleri öğrenip, bu gerçeklerden dolayı bir savaş mücadelesi içerisinde olup, düşmanlarımı alt etmek için onca mücadele verip, bu mücadele sırasında önce aşkı bulup sonra ihanetle tanışacağımı ama her şeyin görünmediği gibi olduğunu öğrenip, buna rağmen yine de onca verdiğim uğraşın yok olmaması için çıktığım bu yolu tamamlamaya karar verip, hayatımın aşkını kalbime gömmeyi seçip, o savaşa katılıp, orada onu kaybederken her şeye rağmen savaşı kazanıp, istediğim şeyi gerçek kılıp sonrasında mağlup olduğumu fark edeceğimi?
Ben sanmazdım. İşte sanmadığım için değil miydi bu kaybedişim? Bundan dolayı değil miydi bu kadar acı içerisinde boğulmam?
Zamanın kayıp anıları içerisinde yaşam bulmaya çalışan insanların çığlıkları saklıdır. Ve bu çığlıkları sadece acıya birebir tanık olanlar duyabilir. Her şey parçalara ayrılmıştı. Sonunda Moritanya Krallığı ve diğer krallıklar sonsuz bir sükunete kavuşmuştu. En azılı düşmanlarının yok olduklarını birebir görmüşlerdi ve herkes kendi yaşamlarına dönmüştü.
Sanki hiç Prenses Emira onların hayatında var olmamış gibi. Sanki bu savaş onun tarafından kazanılmamış bu savaşta büyük bir kayıp yaşamamış gibi. Yaşamalar eskiye dönmüş ve herkes kendi sorunlarına odaklanırken Emira 'nın dostları ve sevenleri her daim onun gelmesini umut etmiş ve onu görmek için diretmişler ama faydası olmamış. Çünkü Victoria aracılığıyla Moritanya kulesine dönmeyeceğini bildirip kesin kararını bildirmiş.
Savaş çok şeyi değiştirmişti. Yapılan hataların telafisi olmuş. Affedilişlerin geride bıraktığı acılar unutulmaya yüz tutmuş. Ve sevgi, acıların gölgelerinden çıkarak özgürlüğüne kavuşmuştu.
Dostluklar daha çok önem arz etmiş, kırgınlıklar unutulmuş , mazi geride kalmıştı. Savaş sonrasında büyük bir kutlama yapılmıştı. Bu kutlama her ne kadar çoğu kişiyi rahatsız etsede halk için bir armağan haline gelmişti.
Emira gittikten sonra Varisler, Dennis ve Victoria sık sık buluşup Emira 'nın yokluğunda bir arada kalmaya çalışmışlardı. Hepsi bir an önce Emira' nın geri dönmesini istemiş ama bu çok uzak gözüken bir zaman gibi gelmişti.
Aslında Victoria dışındaki herkes Ahrar ve Emira arasında olan ilişkinin şokunu yaşamıştı. Tüm krallıklar hiç tahmin etmeyecekleri iki kişinin bu kadar birbirine ölürcesine bir sevgi beslemesi onlara garip hissettirmişti. Çünkü herkes birbirlerine olan ilk zamanlardaki atışmalarına tanıklık etmiş ve bu haber krallıklardan krallıklara kadar taşınmıştı. Ama şimdi bu ikisinin delicesine birbirlerini sevdiğini savaş alanında görmüştü. O savaş alanı büyük bir acının yanında büyük bir aşkı bizzat yaşamış ve ona tanıklıkta etmişti.
Savaş alanında olmayan Lord Yelit zaten olacakların habercisiydi. Her şeyi biliyordu. Bunun için Emira 'yı defalarca kez uyarmış ve başka bir yol bulmasını istemişti ama Emira bu önerisine ılımlı yaklaşmayıp bu sonun var olmasını sağlamıştı.
Ve yaşadığı acıyı kaldırmayarak herkesten uzak kalmayı tercih etmişti. En çokta kendinden. Onun gidişini tahmin etmişti. Zaten burada duramayacağını biliyordu. Ama geri geleceğini de biliyordu. Çünkü kalkıştığı işin bedelini ödemesi gerekiyordu. Ve bu iş gerçek olacak ve Emira bir kez daha kendisini herkese ve her şeye kanıtlayacaktı.
Lord Yelit onun bu kadar azimli ve cesaret sahibi olmasına bazen hayran kalıyor bazense bu hali onu ürkütüyordu. Çünkü çok uçuk yollara sapıp orada olanı değil olmayanı oldurmaya çalışıyordu. Çok hırslıydı. Çok kararlıydı. Çok dik kafalı biriydi. Kendi isteği olsun diye acı çekmeyi bile göze almaktan çekinmezdi. Bu zamana kadar böyle birini ömrü hayatı boyunca görmemiş ve göreceğinide sanmıyordu.
O sırada Lord Yelit dışarıyı izlerken kendisinin sahip olduğu Yitik Ruh ortaya çıktı ve penceredeki yansımadan ona gözüktü. Belki de herkes bu yansımayı görse Lord Yelit sanırdı ama ı değildi. Çünkü bakışları kendisi olmadığını bariz belli ediyordu. Yitik Ruh ortaya çıkıp Lord Yelit 'e haber vermeyi eksik etmedi.
"İnanılmaz bir kadın gerçekten. İhtimal bile vermediğim şeyi ihtimal kıldı. Ve istediği şeye ulaştı. İstediği oldu. Ama bunun bedelini ödeyecek hemde iki kere. Birincisi bunu yaptığı için ikincisi ise bunun sonucunu tahmin edip buna rağmen bunu göze aldığı için. "diye sözlerini tamamladı ve sonrasında yok oldu.
O sırada Lord Yelit derin bir iç çekti ve bakışlarını gökyüzünde parıl parıl parlayan ay 'a çevirdi.
" Yine yaptın yapacağını Emira. Bakalım seni nasıl bir son karışılıyor? Her ihtimal bir bedel ödetir ama sen iki bedel ödeyerek bunun acısını iki misli yaşayacaksın. Ya sonunda acıların sona erecek ya da tamamen büsbütün acıyla son bulacaksın." demiş ve Lord Yelit uzun sürmeyecek bir yolculuğun yolunu tutmuştu.
Lord Yelit 'in gidişinden kimse haberdar olmamıştı. Keza sonradan ortaya çıkan diğer şeyden haberleri olmadıkları gibi ama yakında herkes bunu öğrenecekti.
Savaştan bu yana tam tamına 4 ay geçmişti. Ve beklenmedik bir şey olmuştu. Victoria en yakın dostunun yokluğundan ötürü sık sık kendinin tanınmayacak olduğu yerlere gidip dururken hiç beklenmedik bir şey başına gelmişti. Avcılar krallığının eski generallerinden olan Tohmas 'ın oğlu olan ve babası kadar yetenekli ve kendinden söz ettiren Aker Feyol' le tanışmış ve bu tanışma sonrasında aralarında bir yakınlık olmuştu.
Victoria bu yaşadığı şeyleri 3 ay kimseye anlatmadan gizli kaçamak buluştuğu Aker 'le evlenme kararı alınca, bu mutluluğunun artık Emira tarafından bilinmesini sağlamıştı. Emira haberi almış bir yandan mutlu olmuş bir yandan da şaşkın çünkü böyle bir haberle Victoria' nın karşısına çıkacağını düşünmemişti.
Victoria onu düğününe davet etmiş ve kesinlikle gelmesini istemişti. Evet Emira için zor olacaktı ama en mutlu gününde onun yanında olmasını istiyordu. Emira ne hayır demiş ne de evet demişti. Victoria yine de onun geleceğinden emindi. Çünkü biliyordu Emira 'nın ne olursa olsun ne halde olursa olsun onun mutlu gününde yanında olacaktı. Çünkü Victoria' nın kendisinden başka bir yakını olmayacağını biliyordu.
Emira için zor olsa da o düğüne gitmesi gerektiğinin bilincindeydi.
Bu düğün Varisler ve Dennis 'için en az Emira kadar şok etkisi yaratmıştı. Çünkü kimse şu an Victoria' nın evleneceği düşünesinde asla olmamıştı. Ve şu an düğün hazırlıkları yapılırken hepsi Victoria 'nın odasına gelmiş bu olan biteni konuşuyordu.
Dehri sırtını pencere pervazına yaslamış kararsız bakışlarını Victoria' ya dikmişti.
"Sence düğününe gelir mi?" demesiyle oturduğu yerden ona doğru dönen Victoria bilmem dercesine omzunu indirip kaldırdı.
"Buraya uzun zamandır gelmiyor. Gelmeme nedeni de makul. Ve şimdi buraya gelmek onun için zor olacak. Çünkü bu kule ve bu krallık onun için Renas hocanın anılarıyla dolu. Onun için çok zor olacak ve bu karar onun canını yakacaktır. Gelmemesi durumunda ona kızmak ne kadar mantıklı olur ki? Onun ne durumda olduğunu kimse tahmin edemez. Kaç yakınını kaybetti burada. Ve buraya asırlar boyu gelmese kimse bu konuda onu yargılama cüretini göstermez. "diyen Kavi oturduğu yerden kalkıp Dehri 'nin yanına doğru ilerledi. Dehri bu denilenleri duyduktan sonra onaylarcasına başını salladı.
" Bakın belki de ondan çok şey istiyorum ama onu yanımda görmek istemem çok mu bencillik olur? Biliyorum onun için çok zor olacak. Buraya belki de asla dönmemek üzere terk etti ama şimdi benim düğünüm için dönme ihtimali var. Ve bu onu belki de çok üzüyor ve arafta bırakıyor. Buraya gelmesi belki de beni kırmamak için olacaktır. Ama o çok kırılacak ve biz bunu görmemize rağmen bu konuda onun üzerine gitmeyecek ve bu konuda sessizce onun acı içerisindeki çehresini izleyeceğiz. "demiş Victoria ve aynaya yansıyan görüntüsünü izlerken dalgın dalgın olacakları zihninde canlandır gibi bir hali vardı. Bu hali diğerlerinin gözünden kaçmadı.
" Belki de gelmesi gerekiyor Victoria. Artık bu acıyı aşması ve bunu hazmetmesi gerek. Çünkü buraya belki de gelmemesi onun acısının aynı ilk günkü gibi kalmasını sağlayacaktır kim bilir? Acının üstesinden gelmese insan acının altında yığılıp kalır. Ve Emira acının üstesinden gelmeye çalışmalı. Onun için çok zor bir durum sevdiği adamı kaybetti ve daha nice kayıp verdi. Ama hayat devam ediyor. Yaşam ne kadar zorlasa da zorlasın eninde sonunda mutluluk herkesi bulacaktır. Belki de Emira 'da mutluluğu yakında bulacaktır. "diyen Nehar' ın cümleleri bitince anında sözü Enfal devraldı.
" Acı bir değil iki Nehar. Bu kadar acıyı normal bir insan kaldıramaz. Emira 'nın hâlâ hayatta olması bile mucize. Çünkü korkuyorum biliyor musunuz. Kendine zarar verme düşüncesi içerisinde olduğunu düşünme hissi beni ürkütüyor. Emira belki de kaç kere ölümü düşledi. Belki de buna kalkıştı ve biz bilmiyoruz. Peki bunun için onu suçlu bulmak ve ona kızmak doğru olur mu? Buraya gelmese ben bu konuda ona kırgın olamam. Çünkü ondan çok büyük bir şey bekliyoruz. Buraya gelmek demek o acıları kısır döngü içerisinde tekrar baştan sona hissetmek demek. Yani dostlarım bu konuda tek ve son karar Emira 'ya ait. Bırakalım o ne yapmak istiyorsa onu yapsın. "dedikten sonra bir müddet kimse konuşmadı.
Ama hepsi gergindi. Çünkü hepsi ölmek için bir faaliyete girişip girişmediğini düşünüp durmuştu.
Sessizlik böyle akıp giderken birden odaya Dennis girince hepsi onun olduğu tarafa bakmıştı. Dennis odaya girdiğinde herkesin dalgın ve düşünceli halini görünce endişeye kapılmıştı. Bu hallerinin sebebini merak etmişti. Sonra Victoria 'ya bakışlarını çevirdiği anda onun bakışlarında neyden dolayı bu halde olduklarını anlamış oldu.
"Ne oldu Emira iyi değil mi?" diye sorunca Dennis anında hepsi başını salladı. Dennis derin bir nefes aldı. Ardından kapıyı kapatıp Victoria' ya doğru ilerledi. Bir elini onun omuzuna yerleştirip bu halini anlamaya çalıştı.
"Bu halinin sebebi ne Victoria?" dediği anda Dennis hemen sorusuna cevap verdi Victoria.
"İyiyim yani ne kadar iyi olmak gerekirse bende iyiyim. Ama aklım Emira 'da buraya yani düğünüme gelmesini istedim. Beni ne onayladı ne de itiraz etti. Sadece öylece baktı bana ve sonrasında bakışlarını benden çekti. Bende orada fazla durmadım ve orayı terk ettim. Şimdi hepimiz gelip gelmeyeceği hususunda konuşuyorduk. Gelirse çok mutlu olurum ama gelmese de ona kızamam ki. Daha yaşadıkları çok taze ve bunu göz ardı edip ona darılmam hata olur. "diyen Victoria 'yla anında her şeyi kavrayan Dennis sessizce Victoria' yı dinlemiş onun konuşması bitince hemen bir cevap vermemiş ama sonradan Victoria 'nın içini ferahlatan cümleleri zikretmişti.
" Emira' yı tanıyorsun söz konusu sevdikleri olunca ona ne kadar acı verse de onlar için fedakarlık yapmaktan kaçınmaz. Buraya gelmesi senin için çok değerli ve anlamlı olacağını tahmin ediyor ve bunu bildiği halde gelmemezlik yapacağını düşünmüyorum. Bu düğüne mutlaka geleceğinden eminim. Sende emin ol. Ama çok kalacağını sanmam kısa bir gözükür sonrasından kayıplara karışır. Ama yine de gelecek. Senin en mutlu gününde seni yalnız bırakmak gibi bir düşünce içerisinde olacağını sanmam. "demesiyle aniden Victoria 'nın yüzünde gülücüklerin yer almasını sağladı.
" Bende geleceğini düşünüyorum ama benim için önemli olan onun bu konuda yaşayacağı acı. Çünkü burası ona iyi gelmeyecek. Ve bu benim yüzümden olacak. "demesine karşı Victoria bu cümlelerine bir yanıt alamadı ve odada uzun bir sessizlik tekrar yer aldı.
Zamanın acımasız pençeleri arasında tıkılı kalmıştık. Her şey acı içerisinde yaşanıyor ve ertesi güne taşınıyordu. Savaş biteli 6 ay olmuştu. Ve bu süre zarfında her şey çok değişmişti. Herkes eski yaşantısına dönmüştü. Bazı kişiler hariç. Herkes Emira 'dan sonra savaşın izlerini silmek için her şeyi yapmıştı. Emira kimseye haber vermeden Moritanya Krallığı' nı terk etmişti.
Kimse bu konuda onu yargılama yetkisine sahip değildi. Olamazdı da hiçbir zaman. Çünkü onun verdiği kayıpların sayısı çok fazlaydı. Emira bu zamana kadar sevdiği kişileri yitirmişti. Kardeşinin ölümünün sebebiyeti yüzünden Esila ve Dani' ye mücadele ederken Dehliz 'i yitirmiş hemen sonrasında sevdiği adamı kaybetmişti. Onca yaşadığı şey onu mahvetmişti.
Buna rağmen pes etmemiş ve Dani ve Esila' nın sonunu getirmişti. Onların ölümünden sonra savaş alanından çekip gitmişti. O gittikten sonra herkes ani bir karar yüzünden Asper Krallığı 'nda toplanmış ve olan biten olaylar hakkında konuşmuştu. Herkes Emira' ya minnettar olduklarını söylemişti.
Masada bulunan bazı kişiler sessizce olan biteni dinlemişti; Turul bey, Süreyya hanım, Ahlas bey, Varisler, Dennis, Kral Hermes ve ben...
Herkes konuşmuş ve savaşın galibiyet tarafında oldukları için mutluluklarını dile getirmişti. Ta ki Turul bey konuşana kadar.
Masadaki herkese acıyan bir ifadeyle bakmıştı.
"Bugün bir kayıp verdik. Ya da hayır iki kayıp ve sizler savaşı kazandığımız için mutlu musunuz? Renas hocayı bugün kaybettik. Ve ardından Prenses Emira 'yı. Oradaki acı içerisinde kıvranmasını görmediniz mi? Attığı acı dolu çığlıkları görmediniz mi? Yakarıyordu. Renas hocanın geri gelmesi için. Burada herkes hatalı aslında. Emira bizler için çok şey yaptı ama biz onu orada ona gelecek darbeden kurtaramadık. Ve bu gelen darbeyi gören Renas hoca oldu. Sevdiği kadın zarar görmesin diye ona siper oldu. Bizlerse sadece uzaktan izledik ikisininde acı içerisindeki hallerini. Bugün bizim galibiyetimiz değil en büyük mağlubiyetimiz. Biz iki büyük savaşçımızı kaybettik. Bunu için üzülmemiz gerek sevinmemiz değil. "demişti. Onun bu cümleleri toplantı odasında büyük, rahatsızlık veren bir sessizlik yaratmıştı.
Sonrasında sözü Süreyya hanım devralmıştı.
" Emira buraya geldiğinden beri herkes onu kınadı. Ona küstah kendini beğenmiş bencil sıfatları ithaf etti. Ama burada asıl bencil olan bizleriz. O şu an acı içerisinde kıvranıyorken bizler gelmiş burada savaşın galibiyetinden bahsediyoruz." dedi herkesi gerçeğe uyandırmak için. O sırada elçilerden biri konuşunca herkes o tarafa baktı.
" Ah Süreyya savaşlarda hep kayıplar verilir. Bunu öğrenmiş olmalısın. "demesine karşılık anında ona cevabını veren ben olmuştum.
" Peki neden hep bu Emira oluyor. O bu savaşta en çok kayıp verenlerden oldu. Herkes kurtulsun diye uğraştı ve olan yine ona oldu. Yine sevdiğini kaybetti. Siz gelmiş burada bu tür şeylerin olağan olduğunu söylüyorsunuz. Tabii sizin tuzunuz kuru. Kimin umurunda Emira ne halde ne yaşıyor. Ona ne oldu? Şu an ne halde ve nasıl acı çekiyor kim bunu düşünüyor? Ben cevap vereyim kimse değil mi? Bu kadar insanlığınızı yitirmiş olmanız ne acı ama. Yazık sizlere gerçekten çok yazık. "demiş ve olduğum yerden herkese acıyan bakışlarla incelemiştim.
" Victoria haklı biraz olsun Emira 'yı düşünemez miyiz? Ona destek olamaz mıyız? Neler yaşadı bu zamana kadar
Kimese de gelip neyin var diye sormadı. sadece ve sadece yargıladık hep değil mi? Bari bugün onun yanında olalım. Bugün onun en acı dolu günü. Sevdiğini kaybetti. Ahrar hocanın onun için ne anlama geldiğini az çok görmüş olduk. Buna rağmen hiçbir kişi bu konuyu konuşmuyor sadece savaşın galibiyetinden söz ediliyor. Bu savaşı farkında mısınız bilmiyorum ama kazanan kişi biz değiliz. Kim var gücüyle savaştı? Ben söyleyeyim kimse. Herkes sadece olan biteni izledi. Her mücadele Emira tarafından verildi. Bizi olası her tehlikeden korudu ama biz onu bir tehlikeden koruyamadık. Onun bizim için verdiği mücadeleyi vermedik onun için. Ve o kayıp verirken biz burada kös kös duruyoruz. Her şeyi ama her şeyi ona borçluyuz. Farkında mısınız o istese bir köşeye çekilip bizlerin mücadelesini izleyebilirdi. Çünkü kimse ona doğrudan zarar vermezdi. Ama o taşın altına elini koydu ve hiç onu etkilemeyecek bir savaşın tüm yükümlülüğünü üstüne aldı. Ve bizler bencillik gösterip bunu bile göz ardı ediyoruz. Çok yazık bize. "diye açık açık Tarsis Kralı olan biteni herkesin yüzüne çarpıp gerçeğin farkında olmamız gerektiğini buradaki herkese bizzat söyledi.
Ama kim bunu umursadı ki? Kimse tabii. Sadece kısa bir sessizlik oldu ve bir şeyin değişmeyecek olduğunu anlayınca ilk ben terk ettim toplantıyı sonrasında bizimkiler ve diğerleri. Asper Krallığı'ndan ayrılıp hemen doğruca Moritanya Kulesi' ne geldik. Ben gelir gelmez Ahrar hocanın odasına doğru ilerlemiştim.
Kapıyı açıp içeri girecekken o an odanın koruma büyüsüyle korunduğunu anlamıştım. Ve o anda burayı çoktan Emira 'nın terk ettiğini anlamış oldum. Diğerleri de anladıktan sonra herkes bu olanı konuşmak adına toplantı odasına çekildi. Toplantı odasına geldiğimde masaya oturmadım. Pencerenin önüne geçip masanın etrafında olanlara baktım. Hepsi bana bakıyor ve bu olanları anlatmamı bekliyordu. Zaten çok detaya girmeden olan biteni anlatmaya başladım.
Hepsine benimde bu ilişkiden geç haberim olduğunu aslında aralarında bir sorun olduğunu ve kısa bir süre ayrılık yaşadıklarını ama sonradan tekrar bir araya gelmek için uğraşırken bu süre zarfında bu olaylar yüzünden birbirlerine olan mesafeli hallerinin devam ettiğini sonrasının zaten belli olduğunu söylemiştim kısaca.
"Hiç onların bu kadar birbirlerine karşı sevgi besleyecek olduklarını düşünmemiştim." diyen Dehri 'ye hak verdim. Ben bile düşünmüyordum. Ta ki Emira bahsedene kadar.
"Hep aralarında bir anlaşmazlıklar vardı. Dışarıdan asla yan yana gelmeyecek düşüncesi yaratıyordu ikisi de ama öyle değilmiş işin aslı. İkisi de birbirine derin bir sevgi besliyor. Bunu maalesef ki yanlış zamanda görmüş olduk. Emira için çok zor olacak. Toparlanması zaman alacak. Belki de buradaki kimseyi görmek istemeyecek. Çünkü burası ve burdaki herkes ona Renas hocayı hatırlatacak. Onu uzun bir zamana boyunca görmeyebiliriz. Bu içimi acıtan bir gerçek olsa da onu bu konuda yargılamak yanlış olur. O ne zaman gelmek isterse ne zaman buna hazır olursa o zaman gelecektir. "Enfal bunları zikredince uzun bir süre sessizlik oldu. Herkes düşünceler boşluğunda yuvarlanıp durdu.
" Çok güçlü hemde çok. Tüm zorluklara göğüs gelebilecek güce sahip. O Yitik Ruh bedeninde var etmiş biri. Bu büyünün verdiği acı ve sonrasında yaşanan her şeyi herkes kaldıramaz ama o kaldırmış ve şimdi bir Yitik Ruh 'u bedeninde saklıyor. Ölü Ruh yani Ament' i de unutmamak gerek. Dehliz 'le olan dostluğu da aşikârdı. Başlı başına bir mucize örneği teşkil ediyor. Ve şu an ise darmaduman halde onca şeye rağmen. "dediği anda Süreyya hanım herkes derin bir iç çekti. Çünkü az çok onun ne halde olduğunu tahmin edebiliyoruz. Dehliz' deki hali bizi derinden sarsılmamızı sağlamıştı şu anki halini kimse tahmin edemez bile.
O toplantı bitti ve bizler o günden sonra bu laflar üzerine bir daha konuşmadık. Sanki herkes bir yemin etmiş gibiydi. Bu konu bir daha konuşulmamak üzerine rafa kaldırılmıştı. Zaman geçmişti ve herkes kendi yaşantısına dönerken Emira 'nın varlığını unutmuşlardı. Sanki o hiç buraya gelmemiş gibiydi.
Sanki bunca şeyi yapan o değilmiş gibiydi buradakiler için. Ama ben ve Varisler her konuda onu hatırlıyor ve onun geleceği günü iple çekiyorduk. Emira' nın geri gelmesini ve bizim hayatımızda tekrardan belirmesini istiyorduk. Peki bu zaman gelecek miydi? Emira tekrardan bu topraklara geri dönecek miydi? Böyle mi ihtimal var mıydı? Yoksa ebediyen o kayıplara mı karışacaktı? Bunu bizlere zaman gösterecekti ;bizi her zorlukla sınayan zalim zaman gösterecekti.
Burası ölümün yitip gittiği yer; her şeyin ebediyete kadar yok olmakla lanetlenmiş olduğu yer.
Burası araf ; solunda yaşam sağında ölümün varlığının her daim bulunduğu yer.
Burası ne gelecek ne geçmiş; burası boşluk. Burada her şey zamandan bağımsız. Buradaki her şey silinmeye mahkum.
Burası sonsuzluk; hiçbir şeyin sonu olmayan bir yer burası.
Burası onsuzluk olan yer; yaşamın hiç değerinin olmadığı, nefes almanın işkenceden farkı olmadığı yer.
Burası neresi mi? Burası göğüs kafesi mezarlığı...
Burası sevdiklerinle yaşadığın onlardan bağımsız olmayacağın yer.
Zihnimin devrilen uçurumun dibindeyim. Ölüme bir adım, yaşama bin adım uzakta. Ölüme kucak açmış, yaşama sırt çevirmiş bir yer. Yaşamdan kaçan, ölüme koşan. Yaşamdan nefret eden ölüme sempatiklik besleyen . Ölüme muhtaç, yaşama direnen.
Ve ben her şeyden vazgeçtim; yaşamdan, acıdan, sevgiden, hislerden...
Ve ben her şeyi kabullendim; bir daha mutlu olamayacak olduğumu, zamanın benden ölesiye nefret ettiğini, acının hayatımı ele geçirdiğini, karanlığın büsbütün zihnimde hakimiyet koruduğunu, güneş ışığının benim için çoktan battığını, sessiz bir melodinin benim için çaldığını ve beni beklediğini...
Ve ben her şeyi anladım ; her aldığım karar ne olursa olsun bana zarar veren yönlerinin her daim olacağını...
Karanlıkta korkudan başka bir duygu bulamazsın ama sen o karanlıkta başka bir duyguyu arıyorsun küçük kadın. Karanlıkta sevgi olmaz. Karanlıkta ışık aranmaz. Bu kurallara uygun değildir. Ya karanlıkta kalırsın ya da ışıkta. Ya korkacaksın ya da sevgiyi bulacaksın.
Ya öleceksin onun yokluğunda ya da hayat mücadelesi vereceksin. Ama buna yapmaya gücün var mı? Sanmıyorum. Sen çoktan pes ettin. Sen ölümleri göre göre, hissede hissede bunu bir yenilgi olarak algıladın. Var olanı var edemezsin. Yok olanı da yok edemezsin. Sadece olanları görür, ona göre yaşarsın. Ve sen çoktan kaybettin. Ama vazgeçtin mi diyecek olursanız. Bilmiyorum. Buna verecek cevabım yok.
Gözlerimde uzun bir yolculuğun izleri vardı. Bu yolculukta ne badireler atlattım. Bu yolculukta ne kayıplar verdim. Bu yolculuk bana ne acılar sundu... Bu yolculuk bana son yolculuğum olduğunu fark ettirdi. Yok dedi sana mutluluk. Yok sana dedi sonsuz sevgi. Yok sana sevdiklerinle uzun bir yaşam. Ben kendim hariç kimseden vazgeçmemişken. Ne çok kişi bende vazgeçen oldu. Terk edip gittiler beni. Beni hiç tereddüt etmeden arkalarında bırakıp, benden en uzak yollara gittiler.
Suların sürükleneceği yerlere kendimi sakladım. Bilmeyeyim aşkı diye. Hissetmeyeyim diye. Ama ne oldu en saf sevgiyle bir adam sevdim. Lacivert gözlere sahip. Bana değerli hissettiren, Bana yaşamı sunan bir adam tanıdım. Onunla yaşadığımı hissettim. Benimde biri tarafından koşulsuz şartsız sevilecek olduğu düşüncesine vardım.
Onunla zaman önemsiz hale geldi. Onsuz hiçbir anın anlamı yoktu. Onun olduğu yerde sonsuz bir güç ile sarmalanıp durdum. O varken ben her şeyi önemsemedim. Ama sonra onun ihanet ettiği bir yansıma gerçeği ile yüzleştim ve sonra yıkıldım.
Paramparça oldum etrafa dağılıp tuz buz oldum. Ve daha bunu sindirmeye çalışırken birden bildiğimin aslında bir yalan olduğunu, bir yanlış anlaşılmadan ibaret olduğunu fark ettim. Tam dedim bunu sindireyim Dehliz 'in ölümüyle burun buruna geldim. Onun acısıyla zor bir karar verdim. Ve bunun bana getirisi yine bir ölüm oldu. Ahrar' ın ölümü...
Onu kaybettim yaşamı kaybetmiş gibi oldum. O nefes almayı bıraktı bende hemen sonrasında nefes alamaz hale geldim. Ciğerlerim sanki ona zarar veren bir faaliyet gerçekleştirir oldu. Onun olmadığı evrende ben buz tuttum ben üşüdüm. Donup, hissizleştim. Ahrar gitti ama ardından benden çok şeyi yanında da aldı.
Aşkta her daim göz beğenen taraf olmuştur. Seven taraf ise her daim ruh olmuştur . Onun için gözden çıkarıldığı an sevgi hemen unutulurdu ama ruh sevmeyi hiç bir zaman bırakamazdı. Gözler görmese, çabuk göz ardı ederdi her şeyi ama ruh görse her daim onu yanında isterdi
Onun varlığını hissetmek isterdi. Aşk sevenin ve sevilenin arasındaki görünmez bir ipliksiydi. İki tarafı birbirine çeken onları birbirine kavuşturandı. Aşk yaşamı sunandı. Aşk yaşamı anlamdırandı. Aşk yaşama anlam katıp onu güzel gösterendi. Ve bu bazı insanlarla verilirken bazılarından amansızca çekip alınırdı. Benden alındığı gibi. Ben tam bulmuşum derken sonsuza kadar kaybetmiştim. Bunu çok geç fark etmiş oldum.
Zihnimdeki her hisleri yok olamaya yüz tutan hatırayı zihnimde var olan duvardaki raflara yerleştirip bunları hatırlamak için kendime bir sergi kurdum. "Bak! " dedim. "Ne denli önemsiz bir hayatın içerisinde ne denli özel hatıralara sahipsin." diyerek kendime az da olsa bir dayanak sundum. Amacım kendimi kandırmak mıydı yoksa kendime bir sebep bulma amacı mıydı bilmiyorum. Ama zaten bunda da bir önemi kalmış değil zaten.
Herkes bir başkasını konuşur ; kendi yaşamını değersiz sanıp kendini önemsiz sanarak. O kişiyi hayatının merkezine koyarak. Herkes bir başkasını konuştuğu gibi onu anlatır anlatır... Çokça yerer, çokça onu küçük görür. Onun eksikliğini öne çıkarır. Onu bir hiçmiş gibi görür. Ve kendini avutmak için onu yok sayar kendi nezdinde.
Peki ya insan kendisini ne zaman anlatmaya veya anlamaya başlayacak? Bence bunu yapmayacak. Çünkü hiç kimse kendisini eleştirmez. Hep doğru yolda olduğunu düşünür. Sanki hiç hatalar yapmamış, hiç hataları yokmuş düşüncesinde olur hep. Ama aslında hayatı başlı başına bir hatadır ki bu onun farkında değildir.
Yaşam ne kadar da aldatıcı. İnsan ne kadar da aldanan. Yaşamın sunduğu yansıtıcı gerçeklere körü körüne inanıyoruz. Ve bu uğurda kendimize zarar veren kararlar alıp duruyorduk. Bir gün gelecek ve ne kadar yanlış yaptığımızın farkına varacağız. Umuyorum ki çok geç kalmasın ya da çok geç kalmayalım. Çünkü dönüşü olmayan bir yolda olabiliriz..
Nasılda inanmak istemiyoruz gerçek olduğunu bildiğimiz gerçeklere? Onları nasılda inkar ediyoruz. Onu nasılda hiçe sayıyoruz. Ve bu ne kadar basit geliyor. Nasıl basit bir aldatmaca ki kendimize verdiğimiz zararı görmüyor, kendimizi yaralıyoruz.
Gerçekleşmemiş intiharlar biriktirdim zihnimde ama hiçbir zaman bunu faaliyete sokacak cesaretim olmadı. Ölmekten korktuğum için değil. Ölümün zaten beni bulacağını bildiğim için. Ölümün çoktan yakama yapıştığını ve eninde sonunda beni yok edeceğini bildiğim için.
Zaman ne kadar da acımasız ; ölüm düşü gördüğüm zamanları ne de çabuk zihnimden söküp attı. Ne de kolayca zihnime müdahale ederek beni kimliksizliğe bürünüp, kendimi tanıyamaz hale gelmemi sağladı. Manipüle etme konusunda zamana kimse galibiyet sağlayamaz.
Yarım bırakılmış hisler insanı öyle bir tüketen noktaya savuruyor ki. İnsan kendine verdiği zararı anlayamaz hale geliyor. Kendine verdiği zararı hiç mi hiç fark etmiyor buna nazaran bu zararları kendince iyi sanıyor. Ne de kötü bir yanılgı ama. Ne de zalim bir katil ki , maktulü acımasızca parmağında oynatıyor. Hayatın her daim en çok acı veren, ders çıkarmamızı sağlayan ne çok yönü var.
Yollar ve roller değişmişti. Ölmek isteyen ben şimdi nedense yaşamda bir müddet daha kalma düşüncesi içerisindeydim. Yolum ölüme çıkıyordu ama yaşam yolun sonunda gözüktü. Tek başıma öleceğimi düşünüyordum ama şu an etrafımda birçok kişi var ama ben onların varlığını hissedemiyorum. Etrafımda birden fazla gürültü var ama zihnimde koca bir sessizlik var. Ve hep aynı sesi duyuyorum ve aynı ses çınlıyor ; Ahrar 'ın yere düşme sesi ve kalbinin durduğu andaki yaşadığım boşluk hissi. Ve o anda attığım yüksek çığlıklarımın yankısı.
Patlama senfonisi bir anda zihnimde belirmişti o an. Ahrar gitmişti ve ben onun gidişini kabul etmeyerek o anda tüm acımla tüm yenilgimle bunu çığlıklarım yoluyla dışarıya belli etmiştim. Her şey bir patlama anıyla başlamış ve o anda kayıplara karışıp benden çok uzaklara gitmişti.
Ahrar gözlerini yummuş ve sanki koma uykusuna yakalanmıştı. Kucağımda duruyordu. Onu görebiliyor hissediyordum. Ta ki yol olana kadar. O kollarım arasında yok olduğu anda yaşadığım boşluk hissi beni çok derinden sarsılmış hissettirmişti.
Ahrar gitmişti ve zihnimde hiç bitmeyecek bir gece ve his karanlığı var olmuştu. Her şey bir anda renklerini yitirmiş ve her şey siyahın hükmü altında hayat bulmuştu tekrar. Yaşam son bulmamış olsa da yaşama isteği çoktan intihar etmişti. Kendini sonu olmayan bir uçurumdan aşağı atmıştı. Ve ölümünü bu sayede gerçek kılmıştı.
Ölümün ne olduğunu ya da ne hissettirdiğini soracak olursanız nefes girdabı diyebilirim. Neden mi? Çünkü nefes alabiliyorsunuz ama bir girdaba kapılmış onun size yaşam hissi veya ihtiyaç olduğunu fark edemiyorsunuz. Sadece nefes aldığını sanıyorsun ama bu sana hiçbir şey sunmuyor. Ona muhtaç mısın değil misin bilmiyorsun. Ve böylece bağımsızlık kazanıyor artık hiçbir şeye bağımlı hale gelemiyorsun.
Kehanetin yazgısı yaşamım üzerinde ne güzel planlar kurmuştu. 'Acı çek her daim' dercesine bana en zor imtihanları sunmuştu. Yaşamın beni en büyük acılarla sınaması konusunda elinden gelen her şeyi yapmıştı. Ve başarmıştı. Her acıya tanık olmuştum bu kısa ömrümde. Her duyguyu bizzat tatmış her duyguyu en yoğun haliyle yaşamıştım. Yaşam benim ne çok ahımı almıştı. Yaşam bana ne acımasız zulümler yapıp durmuştu.
Yaşadığımı söyleyemem sanki ruhum ruhlar vadisinde dolaşıyor, oradan çıkmıyor gibiydi. Bedene kopmak istiyor ama sanki bedenim ona zulmeden tarafmış gibi ondan kaçmak istiyordu. Ama bilmiyordu ki ruhum en az onun kadar bedenimin de acı içinde olduğunu.
Sanki zihnim ebediyetten bu yana sessiz fısıltılar ve çığlıklar tarafından ele geçirilmiş gibiydi. Hep bana en acımasız şeyleri söylen, hep beni suçlayan düşüncelerle doluydu. Bir suçum var mıydı? Bilemiyorum. Sanki olan biten her şey benim isteğim yüzünden olmuş senaryoları uyduruyordu. Ama bu koca bir yalandı. Ben istemedim. Ben berber bu kadar kendime zarar vereyim. Neden ölümleri hayatımın bir parçası yapıp onların gölgesinde yaşayayım? Neden böyle bir isteğim olsun ki? Böyle bir hastalık zihniyetine sahip değilim. Olmadım ve olmayacağım.
Kimse bilmiyordu ki yarılan dünya içerisinde yıkılıp kalmış yardım müdahalesi beklediğimi. Hep dışarıdan güçlü durmaya çalışıyordum ama ben hiçbir zaman güçlü olmadım. Olmayacağım. Olmayacakmış gibide hissediyorum. Ben ilk mağlubiyetimi ilk verdiğim kayıpla çoktan yaptım. Ve bu kayıptan sonra bir daha ayağa kalkamadım.
Ne de çok kayıp var zihnimde ; zamanın kaybettiği insanlar ya da zamanın kaybetmek için uğraş verdiği insanlar mı demeliydim? Çünkü zaman kim hayatıma girerse onu çok hayatımda tutmadan yanımdan söküp alıyordu. Ve beni bir başıma bırakıp, yalnızlığı yaşamımı istiyordu. Ne zamana kadar peki? Ölüme kadar mı yoksa sonsuzluğa kadar mı? Buna bir cevap duymak istiyorum.
Zaman benim hayatımda hep can acıtan ve can avutan olurken ben de hep canı yanan oldum. Canı en yoğun acılara gebe olan biri oldum. Sadece acıyı ve yalnızlığı bilmem istenildi. Ve bende hep bunu bildim. Şartlar bunu gerektiriyor diye değil başka çarem olmadığı için.
Hayatımda ne de çok insan oldu. Eskiler ve daha öncekiler... Hep bunların geçmişleriyle yüzleştim ve bununla mücadele ederek acı aldım. Bu yolda kayıplar verdim. Çok geçmişe yolculuk yaptım. Esila ve Aron 'un geçmişine... Dehliz ve Yezra' nın geçmişine... Sirius ve Nova 'nın geçmişine... Dani ve Ament' in geçmişine... Lord Yelit, Rauf bey ve Loya hanımın geçmişine. O kadar geçmişlerle münakaşa içerisinde oldum ki kendi yaşamımı yok ettim. Kendi yaşamıma yön veremedim. Ve böylece kendi yaşamımı bir geçmiş haline getirmiş oldum böylelikle. Ve bu yaptığım en büyük hataların ikincisi oldu.
Zihnimde binlerce ölümün anısı var ;
yaşama direnen cesetler zihnimi ele geçirmişti. Hepsi kendi geçmişini geleceğe taşıyayım derken beni geçmişe hapsetmişti. Ve böylelikle zaman kavramını yitirmiş olmuştum. Geçmiş neydi? Gelecek neredeydi? Karıştırır olmuştum böylelikle.
Ne çok tanık olmuştum yaşamımda
acının bağırışlarına . Bu bağırışları her kayıp verdiğim anda yana yakıla etrafa duyurmuştum. Belki de dile gelmeyen hisleri bu şekilde belli etme yolunu tercih etmiştim kim bilir?
Bağırışlarım olmuştu ; verdiğim kayıplar için.
Bağırışlarım olmuştu ; canım yandığı için.
Bağırışlarım olmuştu ;yapamadıklarım için, yapmaya çalıştığım şeyleri mahvettiğim için.
Bağırışlarım olmuştu; yaşamın bir an önce beni terk etmesi adına. Ama başarılı olmamıştım. Ve yaşam içerisinde bir başıma kalmıştım.
Yaşayanlar diyarında ruhu ölen bir varlık olmuştum.
Ruhların ölümsüzlüğü bedenimi mahkum eden bir sebebiyet var etmişti.
Arafta takılı kalan ruhlar gibi ne yaşayabilirim ne de tam anlamıyla ölebilmiştim. Bedenim bir boşluk içerisinde hapsolmuş ve orada acı içerisinde çırpınıp durmuştu. Zihnimde ne de çok kasırgalar ve fırtınalar kopup durmuş. Verdiğim zarar sadece beni yaralayıp durmuştu. Ve o anda acının geceye sığınışı gibi bende karanlığa sığınıp acıların beni terk etmesini istemiştim.
Uyuşuk zihinler ve ruhlarla dolu bir arafta kendimi aydınlığa çıkarma girişiminde bulunmuş ama başarılı olamamıştım hiçbir zaman. Ve işte o anda zihnimde yavaşça tasarlanan bir cinayet melodisi senaryoları kurulmaya başlamıştı. Her senaryo bir öncesinden daha tehlikeli ve daha acımasızca kurgulanmıştı.
Donuk tabiatlı kalplere sahip insanların olduğu bir diyarda ne de çok ölüm ve ayrılığa tanıklık etmiştim. Ve bu ölümler boğazıma keskin bıçağı dayamış ve ölüme beni adım adım yakınlaştırmıştı. Ben bu diyarda ne çok yaralar ve yananların olduğu anıları birebir yaşamış ve deneyimlemiştim. Dile dökülecek çok şey var ama bazen susmak daha anlamlı olur. Çünkü susunca daha katlanılır oluyor bazı şeyler.
Yağan yağmur damlaları bir bir geniş boydan camın üzerine damlıyor ve yavaşça bu damlalar aşağı süzülüyordu. İçerisi karanlıktı ama dışarıda birden beliren yüksek sesli yıldırımların yaydığı ışıkla içerisi saniyelik aydınlanıyor sonrasına yine çalışma odam karanlığa gömüyordu. Sahi ne kadar oldu karanlıkta yaşam bulduğum anlar? Bir ay mı? İki ay mı yoksa daha fazla mı? Emin değilim. Uzun zamandır sadece düşünüyorum. Ne hata yaptığımı. Nasıl planlarımın tepetaklak olduğunu?
Her şeyi ince ince düşünen ben nerede hata yaptım da istediğim gibi gitmedi bu savaş mücadelesi?
"Yine mi aynı şey?" diyen Rosa 'nın yansıması camda belirince aniden bakışlarımı yansımaya çevirdim. Ah aslında kendi yansımam ama oradaki bakışlar bana ait değildi.
"Ne bekliyorsun?" dedim kuru bir sesle.
"Sadece yaşamdan bu kadar soyutlanma istiyorum. Ve o düğüne gitmeni. Çünkü Victoria ve diğerleri seni orada görmek istiyor. Belki de artık biraz da olsa yaşam için çaba sarf etmen gerekiyor Emira. Artık ilk adımı atıp acınla yüzleşmen gerek." demesiyle sinirden başımı iki yana salladım.
" Sen ne yaşadığımı bildiğin halde bana bu cümleleri sarf etmen benim için hiçbir şey ifade etmediğini bilmen gerek. Oraya gidemem Rosa. Hazır değilim. "dedim kabullenmeyerek olanları. Hâlâ iyi değilim ve bir süre daha iyi olmayacağım.
" Ah peki ne zaman gitmeyi düşünüyorsun? Artık yasını tutmayı bırak Emira çünkü biz bunları zaten düşünmedik mi? Bir çok ihtimalle biz bu yola çıktık. Ve sen buna rağmen hâlâ bir adım atmamaya kararlı mısın? Bence oraya git. Gitmen en doğrusu." dediği anda sinirden avuç içime parmaklarımı gömüp derin bir nefes aldım. Yüz ifadem her ne kadar hissiz olsa da düşüncelerim bir katliamı başlatacak kadar öfkeliydi.
" Asla yapmayacağım şeyleri isteme benden. Evet bir plan yaptık ama ters tepti. Başarılı olamadık ve bak neredeyiz? Ne haldeyiz? Yapayalnızız. Kimsesiziz. Ve bu kendime olan öfkemin daha çok artmasını sağlıyor. Çünkü başarı elde edemedim. Onca şey yaptım ama bir şeyi yapmayı beceremedim. Sevdiğim adamı ne koruyabildim ne de onu geri getirebildim. Ve işte bu benim yasımı sonlandırmamın en büyük sebebi. Ve o düğüne gitme kararını bırak ben karar vereyim. Sonuçta davet edilen benim sen değil! "diye sinirle konuştum ama kime konuştuysam!
" Ah unutuyorsun benimde varlığımdan herkesin haberdar olduğunu. Yani bir nevi bende davetliyim. Bence sen haricinde herkes beni kabul etti bir tek sen kabul etmedin ama onu da hallederim yakında. "diye hiç dediklerimin ciddiye almayıp kendi varlığını bana kabul ettirmeye çalışması sadece sinirle nefes alıp vermemi sağladı. Pencerenin önünden çekilip çalışma odamdaki çalışma sandalyeme doğru ilerledim ve sandalye oturup geriye doğru yaslandım. Bakışlarımı dışarıya çevirdim. Hâlâ şimşekler çakıp duruyordu.
"Hâlâ bir şey demedin oraya gidiyor muyuz?" demesine karşı bıkkın bir nefes verip konuştum.
"Evet gidiyorum oldu mu şimdi kaybolda kafamı dinleyeyim. İstediğini aldın artık. Beni tek bırak rica etsem!" dememle aniden onun kıkırtısını duydum ve hemen sonrasında bir anda zihnimde tanıdık olduğum sessizlik belirdi.
Yaşanmışlıklarla mücadele etmeyi bazen bırakmak gerek. Belki de bunu geçte olsa anlamıştım. Victoria 'nın beni düğününe davet etmesinden bir ay sonra cesaretimi zor olsada toplamış ve sonunda bulunduğum yerden Moritanya Krallığı' na gitme kararını almıştım. Victoria 'nın düğününe katılmasam onu için o gün buruk geçecek, gelmeme rağmen bu konuda bana darılmayacak ve bu yüzden bana gelmemden dolayı hesap sormayacağını biliyorum.
Ama buna rağmen buraya gelme kararını vermiş ve sonunda geri dönmemek üzere gittiğim yerde kendimi bulmuştum. Soğuk havaya rağmen üşümüyor, önünde durduğum kulenin bahçesinden kuleyi izliyordum. Çoktan hava kararmış ve herkes akşam yemeği için yemekhaneye geçmiş olmalıydı.
Keza benden sonra herhangi bir değişiklik olmamışsa şimdi bu dediğim olmalıydı. Bahçede bulunan birkaç çalışanın olduğum tarafa baktığını çekingen bir halle beni izlediklerini biliyorum. Onları yok sayıp hiç olamamış gibi davranıp bir müddet bahçede durup öylesine usul usul ayakta dikildim. Girmeye cesaretim mi yoktu?
Yoksa girmemek için kendime nedenler mi arıyordum? Buraya kadar gelmişken geri dönmek olmazdı değil mi? Hem geldiğimi görenler olmuştu. Geri gidersem herkesi üzmüş olurdum. Herkesten kastımsa Victoria,Süreyya hanım, Ahlas bey ve Arın hoca... Diğerlerinin gelmem konusunda pek istekli olduğunu düşünmüyorum.
Keza sevenim az nefret edilenim çok fazlaydı. Buradakiler başında geliyordu. Sahi ben gittikten sonra derin bir nefes almış olmalılar. Keza benim gibi bir baş belası hayatlarından çıkmıştı. Bu onlar için büyük bir haberdi. Sevinmiş olmalılardı ben gittikten sonra.
Ve sanırım bu sene gelenek için herkes Asper Krallığı'nda olacaktı. Belki de Victoria düğünü orada yapardı. Sahi kiminle evleniyordu. Normal şartlarda olsa bu hislerini anında benden saklamadan bana söylerdi ama şartlar farklı olduğu için bunu bana söyleyememiş, evliliğini bile son anda öğrenmiştim.
Kendimi olabildiğince değil büsbütün herkesten soyutlamıştım. Bu yüzden de en mutlu anlarını Victoria istese dahi benimle paylaşamamıştı. O kadar kendi acıma yoğunlaşmıştım ki etrafta ne olup bittiğini merak etmemiş öğrenmeye dahi çalışmamıştım. Ve şu an şu sırada bu anları yaşayabilmek adına buraya gelmiştim.
Çok zor olsa da maalesef artık önümdeki açık kapıdan içeri girme vakti gelip çatmıştı. Korkudan mı yoksa stresten mi avuç içlerim terlemişti. Hızla avuç içlerimi baldırıma yaslayıp hızla avuç içimi baldırıma sürterek ıslaklığını yok ettim. Hızla alıp verdiğim nefeslerimi düzene sokmak adına birkaç kere yavaşça nefes alıp vermeye çalıştım. Sonrasında yavaşça öne doğru bir adım atarak içeriye girmeye hazırlandım.
Bir adım attım hemen peşi sıra sonrasında iki adım bu sonra üç, dört ve beş adım olduğunda kendimi tam da ön bahçeden kuleye giren çift kanatlı kapının önünde buldum. Bir adım atmamla saniyeler sonra kulenin içerisinde olacaktım. Bu benim için zor olsa da kendimi zorlayarak düşünme fırsatı vermeden aniden bir adımla kendimi içeride buldum.
İçeri girer girmez aniden göz ucuyla sağıma doğru baktım. Ahrar 'ın odasının olduğu tarafa. Sanki oraya baktığım anda onu orada göreceğim hissine kapılmıştım ama bu bir yanılsamaydı. Acı verse de bakışlarımı önüme çevirmiştim. Ve önümdeki uzun koridora kısa bir bakış atıp ilerlemeye başladım. Her adımda anıların istilasına uğruyorum ve her an daha çok parçalara ayrılıyordum.
Ne de çok anı vardı. Ne de çok bunun acı getirisi olmuştu. İlk geldiğim an kaldığım odanın kapısıyla bakışmaya başladım. Burada çok fazla şey yaşamıştım. Ve sonrasında en üst katta bulunan odaya taşınmıştım buradaki odanın içinde bulunan anıların varlığı yüzünden. Ben kapıyla bakışken birden ismimin şaşkınlıkla zikredilmesini duyunca aniden başımı sağ tarafa çevirdim.
Ve aylar sonra Süreyya hanım ve Ahlas beyi birkaç adım uzağımda gördüm. Merdivenlerin orada dikilmiş olduğum tarafa bakıyordular. Sanırım geleceğimi tahmin etmiyor olmalılar ki bunun şokunu yaşıyordular. Her ne kadar buranın verdiği anıların hisleri ağır gelse de bakışlarım usulca yumuşadı ve yönümü onların olduğu tarafa çevirdim.
"Ah haber vermeden geldim." diye ne diyeceğimi bilmediğim için mahcup bir sesle konuşup sonrasında bunu devam ettirmiştim. "Aslında daha erken gelmeyi düşünüyordum ama şu an gelebildim. Rahatsızlık vermiyorum değil mi?" dediğim anda Ahlas bey yok anlamında başını iki yana sallarken, Süreyya hanım bana doğru bir adım atmıştı.
"Ne rahatsızlığı Emira burası senin yaşadığın kule. Sen buraya aitsin. İstediğin her an gelebilir gidebilirsin. Bunun için kendini asla rahatsız hissetme. Ve gelmen beni ne kadar sevindirdi bilemezsin. İyi ki geldin. Seni uzun zamandır görmüyorum ve çok özledim seni. "diye cümlesini tamamlayınca ikilemde kaldığını fark ettim.
Bana sarılmak istiyordu ama nedense vereceğim herhangi bir tavırdan dolayı çekiniyordu. Yavaşça Süreyya hanıma doğru birkaç adım attım ve karşısında dikilince ona bakışlarımla sorun yok dercesine bakar bakmaz aniden bana sarıldı. Süreyya hanım bana sarılırken ben sadece öylece durdum.
Uzun bir zaman önce artık birine sarılmama kararı almış ve bunu çiğnemeyeceğime dair kendime söz vermiştim. Birileri bana sarılabilirdi ama ben kimseye sarılmayacaktım. Ona sarılmayacak olduğumu anlayınca Süreyya hanım yavaşça geriye çekildi. Bu konuda üzülmedi. Çünkü ne hissettiğimi bildiği için beni anlamayı tercih etti ve bana her zamanki sıcak gülümsemesiyle baktı.
"Sizi görmek iyi geldi." demiş ve sonrasında usulca bakışlarımı etrafa çevirip kısa süre etrafa baktıktan sonra tekrar konuşmuştum. "Victoria burada yok sanırım." diye durum tespiti yapmıştım. Bu sorumu duyunca Süreyya hanım hemen cevap vermeye hazırlandı.
" Ah evet Asper Krallığı'nda şu an bir görevi olduğu için. Sanırım bu gece gelemez. İstersen haber vereyim." dediğinde yok dercesine baktım." Peki o zaman yemek yiyecektik bizde katılmak ister misin?" dediği anda Süreyya hanım usulca hayır demiştim.
"Bence bırakalım da Emira biraz dinlensin. Zaten daha kalacak burada o zamana kadar onu sık boğaz etmeyelim. Biz yemeğe gidelim Emira ne zaman gelmek istese o zaman yanımıza gelebilir." diye durumu kurtarmak istercesine konuşan Ahlas bey, bu sözleri ile Süreyya hanımı inceden inceden uyarmış, üzerime gidilmemesi gerektiğini belli etmişti.
Süreyya hanım mesajı anlayınca geriye doğru bir adım atıp bana bu kısa özgürlüğü yaşamıştı. Yanımdan gitmeden hemen önce tekrardan beni burada gördüğü için çok mutlu olduğunu söylemişti. Zaten söylemese bile bakışlarından çok şeyi anlıyordum. Herkesin aksine burada olmak beni geriyor, ürkütüyordu. Gelmem gerektiği için buradayım, kendi isteğim olsa buraya uzun bir müddet gelmeyecektim. Çünkü burası bana iyi hisleri değil kötü hisleri sunuyordu.
Süreyya hanımın yanından ayrılıp, uzun zamandır gitmemek gerektiğini düşündüğüm yere doğru ilerliyordum basamakları usul usul çıkarken. Savaş alanından sonra Lord Yelit 'le konuşmak istemiş ama bir türlü kendimi toparlayamadığım için onunla konuşmadan burayı terk etmiştim.
Ve şimdi onun odasına doğru ilerliyordum. Odasında olur muydu bilmiyorum. Ama o gelene kadar odasında bekleyebilirdim. Çünkü geleceğimden kesinlikle en kısa sürede haberdar olacağını tahmin ediyorum. Son basamağı çıkınca adımlarım beni Lord Yelit 'e ait olan odanın kapısının önüne kadar getirdi. Kapının önünde durunca bir kere usulca tıklayınca içeriden ses gelemediği anlayınca hemen kapıyı yavaşça açıp içeriye doğru geçtim.
Oda loş ışık altında aydınlanıyordu. Ve çalışma masası boştu. Başımı sol tarafa çevirdim ve yatak odasının kapısını açık görünce yatağın boş olması onun orada da olmadığını gösterdi. Sanırım biraz beklemem gerekti. İçeriye usulca göz atıp biraz ileride çalışma masasının önünde duran teki koltuğa doğru ilerledim.
O sırada biraz ileride neredeyse bir buçuk yıl önce verdiğim hediyeyi rafta görünce kısa bir burukluk yaşadım. Nereden nereye... Bu hediyeyi Lord Yelit 'e verdiğim an hiçbir şeyden haberdar değildim. Şimdi ise her şeyi biliyor ve bunu bilmenin lanetiyle yaşıyordum. O günden bu güne ne çok sular almıştı. Şimdi de bilinmezliğe doğru gidiyorum.
Nereye varacağım o günde belli değildi bugün de belli değil. Ve çok kısa bir süre önce aslında hayatımın koca bir bilinmezlikten oluştuğunu anlamış oldum. Bu bilinmezliğe gölge düşüren benim hislerimdi ve şimdi onlarda yok olduğu için şu an o bilinmezlik gerisingeri eski yerine geri dönüş yaptı.
Ne dönüş ama... Her felaketi gördükten sonra hemde. Koltuğa oturduktan sonra bakışlarımı ileriye çevirdim ve boşluğa bakmaya başladım. Uzun zamandır yaptığım tek şey diyebilirim. Her dalgınlıkla baktığım duvara aslında anılarım yansıyor ve ben onları sil baştan tekrar yaşıyor görüyor ve hissediyordum. Ve her an aslında aynı acılara ikinci kez tanıklık ediyordum.
Ne kadar zaman geçti ben burada ne kadar durdum bilmiyorum ama bir anda sağımda bir hareketlilik olunca bakışlarımı oraya çevirmeden sessiz bir tonda konuştum.
"Geciktiniz. Ben sizi daha erken bekliyordum." diyerek ilk konuşan taraf ben oldum. Göz ucuyla Lord Yelit 'in olduğu tarafa baktığımda onun yerine yerleşip yönünü bana döndüğünü gördüm. Derin bir iç çektim. Bu iç çekmeler ne de çok şeyi dile getirmek içindi.
" Uzak bir yerdeydim. Geldiğini haber alınca erken gelmek istedim. Umarım seni çok bekletmedim." dediğinde Lord Yelit önemli değil dercesine başımı iki yana salladım.
"İşiniz önemliyse geri dönebilirsiniz. Burada birkaç gün daha kalacağım o güne kadar yine konuşma fırsatımız olur. "dememle aniden Lord Yelit 'in masaya doğru eğilip beni daha yakından izlediğini fark ettim.
" Neden bana bakmıyorsun? "diyen sorusunu duyunca o an gerildim ama belli etmemek adına uğraş verdim.
Ne demeliyim? Yüzünüze bakmıyorum çünkü beni önceden uyardınız ama ben buna rağmen inadımı bırakmayıp bildiğimi yaparak, kendime en büyük zararı verdiğimi bir kere daha görmek istemiyorum mu demeliydim?
Bunları demedim bunun yerine yavaşça bakışlarımı Lord Yelit 'in bakışlarına çıkardım. Ve üstün körü gözlerine bakıp hemen sonrasında masada bulunan kum saatini izlemeye başladım.
"Zaman çabuk geçiyor değil mi?" dedim ve önümde duran küçük kum saatine uzanıp parmaklarımla usulca kavradım. O an yaşadığım his dile getirilemezdi. Ve derin bir nefes daha alıp parmaklarım arasında duran kum saatini ters çevirip içinde bulunan kum tanelerinin diğer hazineye akmasını salladım. Ve usulca akan kum tanelerini izlerken konuşmaya devam ettim. "O da çok kum saati kullanırdı. Ama onun kullandığı kum saati çok farklıydı." dedim. Sessizlik o an beni ele geçirdi.
"Ahrar 'ın kullandığı Rulah kum saatiydi. Bu kum saati bir tarafı aydınlık bir tarafı karanlığı temsil ederdi. Haznede bulunan siyah kum taneleri diğer hazineye geçince beyaz olurdu. Beyaz kum taneleri de diğer hazneye geçtiği anda siyah olurdu. Çok nadir bir kum saati bu aslında herkeste bulunmaz. Bulunanda kolayca kimseye bunu hediye etmez. "dediğinde anladım dercesine başımı salladım.
" Peki parmağında bulunan küçük kum saati yüzüğü? O damı aynıydı? "dediğim anda evet dedi kısaca. Bakışlarımı kum saatinden çekip Lord Yelit 'e çevirdim." Her şeyi mahvettim değil mi? "dedim ve sonrasında şunları içinden söyledim.' Kendim için her şeyi tamamen alt üst ettim. Kendime bir çıkış kapısı bile sunmadım. Yazık hemde çok yazık... '
" Bilemiyorum Emira. Belki de doğru olanı yaptın ama her doğrunun bir bedeli vardır ve sen bu bedeli ödüyor olabilirsin. Ya da belki de her şeyi doğru yaptın ama hâlâ yapman gereken şeyler olabilir. Bunu zaman içerisinde anlatacağız. O zamana kadar beklemek gerekiyor. Bakalım bize hayat neleri sunacak?'" demesiyle Lord Yelit, o an benim için artık hiçbir kurtuluş olmadığını bakışlarıma yansıttım.
" Aslında buraya gelmeyi hiç düşünmedim. Ama Victoria' yı bu mutlu gününde tek bırakmak hoş olmazdı. Sadece birkaç gün kalacağım. Düğünden sonra burayı terk edeceğim. Burada daha fazla kalmam için bir neden olmayacak." dediğim anda Lord Yelit bana anlam vermediğim bir ifadeyle bakınca kaşlarımı çattım.
" Ah zaman ne gösterir bilemeyiz. Emin konuşmak için erken. "dediği anda hemen söze atıldım.
" Burada kalmam için herkes ısrarcı olacaktır bunu biliyorum ama beni burada tutabilecek bir neden kalmayacak düğünden sonra onun için kimse boşu boşuna beni ikna etmeye çalışmasın. "dediğim anda Lord Yelit tuhaf bir ifadeyle baktı. Sanki sen öyle san diyen bir ifadeyle bakmıştı.
" Seni kimse zorlayacak değil. İstediğin kadar kalabilir, istediğin zaman buradan ayrılabilirsin. Bunun için kimsenin seni zorlayacağını sanmıyorum. Zaten buna gerekte kalmayacak gibi." dediği anda neyi kast ettiniz dememle aniden konuyu başka yere çekti ve bana uzun süredir kendi ülkemde ne yapıp yapmadığımı sormaya başladı.
Ben Lord Yelit 'in sorduğu her soruya cevap verirken aklım hâlâ yaptığı imada duruyordu. Ne anlatmaya çalıştı? Ve neden hemen konun üstünü örttü? Anlamış değilim. Ama bu öğreneceğim anlamına gelmiyor değil mi? Bu zamana kadar neyi istedim de öğrenemedim ki? Her şeyi öğrendim bununda öğreneceğim gibi.
Lord Yelit 'in yaptığı imasını düşünürken birden bana sorduğu soruyla odağım oraya kaydı.
"Yitik Ruh' la olan iletişimin nasıl?" dediğinde Lord Yelit ilk an sorduğu soruyu gerçek anlamda sorguladım. Aslında bana zorluk çektirmiyor, benimle her konuda uzlaştığını söyleyebilirim. Kendi özel alanıma sızmıyor, benim ona sunduğum sınır içerisinde bulunuyordu.
" İyi her şey diyebilirim. Herhangi bir zorluk çektiğim söylenemez." dememle anladım demiş ve hemen peşi sıra bir diğer soruya geçmişti.
" Peki bu gidişinin ardından Ament 'le bir iletişimin oldu mu?" demesiyle neden bunu merak ettiğine anlam veremedim.
"Olmadı. Neden sordunuz?" dememle hiç öylesine anlamında başını salladı.
"Sadece bu gittiğin zaman diliminde ne yaptığını merak ettiğim için bu soruları soruyorum." dediğinde Lord Yelit o anda sanki bir şeyi kurcalıyor hissine kapıldım.
Bakışlarım şüphe ettiğimi belli etse de sözlerim bunu yansıtmamış ve kuru bir teşekkürler etmiştim beni düşündüğü için ve hemen ardından yanından ayrılıp odama çekilmiştim. Odaya gelince yapacak bir şey olmadığı için bir müddet öylece odanın ortasında durmuştum. Hiçbir şekilde kıpırdamadan öylece akan zamanın içerisinde düşünüyordum. Neyi derseniz? Burada yaşadığım her şeyi diyebilirim.
Onu dakika öylece dikildim ve sonrasında beni harekete geçiren bir iç güdüyle olduğum yerden aniden açmış olduğum portaldan hemen kendimi Ahrar 'ın odasının önünde bulmuştum. Bakışlarımı kapıya çevirmiş ve öylece kapıyı izlemeye başlamıştım.
İçeriye girme cesaretim olmadığı için yavaşça kapıya doğru adım atıp sonrasında kapıya sırtımı dönmüş, yavaşça yere çökmüş sonrasında sırtımı kapıya yaslayıp bakışlarımı karşıya dikmiş öylece olduğum yerde oturur vaziyette durmaya başlamıştım.
Düşünceler birden zihnime istila ettiği anda burada yaşadım anıların varlığı, hayat bulmuş ve bir bedende can bulmuş gibi gözlerimin önüne serilmişti. Sadece anıları hatırlayıp öylece acı içerisinde olduğumu yerde duruyordum. Bulunduğum koridorda bulunan meşaleleri yavaşça söndürmüş ve büsbütün karanlık içerisinde kalmamı sağlamıştım.
"Bunu kendine yapmayı kes Emira."
Birden Rosa 'nın sesini duyunca o anda içine düştüğüm boşluktan çekilmiş oldum.
"Bırak acımı yaşayayım." diye onu kestirip atınca homurtular eşliğinde konuşmuştu.
"Seni bırakırsam asırlar boyunca kendine acı çektireceksin. Yapma bunu kendine. Acı çekme demiyorum. Ahrar 'ı unut demiyorum. Sadece kendine yaptığın bu şeyi hak etmiyorsun. Emin ol Ahrar bunu kendine yapmanı istemezdi." Bunu dediği anda sanki kalbime biri hançer saplamış gibi oldum.
" O hiçbir zaman kendime zarar verecek şeyler yapmamı istemezdi ki. Ama ne onun istediğini yapabiliyorum ne de kendi istediğimi. Arafta sıkışmış gibi hissediyorum. Ve bu her şeyden çok canımı sıkıyor." dedim ve son cümlemi şöyle tamamladım. "Rosa ben onu çok özlüyorum. Onun yokluğu çok canımı sıkıyor. Acıdan ölüyorum ama yok olmuyorum. Ne yapacağımı da bilmiyorum." dediğim anda başka bir şey söylemedim ve öylece sessizce durmaya devam ettim.1
Sonrasında bana hiçbir şey diyemedi. Rosa bana 'Zamanla geçecek bunlar.' diyemedi. Bana 'Sabret sonunda iyi olacaksın.' diyemedi. Çünkü o da biliyordu ben ölene kadar bu halde olacaktım.
Çünkü yarım kalmış her şey insanı mahveder. Beni mahvettiği gibi. Sevgim yarım kaldı. Sevdiğim adamı kaybettim. Bunun vereceği hissiyat bir ömür sürecek. Onun varlığını hissedemez oldum.
"Söylesene Rosa ne hissettirdiğini?" dediğim anda Rosa ilk an cevap vermedi ama neyi sorduğumu anlayınca cevap verdi.
"Sanki kalbimde bir bıçak var ve bu her salise kalbime doğru batıyor. Kan akmıyor ama acısı her an daha fazla can yakıyor. Hangi acı daha çok galip bilemiyorum. Onun yokluğu mu yoksa onun yokluğunun hissettirdiği his mi? Verecek cevabım yok. İlk anlar çok sancılı geçti Emira. Mahvolmak kelimesi az gelir. Tarifi yok hissettiklerimin ama beni gören olsaydı yaşayan ölü derlerdi. Onun yokluğunun verdiği hisle ben asırlardır yaşıyorum. O yok oldu ve ben hâlâ umut ediyorum onunla buluşacağıma dair. Buna olan inancım var. Belki de bu benim için dayanak oldu bu zamana kadar. Bir ümit beni buldu seninle ama o da yok oldu hemen peşi sıra. Şimdi yine aynı his içerisinde yaşıyorum. Ne zaman bu son bulacak bilmiyorum. Ama acının da sonu vardır Emira ben buna inanıyorum. "dediğinde buna pek katılmadım. Bence acı hiç son bulmaz. Ya da ben öyle hissediyorum.
Her şeyin bir sonu var deniliyor. Peki bu son beni ne zaman bulacak? Daha ne kadar beklemem gerek. Daha ne kadar bekletileceğim? Acı beni ne zaman serbest bırakacaktır? Bilmek istiyorum. Hemde çok kısa bir süre içerisinde. Çünkü buna ihtiyacım var. İyi olmaya değil. Acının beni az da olsa terk etmesine ihtiyacım var. Çünkü nefes almak bile acı veriyor. Biraz da olsa acıyı unutmak, hissetmemek istiyorum. Buna hakkım yok mu sizce?
Zihnim bir pus içerisinde acı çekiyordu. Beni belki de o acı içinden çekip alan çığlık sesleri oldu. Ard arda çığlık sesleri duyuyor, bu seslerin kaynağını anlamaya çalışıyordum. Sahi kim çığlık atıyordu? Ve ben neden her yeri bulanık görüyordum? Zihnimi zorladığım anda kendimi en son Ahrar 'ın odasının kapısının önünde uyuya kaldığımı hatırlamıştım.
Peki şimdi neden aynı katta bulunan odamın içerisinde bulunan yatakta uzanır vaziyette bulunuyordum? Ne ara buraya geldim ben? Ya da kim gelmemi sağladı? Yavaşça yataktan kalkıp ilerlemeye başlamışken tekrar boğuk çığlıklar duydum. Ve o an bu ses nedense çok garip hissettirdi. Ve çokta tanıdık. Yavaşça kapıya ulaşmaya çalışırken birden bedenimde bir ürperti meydana geldi.
Sanki her yer buz kesmişti. Kapının kolunu tutup aşağı indirdiğim gibi hızla kapıyı kendime doğru çekip dışarıya adım attım. O sırada uyumadan kapatmış olduğum meşalelerin yanıyor vaziyette olduğunu fark ettim. Kaşlarımı çatarak olduğum yerde ilerlemeye başlamışken bir anda yerde yatan bir beden gördüğüm anda olduğum yerde dumura uğramıştım.
Yerde acı içinde kıvranan beden çok tanıdıktı. Hemde çok tanıdık. Biraz ileride kulenin giriş kapısının hemen yakınında Ahrar yerde uzanıyordu. O an girdiğim transtan hemen çıkıp koşar adımlarla yerde uzanan Ahrar 'a doğru ilerledim.
O kadar hızlı ilerlemiştim ki saniyeler içinde yerde yatan bendenin yanına varmıştım. Hemen dizlerimin üstüne çöküp ona doğru eğilip konuşmaya başladım. O sırada hâlâ o çığlıkları aralıklar eşliğinde duyuyordum. Bakışlarım Ahrar' ın yüzünde gezinirken Ahrar 'ın gözleri kapalı vaziyette duruyordu. Nesne gözleri açık değildi.
Titreyen elimle ona dokundum. Teni buz gibi soğuktu. Sol elim onun başını dizlerime yasladı. Sağ elim ise hâlâ onun yüzünde gezip duruyordu.
"Ahrar." diye kısık sesle konuşup gözlerini açmasını sağlamak istedim ama sanki beni duymuyordu. Tekrar onun ismini zikretmiştim. Tekrar ses vermediği anda yavaşça panik olmaya başlamıştım. Ne yapacağımı bilmeyerek kısa bir süre düşünüp durdum.
O ara etrafta bakışlarımı gezdirdiğimde birden tavanalardan aşağı süzülen akışkan bir sıvı gördüğümde şaşkınlıkla olan biteni anlamaya çalıştım. Duvardan yavaşça aşağı inip yerde ince bir sıvı oluşturmaya başlıyordu.
Şimdiden benim bile olduğum yere ulaşmaya başlamıştı bu akan sıvı. Ahrar 'ın yüzüne dokunan elimi yavaşça yerdeki sıvıya dokundurmamla elimi çekmem bir oldu. Yerdeki sıvı çok sıcaktı ve o an burnuma ulaşan koku onun ne olduğunu anlamamı sağladı. Bu bir kandı. Peki kimin kanı? Bunu düşünürken birden Ahrar' ın konuşmasıyla bakışlarımı hemen ona çektim.
"Emira..." kesik bir nefes eşliğinde kurduğu cümleyle hemen ona doğru başımı eğdim.
"Evet seni dinliyorum." dememle birden Ahrar aniden yüzünde duran elime yapıştı ve bileğimi sımsıkı sararken nefret saçan bir ifadeyle bana bakmıştı.
"Sen yaptın." dediği anda neyi kast ettiğini anlamadım ama sonradan dedikleriyle aydınlanma yaşadım. "Benim ölümüm senin yüzünden oldu. Sen benim katilimsin." diye acımasızca konuştuğu anda o an olduğum yerde acıyla başımı iki yana salladım. Dediklerini kabul etmeyen bir ifadeyle ona baktım. "İnadın benim sonum oldu. Bak acı çekiyorum. Ve çekmeye de devam ediyorum. Peki bu kimin yüzünden? Senin yüzünden. "dediği anda başımı iki yana hızla transa giren bir halde salladım.
" Hayır... hayır... hayır. Ben böyle olsun istemezdim ki. Bir anda oldu ben farkına varamadım. Lütfen bu yüzden benden nefret etme Ahrar. Elimden gelse seni kurtarmaz mıydım sanıyorsun? Ama yapamadım. Seni geri getirmedim. Lütfen bunun yüzünden benden nefret etme. Ben çok pişmanım. Senin yokluğunda mahvoldum. Nefes alamadım. Her an her yerde sen vardın bir yandan da yoktun. Ben seni her yerde aradım ;geçmişte, bugünde ve gelecekte. Ama seni bulamadım. Kayboldun sen. Anılarım bile beni terk etti senden sonra. Lütfen bana kızma. Ben zaten bu yüzden kendime kızıyorum her an her saniye. "diye üst üste acıyla pişmanlık içerisinde ondan af dileyen, ondan medet uman bir edayla konuşup bu konuda benden nefret etmemesi, beni suçlu bulmaması için çabalayıp durdum.
" Sen mahvettin her şeyi.... "demiş ve sonrasında bileğimde dura eli yavaşça yere doğru düşmüştü." Kendi inadın yüzünden beni öldürdün. Şimdi benden nefret etme diyemezsin çünkü buna hakkın yok. "diye katı bir sesle konuştuğu anda o an acıyla yutkundum. Tam konuşacakken kirden Ahrar 'ın gözleri kapandı ve o an korkuyla onun ismini zikredip, onu uyandırmaya çalıştım.
" Ahrar uyan. Sana yalvarıyorum uyan lütfen. "diye üst üste konuşup durmuş ve elimle yanağına dokunup onu yavaşça sarsmaya çalışmıştım ama nafile bir çaba içerisinde olduğumu fark etmem geç olmuştu.
O an başımı göğsüne yasladım ve tekrar onun ismini zikredecekken birden fark ettiğim detayla aniden elim kalbine doğru gitti ve kalbinin atmadığını fark ettim. O an korkudan çığlık atarken başımı kaldırdım ve etrafıma bakınırken duvarlardan daha fazla kanın akıp durduğunu benim kandan meydana gelen küçük kan göleti içerisinde durduğumu fark edince çıldırmış gibi olduğum yerde çırpınmaya başladım ve o anda hemen üst üste çığlıklar atıp durdum.
Ve o an duyduğum o çığlıkların aslında bana ait olduğunu anlamış oldum. Ve bir anda yaşadığım dehşetle olduğum yerde büyük bir sarsıntıyla uyandım.
Gözlerimi açtığımda kendimi en son bulunduğum yerde buldum. Ahrar 'ın odasının kapısının önünde oturur vaziyette. Bakışlarım ilk biraz uzakta duran kapının önüne çevrildi peşi sıra tavana ve sonra duvarlara ve orada aradığım şeyi bulamayınca derin bir nefes alıp verdim.
Bir kabus görmüştüm. Gerçek olan ama çok sarsıntı yaratan bir kabus görmüştüm. Başımı arkaya doğru atıp kapıya yasladım ve derin bir nefes alıp verdim. Buraya gelişimden daha bir gün bile geçmeden kabuslar tekrar beni ele geçirmişti. Zaten aylardır bu ve buna benzeyen kabuslar görüp durmuyor muydum ki. Her gece dehşet bir korkuyla uyanıp bir daha uyanamadan sabah olmasını bekliyordum. Burada da aynı şey olmuştu keza. Hayatımda hiçbir şey değişmiyor buna nazaran her şey daha çok karmaşık hale gelmeyi başarıyordu. Hayatım hep böyle geçti ve böyle de devam edecek gibi.
Acının asla terk etmediği bu yaşamım, beni en çok rüyalarda cezalandıracaktı.
Olduğum yerden yavaşça ayağa kalkıp solumda duran ara merdivene doğru ilerledim. Buradan herkes için ortak olan kütüphaneye geçiş yapacak ve orada uzun zamandır bakmadığım Karanlık Sırlar kitabını inceleyecektim. Merdivenlere ulaşınca yavaşça basamakları çıkmaya başladım. Son basmağa geldiğim anda karanlık olan koridoru aydınlatıp hemen sonrasında kapısı açık olan kütüphaneye doğru ilerledim. Bu kütüphanenin iki adet kapısı bulunuyordu. Biri benim geldiğim taraftan biri ise çaprazımda bulunan taraftaydı.
Küçük bir büyüyle anında hemen kapıların kapanmasını sağlayarak kendime mahremiyet sağladım. Hızla içerinin loş bir ışıkla aydınlanmasını sağlayıp, kendime boş bir alan bulup uzun zamandır muhafaza ettiğim kitabı anında açığa çıkardım. Önümdeki boş alanda kitap belirince, kitabın kapağını açıp hızla içersine göz attım.
Eskiden olsa kolyemi kullanamam gerekirdi ama artık buna gerek yoktu kitap beni hissediyor, ona göre kolaylıkla açılıyordu. Kitabı açtığım anda beni ilk sayfada boş bir alan karşıladı. Ahrar daha önceden burada bir şey olsa bile bunu görmeyecek olmamızdan bahsetmişti. Şimdi ise burada bulunan gizemi bulmak istiyorum. Bunu uzun zamandır düşünüp durmuştum ama bir türlü fırsat bulamamıştım. Şimdi tam zamanıydı. Yavaşça bildiğim büyü sözlerini okumaya ve buradaki gizli olan alanı açığa çıkarmayı çalıştım.
Uzun uğraşlar verdiğim halde burada muhafaza edilen büyüyü ya da kalkanı ortadan kaldıramadım. Bıkıp, pes ettiğim için bunu bırakıp gelişi güzel kitabın sayfalarından dolandım. Buradaki her büyüyü artık ezbere biliyordum. Çünkü girmiş olduğum mücadele için ilk kaynağım hep yanı başımda bulunan Karanlık Sırlar kitabı olmuştu.
Bir saate yakın kitabı incelemeye başladım. Kitabın son sayfasına doğru geldiğim anda tam kitabı kapatacağım anda birden kitabın son sayfasının üzerinde küçük bir parıltı görünce kaşlarımı çatıp daha yakından sayfaya bakmak için hafifçe eğildim. Ve o an birden sayfa üzerinde kısa bir cümle belirdi.
'Yaşamıma tanık oldun. Sıra hislerime tanık olma vakti Prenses.'
Bu cümleyi okur okumaz anında zihnimde küçük bir düşünce kargaşası belirdi. Bu hitap kime aitti? Tanıdık biri, hatta yaşamını bildiğim biri. Ve bunlar arasında en çok Yezra vardı. O muydu? Ben kendi kendime düşünürken birden tekrar bir yazı belirdi.
"Doğru zamanı bekledim. Hazır olduğun anda bu gerçeği seninde bilmeni istedim. Diğer kolye sahibi bunun için uzun bir süre yaşayamadı. Ama senin buna fırsatın oldu."
Bu cümleden sonra acıyla gülümsedim. Ah haklı uzun yaşayacak vakte sahip oldum. Çünkü ben kaybolmadım. Ben kaybettim bu süre zarfında. Onun için onun yaşamına haddinden fazlasıyla tanık olma fırsatını yakaladım. Ve her acının bendeki izleri farklı oldu. Ne tuhaf hayat seni her yaşamla bağlı kılan görünmez iplerle bağlamış ve senin buna tanık olmanı sağlamış. Ama bu hayatlarda var olan hisleri sanki sen yaşamış gibi hissediyorsun. Acı ama hissiyatlı.
Öylece sayfaya bakmaya devam ederken birden tekrar bir yazı belirdi. Yavaşça sesli bir şekilde sözü okumaya başladım.
"Ön sayfayı aç ve oradaki sözleri oku. Seni küçük bir anıyla tanıştıracağım. '
Bu cümleyi olur okumaz hemen dediğini yaptım ve kitabın ilk sayfasını açtım. Sayfayı açınca hemen beni yeni sözler karşıladı. Sözleri okumak tuhaf hissettirmişti.
" Bir adım öteye, bir adım ölüme. Bin yaşam bir yaşamın gölgesinde saklı. Ama bir yaşam bin yaşama sahip. Acının, hislerle yaşamı. Hislerin acıyla mücadelesi."
Bu sözü okuduktan sonra hemen bir anda sayfa beni içine çekti.
Bir anda kendimi olduğum ortamdan başka bir ortama geçerken bulunca şaşkınlığımı üzerimden atmam zaman aldı.
"Neredeydim ben?" diye sesli bir şekilde konuşunca o an beni Rosa anında yanıtladı.
'Ah sanırım geçmişe yolculuk yaptın ve bunu yapan kişi kolyenin sahibi.' demesiyle anında Yezra 'nın beni buraya getirdiğini anlamış oldum.
"Peki neyi görmemi istiyor?" diyerek merakımı gidermek istedim.
"Ah aslında birkaç fikir zihnimde gelip geçiyor ama hangisi bilemiyorum. Onun için neden yaşayarak bunu görmüyoruz." dediği anda Rosa, ona çok yardımcı oldun dercesine bir ifadeyle bakmıştım. Her türlü ne yaptığımı bildiği için bunu kelimelere dökmeye gerek duymadım.
Yavaşça olduğum yerden derme çatma yeri incelemeye başladım. Bitti bitecek bir haz lambası ile aydınlanan bu küçük bir insanın zar zor hareket edeceği yerde neden olduğumu anlamaya çalıştım. Burası bir odayı andırıyordu ama içerisi çok eski ve çok havasızdı. Ara sıra çatı katının tavanından gelen hışırtı sesleri dışarıda sert bir rüzgarın estiğinden haber veriyordu.
Olduğum yerden birkaç adım öne doğru adım atınca hemen ilerideki küçük masayı gördüm. Üzerinde açık duran bir el yazması bulunan defter bulunuyordu. Tam deftere uzanacağım an birden olduğum küçük odanın kapısı açıldı ve küçük bir kız çocuğu içeri girdi. Elinde eski bir oyuncak bebek duruyordu. Ona sımsıkı sarılmış bir vaziyette biraz önce gitmek istediğim masaya doğru ilerledi ve hemen masanın önündeki ayağı kırık sandalyeye oturdu.
Bakmak istediğim defteri hemen masanın üstünde duran kalemle bir şey yazmaya başladı. Yavaşça harekete geçip onun arkasından masaya doğru yaklaşıp ne yaptığına bakmaya başladım. Elindeki ona büyük gelen kalemi zor bela tutmaya çalışıyor, boş yıpranmış ve sararmış sayfaya bir şeyler çizip duruyor ara sıra da bir takım şeyler yazıyordu. Hatta ara sıra kıpırdayıp duran dudakları yazdığı şeyleri okuyup duruyordu.
Ona daha dikkatli baktığım anda ne kadar sevimli ama ne kadar mutsuz olduğunu gördüm. Kendi dünyasına sıkışıp kalmış ve orada kendi için bir dünya inşa etmişti. İçerisinde bulunduğum oda çok eski ve çok yıpranmıştı. Bildiğim kadarıyla odası böyle değildi. Günlüğünde bu şekilde aktarmamıştı. Acaba sonrasında mı odasında değişiklik yapmıştı?
Ben bunları düşünürken birden eğilip durduğu sayfayı kendinden uzaklaştırdı ve yaptığı çizime baktım. Ve o an günlüğünde anlattığı her şeyin şu an sayfada çizilmiş olduğunu fark ettim. Ve o an aslında ona bu odayı veren kişinin kim olduğunu anladım. Aslında gelecekte geçmişe müdahale etmiş, geçmişi gelecekle bir araya getirip bunu sonrasında bir geçmiş olarak yansıtılmasını sağlamıştım.
Ve o an büyü güçlerimi kullanarak hemen Yezra 'ya istediği odaya sahip olmasını sağlamıştım. Sayfada ne çizmiş ise hepsini şu an odada bulundurmuş ve ona çok güzel bir alan yaramıştım. Tabii o sırada Yezra sanki hiç odada bir değişiklik yokmuş gibi davranmıştı. Aslında birden bir değişiklik yaptığımız anda geçmişte bu hiç kimse tarafından fark edilmiyordu. Bu kötü mü yoksa iyi miydi verecek bir cevabım yoktu.
Yezra birden masanın yanından çekilip çaprazımda duran yatağına giderken bende masada hâlâ açık duran sayfaya göz attım. Sayfada el yazısıyla yazılmış söz dikkatimi çekti. Bu daha önce fısıltılar eşliğinde duyduğum sözlerin bir devamı gibiydi.
"Sırlar kitabının sayfaları arasında ölümün melodisi yankılanıyor, dinle dinle."
Hayretler içinde cümleyi okudum sonrasında birden diğer sayfanın köşesinde yeni bir cümleyi fark edince onu okumaya başladım.
" İlerle, ilerle. Sayfaların arasında kaybol! Sessizliği dinle sabırla , ona kulak ver!"
Sözler çok anlamlıydı ama en çokta çok fazla yaşamdan kesitler sunuyordu.
Ben masadaki kitabı sessizce incelerken birden yavaşça sayfalar hızla çevrilmeye başlandı ve boş bir sayfada durduktan sonra boş sayfa üzerinde yazılar belirdi.
" Merhaba prenses. Ya da Emira mı demeliyim. Benim kim olduğumu bildiğini düşünüyorum. Çoğu zaman sana her konuda yardımcı oldum. Seni yanlıştan kurtarıp doğruya yönelterek hata yapmanı engellemeye çalıştım. Bunu neden yaptığım aslında çok açık. Ortak düşmanlarımız yok olsun diye. Oldu da sonunda artık güvendesin. Her ne kadar bunun bedeli olsa da sonunda istediğin oldu. Dani yok oldu... Sonsuza kadar hemde. Şu an herkes ve her şey güvende. Bunun mutluluğunu bende yaşıyorum. Bu sana son mesajım olacak. Artık bir daha beni ne hissedeceksin ne de beden sana bir mesaj gelecek. Bu sana son mesajım ve son yardımım. Buraya beni tamamen tanıman ve artık büsbütün Karanlık Sırlar kitabına hâkim olman için getirdim. Kitabın ön sayfası ve son sayfası boş çünkü orada saklı olan bir şey var. Orada bana ait olan bir yaşanmışlık var. Bunu sadece sen bil istedim. Bunu öğreneceksinde. Seninle vedalaşmayı bu şekilde yapmak istedim. Bana çok şey kattın aslında. Bunun sende farkındasın. Küçük hediyen için teşekkür ederim. Bende sana küçük bir hediye vermek istedim. Hediyeni yakında alacaksın. Hoşça kal Emira. Seni tanımak güzeldi. "
Boş sayfada yazılanı okuduktan sonra birden kendimi hemen olduğum alandan kütüphanede olduğum yerde bulmuştum ama en çok şaşırmamı sağlayan Karanlık Sırlar kitabının ilk sayfası daha doğrusu boş sayfası artık boş değil. İlk sayfa da bir şiir vardı. Daha önce duyduğum o fısıltıların söylediği her şey bir şiir şeklinde önümde duruyordu.
Duymak kolay değildi görmekte...
İlk ben üşüdüm, ilk ben öldüm.
Ön satırlarda sendeleyerek düşen hep sen oldun.
Sırlar kitabının sayfaları arasında ölümün melodisi yankılanıyor, dinle dinle.
Sayfalar gösteriyor gerçeği, fark et!
İlerle, ilerle... Sayfaların arasında kaybol !
Sessizliği dinle sabırla , ona kulak ver!
Yüzyıl süren bir yalnızlık var oldu.
Onu ölüm melodisi ile yok etti.
Bu umutsuz bir aşkı anlatan melodi .
Bir ayazın soğukluğunda her şey oldu.
Ve o ayaz bir daha gün ışığına kavuşamadı.
İlerle, ilerle... Sayfaların arasında kaybol!
Sessizliği dinle sabırla , ona kulak ver!
Yıkıldı, her şey yok olmaya mahkum edildi.
Lambalar usulca söndü, karanlık büsbütün etrafa yayıldı.
Geceye ihanetin çığlık sesi yankılandı .
Sonsuza dek sürecek bir yankılanma...
İlerle, ilerle... Sayfaların arasında kaybol!
Sessizliği dinle sabırla , ona kulak ver!
Her yerde soğuk rüzgar yeli esip geçti.
Her şey tamamen toprağa gömüldü.
İlerle, ilerle... Sayfaların arasında kaybol!
Sessizliği dinle sabırla , ona kulak ver.!
İhanete kurban oldu bir beden.
Boğazda amansız dilsiz bir çığlık çırpındı.
Ve bu çığlık her şeyi kana buladı.
Bu ölüm bir gece her şeye sessizce veda etti.
Her şey bitti sonsuza dek , sona dek.
İlerle, ilerle... Sayfaların arasında kaybol !
Sessizliği dinle sabırla , ona kulak ver!
Ölüm melodisi şiddetle yankılandı yankılandı.
Ve bu yankılanma asırlardır devam etti.
Ölüm hiç kimseye yakışmadığı gibi ona yakıştı.
Dillerde ölüm melodisi yankılanıp durdu.
İlerle, ilerle... Sayfaların arasında kaybol!
Sessizliği dinle sabırla , ona kulak ver!
Devrildi sözler, gömüldü gözler...
Her yerde varlığını koruyan ölü bir ruh .
Paslı tutulan gerçekler haykırarak kendini ifşa etti.
İlerle, ilerle... Sayfaların arasında kaybol !
Sessizliği dinle sabırla , ona kulak ver!
Ölümün melodisi her yerde fısıldayıp durdu.
Ölüm hiç bu kadar erken gelmemişti.
Ölüm her şeyi kafese hapsetti.
Ölüm hiç bu kadar arzulanan olmamıştı.
İlerle, ilerle... Sayfaların arasında kaybol !
Sessizliği dinle sabırla , ona kulak ver!
Sözleri bir bütün olarak olduğum anda ne kadar anlamlı olduğunu. Bu yazılan her sözün ne kadar Yezra 'yı yansıttığını fark etmiş oldum. Ama burada yazılan sözlerin ve cümlelerin yansımasında kendimi de bulmuştum. Sanki benimde yaşamım bu mısralar içerisinde yazılmış, ne yaşadığım anlatılmaya çalışılmıştı.
Her cümle her hissi ne kadar da abluka altına aldı. Sözler ne kadar ince işçilikle seçilmiş ve tam da olabilecek kelimelerle anlatılmaya çalışılmıştı. Merakım kendini açığa çıkarınca bu sefer son sayfa da ne olduğunu merak ettim ve bu sefer de son sayfayı açıp oradaki yazıları okumaya başladım. Orada da daha önceden duyduğum cümlelerden oluşan bir şiir yer alıyordu.
Gece yarısı saatleri saçıp savururken...
Aklımın almayacağı parçalar kaldı zihnimde..
Ölüm düşü ülkelerinde yankılanan çığlık nidaları...
Ölüm düşü çağırıyor, ölüm düşü çınlıyor.
Yaşattıkları, yaşadıklarım gerçekti düş değildi.
Her şey bir düş gecesi , her şey bir düş günü başladı.
Olanlar bir düş değildi, hiç değildi.
Düşün gerçeğinde aydınlandı gerçekler.
Ölüm düşü çağırıyor, ölüm düşü çınlıyor.
Dün düştü, bugün yanılsama, yarın hayal .
Ölüm göz önündeydi, peki düşler?
Düşler, zamanı sarsılmaz bir girdaba
Aslı yok oldu gerçeğin, aynada yansıması kaldı bir tek.
Ölüm düşü çağırıyor, ölüm düşü çınlıyor.
Ölüm düşü çağırıyor, ölüm düşü çınlıyor.
Ölenin son duyduğu ses anıların yankısı oldu.
Gözlerin son kez gördüğü renk kapanan göz kapaklarının ardındaki siyahtı.
Ölüm düşü bir nefesi sonlandırdı.
Ölüm düşü çağırıyor, ölüm düşü çınlıyor.
Bitti umutlar, çoğaldı çığlıklar.
Yıkıldı umutlar, doğdu kimsesizlikler.
Ölüm düşü çağırıyor, ölüm düşü çınlıyor.
Asıl olan en büyük son ölüme uyanıştı.
Ölüm düşü çağırıyor, ölüm düşü çınlıyor.
Çınladı kırık göğüs kafesi içinde.
Ölüm düşü çağırıyor, ölüm düşü çınlıyor.
Yitik adreslerin tarifi oldu ölüm düşü.
Ölüm düşü rengi boyandı gökyüzünü.
Ölüm düşü çağırıyor, ölüm düşü çınlıyor.
Bu cümleleri olduğum anda kendimi savaştan önceki hislerimle karşı karşıya bulmuştum. Ben o karmakarışık duygularla planlar yapıp dururken, neleri fark etmemiştim. Neleri tahmin etmeyerek onları kaybetme ihtimalleriyle burun buruna gelmiş ve elimde olmayan bir çaresizlikle bir ruhun yitip gitmesine sebebiyet vermiştim. Ahrar benden benim hatam yüzünden kayıp gitti.
Bu sözleri okuduğum anda göz yaşlarımı tutamadım ve o anda birkaç damla gözyaşı sayfaya damladı. Gözyaşlarım dursun diye başımı geriye attım ve derin bir nefes alıp ağlamamı durdurmaya çalıştım. Ne kadar ağlarsam ağlayayım değişen bir şey olmayacaktı. Planlarım ters tepmiş ve istediğimi oldurmamıştım. Şu an ise bunun bedelini ödüyorum azar azar, yaşamın karanlık gölgesi altında günleri devire devire.
Cümleler çok anlam barındırıyordu içerisinde. Her olduğum anda baştan sona yeni hisleri yaşıyor onlarla daha farklı şeylerin farkına varıyordum. Yezra gerçekten büyüleyici bir şiir yazmıştı.
Bir müddet öğrendikleri sindirmeye çalıştım. Ne çok şey yaşadım ben. Bu yolculukta herksin yardımını aldım. Herkes olabildiğince bana yardım etmeye çalıştı. Çünkü herkesin birleşimi Dani 'ye çıkıyordu. Ne kadar acımasız bir varlıktı ki birçok kişinin yaşamını mahvetmişti. Bu yüzden de herkes birlik olmuş ve ona karşı bir mücadeleye girişmişti.
Dani kendi sonunu kendi yazmıştı. Bu savaşın başını çekenler Yezra' nın anne ve babasıydı. Bu savaşın gelişimi Yezra ve Dehliz 'le devam etmişti. Ve savaşın sonunu getirense ben, Ahrar ve Ölü Ruh olmuştu. Savaş bu kişiler üzerinden netice kazanmıştı. Herkes bu savaşta Dani' yi devirmek adına neleri göze almıştı.
Başarmıştık ama bir yandan da kaybetmiştik. Biz geçmişte yaşadığınız kayıpların gerçeğiyle yüzleşmiş ve sonunda hiçbir tarafın aslında kazanamadığını anlamıştık.
Hiçbir mücadele saf bir galibiyetle kazanılmaz . Her mücadele, her savaş büyük kayıplarla ileriye taşınır. Ve bu kayıpların verdiği hislerle hareket ettirilir. Çünkü dayanağınız kayıplarınız olur günün sonunda alacağınız galibiyetin verdiği haz değil.
Savaş hiç kayıp verilmeden kazanılmaz verdiğin kayıpların yarattığı acıyla yüzleşir onunla yola devam edersin. Ve bu sayede hedefine kitlenir onu almak için her şeyi göze alırsın. Bu uğurda ölmeyi bile. Sonunda kazanmak uğuruna ölmek bile önemsiz olur. Kim öleceğini düşündüğü savaşa katılır ki? Katılır çünkü onun kazanacağı şey galibiyetin verdiği his değil, kayıplarına verdiği sözü yerine getirme arzusudur.
Büyük ses getiren savaş nidaları değil, acı dolu iniltilerle attığın çığlıklarındır. Bu seni galibiyetin zaferi yapar. Bu sana kazanma hırsını sunar.
Şimdi burada her şeyi ince ayrıntısına kadar idrak etmiş bir vaziyette başarmış olduğu savaşın kazananları olduğumu anlamış oldum.
Önümdeki kitabı kapatıp gerisingeri olduğu yerde muhafaza edilmesini sağladım ve oturduğum yerden kalkıp burayı terk etmeye hazırlandım. Yezra bir şeyin farkına varmamı sağladı. Hâlâ her şey tam olarak bitmemişti. Yaşıyorsak her şey için hâlâ dönüş bileti vardı. Bunun içinde harekete geçmek lazımdı. Ve bende bunu yapacaktım. Ne kadar sürerse sürsün. Ne kadar zaman alırsa alsın. Ne kadar acı verirse versin.
Kütüphaneden çıkınca hemen kendimi bahçeye atmış ve omzumun gerisinden kuleye bir göz atıp hemen sonrasında yavaşça yükselen güneşe sakin bir ifadeyle baktıktan sonra gitmem gereken yere doğru yol almıştım. Açmış olduğum portal beni gitmek istediğim yere götürecekti.
Nereye mi? Ölü Ruh 'un olduğu yere. Çünkü zaferden sonra kendini o karanlığına sakladığını biliyordum. Ve onu sonsuz yalnızlığından çıkarmak istiyorum. Çünkü buraya geldiğimi bile bilmediğini biliyorum. Bilseydi gelir miydi? Bilmiyorum ne yapacağını bilemezdim. Ama bu sefer o gelmeden ben gitmek istiyorum onun yanına. Sonrasında kuleye geri dönüş yapınca bizimkileri görmek istiyorum. Onları özlemiştim. Hem de çok fazla. Bu özlemin dinmesi gerek değil mi?
Portal beni daha önce geldim Ölü Ruh 'un bulunduğu dağın olduğu giriş kısmına getirmişti. Hızla girişte yapmam gereken şeyleri yapıp zaman kaybetmeden içeriye girdim. En son gelişimden bu yana içeride ki her şey Ölü Ruh' tan nasibini almıştı. İçeride bulunan her şey parçalara ayrılmıştı. Her yer her yerde duruyordu. Sanki burada büyük bir yüzleşme yaşanmıştı. Ama acı verdiğini söyleyebilirim.
Bazıları acısını acı çekerek yaşar. Bazıları ise acı çektirerek. Ben ilk gruba giriyorum ama Ölü Ruh şu an ikinci gurupta olmalı. Burasını mahvetmiş. İlk geldiğim yerle arasında dağlar kadar fark var. Neyse eskisi gibi olması olağan bir şey. Olduğum yerde en çok karanlığın beni ürperttiği kısma doğru ilerledim. Öyle bir karanlıktı ki bedeniniz üşüyor, zihniniz tüm mutluluğu yitiriyor, kalbiniz karanlıkla çepeçevre kuşatılıyordu.
Karanlık burada çok kuvvetliydi. Bu kuvvetli insanlara zarar veren bir cinstendi. Ben artık çok zarar görmüyorum çünkü bunu önleyen bir karanlığı içimde taşıyorum. Eh bu pek sevmediğim bir şey olsa da ara sıra işime yaradığından bunun için de görmezden geliyorum. Yoksa bu pek kabul edeceğim bir şey değil. Olduğum yerden diğer yola sapan geçide doğru ilerledim. Orası o kadar karanlıktı ki elimde olmadan önümün aydınlanması için küçük bir ışık huzmesi yakmak zorunda kaldım.
Birden bir anda büyük bir ses kopunca aniden yönümü sola çevirdim ve biraz ileride bir giriş dikkatimi çekti. Hemen adımlarımı oraya doğru yönlendirdim. Girişin önünde durunca aşağı inen merdivenleri görünce dikkatli bir şekilde siyah elmastan oluşan basamakları inmeye başladı. Aklımın bir köşesine not ettim. Eğer siyah elmasa ihtiyacım olursa muhakkak buraya gelip bir basamağı söküp kendim için değerlendireceğim. Malum Ölü Ruh bildiğim mücevherlerden meydana gelen bir yerde yaşıyordu. Bence bana bir kıyak geçer ve birkaç sandık dolusu mücevher verebilirdi.
Bir anda nede bu düşüncelere girdiğimi sorguladım. Ne ara konu mücevher oldu? Ara sıra gerçekten dikkatim çabuk dağılıyor ve ben nereden böyle saçma sapan konuları düşündüğüm için kendimi sorgulayıp duruyordum. Basamakları inerken birden aşağıda bana sırtı dönük vaziyette yerde oturup, etraftaki büyüyle akan suyun toplandığı su havuzunu izleyen Ölü Ruh 'u fark ettim.
Tam bulunduğum alanda kocaman bir siyah elmastan oluşan bir taht vardı. Ve bu tahtın etrafında iki su havuzu bulunuyordu. Bulunduğum basamaklardan tahta doğru uzanan bir yol vardı. Burası taht odası olabilir miydi? Her yer siyah elmastan oluşmuştu. Sadece bulunduğum yerin tavanı beyaz elmastan meydana geliyordu. Bakışlarımı yukarıya çevirdim ve kendimi izledim. Parıl parıl parlayan elmastaki yansımamı izledim.
"Orada daha ne kadar durmayı düşünüyorsun?" sorusunu duyunca hâlâ bakmaya devam ettim. Gerçekten burası insanı büyülüyordu. Ölü Ruh geldiğimi başından beri biliyordu değil mi?
Başımı indirip Ölü Ruh 'un durduğu yere doğru çevirdim. Olduğu yerde oturmaya devam ediyordu.
" Ne yapıyorsun? Suyu izlediğini düşünmüyorum." demiş ve olduğum yerden son basamağı da inip önümdeki elmastan oluşan zemin üzerinde yürümeye başladım ona doğru.
"Düşünüyorum." dedi basit bir cevapla. Tek kaşımı kaldırıp verdiği cevabı sorguladım.
"Neyi diye sormayacağım. Buraya neden geldiğimi merak etmiyor musun?" dediğimde son adımı atarak ona birkaç adım uzakta durdum.
Bakışlarımı onun pelerinle örtülü sırtına çevirdim. Başına pelerinin başlığını takmıştı. Şu an benim formatımda bulunuyordu. O devasa büyüklüğü yoktu. Bence buraya geldiğimi anladığı anda bu boyuta geçiş yaptı.
"Beni özlediğin için mi?" diye alaycı bir tonda konuşunca olduğum yerden yavaşça onun tahtına doğru ilerledim.
Bir anda hareket ettiğim için bedeni kasıldı. Bunu son anda fark ettim. Tahtın önüne gelince devasa tahtı inceledim. Gerçekten çok büyüktü. O kadar ki tahtın boyu benden dört kişinin ya da beş kişinin üst üste durmasıyla elde edilen bir boyuta sahipti. Genişliğini bir at arabasının genişliği olarak yorumlayacak durumdayım. Çok büyüktü. O kadar ki bunu tam anlamıyla sayılarla dile getirmek zordu.
"Ah tahtın bir insanın bulunması güç bir boyuta sahip. Ve bu tamamen bir siyah elmastan oluşuyor. Benim dünyamda bu çok değerli olurdu." dediğim anda Ölü Ruh 'un histerik bir sesle kıkırdamasını duydum.
"Ne yapacağını bilmediğin zamanlarda hep yaptığın gibi saçmalıyorsun. Buraya neden geldiğini ikimizde biliyoruz. Çünkü acının yansıması olarak beni gördün ve buraya geldin. Çünkü yaşadığın her şeyi bende yaşadım. Belki de senin için bir liman görevi görüyorum. "demesiyle Ölü Ruh aniden arkama dönüp ona baktım. Hâlâ bıraktığım yerde oturuyordu.
" Belki de... "demiş ve olduğum yerde koca basamağa oturup biraz ileride bulunan az önce geldiğim basamaklara baktım. Onlar neden büyük değildi? Acaba bu Ölü Ruh 'un işi miydi? Kolayca geleyim diye devasa basamakları küçültmüş müydü?" Sadece nasılsın diye görmek istedim. Ve gördüğüm kadarıyla bende kalır yanın yok. Belki de benden daha kötü haldesin." dedim soğuk, hissiz bir sesle.
"Aynı acıları yaşadık ama sen benden farklısın çünkü ben sevdiğimi kollarım arasında kaybetmedim. Benim vedam uzaktan oldu. Senin yaşadığını yaşamadım. Senin acınla benim acım kıyaslanamaz. Ama aynı yere çıktığını söyleyebilirim." diyen Ölü Ruh 'la birden nefesim kesildi. Kollarımda kaybettim. Hatırlamak mı daha ağır geliyordu yoksa yaşamak mı ayrıt edemiyorum. Bir kere yaşadım ama bin kere hatırladım o anı.
Zaman ne kadar da farklı acıları sunuyormuş bizlere haberimiz yokmuş meğer.
"Acıların hisleri farklı olabilir ama sonunda aynı kapıya çıkıyor Ölü Ruh. Kimsesizliğe..." dedim ve devam ettim. "Bizim yaşadığımız da bu; kimsesizlik. Ve bu ebediyen devam edecek. Senle ben bu laneti taşıyan iki farklı ruhuz. Zihinlerimiz ebedi bir acıyla lanetlendi. Ve bu lanet bizi ya öldürecek ya da yok edecek." demiş ve olduğum yerde yere yansıyan yansımama bakmıştım. O anda bakışlarımdaki o duygu ve kadar da acımıştı. Şu an gördüğüm yansıma bana aitti. Rosa ortada yoktu.
" Ben alışığım kimsesizliğin verdiği hisse. Bunu asırlardır yaşıyorum ama sen bunu yakın bir zamanda tattın. Hâlâ canın yanıyor ve yanacakta. Üzgünüm o an dikkatsizliğim yüzünden bir kayıp yaşadın. Sana destek olmak için oradaydım ama olamadım. Sevdiğin adamın zarar görmesini engelleyemedim. "dediği anda sadece sustum. Ne diyebilirim ki? Kelimeler bir araya gelemiyordu şu anda." Acının seni ne hale getirdiğini görebilecek kadar bilinçliyim. Ve bunun sonu da yok. "dediği anda sonsuza kadar bu acıyla yaşayacaksın dediğini anladım.
" Ne yaptığımı biliyorsun ama bunu başaramadığımı da biliyor olmalısın. "diyince başını usulca salladı.
" Sakın bunun için kendini suçlama. Çünkü elinden geleni yaptın sen ama olmayınca olmuyor işte bazen. "diye hüzünle konuşunca sadece kısık sesle onu onayladım. Olduğum yerden kalkıp usulca öne doğru adım attım.
" Peki o halde şimdilik gitmem gerekiyor ama burada olduğum her an eskiden olduğu gibi benimle iletişime geçebilirsin. "demiş ve bir portal açıp gitmek için hazırlanırken bana takılması küçük bir tebessüm etmemi sağlamıştı.
" Alenen şu an bana ne teklif ettiğinin farkında mısın? Çünkü her an olur olmadık anlarda gelebilirim. "demesiyle sadece susmuş ve sonrasında olduğum yeri terk etmiştim.
Kuleye geri döndüğüm anda tam içeriye doğru gireceğim anda kulenin içerisinden tartışma seslerine benzeyen sesler duymuştum. Ve bu seslerin kime ait olduğunu çok iyi biliyordum.
"Yani önceden geldi ve ben yeni mi öğreniyorum? Ah nasıl geldiğinde hemen haber vermesiniz Süreyya hanım." diye homurdanan Victoria 'nın sesini duymuştum. Hemen sonrasında onun bu sözüne atfen Dehri konuşmuştu.
"Sen onu bırak şu an nerede bu kız onu bulmak lazım. Şimdi nerededir kim bilir?" diye düşünceli bir sesle konuşan Dehri' nin bu cümlesine aniden Enfal iç çekerek cevap verdi.
"Birde bir olay çıkarıyormuş, bizde bunu sonradan duyuyormuşuz. Düşüncesi bile güzel hissettiriyor. Uzun zamandır hiç bir arada olduğumuz anlarda yaramazlıklar yapamadık." diyen Enfal 'e uyarı dolu bir sesle cevap veren Kavi olmuştu. Onları görmesem de yüz ifadelerini az çok tahmin edebiliyorum.
" Oğlum kız gelmiş ve sen gelir gelmez olay çıkarmasını mı istiyorsun? Kafan mı güzel? Geceden kalma mısın yoksa? Buraya gelmesi bile onun için çok zor olmalı ve bunca yaşadığı şeyler varken gidecek olay çıkaracak? Sen baya uçmuşsun. Şu an bence buradan uzakta bir yerde bulunuyordur. Umalım ki erken gelsin. Ama zaten buraya gelişi Victoria 'nın düğünü içindi. Düğüne kadar burada olur. "diyince Kavi , birden bir sessizlik oldu.
" Ya sadece düğün günü gelir ve düğüne kadar ortalıkta olamazsa? O zaman ne yapacağız? Bunu düşünüyor değildir değil mi? "dediği anda Nehar birden bunun olma ihtimali herkesi derin düşüncelere dalıp gitmesine sebebiyet verdi.
O anda bu sessizliğin benim içeri girmemle son bulmasını sağladım.
Geldiğim gibi anında konuşmuştum. Soğuk ve mesafeli çıkan sesim onları eskisi gibi benimle iletişim kurmasına biraz engel oldu.
"Buradayım ve düşündüğünüz gibi ortalıktan kaybolmayacağım." dedikten sonra küçük adımlarla onların olduğu alana doğru ilerledim. Hepsi beni baştan aşağıya inceliyordu. Aslında bendeki değişimi anlamaya ve fark etmeye çalışıyordular.
Çok zor değildi. Beni ilk gören çok fazla kilo verdiğimi, bakışlarımdaki yaşamın çoktan yok olduğunu, hissiz bir kadın olduğumu, her şeyin artık benim açımdan önemsiz hale geldiğini anlardı kolayca. Bakışlarımı hepsinin üzerinde sırasıyla gezdirdim. Hepsi iyi görünüyordu benim aksime. Bende çok değişiklik olmuştu. Onlarda ise sadece o şen şaklak halleri yok olmuştu ama diğer türlü hepsi iyiydi. Ben he şeyden vazgeçmişken onlar yaşama devam ediyor halde bulunuyordu. Ben Ahrar 'sız pes etmişken bu hayata onlar ve diğerleri hâlâ yaşamak için birçok nedene sahipti.
Ama hepsinin bakışlarında pişmanlık ve mahcubiyet yer alıyordu. Ah sanırım beni bu halde görmek ve ellerinden bir şey gelmiyor olmak onların kötü hissetmesini sağlıyordu. Onların suçu yoktu. Ben bile kendime yardım edemezken onların etmesi çok zordu. Çünkü ben bunu hak etmiş ve bu acıyla cezalandırılmaya sebebiyet vermiştim.
Benim sessizliğim Kavi 'nin konuşmasıyla son bulmuştu.
"Seni görmek çok iyi geldi. Uzun zamandır seni görmüyorum ve seni özledim Prenses." demesiyle o an içten olması için çabaladığım tebessümle ona baktım. Bende onları özlemiş, seslerine hasret kalmıştım ama burası, burasını alsa özlemiş değildim.
Victoria bir adım öne gelip karşımdaki yerini alınca sarılıp sarılmamak konusunda tereddüt edince ben ona sarılıp bu tereddüdüne son vermiştim.
Kulağına kısık sesle özgün olduğumu dile getirmiştim.
"Üzgünüm geç geldim. Nedenlerimi biliyorsun. Her şeyin farklı olmasını isterdim ama durumlar bunu gerektiriyordu. Her şeyin senin için tamamen farklı olmasını ve her anında yanında olmak isterdim. Ama bunun için hiç uygun bir duygu durumu içerisinde değildim. Kusura bakma. "demiş ve geriye çekilip ona bakınca gözlerinin dolduğunu görmüş ve ona titreyen bakışlarım altından bakmıştım.
" Geldin ya gerisinin önemi yok. Buradasın onca şeye rağmen. Asıl ben özgür dilerim. Seni bir şeye maruz bırakmışsam. "dediği anda sorun yok dercesine bakmış ve hemen sonrasında Enfal 'e bakmıştım.
Ona bakınca aniden olduğu yerden bana dostane bir ifadeyle bakmıştı.
" İçeriye gelmeden önce söylediklerini duydum. Ve şunu söylemek istiyorum hiç umut etme. Bende sana fayda gelmez." diyince Enfal başta olmak üzere diğer herkes dediğim şeylere kahkaha attı. Onlara olmayı özlemiştim. Ama en çok geçmişte onlarla olmayı özlediğimi fark ettim çünkü o geçmişte hâlâ Ahrar hayattaydı.
Şu an ise ben tektim. Sanki her şey eskisi gibi duruyordu dışarıdan ama öyle değildi.
Düşünceler beni sarıp sarmalamadan bizimkilerle birlikte kütüphaneye gitmiş ve orada olanları konuşmaya başlamıştık. Biraz gürültünün eksik olmadığı bir ortam olduğunu baştan söylemek isterim. Çünkü bizler kendi aramızda sessizce konuşurken ya da sessiz konuştuğumuzu sanırken içeride bulunan herkes bizden rahatsızlık duyduğunu ve bizleri kınayan bir şekilde bizlere baktığını görmemize rağmen hâlâ konuşmaya devam etmiştik. Aslında ben dışında diğer hepsi daha çok konuşuyor ben ara sıra konuşmaya katılıyordum.
Sonrasında zaten bizden epey rahatsız oldukları için herkes kütüphaneden ayrılmıştılar. Ve bizimkiler sanki hata hiç onlarda değilmiş gibi birde burayı terk edenleri eleştirmişti. Onlara garip bakışlarımla baksamda bunu tiye almamış ve konuşmaya devam ederek koyu bir sohbeti çoktan başlatmışlardı kendi aralarında bende buna dahil oluyordum çoğu an.
Biz bize kaldığımız andan itibaren sohbet sohbeti açmış ve her konu hakkında konuşur olmuştuk.
"Şan her şeyi geçtim hiç Victoria 'nın evleneceğini ve düğün yapacağını sanmazdım." diyen Enfal' e anında cevap verdi Dehri.
"Arttırıyorum ben de Victoria 'ya bir adamın aşık olacağını hiç düşünmezdim. Çünkü Victoria' dan bahsediyoruz. Her şeyi abartan biri. Çok mızmız bir yapısı var." dediği anda Dehri, bu cümlesine yüzünü buruşturup, Victoria dil çıkardı." Kızım yalan mı söylüyorum? Adama acıyorum ya bir ömür seninle yaşayacak. Zavallı başına nasıl bir bela aldığını bilmiyor. Aslında bir yanım diyor git uyar ama kendi belasını kendisi bulmuş. Çeksin ceremesini." dediğinde Dehri bu cümlesine hepsi kahkaha atarak karşılık verdi.
" Sanki sen çok iyisin! Oğlum asıl ben hemcinsime acıyorum. Düşünsene sen evleneceksin ve o kadın senin gibi kasıntı, çapkın, kendini beğenmiş, ukala biriyle bir ömür yaşayacak. Ben onu hemen sen konusunda uyarırdım." diyen Victoria anında cevap verdi Dehri.
" Kızım ben şimdi evlenmek istesem varya tüm krallıklarda katliam çıkar. Herkes kızını bana vermek için yarışa girer ne diyorsun sen. Tabii ben özgürlüğüne düşkün biri olduğum için bunu yapmam. "dediğinde ona hemen cevap veren ben oldum.
" Tek bir kadınla yetinmem demiyor da özgürlüğüme düşkünüm diye üstünü örterek konuşuyor. "diye kinayeli bir sesle konuşup ona nasıl biri olduğunu belli ettim.
" Ah hadi güzelim benim gibi muhteşem bir insan neden hayatın güzelliklerinden uzak kalsın ki. "diyip kendini gösterince ona anında gözlerimi devirdim." Ben herkese yeterim. "dediği anda yüzümü buruşturup ona dik dik baktım. Aylar öncesinden hepsine karşı yaptığım onca uyarı, serzeniş cümlelerini hiç kaale alamadığını anlamış oldum.
" Pişkin pişkin konuşuyor birde utanmadan. "diyen Victoria 'ya anında işaret parmağını öylemi dercesine sallayıp konuştu.
" Kızım açtırma ağzımı seninde müstakbel eşin az naneyi yemedi. Geçmişi benden daha çok kötü şöhretli haberin olsun. "demesiyle Dehri anında Victoria' nın yüzünün düşmesine neden oldu.
" Ya kızım bu bilmiyor, bu dediği şöhret aslında onun kuzenin şöhreti. Buda bundan nasibini onun yanında bulunduğu için almış. Sevdiceğin merak etme beyefendi sandığın gibi. "diyen Enfal anında Victoria 'nın yüreğine su serpti.
" Oğlum ne diye söylüyorsun. Ne güzel kandırmıştım. "diye keyfi kaçan Dehri konuşunca Victoria önünde duran dosyayı ona doğru attı ama Dehri son anda bedenini geriye çekince dosya masaya düşmüş oldu.
" Iskaladın. Ne de kötü bir atıcısın sen. "diye birde onu eleştirince devreye ben girdim.
" Yeter kızla uğraşma. "demiş ve konunun kapanmasını sağlamıştım. Sonrasında başka bir konu açılmıştı. Ve ne olduysa birden söylenen espriye istemsiz bir ses gülünce herkes o an gergin bakışlarını bana dikti. Ah espriye gülen Rosa 'ydı. Hâlâ onun varlığını kimse kabullenmediği için yadırgamaları çok normaldi.
"Hâlâ onun içinde bir yerde olduğunu aşamıyorum." diyen Nehar' a aniden cevap veren Rosa oldu. Kendi sesiyle cevaplamıştı.
"İçinde değil onunla birim canım." diyen Rosa hepsinin daha çok gerilemesini sağlamıştı.
"Sonuç olarak seni görmüyorum ve sen onunla birsin. Hem her şeyi duyuyor mu?" diyen Nehar 'a cevap veren ben oldum.
"Çoğu zaman evet. Ama kısıtladığım şeyler var. Onların dışına çıkmıyor." demiş ve bunun gerisinden çok soru geleceğini bildiğim için soruların sorulmasını beklemiştim.
" Peki güzel mi? "diye soru sorunca Dehri hepimiz ona baktık. Yani sora sora bunu mu sordu? Zaten aklı bir buna çalışıyor!
"Ne o yoksa beni merak mı ettin veliahd?" diyen Rosa gizemli bir sesle konuşup, sanki Dehri 'ye kur yapmaya çalışmıştı. Amacı neydi biliyorum. Sadece kendisini masum gösterme çabasında ama öyle biri değildi.
"Hadi ama biraz oyun oynamak istiyorum. Bozma beni." benim duyacağım sesle konuşunca sessiz kalmıştım. Bu evet demek oluyordu. Bunu bildiği için hemen devam etmişti oyununa.
"Güzel kadınlara zaafım var ama ruhlar konusuna emin değilim. Zaten senden olmaz güzelim. Snaa gelemem." diyen Dehri 'ye herkes anlamsız bir şekilde bakmıştı.
"Neden?" diyen Victoria bunu gerçekten sordu. Çünkü nedenini merak ediyordu.
"Çünkü sonuçta o Emira' nın içerisinde ve bu onunla bir ilişkim olamayacağını en büyük kanıtı." demesiyle Dehri o anda erkekler bu dediğine kahkaha attı.
"Ha yani içimde olmasa onunla bir olurun olacağını sanıyorsun?"diyince anında bana kafasını salladı.
" Ah buna üzülmem mi gerek? "diyen Rosa 'ya anında Dehri çapkın bir gülümsemeyle baktı.
" Maalesef güzelim seninle olamam. Sevgini kalbine göm. Ve beni unut. "diyince o anda kendimi tutamadım ve kahkaha attım. Çünkü bir oyuncu gibi rol yapıp sanki onun için üzülüyormuş gibi bir ifade takınmış, ikisinin olması yasakmış gibi davranıp bunu cümleleri ve tavrıyla belli etmişti.
" Sen adam olmazsın. "diyen Victoria 'ya anında cevap vermişti.
" Bunu umursuyor gibi mi duruyorum oradan? "diyince Victoria yok demişti.
Kütüphanedeki sohbeti bitirdikten sonra ben odama dinlenmek için çıkmıştım. Odaya geldiğim anda yine beni ele geçiren o hissiyat varlığının sonsuza kadar bende var olacağını büsbütün belli etmişti. Ne kadar kafamı başka şeylerle oyalarsam yine de aklımdan aslında hiç çıkmıyordu yaşadığım kayıp. Ve bu ölene kadar devam edecekti. Bende zaten unutmak gibi bir niyette değildim. Ahrar 'ı unutmak asla istemezdim. Hiçbir zaman da isteyecek değildim.
Yatağa kendimi atıp boylu boyunca düşünmeye başladım. Sona sessizlik diyarında kendi kendime kaybolup gittim. Her anı gölgesi beni kendine çekti ve orada yeniden aynı duyguları yaşayıp durdum. Yeri geldiğinde gülümsedim. Yeri geldiğinde üzüldüm. Yeri geldiğinde acı içerisinde kıvrandım. Ve yeri geldi hissizlik çepeçevre sardı beni.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
13.91k Okunma |
3.22k Oy |
0 Takip |
66 Bölümlü Kitap |